Sayi 40 web

Page 1

Ulusal Değer ZEYTİNYAĞI

Küresel Hedef BÜTÜN DÜNYA

13. ULUSLARARASI AYVALIK ZEYTİN HASAT GÜNLERİ

ÖZEL SAYI


SizIer yaşadıkça çocukIarım BiIin ki Ben de yaşarım, Bir sevinç düştü mü içinize Bir keder düştü mü içinize BiIin ki Aranızda ben varım. A. RIZA ERGÜVEN

Saatli Cami’de Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve şehitlerimiz için mevlit okutuldu

G

AYVALIK, ATATÜRK’E OLAN SEVGİSİNİ VE BAĞLILIĞINI FARKLI ETKİNLİKLERLE BİR KEZ DAHA GÖSTERDİ

azi Mustafa Kemal Atatürk, sonsuzluğa uğurlanışının 79. yılında, bütün yurtta olduğu gibi Ayvalık’ta da bir kez daha sevgi, saygı ve minnet duygularıyla anıldı. 10 Kasım günü önce Cumhuriyet Meydanı’ndaki Atatürk anıtına çelenkler bırakıldı. Ardından İsmet İnönü Kültür Merkezi’ne geçilerek, Şehit Abdullah Tayyip Olçok Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi tarafından Atatürk’ün anısına hazırlanan özel program izlendi. Milli Eğitim Müdürü Güner Bahadır burada bir konuşma yaptı ve “Gazi Mustafa Kemal, ülkemizin ve milletimizin ortak değerlerinden biridir. 1919´da

2

Samsun'a çıkarak başlattığı İstiklal Savaşı’mızı, 1923'te Ankara'da Cumhuriyet’i kurarak zaferle taçlandıran Gazi Mustafa Kemal, adını tarihe ve milletinin dimağına nakşettirmiş kahraman bir asker, büyük bir devlet adamıdır” dedi. Daha sonra Kaymakam Gökhan Görgülüarslan, Garnizon Komutanı Albay Fevzi Koyuncu ve Belediye Başkan Rahmi Gençer Atatürk Haftası nedeniyle düzenlenen ilkokullar arası resim, ortaokullar arası resim ve şiir, liseler arası kompozisyon yazma yarışmalarında dereceye girenlere ödüllerini verdi.


10 Kasım günü öğle saatlerinde ise Saatli Cami’de Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve şehitlerimiz için mevlit okutuldu, Ayvalık Belediyesi tarafından lokma hayrı yapıldı. Anma gününün son etkinliği Ayvalık Belediyesi Mesut Duran Müzik Derneği’nin yine İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde verdiği konser oldu. Şef Selim Gönüldaş’ın yönettiği ve Ayvalık’ın değerli seslerinin yer aldığı koro, izleyicilerin karşısına Atatürk’ün sevdiği şarkı ve türkülerden oluşan bir repertuvarla çıktı. Solo sanatçıların her zaman sevilen şarkıları yorumladığı ve kalabalık bir kitlenin izlediği konser ‘Atatürkiye’ adlı sunumla noktalandı.

Mutlu günlerinde yanlarında olan tüm dostlarına teşekkür ettiler

YASEMİN-RAHMİ GENÇER ÇİFTİ OĞULLARINA ‘ÜMİT’ ADINI VERDİ

B

elediye Başkanı Rahmi Gençer ve eşi Yasemin Gençer’in bir erkek bebekleri dünyaya geldi. İzmir Kent Hastanesi’nde hayata gözlerini açan bebeğe, Rahmi Gençer'in baba adı olan ‘Ümit’ adı verildi. Hatırlanacağı gibi, Rahmi Gençer, Turizm Danışma Bürosu Şube Müdürü Yasemin Gençer ile 2015 yılında evlenmişti. İlk kez baba olduğunu ve büyük bir mutluluk yaşadığını belirten Rahmi Gençer, Ümit bebeğin doğumunu sosyal medya hesabından paylaştığı mesajında şu sözlerle duyurdu:

“Evladımız Ümit, 23 Kasım Perşembe günü saat 20.28’de, çok şükür sağlıkla aramıza katıldı. Ailemiz için dua eden, telefonla arayan, mesaj gönderen, sosyal medyada güzel dileklerini ileten ve hastanede ziyaret eden tüm dostlarımıza bu mutlu günümüzde bizimle oldukları için çok teşekkür eder, sonsuz saygılarımızı sunarız.” Yasemin-Rahmi Gençer ‘Ayda Bir Ayvalık’ ailesi olarak Ümit Gençer’e ‘Hoş geldin’ diyor; sağlıklı, mutlu, başarılı ve uzun bir ömür diliyoruz.

3


Arıtmadan hava kirliliğine, ulaşımdan otopark uygulamalarına, OSB’den demir madeni girişimine, kadın cezaevinden tarihi çeşmelere kadar tüm olumsuzluklar konuşuldu

B

RAHMİ GENÇER, ZEKAİ KAFAOĞLU’NDAN SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ İÇİN SÖZ ALDI

elediye Başkanı Rahmi Gençer, Meclis üyeleri Ahmet Erkal ve Hüseyin Barış’la birlikte Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Zekai Kafaoğlu’nu makamında ziyaret etti. Gençer, bir saat süren buluşmada Ayvalık’ın sorunlarını ayrıntılı bir şekilde Kafaoğlu’yla paylaştı. Kanalizasyon, yol yapım hizmetleri, ulaşım, doğalgaz, İhtisas Organize Sanayi Bölgesi, Altınova’da açılması planlanan kadın cezaevi, zeytinlik alanların durumu, Tabiat Parkı ve tehlikeli sonuçlara yol açabilecek maden aramalarına ilişkin düşüncelerini aktardı. Gençer sorunları şöyle sıraladı: ● Ayvalık merkez arıtma tesisinin çalıştırılmaması yüzünden kanalizasyon denize deşarj ediliyor ve bu durum halk sağlığını tehdit ediyor Arıtma bir an önce faaliyete geçmeli. Ayvalık merkezde yaklaşık altı noktadan iç denize akan ve sokak aralarında onlarca noktada taşan kanalizasyon sorunu hızla giderilmeli. Ayrıca, Sarımsaklı kanalizasyon bacalarından müthiş bir koku yayılıyor. Bu konu yaz mevsimi gelmeden çözümlenmeli. (Gençer, durumu yerinde görmeleri için Zekai Kafaoğlu’nu yeni göreve atanan BASKİ Genel Müdürü Talat Özen’le birlikte Ayvalık’a davet etti.)

● Ayvalık’ta üç buçuk yıldır hiçbir otobüs durağı yenilenmedi; Ayvalık halkı bu nedenle zorluk çekiyor. ● Ayvalık’ın en değerli mevkilerinden Altınova sahilinde denizden demir madeni çıkarılması girişimlerinden son derece rahatsızlık duyuyoruz. Bu girişimi Büyükşehir’le birlikte hareket ederek engelleyebiliriz. (Başkan Kafaoğlu bu konuda destek vereceğini belirtti ve söz verdi.) ● Tarım ve turizmin birleştiği Altınova bu anlamda Türkiye’nin önemli merkezlerinden biri. Burada cezaevi kurma kararı çok yanlış bir uygulama. Mevcut bina bölge halkının hastane yapılması için yaptığı katkılarla inşa edildi; ancak yirmi iki yıl atıl kaldı. Daha sonra halkımız üniversite olarak yeniden hizmete sunulmasını istedi. En önemlisi, Balıkesir Büyükşehir Meclisi de bunu onayladı. Bu kararlı duruşun sürdürülmesini talep ediyoruz.

● Ayvalık Belediyesi’nin projesini hazırlayıp ilgili bakanlığa onaylattığı Gıda ve Gıda İşlemeleri İhtisas Organize Sanayi Bölgesi’nde çok yakında mütevelli heyet kurup projeyi hayata geçireceğiz. Bilindiği gibi Altınova bugüne kadar tarımla var oldu. Şimdi de tarım potansiyeline turizm potansiyelini ekledi. Bütün ● Ayvalık’ın temiz havasının çiftçilerimiz şunu diyor: korunması için kentin ‘Üretimin her aşamasını kesinlikle doğal gaza bizlerin gerçekleştireceği bir ihtiyacı var. Ayvalık "Sayın Zekai Kafaoğlu ile yaptığımız görüşme gayet sistemi hayata geçirelim. halkının bu yoldaki talebi samimi bir ortamda gerçekleşti ve ziyaretimiz çok Böylece tüm gelir bölge dikkate alınmalı. (Başkan olumlu geçti. Kendisine yeni görevinde başarılar halkında kalsın.’ OSB, Kafaoğlu, Ayvalık Belediye diledik. Daha sonra Ayvalık’ın içinde bulunduğu bölgede işsizlik ve göç Meclisi’nin doğal gazın sorununun çözümü için sıkıntıları, yaşanan zorlukları ve öncelikle yapılması Ayvalık’a kazandırılması en büyük adım olacak. gerekenleri konuştuk. Sayın Kafaoğlu bize, Ayvalık’ın konusunda aldığı kararı Üreticiler kümeleşerek sorunlarına yapıcı gözle baktığını ve bunları yerinde desteklediklerini ve bu büyük üreticilerle hizmeti el birliğiyle yakın görebilmek için yakın bir zamanda Ayvalık’a iade-i aynı desteği alacak ve zamanda Ayvalıklılara ziyarette bulunacağını söyledi" rekabet güçleri artacak. sunacaklarını söyledi.) Müteşebbis olarak otuz ● Atatürk Bulvarı firma başvurusunu yaptı, Ayvalık’a yakışmıyor. burada fabrika kuracaklar. Toplam kırk beş fabrikamız Edremit girişinden İzmir çıkışı, Altınova Kazan Sitesi, olacak. İlk etapta yedi yüz kişiye iş olanağı sağlanacak. Sarımsaklı İzmir girişinden Sarımsaklı otogarına kadar Gıda üzerine yükselecek bu sanayi, çiftçimiz için önemli bir bütün ana arterin yenilenmesi gerekiyor. Buradaki yol gelir kaynağı olacak. (Kafaoğlu, OSB kuruluşunda alt yapı yapım çalışmalarının geçtiğimiz Eylül ayında başlayacağına konusunda gereken her türlü desteği vereceklerini söyledi.) dair söz verilmişti. Ancak bu hizmetin başka ilçelere ● Tarihi çeşmeler Ayvalık’ın en özel simgelerindendir. Ama kaydırıldığını öğrenmek bizleri çok şaşırttı. son üç buçuk yıllık süreçte kör tıpa ya da saat takılması ● Kentin birçok noktasında ulaşım güçlüğü yaşanıyor ve girişimleri oldu. Bu gelişme Ayvalık’ta ciddi sıkıntılar Ayvalık halkı bu konuda haksızlığa uğradığını düşünüyor. yarattı ve kaçınılmaz olarak tepki aldı. Bu çeşmeler kent Özellikle yaz mevsiminde ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Öte kültürü için çok değerli. Tekrar kullanıma açılmasını yandan, 65 yaş üstü vatandaşların ücretsiz ulaşım bekliyoruz. haklarının sağlanması bekleniyor. ● Tabiat Parkı’nın, zeytinlik ve orman alanlarının ● Atatürk Bulvarı boyunca konuşlandırılmış otopark korunması konusunda kararlı duruşumuzu devam kent trafiği için büyük problem yaratıyor. BALPARK’ın ettireceğiz. Balıkesir Büyükşehir Belediyesi’nin bu kaldırılmasını istiyoruz. konudaki desteklerini aynı şekilde sürdüreceğine inanıyoruz.

4


Kaymakam Gökhan Görgülüarslan ve Rahmi Gençer, Gençlik Merkezi inşaatını gezdi, Sosyal Hizmet Merkezi’ni ziyaret etti

GENÇLİK MERKEZİ’NDE SPORU SEVEN, SANATI ÖNEMSEYEN, HOBİLERİ OLAN UFKU AÇIK GENÇLER YETİŞECEK

B

elediye Başkanı Rahmi Gençer, yapımı hızla ilerleyen Gençlik Merkezi’ni Kaymakam Gökhan Görgülüarslan’a gezdirdi. Gençer, iş adamı Cihan Şişman’ın sağladığı katkıyla yapılan ve yakında faaliyete geçecek olan Merkez’de gençlere her türlü imkânı sunmayı hedeflediklerini belirtti ve şöyle dedi:

FEVZİPAŞA-VEHBİBEY MAHALLESİ MUHTARI EMİN CANSEVER VEFAT ETTİ

S

afra kesesinden ameliyat olduktan sonra evinde fenalaşarak hastaneye kaldırılan FevzipaşaVehbibey Mahallesi Muhtarı Emin Cansever, yapılan müdahaleye rağmen kurtarılamadı ve hayata gözlerini yumdu. Cansever, 8 Kasım Çarşamba günü Çınarlı Cami’de kılınan öğle namazının ardından Ayvalık Mezarlığı’nda toprağa verildi. Cenaze törenine ailesi, Kaymakam Gökhan Görgülüarslan, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, muhtarlar, Belediye Meclis üyeleri ve vatandaşlar katıldı. Rahmi Gençer, Emin Cansever’in zamansız kaybından büyük üzüntü duyduğunu belirtti ve “Merhuma Allah’tan rahmet, ailesine ve yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Allah rahmet eylesin” dedi.

SAATLİ CAMİ’NİN SAATİNİ YILLARCA TAMİR ETTİ Emin Cansever, 1938 yılında Eskişehir’de dünyaya geldi. Babası Devlet Su İşleri’nde memurdu. Eskişehir Sanat Enstitüsü’nde okurken ailece İzmir’e gittiler. Öğrenimine orada devam etti. Mithatpaşa Erkek Sanat Enstitüsü’nü bitirdi. Ayvalık’a ilk kez 1960 yılında geldi. Amcasının oğlu Karayolları’nda görevliydi ve Sarımsaklı yolunu yapıyorlardı. Emin Cansever ilk kez geldiği Ayvalık’ı çok sevince 1961 yılında Ayvalık’a yerleşti. Cansever’in asıl mesleği saatçilikti; hem saat satıyor, hem de tamiriyle uğraşıyordu. Saatli Cami’nin saatini de uzun yıllar o tamir etti. Saati düzenli olarak kuran belediye çalışanı ölünce kurma işini de üstlendi, bir yandan da bakımını sürdürdü. 2014 yılında saatçiliği bıraktı. Artık yalnızca muhtarlık yapıyordu. Kısa bir süre önce eşini kaybeden ve iki kız babası olan Emin Cansever, vefat ettiğinde muhtarlığının dördüncü dönemindeydi.

“Farklı bölümler barındıracak olan ve çok yakında iç düzenlemesini yapmaya hazırlandığımız bu merkez, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklarına yakışır bir tesis olacak. Amacımız sporu seven, sanatı önemseyen, hobileri olan ufku açık gençler yetiştirmek. Bu nedenle içinde halk oyunları ekipleri, Zeytin Çekirdekleri öğrencileri, tiyatro grupları, satranç sporcuları, karikatüre ilgi duyanlar için özel bölümler yer alacak. Etüt salonlarının yanı sıra kütüphane, cep sineması, kafeterya bulunacak. Gençler boş zamanlarında bilardo ya da masa tenisi oynayabilecek. Birkaç ay içinde Kırlangıç projemizin inşaatına da başlıyoruz. Böylece yaklaşık yirmi bin kişinin yaşadığı 150 Evler, Aliçetinkaya ve Sakarya mahallelerimize yepyeni bir soluk kazandırmış olacağız.” İnceleme gezisi sonunda görüşlerini belirten ve Ayvalık Belediyesi’nin farklı alanlarda güzel hizmetler sunduğunu söyleyen Kaymakam Gökhan Görgülüarslan da Gençlik Merkezi projesinin önemine dikkat çekti ve merkezi mimari açıdan çok güzel bulduğunu belirtti.

SOSYAL HİZMET MERKEZİ’Nİ DE ZİYARET ETTİLER Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Kaymakam Gökhan Görgülüarslan ve protokol üyeleriyle birlikte Ayvalık Belediyesi Sosyal Hizmet Merkezi’ni ziyaret etti. Bilindiği gibi, içinde Erken Doğmuşlar Konuk Evi, Özel Çocuklar Eğitim Merkezi ve Kadın Danışma Merkezi bulunan tesis 8 Mart 2017’de, Dünya Kadınlar Günü’nde kapılarını açmıştı. Kaymakam Gökhan Görgülüarslan, ziyaret sırasında Rahmi Gençer’den tesisin yatak kapasitesi, konuk olan yaşlıların sağlık durumları, çalışan sayısı ve çalışma saatleri başta olmak üzere birçok konuda bilgi aldı. Yaşlılarla ve özel çocuklarla tek tek ilgilenen Görgülüarslan, sundukları bu özel hizmet için Gençer ve çalışma arkadaşlarını kutladı.

5


Altınovalıların kendi paralarıyla inşa ettiği bina halkın iradesi doğrultusunda değerlendirilmeli

1995

AYVALIKLILAR ALTINOVA’DAKİ BİNANIN EĞİTİM YUVASI OLMASINI İSTİYOR

yılında o günkü Belediye Başkanı Alaattin Süberoğlu’nun girişimi ve Altınovalıların kakılarıyla hastane olarak inşa edilen ve daha sonra okul olarak değerlendirilmesi yönünde karar alınan Altınova’daki binanın cezaevine dönüştürülmek istenmesi üzerine Belediye Başkanı Rahmi Gençer bir basın açıklaması düzenledi. Binanın hemen önünde yapılan açıklamaya destek vermek için Altınova’ya gelen çok sayıda Ayvalıklı sık sık slogan atarak tepkisini ortaya koydu. Rahmi Gençer açıklamasında şu görüşleri dile getirdi: “Halkın bağışlarıyla yapılan bu hastane binası uzun yıllar atıl kalmıştı. 2016 yılında, kamuoyunun ve Altınova Hastane Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nin desteğiyle, Ayvalık Belediyesi olarak oy birliğiyle bir karar aldık. Sağlık Bakanlığı’nın da uygun görmesi halinde binayı eğitim alanında değerlendirmek adına aldığımız bu karar Balıkesir Büyükşehir Meclisi’nde de geçtiğimiz Şubat ayında oy birliğiyle kabul edildi. Bütün bu gelişmelerin ardından yine o tarihlerde Altınova Hastane Yaptırma ve Yaşatma Derneği, Kaymakamlık ve Milli Eğitim Müdürlüğü ile yaptığımız görüşmelerin sonucunda yüksekokul veya teknik meslek lisesi açılması için adımlar attık. Çünkü biliyoruz ki, günümüzde Ayvalık’ta eğitim alanları bulmak için çaba harcanıyor. İşte kaynak burada... Ama, kısa bir süre önce, Altınova’daki binanın eğitim yuvası yerine, Kadın Açık Cezaevi yapılması amacıyla Adalet Bakanlığı’na tahsis edildiğini öğrendik. Halkın oylarıyla seçilmiş Ayvalık Belediye Meclisi ve Büyükşehir Belediye Meclisi üyelerinin yani halk iradesinin göz ardı edildiği bu yaklaşımı doğru bulmuyor ve ivedilikle geri adım atılmasını bekliyoruz. Bu arada Altınova’nın merkezinde yer alan bu binanın yüksek okul veya teknik meslek lisesi yapılması için imza kampanyası başlatıldı. Kent Konseyi başta olmak üzere, Altınova Anneler Derneği, sivil

6

inisiyatifler ve gönüllülerin sosyal medyadaki katkısıyla üç gün içinde on binin üzerinde imza toplandı. Biz hükümlüleri rehabilite edecek cezaevi yapılmasına karşı değiliz. Ancak Altınova halkının kendi parasıyla inşa ettiği bu binanın cezaevi yapılmaması konusunda kararlıyız. Buradan tüm Balıkesir milletvekillerimizden ve yetkililerden Ayvalık’ın sesini duymalarını, Ayvalık halkının ortak kararını desteklemelerini istiyoruz. Binanın, halkımızın iradesi doğrultusunda sağlık meslek lisesi, teknik meslek lisesi veya yüksekokul olarak hizmet vermesi yönündeki kararı acilen bekliyoruz.”

TOPLANAN 10 BİN İMZA İLGİLİ KURUMLARA GÖNDERİLDİ

A

ltınova’daki binanın cezaevi bulmadığımız için, alınan cezaevi yapma yapılmasına karşı Belediye ve kararının ivedilikle geri çekilmesini Kent Konseyi önderliğinde düzenlenen bekliyoruz. Topladığımız yaklaşık on imza kampanyasında toplanan yaklaşık bin imza bu konudaki kararlılığımızın 10 bin imza, Cumhurbaşkanlığı, güçlü bir kanıtıdır” dedi. Başbakanlık, Adalet Kent Konseyi Bakanlığı, Sağlık tarafından Talatpaşa Bakanlığı ve Balıkesir Caddesi’nde başlatılan Valiliği’ne gönderildi. imza kampanyasına Belediye Başkanı Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Rahmi Gençer de “Halkın oylarıyla katıldı. Gençer burada seçilmiş Ayvalık ve da, “Altınova’mızda Büyük Şehir Belediye eğitim yuvası Meclis üyelerinin istiyoruz, kadın kararına rağmen, hapishanesi halkın iradesinin göz yapılmasına izin ardı edilmesini doğru vermeyeceğiz” dedi.


Denizden günde 300 ton kum çekecekler ve içindeki demiri alacaklar!

‘DENİZDEN DEMİR ÇIKARMA’ PROJESİ BAŞTA ALTINOVALILAR OLMAK ÜZERE AYVALIK’TA YAŞAYAN HERKESİ TEDİRGİN ETTİ

Bölge, farklı derecelerde doğal SİT alanları ve kentsel SİT alanlarıyla kaplı

Sahilden 620-1350 metre uzaklıkta yapılacağı söylenen madencilik faaliyeti, tamamı yazlık konutlarla dolu olan bu bölgede yaşayanları doğrudan etkileyecek. Ayrıca proje alanının yaklaşık 1,3 km kuzeyinde 1. derece Arkeolojik Sit Alanı sınırı yer alıyor. Proje alanının kuzeyi olarak söylenebilecek olan Ayvalık ve civar adalarını da içine alan bu bölge, farklı derecelerde doğal sit alanları ve kentsel sit alanları ile kaplı.

A

dağımızda, vadimizde, köyümüzde, akarsuyumuzda, ltınova’nın tam karşısında, yazlık sitelerin hemen sermayenin bitmek tükenmek bilmez talepleriyle ve dibinde ve denizin içinde demir madeni çıkarma projeleriyle karşılaşıyoruz. Altınova’da, hem de denizde projesine ilişkin ÇED sürecinin başladığı haberi böyle bir madencilik faaliyetine göz yummamız, razı Ayvalık’ta üzüntü ve şaşkınlıkla karşılandı. Projeyle, olmamız düşünülemez” denildi. Ayvalık’ın 10, Altınova’nın 3 kilometre kuzeybatısında yer alan bölgede denizin 22 metre dibindeki Konuya ilişkin gelişmelerin Ayvalıklıları alandan günde 300 ton, yılda ise 90.000 ve çevrecileri tedirgin etmesi üzerine, ton kumun denizden çekilmesi demir madenini çıkaracak Densan ve içindeki demirin alınması Denizcilik İnşaat ve Taahhüt planlanıyor. Balıkesir Çevre Ayvalık buna Şirketi’nin yetkilisi Çağatay ve Şehircilik İl Müdürlüğü Köse de bir açıklama evet demez ve de hiç sitesindeki duyuruya ve yaptı ve ne doğaya ne de ulusal basında yer alan kimseye denizimizin içinde denizdeki canlılara zarar haberlere göre, bölgedeki vereceklerini söyledi. maden aratmayız iklim koşulları nedeniyle Köse’ye bakılırsa, “Deniz bol yağış alan akarsuların ‘Denizden demir çıkarma’ projesine Belediye Başkanı ortamında yapılacak olan volkanik kayaçlardaki Rahmi Gençer de tepki gösterdi. Hasat Şenliği’ndeki faaliyet, tarama gemisi mineralleri taşıyarak konuşmasında gelişmeleri değerlendiren Gençer, olup(Diredger) üzerinden sığ denizsel alanda bitenleri ‘üzücü’ olarak nitelendirdi ve şöyle dedi: taban kumunun biriktirdiği, projeyle, süpürge yardımıyla “Bu kadar güzel bir kuma sahip olan, bu kadar uzun kumsalı biriken bu demir emilerek, seperatöre olan bir sahilin önünde böyle bir çalışma olacağından ne cevherinin alınacağı alınması ve içindeki belediyenin, ne de bölgede yaşayan insanların haberi belirtiliyor. metalik malzemenin var. Devlet, bize bir an evvel burada ne gibi çalışma (demir) manyetik Ayvalık Tabiat yapılacağını açıklamalı. Gerekli bilgilerin belediyemize, şekilde ayrıştırılarak, Platformu konu hakkında STK’lara ve buradaki tüm kurumlara ulaştırılmasını geriye kalan kumun yaptığı açıklamada İzmir rica ediyorum. Böyle bir tehlike varsa bunu tekrar deniz ortamına boru Aliağa merkezli Densan öğrenmek hepimizin hakkıdır. Ayvalık buna vasıtasıyla verilmesi şeklinde Denizcilik İnşaat ve Taahhüt evet demez ve de hiç kimseye denizimizin gerçekleşecekmiş. Kum ve Şirketi’nin bu projesinden içinde maden aratmayız” dedi. çakıl alımı yapılmayacakmış, duydukları rahatsızlığı dile sadece içerisindeki metalik maden getirdi ve dağlarla derelerden sonra ayrıştırılacakmış.” sıranın denizlere geldiğine dikkat çekti. Açıklamada, “Adım attığımız her yerde,

7


Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri faaliyetlerini Ayvalık’ın farklı köşelerinde sürdürüyor

ESKİ ALTINOVA YOLUNDAKİ BAKIMONARIM ÇALIŞMALARI ZEYTİN ÜRETİCİLERİNİ MEMNUN ETTİ

A

yvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri, daha önce belirlenen kapsamlı bir programın gereklerini yerine getiriyor ve faaliyetlerini Ayvalık’ın farklı köşelerinde hız kesmeden sürdürüyor. Görevliler son olarak eski Altınova yolunda bakım ve onarım yaptı. Çalışmaları yakından izleyen ve ekipleri öncelikle acil gereksinim duyulan bölgelere yönlendirdiklerini belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Eski Altınova yolumuz zaman içinde neredeyse kullanılamaz duruma gelmişti. Çevredeki işletmelerin yanı sıra zeytin üreticilerimiz de bu yolu kullandığı için önceliği buraya verdik. Ekiplerimiz daha sonra zeytinlik alanlardaki yollarda da iyileştirme çalışmalarına devam edecek” dedi.

