sayi_49

Page 1

30 Ağustos Muzaffer Akyol Hatıra Defteri Cemal Tollu Hüseyin Ateşcan Biz Sanat Atölyesi/Resim Ayvalık’ın Karşı Yakası Midilli ‘İlkleri’yle Ayvalık

GENÇLİK MERKEZİ GENÇLER ARASINDA DEMOKRASİNİN ÇEKİRDEĞİNİ OLUŞTURACAK


Tarihi boyunca hür yaşayan Türk milleti işgale boyun eğmeyerek bundan sonra da hür yaşayacağını gösterdi

BÜYÜK ZAFER’İN 96. YILI COŞKU, GURUR VE GELECEĞE DUYULAN GÜVEN DUYGULARIYLA KUTLANDI

B

üyük Zaferin 96. yılı Ayvalık’ta törenle ve her zamanki coşkuyla kutlandı. Cumhuriyet Meydanı’ndaki törene katılan vatandaşlar, Atatürk anıtını adeta çiçek bahçesine dönüştürdü. Program, 30 Ağustos Perşembe sabahı Kaymakamlık makamında kutlamaların kabul edilmesiyle başladı. Vali Yardımcısı Şükrü Kara’nın da katıldığı kutlamanın ardından Cumhuriyet Meydanı’na geçildi. Burada bir konuşma yapan Tabip Albay Fatih Özenalp, 30 Ağustos zaferine giden süreci anlattı ve “Tarihi boyunca hür yaşamış Türk milleti işgale boyun eğmeyerek bundan sonra da hür yaşayacağını göstermiştir. Bu zafer, milletimizin kendisine olan güvenini tekrar kazanmasını sağlamış, aynı zamanda modern Türkiye’yi yaratan ilerleme hamlesinin itici gücü olmuştur” dedi. ZAFER BAYRAMI, FENER ALAYI, KONSER VE HAVAİ FİŞEK GÖSTERİLERİYLE KUTLANDI 30 Ağustos Zafer Bayramı nedeniyle Ayvalık Belediyesi tarafından düzenlenen ve Öğretmen Evi’nden Cumhuriyet Meydanı’na kadar süren Fener Alayı’na binlerce kişi katıldı. Yürüyüşte 300 metrelik Türk bayrağı, her yaştan sporcular tarafından taşınırken, binlerce kişi Belediye Bandosu’nun seslendirdiği marşlara eşlik etti. Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Cumhuriyet Meydanı’nda bir konuşma yaptı ve şöyle dedi: “30 Ağustos Türk tarihinin ve şanlı ordumuzun en büyük zaferidir. En büyük başkomutanımız da Mustafa Kemal Atatürk’tür. Türkleri Anadolu’dan çıkarmak isteyen emperyalistlere 30 Ağustos zaferi ile karşı koyduk ve Anadolu’yu tekrar yurt adindik. Ezan sesini ve bayrağımızı ülkemizde yeniden şahlandırdık. Bu coğrafya için çok şehit verdik, hâlâ da veriyoruz. İçimiz yanıyor, bağrımız yanıyor. Bizi tek kurtaracak olan şey birlik-beraberlik ve bu bayrağın altında Atatürk’ün yolunda olmaktır. Türk halkı bundan sonra da emeğiyle, tarımıyla, sanayisiyle sorunlarını çözecek ve Atatürk’ün yolunda çağdaş bir dünya ülkesi olacak.” Fener Alayı sonrasında Zeytin Çekirdekleri bir konser verdi, lazer ve havai fişek gösterileri izlendi.

2


RAHMİ GENÇER: MUHTEŞEM BİR İRADE, TAKTİK VE STRATEJİ...

“B

aşkumandan Atatürk ve silah arkadaşları, kahraman şehit ve gazilerimizin gerçekleştirdiği büyük zafer, Türk tarihinin dönüm noktalarından biridir. Milletimiz, başkomutanımız Mustafa Kemal’in liderliğinde, muhteşem bir irade, taktik ve strateji ile emperyalist işgalcilere karşı ‘Büyük Taarruz’ zaferiyle ayağa kalkmış, direnmiş ve başarmıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli bu zaferle atılmıştır. Türk milletinin yeniden varoluşu sağlanmıştır. Esareti kabul etmeyen ve kanının son damlasına kadar savaşarak bu zaferi bize armağan eden Ulu Önder Atatürk’ü, tüm şehit ve gazilerimizi minnetle anıyorum. Bu zaferin ışığı altında, milli birlik ve beraberlik ruhunun sürmesini diliyorum.”