Ağaçlar budandı, çimler biçildi, yabani otlar temizlendi, hasar gören banklar onarıldı

HALKA AÇIK YEŞİL ALANLARDA MEVSİM KOŞULLARINA UYGUN BAKIM ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI

A

yvalık Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü ekipleri halka açık yeşil alanlarda mevsim koşullarına uygun bakım çalışmalarını tamamladı. Altınova ve Ali Çetinkaya mahalleriyle Sarımsaklı ve Armutçuk sahilinde limon selvi ve palmiyeler budandı, çimler biçildi, yabani otlar temizlendi. Ayrıca hasar gören banklar onarıldı. Belediye Başkanı Rahmi Gençer, çalışmaların yaz ayları boyunca, Belediyeye yeşil alanlarla ilgili olarak yapılan ve kayıt altına alınan başvurular doğrultusunda gerçekleştirildiğini belirtti ve şunları söyledi: “Müracaatların tümünü sıraya koyduk ve bu konuda gerekenleri yapmak için çalışmalarımızı tamamladık. Park ve Bahçeler Müdürlüğü’müzün bünyesindeki budama ekipleri, kentimizin hemen hemen tüm mahallelerinde yemyeşil Ayvalık’ımızın bu özelliğini devam ettirmek için hizmetlerini sürdürüyor. Bu çalışmalar nedeniyle kısa bir süre ara verdiğimiz çocuk oyun parkı yapımına yakın zamanda yeniden başlayacağız” dedi.

Aşırı yağışların verebileceği zararları en az indirmek için önceden önlem alınıyor

TEMİZLİK İŞLERİ MÜDÜRLÜĞÜ YAĞMUR SUYU KANALLARINI AÇIK TUTMAK İÇİN GÖREV BAŞINDA

A

yvalık Belediyesi Temizlik İşleri Müdürlüğü’ne bağlı ‘Yağmur suyu kanallarını temizleme’ ekibi kentin farklı noktalarındaki tüm mazgalları ‘açık’ tutmak için düzenli olarak görev yapıyor. Şehir merkezi, Altınova, Küçükköy ve Alibey adasında süren çalışmalar sırasında Temizlik İşleri ekiplerinin yanı sıra bazı bölgelerde iş makineleri de devreye giriyor ve kanal içlerine kadar uzanarak atıkları çıkarıyor.

Geçtiğimiz Kasım ayında Ayvalık’ta 36 saat içinde metrekareye 270 kilogram yağış düştüğünü hatırlatan ve su baskınları nedeniyle zeytinyağı fabrikaları

8

ve pek çok işyerinde önemli zararların meydana geldiğini belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer şunları söyledi:

“Ayvalık Belediyesi olarak, böylesi felaketlerin bir daha yaşanmaması için faaliyet gösteriyoruz. Yaz mevsimi boyunca su kanallarını temizleyerek, aşırı yağışların verebileceği zararları en az indirme önlemlerini önceden alıyoruz. Son dönemde sadece Ayvalık’ımızda değil yurt genelinde de kısa süreli ve şiddetli yağışlar meydana geliyor. Dediğim gibi, geçtiğimiz yıl, yıllık yağış miktarımızın yarısını bir buçuk günde aldık. Acil müdahalelerle ve ekiplerimizin üstün gayretleriyle hasarı en aza indirmeyi başardık. Bu yıl da önlemlerimizi büyük oranda tamamladık.”


Önümüzdeki yıl sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda daha kapsamlı projeler gerçekleştirilecek

AYVALIK BELEDİYESİ'NİN ‘DENİZ VARSA HAYAT VAR’ ETKİNLİĞİ ANTALYA’DA TANITILDI

1993

yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın başlattığı ve Türkiye Çevre Eğitim Vakfı tarafından yürütülen Mavi Bayrak eğitim toplantılarının 11.’si Antalya’nın Aksu ilçesinde yapıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı temsilcilerinin yanı sıra kırk belediye ve on turizm acentesi temsilcisinin hazır bulunduğu toplantı, Antalya Valiliği ve Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin ev sahipliğinde gerçekleşti. Buluşmaya, Ayvalık Belediyesi adına Mavi Bayrak Sorumlusu Lütfü Kotan katıldı.

Gençer de, çevreyi korumak adına birçok adım attıklarını ve tam anlamıyla bir mücadelenin içinde olduklarını söyledi. Gençer, “Mavi Bayrak projesini Ayvalık Belediyesi’nin sorumluluk alanlarındaki plajların tümünde uygulamak istiyoruz. Farklı birkaç noktada başvurumuz olacak. 2018 yılı içerisinde sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda daha kapsamlı projelerimizle çalışmalarımıza devam edeeğiz” dedi.

Kotan seminerde, geçtiğimiz Ağustos ayında Ayvalık Belediyesi’nin TURMEPA ile işbirliği yaparak Duba Plajı’nda düzenlediği ve Ayvalıklı çocuklar arasında farkındalık yaratmayı amaçlayan ‘Deniz Varsa Hayat Var’ etkinliğini anlattı. Kotan, sunumunda Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in göreve gelir gelmez, Ayvalık’ta yaşayan çocukların sosyal ve kültürel gelişimlerinin arttırılması hedefiyle başlattığı Zeytin Çekirdekleri projesi hakkında bilgi verdi, bu projenin çalışmaları sırasında kendilerine de ilham kaynağı olduğunu belirtti. Konuya ilişkin olarak bir açıklamada bulunan Rahmi

Takım halinde altın madalya kazandılar

AYVALIKLI ATLETLER HER ZAMANKİ GİBİ FORMDA

15

Ekim’de Isparta’da, 4 Kasım’da Denizli’de yapılan yarışlardan bir kez daha dereceyle dönmeyi başaran Ayvalıkgücü Belediyespor Atletizm Şubesi ve Ayvalık Atletizm Kulübü sporcuları, Milli Antrenör Sabahattin Tatar ve Yardımcı Antrenör Özgün Ozan Pamuk’la birlikte Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Bilindiği gibi, ferdi yarışmalarda Ayşe Bircan ikinci olmuş, Ayvalıkgücü Belediyesporlu atletler Takım halinde altın madalya kazanmıştı. Rahmi Gençer, sporcularla buluşmasında, sporla ve sanatla uğraşan gençlerin diğer gençlerden bir değil en az üç adım önde olduğunu vurguladı ve spor yapmanın yanı sıra Sabahattin Tatar gibi bir antrenörleri olduğu için ayrıca şanslı olduklarını söyledi.

RAHMİ GENÇER, BAŞARIDAN BAŞARIYA KOŞAN ATLETLERLE KAHVALTIDA BULUŞTU

B

elediye Başkanı Rahmi Gençer, Belediye olarak her zaman destek sağladıkları Ayvalıklı atletlere bu kez Altınova Taş Köşk’te bir kahvaltı verdi. Kahvaltıya Antrenör Sabahattin Tatar’la birlikte otuza yakın atlet katıldı. Tatar, bu buluşmanın ileriki günlerde yapılacak Türkiye Şampiyonası öncesinde, yarışacak gençler için büyük bir moral kaynağı olduğunu söyledi.

9


Geride bıraktığımız Kasım ayı içinde 13. kez düzenlenen ve ana teması, ‘Ulusal Değer Zeytinyağı, Küresel Hedef Bütün Dünya’ olan Hasat Günleri, kapsamlı programıyla bu yıl yine geniş ilgi gördü. Kent merkezinde açılan Zeytinyağı Pazarı her zaman olduğu gibi çok sayıda ziyaretçi ağırladı. Hasat Günleri bu özelliğiyle Ayvalık’ta turizmin canlanmasına ve sezonun uzamasına da katkı sağlıyor, şenlik boyunca konaklama merkezlerindeki doluluk oranı neredeyse yüzde 100’e ulaşıyor.

Ayvalık Zeytin Hasat Şenlikleri’nin başladığı günlerde Türkiye’de kişi başına düşen zeytinyağı tüketimi 800 gramdı, oysa gümümüzde 2 kiloya yaklaştı.

ZEYTİNYAĞIMIZIN ÜSTÜN KALİTESİNİ DÜNYAYA TANITMAK İSTİYORSAK MUTLAKA MARKALAŞMALIYIZ

G

elenekselleşen ve her yıl uluslararası bir boyut kazanan Zeytin Hasat Günleri, Ayvalık Belediyesi ve Ayvalık Ticaret Odası işbirliğiyle, 3-4-5 Kasım 2017 günlerinde 13. kez düzenlendi. Şenliğin hedefi, ilk kez yapıldığı 2005’den beri aynı: Sağlık kaynağı zeytinyağının ülkemizdeki tüketimini arttırmak ve kalitesiyle fark yaratan markalarımızla dünyaya açılmak… Hasat Günleri’nin Renkli ve farklı bu yılki sloganı bu doğrultuda, etkinliklerinin de katkısıyla ‘Ulusal Değer Zeytinyağı, yıldan yıla daha çok Küresel Hedef Bütün Dünya’ ilgi gören ve Ayvalık’ın olarak belirlendi. toplumsal/ekonomik yaşamına önemli katkı Terör saldırıları sonucu sağlayan şenlikte, bir şehitlerimizin olması yandan hasadın bereketi nedeniyle, bazı etkinliklerin paylaşıldı; bir yandan da iptal edildiği Hasat Şenliği’ne üreticisi, işletmecisi, Balıkesir Valisi Ersin Yazıcı ve markaları yaratan iş TOBB Genel Başkanı M. Rifat adamları, ithalatçısıHisarcıklıoğlu’nun yanı sıra ihracatçısı, yerli-yabancı Balıkesir Milletvekili Ahmet özel konukları, medya Akın, Manisa Milletvekili mensupları, sanatçıları ve Utku Çakıröz, Yunanistan’ın halkın yoğun katılımıyla üç İzmir Konsolosu Arygros özel gün yaşandı. Papolvia, Kaymakam Gökhan Görgülüarslan, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Ticaret Odası Başkanı B. İbrahim Kantarcı, İzmir Ticaret Borsası ve Ege İhracatçılar Birliği yöneticileri katıldı.

HASAT GÜNLERİ BOYUNCA YİNE ÇOK SAYIDA ETKİNLİK DÜZENLENDİ Şenlik her zamanki gibi, ‘Zeytine Minnet’ yürüyüşüyle

10

başladı. Ardından Cumhuriyet Meydanı’nda kurulan ve aynı zamanda tarım aletleri, traktör, gübre ve zirai ilaç firmalarının/markalarının da ürünlerini tanıtma imkânı bulduğu Zeytinyağı Pazarı ziyaret edildi. Özellikle yeni hasat yağların satışa sunulduğu Pazar hiç kuşkusuz, dünyaca ünlü ve Coğrafi İşaretli Ayvalık zeytinyağının adını çok daha geniş bir alana yayarak bilinirliğini ve dolayısıyla pazar payının artmasını sağlıyor. Programda bu yıl da iki panel vardı. İlgiyle izlenen panellerde, konunun uzmanları tarafından zeytin ve zeytinyağı sektörünün sorunları masaya yatırıldı, çözüm önerileri tartışıldı Ayvalık Ticaret Odası’nın yakın dönemde sonuçlandırmayı hedeflediği Avrupa Birliği Tescili konusuna ilişkin bilgilendirme yapıldı. Türk zeytinyağını dünyada daha bilinir hale getirmek ve katma değeri yüksek ürün olarak daha yüksek fiyatlarla satabilmek için izlenmesi gereken stratejiler kamuoyuyla paylaşıldı.

PANELLER ÇOK YARARLI OLUYOR İlk panel, geleneksel zeytin hasadının yapıldığı Akçapınar Mahallesi’ndeydi. Moderatörlüğünü Edremit Zeytincilik Üretme İstasyonu Müdürü Murat Küçükçakır’ın üstlendiği ‘Kaliteli Zeytinyağı Üretimi ve Markalaşmanın Önemi’ başlıklı panele, Dokuz Eylül Üniversitesi Rektör Danışmanı Sezer Altan, Kırklareli Üniversitesi Ekonometri Bölümü Araştırma Görevlisi ve Ayvalık Ticaret Odası Zeytinyağı Duyusal Analiz Laboratuvarı Panel Lideri Dr. Suzan Kantarcı Savaş, Balıkesir Tarım İl Müdürlüğü Bitki Koruma Şube Müdürlüğü Ziraat Mühendisi Zafer Bozgül, Balıkesir Ticaret Borsası Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Dilek Türker konuşmacı olarak katıldı.


Zeytin ve zeytinyağı konusundaki farkındalığın artmasında Rahmi Gençer’in büyük etkisi oldu

fazla olması gerekiyor. Bence hâlâ yapılacak çok şey var. Ayvalık’tan sonra birçok yer; coğrafi işaretleme ve bölgesel tanıtım için atağa geçti.

Ayvalık bir misyon üstlendi

Kendilerini daha iyi anlatmanın yollarını aradılar. O yüzden Ayvalık Hasat Günleri’ni çok önemsiyorum.

DENİZ SİPAHİ Hürriyet Gazetesi Ege Eki 3 Kasım 2017

Türkiye’ye örnek oldu ve olmaya da devam ediyor.

A

yvalık Hasat Günleri, biz gazeteciler için önemli buluşma anlamına geliyor. Hatırlıyorum. Rahmi Gençer, o günlerde Ayvalık Ticaret Odası Başkanı’ydı.

UNESCO Listesi’nde olmalı Ayvalık’ın da böyle bir misyonu oldu. Aslında bu rakamlarla da belli oluyor.

Rahmi Gençer bugün Ayvalık Belediye Başkanı... Onun yerinde Ayvalık Ticaret Odası Başkanı B. İbrahim Kantarcı görevde.

Bizleri ilk çağırdığında; zeytin ve zeytinyağı elbette çok kıymetli ve değerliydi ama Türkiye’nin gündeminde bugünkü kadar yer bulamamıştı.

12 yıl önce Türkiye’deki kişi başı zeytinyağı tüketimi 800 gramken; 2017’de 2 litreye çıkmış durumda. Bana göre hâlâ çok yetersiz...

Ayvalık’ı UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde görmek...

Ayvalık’ın bu konudaki farkındalığın artmasında büyük etkisi olduğunu söylemeliyim.

Zeytinyağı üreticisi ülkelerden Yunanistan ve İspanya’da kişi başı tüketim 15 litre...

Arayış toplantılarına ben de katılmıştım.

Ortalamayı yükselten de kabul edelim; Ege Bölgesi ve Egeliler...

Sonuçta, Endüstriyel Peyzaj ile Ayvalık Geçici Liste’ye girmeyi başardı. Ancak söylemeliyim ki; Ayvalık bunun çok daha fazlasını hak ediyor.

Bu işler böyledir. Birilerinin öncülük etmesi gerekir.

Akdeniz, Ege tipi beslenmenin trend olduğu günümüzde bu tüketimin çok daha

Şimdi ikisinin de ortak bir hedefi var.

Küçükköy Halil Başyazgan Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde düzenlenen ikinci paneli de yine kalabalık bir topluluk izledi. ‘Ulusal Değer Zeytinyağı, Küresel Hedef Bütün Dünya’ başlığını taşıyan bu buluşmanın moderatörlüğünü Hürriyet gazetesi ekonomi yazarı Vahap Munyar yaptı. Panelin konuşmacıları ise Portekiz CEPAAL Alentejo Zeytinyağları Araştırma ve Tanıtım Merkezi Teknik Müdürü Henrique Herculano, Dünya gazetesi tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım ve yazar-gezgin-gurme-müzisyen Ayhan Sicimoğlu’du. Aynı günü akşamı, Kişisel Gelişim Uzmanı, Eğitimci-Yazar Dr. Şaban Kızıldağ, İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde, ‘Her Şeye Rağmen, Mazeret Yok’ başlıklı bir sunum yaptı. Hasat Günleri’nde zeytinyağının sağlıklı bir yaşam için ne denli vazgeçilmez olduğu, kanıtlarıyla birlikte ortaya konuldu. Her fırsatta, “Sağlıklı nesiller yetiştirmek istiyorsak, zeytinyağı tüketimini mutlaka arttırmalıyız” mesajı verildi. Ayvalık Uluslararası Zeytin Hasat Günleri, Alberto Modiano-Haşmet Demirbil’in ‘Fidandan Sofraya Zeytin’ adlı fotoğraf sergisiyle, Selma-Faruk Yücebilgiç’in ‘Kadim Dost/Ayvalık’ başlıklı gümüş takı tasarım sergilerine de ev sahipliği yaptı.

11


NE DEDİLER? “H GÖKHAN GÖRGÜLÜARSLAN Ayvalık Kaymakamı

Artık, Ayvalık’ta üretilen zeytinyağının kalitesini dünya ile paylaşmak istiyoruz

“B

u yıl on üçüncüsü gerçekleştirilen Zeytin Hasat Günleri çerçevesinde ülkemizin çok ciddi basın-yayın kuruluşlarından, önemli köşe yazarlarımız da aramızdaydı. Bu etkinliğimize renk kattılar. Üretim noktasından, tüketim noktasına kadar uzanan geniş yelpazede, bu üretimin akslarını oluşturan herkesin, bu etkinliği büyük bir özenle gerçekleştirmeye çalıştıklarına şahit oldum. Bu etkinlikle Türkiye genelinde sekiz yüz gram olan zeytinyağı tüketiminin iki litreye çıkarılmasına katkı verilmişse, bunda bu organizasyonun paydaşı olan herkesin emeği var. Zaten, Ayvalık’ta üretilen zeytinyağının kalitesi konusunda hiç kimsenin en ufak bir endişesi yok. Şimdi bunu dünya ile paylaşmak istiyoruz. Coğrafi tescilini gerçekleştirmiş olan Ayvalık zeytinyağları, artık AB menşeinde de tescillenmeyi bekliyor. Bu konuda TOBB’un desteği de bizleri gururlandırdı.” ***

M. RİFAT HİSARCIKLIOĞLU Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı

Diğer yağların hepsini bırak, sadece zeytinyağı tüket!

“M

arkalaşabilmek... İşte işin sırrı burada. Dünya, Türk zeytinyağını, Ayvalık zeytinyağını aramaya başladığı zaman, işte o zaman gelirimizi arttırırız. Bu yıl son dört yılın en yüksek ihracat rakamına ulaştık. Biz millet olarak zeytini çok seviyoruz. Sofralık zeytin tüketiminde de dünyada birinci sıradayız. Fakat zeytinyağı tüketimine baktığımızda, maalesef hak ettiğimiz yerde olmadığımızı görüyoruz. Mesela, komşumuz Yunanistan’da kişi başı zeytinyağı tüketimi yirmi litre, bizde iki litre. Yunanistan’ın tam on misli gerisindeyiz. Tüketimi iki litreden beş litreye çıkartabilsek zeytinyağında pazarlama sorunu kalmaz. Eğer

12

RAHMİ GENÇER: AYVALIK, ZEYTİNYAĞI ÜRETİMİNDE OLDUĞU KADAR KORUMACILIĞIYLA DA ÖNCÜ VE ÖRNEK BİR KENTTİR

edefimiz Coğrafi İşaret sahibi Ayvalık zeytinyağının kalitesini bütün dünyaya tanıtmak… Ayvalık’ta hasat şenlikleri başladığında Türkiye’de kişi başına düşen zeytinyağı tüketimi sekiz yüz gramdı, oysa şimdi iki kiloya yaklaştı. Barış ve bereketin simgesi olan zeytinin merkezi Ayvalık, zeytinyağı üretiminde olduğu kadar korumacılığıyla da öncü ve örnek bir kenttir. Bunun kanıtı, Ayvalık Tabiat Parkı’nı ve SİT alanlarını koruma konusundaki ‘ortak’ kararlılığımızdır. Bilindiği gibi, 2015 yılında UNESCO’ya başvurduk, başvurumuz kabul edildi ve

sağlıklı yaşamak istiyorsak, ‘Diğer yağların hepsini bırak, sadece zeytinyağı tüket!’ demeliyiz. Ayvalık on üç yıldan bu yana hem zeytinyağını tanıtıyor hem de zeytinyağı kullanım kültürünü yaygınlaştırıyor.” ***

BENHAN İBRAHİM KANTARCI Ayvalık Ticaret Odası Başkanı

Coğrafi İşaretli zeytinyağımıza Avrupa Birliği Tescili almak için 10 ay önce çalışma başlattık

“T

icaret Odası olarak bundan 13 yıl önce bir şey hayal ettik. Zeytinyağımıza Coğrafi İşaret Tescili alıp bir dünya markası yaratmak istedik. Coğrafi İşaret, Ayvalık zeytinyağının taklit edilmesini önledi. Bu yolda emin adımlarla ilerlemekteyiz. On ay önce başlatmış olduğumuz bir çalışmayla Coğrafi İşaretli zeytinyağımıza Avrupa

Geçici Liste’ye alındık. Şimdi hedefimiz Kalıcı Liste’ye girip dünya mirası olmak… Balıkesir’de UNESCO listesine alınan ilk şehir Ayvalık’tır. Ayvalık, bu konuda olduğu gibi birçok başka konuda da örnek teşkil etmeye devam ediyor. Öte yandan, geçen yıl başlattığımız Ayvalık Lezzet Noktaları projesi de, kentimizin kendine has mutfağını ve lezzetini tescillendirmemiz için atılan ilk adım… Beklediğimizden de fazla ilgi görmesi bizleri elbette çok mutlu etti. Projeye bütün kurumlarımız sahip çıkmalı ve mutlaka destek olmalı. Bu konuda rekabet artmalı.”

Birliği Tescili almak için yola çıkmış bulunuyoruz. Bu konudaki çalışmalarımız çok hızlı bir şekilde ilerliyor. Ayrıca, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ve Balıkesir üniversiteleri projemize akademik destek veriyor. 2018 yılının ilk çeyreğinde resmi başvurumuzu yapmayı planladık.”

*** Dr. SUZAN KANTARCI SAVAŞ Kırklareli Üniversitesi Ekonometri Böl. Arş. Gör. ve ATO Zeytinyağı Analiz Laboratuvarı Panel Lideri

Zeytinyağı hassas ve emek isteyen bir konu

“Z

eytin ağacının yetişme koşulları, iklim özellikleri, toprağa ve ağaca bakım, hasadın yapılma koşulları, zamanı ve işlenme şekli zeytinyağının kalitesini belirliyor. Bu konularda yapılan hatalar zeytinyağını olumsuz etkiliyor. Çünkü zeytinyağı hassas ve emek isteyen bir konu. Kaliteyi önemsiyorsak bu konulara önem vermeliyiz.”


HENRIQUE HERCULANO Portekiz CEPAAL Alantejo Zeytinyağları Araştırma ve Tanıtım Merkezi Teknik Müdürü

Ayvalık’ta olduğu gibi Portekiz’de de coğrafi işaret önem taşıyor

“B

ence zeytinyağı geleceğin petrolüdür ve zeytinyağı Portekiz’de de çok eski tarihlerden beri var olan bir kültürdür. 50’li-60’lı yıllarda Portekiz’de ağaçlar kesildiği için eski günlere dönebilmek arzususuyla zeytinciliğe özel bir önem veriyoruz. Ülke genelindeki zeytin üretimimiz kooperatifler tarafından gerçekleştiriliyor. Bazı kooperatiflerimiz, tek başına, örneğin Fransa’nın ürettiği zeytinyağından bile fazlasını üretiyor. Biz de, tıpkı Ayvalık gibi coğrafi işareti önemsiyoruz. Ne var ki, bazı coğrafi işaretler ürün şartnamesinin yeterli olmaması nedeniyle başarısızlığa uğradı. Ama Portekiz’de de, kaliteli zeytinyağı üretiminde başarıyı yakalayanlar yine coğrafi işaret sahibi markalardır.” ***

AYHAN SİCİMOĞLU Yazar-Gezgin-Gurme-Müzisyen

Bizim etiketimizde, ‘Zeytinyağının ana vatanından geliyoruz’ diye yazmalı

“A

yvalık kendi zeytinyağına özel bir isim vermeli... Örneğin ‘Klasik Ayvalık’ gibi bir isim bulunabilir. Böylece her önüne gelenin, ‘Ayvalık’ demesinin önüne geçilmiş olur. Evet, Ayvalık kendisine yeni bir isim bulmalı. ‘Klasik’, ‘Has’, ‘Hakiki’, ‘Öz’... Bilemiyorum... Çünkü bu işler maalesef lezzetle bitmiyor, tanıtım meselesi de önemli... Dikkat ederseniz, bütün balık isimleri Rumcadır. Bizim ülkemiz zeytinyağının ana vatanı olduğuna göre biz de kökümüzden kopmamalıyız. Fakat bunun farkında değiliz, buna üzülüyorum. Bizim etiketimizde, ‘Zeytinyağının ana vatanından geliyoruz’ diye yazmalı!”

Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in Ticaret Odası Başkanlığı döneminde başlatılan şenlikleri Benhan İbrahimKantarcı geliştirerek sürdürüyor.

Ayvalık zeytinyağı farklı Güngör Uras Milliyet Gazetesi 3 Kasım 2017

B

alıkesir’deki zeytin ağaçlarının yüzde 20’si Ayvalık’ta. 2 milyon zeytin ağacı var. Zeytin ağacı sayısı az ama toprak ve iklim farkı nedeniyle Ayvalık zeytini ve zeytinyağı pek lezzetli. Zeytin ve zeytinyağı Ayvalık için önemli bir gelir kaynağı. Ayvalık zeytinyağı, özelliği ve kalitesiyle tüketicinin aradığı, tercih ettiği bir zeytinyağı. Ayvalık‘taki zeytinliklerden (ağaç başı yaklaşık 20 kg verimle) yaklaşık 40 bin ton zeytin tanesi toplanıyor. Ayvalık sınırlarında toplanan yaklaşık 30 bin ton yağlık zeytinden yaklaşık 5-6 bin ton natürel sızma Ayvalık zeytinyağı elde ediliyor

Zeytin Ayvalık için çok önemli. Ayvalık’ta Ziraat Odası’na kayıtlı 6.500 üretici, Ticaret Odası’na kayıtlı zeytin ve zeytinyağı işi yapan 100 firma var. Ayvalık’ın sofralık zeytini de zeytinyağı da özelliği, tadı nedeniyle farklı. Ayvalık zeytinyağının başka yörelerin zeytinyağıyla karışmaması için ve de tağşişi (hileyi) önlemek için 2007 yılında Ayvalık zeytinyağı için ‘Coğrafi Menşe İşaretlemesi’ hakkı alındı Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in Ticaret Odası Başkanlığı döneminde başlatılan şenlikleri Ticaret Odası Başkanı Benhan İbrahim Kantarcı geliştirerek sürdürüyor. Şenlik Ayvalık zeytinyağının ve Ayvalık şehrinin, ekonomisinin tanıtımına büyük katkı yapıyor.

13


Hasat Şenliği’nin son gününde bir sürpriz yaptı ve Ayvalık’a geldi

TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu:

T

RAHMİ GENÇER AYVALIK’IN DAHA DA ZENGİNLEŞMESİ VE GELİŞMESİ İÇİN PROJELER ÜRETİYOR, UYGULUYOR

ürkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, Hasat Şenliği’nin son gününde bir sürpriz yaptı ve Ayvalık’a gelerek etkinliklere katıldı. Cumhuriyet Meydanı’nda kurulan Zeytinyağı Pazarı’nı gezen Hisarcıklıoğlu stantları tek tek ziyaret ettikten sonra Belediye Başkanlık binasına geçerek, daha önce 10 yıla yakın Ayvalık Ticaret Odası Başkanlığı yapan ve aynı zamanda Türkiye Ticaret Odaları Konseyi Başkan Yardımcılığı görevini de yürüten Belediye Başkanı Rahmi Gençer’le bir araya geldi.