3


Rahmi Gençer: ‘Saldırgan madencilik’ 10-15 yılda iyice arttı denizin içinde bile maden aramaya çalışıyorlar

KOZAK’TA YAŞAYANLAR ALTIN MADENİNE BİR KEZ DAHA “HAYIR” DEDİ

T

ürkiye’nin olduğu kadar dünyanın da en kaliteli çam fıstığının yetiştirildiği Kozak yaylasındaki madencilik faaliyetlerine ve çam fıstığındaki verim düşüklüğüne dikkat çekmek amacıyla Kozak Yukarıbey Mahallesi’nde bir toplantı düzenlendi. Kozaklı muhtarların girişimiyle ve Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç’in öncülüğünde yapılan toplantıya bazı milletvekilleriyle birlikte Belediye Başkanı Rahmi Gençer de katıldı. Dikili Belediye Başkanı Mustafa Tosun, Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz, Çankaya eski Belediye Başkanı Bülent Tanık ve Dikili eski Belediye Başkanı Osman Özgüven’in yanı sıra yöre muhtarlarının da yer aldığı buluşmada açılış konuşmasını Mehmet Gönenç yaptı ve şöyle dedi: “Ovacık altın madeniyle ilgili yürütmeyi durdurma kararı çıktı. Bu Ovacık altın madeninin yasal olmadığı anlamına geliyor. Bu madende artık verimli cevher kalmadı. Bu nedenle Kozak’ta ve yakın yerlerde açık ocak işletmesi yapmak istiyorlar. O madenin yaşaması için Kozak’a göz diktiler. Böyle giderse on yıla kalmaz Kozak yok olabilir. Bu sorunların siyasiler tarafından gözetilmesi gerekiyor.” Daha sonra söz alan Rahmi Gençer, düzenlenen toplantının büyük önem taşıdığını vurguladı ve şu görüşleri paylaştı: “Doğayı mahvettiğimiz takdirde hepimiz için felaket olacak. Burasının gerçek sahibi Kozaklılardır. Atalarından miras aldıkları bu yerler büyük kazancı olan, önemli bir bölgedir. ‘Saldırgan madencilik’ son 10-15 yıldır iyice arttı. Kazdağları’nı, Madra dağını bıraktılar; sadece fıstık alanlarına değil zeytinlere de göz diktiler. Denizin içinde bile maden aramaya çalışıyorlar. Nerede açık bulsalar saldırıyorlar. Bir yerden yasayı deldiler mi, her yere giriyorlar. Arkalarında müthiş enkaz bırakıyorlar. Hepimiz bu yörede yaşayan insanlar olarak hep birlikte destek vereceğiz. Burayı bir tabiat parkı yaparak kurtarabileceksek bunun üzerine gidelim. Fıstık altından değerlidir. Hiçbir zaman yılmayacağız, bir ve beraber olacağız.”

4

Toplantıda şu görüşler dile getirildi: Bağyüzü Muhtarı Mehmet İlhan: “Çevre İl Müdürlüğü taş ocaklarını kontrol etmiyor. Her yerde kocaman çukurlar açıldı. İçine hayvanlar kaçıyor, ölüyor. Çukurların içinde neredeyse tekneyle gezersiniz!” Yukarıcuma Muhtarı Reşat Çakmak: “Kozak’ta fıstık çamlarında verimsizlik uzun süreden beri devam ediyor ve bir çözüm bulunamıyor. Fakat ikinci ürün olarak tarım yapmaya çalışıyoruz. Su sıkıntımız var, onunla da ilgilenen yok.”

Çamavlu Muhtarı Mustafa Kocataş: “Hepimiz burada sadece Çukuralan’daki madeni konuşuyoruz. Fakat asıl tehlike Madra dağının arkasında. Orada da bir altın madeni var ve siyanür havuzları kısa zamanda buharlaşıp yine bizim üzerimize gelecek. Kozak’ın sulama ve içme sularının nerdeyse tamamı buradan geliyor.” Kozak’ta yürütülen mücadelede en önde yer alanlardan, 70 yaşındaki Nezihe Solak: “Köyümüzde kanser çok arttı. Köylerimizi; Aşağıbey’i, Kaplan