Hisarcıklıoğlu görüşmede Belediye Başkanı Rahmi Gençer’e, TOBB tarafından bastırılan ‘Dede Korkut Hikâyeleri’ adlı kitap setini hediye etti. Gençer de konuğuna Ayvalık’ı simgeleyen çeşitli objelerin yer aldığı bir çanta armağan etti. Belediye’den ATO’nun Zeytinyağı Duyusal Analiz Laboratuvarı’na geçen ve zeytinyağı tadımı yapan Hisarcıklıoğlu, daha sonra Ayvalık Ticaret Odası toplantı salonunda zeytin/zeytinyağı sektör temsilcileri ve TOBB’a bağlı Körfez ilçeleri oda başkan ve yöneticileriyle buluştu. Ayvalık’ta olmaktan mutluluk duyduğunu belirten TOBB Başkanı şunları söyledi: “Hasat etkinlikleri hem Ayvalık hem de ülkemiz ekonomisi için büyük değer taşıyor. Aynı zamanda Ayvalık zeytinyağının tanıtımı açısından da çok önemli. Dolayısıyla, organizasyonun gerçekleşmesinde emeği geçen Kaymakam Gökhan Görgülüarslan, Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve Ticaret Odası Başkanı Benhan İbrahim Kantarcı başta olmak üzere herkese teşekkür ediyorum. Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer TOBB’un içinden çıkmıştır ve Ayvalık için bir şanstır. Ticaret Odası Başkanlığı sırasında, ben Ankara’da, o Ayvalık’ta yakın çalışmalar yaptık. Kendisi aynı zamanda

14

TOBB BAŞKANI HİSARCIKLIOĞLU HER ZAMAN AYVALIK’IN YANINDA OLDU

ATO

salonundaki buluşmada Belediye başkanı Rahmi Gençer de bir konuşma yaptı. Sözlerinin başında, Ayvalık zeytinyağına Coğrafi İşaret alınması çalışmalarında temelin, kendisinden önce Oda Başkanlığı görevini yürüten Ziya Şensal ve Yönetim Kurulu tarafından Türk Patent Enstitüsü’ne yapılan başvuruyla atıldığını belirten Gençer şunları söyledi: “Sayın Hisarcıklıoğlu, şimdi Coğrafi İşaretimizin uluslararası arenada tescillenmesi için bize yine tam destek veriyor. Yıllarca önce de Ayvalık’a geldiğinde, biz ATO olarak Küçük Sanayi Sitesi’nde Mesleki Eğitim Merkezi’ni yaptırıyorduk. Rifat bey o merkezin yapımına bugünkü rakamlarla 100 bin dolar gibi çok ciddi bir katkıda bulunmuştu. Her zaman Ayvalık’a ve bizlere destek oldu. Ben on yıl kendisiyle birlikte çalışma olanağı buldum. Ondan çok şey öğrendim.”


İzleyicilerin arasından bir anda sahneye çıktılar

TOBB Ticaret Konseyi’nin de Başkan Yardımcılığı görevini yürüttü. Rahmi Gençer, bütün Türkiye’nin ticaret hayatının ‘dizaynında’ birlikte çalıştığımız bir ticaret adamıdır. Onu biz kaybettik ama siyaset kazandı. Bizim içimizde kalmasını isterdik ancak Ayvalık’ta da hizmet veriyor. Ayvalık daha da zenginleşsin, gelişsin diye ‘özel sektör vizyonuyla’ proje üretiyor ve uyguluyor. Diğer taraftan, Ayvalık Ticaret Odamız da müthiş bir performansla çalışıyor. Rahmi Gençer başkan zamanında başlayan ve gelenekselleşen bu festival şimdi de Benhan İbrahim Kantarcı Başkan ve Yönetim Kurulu ile devam ediyor. Ayvalık Hasat Günleri’ne konuk olan gazeteci dostlarımız sayesinde üç-dört gündür Türkiye’nin her tarafında ‘Ayvalık’ adı geçiyor. Ülkemiz için büyük önem taşıyan Ayvalık zeytinyağına Coğrafi İşaret alınması, Ayvalık Ticaret Odası’nın en önemli icraatlarından biridir. Şimdi bunu Avrupa’da tescil ettirebilmek için girişimlerde bulunuyorlar. Benden de yardım istediler. Sizin huzurunuzda söz veriyorum: Gerek lobi, gerekse eksik ve gediklerin tamamlanmasında, sürecin takibi noktasında TOBB olarak üzerimize düşeni yapacağız. Sonuçta, Ayvalık zeytinyağı bir marka haline gelecek. Ayvalık, tarihi ve doğal güzellikleriyle turizm alanında da çok özel bir yere sahip... Gurme turizminde de öyle. Ayvalık tostu, zeytinyağlı mezeler, sakızlı kurabiye ve daha birçok değeri barındırıyor. Aslında Ayvalık, Türkiye’nin yaşanılabilir en iyi beş ilçesinden biri. Bu demektir ki, Ayvalık’ın kıymetini daha fazla bilmemiz lazım.”

Sözüm söz, Ayvalık’a bir okul yaptıracağım

M.

Rifat Hisarcıklıoğlu Ayvalık ziyaretinde bir de müjde verdi. Bilindiği gibi, Ayvalık Ticaret Odası Başkanı Benhan İbrahim Kantarcı ve Meclis üyeleri Hisarcıklıoğlu’ndan Ayvalık’ta bir lise yaptırılmasını talep etmişlerdi. Hisarcıklıoğlu, Ayvalık Ticaret Odası yöneticilerinin bu isteğini olumlu karşıladı ve Ayvalık’a, 81 ile yapılacak okulların ardından en kısa zamanda bir ‘Fen Lisesi’ kazandıracakları konusunda söz verdi. Hisarcıklıoğlu şöyle dedi: “Biz seksen bir ilimize, seksen bir okul yapma sözü verdik. Önümüzdeki hafta Milli Eğitim Bakanlığı’mızla yeni protokol imzalayacağız. Bu imzalar atıldıktan sonra inşallah önümüzdeki dönem, sözüm söz, bir tane de Ayvalık’a okul yaptıracağım.”

ZEYTİN ÇEKİRDEKLERİ’NİN SÜRPRİZ KONSERİ HASAT GÜNLERİ’NE RENK KATTI

Z

eytin Çekirdekleri 13. Hasat Günleri’nde bir ilke daha imza attı ve Küçükköy Halil Başyazgan Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde düzenlenen panel devam ederken farklı bir gösteri sundu. Dünyanın değişik köşelerinde uygulanan ve ‘flashmob’ olarak adlandırılan bir koreografiyle izleyicilerin arasından bir anda sahneye çıkan çocukların konseri büyük beğeni topladı. Koronun seslendirdiği ‘Ayvalık’ şarkısı ise her zaman olduğu gibi alkışlarla karşılandı. Ayvalık Belediyesi tarafından 2014 yılında, bir sosyal sorumluluk projesi olarak başlatılan ve bugüne kadar gönüllülük seferberliğiyle, sayıları 70’i aşan eğitmenin destek verdiği Zeytin Çekirdekleri projesi barışın sesini sanat yoluyla dillendirmeyi ve aynı zamanda ortak sosyal-kültürel yaşam alanları yaratmayı hedefliyor.

Zeytin Çekirdekleri projesinin temel hedefi sanat yoluyla barışın sesini duyurmak, sevgiyi güçlendirmek

NEDİM ATİLLA Ege’de Son Söz 6 Kasım 2017 lk kez geçen yıl Küçükköy’de izlemiştik… Bu yıl kendilerini iyice geliştirmişler. Sözünü ettiğim grup Ayvalık’ta belediye tarafından kurulan Zeytin Çekirdekleri Çocuk Korosu... Öncelikle kırsal mahallelerde olmak üzere Ayvalık’ın her yerindeki çocukların projeden yararlanması amaçlanıyor.

İ

Zeytin Çekirdekleri projesinin temel hedefi Ayvalık’ın sosyal dokusuyla bütünleşmiş bir anlayışla çocuklara ücretsiz sanat eğitimi vermek. Sanat yoluyla barışın sesini duyurmak, ortak sosyal ve kültürel yaşam alanları yaratarak sevgiyi güçlendirmek… 2014’ten beri çalışıyorlar ve hem orkestra hem de koro gelecek için umut veriyor bize. Gül Gürsoy’un koordinasyonuyla kimsesiz ya da dar gelirli ailelerin çocuklarından oluşan koronun müzik aletlerinin çoğu bağışlarla sağlandı. Başkan Gençer, “Bu çocuklar konser için Paris’e gidecek” dediğinde çocukların yüzündeki sevinci görmeliydiniz.

34 mahalleden 1500 çocuk eğitiliyor, enstrümanları gönüllüler sağlıyor

Yazgülü Aldoğan Posta Gazetesi 5 Kasım 2017 Hasat Şenlikleri’nin hepimizin gönül bağlarını titreten sürprizi, yöre halkının çocuklarından oluşan Zeytin Çekirdekleri çocuk koro ve orkestrasının yaptığı küçük gösteri oldu. 34 mahalleden 1500 çocuğun Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri tarafından eğitildiği, yüzlerce enstrümanlarının gönüllüler tarafından sağlandığı koro fikri Gül Gürsoy’un ve Ayvalık Belediyesi’nin desteğiyle yürütülen çalışmalar yurt dışına açılmış. Çocuklar bu yıl Paris’e gidiyorlar! 15


Hedef, Ayvalık yemek kültürünü korumak, mutfağının zenginliğini herkese duyurmak ve farklı lezzetlerini uluslararası düzeyde tanıtmak...

AYVALIK LEZZET NOKTALARI PROJESİ ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU En kısa zamanda uluslararası platforma taşınması hedeflenen ‘Lezzet Noktaları’ projesine katılmaya hak kazanan mekânlar, hazırlanacak olan ‘Ayvalık Lezzet Noktaları Kitabı’nda yer alacak

T

urizm Danışma Bürosu’nun, Ayvalık’ta turizm çeşitliliğini arttırmak, kentin lezzetlerini öne çıkarmak ve Ayvalık’ın ‘lezzet haritası’nı oluşturmak amacıyla; Kaymakamlık, Belediye, Ticaret Odası ve EsnafSanatkarlar Odası ile işbirliği yaparak hayata geçirdiği Ayvalık Lezzet Noktaları projesi kapsamında ödül kazananlar belli oldu. Ödüller, Zeytin Hasat Günleri’nde düzenlenen ‘Ulusal Değer Zeytinyağı, Küresel Hedef Bütün Dünya’ başlıklı panelde açıklandı ve sahiplerine verildi.

Bu proje ‘gastronomi turizmi’ açısından Ayvalık için çok önemli

Belediye Başkanı Rahmi Gençer, internet üzerinden gerçekleştirilen oylamayla, en fazla kişiden en yüksek puanı alanların ödüllendirildiği tören sonrası ‘Ayda Bir Ayvalık’a şu açıklamayı yaptı: “Lezzet Noktaları projesinin asıl amacı, Ayvalık lezzetlerini daha çok insanın öğrenmesini ve tatmasını sağlamak; buradan yola çıkarak, Ayvalık’ımızın tanıtımını daha etkin bir şekilde yapmak... Bu hedefi gerçekleştirmek ve mümkün olan en çok sayıda işletmenin projeye katkı vermesini sağlamak için Ayvalık Lezzet Noktaları web sitesi oluşturuldu. Web sitesi projenin bilinirliğini arttırmakla kalmadı, kentimizin gastronomi anlamında zenginliğini gözler önüne sererek tanıtımını yaptı ve yapmakta... Siteyi ziyaret edenler, Ayvalık’ın sadece deniz turizmi yapılan bir yer olmadığını öğreniyor ve bunun yanında ‘yemek zenginliğini’ keşfediyor. Sanal ortamda ve medyada Ayvalık lezzetlerinin daha iyi anlatılması için bir tanıtım videosu da hazırladık. Bu videoyu, Ayvalık olarak katılacağımız tüm fuarlarda kullanacağız. Web sitesinin ve dolayısıyla projenin daha iyi tanıtılması için afiş, masa üstü tanıtım materyali ve Ayvalık Lezzet Noktaları Manifestosu oluşturuldu. Bunlar kentimizdeki yiyecek-içecek işletmelerine ulaştırıldı. Kısacası, Ayvalık yemek kültürünü korumak, mutfağımızın zenginliğini herkese duyurmak ve farklı lezzetlerimizi uluslararası düzeyde tanıtmak için çalışıyoruz. Bu nedenle Ayvalık halkının projenin içinde yer alması için yoğun çaba harcadık. Bu çabamızın sadece Ayvalık’a değil, özgünlüğü herkes tarafından kabul edilen ülkemiz mutfak kültürüne de büyük katkı sağlayacağına inanıyoruz.”

16

Ayvalık’ın Lezzet Noktaları Yarışması GİLA BENMAYOR, Hürriyet Gazetesi, 7 Kasım 2017

A

yvalık’ta içinizi açacak, güzel haberler var.

Bunlardan biri Ayvalık’ın dezavantajlı bölgelerinden gelen çocuklara, gönüllü hocaların müzik eğitimi verdikleri ‘Zeytin Çekirdekleri’ girişimi. 1500 çocuğa ulaşmış ‘Zeytin Çekirdekleri’ koordinatörlüğünü yapan Gül Gürsoy, 3 yılda müzik aletleriyle kaynaşmış çocukları Paris’te UNESCO ile tanıştırmayı istiyor. Çünkü Ayvalık ‘Endüstriyel Kültürel Peyzajı’ başvurusuyla UNESCO’nun geçici Dünya Mirası Listesi’nde. “Bu çocuklar Dünya Mirası’nın ne anlama geldiğini öğrenmek zorunda ki geleceğe sahip çıksınlar” diyor. Öte yandan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, mimar Ersen Gürsel’in tasarımıyla Kırlangıç fabrikasının yeni bir yaşam alanına dönüşme projesine başladıklarının müjdesini veriyor. Hayata geçen bir başka proje ‘Ayvalık Lezzet Noktaları Yarışması’. Ödül dağıtım törenine tanık olduğum bu proje ‘gastronomi turizmi’ açısından Ayvalık için çok önemli. Nitekim Gastronomi Turizmi Derneği’nin gastronomisini mercek altına aldığı şehirler arasına tüm itirazlarıma rağmen köklü bir mutfak kültürü olan Ayvalık’ı dahil etmedi. Derneğin, www.ayvalıklezzetnoktalari sitesine göz atmasını öneririm.


Proje kapsamında 7 ayrı kategoride 64 işletme yarıştı

SERTİFİKALARINI ALAN LEZZET NOKTALARI BALIK VE DENİZ ÜRÜNLERİ -Ayna Yeme/İçme/Oturma Yeri -Körfez Restoran -Sızmahan Otel ve Restoran

CAFE VE BİSTROLAR -Çamlık Dondurmacısı -Kvcii Kahve Evi -Uno Pizza

ET, KEBAP VE PİDE ÇEŞİTLERİ -Aranan Köfteci -Çine Köftecisi -Yaren Pide

EV YEMEKLERİ

-Ege Lokantası -Kürşat Zeytin Evi Cafe-Restoran -Paşa Çorba

FAST FOOD VE SOKAK LEZZETLERİ -Avşar Büfe -Ayvalık Çiğköfte Evi -Hacıoğlu Aşkın Tost Evi

MEYHANELER

-İki Yaka Bi’ Meyhane -Tamam Mey Meze -Tik Mustafa

PASTANE VE FIRINLAR

-İmren Pastahanesi -Musho Otel ve Restoran -Tatlıhane

13. Ayvalık Uluslararası Zeytin Hasat Günleri kapsamında Akçapınar Mahallesi’ndeydik. Ayvalık’ın merkezine 20 kilometre uzaklıktaki Akçapınar, 100-150 yıllık geçmişe sahip, yemyeşil bir Yörük köyü.... Her evin bahçesi badem, ayva, çam ağaçlarıyla bezeli. Havası, suyu, doğası, manzarasıyla sakin, huzurlu, yavaş bir hayatın sürdüğü mahalle bizim gittiğimiz gün şenlik nedeniyle ‘kıpır kıpır’dı. Biz de soluğu köyün meydanında aldık; cana yakın, güler yüzlü, çalışkan, misafirperver Akçapınarlıların, kahvede sohbet eden konukların arasına karıştık... Onlara Hasat Günleri hakkındaki görüşlerini sorduk.

AKÇAPINARLILAR HASAT ETKİNLİKLERİNE HEYECANLA HAZIRLANDI, KONUKLARINI SEVGİYLE KARŞILADI, İÇTENLİKLE AĞIRLADI YASİN ATAŞ Akçapınar Mahallesi Muhtarı

Hasat Günleri sayesinde zeytinimizi-yağımızı olduğu kadar doğal zenginliğimizi, insanlarımızın güzelliğini de tanıtma fırsatı yakaladık

ncelikle “Hoş geldiniz!” demek istiyorum. Bu yılki hasat etkinliklerinin Akçapınar’da yapılması bizleri çok sevindirdi. Çünkü biz zeytincilikle uğraşan bir köyüz. Ana gelir kaynağımız zeytin. İnsanlarımız zeytine çok emek veriyor. Bu nedenle, hasadı burada karşılamak, kutlamak bizleri fazlasıyla memnun etti.

Bu yıl hasat çok bereketli geçecek. Allah’a şükür ürün bol... Hem mahsul hem fiyatlar iyi. Sıkıntımız yok! Kısacası bugün iki şenlik birden yapıyoruz diyebilirim. Yanı sıra gördüğünüz gibi çok güzel bir köy Akçapınar. Hasat Günleri sayesinde bizler zeytinimiz-yağımız kadar doğal zenginliğimizi, insanlarımızın güzelliğini de gelenlere tanıtma fırsatını yakalamış oluyoruz. Bütün bunların ötesinde üreticiyi bilgilendirmeye, bilinçlendirmeye yönelik etkinlikler de yapılıyor. Yemek

ikramımız var. Havran’dan gelen ekip sabaha kadar konuklarımıza sunacağımız yemekleri hazırladı. İkram sonrası, “Kaliteli Zeytinyağı Üretimi ve Markalaşmanın Önemi” üzerine bir sektörel panel izleyeceğiz. Hasat Günleri’ni, üreticilerimize tarım aletlerini, traktör firmalarını, gübre ve zirai ilaçlama ürünlerini tanıma fırsatı vermesi açısından da önemli buluyorum. Akçapınar bugüne heyecanla hazırlandı. Ticaret Odası ve Belediye’mizin katkılarıyla misafirlerimizi ağırlayacağız. Katılım gerçekten çok yoğun.

17


FARUK ÖZAYDIN

NİYAZİ AYGÖREN

ŞÜKRAN TAŞDEMİR

FARUK ÖZAYDIN

Belediye’mize, Ticaret Oda’mıza, muhtarımıza katkılarından ötürü çok teşekkür ediyorum

-A

kçapınarlıyım. Zeytin işiyle uğraşıyorum. Bu yıl mahsul çok güzel! Memnunuz yani. Hasat şenliklerinin burada yapılması köyümüzün, yağımızın, zeytinimizin adının duyulmasını sağlayacak. Güzel bir organizasyon yani... Belediye’mize, Ticaret Oda’mıza, muhtarımıza katkılarından ötürü çok teşekkür ediyorum. Bu tür etkinliklerin sık sık yapılmasını bekliyorum. NİYAZİ AYGÖREN

Akçapınar’da kışın zeytin, yazın bamya yetiştiriyorsak da, temel geçim kaynağımız elbette ki zeytin

-B

ence Hasat Günleri gibi etkinlikler insanları bir araya getiriyor, birbirleriyle kaynaşmasını sağlıyor. Böylece geleneklerimiz, göreneklerimiz korunuyor; geleceğe aktarılarak kaybolup gitmelerinin önüne geçiliyor. Bizim köyümüzde kış mevsiminde zeytin, yazın bamya üretimi yapılıyorsa da, insanımızın temel geçim kaynağı elbette ki zeytin... Şenlik sayesinde Akçapınar’a gelenler zeytinimizi, zeytinyağımızı tanıyacak. Bu çok faydalı bir şey. Bizim buraların insanı yavaştır, sakindir. Bu nedenle şenlik güzel geçiyor. Çok memnunuz.

ÇİÇEK ÖZAYDIN

18

Allah düşünenlerden, emek harcayıp gerçekleştirenlerden razı olsun! ŞÜKRAN TAŞDEMİR

Bu sene mahsul çok tuttu, inşallah iyi paralar kazanırız

-Z

eytin üreticisiyim. İki-üç ay boyunca her sabah saat sekizde kalkar tarlaya gideriz. Akşam beş gibi eve döneriz. İşimiz kolay değil. Zeytini elle toplarız, hiç hasar görmez. Cuma günleri tatil yaparız. Kalan yedi gün bu şekilde çalışarak geçer. Bu sene mahsul çok tuttu. İnşallah iyi paralar kazanırız. Şenliğin tatil günümüze rastlamasına sevindim. Çok mutluyuz, çok iyi hissediyoruz. Şu an hasta ya da hastası olan hariç bütün köy, çolukçocuk, yaşlı-genç burada. AYFER ÇAKIR

Konu-komşu hepimiz, etkinlikleri izleyip yorgunluk atacağız

-E

v hanımıyım. Üç çocuk annesiyim. Zeytinciyiz. Zeytin zamanı sabah altı buçukta uyanırım. Çocuklarıma kahvaltı hazırlar, onları okula eriştiririm. Saat sekizde de biz tarlaya gideriz. İkindi ezanı okundu mu toplamayı bırakırız. Haftada bir gün ara veririz, dinleniriz. Yaklaşık altmış ağacımız var. Bu yıl ürün bol. Sanırım altmış-yetmiş çuval zeytin yapabileceğiz. Şenlikler Akçapınar’da olduğu için mutluyuz. Çünkü bu etkinlik bizi temsil ediyor. Zeytinimizi, yağımızı tanıtıyor. Konu-komşu hepimiz buradayız, etkinlikleri izleyip yorgunluk atacağız.

YALÇIN ÖNCEL

KADRİYE AKPINAR

Zeytin kolay iş değil. Islaktakuruda, soğukta-ayazda sabahtan akşama uğraşıyoruz

-A

ilece zeytin işiyle uğraşıyoruz. Doksan ağacımız var. Bu yıl Allah bereket versin, ağaçların üzeri zeytin dolu! İki yüz çuval zeytin almayı bekliyoruz. Haftanın beş-altı günü çalışıyoruz. Böyle günlerde kalıp dinleniyor, eğleniyoruz. Zeytin kolay iş değil. Islakta-kuruda, soğukta-ayazda sabahtan akşama uğraşıyoruz. Olanda var ama bizde makine yok. Hep elle topluyoruz. Bugün şenliklere katılmak için evde kaldık. Hava da güzel... Mutluyuz. KÜBRA ÇALIŞKAN

Bütün şenlikler köyümüzde yapılsın istiyorum!

-D

okuz yaşındayım. Akçapınar İlkokulu 3-B öğrencisiyim. Ben de arkadaşlarım gibi şenliğe geldim. Salıncaklara biniyoruz. Sonra yemek yiyeceğiz. Arkadaşlarım keşkül, pilav, ayran ikramı yapılacağını söylediler. Programda neler var bilmiyorum ama hepsini izleyeceğim. Bütün şenlikler köyümüzde yapılsın istiyorum! ÇİÇEK ÖZAYDIN

“Şenlik var!” dediler geldim, zaten şenliği çok severim!

-Y

etmiş yedi yaşındayım. Zeytinciyiz. Tabii artık tarlada

BEYHAN ÖNCEL


KÜBRA ÇALIŞKAN

AYFER ÇAKIR

KADRİYE AKPINAR çalışamıyorum. Çocuklarım, torunlarım topluyor zeytinlerimizi. Özlediğimde beni de götürüyorlar. Zeytin aralarında dolaşıyorum. Beş yüze yakın ağacımız var. Allah’a şükür, mahsul iyi! Çocuklarım bereketli bir hasat olacağını söylüyorlar. “Şenlik var!” dediler geldim, zaten şenliği çok severim ben! Ortalık bayraklı, insanlı… Çok güzel!.. Baksana, keyfimiz yerinde saz ediyoruz biz de. Köyümüz güzeldir. Ahalisi sıcakkanlıdır. Akçapınarlılar çok çalışkan insanlardır. Başka köyler bize “Neden bu kadar çok çalışıyorsunuz?” derler. Çalışan insan para bulur, zengin olur. Köyümüzde aile bağları çok güçlüdür. Anne-baba bir çocuğunu diğerinden hiç ayırmaz. Torunlarını ayırmaz. Bir hanede dururlar. Üç çocuğum var, üçünü de bir tutarım. Kızerkek demem. YALÇIN ÖNCEL

Hasat Günlerini önemsiyorum, çünkü müstahsile yol gösteriyor

-Z

eytin üreticisiyim. Genelde Ayvalık’ta yaşıyorum ama zeytinliklerimiz Keremköy’de. Yıllar içinde sekiz yüz ağaç dikme yaptım. Hepsi Gemlik. Onlar da epeyce büyüdüler. On-on iki yıldır mahsul veriyorlar. Bu yıl ürün bol. Fakat yağmurun az yağması, zeytinlerin su alamaması verimi bir miktar düşürüyor tabii. Çünkü zeytin ağacın üzerinde susuz kalınca yanıyor. Kısacası yeterli yağış alsaydık ürün daha bol olacaktı. Hasat Günlerini önemsiyorum elbette... Çünkü müstahsile yol gösteriyor. O yol

ENVER KAVÇAK

bilgilendirme anlamında hayli tatmin edici. Netice de alıyoruz. Bize fayda sağlayacak gübre, makine gibi ürünleri tanıyoruz. Hasat yöntemlerini öğreniyoruz. Bu bakımdan çok faydalı. Ayrıca zeytinyağının değeri ve önemi gündeme geliyor. Yöremizin zeytini, zeytinyağı tanıtılıyor. Bu ülkede eskiden zeytinyağını neredeyse bilen yoktu. Ancak zeytinyağının üreticiden çıkış fiyatı ile satış fiyatı arasındaki farktan hepimiz şikâyetçiyiz. Biz emeğimizin karşılığını alamazken zeytine zerrece emek vermeyen aracı tüccarlar fazlasıyla kazanıyorlar. İsteğimiz aradaki uçurumun kapatılması. Zira bu durum üreticiyi zeytinden soğutuyor. Ayrıca yağın ikinciüçüncü ellerde oluşu fiyatı arttırıyor ve doğal olarak talep düşüyor. İnsanlar ayçiçeği yağına kayıyor. İnşallah düzelir! BEYHAN ÖNCEL

Ayvalık son derece hareketli ve güzel bir yer, bütün etkinlikleri takip etmeye çalışıyoruz

-E

mekli öğretmenim. Eşimin yanında kahyâlık yapıyorum. ‘Hanım Kahyâ’yım anlayacağınız. Fiilen zeytinle uğraşıyorum ve zeytinyağından başka hiçbir şey kullanmıyorum. Helvamı dahi onunla kavuruyorum. Bugün burada, Akçapınar’da hasadı kutlayanlar, şenliğe katılanlar güzel bir topluluk oluşturdular. Biz de aralarında olmaktan mutluyuz. Ayvalık’taki bütün etkinlikleri karı-koca takip etmeye çalışıyoruz. Ayvalık son derece hareketli, güzel bir yer. Ayvalıkta yaşamaktan büyük bir keyif alıyoruz.

AYŞEN AKYILDIZ

ENVER KAVÇAK

Hasat Günleri üreticinin bilinçlenmesine önemli katkı sağlıyor

-J

eoloji yüksek mühendisiyim. Balıkesir DSİ’den emekliyim. Aslen Manisa/ Akhisarlıyım. ‘Hanım köylü’ olarak aynı zamanda Balıkesirliyim. Bütün bir yazı Ayvalık’taki yazlığımızda geçiriyoruz. Ben derginiz aracılığıyla şunu söylemek isterim: Bu tür etkinlikler üreticinin bilinçlenmesine büyük katkı sağlıyor. Şenlik alanında tarım aleti satan firma yetkilileriyle görüştüm. Onlardan bilgi aldım. Cihazları tanıdım. Çok güzel bir şey... İnşallah bu teknolojiyi ileride Türk insanı kendisi yapar. Ümitliyim. Bu arada Hasat Günleri’ni düzenleyenleri de tebrik ederim. Biz hemen hemen her yıl geliyoruz. Hem etkinlikleri izliyoruz, hem insanlarla kaynaşıyoruz hem de köyleri ve çevreyi tanıyoruz. Memnunuz. Ayvalık Türkiye’nin en mükemmel yerlerinden biri! AYŞEN AKYILDIZ

Şenlik için İzmir’den Ayvalık’a otuz kişi turla geldik

zmirliyim. Eşimin eskiden zeytinliği vardı. Zeytinciliğe yabancı değilim yani. Ayrıca doğaya yakın olmayı seviyorum. Bu yıl şenliklerin bir köyde yapılacağını öğrenince katılmak istedik. Şenlik için İzmir’den Ayvalık’a otuz kişi turla geldik. Akçapınar’daki etkinliğin ardından Ayvalık merkeze gideceğiz. Zeytinyağı pazarını dolaşacağız. Alışveriş yapacağız. Zeytinyağımızı, sabunlarımızı alacağız. Kenti gezeceğiz. Oradan da Cunda’ya geçeceğiz. Sonra İzmir’e döneceğiz. Akçapınar çok güzel... Çok sevdik, çok beğendik!

Röportaj ve Fotoğraflar:

GÜLBENİZ ŞENTAY

19


Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com

H

Türkiye’de her şey çok ve hızlı değişti

emen her nesil, kendi dönemi için; “Biz talihsiz bir kuşağız, bizim dönemimizde şöyle oldu, böyle oldu” gibi saptamalarda bulunur. Her türlü yenilginin, başarısızlığın, yetersizliğin mazereti olarak bu nedene sırtımızı yaslama eğilimindeyizdir. Aynı yanılgıya mı düşüyorum bilemiyorum ama bizler, yani yaşları 60’ı geride bırakan kuşak için de durum pek farklı değil aslında. Günümüz insanına en yakın ‘atalarımız’ olan Homo Sapienleri esas alacak ve insanlığın bugüne kadar toplu olarak var olduğu 45.000 yılda geçirdiği evrelerin ve kaydettiği ilerlemelerin toplamından yüzlerce kat daha fazlasının geride bıraktığımız sadece 50 yılda kaydedildiğini göz önünde tutacak olursak bu 50 yıla denk gelen ‘bizim kuşağın’ şaşkınığını, uyumsuzluğunu, çağlar arasına sıkışmışlığını daha iyi anlarız sanırım. Üstelik bu gelişmeler ve değişimler; teknolojide, sosyolojide, ekonomide, coğrafyada, kültürde, eğitimde, tıpta, kısacası hayatın her alanında oldu ve çok hızlı oldu. En küçük ve yerelinden, en büyük ve evrenseline kadar bu değişimlerin her biri, bir ağır sıklet boksörünün bir tüy sıklet rakibe attığı yumruklar gibi yağdı üzerimize. Bizler; koskoca dünyanın içinde yer alan küçücük kasabamızda, Ayvalık’ta, 1950’li yıllarda doğan, büyüyen kuşak da fazlasıyla nasibini aldı bu yumruklardan. İsmet İnönü’nün siyasi anlamda söylediği, “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de o dünyadaki yerini alır” sözleri onun kastettiği anlamda olmasa da gerçek oluyordu. Yepyeni bir dünya -hem de hızla- kuruluyordu ve bizler o dünyanın kurallarına uyum sağlamaya çalışıyor, çoğunlukla da seyirci konumunda yer alıyorduk. Bizim tanık olduğumuz dönemde bu satırlara sığmayacak sayı ve hacimde değişim yaşandı. Farkında değildik belki ama dünyanın başka coğrafyalarında yaşanan bu deri değiştirmeler, ‘kelebek etkisi’ ile zaman içinde bizlerin sade, basit, gündelik yaşamlarımızı da kökten değiştirecekti. Bizler güzel, tanıdık, sıcacık kasabamızda ‘alışılmışın’ güveniyle yaşarken, üniversiteyi kazanıp ‘büyük kente’ giden ben ve benim kuşağımdan birçok arkadaşım kendimizi; vahşi bir değişimin içinde bulduk. Kültürümüzde bu durumu anlatan çok hoş deyişler vardır. “Köyden indim şehire, şaşırdım birdenbire!” ya da “Eller aya, biz yaya!” gibi. Her ne kadar o yıl (1969) ‘eller’ gerçekten ilk kez aya gittiyse de, biz elbette bu şablona tam oturmuyorduk, ne de olsa Batı’nın en gelişmiş

20

kasabalarından biri olan Ayvalık’tan geliyorduk ama kalabalık, trafik, gürültü, o dönemlerdeki üniversite ortamının kendine özgü özgürlüğü, olaylar, insanlar hatta binalar bile şaşkına çevirmişti çoğumuzu. Ankara’nın merkezindeki Kızılay Meydanı’nda Ankaralıların övünerek ‘gökdelen’ adını verdikleri bir yapı vardı. Gerçekten de; bugün için artık sıradan bir yükseklikse de 26 katıyla o sırada Türkiye’nin en yüksek binasıydı. Bu gökdelenin ilk üç katını -sanırım- Türkiye’nin ilk alış veriş merkezi olan GİMA kaplıyordu. Ve; aman Allah’ım o da ne; bu katlar birbirine ‘yürüyen merdiven’le bağlanıyordu. Bu satırları okuyan -eğer varsa- genç kardeşlerimizin gülümsemelerini göze alarak söyleyebilirim ki yürüyen merdiven bizim için mucize gibi bir şeydi. İlkokulda başlayan arkadaşlığımızın orta öğretim, üniversite ve sonrasında da aynı sıcaklıkla devam edip 55 yıldır dost olduğumuz sevgili kardeşim Kaya Timuçin ile okuldan şehre indiğimizde (üniversite kampüsü şehir dışındaydı ve hafta sonlarında sinema, yemek gibi aktiviteler için şehre inerdik) en büyük eğlencelerimizden biri; o mağazaya gidip bir aşağı bir yukarı, yürüyen merdivene ‘binmek’ti. Mağazadaki onca ürün arasından bizi en çok şaşırtan şeylerden biri de konfeksiyon reyonuydu. Üniversiteyi kazanınca sevgili babam beni Ayvalık’ın gelmiş geçmiş en seçkin terzilerinden biri olan Süleyman Ok’un dükkânına götürmüş ve kalfası Celal Usta’nın övünerek söylediği ‘İngiliz kumaşı’ndan bir takım elbise diktirmişti bana. Ve ben şimdi, benim için özel olarak dikilmiş ve sadece ‘bir’ tane olan ceketlerden, pantolonlardan yüzlercesini görüyor, inanamıyordum. Türkiye’de her şey çok ve hızlı değişti sevgili dostlar. Televizyonu bile 14-15 yaşlarında görmüş olan bizlerin bir de bilgisayar, cep telefonu, internet, twitter, facebook, instagram ve benzeri enstrüman ve uygulamaların karşısında ne kadar bocaladığını tahmin etmeniz zor olmasa gerek. Öte yandan, bu 60 yılda, bizim cennet kasabamızda, Ayvalık’ta yaşanmış ve yaşamış öyle unutulmaz anı ve insanlar vardı ki, belki de yukarıda çizilen -bir anlamda- kara tablonun nedeni ‘Bizim Kuşak’ın zaman çarkının da artık ‘geriye doğru’ işlemeye başladığının bilinciyle, o günlere ve o kişilere duyulan özlem.


24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle, ömrünü eğitime ve sosyal sorumluluk projelerine adamış bir ismi, öğretmen Sezer Güderi’yi dergimize konuk ettik. Onun hikâyesinde eski Ayvalık’a dair pek çok şey bulacaksınız. Bildik yerler, tanıdık isimler, ortak anılar çıkacak karşınıza… Ama sizleri, daha çok, küçük bir kızın okumak için özellikle babasına ve üvey annesine karşı verdiği ‘amansız’ mücadele etkileyecek ve günümüzden yetmiş yıl önce o kocaman yüreğiyle cehalete karşı direnen bu cesur kızı, Sezer Güderi’yi hiç unutmayacaksınız.

BENDEN ÇOK ÇALIŞACAĞIMA DAİR SÖZ ALAN BELEDİYE BAŞKANI AVNİ BASKIN OKUL GİDERLERİNİ KARŞILAYABİLMEM İÇİN BANA ELLİ LİRA VERDİ GÜLBENİZ ŞENTAY

-M

idilli’nin Çömlek köyünden ailesiyle birlikte Havran’a yerleşen dedem öldüğünde, babam Mehmet Güderi on bir yaşındaymış. Babam annesiyle yapayalnız kalmış. Midilli’de epeyce malları-mülkleri varmış. Ama annesinin okur-yazarlığı yokmuş. Kendisi de küçük olduğundan hak aramayı bilememiş ve Midilli’deki mallarına karşılık devletten hiçbir şey alamamışlar. Bir süre fırıncı ve ayakkabıcı çıraklığı yapan babam sonunda leblebicinin yanında çalışmaya başlamış. Hayli zor olan bu mesleği öğrenmiş. Askerlik dönüşü amcaları onu Ayvalık’a davet etmiş. 1931 yılında yaşlı annesini de yanına alarak Ayvalık’a gelmiş. Yerini bulmuş, düzenini kurmuş, leblebici dükkânını açmış, annemle evlenmiş. Dört çocukları olmuş. Ne var ki bir ben, bir de ablam hayatta kalabildik. Ben, At Arabacıları Meydanı üzerinden Palabahçe’ye giderken sol kolda yer alan simitçinin karşısındaki evde dünyaya geldim. Evimiz iki odalıydı. Alt katında babamın leblebici dükkânı bulunuyordu. İki yaşına bastığım yıl annem vefat etti. Annemin lakabı ‘Ölü Ayşe’ydi. Nüfus kayıtlarına öyle geçmişti çünkü. Beni babaannem büyüttü. Ben onu anne bildim. Mekânı cennet olsun, üzerime titrerdi. Bir hayli yaşlıydı ve mahalle arkadaşlarım bana, “Yahu Sezer! Senin baban çok genç, annen niye o kadar yaşlı?” diye sorarlardı. İlkokulu İstiklâl’de okudum. Öğretmenim Şefika Eren’di. Özverili, mesleğine aşık bir Cumhuriyet öğretmeniydi. Yıllar sonra onunla aynı okulda (Cumhuriyet İlkokulu) görev yaptım. O öğretmen, ben sekreterdim. Nasıl onur duymuştum anlatamam! “BU GECE AYVALIK’TA DAVULLAR, ZURNALAR ÇALINACAK!” Babam Ayvalık’ın tek leblebi imalatçısıydı. İşini çok sever ve asla zorluğundan şikâyet etmezdi. Esmer İspanyol nohutundan yaptığımız sarı leblebi, birkaç saatte yenmeye hazır olan Girit leblebisinin aksine beş gün süren bir dizi meşakkatli işlemden geçerdi. Yaz aylarında ateşin karşısında leblebileri defalarca kavurmaksa ölümden beterdi. Okul çıkışlarında gider babamın tavlanmış

nohutları sermesine yardım ederdim. En iyi müşterimiz Şehir Kulübü’ydü. Bayram adındaki bir görevli gelir, haftalık siparişleri teslim alırdı. Yine Şehir Kulübü aracılığıyla TBMM’ye de leblebi gönderirdik. Sürmeli Hakkı Bey ise hatırladığım bir diğer özel müşterimizdi... Kısacası kimseye muhtaç olmadan geçinip gidiyorduk. Her şeyin karneye bağlandığı savaş yıllarında bile sıkıntı çekmiyorduk… Sütten ve ekmekten yana şanslıydık. Keçilerimiz vardı. Babaannem süt çorbası, yoğurt, peynir yapardı. Fırıncıysa hamurunu yoğurmak için babamın dükkâna açtığı kuyudan su almaya gelir, günde iki teneke su karşılığında bize iki ekmek verirdi. Hakkımıza düşen dört ekmekle birlikte eve her gün altı ekmek girerdi. Hepsini tüketemezdik tabii. Babam ziyan olmasınlar diye kalan ekmekleri dilimleyip tepsiye dizer, peksimet yapar, çuvallara koyardı. Ne var ki sürekli yanan ateş yüzünden içerisi cehennem gibiydi ve bütün çuvalları tahtakurusu sarmıştı. Bu nedenle peksimetleri keçilere yediriyorduk. Mahallede torunlarına bakan yoksul, yaşlı bir kadıncağız yaşıyordu. Babam her uğradığında ona peksimet verirdi. Bir öğle vakti kadın yine geldi. Babam tahtakurusu kaynayan peksimetleri almamasını söylediğinde, “Ver sen! Ben onları ayıklarım!” demişti. Ne yapsın, kıtlık zamanıydı! Bu olaydan bir süre sonra deprem oldu. Yedi-sekiz yaşlarındaydım. Depremden bir önceki günü hiç unutmam. Hava kararmak üzereydi. Babamın dükkânı kapatmasını beklerken yolun başında sırtında yatağı-yorganıyla Deli Kaptan göründü. Nereden geldiğini, kim olduğunu bilmediğimiz, kendi halinde dolaşan zararsız, iri-yarı bir adamdı. Babam ona şaka yollu takılmaya bayılırdı. Tam önümüzden geçerken seslendi: “Hayrola Kaptan? Nereye böyle?” Deli Kaptan, “Bu gece Ayvalık’ta davullar, zurnalar çalınacak. Ben de yatmaya Yedi Kuyular’a gidiyorum!” deyince hepimiz gülüşmüştük… O gece deprem oldu. Adeta yer yerinden oynadı. Bizim evimiz de hasarlı binalar arasındaydı. Çatı, yan duvar hep yıkılmıştı. Yatak odamın bulunduğu üst katın merdivenlerinin yarısı yoktu. Kalanıysa boşlukta sallanıyordu. Deli Kaptan’ın

21


sözleri aklımıza geldi. Kehanette mi bulunmuştu, çözemiyorduk. Kiminin evi bizimki gibi yıkılmıştı, kimiyse korkudan evine giremiyordu. Arka sokağımızdaki Mithat Efendi’nin bahçesine Kızılay çadırlar kurdu. Babam on kişilik çadırlarda kalmak istemedi. Yan komşunun bahçesine biri bizim, biri de onlar için tahtadan baraka inşa etti. Dediğim gibi becerikliydi ve elinden her iş gelirdi. Zaten yıkılan evimizi de o onardı. “BEN OKUMADIM, SEN DE OKUMAYACAKSIN! BİZE BOŞUNA MASRAF ÇIKARMA!” Ben on bir yaşındayken babam yeniden evlendi. Üvey annem Karaağaçlı, cahil bir köylü kadınıydı. Adı Ayşe’ydi. Ona ‘Ayşe abla!’ derdim. Kız çocuklarının okutulmadığı, on beşine basar basmaz evlendirildiği bir gelenekten geliyordu. Nitekim öz ablam erkenden evlendirildi.

-O

Nihayet Cunda’yı görebileceğim

rtaokula giderken hep merak ettiğim Cunda’ya bakar, “Şu adada kim bilir ne güzel yerler vardır... Bir gitsem de görsem!” derdim. Yine bir sabah Cunda hayallerine dalmış denizin kıyısında yürüyordum. Poyraz sertti. Okul şapkam kafamdan denize uçuverdi. Çok korkmuştum. Neyse ki adamcağızın biri suyun üzerinde kayık gibi yüzen şapkamı yakaladı. Sırılsıklam olduğu için iyice sıkıp, kafama geçirdim. Çünkü şapkasız dolaşmamız yasaktı, cezası vardı.

O günden sonra Cunda koymuş, hatta unutmuş geçecek ve ben Cunda amirim Şemsettin Solm görecektim: Sekreterliğ Yetiştirme Yurdu’na y Milli Eğitim’e Balıkesir getirdiler. Şemsettin So yurda benim teslim etm Cunda’yı görebilecektim havalara uçtum. Çocuğ Çıktık. Sekiz-on yaşlar

Güç-bela ilkokulu bitirmiştim. Ancak Ayşe abla ortaokula gitmeme şiddetle karşıydı. “Ben okumadım, sen de okumayacaksın! Bize boşuna masraf çıkarma!” deyip duruyordu. Kavga-dövüş kaydımı yaptırdım. Kitaplarımı, defterlerimi hangi parayla alacağımı kara kara düşünürken imdadıma Foto Nuri yetişti. Okulun kayıt için istediği fotoğrafları o çekmişti. Elimden tuttu ve beni dönemin Belediye Başkanı Avni Baskın’a götürdü. Durumumu anlattı. Avni Baskın önce çok çalışacağıma dair söz istedi; ardından da okul giderlerini karşılayabilmem için bana elli lira verdi. Benim için öyle büyük bir paraydı ki şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. “Ne zaman geri ödeyeceğim?” diye sordum. Odada yine eski belediye başkanlarımızdan olan Faruk Saylam da vardı. Güldüler… Sayesinde kitaplarımı-defterlerimi alabildiğim Avni Baskın, Ayvalık’a çok hizmetleri dokunmuş, iyi bir belediye başkanıydı. Caddeleri ilk genişleten, derenin üstünü kapatan hep oydu. Üzerinde yer yer ahşap köprüler bulunan dere, sinemalar mevkiinde denize dökülürdü. Derenin iki yanındaki dar arnavut kaldırımlarda yürür, yeni ya da eski halin önlerindeki köprüleri kullanarak karşıdan karşıya geçerdik. Dere bazen taşacak gibi olurdu. Bunu gören esnaf paniklerdi.

Cunda Plajı, 1969

Başkana verdiğim sözü tutmuş, iyi bir öğrenci olmuştum. Sadece derslerle yetinmiyor, elime geçen parayı hikâye kitaplarına, romanlara yatırıyordum. Okuduklarımı da göz önünden kaldırıyor, alt kattaki depo benzeri bir yere koyuyordum. Ne var ki depoya bir fare dadanmıştı. Kitaplarımı kemirip duruyordu. Kapan kuruyordum ama hayvan akıllıydı; girmiyordu. Sinir olmuştum. Onu yakalayacak ve mutlaka cezalandıracaktım. Sekiz-dokuz yaşlarındayken edindiğim bir oltam vardı. Onunla balık tutar, kedime getirirdim. Bir köşede duruyordu. Buldum, çıkardım oltayı. İğnesine küçük bir et parçası doladım. Misinanın ucunu da tırabzana sabitledim. Kapanı kurdum, kapıyı çekip yukarı çıktım. Ayşe abla, “Balığa mı çıkıyorsun? Palamut mu yakalayacaksın, lüfer mi?” diye dalga geçiyordu. Zekamla alay etmesine içerlemiştim. Neyse, gece yarısı bir ciyaklamayla yatağımdan fırladım. Uçarcasına aşağı indim. Fare oltayı yutmuştu. Misina bağlı olduğu için de kaçamıyordu. Bir şeylerle hayvanı tutup kapana koydum. Sabah Ayşe ablaya gösterdim ve gururla, “Eee, balıklarınızı nasıl istersiniz? Izgara mı, tava mı?” dedim. TEK EĞLENCEM GÜÇ-BELA SATIN ALDIĞIM RADYOMDU, RADYO DİNLEYEREK ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM Her şeye rağmen, o günlerde yine de mutlu olduğumu söyleyebilirim. Çünkü henüz Ayşe ablanın gizli gizli okula gidip kaydımı sildirmeye çalıştığından habersizdim. İtiş-

22

Ayvalık, Cumhuriyet İlkokulu


m için sevinçten havalara uçtum!

a sevdamı bir kenara ştum. Aradan yıllar a’yı ilk defa 1954’te maz sayesinde ğimin ilk günleriydi. yerleştirmemiz için r’den bir çocuk olmaz çocuğu memi istedi. Nihayet m… Sevinçten ğun elinden tuttum. rında, ürkek bir

oğlandı. Motoru beklerken aç olabileceğini düşünerek ona simit aldım. Afiyetle yedi. Cunda’ya vardığımızda yurt müdürünü buldum, ‘ufaklığı’ teslim edip, döndüm. Aman Allah’ım! Ben o gün sanki başka bir memleketteydim! Cunda’da Paris’i görmüş gibiydim. Adaya aşık olmuştum. Artık bütün tatillerimi Cunda’yı keşfetmeye ayırıyordum. Kadınlar Plajı’nın, çay bahçesinin müdavimiydim.

Ayvalık, 29 Ekim 1954

kakış birinci sınıfı bitirdim. Ertesi yıl üzerimdeki baskı dayanılmaz bir hal aldı. Artık babam da kesinlikle okula gitmemi istemiyordu. Evlenme çağındaydım! Bütün gücümle karşı çıktım. Bu yüzden ne dayaklar yedim, ne dayaklar! Zavallı babaannem her okul dönüşü yolumu gözler, kendini babamın önüne atar, beni onun öfkesinden korumaya çalışırdı. Onun beni kollaması, Ayşe ablayı çileden çıkarıyordu. Babaanneme de eziyet etmeye, ceza vermeye başlamıştı. Pişirdiği yemekten yiyemiyorduk. Çamaşırlarımızı yıkamak dahil her işimizi kendimiz hallediyorduk. Alışveriş yaptığımız bir kasap, bir de manav vardı. Ben gidip babaannemle ihtiyacımız olan şeyleri oradan alıyordum. Hafta sonu babam hesabı ödüyordu. Bir gün babaannem yine beni kasaba gönderdi. Adamcağız utana-sıkıla, “Kızım, maalesef veremeyeceğim. Zira babanın talimatı var; karım gelirse ver, kızım gelirse verme, diye!” dedi. O an sanki dükkân yıkıldı da altında kaldım. Nihayetinde iş, “Okula gidersen orada yatarsın, bu eve giremezsin!” noktasına geldi. Nitekim birkaç gece beni eve almadılar. Komşularda yattım. Onları da zor durumda bıraktığımın farkındaydım. Olacak gibi değildi; sonunda okuldan ayrıldım. ‘Okul defteri’ kapandığına göre sıra evlendirilmeme gelmişti. Zor günler yaşıyordum ve elimden tutanım yoktu. Bildiğim tek şey evden uzak durmam gerektiğiydi. Mahallemizin terzisi Huriye hanımın yanına çırak girdim. Bir yıl onunla çalıştım. Sonra açılan kurslara katılmaya başladım. Öğrenmeye, bilgiye o kadar açtım ki! Tahmin edeceğiniz gibi sosyal hayatım hiç yoktu. Tek eğlencem güç-bela satın aldığım radyomdu. İnanın, radyo dinleyerek çok şey öğrendim ben. Bir de Bütün Dünya dergisine abone olmuştum. Dünyayı oradan izliyor, kültürel anlamda eksiklerimi tamamlamaya çabalıyordum. Derken; bir gün Gazi İlkokulu’nda dikiş kursu açıldığını duydum. Koşarak gittim. Ancak geç kalmıştım. Kayıtlar kapanmıştı. Aynı eğitim Altınova’da da veriliyordu. Doğruca Altınova’nın yolunu tuttum. Orada karşıma Süheyla hanım çıktı. Derdimi anlattım. Duygulanmıştı. Bana yağmurda-çamurda Ayvalık’tan gelmemin çok zor olacağını söyledi ve “Git, Ayvalık’taki hoca hanıma selamımı ilet. O seni kaydeder!” dedi. Sevinçle eve döndüm. Belirttiği gün ve saatte okula gittim. Aaa, bir baktım, Süheyla hanım! Meğer beni gönderdiği hoca kendisiymiş. Tayininin Ayvalık’a çıktığını o an öğrendim. Hemen kaydımı yaptı. Bana uzanan ilk eli; Süheyla Bilen’i hiç unutmadım. Babam elbette yine burnundan soluyup duruyor, “Ben sana kumaş-mumaş alamam! Ne halin varsa gör!” diye homurdanıyordu. Boşa koyuyorum dolmuyor, doluya koyuyorum, almıyordu. Aklıma bir fikir geldi. Arkadaşlarım hep bizden leblebi alırlardı. Onlara, “Siz gelmeyin, ne kadar istiyorsanız ben size getiririm!” dedim. Çantama doldurup götürüyordum. Kumaş param fazlasıyla çıkıyordu. Yaptığım doğru değildi belki ama çaresizdim. Bir yıl ‘çabucak’ geçti. Mezuniyet belgelerimiz hazırlanırken fazlasıyla endişeli ve üzgündüm. Zira beni evden ve evlenme baskısından uzak tutan kurs bitmişti. Ne yapacağımı düşünmekten beynim çatlamak üzereydi. Kalktım, Süheyla hocanın evine gittim. “Efendim, sizden bir ricada bulunacağım. Lütfen beni mezun etmeyin ki seneye de öğrenciniz olabileyim!” dedim. Hocam en iyi öğrencilerinden biri olduğumu ve böyle bir şeyi kabul edemeyeceğini söyledi. Beni her zamanki sevecen haliyle uğurlarken adresimi istedi ve “Üzülme! Belki başka bir çözüm buluruz” dedi.

23


Terzi Münevver Hanım bana tam üç saatte bir etek, bir yelek ve onların üstüne giyeceğim japone kollu çok şık bir kaban dikmişti

ğretmenliğe gönül vermemde de Şemsettin Bey’in payı büyüktür. Nuri Zarplı İlkokulu’nun açılışına beni de beraberinde götürmüştü. Çocuklarla olmak çok hoşuma gitmişti. Aradan biraz zaman geçti. Cumhuriyet İlkokulu 2. Sınıf öğretmeni izne ayrılmış ve öğrencilerinin dersleri boş geçmeye başlamıştı. Şemsettin Bey beni onun yerine vekil atadı. Üç ay boyunca sekreterliğin yanı sıra öğretmenlik görevini üstlendim. 1955 yılıydı. Cumhuriyetimizin 32. yıl kutlamalarında öğrencilerimle birlikte ben de Cumhuriyet Meydanı’ndaydım. Bana bu unutulmaz anı armağan eden de yine rahmetle ve minnetle andığım amirim Şemsettin Solmaz’dır. Bayramdan bir gün önce beni yanına çağırmış, “Sen de törenlere katılacak, öğrencilerinin başında olacaksın! Hemen Münevver Hanım’a git, benden selam söyle! Sana bir kıyafet diksin!” demişti. Muhteşem bir terziydi Münevver Hanım. Bana tam üç saatte bir etek, bir yelek ile onların üstüne giyeceğim japone kollu çok şık bir kaban dikmiş ve ben çocuklarımın başında öyle bayrama çıkmıştım.

Ayvalık, 29 Ekim 1955

Ayvalık’ta sanatıyla iz bırakan komşumuz Münevver hanımı ona yazdığım şiirle analım istiyorum: “İstanbul’dan sokağımıza komşu geldin / Küçük yavrularının üstüne kol-kanat gerdin / Oğlanları kızlarından biraz fazla beslerdin / Ne cefakar komşumuzdun sen Münevver abla! / Makas ile, iğne ile kuyu kazardın / Dikiş makinenle sanki yarış ederdin / Para tren, sen hep istasyon olurdun / Ne kalender komşumuzdun sev Münevver abla! / Ayvalık’ta birçok kıza altın bilezik verdin / Bana üç saatte kaban, takım dikerdin / Nice şekilsiz vücutları manken ederdin / Ne büyük sanatkârdın sen Münevver abla! / “Ağlamakla, inlemekle ömrüm gelip-geçiyor!” şarkısını / Öyle içten söylerdin ki ben ezberledim / Acıları, dertleri kumaşlarla harman ederdin / Ne duygulu komşumuzdun sen Münevver abla / Duydum ki artık yorulmuş, hasta olmuşsun / Büyüttüğün kızların yuvasında şifa bulmuşsun / Asırlık ömründe yaşamla yoğrulmuşsun / Ne azimkâr insandın sen Münevver abla!”