Sınırları içinde ateş yakmak, piknik yapmak veya kamp kurmak kesinlikle yasaklanmalı

Köyü’nü başka yerlere taşıyacakları söyleniyor. Madencileri burada istemiyoruz, gitsinler!” TMMOB Orman Mühendisleri Odası eski Genel Başkanı Salih Sönmezışık: “Kozak’ta yaptığımız araştırmalarda bir yılda altından elde edilen gelir 70 milyon dolarken, insanımız çam fıstığından 180 milyon dolar gelir sağlıyor. Madenler çalıştıkları yerlerde bir ton pisliği arkasında bırakıyor. Doğaya saldıkları karbon ve birçok zararlı maddeyi söylemeye bile gerek yok.” Dikili Belediye Başkanı Mustafa Tosun: “Maden faaliyetleri yıllardır sürüyor. Fakat elimizde hangi kuyunun, hangi toprağın kirlendiği konusunda hiçbir veri yok. Yargı kararı uygulanmıyor.” Bergama Çevre Platformu Sözcüsü Erol Engel: “Bu mücadele yirmi dört yıldır sürüyor. Bu doğaya ve topraklara adaleti getireceğiz. Alınan kararlar uygulanmadığı için Kazdağları’nı, Kozak’ı yok etmeye çalışıyorlar. İzin vermeyeceğiz. Yüreği halktan ve doğadan yana atan yargıçların olduğunu biliyoruz.” CHP İzmir Milletvekili Mahir Polat: “TBMM açıldığından bu yana konuyla ilgili soru önergeleri verdim. Bizim tarafımız belli. Her yerde mücadele etmeye hazırız.” CHP İzmir Milletvekili Bedri Serter: “Kozak hem doğası hem tarihiyle dünyanın nadir yerlerinden biri. Bir altın madeni yılda 70-80 milyon dolar gelir getirirken, çam fıstığı yılda 170180 milyon dolar gelir getirebilir. Sadece buradan bile baksak, yapılanlar kabul edilemez. İzmir’den bir Tarım Bakanı seçildi, gerekirse o Bakan’ı da buraya getireceğiz.”

TABİAT PARKI’NDA ART ARDA YAŞANAN YANGINLARI ÖNLEMEK İÇİN GİRİŞ KAPISI UYGULAMASI GEREKİYOR

B

elediye Başkanı Rahmi Gençer, Balıkesir Büyükşehir Belediye Meclisi’nin Ağustos ayı ikinci birleşiminde söz aldı ve Türkiye’nin en büyük doğal milli park alanı olan Ayvalık Adaları Tabiat Parkı’nda art arda çıkan yangınlar nedeniyle giriş kapısı önerisinde bulundu. Meclis’in Çevre Komisyonu’ndan destek beklediklerinibelirten Gençer, Büyükşehir Belediyesi kanalıyla Bakanlıkla gerekli yazışmaların yürütülmesini ve Tabiat Parkı’na 5 giriş kapısı yapılmasını istedi.

Gençer, Balıkesir Büyükşehir Belediye Meclisi’nde yaptığı konuşmada şu görüşleri dile getirdi: “Maden adasında yaşanan yangından dört gün sonra Cennet Tepesi’nde, on bir gün sonra Bağyüzü köyünde ve ardından Alibey adasının Çataltepe mevkiinde yangın çıktı. Cunda’da bir hektarlık alan tahrip oldu. Bölgedeki yangın havadan ve karadan yapılan müdahaleyle kontrol altına alındı. Çok üzüldük, adeta ciğerimiz yandı. Tek tesellimiz can ve mal kaybının yaşanmamış olması... Buna karşılık, yangında küle dönen bitki örtüsünü ve canlıların acısını en derinden

hissediyoruz. Kentimizde art arda yaşanan bu yangınlar gösteriyor ki ağaçlık alanlarda çok daha dikkatli olmalıyız. Tabiat Parkı sınırları içinde kesinlikle ateş yakılmamalı, piknik veya kamp yapılmamalı. Tabiat Parkımız’ın karakterinin bozulmadan korunması için giriş ve çıkışların mutlaka kontrol altına alınması gerekiyor. Bilindiği gibi, Tabiat Parkı’nın alanı 17 bin 900 hektar. Yaklaşık olarak beş girişi var. Bu girişlerin ikisi Hakkıbey yarımadasında, üçü Pateriça bölgesinde. Eğer kanun uygulanır, bu girişlere Bakanlık tarafından kapı yapılarak denetim sağlanırsa yangın tehlikesi büyük ölçüde ortadan kalkacaktır. Bu tedbirleri almazsak Ayvalık’ta orman ve bitki örtüsü kalmaz. Ayrıca endemik bitki örtüsü yanında zeytinlikler ve çam ormanları var. Buraya gelen ziyaretçiler çadır kurup ateş yakıyor. Geniş bir alan olduğu için takibi çok zor. O yüzden bu giriş kapılarının bir an önce yapılıp uygulamaya geçmesini istiyoruz. Büyükşehir Belediyesi’nin, Çevre Komisyonu’yla gerekli yazışmaları yapmasını ve desteğini istiyoruz.”