24

“EFENDİM, BU DAHA ÇOCUK! HİÇBİR ŞEY BİLMİYOR!” DİYEN ŞEMSETTİN BEY’E KAYMAKAM TEK BİR CÜMLE SÖYLEMİŞTİ: “ÖĞRET O ZAMAN!” Süheyla hocanın yanından ayrıldıktan bir saat kadar sonra Cumhuriyet İlkokulu’nun hademesi eve geldi. Kaymakam Bey’in beni makamında beklediğini söyledi. Meğer hocam benim arkamdan doğruca kaymakamlığa gitmiş. Dönemin kaymakamı Ziya Eroğlu’na diplomaları imzalatırken ona benden söz etmiş. Bunun üzerine hemen Hükümet Konağı’na koştum. Kapısını çalıp odasına girdiğim Ziya bey babacan bir ses tonuyla, “Seni Milli Eğitim’de işe yerleştireceğim. Ama önce bana bir söz vermeni istiyorum. Çok çalışacaksın ve dürüst olacaksın! Anlaştık mı?” dedi. Ben söz verince gülümsedi: “Haydi git, göreve başla o zaman!” Görüyor musunuz, bir öğretmenin insanın hayatı/kaderi üzerinde ne kadar önemli bir rolü var? Milli Eğitim’in sekreter kadrosu yoktu o zaman. Hizmetli gösterilerek sekreterlik işine başlayacaktım. Amirimiz Şemsettin Solmaz’dı. Adamcağız karşısında küçük, sıska mı sıska bir kız görünce şaşırmış, soluğu kaymakamlıkta almıştı: “Efendim! Bu daha çocuk! Üstelik de hiçbir şey bilmiyor!” Kaymakam ise Şemsettin beye tek bir cümle söylemişti: “Öğret o zaman!” Şemsettin bey beni Remington marka daktilonun önüne oturttu. Gerçekten de daktilo kullanmayı bilmiyordum. Boş zamanlarımda alıştırma yapmaya koyuldum. Valilikten sekiz-on sayfalık tamimler gelirdi. Bunlar daktiloyla çoğaltılır, kasaba ve köylerdeki okullara dağıtılırdı. Son derece özenmeme rağmen ufak-tefek hatalarım olurdu tabii. Acemiydim sonuçta. Şemsettin bey hiç hata affetmez, bütün yazdıklarımı ‘cırt cırt’ yırtardı. İçim erirdi. Çok üzülürdüm. O vakit omzuma vurur, “Bak kızım!” derdi, “Sen şimdi bana içerliyorsun belki ama ne kadar çok yazarsan, harflerin yerini o kadar çabuk kavrar, daktiloyu da çabuk öğrenirsin.” Doğru söze ne denir? Şapka çıkarılır! Kızgınlığım geçerdi. Şemsettin Solmaz çevresinde aksi, sinirli bir adam olarak tanınıyordu. Kimsenin onun yanında üç aydan fazla çalışamadığı dedikodusu benim kulağıma da gelmişti. Oysa sadece işini layıkıyla yerine getirmeye çalışıyordu. İki satırlık bir metin bile olsa, doğru-düzgün yazılmasını çok önemserdi. Ona göre tapu veya vergi dairesinden hatalı yazıların çıkması affedilebilir bir şeydi. Ancak, “Burası Milli Eğitim’di ve en güzel, en örnek yazılar buradan çıkmak zorundaydı!” Bu nedenle kâğıdı daktiloya yerleştirirken sağ-sol, alt-üst boşlukları bile eşitlememi isterdi. Aslında son derece iyi ve saygıdeğer bir insandı. Üzerimde çok emeği vardır. O benim son öğretmenimdi diyebilirim… Birlikte çalıştığımız iki yılın ardından Kız Meslek Lisesi’nden gelen teklifi kabul ederek Bergama’ya gittim. Ayrılırken o da ağladı, ben de ağladım. “HİÇBİR AYRIM YAPMADAN TÜRK BAYRAĞININ DALGALANDIĞI HER YERDE GÖREVE HAZIRIM. KİMSENİN GİTMEK İSTEMEDİĞİ YERLERE BEN GİDEBİLİRİM.” Bergama bana iyi gelmişti. Hem maaşım daha yüksekti hem de derslere girmeme izin veriliyordu. İki yıl kaldığım Bergama’da evden uzaklaşmış, kişiliğimi geliştirmiş,


dışarıdan hazırlanarak ortaokulu bitirmiştim. İzmir’de PTT’nin açtığı santral memurluğu sınavına girdim. Kazanınca Ayşe abla Bergama’ya geldi. Tayinimi Ayvalık’a istersem bundan böyle bana kötü davranmayacağını, iyi geçineceğimizi söyledi. Kalktım, geldim. Dükkâna yakın büyük bir ev kiraladım. Birlikte yaşamaya başladık. Her türlü ihtiyaçlarını ben karşılıyordum. Ayşe abla söz verdiği gibi bana iyi davranıyordu. Fakat onu affedebilmem için çok geç kalmıştı. Zaten ben yirmi iki-yirmi üç yaşlarındayken de kansere yakalandı. Tedavi için onu İstanbul’a götürdüm ama kurtaramadık. Ayvalık’taki PTT’nin ilk kadın memuruydum. Doğrusunu isterseniz 1940-1950 yılları arasında iş yerlerinde kadınların çalışması yadırganır, hatta ayıplanırdı. Buna rağmen Ayvalık’ta başta kurukahveci Cemile hanım olmak üzere, Palabahçe ve Hal’de dört-beş çalışan kadın hatırlıyorum. Bu nedenle özellikle Çamlıklı hanımlar arar, beni tebrik ederlerdi. Santral manyetoluydu ve iki yüz seksen abonemiz vardı. PTT’de üç yıl çalıştım. O dönemde Alsancak Kız Enstitüsü’nü de dışarıdan bitirdim. İşimden memnundum ancak babam bir kere daha evlenmeye karar verince, yeniden bir üvey anneyle yaşamayı göze alamayacağımı anladım ve tayinimi Bursa’ya istedim. 1961’de gittiğim Bursa’da Öğretmen Okulu sınavlarına hazırlanırken Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’nun kapılarını enstitü çıkışlılara açtığını duydum. Sınavı kazandım. Bir yandan çalışıyor, bir yandan okuyordum. 1964 yılında okul bitti. Ancak PTT’den muvafakat yazısı bir türlü gelmiyordu. Bunun

‘Okul defteri’ kapanınca sıra evlendirilmeme gelmişti. Zor günler yaşıyordum ve elimden tutanım yoktu. Bildiğim tek şey evden uzak durmam gerektiğiydi. Mahallemizin terzisi Huriye hanımın yanına çırak girdim. Bir yıl onunla çalıştım. Sonra açılan kurslara katılmaya başladım. Öğrenmeye, bilgiye o kadar açtım ki! Tek eğlencem güçbela satın aldığım radyomdu. Radyo dinleyerek çok şey öğrendim ben.

üzerine bakanlığa şöyle bir yazı yazdım: “Hiçbir ayrım yapmadan Türk bayrağının dalgalandığı her yerde göreve hazırım. Kimsenin gitmek istemediği yerlere ben gidebilirim.” Benim dilekçe bakanlıkta, “İşte böyle idealist öğretmenlerimiz de var!” diye elden ele dolaşmış. Çok etkilenerek hemen evraklarımı düzenlemişler ve beni Erzurum’un Aşkale ilçesine vermişler. Bu arada ilçesinin öğretmen ihtiyacı için bakanlıkta bulunan Gediz Belediye Başkanı’na da dilekçemi göstermişler. Başkan çok duygulanmış ve “Bu öğretmeni biz istiyoruz!” demiş. Erzurum’un üstü çizilmiş, Kütahya-Gediz yazılmış. Bu olayı bana başkanın eşi anlatmıştı. Orada da üç yıl kaldım. Ardından Balıkesir’e atandım. 1985 yılına, yani emekli oluncaya kadar Balıkesir’de ve hep aynı okulda görev yaptım. Emeklilik sonrası boş zamanım çoktu. Topluma faydalı bir şeyler vermek amacıyla Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı bünyesinde çalışmaya başladım. 1990’da Balıkesir’de 10 yıl süren Giyecek Yardımı Kampanyası’nı başlattım. Türkiye genelinde 100 yoksul köye yardımda bulunduk. 10 yılda 100 bin giyim eşyası dağıttık. Kampanya büyük ses getirmiş, başarıya ulaşmıştı. 2000 yılında iç huzuruyla memleketime, Ayvalık’a döndüm. Armutçuk’taki evime yerleştim. Hasılı, zorluklar ve yokluklarla geçen yıllarımda bana el uzatan, beni yüreklendiren, destekleyen, takdir eden pek çok iyi insanla karşılaştım. Başarımı ve kişiliğimi onlara borçluyum. Nur içinde yatsınlar!

Gediz 1967, uygulumalı ders

İzmir ve Batman emniyetleri aracılığıyla Batmanlı çocukların dileklerini gerçekleştirdik ve onlara 100 çift ayakkabı 100 çift çorap ulaştırdık

-B

ir sabah Akşam gazetesinde bir haber okudum. Batman’da polise taş atan çocuklara, yörenin emniyet amiri ‘bir öğretmen gibi’ yaklaşmış, onlara davranışlarının yanlışlığını anlatmış, isteklerini ve sorunlarını dinlemişti. Çocuklar önce özür dilemiş ardından da amirden ayakkabı istemişlerdi. Çok etkilenmiştim. Batman emniyetini arayıp polisleri yaklaşımlarından ötürü tebrik ettim. Aradan bir ay kadar bir zaman geçmişti ki, bu kez Star gazetesinde çocukluğu yoksulluk ve sağlık sorunlarıyla geçen

başarılı iş adamı Mustafa Akkaşlı’nın öyküsüne rastladım. İzmir’de bir ayakkabı fabrikasının sahibiydi ve çevresinde yardımseverliğiyle tanınıyordu. Hemen kendisine ulaştım. Haberin fotokopisiyle birlikte Batmanlı çocukların dileklerini ilettim. Mustafa Bey telefon açıp da 100 çift ayakkabı vereceğini söylediğinde dünyalar benim oldu. İzmir ve Batman emmniyetleri aracılığıyla ayakkabılar çocuklara ulaştırılırken ben de 100 çift çorap ekledim. Bu olay beni en az giyim kampanyamız kadar mutlu etmişti.

25


Biraz Ondan Biraz Bundan ZEYNEP KAZANCIGİL zkazancigil@gmail.com

30

Gastronomi cenneti Ayvalık / İşin sırrı…

Ocak 1923’te Türklerin ve Rumların hayatını altüst eden ‘Türk ve Rum Ahalinin Mübadelesine Dair Mukavelename ve Protokol’ İsviçre’nin Lozan şehrinde İsmet İnönü ve Elefterios Venizelos tarafından imzalandı. Türk-Yunan halklarının mübadelesine ilişkin bu protokolle Anadolu’da yaşayan 1 milyon Rum’la, Batı Trakya’da ve Ege adalarında yaşayan 350 bin Türk, zorunlu olarak yer değiştirdi. Yani her iki taraf da doğdukları ve vatanları bildikleri toprakları siyasi bir kararla terk etmeye zorlandılar. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, Kurtuluş Savaşı ve ardından yeni çizilen sınırlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile başlayan dönemin siyasi zihniyetine göre, Türkler Türk yurduna, Yunanlılar Yunan yurduna dönmeliydi. Çünkü savaş, iki halkın arasına girmişti ve artık beraber yaşayamazlardı. Mübadele, ardında her iki taraf için de birçok acılı öykü bırakarak gerçekleşti. Çoğu ayrıldıkları topraklarından pek az şey getirebildiler. Yanlarına alabildikleri en değerli şey anılarıydı. Torunları anavatanlarında eski ata yurdunun öyküleriyle büyüdü. Bazıları o topraklara turistik geziler yaptılar. Büyükannelerininin, büyükbabalarının anlattığı çeşmeleri, evleri, ağaçları, sokakları buldular. Dönerken bir avuç toprağı, birkaç taşı anı olarak yanlarında getirdiler.

bir efsane şeklinde anlattığı çınar gibi sağlam kadınların öyküleridir aslında mübadele öykülerinin çoğu. Mübadele kadınları zorunlu olarak geldikleri bu topraklarda ailelerini bir arada tutmak, başarılı olmak ve kendi kültürlerini, geleneklerini sonraki kuşaklara aktarmak için mücadele ettiler. Peki kendi kültürlerini sonraki nesillere nasıl aktarabildiler? Elbette ki ‘mutfak kültürü’ aracılığıyla. Nesilden nesile geçen ve bugün hâlâ Ayvalık’ta aynı şekilde sürdürülen mutfak kültürü mübadillerin köklerine bağlılığın en önemli göstergesidir. Ayvalık’ta mübadillerin mutfak kültürü pek de değişmeden süregelir. Mutfak kültürü dendiğinde sadece yemek tarifleri olarak düşünmeyin. Mesela, hangi bayramlarda hangi yemekler yenir? Yılın hangi ayında, hangi otun zamanı gelmiştir? Bu ot yemeğinin yanına ne gider? Ne gitmez? Bir şerbetin, bir likörün, bir tatlının tarifi kadar yerinin ve sırasının nasıl olacağı da önemlidir. Doğumlar, ölümler, nikahlar, bayramlar… Her biri için hazırlanan yemekler farklıdır, hepsinin yerine göre yapılması önemlidir. İşte ancak bütün bu değerli bilgilerin sonraki kuşaklara aktarılmasıyla mutfak kültürümüz sürer.

Şimdi geriye dönüp baktığımızda, mübadelenin en önemli ve gizli kahramanı kimlerdir bilir misiniz? Kadınlardır…

Mübadele kadınları sadece mutfak kültürlerini aktarmakla kalmadılar. Kendi ninelerinden beri söylenen ninnileri, dedelerinden öğrendikleri öyküleri, tekerlemeleri, şarkıları, türküleri de bizlere aktardılar.

Vatan bildiği toprakları ailesiyle birlikte terk eden, çoğu eşini savaşta yitirmiş kadınlar mübadelenin bütün acılarını omuzlamışlardır.

Böylece doğdukları topraklardan yüreklerinde ve belleklerinde getirdiklerini sonraki nesillere neredeyse bir eksiksiz ulaştırdılar. Ve bu ancak kadınlar aracılığı ile yapılabilir.

Şimdi üçüncü veya dördüncü nesil mübadil çocuklarına sorun bir. Hepsinin aile hikayelerinde mutlaka bütün aileyi ayakta tutan, hiç görmedikleri topraklara göçmenin sıkıntılarına, yeni vatanlarına alışmanın binbir zorluğuna yılmadan direnen anneanneler, babaanneler, nineler vardır. Sonraki kuşakların

Bugün Ayvalık’In ‘gastronomi cenneti’ olarak nam salmasının ardında Giritli, Midillili, Boşnak, Selanikli mübadil ninelerimizin kendi geleneklerini sürdürme azmi yatar.

26

İşin sırrı, bugün ne yazık ki çoğu hayatta olmayan, mübadeleyi bizzat yaşamış ninelerimizde saklı...


YOLU AYVALIK’TAN GEÇENLER

BÜTÜN KÖRFEZ, KÜÇÜKTEN BÜYÜĞÜNE KADAR SOYU TEMİZ MİLLETİMİZİN EN ÖNÜNDE GİDEN FEDAKÂR VE MERT İNSANLARIYLA DOLUDUR

Y

olu Ayvalık'tan Geçenler'in bu bölümünü, Ayvalık’ın yakın geçmişinde farklı alanlardaki çok yönlü hizmetleriyle öne çıkan ve kentimizin gelişmesinde dikkate değer bir paya sahip olan Mehmet Nuri Özer’e ayırdık. Bu öncü insanı, daha çok gazeteci kimliğiyle anacağız.

Nuri Özer, 1948 yılında farklı bir işe el attı ve ‘Körfez’ adlı gazetesini çıkarmaya başladı. Söylendiğine göre, baskı makinesinin yuvarlak tahta tamburunu ceviz kütüğünden Edremit’te yaptırmış, geri kalan kısımlarını ise (alt tabla, demir raylar ve demir tekerlekler) İzmir’deki hurdacılardan sağlamıştı.

Nuri Özer 10 Aralık 1899 Karacabey/Tavşanlı Mahallesi doğumlu. Babasının adı Mehmet Ali, annesininki Hamide’ydi. Her ikisi de daha sonra hacca gitmiş ve hacı olmuştu. Nuri Özer’in kızkardeşi Münevvere ise henüz 15 yaşındayken vefat etmişti.

Nuri Özer’in elde kumpas, harfleri tek tek dizerek hazırladığı, ‘Siyasi-Ticari-Zirai Gazete’ Körfez’in ilk sayısı 8 Mart 1948 günü okurlarıyla buluştu. Dört sayfa olarak haftada iki gün (Pazartesi-Cuma) yayınlanıyordu. Fiyatı 10 kuruştu. Özer, yayın hayatı kısa sürse de, bizlere Ayvalık’ın 1940’lı yıllardaki siyasi, sosyal/ekonomik yaşamına ilişkin önemli ve ayrıntılı bilgiler veren gazetesinin amaçlarını ve yayın ilkelerini ilk sayısında şöyle özetlemişti:

İlk öğrenimini Karacabey Feyziye İlkokulu’nda tamamlayan Nuri Özer liseyi Bursa’da okudu. Başarılı bir öğrenciydi. Daha o yıllardan başlayarak her resmi törende kürsüdeydi ve kendi deyişiyle, “Şiirler söylüyor, hitabeler yapıyordu.” Nuri Özer, İkinci Dünya Savaşı sürerken iki dönem/dört kez orduda yedek üsteğmen olarak hizmet verdi. Görev yerleri Ayvalık’a yakındı. Bu nedenle yedek subay rütbesiyle terhis olunca Ayvalık’a gönderildi. Bir süre sonra belediye zabıta amiri olarak işe başladı. Bu görevdeyken, Belediye Başkanı Muhip Özyiğit’in desteğiyle, eski Kaymakam İbrahim Ethem’in bıraktığı yerden Ayvalık tepelerinin ağaçlandırılması çalışmalarına ağırlık verdi. Çam ağaçlarına duyduğu sevgi sonucu, Belediye Parkı’nda saksılar içinde binlerce çam fidanı yetiştirerek tepelere diktirdi. Bununla yetinmedi, bakımlarını da üstlendi. Korunmaları ve zarar görmemeleri için elinde zeytin ağacından bir sopayla çocukları uyardı; eşek ve keçileri bıkıp-usanmadan kovaladı. Nuri Özer, belediyeden ayrıldıktan sonra ticarete atıldı; tuzculuk ve tahıncılık yaptı. Aslında bu konuda geçmişten gelen bir tecrübeye sahipti. Askerliği sırasında atlı birliklerin ihtiyacı olan arpa ezme makinesini faaliyete geçirmiş, daha sonra bakla kırmayı çalıştırmış ve nihayet üretime paket tuzunu eklemişti. ‘Tuzcu Nuri’ adı da buradan geliyordu.

HAYAT DOĞUMLA BAŞLAR ÖLÜMLE BİTER. NE MUTLU Kİ BU ARADA TOPLUM VE İNSANLIĞA YARARLIK, HİZMET VE VEFADA BULUNANLARA...

“Mavi sularıyla kıyılarımızı tatlı öpücüklerle yalayan şirin Ege Denizi’mizin kolları arasında tabiatın özenip bezenerek işlediği süslü Körfez’in; kendi bünyesinden yaratılan ve bugün birinci sayısıyla saygıdeğer halkımızın eline sunulan Körfez gazetemiz, kayıtsız ve şartsız halkımızın gazetesidir. Körfez; bütün bir milletin malı olmakla beraber onun bekçileri, tertemiz insan topluluğu olan Körfezlilerdir. Al ve temiz bir kanla, anababa bir kardeş Türk diyarı, bütün Körfez halkı küçükten büyüğüne kadar soyu temiz milletimizin en önünde giden fedakâr ve mert insanlarıyla doludur. Bu gerçeği böylece teslim ettikten sonra: Körfez’imizi sayın milletimize sunarken esaslı bir programla halkımızın tam hizmetini görebilmek için donanımımızı ihtiyaca göre hazırlayarak bugün ilk sayısını neşrettik. Körfez yazı ailesi körfezin sevgi ve saygı ile karşıladığı yüksek zevattan şimdilik yedi değerli ve kültürlü arkadaşlardan toplanmıştır. ÖZELLİKLE KÖYLÜ KARDEŞLERİMİZİN BİLMEDİKLERİ HUSUSLAR KÖRFEZ SÜTUNLARINDA AYDINLATILACAKTIR Bu aile camiası daha da genişleyecek ve bugün dört sahife olarak haftada iki gün (Pazartesi-Cuma) çıkacak olan Körfez’imiz, halkımızın sevgi ve öz malı benimsemesinden kuvvet alarak sayfalarımızı daha fazlaya ve yayın günlerimizi de çok günlere çıkarmaya çalışacağız.

27


Nuri Özer’in 1946 yılında Ayvalık’ta oğlu Kayahan Özer’e hitaben ‘Kaya’nın Kılavuzu’ başlığı altında yazdığı ve “Kaya, Yavrucuğum… Dikkatle oku!” diyerek noktaladığı anılarından bazı sayfalar…

Verilen sözün taahhüte çevrilmesinin ne derece güç bulunduğunu ve ne ağır şartlar altında Körfez’imizi sizlere takdim ettiğimizi lütfen siz takdir buyurunuz. Körfez çok sakin, alçakgönüllü ve okuyucularının en çok sosyal, ticari, sınai, zirai, sıhhi ihtiyaçlarıyla meşgul olacaktır. Sosyal girişimler; değerli sosyologlarımızın kalemlerinden çıkmış her aile ve bireyin ana terbiye, kişisel ve toplumsal esasları üzerinde muhtelif konularla bezenmiş sütunlarla sunulacaktır. Ticari işlerde Körfez’de ticaret hareketleri, ticaret durumu ve sorunları; Edremit, Burhaniye, Ayvalık ve Dikili iskelelerinden giriş ve çıkışlar her tüccarı ilgilendirecek yazılarla süslü bulunacaktır. Sanayi girişimlerinde; sanayi kuruluşlarının tam verimli hareketlerini ilgilendirecek ve özellikle bunların gelişim ve durumları hakkında onların dertleriyle birlikte yuvarlanarak en kısa yoldan bu hayat damarlarının korunması ve yeni teknik usulleriyle yavaş yavaş donanmış olmalarına ilişkin yetkili kalemlerden alınmış bilgiler vardır.

Sağlık konularına gelince; bunlar iki bölüm olacaktır. Birisi insan sağlığı, diğeri de çiftçimizin dört gözle üzerine titrediği hayvanının sağlığıdır. Bunlardan başka bir de yetkili hukukçu arkadaşlarımızın köşesi vardır. Bu köşede hukuki ve bilimsel konular önemle ele alınacak ve halkımızın bilgisine sunulacaktır. Köycülük esası üzerinde gösterdiğimiz titizliği Körfez’i okudukça siz de takdir edeceksiniz. Şen fıkralarımız ve bilhassa terzilik ve nakış işleri üzerinde uzmanlarımızın yazılarının genç kızlarımız için çok yararlı olacağına şimdiden eminiz. Son söz: Halka hizmet ilkesini belli-başlı ana ilke kabul ederek tertemiz bir düşünce ile sunduğumuz Körfez’inizde ne bir vatandaşın şahsına ve ne de şuraya-buraya sataşma ve saldırıda bulunulacaktır. Kayıtsız ve şartsız doğruca halkımızın gazetesi olan Körfez ailesi karşısında her Türk saygı gösterilecek mevkidedir. Ancak Körfez ailesi bu kadar içten, samimi ve sıcak duygu ile halk hizmetini kendi işi olarak kabul ederek bir hayli feragat ve fedakârlıkta bulunurken, artık ne bileyim, gerek Körfez’e ve gerekse onun yazı ailesine söylenecek herhangi haksız bir olumsuz söz karşısında da harekete geçecek masamız mevcuttur.

Tarım sütunlarımızda; zeytin, bağ, bahçe, yemiş, palamut, arıcılık ve diğer topraktan yetişen ürünlerimizin bilimsel esaslar dahilinde ve daha verimli olarak gelişimine ilişkin yazılar düzenli yer alacak ve özellikle köylü kardeşlerimizin bilmedikleri hususlar Körfez sütunlarında aydınlatılacaktır.

Hayat doğum ile başlar ölüm ile biter. Ne mutlu ki bu arada toplum ve insanlığa yararlık, hizmet ve vefada bulunanlara...

BİLHASSA TERZİLİK VE NAKIŞ İŞLERİ ÜZERİNDE UZMANLARIMIZIN YAZILARININ GENÇ KIZLARIMIZ İÇİN ÇOK YARARLI OLACAĞINA ŞİMDİDEN EMİNİZ

KÖRFEZ, CHP’NİN DÜŞÜNCE VE İLKELERİNİ SAVUNAN BİR GAZETEYDİ

28

Körfez, Körfezlilere ve bütün millete hayırlı ve faydalı olsun.”

Körfez yayına başladığında, Türkiye çok partili hayata adım atmıştı. 7 Ocak 1946’da kurulan Demokrat Parti giderek güçleniyordu. Avni Baskın’ın Cumhuriyet’le yaşıt ‘Ayvalık’ gazetesi safını belirlemişti ve DP yanlısı bir siyaset izliyordu. Bunun üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi de sesini duyurabilmek amacıyla bir gazete arayışına girdi. Gözler, doğal olarak, aynı zamanda CHP’li olan Nuri Özer’e ve gazetesi Körfez’e çevrildi. İlk iş olarak CHP Balıkesir İl İdare Kurulu Başkanı, Körfez’in desteklenmesini istedi. Ayrıca CHP Genel Sekreterliği’ne Ayvalık’tan bir yazı gönderildi. Yazıda, Körfez’in zor ekonomik koşullarda çıkarıldığı belirtilerek, Ayvalık ve Balıkesir çevresinde, içinde bulunulan siyasi durum gereği, CHP’nin düşünce ve ilkelerini savunan önemli bir yayın olan gazetenin parti tarafından desteklenmesi gerektiği vurgulandı. Bir yandan da, teşkilatların gazeteye resmi, ticari, sınai özel ilan ve reklamlar vermesi önerildi. Bu aşamada, maddi durumu elveren partililerden bazıları gazeteye abone oldu.


Ayvalık CHP İlçe Başkanı Nejat Sarlıcalı da boş durmadı. CHP Genel Sekreterliği’ne, Nuri Özer’in çevresinde tanınmış bir insan ve partinin faal bir üyesi olduğu bilgisini iletti. Gazeteyi çıkarabilmek için kişisel çabalarıyla ilkel ve yerli malzemeyle bir baskı makinesi yaptığını hatırlattı. Sarlıcalı’ya göre, Körfez gazetesi yayına başlamasıyla birlikte, CHP yanlısı fikir ve yazılarıyla partinin ilkelerinin savunulmasında çaba harcamış ve DP muhalefetinin büyümesine engel olmuştu.

19 Haziran 1931 - Sefa çamları altında...

NURİ ÖZER, KIZILAY AYVALIK ŞUBESİ’NİN BAŞKANLIĞINI DA YAPTI Ne var ki, CHP Genel Sekreterliği’nden talep edilen yardım gelmedi. Körfez, içinde bulunduğu güçlüklere daha fazla dayanamayarak okurlarına veda etmek zorunda kaldı. Gazetenin hangi tarihe kadar yayınlandığı tam olarak bilinmiyor. Ulaşılabilen son sayısı 13 Mayıs 1952 tarihine ait. Ancak bu sayıda, ‘son sayı olduğuna’ ilişkin herhangi bir bilgi verilmemiş.

4 Aralık 1929 - Çamlık Yolu

40’lı yılların ortalarında Ayvalık’ta hizmete giren 50 kapasiteli ve manyetolu santralın alınmasında etkin bir rol oynayan ve Kızılay Ayvalık Şubesi Başkanı olarak, özellikle 6 Ekim 1944 depremi sonrası yaşanan sıkıntıların giderilmesi için yorulmak bilmeden çalışan ‘çok yönlü insan’ Nuri Özer 1952 yılında hayata gözlerini yumdu. Adı Çamlık-Laka’daki bir caddede yaşatılıyor olsa da, günümüzde giderek gündemimizden çıkan ‘vefa’ duygusunun insan yaşamındaki en önemli değerlerden biri olduğu inancıyla derlediğimiz bu anma yazısını, Ahmet Yorulmaz’ın yıllar önce gazetesi Türk Dünyası’nda dile getirdiği bir öneriyle noktalamayı uygun buluyoruz: “Siz, küçük küçük tepelere yaslanmış Ayvalık’ı ağaçsız, özellikle çamsız düşünebilir misiniz? Hayır mı? Şu halde, bunları yetiştiren ‘Büyük Adam’ın, Nuri Özer’in büstünü kentin uygun bir yerine hemen dikelim!”

KAYNAKÇA

-Göktuğ İpek, ‘Ayvalık’ta Sosyal ve Siyasi Hayat (1940-1950)’, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Biilimler Enstitüsü-Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 2016 -Ahmet Yorulmaz, ‘Kimler Geldi, Kimler Geçti Ayvalık’tan…’, Geylan Kitabevi, 2004 -Körfez, Ayvalık ve Türk Dünyası gazeteleri -Nuri Özer’in oğlu Sayın Kayahan Özer ile özel görüşme

Nuri Özer’in 1954 yılı ortalarında ortaokulu bitirip Ayvalık’tan ayrılan oğlu Kayahan Özer, çocukluk günlerinde, Körfez gazetesinin katlama, adres kağıdını takma ve abonelere dağıtma işlerinde babasına yardımcı oluyor; kendi deyişiyle, “Çoğu geceler eve babasının kucağında ya da sırtında gidiyordu.”

29


Akademik Bakış Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com

Ayvalık her zaman ilklerin şehri olmuştur

B

ugün masamda ‘Ayda Bir Ayvalık’ dergisine yeni yazım ile ilgili iki güncel konu var. Hangisini önceleyeceğimi bilemedim. Birinci konu, 1-3 Kasım 2017 tarihlerinde Ankara’da toplanan ve benim de katkı verdiğim 3. Turizm Şurası ve sonuçları. İkinci güncel konu ise 3-5 Kasım 2017 tarihlerinde Ayvalık’ta 13.’sü yapılan Zeytin Hasatı Etkinlikleri’dir. Ben, yerel ve katma değeri yüksek olması nedeniyle Zeytin Hasatı Etkinlikleri’ni tercih ediyorum. Bir sonraki sayıda ise 3. Turizm Şurası ve sonuçlarına yer vereceğim.

Odası yönetimine hem de üreticilere moral verdi. Zeytinyağı Pazarı’ndaki stantları tek tek dolaşan Hisarcıklıoğlu, her stantta firma yetkilileriyle hatıra fotoğrafı çektirmeyi de ihmal etmedi. Daha sonra Ayvalık Belediyesi Başkanlık binasına geçen Hisarcıklıoğlu, yaklaşık 4 yıl önce Ayvalık Ticaret Odası Başkanlığı’nın yanı sıra Türkiye Ticaret Odaları Konseyi Başkan Yardımcılığı görevini de yürüten eski mesai arkadaşı Belediye Başkanı Rahmi Gençer ile bir süre sohbet ederek, gelinen noktayı ve başarıyı kutladı. Ardından Ticaret Odası’nın Duyusal Analiz Laboratuvarı’na geçti, burada Zeytinyağı Tadım Uzmanı Suzan Kantarcı Savaş’ın öncülüğünde Ayvalık Belediyesi, Ayvalık Ticaret Odası işbirliği ile organize zeytinyağı tadımı yaptı. ATO’da zeytin sanayicileri, sektör edilen 13. Ayvalık Uluslararası Zeytin Hasat Günleri, ‘Ulusal temsilcileri, TOBB’a bağlı Edremit Körfez ilçeleri oda başkan Değer Zeytinyağı, Küresel Hedef Bütün Dünya’ sloganıyla ve yöneticileriyle bir araya gelerek, bu başarının daha da 3 Kasım günü Cumhuriyet Meydanı’na ‘Zeytine Minnet’ ileriye taşınması noktasında görüşlerini dile getirdi. Başkan yürüyüşüyle başladı. Zeytin Hasat B. İbrahim Kantarcı konuşmasının Günleri öncesinde Cumhuriyet Meydanı sonunda Rıfat Hisarcıklıoğlu’ndan ile trafiğe kapalı cadde Talatpaşa’da Ayvalık’a bir okul yaptırmasını talep etti Ayvalık zeytinyağının kurulan çadırlardaki stantlara ve talebi ilgi gördü. markalaşmasında Hasat vatandaşlar yoğun ilgi gösterdi. Açılış konuşmasında, “Ayvalık’ın turizmin Bu noktada yapılması düşünülen Günleri’nin katkısı çok büyük. yanı sıra zeytin ve zeytinyağı ile öne okulla ilgili bir önerim var. Bu lisenin Bir gelecek vizyonu olarak 2005 çıktığını” savunan ATO Başkanı B. adı ‘Ayvalık Zeytincilik Lisesi’ olsun. yılında dönemin Ticaret Odası İbrahim Kantarcı, “Ayvalık iki önemli Hisarcıklıoğlu, Ayvalık’ta yeni bir lise gelir kaynağına sahiptir. Her ne kadar yapılmasına katkı vereceklerini ifade Başkanı iken Hasat Günleri’ni öncelik zeytinyağındaymış gibi görünse ettiğinde, “Bu lise acaba ‘Ayvalık başlatan ve şu an Ayvalık de, turizm gelirleri ilçe ekonomisi için Zeytincilik Lisesi’ olabilir mi?” diye o Belediye Başkanı olan Rahmi daha yüksek bir ivme çiziyor. Bundan an düşünmüştüm! Bu liseye sadece bir Gençer’i, ortaya koyduğu bu da anlaşılıyor ki, Ayvalık’ın üst kimliği okul binası olarak bakmamak gerekir. zeytin ise ‘Amiral Gemisi’ de turizmdir” Hem bölgenin önemli bir katma değeri öngörü ve katkılarından dolayı dedi. Ayrıca Kantarcı, “Bu kapsamda olan zeytin ve üreticilerine önemli bir kutlamak gerekir. bu yıl 13.’sünü düzenlediğimiz Hasat katkı sağlayacak hem de bilimsel bir Günleri’nin iki temel hedefi var. Birincisi, öğretimin temelleri lise düzeyinde atılmış Ayvalık’ın dünyaca ünlü zeytin ve olacaktır. Bu projeyi, içerisinde modern zeytinyağının kalitesine yeni pazarlar ve son teknoloji ile donatılmış tahlil açılmasını sağlamak; ikincisi de ulusal ve uluslararası laboratuvarlarından tutun da sektörel işbirliğine kadar gidecek alanlarda zeytin ve zeytinyağı tüketimini arttırmak” diyerek bir yol haritası olarak düşünmek gerekir. hasat etkinliklerini başlattı. Araştırdığım kadarıyla Türkiye’de böyle bir lise yok. Ancak, bazı yörelerde meslek liseleri, teknik liseler, Anadolu meslek ‘Zeytinyağı Pazarı’nın açılmasından sonra sektörel panel bu yıl ilk defa bir köyde (Akçapınar) yapıldı. Panelin ana konusu, liseleri ve Anadolu teknik liselerinin gıda teknolojisi alanında ‘Kaliteli Zeytinyağı Üretimi ve Markalaşmanın Önemi’ydi. ‘Zeytin İşleme’ diye bir dalı var. Yani Türkiye’de bu isimde Hasat Günleri’nin 3. gününde de ‘Ulusal Değer Zeytinyağı, kurulan başlı başına bir lise yok. Ancak, Ayvalık her zaman Küresel Hedef Bütün Dünya’ başlıklı panel düzenlendi. ilklerin şehri olmuştur. Neden olmasın! Ayrıca Ayvalık’ta Sektör temsilcileri ve halk bu panele de yoğun ilgi gösterdi. Turizm Meslek Lisesi var, Güzel Sanatlar Lisesi var, Denizcilik Panelde ayrıca ‘Ayvalık Lezzet Noktaları’ yarışmasında Lisesi var. Zeytincilik lisesi de kurulabilir. Kaldı ki bu liseden dereceye giren restoran, tost büfesi, kafeterya ve yerel mezun olan öğrenciler; Balıkesir Üniversitesi Edremit mutfak temsilcilerine ödülleri verildi. Daha sonra, Belediye Meslek Yüksekokulu, Zeytincilik ve Zeytin İşleme Teknolojisi Başkanı Rahmi Gençer’in hayata geçirdiği en önemli sosyal bölümünde de eğitimlerine devam edip, mezun olduklarında projelerden biri olan Zeytin Çekirdekleri, panele katılanlara tekniker olarak ‘ara eleman’ sıfatıyla sektörde yerlerini ilginç bir koreografi eşliğinde konser verdi. alabilirler. Şehrin karar alıcıları, STK’lar ve Ticaret Odası acaba bu fikre ne der? Şenliğin son gününde, TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu sürpriz bir ziyaret gerçekleştirerek Ayvalık’a geldi; hem Ticaret Turistik kentimiz Ayvalık aynı zamanda ülkenin en önemli

30


zeytin/zeytinyağı merkezlerinden biri... ‘Coğrafi İşaretli’ Ayvalık zeytinyağının ünü, son yıllarda sınırları zorluyor ve dünyada da adından söz ettiriyor. Bu gelişmede Ayvalık Ticaret Odası’nın üstlendiği öncülük görevi önemli. Zeytinyağı denince akla ilk ‘Ayvalık’ geliyorsa bunun arkasında büyük emek ve çaba var. Bu markalaşmada, bu yıl 13. kez uluslararası boyutta gerçekleştirdiğimiz Hasat Günleri’nin katkısı çok büyük. Bir gelecek vizyonu olarak 2005 yılında dönemin Ticaret Odası Başkanı iken Hasat Günleri’ni başlatan ve şu an Ayvalık Belediye Başkanı olan Rahmi Gençer’i, ortaya koyduğu bu öngörü ve katkılarından dolayı kutlamak gerekir. Yapılan Hasat etkinliklerinin sonucuna bakarak benim bu noktada birkaç önerim olacak. Birincisi, alınan ‘Coğrafi İşaret’ belgesinin acilen uluslararası boyuta yani Avrupa Birliği standartlarına taşınması gerekiyor. ATO bu çalışmayı başlattı, hatta sonuçlanmak üzere... Eğer AB’den coğrafi işaret tescili alınırsa, Ayvalık zeytinyağının dünyada bilinirliği artacak, zeytinyağı bir dünya markası olacak ve uluslararası pazarlara girişi kolaylaşacak. Bu daha fazla üretim ve daha fazla döviz anlamına geliyor. Sonuçta hem üretici hem de Türkiye kazanacak. İkincisi, Ayvalık’taki üreticilerin dolayısıyla Ticaret Odası’nın AR-GE çalışmalarına daha çok önem vermesi ve mutlaka bir bütçe ayırması gerekiyor. Çünkü, artık uluslararası pazarda daha güçlü aktörler rakibimiz olacak. Üçüncüsü; mutlaka üreticilerin yani şirketlerin bir yurt dışı pazarlama birimi kurmaları şart. Bu noktada belki 2-3 firma bir araya gelerek bu birimi kurabilir. Bu birim aynı zamanda şirketin/ şirketlerin ‘uluslararasılaşmasını’ da sağlayacaktır. Dördüncüsü, ihracata yönelik teşviklerin, sübvansiyonların ve yasakların bire bir takip edilmesi; varsa devlete ait teşviklerin şirketlere yönelik kullandırılmasının sağlanmasıdır. Beşincisi ise, bu hasat etkinliğinin mutlaka turizmle desteklenmesidir. Her yıl yenilenen ve bölgede farkındalık yaratan etkinlik aynı zamanda ulusal ve uluslararası görsel ve yazılı basında yörenin de tanınmasına önemli katkı sağlamaktadır. Seneye görüşebilmek dileğiyle… Sağlıcakla kalın…

Emine Alışık çok yönlü bir sanatçı… Resmin yanı sıra şiire, tiyatroya, sinemaya da kayıtsız kalamamış. Ortaköy’de atölye açtığı yıllarda Oda Tiyatrosu’nda oyunculuğa başlamış. Sonrasında reklam filmleri ve dizilerde görünmüş. Yönetmenliğini Çağan Irmak’ın yaptığı ‘Kabuslar Evi’ ile Osman Sınav’ın ‘Pars’ isimli polisiye-gerilim türündeki filmlerinde rol almış. Belediye kültür merkezlerinde ve çeşitli ilkokullarda resim kursları vermiş. İstanbul Lions Kulüp bünyesinde birçok kültür-sanat etkinliğinde görev almış ve zihinsel engelli çocuklar için düzenlenen sosyal projelere katılmış. Artık yayınlanmayan Mansion Guide dergisinde her ay bir sanatçıyla söyleşiler gerçekleştirmiş. ‘Ayvalık’ın ilk kadın ressamı’ olarak nitelendirilen Emine Alışık’ı Talatpaşa Caddesi 1. Aralık’taki atölyesinde ziyaret ettik. Kasım ayı sonlarında İstanbul Nişantaşı’nda açılacak karma sergide yer almaya hazırlanıyordu ve doğal olarak ‘sevinçli bir telaş’ içindeydi.

AYVALIK, İSTANBUL’DAN HEMEN SONRA GELEN BİR KÜLTÜR-SANAT MERKEZİDİR

S

GÜLBENİZ ŞENTAY

ayın Emine Alışık, sizden kısa bir özgeçmiş alabilir miyiz?

-1959 yılında Ayvalık’ta dünyaya geldim. İlk-orta ve lise eğitimimi Ayvalık’ta tamamladım. Mezuniyetin ardından bir süre bankacılık sektöründe çalıştım. Bir yıl kadar da Açık Öğretim’e devam ettim. Sonra aynı zamanda okul arkadaşım olan Ayhan Alışık’la evlendim. Biri kız, ikisi erkek üç çocuğumuz oldu. Onları büyüttüm. Kendime zaman ayırabildiğim zamanlarda da resim yaptım. Resimle ilginiz oldukça eski o zaman? -Her çocuk gibi küçükken ben de resim yapmayı severdim. Ama bu konuda yeteneğim olduğu ortaokul sıralarında ortaya çıktı. İlk sergimi 1992’de açtım. İkinci kişisel sergim 1996 yılında Cunda’daki restoranımızda gerçekleşti. Sergiye lisedeki resim öğretmenim Yılmaz Gültekin de gelmişti. Resimlerimi görmüş ve atölyesine devam etmemi ısrarla istemişti. Nur içinde yatsın, çok sevilen, iyi bir öğretmendi. Sakin bir insandı. Huzur dolu bir anlatımı vardı. Verdiği her şeyi çok rahat alırdınız. ‘Minerva’ (Etrüsk mitolojisindeki hikmet, akıl, savaş, sanat, okul ve ticaret tanrıçası) adını verdiği atölyesinde birlikte epey yol kat ettik. Fakat bulunduğum noktayı yeterli görmüyordum. İzmir’e gitmeye karar verdim. Önüme daha farklı ufuklar açabileceğini düşündüğüm

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi öğretim üyelerinden Mehmet Boztaş’ın atölyesine devam etmeye başladım. Aynı zaman diliminde Cunda’da atölyemi açtım. Bir yandan resim yapıyor bir yanda da İzmir’e gelipgidiyordum. 2004 yılında İstanbul’a yerleştim. Atölyemi Ortaköy’e taşıdım. Kış boyunca kaldığım İstanbul’da aralıksız üretiyordum. Yazın Ayvalık’a geliyor, çalışacak bir mekân buluyor ve yine resim yapıyordum. Sanırım o yıllarda Ayvalık’ta resim öğretmenliği yapan ressam Mustafa

31


“K

urs vermeye 1998’de başladım. Oğlumun vefatı sonrası biraz ara vermiştim. Burada da güzel sanatlar akademilerine girmek isteyen öğrencilerim var. Onlarla daha teknik çalışıyoruz. Hobi amaçlı kurs görenlere kısa bir temel eğitim veriyor ardından akrilik, yağlıboya çalışmaya geçiyoruz. Haftada iki gün atölyeye geliyor, ayda sekiz saat ders görüyorlar. Altı-yedi yaştan itibaren her yaş grubu kurslara katılabiliyor.”

Rüçhan’la da ortak çalışmalarınız oldu? -Evet! Rahmetli Mustafa Rüçhan eşimin yakın arkadaşı, geçen yıl kaybettiğim oğlum Olgay’ın da öğretmeniydi. Son derece duygusal, iyi bir insandı. Cunda’da ve İstanbul Asmalımescit’teki atölyesinde bir araya gelir resim, sanat üzerine uzun uzun konuşurduk. Bu sohbetlerimize Muzaffer Akyol hocamız da katılırdı. Bir ara Mustafa Rüçhan’ın Cunda Hayat Bahçesi’ndeki (pansiyon) atölyesinde ortak yağlıboya peyzaj çalışmaları yaptık. Büyük ebatlı resimlerdi bunlar. RESİM, TUVALİ ÖNÜNÜZE ÇEKİP FIRÇAYI ELİNİZE ALMAKLA OLMUYOR. BEN HOCALARIMDAN ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM Resim anlayışınızı, geçtiği süreçleri ve hangi teknikleri kullandığınızı söyler misiniz? -Profesyonel anlamda resim yapmaya başladığımda tuval üzerine kumaş boyalarıyla minik minik desenler çiziyordum. Derken yağlıboyaya geçtim. Otantik havasıyla beni fazlasıyla etkileyen Ayvalık ve Cunda sokaklarını çalıştım. Hatta Bergama Sanat Galerisi’nde bu resimlerimi sergilemiştim. Ne yazık ki sergimdeki yirmi beş tablo garip bir şekilde ortadan kayboldu! Birileri toplayıp götürmüş. Ne resimleri, ne de onları alıp götürenleri bulduk. Bu olay basına da yansımıştı. Sonradan Almanya’ya gönderildiklerini duydum. Bir süre Ayvalık sokaklarına ara verip oto portreler yaptım. Örneğin Türk sinemasının usta oyuncularını resimledim. Portreleri soyut figürler izledi. Epeydir abstract (Doğada var olan nesnelerin yerine sanatçının hayal gücüyle ortaya çıkan varlık ve nesnelerin öznel bir biçimde resmedilmesi) çalışıyorum. Yani karakalemden başlayarak bütün teknikleri kullandım. Hemen bir

32

parantez açıp şunu da eklemeliyim ki resim, tuvali önünüze çekip fırçayı elinize almakla olmuyor. Ben hocalarımdan çok şey öğrendim. Bununla birlikte resim, resim felsefesi, sanat tarihi üzerine çok araştırma yaptım. Çok kitap okudum. Bir anlamda kendi kendimi yetiştirdim. Kendinizi en iyi ifade ettiğiniz renkler hangileri? -Mor, siyah ve kırmızı! Bir röportajınızda 2000 yılındaki çalışmalarınız için, “Resimlerim hayal ürünü!” diyorsunuz. Asla satmadığınız bu resimler koleksiyonunuzda duruyor. Nasıl bir dönemdi bu? -O resimleri oğlum Olgay’ın hasta olduğu günlerde yapmıştım. Ağrıları o kadar şiddetliydi ki yere çöker, başını iki elinin arasına alır, acısının dineceği anı beklerdi. Onun hastalığı karşısındaki çaresizliğimi, yaşam ve ölümü anlatmaya çalıştığım resimlerdi bunlar. Evet, koleksiyonumda duruyorlar. Hiçbirini satmıyorum! Bugüne kadar yurt içinde ve yurtdışında on altı kişisel sergi açtınız. Pek çok karma sergiye katıldınız. Biraz da onlardan söz eder misiniz? -Ayvalık başta olmak üzere İstanbul, Ankara, İzmir, Çanakkale, Bursa, Eskişehir, Trabzon, Bodrum ve Bergama’da resimlerim sergilendi. Avusturya, Macaristan, İsviçre, Hollanda gibi pek çok ülkede açılan sergilere katıldım. Yanı sıra Mısır Kültür Derneği’nin sergi organizatörüydüm. Türkiye’deki resim yarışmalarında ödül alan çocukları aileleriyle birlikte Mısır’a gönderiyorduk. Kısacası Mısır’la ilgili epey proje yaptım. Ayrıca orada bir de kişisel sergi açtım. On altı yıldır düzenlediğim ve yurt içinden olduğu kadar yurt dışından da pek çok


sanatçının eserlerinin yer aldığı ‘Ege Rüzgârları’ sergisi gelenekselleşti. Her yıl Midilli’ye gidiyoruz. Çalıştayımızı da orada yapıyoruz zaten. Türk-Yunan dostluğunu perçinlemeyi amaçlayan sergi Yunanistan’ın bütün kentlerini dolaşıyor. Uçak fobim olduğu için bütün sergilerime katılamıyorum. Karayoluyla gidebileceğim yerlere gidiyorum, diğerlerine resimlerimi gönderiyorum. SON SERGİM ASLINDA OĞLUNU KAYBEDEN BİR ANNENİN SESSİZ ÇIĞLIKLARINDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL! Son iki serginiz oldukça ses getirdi. Oğlunuzun anısına açtığınız ‘Allak Bullak’ ve öncesindeki ‘Bir Nefes Gibi’ sergileri hayli ilgi gördü. Bu arada, 24 Kasım’da İstanbul’da bir karma sergiye katılacağınızı da biliyoruz. Üretken bir dönemden geçtiğiniz kesin... Çekilen acının üretkenliği arttırdığı söylenir. Öyle mi gerçekten? -Bilmiyorum! Bildiğim tek şey sadece resim yaparken beynimin biraz durulduğu… Bütün hayatım resim oldu! O olmasaydı ne yapardım, hiç fikrim yok! Şöyle bir yarım saat, bir saat kendimle baş başa kalsam delirecek gibi oluyorum. Ama boyalar, renkler bir an için sizi alıp bir yerlere götürüyor. Birkaç saatliğine unutmak istediğiniz ne varsa unutuyorsunuz. “İyi ki resim var!” diyorum. Her gün ama her gün bu söz ağzımdan çıkıyor. Allah geride kalan evlatlarıma uzun ömür versin! O kadar zor ki! Son sergim aslında oğlunu kaybeden bir annenin sessiz çığlıklarından başka bir şey değil! Boyalarla kavga ederek, dökerek, fırlatarak yaptığım isyan resimleri allak-bullak olan ruh halimin bir yansıması diyebilirim. Bir Nefes Gibi ise Fransız, Yunan, Alman ve Hintli sanatçı arkadaşlarımın eserleriyle acımı paylaştıkları bir karma sergi oldu.

Bundan böyle İstanbul’da Devlet Güzel Sanatlar Müdürü Sayın İlhan Aktürk’le sanatsal faaliyetlerinize devam edeceğinizi açıkladınız. Sanat yaşamınıza artık İstanbul’da mı devam edeceksiniz? -Hayır! On sekiz yıldır bir hafta Ayvalık’ta, bir hafta İstanbul’da kalarak çalışmalarımı sürdürüyorum. Yine öyle olacak. Çünkü İstanbul’daki dostlarımdan ve sanat çevresinden kopmak istemiyorum. İlhan Aktürk arkadaşımla birlikte sanatsal etkinlikler, kişisel ve karma sergiler düzenleyebileceğimiz bir yer kiraladık. Yıllardır akademik eğitim almamama rağmen Marmara ve Mimar Sinan üniversitelerine çok öğrenci yetiştirdim. Yeni yerimizde de güzel sanatlar akademilerine öğrenci hazırlayacağız. Ayrıca kapılarımızı genç sanatçılara açarak onları yüreklendireceğiz. Ancak bir ayağım elbette yine Ayvalık’ta olacak. Çünkü Ayvalık’tan vazgeçemem. Sonra? Öğrencilerim var. Onlardan da vazgeçemem.

“R

esim yapmaya başladığım ilk yıllarda basın benden Ayvalık’ın tek kadın ressamı olarak söz ederdi. Bugün geldiğimiz nokta çok sevindirici. Ayvalık’tan Fikret Mualla, Orhan Peker gibi ustaların yolu geçmiş; iz bırakmışlar, hocalık yapmışlar. Ayvalık için büyük bir şans olmuşlar. Yıllar önce kurduğumuz AYKÜSAD her geçen gün daha güzel işlere imza atıyor. Onlarla gurur duyuyorum. Müzik akademisiyle, tiyatrolarıyla, renkli etkinlikleriyle Ayvalık çok hoşuma gidiyor. Daha da iyi olacak inşallah! Bana sorarsanız Ayvalık, İstanbul’dan hemen sonra gelen bir kültür-sanat merkezidir.” 33


HATIRA DEFTERİ Ahmet Yorulmaz’ın çıkardığı haftalık ve ‘tek yapraklık’ Türk Dünyası gazetesi, ömrü kısa sürse de, Ayvalık’ın özellikle 1960’lı yılların başlarındaki sosyal ve ekonomik yaşamına ilişkin değerli bir kaynak...

1961 YILI HAZİRAN AYINDA, AYVALIK’TA NELER YAŞANDI? AYVALIK’TA TEK TRAFİK POLİSİ VARDI, O DA ERDEK’E GİTTİ! İlçemizin tek trafik polisi, geçici bir zaman için Erdek Emniyet Amirliği’nde görevlendirilmiştir.

Gençlik Kulübü idarecileri Yunan kulubüne ve bu karşılaşmaya müsaade istihsali gayesiyle de Futbol Federasyonu’muza telgraf çekmişlerdir.

Pek çok yabancının Erdek’i ziyaret etmekte bulunduğu mucip esbebiyle trafik polisinin muvakkaten de olsa buradan alınarak başka bir yere verilmesi ‘isabetsiz bir iş’ olarak tavsif edilmek lazımdır. Bu işi yapanlara soruyoruz? Ayvalık’a yabancılar ve otomobilli turistler gelmiyor mu ki, bu polis Erdek’e verilmiştir?