DİSK Eski Genel Başkanı ve CHP İzmir Milletvekili Kani Beko: “Bu işin şakası yok. Afrika ülkeleri en fazla altını olan ülkeler, ama en fakir ülkeler de onlar. Kozak’ın kıymetini bilmemiz lazım.” CHP İzmir Miletvekili ve Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca: “Çevre Bakanı’na gideceğim ve bana verilen fıstık kutusunu ona vereceğim. Bergama direnişin simgesidir. İnanıyorum ki, yan yana geldiğimizde, doğa bize bir bedel ödetmeden biz doğayı bu konuma getirenlere bedel ödetiriz.”

5


Her fırsatta Ayvalık Zeytin Hasat Günleri’ne katılıyor ve zeytincilik sektörünün sorunlarını dile getiriyordu

GÜNGÖR URAS’IN KAYBI AYVALIK’TA DA ÜZÜNTÜ YARATTI

M

illiyet Gazetesi ekonomi yazarı Güngör Uras 20 Ağustos günü, İstanbul’da yaşama veda etti. Bir süredir hastanede tedavi gören ve 85 yaşında olan Uras’ın ölüm haberini Milliyet gazetesi Ekonomi Müdürü Şükrü Andaç sosyal medyadan, “Güngör Uras Hocamı kaybettik. Başımız sağ olsun” mesajıyla duyurdu. Milliyet gazetesindeki köşe yazılarında, ekonomiyi kendisinin hayat verdiği ‘Ayşe Teyze’ ve ‘Ali Rıza Amca’ örnekleriyle ve herkesin kolayca anlayacağı bir dille anlatan Güngör Uras üretken, çalışkan, araştırmacı, dürüst kişiliğiyle tanınıyordu. 1980 yılından itibaren Prof. Dr. T. Güngör Uras, Güngör Uras, Tevfik Güngör, Ali Rıza Kardüz imzalarıyla on bin civarında makale yazan Uras, her fırsatta Ayvalık Zeytin Hasat Günleri’ne katılıyor ve zeytincilik sektörünün sorunlarını dile getiriyordu. Bu konuda kaleme aldığı son yazılarından birinde şöyle demişti: “Ayvalık Ticaret Odası ve Belediye, zeytin hasadının başlaması nedeniyle her yıl ‘Hasat Şenliği’ düzenliyor. Şenlikte zeytin ve zeytinyağı sektörünün sorunlarının, bölgenin üretim durumunun tartışıldığı toplantılar yapılıyor. Zeytin ve zeytinyağı üreticileri ürünlerini sergiliyor. Erken hasat zeytinyağı tadılıyor. Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in Ticaret Odası Başkanlığı döneminde başlatılan şenlikler Ayvalık zeytinyağının ve Ayvalık şehrinin ekonomisinin tanıtımına büyük katkı yapıyor.”

RAHMİ GENÇER: AYVALIK’TA BİZİMLE BİRLİKTE CİDDİ ÇALIŞMALARDA BULUNMUŞTU Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Güngör Uras’ın vefatı nedeniyle bir başsağlığı mesajı yayınladı. Gençer’in mesajı şöyle: “Değerli büyüğümüz, yazar Prof. Dr. Güngör Uras’ı kaybettik. Türkiye’de zeytincilik sektörüne ilişkin sorunların çözümü için Ayvalık’ta bizimle birlikte ciddi çalışmalarda bulunan çok sevdiğimiz abimiz Güngör Uras’a Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı diliyorum. Hepimizin başı sağ olsun.”