17 yaşında gencecik bir öğretmenken kaleme almaya başladığı ‘köy notları’nın’ kitap haline getirilip 1950 yılında ‘Bizim Köy’ adıyla basılmasıyla birlikte ‘Köy Edebiyatı’ akımının da temellerini atan yazar, şair ve öğretmen Mahmut Makal, kitabının yayınlanmasından 11 yıl sonra Ayvalık’a gelmişti.

KARAYOLLARI KAMPI AÇILIYOR Hatırlanacağı üzere daha evvelki sayılarımızda, Karayolları İdaresi’nin, personelinin istirahatini temin etmek gayesiyle Sarmısak (namı diğer Altınkum) plajlarında bir kamp tesis etmekte bulunduğunu bildirmiştik. Bu kamp hazırlanmış olup, muhtemelen yarından itibaren (1 Temmuz 1961) faaliyete geçecektir. BİLETÇİ VE ŞOFÖRLER İÇİN KETEN KIYAFETLER YAPTIRILDI Belediye bu sezon şehir otobüslerinde çalışan şoför ve biletçiler için yeni elbiseler yaptırmıştır. Bu elbiseler çok rahat olup, ketenden imal edilmiştir. AYVALIK GENÇLİK, MİDİLLİ’NİN PALLESVİAKOS TAKIMIYLA MAÇ YAPACAK Midilli’nin Pallesviakos adlı meşhur futbol takımı ile 2 Temmuz Pazar günü Ayvalık’ta bir karşılaşma yapmak içinteklifte bulunmuştur.

MAHMUT MAKAL AYVALIK’A GELDİ ‘Bizim Köy’ adlı eserin yazarı Mahmut Makal ile Amerikan AP Ajansı muhabiri Feridun Sedvan Pazartesi günü şehrimize gelmişlerdir. Gazetemize de gelerek tanışma ziyaretinde bulunan Mahmut Makal ve Feridun Sedvan, aynı gün akşam üzeri şehrimizden ayrılmışlardır. TURİSTLER AĞAÇLARIN ALTINA BANK İSTİYOR 41 Evler durağını geçtikten sonra, deniz kenarında bulunan ağaçlar, diplerine moloz döküldüğünden kurumaktadırlar. Bunun önüne geçilmesi ve yine 41 Evler semtindeki otellere gelen turistler ağaçların altına, denize nazır bir şekilde banklar konulmasını istemektedirler. NATO’YA KIRALANAN MOTOR YÜZÜNDEN ALİBEYLİLER SIKINTI ÇEKİYOR

Midilli’nin Pallesviakos futbol takımı Ayvalık’ın yanı sıra İzmir, Bergama, Dikili, Akhisar ve İzmir’e de gelmişti. (1955 yılında İzmir’de çekilen bu fotoğraf için gündemotuzbes.com’un sahibi ve yayın yönetmeni Erten Yıldız’a teşekkür ederiz.)

34

Ayvalık’la Alibey adası arasında işleyen yolcu motorlarından birinin NATO’ya kiralanmış olması, bir diğerinin de arızalı bulunması sebebiyle yolcu nakliyatı eski motorlarla yapılmaktadır. Deniz ortasında sık sık arıza yapan eski motorlar yüzünden ada halkı sıkıntı çekmektedir.


CUNDA ŞARAP, ZEYTİNCİLİK, DEĞİRMEN İŞLETMELERİ VE LİMAN HİZMETLERİ AÇISINDAN SON DERECE GELİŞMİŞ BİR YERLEŞİMDİ

C

unda, adı Ayvalık ile anılan tatil cenneti bir ada. Ayvalık’a kadar uzanıp da Cunda’ya uğramamak olmaz. Cunda, her ne kadar Ayvalık’a bağlı 22 ada içinde en tanınanı olsa da, kendisine has bir kültür varlığından rahatlıkla söz edilebilir. Ada, 1976’da ‘kentsel sit alanı’, 1989’da ‘1. Derece Doğal Sit Alanı’, 1995’te ise Ayvalık’ın diğer adaları ile birlikte ‘Tabiat Parkı’ ilan edilmiş bir yer. Cunda’nın yerli halkını büyük ölçüde, mübadele sonrasında bilhassa Girit’ten gelen Müslüman ahali oluşturuyor. Ayrıca Midilli ve Makedonya’dan da adaya muhacir yerleştirildiği biliniyor. Lakin bunların oranının yüzde on kadar olduğu tahmin edilmektedir. ‘Cunda’ kelimesinin ne anlama geldiği konusunda gayet kapsamlı bir makale kaleme alan Prof. Şinasi Tekin, kelimenin etimolojisi konusunda kesin bir hükme varamaz. Ona göre kelime ya Türkçe ya da İtalyanca menşelidir. Adanın Piri Reis haritalarında kullanılan ismi ‘Yunda’dır. Bu isim 19. yüzyıla kadar devam etmiş ve bu yüzyıl içinde hem Yunda hem de Cund kelimeleri ortak olarak kullanılır olmuştur. Türk dili üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan rahmetli Şinasi Tekin hoca, ‘Yund’ kelimesinin ‘at’ ya da ‘aygır sürüsü’ anlamına geldiğini, bunun ise ada ile uzaktan yakından bir alakası olmayan, anlamsız bir ifade olduğunu dile getirir. Hocaya göre ikinci bir ihtimal Venedik İtalyancasındaki ‘Cunda’ kelimesidir ki, bu da ‘gemi yelkenlerinin bağlanması için gemi direğine çarprazlama tutturulmuş tahtanın ucu’ anlamına geliyor. Hasılı, kelimenin nereden ‘neşet’ ettiğini bulmak zor gibi görünüyor. Bununla beraber Osmanlı zamanında Rumlar adaya ‘Moskonisi’ yani ‘Güzel Kokulu Ada’ demekteydiler. Adanın resmî adı 1980’den beri ‘Alibey adası’dır. Adaya ismini veren kişi, Millî Mücadele’de oynadığı kilit rol sebebiyle Ali Çetinkaya’dır ki kendisi ‘Kel Ali’ namı ile de tanınır. Ali Çetinkaya aslen Afyon’lu olup, 1949’daki ölümüne kadar çeşitli defalar doğduğu ilin mebusluğunu yapmıştır. 1898’de Mekteb-i Harbiye’den mezun olan Çetinkaya, sonrasında pek çok genç subay gibi İttihat Terakki Cemiyeti’ne üye olmuş, 1. Dünya Savaşı’nda farklı cephelerde görev yapmış bir kişi. İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgal edilmesi üzerine Ayvalık’taki direnişi örgütlemiş. Bununla beraber Ali Çetinkaya’nın adı, bir dizi olayla da sıklıkla anılır. Bunlardan ilki TBMM’de Ardahan mebusu Deli Halid Paşa ile yaptığı tartışma sonrasında bu Paşa’yı vurması, diğeri ise İstiklal Mahkemeleri’ndeki rolüdür. Lakin öyle ya da böyle Ali Çetinkaya’nın Millî Mücadele’deki önemi tartışılmaz. Zaten Ayvalık’ın farklı yerlerinde heykellerine ya da onun adını taşıyan resmi kurumlara rastlamak mümkündür. Cunda’ya da bundan sebep Ali Bey adası denilmiş.

PEK ÇOK EVİN KAPI TOKMAĞI ANTİKACILARA SATILMAK ÜZERE ÇALINMIŞ Biz tekrar Cunda’nın tarihçesine dönelim; adanın antik çağlardaki adı Nesos. Esasen kaynaklarda Ayvalık’ın önünde yer alan irili ufaklı adalara ‘Hekatonnesoi’ denildiği biliniyor. Amasyalı coğrafyacı Strabon, ‘Geographika’ adlı eserinde buradan Hekatonnessos olarak bahseder. ‘Hekatos’, Apollon’un takma adıydı.

ÖNDER KAYA

Cunda’da yapılan kazılarda Helenistik döneme ait bazı bulgulara ulaşılmıştır. Adadaki antik kentin, arkeologlar tarafından yapılan araştırmalar neticesinde Cunda’yı Ayvalık’a bağlayan köprünün hemen başında olduğu sonucuna varılmıştır. Nitekim ada ile ilgili arkeolojik buluntular daha ziyade bu kısımda yoğunlaşmıştır. Tarihsel süreçte adanın isminden 1770’lere gelinceye kadar pek bahsolunmaz. Bu dönemden itibaren ise Cunda ve çevresindeki diğer adalar, korsanların barınağı haline gelmiştir. 1821 Yunan isyanından tıpkı Ayvalık gibi Cunda da olumsuz etkilenmiş, halkın önemli bir kısmı kaçmak ya da sürülmek durumunda kalmıştır. Ancak bölgenin ekonomik açıdan sönükleşmesi üzerine genel bir af ilan olunmuş ve pek çok Cundalı eski yerleşimine geri dönmüştür. Ada, önce Karesi sancağına sonra da Midilli’ye bağlanır. 20. yüzyıl başlarında Cunda’da, bugünkü nüfusun yaklaşık 4-5 katına denk düşen 8-10 bin kişinin yaşadığı sanılıyor. Cumhuriyet devrinde ada tarihindeki en önemli gelişmelerin başında ise 1964 yılında açılan ve Ayvalık ile Cunda’yı birbirine bağlayan köprü gelir. Köprü, aynı zamanda Türkiye’nin bilinen ilk Boğaz köprüsüdür. Toplam 6 ayak üzerinde duran köprünün uzunluğu 54 metredir. Bu tarihten sonra Cunda, bir yarımada hüviyetine bürünür. Cunda’nın tarihî ve turistik açıdan önemli özelliklerinden biri de kapı tokmaklarıdır. Bu tokmaklar üzerine Özlem Ataoğuz Çal tarafından nitelikli bir çalışma da yapılmıştır. Bu çalışma neticesinde adada 43 adet kapı halkası ve tokmağına tesadüf edilmiştir. Esasen bu sayı son derece az. İhtimal ki Ayvalık’ta yaşanan sıkıntı burada da yaşanmış. Pek çok evin kapı tokmağı antikacılara satılmak üzere çalınmış. Hele de zaman içinde metruk hale gelen evlerin bu durumdan kaçma şansı hiç yok. İlginç olan, adadaki kapı tokmağı tiplerinin hiçbirinin Türk tipi tokmaklarıyla alakasının olmaması. Bu durumun en temel gerekçesi, adanın Cumhuriyet dönemine kadar neredeyse tamamen Rumlar ve Batılılar tarafından iskan edilişi olsa gerek. Şimdi bu güzel adayı gezmeye ve tanımaya başlayabiliriz. Eserlerden bahsederken kolayca bahsedileceği üzere tarihî nitelikli yapıların tamamına yakını Ortodoks Rum kültürüne ait eserlerdir. Bu da Cunda’yı çevredeki pek çok tatil beldesinden farklı kılan en temel özellik olsa gerek.

2. MAHMUD, BAZI KİLİSELERİN KUBBELİ OLARAK İNŞASINA İZİN VERMİŞTİ Cunda deyince akla hiç şüphesiz Taksiyarhis Kilisesi gelir. Denebilir ki Cunda ile özdeşleşen yapılardan biri hemen sahildeki Taş Kahve ise, diğeri de hiç şüphe yok ki Taksiyarhis’tir. Kilise, adanın sahiline yakın bir yerdedir. Metropol kilisesi olarak tasarlanmış olup bu durum ihtişamına da yansımıştır. Bu denli büyük bir kilisenin inşa edilmesi, adanın ekonomik gücünü de göz önüne serer niteliktedir. Cunda bilhassa şarap, zeytincilik ve zeytinciliğin yan ürünleri, değirmen işletmeleri ve liman hizmetleri açısından son derece gelişmiş bir yerleşimdi. Denebilir ki bu ehemmiyetli konumunu mübadele devresine kadar muhafaza etmiştir.

35


Kilise’nin temel malzemesi, Ayvalık’taki eserlerde de sıklıkla kullanılan sarımsak taşıdır. Yapının inşası için kabul edilen tarih 1873’tür. Taksiyarhis’in mimari özellikleri de bu durumu tasdik eder gibidir. Zira kiliselerde kubbe tasarımına 1830’lardan sonra tesadüf olunur. Bu tarihten sonra 2. Mahmud, bazı kiliselerin kubbeli olarak inşasına izin verir. Yine bu zamandan sonra kubbeli kiliselerin kitabelerine ‘Sultan’ın yüksek izni ile yapılmıştır’ şeklinde bir ibare konmaya başlanmıştır. Yapıda özellikle 19. yüzyıldan sonra yükselişe geçen milliyetçiliğin de etkisiyle Bizans ve Yunan mimarisi kendisini çok yoğun biçimde hissettirir. Bilindiği üzere Ayvalık ve çevresi 1821 Yunan isyanı sırasında oldukça karışmış ve ahalisinin nerede ise tamamı Rum olan bu bölge, isyana karışmasının bedelini oldukça ağır ödemiştir. İlerleyen yıllarda da kimlik farkındalığının devam ettiği rahatlıkla söylenebilir. Yapı bazilika tipinde inşa olunmuştur. Bazilika planlı mimarinin kökleri Hıristiyanlık öncesi Roma dönemine kadar uzanır. Roma İmparatorluğu’nda mahkeme ve toplantı salonu olarak inşa olunan bazilikalar, Hıristiyanlık döneminde ibadethane olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kilise avlusunun hemen girişinde sizi karşılayan taç kapı da kesme sarımsak taşındandır. Taç kapının sütunları ise korint başlıklıdır. Tarihsel süreç içinde yapı ciddi sıkıntılarla karşılaşmış ve bugüne güçlükle gelebilmiştir. Yapı içindeki deformasyonların farklı nedenleri vardır. İlk olarak kilise 1927-28 yıllarında minaresiz bir camiye çevrilmiş ve bu süre içinde bazı tasvirler sıvanırken, iç yapıda birtakım değişikliklere gidilmiştir. Ayrıca kilise içinde bulunan ikonalar despot evinin önünde törenle yakılmış, altar taşı da musalla taşına dönüştürülmüştür. Yeri gelmişken hemen belirtelim ki yapı, cami olarak uzun süre hizmet verememiştir. Adanın ilk dönem mübadillerinden olan Ali Onay, bu durumu Hamidiye Camii imamının tutumuna bağlar. Ona göre cemaatin daha büyük bir mekâna sahip olan ve merkezî bir yerde bulunan bu camiye gitmesi üzerine Hamidiye Camii imamı, Taksiyarhis’in kiliseden çevrilmesini gerekçe göstererek cemaati bu yapıdan soğutmuş ve zaman içinde cami, cemaatsiz kalmıştır. Bunun üzerine Taksiyarhis’te görev yapan imam, anahtarları belediyeye teslim ederek yapıyı kapatmıştır. 1944’te bölgede meydana gelen depremden oldukça etkilenen kilise, bu tarihten sonra can güvenliğinden dolayı cami olarak kullanılmamaya başlanmıştır. Bunun neticesinde içerisi berduşlara barınak vazifesi görür olmuş ve yapı sahipsiz kalmıştır. 1950 yılında kurşunları sökülmüştür. 1962-63 yıllarında ise kilise içinde kazı yapan defineciler, yapıya büyük ölçüde zarar vermişlerdir. Özellikle siyah beyaz ve kare şeklindeki mermerlerle döşeli olan zemin, delik deşik edilmiştir. Kilisenin merdivenleri bazı kişilerce yakacak olarak kullanılırken, bazı yerlerdeki parmaklıklar sökülerek satılmış ve renkli camları da çıkarılmıştır. 2012 yılında restore edilmeye başlanan kilise halihazırda

36

Rahmi Koç Müzesi olarak hizmet vermektedir.

AYA YANİ ŞAPELİNİN TESİS TARİHİ FATİH DEVRİNE KADAR ÇIKARILIR Adanın yukarılarında, Kent Kitaplığı’nın hemen yamacında bulunan Panaya Kilisesi’nden bugüne sadece üç duvar kalmıştır. Kilisenin sahile bakan pencerelerinden Tavuk adasının eşsiz manzarasını izleyebilirsiniz. Ne yazık ki yapının duvarlarına ziyaretçiler de yadigâr bırakmadan edememişler. Türlü boyalarla yazılar yazılmış. Hoş, yazılmasa da yapı o kadar harap bir haldeki, yeniden ayağa kaldırılması neredeyse imkânsız. Duvarlarını süsleyen freskler de tamamen silinmiş durumda. Esasen bu yapı ile birlikte bugün Kent Kitaplığı olarak hizmet veren Aya Yani şapelini bir arada zikretmek lazım. Muhtemelen şapel, Panaya (Meryem Ana) Kilisesi merkezli bir yapı kompleksinin ilk unsuru olarak tesis edilmişti. Söz konusu şapel, hem bir kültür merkezi hem de adayı en güzel seyredebileceğiniz mekânlardan birisi. Şapelin tesis tarihi Fatih devrine kadar çıkarılır. Edremitli iki keşişin temellerini attığı bu mabet, zamanında pek çok önde gelen din adamının inzivaya çekildiği bir mekân olagelmiş. Bunlar arasında en önemlilerinden biri de patrik Paisos’tur. Aya Yani şapeli zamanla bu manastır kompleksinin kütüphanesi haline dönüşecektir. Şapelin içindeki kitaplık özellikle 1835’ten itibaren hızla büyümüş, kütüphane bilhassa hukuk kitaplarıyla nam salmıştı. Lakin mübadele sonrasında hem kitaplık dağılmış hem de şapel harap olmuştur. 7 Ağustos 2007 tarihinde bizzat Fener Rum patriği Barthelemeos’un da hazır bulunduğu bir törenle ve Rahmi Koç’un girişimleri ile şapel yeniden düzenlenerek bir kütüphane haline getirildi. Emekli büyükelçilerden Necdet Kent’in kitaplarının bir kısmı buraya bağışlandı. Necdet Kent bilhassa 2. Dünya Savaşı sırasında Marsilya başkonsolosu görevindeyken 70 Türkiye Musevisini, Auschwitz toplama kampına götürecek olan Nazi trenine binerek kurtarması ile tanınıyor. Söz konusu Yahudilerin Türkiye vatandaşı oldukları ve Türkiye’nin de savaşta tarafsız bulunduğunu ileri sürerek bu kişileri kurtarması vesilesiyle, hem İsrail devletinden bir şükran madalyası kazanmış hem de Türkiye Cumhuriyeti Üstün Hizmet Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Necdet Kent aynı zamanda Muhtar Kent’in babasıdır. Kütüphaneye adı verilen bir diğer kişi de Necdet Kent’in eşi Sevim Kent’tir. Ayvalık’ın bilhassa zeytinyağı üretimi konusunda önde gelen ailelerinden olan Madralar’a mensup bulunan Sevim Kent, Sezai Ömer Madra’nın kızı olup ressam ve seramik sanatçısıydı. Kütüphane bünyesinde aynı zamanda nefis manzaralı bir de kafe bulunuyor.

AYA YORGİ MANASTIRI’NIN SAKİNLERİ, BÜYÜK ÖLÇÜDE, HAYATININ SON DEMLERİNDE TÖVBEKÂR OLMAYI SEÇEN KORSANLARDAN OLUŞUYORDU Cunda adası tenha koyları ve bölgeleri vasıtasıyla


manastırlar açısından da son derece ideal bir bölge konumundaydı. Bunun neticesinde Ayığışı, Koruyucu Meryem, Taşlı, Rahibeler ve Aya Yorgi adlarında değişik manastırlar tesis edilmiştir. Bunların içinde en meşhuru hiç kuşkusuz Ayışığı Manastırı idi. Pateriça’da bulunan manastırın inşa tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Ahmet Yorulmaz’ın belirttiğine göre yapının bir kapısı üzerinde 1771, diğer bir kapısının üzerinde ise 1795 tarihleri okunmaktadır. Lakin bu tarihlerin onarım tarihi olma ihtimali de gözden kaçırılmamalıdır. Manastır, nüfus mübadelesinden sonra metruk kalmıştır. Yakın bir zaman önce manastır, Sabancı ailesinden Suzan Sabancı tarafından satın alındı. Yapı 4 yıl süren bir restorasyonun ardından restore edildi. Diğer manastırlardan Leka Panaya adıyla da bilinen ‘Koruyan Meryem Manastırı’ Cunda’dan Midilli’ye uzanan güzergâh üzerinde, Dalyan Boğazı civarındadır. Manastır, zeytin ağaçları arasında kalmasına rağmen, heybetli yapısı ile hemen kendini belli eder. ‘Rahibeler Manastırı’ adanın tepesinde, ‘Aya Yorgi Manastırı’ ise Güvercin adasındadır. Sonuncu ada adını, üzerinde barınan yabanî güvercinlerden alır. Buradaki manastırın bir diğer hususiyeti ise sakinlerinin büyük ölçüde, hayatının son demlerinde tövbekâr olmayı seçen korsanlardan oluşmasıydı. Cunda’da İslamî döneme ait mabet olarak bulunan tek yapı ise Hamidiye Camii’dir. Ayvalık’taki cami ile aynı ismi taşıyan bu cami de, aynı gerekçe ile inşa olunmuştur. Yani adada bulunan Müslüman memurlarının ibadetlerini yerine getirebilmesi için 1905’te yaptırılmış. Cami, sahildeki Despot Evi’nin hemen yakınındadır. Küçük fakat son derece temiz ve bakımlıdır.

PAPAZ GRİGOROS AĞATHONİKEOS RUSYA’DA YAPTIĞI SERVETİ GİZLİCE OSMANLI TOPRAKLARINA SOKARAK CUNDA’YA GELMİŞTİ Ada silüetine hâkim bulunmasına rağmen kaderine terk edilen bir bina var ki onu anlatmadan geçmek olmaz. Söz konusu yapı halk arasında ‘Despot Evi’ olarak bilinen binadır. Binanın tarihi hakkında anlatılanlar en az binanın ihtişamı kadar ilgi çekici. Yapı, Taksiyarhis’ten 11 yıl kadar eski olup 1862’de inşa olunmuş. Yaptıran ise Papaz Grigoros Ağathonikeos. Bundan dolayı eski zamanlarda bu bina ‘Papaz Grigoros’un Sarayı’ olarak adlandırılmakta imiş. Söz konusu papaz, uzun süre Rusya’da bulunmuş ve burada görev yaptığı sırada bir şekilde büyük bir servet toplamış. Sonrasında bu serveti gizlice Osmanlı topraklarına sokarak Cunda’ya gelmiş. Burada adanın en manzaralı yerlerinden birini seçerek kendisi için dillere

destan bir saray inşa ettirmiş. ‘Efsane’ hazinesini de bu binanın içine saklamış. Hatta güvenliği açısından geleneksel Rum giysili efzun askeri kıyafetlerine bürünmüş adamlar tutmuş. Lakin hazinesinin ışıltısı güvenliğini korumakla vazifeli bu insanların da gözünü almış olacak ki, çevredeki bazı sabıkalı tiplerle anlaşan muhafızlar bir gece papazı, sarayında sıkıştırmışlar. Ancak ne yaptılarsa Grigoros’u konuşturmayı başaramamışlar. Bu sırada Grigoros, muhafızlarla işbirliği yapan adalılardan birini tanıyınca başının ağrımasını istemeyen bu adam tarafından öldürülmüş. Geride varis bırakmamış olacak ki sarayı Rum cemaatine intikal etmiş ve yapı Rumlar tarafından Öksüzler Yurdu olarak kullanılmaya başlanmış. Mübadele sonrasında da yapının statüsü değişmemiş. Bina, Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı olarak Kimsesiz Çocuklar Yurdu olarak kullanılmaya başlanmış. Despot Evi 1952 yılına kadar ilkokul olarak da hizmet vermiş. Sonrasında ise 1980’li yıllara kadar sadece Kimsesizler Yurdu olarak kullanılmaya devam etmiş. Yıkılmaya yüz tutan bu yapının içine birkaç yıl kadar önce mümkün mertebe dikkat ederek girdim ve her iki katını da dolaştım. Duvarlarında benim çocukluğumun çizgi roman kahramanlarını görmek âdeta beni çeyrek asır öncesine götürdü. Bu kahramanlar arasında Pinokyo, Şeker Kız Candy, Pembe Panter ve Heidi hemen göze çarpanlar. Kökü neredeyse 140 yıl öncesine kadar giden bu yapı, 1980’lere gelindiğinde boşaltılmış. Zira Çocuk Esirgeme Kurumu evin hemen arka tarafına modern bir tesis inşa edince buraya taşınmış. Despot Evi de kendi haline terk edilmiş. Basın haberlerinde Despot Evi’nin 2010 yılının Temmuz ayında özel bir şahıs tarafından satın alındığı haberine tesadüf ettiysem de ne yazık ki yapının derbeder hali aynen devam etmekte. Adanın sembol yapılarından biri konumundaki bu ev için çok geç olmadan bir şeyler yapılmalı. Evin manzarası da tek kelime ile harika. Doğrudan Tavuk adasına ve buradaki manastıra bakmakta. Gezinizi isterseniz Despot Evi’nden, adanın merkezine yürüyerek sonlandırabilirsiniz. Hemen hatırlatalım adadan Ayvalık’a otobüsle de dönebilirsiniz. Ama ben size saat başı kalkan motorları tavsiye ederim. Motoru kaçırırsanız da hiç esef etmeyin. Motor iskelesinin tam karşısına denk düşen tarihî Taş Kahve’de bekleyin. İçeride hakim olan beyaz rengin bir mekâna ne denli yakışabileceğine şahit olacak, başınızı kaldırdığınızda artık kahvenin alamet-i farikalarından olan kırlangıç yuvalarını göreceksiniz. Hararetinizi çay, kahve ya da halis limonata ile söndürebilir, acıktıysanız Ayvalık tostu yiyebilirsiniz. Hararetiniz geçmediyse dışarıdaki dondurmacılardan sakızlı dondurma tadabilirsiniz de. Sonrasında binin motora. Ilık bir rüzgâra bırakın kendinizi, Tavuk Adası’nın önünden geçip uzanıverin Ayvalık’a… KAYNAKÇA -Berrin Akın, ‘Kentli Ayvalık’, İstanbul -Nedim Atilla-Nezih Öztüre, ‘Adabeyi, Dünden Bugüne Adım Adım Ayvalık’, 2004 -Özlem Ataoğuz Çal, ‘Ali Bey Adası (Ayvalık) Kapı Halka ve Tokmakları’, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 25, 2008 -Gökhan Iğdır, ‘Ayvalık-Cunda Adası’ndan Arkeolojik Notlar’, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14, 1998 -Tanju İzbek, ‘Ada’da Direnen Rum Yapıları/İki Mekân Bir İnsan’, Tarih ve Toplum, Cilt: 28, Sayı: 164, 1997 -Fatih Kesgün vd., ‘Ayvalık Cunda Adası Taksiyarhis Kilisesi 1996’, TC. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü yayını -Şinasi Tekin; ‘Cunda Adası’nın Adları...’, Tarih ve Toplum, Cilt: 37, Sayı: 217, Ocak 2002 -C. İrem Yaylalı, ‘Cunda Adası’nda Tarihî Çevre Koruma ve Sıhhileştirme Çalışması’, Mimar. İst, Yıl: 7, Sayı: 24, Yaz 2007 -Ahmet Yorulmaz, ‘Ayvalık’ı Gezerken’, 1991

37


Ayvalık'a Bakarken TAYLAN KÖKEN

Por(d)oselene neresi?

A

yvalık üzerine çok az sayıda kitap yazılmasına rağmen, değişik konularda birçok tez, araştırma yazısı kaleme alınmıştır. Bu çalışmaların hemen hemen hepsinde Ayvalık’ın antik dönem tarihinden kısaca da olsa bahsedilmektedir. Tüm bu kaynakları incelediğimizde, çalışmalarda farklı yer isimleri bulunmakta ve tam anlamıyla net bir bilgiye ulaşamamaktayız. Bu yazımızda, en azından, Ayvalık’ın en eski antik yerleşimlerinden biri olan, “Pordoselene neredeydi?” sorusuna doğru bir cevap bulmaya çalışacağız. Por(d)oselene (Büyük) Maden adasında mı? Pordoselene Uygarlığı’nın yeri olarak Maden adasının tepesindeki kule(1) gösterilmektedir. Bu alıntıyı devletin resmi internet sitesinden yaptım. Uygarlık(!) gibi önemli bir iddia. Ayvalık’ta birçok yerleşim yeri ve kent için rahatlıkla kullanılmaktadır. Pordoselene için Maden adası adres verilirken, Kydonia, Nesos ve Chalkis uygarlıklarından da bahsedilmektedir. Antik kent kalıntısı bile olmayan Maden adasında nasıl bir uygarlık kurulduğunu anlamak gerçekten çok güç. Büyük Maden adasının adı Osmanlı Rum’u için Pirgos’dur. Pirgos zaten Kule, Küçük Kale demektir ve ada, bu adını en yüksek noktasında bulunan kuleden almıştır. Osmanlı, Midilli adasını Cenevizli Gattilusio Ailesi’nin elinden alarak, 1354-1462 yılları arasındaki hakimiyetlerine son vermiştir. Pirgos Kule, Midilli adasının güvenliği için yapılmış tipik bir Ceneviz kulesidir. Kareye yakın dikdörtgen formda inşa edilmiş ve üstü açık olan kuleye dışarıdan basamaklarla ulaşılmaktaydı. Kulenin en üst noktasında bir ateş çukuru vardı. Bu çukurun içinde değişik renkler verilerek yakılan ateşle haberleşme sağlanıyordu. Pirgos Kule’nin bulunduğu nokta Midilli adasının kuzeyini kontrol ederken, güney kıyılarını ise Çandarlı Corci adasındaki(2) diğer kule gözetliyordu. Bazı kaynaklar Pirgos Kule’nin ilk olarak Pordoselene halkı tarafından düşman saldırılarını gözetlemek için yapıldığını söylemektedir. Bu sav da akla uygun gelmekle beraber aynı zamanda Pordoselene’nin Maden adasında olmadığını da

söylüyor bize… Pordoselene’den bahseden en eski kaynak Strabon’un Coğrafya(3) kitabıdır. Konumuzla ilgili olan bu satırları aynen aktarıyorum: “Asia’yla (Anadolu) Lesbos (Midilli) arasındaki boğazda yaklaşık yirmi küçük ada vardır. Timosthenes’e (Strabon öncesi antik yazar) göre bunlar kırk tanedir. Bunlara Hekatonnesos (Ayvalık adaları) denir. Birleşik bir isim olan Peloponnesos’ta olduğu gibi, (n) harfi bu tür bileşik kelimelerde iki kere tekrarlanmaktadır; Myonnesos, Prokonnesos ve Halonnesos’ta olduğu gibi. Hekaton-nesos, Apollon-nesos’a karşılıktır; çünkü, Hekatos Apollon’dan başkası değildir ve bütün bu yörede, Tenesos’a (Bozcaada) kadar ister Simintheia’lı (Gürpınar), ister Killa’h (Yeri tam olarak beli olmayan Aiolis kenti), ister Grynia’lı (Yeni Şakran), isterse daha başka bir lâkapla olsun Apollon özel olarak, aşırı derecede kutsanan bir tanrıdır. Bu adaların yanında, içinde aynı isimde bir kent bulunan Pordoselene (Çeviren burada “Adası” dipnotunu düşmüş!) vardır. Bu kentin önünde, daha büyük olan, aynı isimde fakat iskân edilmemiş ve içinde Apollon’a ait bir tapınak bulunan bir ada vardır. Bazı yazarlara göre sözcüğün yakışıksızlığını gidermek için, buradaki ismi ‘Poroselene’(4) olarak okumalıyız.” Strabon’a göre Ayvalık adalarının birisinin üzerinde Pordoselene isimli kent bulunmakta ve bu kentin hemen önünde, daha büyük olan(!), aynı isimde(!) fakat iskân edilmemiş ve Apollon tapınağı bulunan bir ada vardır… Ayvalık çevresinde yapılan yüzey araştırmalarına göre, bu yerleşim yerlerini tek tek dolaşan biri olarak söyleyebilirim ki bölgenin en büyük yerleşimi Cunda Dolap Boğazı girişindeki Nesos/ Nasos olarak isimlendirilen antik yerleşimi Ayvalık’ın en büyük antik yerleşimidir ve burası Pordoselene ile aynı yerdir. Kentin adı Pordoselene veya Poroselene olarak genel literatüre girdiği gibi bu adın uygunsuz olduğu ve bu yüzden kentin bazı zamanlar Nesos adını kullandığını biliyoruz. Kentin ilk tanrıçası Selena’dır (Ayışığı Tanrıçası) ve bu yüzden kentin adı olan Por(d)(o)-Selena ‘Ayışığı Boğazı (Geçidi)’ veya ‘Ayışığı Limanı’ olarak değerlendirilmelidir. Helenistik dönemde

Por(d)oselene/Nesos Kenti, Cunda

Pyrgos Kule, Maden adası

38


ise kent paralarında Nesos adının ve Apollon kültünün kullanıldığını görmekteyiz.

MÖ350-300 Nesos Apollo ve Panter

Tahribat dolayısıyla kapalıyız! Edremit, Burhaniye ve Gömeç’ten sonra 1998 yılında yüzey araştırmaları için Ayvalık’a gelen Prof. Dr. Engin Beksaç’ın(5) tespitleri kısaca şu şekildedir: Adalar üzerinde tek bir antik kent(!) vardı ve adı Pordoselene’ydi. Kent, Boğaz Köprüsü’nün Cunda tarafındaki ayaklarının hemen kenarında sağlı ve sollu olarak başlayıp, merkeze inen sahil yolunun solunda kalan tepelere kadar yayılıyordu. Yaklaşık olarak MÖ 500’lerde kurulan kentin, Lale adasının doğu kısmında yani günümüzdeki Uygulama Oteli’nin olduğu alandaki bakiyelerle birlikte varlığını Antik dönemden Bizans dönemine kadar sürdürdüğü anlaşılmış oldu. Keramik kırıntılarına göre Cunda ve Lale adasındaki yerleşimler Aiol, Helenistik, Roma ve Bizans döneminde iskân edilmiştir. Ayvalıklı birçok büyüğümüz antik kentin izlerinin deniz içinde de devam ettiğini söylemektedir. Bu çöküntülerin oluşması, deprem sebebiyle olmalıdır. MS 17 ve 105 yıllarında meydana gelen büyük Ege depremlerinden Pordoselene’nin etkilenmemesinin imkânı yoktur.

Por(d)oselene/Nesos Kenti, Cunda

Bu alanlardan günümüze neler kalmıştır? Lale adasının doğu kısmında kalan bakiyeler sadece keramik kırıntılarıydı ve bu yüzden olsa gerek bu alan incelenemeden, yapılan okulların altında kalmıştır. Günümüzde bu alandan sadece deniz kenarındaki taş ocağı kalıntıları kalmıştır. Bugün bu ada üzerinde neredeyse bir keramik kırıntısı dahi yoktur. Cunda adasının girişinde bulunan alandaki bakiyelerin açık denize bakan kısmı, kentin nekropolis (mezarlık) alanıydı ve yapılan villalar dolayısıyla bu alan da tahrip olmuştur. Bu alandan taşınan Roma Dönemi lahiti Pateriça’ya giden yol üzerindeki Ekşi Çeşme’de tahrip edilmiş bir kurna olarak varlığını sürdürmektedir. Boğaz Köprüsü’nün Ayvalık’a bakan sol tarafı günümüzde zeytinliktir ve kentin varlığı burada da devam etmektedir. Pordoselene veya Nesos’dan günümüze ne kaldıysa bu zeytinlik içindeki bakiyelerdir. Birkaç sütun parçası, mimarı bloklar ve bol miktarda keramik kırıntısı… Hepsi bu! Pordoselene’nin varlığını görmek için Cunda adasında ve diğer adalarda bulunan Osmanlı Ortodoks tebaanın yapmış olduğu restore edilmemiş dini yapılara dikkatli bakmanız gerekmektedir. Geç dönemde yapılan bu yapılarda devşirme malzeme olarak kentin taşlarının kullanıldığını göreceksiniz. Yine bu kentin sütunlarından bazılarının Bağyüzü köyünde bile devşirme olarak kullanıldığı gözlemlenmiştir. Ayvalık çevresindeki Pordoselene haricindeki diğer antik yerleşimleri başka bir sayıda aktaracağız. Meraklısı için not: Pordoselene ve Nesos’un iki ayrı kent olduğu ikisinin de ayrı sikkeler bastırdığı söylenmektedir. Bu bilginin de hatalı olduğunu düşünmekteyiz… Sikkeler üzerinde iki ayrı şehir ismi yer almasına rağmen sikkelerin basılış tarihleri ve simgeleri birbirlerini takip etmektedir. Hem Pordoselene hem de Nesos(6) sikkelerinde ortak özellik olarak, bir yüzünde Apollon başı diğer yüzde ise yunus ve panter figürleri yer almaktadır. Tarih aralığı Nesos (ΝΑΣΙ yazmaktadır) için MÖ 350-200 iken Pordoselene (ΠΟΡ veya ΠΟΡΔ yazmaktadır) için MÖ 450-400 tarihleridir. Pordoselene’de aynı tarihlerde bir yüzü

Lale adası bakiyeleri

Silenos(7) bir yüzü yunus olan paralar da darp edilmiştir. Bu da araştırılması gereken ayrı bir konudur. Notlar: (1) www.kulturportali.gov.tr adresinden Pordoselene Kulesi maddesi. (2) Elaiousa yani Çandarlı adaları arasında bulunan bir ada. Georgios-Corci veya Mardaliç adası olarak anılır. (3) Strabon-Geographika-Antik Anadolu Coğrafyası-Kitap:XIIXII-XIV- Arkeoloji ve Sanat Yayınları-2000 (4) Strabon Pordo-Selene’nin yakışıksız bir ifade olduğunu söylerken anlamının ‘Osuruklu-Selene’ olduğunu bilmekte ve bir tanrıçaya bu ismin verilemeyeceğini düşünmektedir. Bu yüzden adın Poro-Selene olduğunu belirtmektedir. Kent çok değişik kaynaklarda Por(d)o/Selena/Selini/Silene olarak da geçmektedir. (5) Yrd. Doç. Dr. Engin Beksaç-1998 Yılı Balıkesir İli Ayvalık, Gömeç, Burhaniye ve Edremit İlçelerinde Pre ve Protohistorik Yerleşmeler Yüzey Araştırması-17. Araştırma Sonuçları Toplantısı Cilt.1-1999 (6) Pordoselene ve Nesos sikkeleri için www.asiaminorcoins. com adresine bakabilirsiniz. Arama için ana sayfadan Lesbos bölümüne bakmanız gerekiyor. (7) Silenos, yaşlanmış Satyr’lerdir. Satyr’ler yarı insan, yarı hayvan olan kır tanrılarıdır.

39


Kültür mozaiği, mimarisi, eşsiz kumsalları, su altı zenginlikleri, imbatı, çam ormanları, zeytin ağaçları, endemik bitkileri, kuşları ve özgün mutfağıyla ‘sıra dışı’ sıfatını hak eden Ayvalık aynı zamanda geçmişten günümüze ilgiye değer sürprizlerle de dolu… Bir zamanlar kunduracıların, demirci ustalarının piyano, akordeon, keman çaldığı, ortaokulunda Fikret Mualla’nın ders verdiği, öncü kadınların tiyatro sahnesinde yer aldığı Ayvalık bugün de Müzik Akademisi, Güzel Sanatlar Lisesi, resim-seramik-ahşap-takı-ev tekstili-el sanatları atölyeleri, galerileri, tiyatrolarıyla yerli ve yabancı gezginleri şaşırtmaya devam ediyor. İşte tam bu noktada size bir öykü anlatmak istiyoruz: Beş-altı yıl kadar önce... Hasan Ürkmez’in Barbaros Caddesi’ndeki dükkânına bir İtalyan gelir. Adam altmış yaşlarındadır. Vitrindeki eski bir çantayı göstererek, “Bu çantaları İtalya’da benim dedem yapıyordu... Türkiye’de, hem de küçük denilebilecek bir kıyı kasabasında dedemin çantalarından birine rastlayacağım aklımın ucundan bile geçmezdi!” der ve satın almak istediği çantanın fiyatını sorar. Hasan Ürkmez sevinçten gözleri parlayan adama, “Dedenizin emeğine fiyat biçersem ayıp etmiş olurum. Takdiri size bırakıyorum!” deyince İtalyan içine yüklüce bir para koyduğu zarfı Ürkmez’e uzatır ve koltuğunun altına sıkıştırdığı çantayla dükkândan çıkar. Çocuklar gibi şendir. Bu öyküyü bize anlatan ve Türkiye’deki birkaç ‘vintage’* çanta koleksiyoncusu ve satıcısından biri olan Hasan Ürkmez’i ve yüzlerce yıl öncesine ait ürünlerin sergilendiği dükkânını sizlere tanıtmak istedik. *Vintage: geçmiş yüzyıllara ait kişiye özel ve tek olarak üretilmiş nesnelerin ortak adı.

40

‘VINTAGE’ ÇANTALAR SATARAK AYVALIK’IN TARİHİ DOKUSUNA VE RUHUNA UYGUN BİR İŞ YAPTIĞIMI DÜŞÜNÜYORUM GÜLBENİZ ŞENTAY

-S

akarya’da dünyaya geldim. Uzun süre ev tekstili ve dış giyim alanında çalıştım. Sonra deri sektörüne girdim. İşim gereği yedi yıl Kıbrıs’ta, altı yıl da Akdeniz bölgesinde kaldım. On yıl önce Ayvalık’a yerleştim. Oldum olası çantalara ve düğmelere karşı merakım vardı. Mesleğim gereği deri çantalarla haşır-neşir olurken eski çantalara duyduğum ilgi ‘hobi’ sınırlarını aştı, tutkuya dönüştü ve kendimi ‘vintage’ çantalar toplarken buldum. On üç yıldır da bu işle uğraşıyorum. Yaşamım boyunca insanları şile bezi, deri giysiler, aksesuarlarla mutlu etmeye çalıştım. Bu işe ise Coco Chanel’in o meşhur sözünden esinlenerek başladım: “Modanın modası geçer ama tarzın modası hep kalır!” Bence çok yerinde, çok doğru bir söz! Gerçi artık

19. yüzyıldaki kadar tarz insanlara günümüzde pek sık rastlamıyoruz. Ama yine de kolunuza taktığınız bir saat ya da elinize aldığınız bir çanta sizin karakterinizi, kişiliğinizi yansıtır. Aynı zamanda bir ‘itibar’ göstergesi sayılan bu tür objeler eğer klasikleşmişlerse, taşımayı bildiğiniz sürece asla eskimezler. Dahası, arabadan mobilyaya, ayakkabıdan çantaya en az yüz yıllık bir geçmişe sahip olan ve vintage adını verdiğimiz bu ürünlerin antik değerleri vardır. Dükkânımdaki çantaların hepsi birer adet ve kişiye özel olarak imal edilmiş, eşsiz parçalar ve tümü el yapımı... En büyük özellikleriyse kullanılan derilerin sekiz-on yıl süren ‘doğal tabaklama’ sürecinden geçmesidir. Bu nedenle o dönemlerin ürün ve işçilik kalitesi


tartışılmaz. Bugünse bu işlem çeşitli kimyasallar kullanılarak üç-dört ayda tamamlanıyor.

milattan yüzlerce yıl öncesine dayanan bir geçmişi var çantanın. Dükkânıma ‘Lidya’ adını verişimin nedeni de bu...

Elbette, günümüzde de hâlâ çok güzel çantalar üretiliyor. Ama ne yalan söyleyeyim, ben onları biraz ‘ruhsuz’ buluyorum. Oysa eski çantalarla aranızda duygusal bir bağ oluşuyor. Bir kere ait oldukları dönem hakkında size inanılmaz ipuçları veriyorlar. Kadın ya da erkek, o insanların nasıl bir yüzyılda yaşadıklarını gözünüzde canlandırabiliyorsunuz. Çantalara bakıp mesleklerini, eğitim ve kültür düzeylerini anlayabiliyorsunuz. Örneğin; koleksiyonumda yer alan, 1873 yapımı doktor çantasına baktığınızda onun o çağda kaç hastaya deva olduğu ya da kaç hasta karşısında yetersiz kaldığı hakkında fikir yürütebiliyorsunuz. Vitrinde duran Louis Vuitton imzalı zarif çantayı taşıyan hanımefendiyi Pera’daki gezinti sonrası Markiz Pastanesi’nde çayını yudumlarken düşleyebiliyorsunuz. Kısacası bu çantaların insanı başka hayatlara götüren büyülü bir dünyası var ki, işin en keyifli tarafı da bu zaten!

Zaman zaman yüz otuz yıllık bir çantanın derisinin hakiki olup olmadığı sorusuyla da karşılaşıyorum. Yüz otuz yıl önce suni deri diye bir şey yoktu ki! Ama şimdilerde rugan dahil her şeyin taklidi yapılabiliyor. Üstelik bu konuda çok başarılılar. Bir derici olarak inanın ben bile hangisi gerçek, hangisi plastik ayırt edemiyorum.

Dönem çantalarının temiz kalması ve günümüzde de işlevlerini korumaları onları daha değerli kılıyor Tabii her ürünün hangi yıla ait olduğunu bire bir tahmin edebilmemiz çok zor. Bu konuda genelde ekspertizlerden destek alıyoruz.

ÜRÜNLERİN FİYATINI TARİHÇESİ, İŞÇİLİĞİ, TEMİZLİĞİ, İŞLEVSELLİĞİ BELİRLİYOR Bugüne kadar elime geçen en eski çanta 1820 yılına aitti. Bana, “Aaa! 18. yüzyılda çanta var mıydı?” diye soranlara şöyle diyorum: “Biz Lidyalıları sadece parayı ilk kullanan kavim olarak biliriz ama Lidyalı kadınlar kozmetik ürünler elde etmek amacıyla topladıkları bitkileri ve meyveleri hayvan postundan yaptıkları heybe benzeri çantalarla taşıyorlardı!” Yani

Asırlık çantaları çoğunlukla koleksiyonerlerden temin ediyorum. Müzayedelere, açılan ihalelere katılıyorum. Bir diğer kaynağım ise köklü, aristokrat aileler. Büyükannelerden, büyükbabalardan kalan parçaları toplamaya çalışıyorum. Ürünlerin fiyatını tarihçesi, işçiliği, temizliği, işlevselliği belirliyor. Örneğin yılan derisinin işlenmesi çok zordur. Asaleti temsil eden bu çantalar aynı zamanda bir varlık ve güç göstergesidirler; bu özellikleri nedeniyle de daha fazla tercih edilirler. Fiyatları da diğerlerinden farklıdır. Kısacası etiket fiyatları belirttiğim unsurlara göre değişmekle birlikte iki yüz liradan başlıyor diyebilirim.

“BU DEMODE, ESKİ ÇANTALARI ALAN ÇIKIYOR MU SAHİDEN?” SORUSUYLA DA KARŞILAŞMIYOR DEĞİLİM Sezondan yeni çıktığımız için şu an raflarda iki yüz elli civarında ürün kaldı. Bu sayı; 70’ler-80’ler gibi daha yakın zamana ait çantalar ve onların benzerlerinden oluşan az sayıdaki yeni tasarımlarla birlikte -ki bunlara ‘retro’ diyoruz-, üç yüzü buluyor. Ama benim asıl seslendiğim kitle ‘vintage severler.’ Bütün dünyada olduğu üzere bu ürünler Türkiye’de de genelde kültür ve sanat çevrelerinden ilgi görüyor. Müşterilerim arasında özellikle sinema dünyasından isimler başı çekiyor. Zaten, bildiğim kadarıyla bu mesleği İstanbul’da tam anlamıyla, profesyonelce yapan iki yer var.

Ayvalık’ta bir ‘dönem’ oyunu sahneleyecek tiyatro gruplarına hiçbir ücret talep etmeden destek vermeye hazırım

“İ

şimin zevkli yanlarından biri de dönem filmi ya da dizisi çeken yapımcılarla, tiyatro camiasıyla çalışıyor olmam... Onlar başka film ve dizilerde de kullanmak amacıyla toplu alımlarda bulunuyorlar. Mesela en son Erkan Petekkaya’nın rol aldığı bir dizi için epeyce çanta verdim. Vintage ürünlere özellikle İstanbul’da kiralama usulüyle de ulaşılabiliyor. Benim bu imkânı sunmam olanaksız; çünkü hayli uzağım. Ama Ayvalık’ta bir ‘dönem’ oyunu sahneleyecek bütün tiyatro gruplarına hiçbir ücret talep etmeden elimden gelen desteği vermeye hazırım. Böylece tiyatroya, Ayvalık’ın kültür yaşamına benim de bir katkım olur ve bundan mutluluk duyarım.”

Başka da yok! Bu nedenle tanınıyoruz ve koleksiyonerler bir şekilde bize mutlaka ulaşıyor. Pek çok vintage obje gibi çantaların da asıl piyasası İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir ve batıya yakın iller. Peki bu iş Ayvalık’ta nasıl yürüyor? En başta işimi çok sevdiğim, işim hobim olduğu için yürüyor. Ayvalık’ın tarihi dokusuna ve ruhuna uygun bir şey yaptığım için yürüyor. Vitrinim insanları şaşırtsa da, “Bunları kim ne yapsın?” diyenler çıksa da, ben olmam gereken yerdeyim diye düşünüyorum. Dükkânımda, bilerek gelenlerin yanı sıra kapıdan içeri sadece merak duygusuyla girenleri de ağırlıyorum. Sorular soruyor, tek tek çantalar hakkında bilgi istiyorlar. Bir de bakıyorum, meraklı olarak adım attıkları mekândan alıcı olarak çıkmışlar! “Aslında tarzım değil ama bir daha böyle bir şeyi nereden bulacağım!” diyenler… “Ben evimin dekorunda kullanacağım!” diyenler… Tablo gibi odasının duvarına asmayı düşünenler… Özetlersem sezonda ciddi bir müşteri kitlesi oluşuyor. Ancak az önce söylediğim gibi tek-tük de olsa, “Bu demode, eski çantaları alan çıkıyor mu sahiden?” sorusuyla da karşılaşmıyor değilim. Oysa bu tarz ürünler tıpkı yemek gibi, müzik gibi bir kültürdür. Klasikleşmişlerdir. Bazen yirmi beş-otuz yaşlarındaki insanların kendi kişiliklerini yansıtan modern kıyafetleriyle asırlık çantaları son derece doğru bir şekilde birleştirerek kendi tarzlarını yarattıklarını görüyorum. Çok hoşuma gidiyor.

41


ZEYTİNİ ÇİZENLER/9

Zeytin hasadı bütün hızıyla sürüyor. Ayvalık bir kez daha kendine özgü hareketli ve renkli günler yaşıyor. Biz de hasadı, zeytin üreticilerini ve zeytin emekçilerini; tuvaline aktardığı hepsi birbirinden etkileyici zeytin ağaçlarıyla tanınan genç bir ressamın eserleriyle selamlıyoruz.

ELIDON HOXHA’NIN RESİMLERİNDE ‘MUAZZAM GÜZELLİKTE’ ZEYTİN AĞAÇLARI VAR

G 42

erçekçi zeytin ağacı resimleri yapan Elidon Hoxha 1971’de Arnavutluk’un başkenti Tiran’da doğdu. Resim eğitimi alıp almadığı sorulduğunda, “Kendi kendimin öğretmeniyim!” diyen sanatçı 1992’den beri Yunanistan’da, Atina’da yaşıyor ve çalışıyor. Çizdiği zeytin ağaçları hayranları tarafından, “Muazzam güzellikte!” sözleriyle nitelendiriliyor. Bizce de öyle…


ZEYTİN AĞACININ MEKTUBU ey insanlar sizden bir dileğim var: uzatmayacaksanız birbirinize kırmayın dallarımı benim masum dallarımı benim çocuk dallarımı bin yılımı verdim onlara ben bin yılımı barış olacak diye bebeler gülecek diye kıran kıranaysa dünyanız ben yaşarım böyle tenha böyle yalnız ey insanlar kırmayın dallarımı birbirinize uzatmayacaksanız HÜSEYİN YURTTAŞ (Aşka Bahar Yetmez, Tekin Yayınevi, 2014)

Ulusal Değer ZEYTİNYAĞI

Küresel Hedef BÜTÜN DÜNYA

13. ULUSLARARASI AYVALIK ZEYTİN HASAT GÜNLERİ

ÖZEL SAYI

ARALIK 2017 YIL: 4 SAYI: 40 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü HALİL ERGÜL Grafik Tasarım KEMAL OKUR Katkıda Bulunanlar Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ ZEYNEP KAZANCIGİL ÖNDER KAYA HÜSEYİN GÜVEN TAYLAN KÖKEN SERKAN KİBAR Kapak ELIDON HOXHA Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com Ultra Grafik Matbaa Yüzyıl Mah. Mas/Sit Matbaacılar Sitesi 5. Cad. No. 69 Bağcılar/İstanbul Tel: 0212 629 26 31 info@ultramatbaa.com Sertifika No: 29195 Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.

43


A

AYVALIK’IN ŞEHİR BANDOSU GELENEĞİ YILLAR ÖNCESİNE DAYANIYOR

yvalık’ta ilk bando 1932 yılında Ayvalık İdman Yurdu Spor Kulübü bünyesinde kuruldu. Bando dört yıl sonra dönemin Belediye Başkanı Hasan Basri Akın’ın girişimiyle ‘Ayvalık Belediye Bandosu’ adını aldı ve o tarihten bugüne belediyenin çatısı altında... Şefliğini ‘yarım yüzyıldan fazla’ bir süredir, aynı zamanda trompet ve bateri de çalan Ergün Tekincan’ın yaptığı bando; marşların yanı sıra çok sayıda ‘popüler’ parçanın da yer aldığı zengin repertuvarı, dinamizmi ve renkli gösterileriyle ‘milli heyecan’ günlerinde, açılışlarda, özel etkinliklerde Ayvalık’ın sosyal yaşamına renk katmaya devam ediyor. Her konserinde izleyenler tarafından

alkışlanıyor, takdir görüyor.

Albümümüzdeki bu fotoğraflardan üstteki 20 Mayıs 1936 tarihini taşıyor ve yirmi kişiden oluşan Ayvalık İdman Yurdu bando takımı görülüyor. Diğeri, 1963 yılında çekilmiş. Bando, çoğu elemanları yenilenmiş olarak Belediye Başkanı (aynı zamanda Kaymakam) Necdet Enünlü ve bazı belediye çalışanlarıyla birlikte. Bu iki kare sayesinde Ayvalık Belediye Bandosu’nun tarihine ve bize anımsattıklarına şöyle bir ‘dokunmuş’ oluyoruz. Ve elbette, bugüne kadar bandoda görev yapanları sevgiyle selamlıyor, saygıyla anıyoruz.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.