6

1000 adedi 50 liradan satılan galoşlar için Türkiye’nin her yerinden sipariş verilebiliyor

AYVALIK’TA ÖZEL ÇOCUKLARIN ÜRETTİĞİ GALOŞLAR PEK ÇOK ALANDA KULLANILIYOR

B

elediye Başkanı Rahmi Gençer, Sosyal Hizmet Merkezi bünyesindeki Özel Çocuklar Eğitim Evi’nde eğitim gören ve galoş üreterek ‘harçlıklarını çıkaran’ özel çocuklarla bir araya geldi. Öğretmenleri Emine Okyar ve Gülden Aydınlı Orancı gözetiminde galoş üreten 20 öğrenci Eğitim Evi’nin atölyeyi andıran bir sınıfında, iş bölümüyle naylonlara lastik yerleştiriyor, sıcak baskı makinesiyle galoşlara son şeklini veriyor. Perşembe hariç hafta içi her gün en az bin adet galoş üretilebiliyor. Hem el becerileri gelişen hem de rehabilite olan çocukların ürettiği galoşlar hastanelerden spor salonlarına, anaokullarından fabrikalara kadar pek çok alanda kullanılıyor. Satılan galoşlardan sağlanan gelirin bir bölümü özel çocuklara

Evsel atıklar üç vardiya olarak günün yirmi dört saati toplanıyor

CADDE VE SOKAKLAR DÜZENLİ OLARAK TEMİZLENİYOR


harçlık olarak verilirken, bir bölümü de projenin devamı için gereken malzemenin alımında kullanılıyor. Ziyaret sırasında bir açıklama yapan Rahmi Gençer, üretilen galoşları sadece Ayvalık’a değil yurt genelinde ihtiyaç duyulan noktalara da ulaştırabileceklerini belirtti. Gençer şunları söyledi: “Çocuklarımıza neler katabilir, hayatlarını nasıl renklendirebiliriz diye düşündük ve çalışmalarımızı bu yönde yoğunlaştırdık. Özel çocuklarımızı yaşama dâhil edebilmek, onlara istihdam oluşturabilmek için Sosyal Hizmet Merkezimiz’deki Özel Çocuklar Eğitim Evi’nde, ‘Meslek Edindirme’ projemizi hayata geçirdik. Özel eğitim verdiğimiz özel çocuklarımızın galoş üretimi yapabileceğini fark ettik. İlk

aşamada galoş makinesi alarak atölye oluşturduk. Böylece galoş üretimi başladı. Öğrencilerimiz hem meslek öğreniyor hem de eğitim alıyor. Bu Ayvalık’ta bir ilk... Üretilen galoşları kentimizin ihtiyaç duyulan tüm merkezlerine sunuyoruz. İhtiyacı olan kurumlar/işletmeler Özel Eğitim Evi’nde üretim yapan çocuklarımızdan galoş alabilir; onların mutluluklarına yakından tanık olup bu mutluluğu onlarla paylaşabilir.”

Arzu edenler Ayvalık Belediyesi Sosyal Hizmet Merkezi Özel Çocuklar Eğitim Evi’nin 0505 180 78 27 no’lu telefonuna ulaşarak 1000 adedi 50 liradan galoş siparişi verebilir.

A

yvalık Belediyesi Temizlik İşleri Müdürlüğü tarafından kentin cadde ve sokaklarında yürütülen temizlik faaliyeti yoğun şekilde devam ediyor. Periyodik olarak gerçekleştirilen çalışmalar kapsamında, Cumhuriyet Meydanı ve Talatpaşa Caddesi ile Toptancı Hali çevresi temizlendi. Temizlik İşleri Müdürlüğü’ne bağlı 9 kişilik ekip, bir arazözle birlikte araç ve yaya trafiğinin yoğun olduğu alanlarda genel temizlik çalışması yaptı. Sabaha karşı 02.3006.30 saatleri arasında gerçekleştirilen temizlik kapsamında, kirlilik derecesine göre cadde, sokak ve kaldırımlar yıkandı, biriken toz ve çöpler temizlendi. Vatandaşların daha temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşaması için gayret gösterdiklerini belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer, önceliklerinin kirliliği ortadan kaldırmak olduğunu belirtti. Kent halkının daha temiz bir ortamda yaşamasını sağlamak amacıyla, Ayvalık’ın mahallelerinde mıntıka temizliği yaptıklarını ve bu çalışmalarının devam ettiğini söyleyen Gençer, “Evsel atıkların toplanması ekiplerimiz tarafından üç vardiya olarak günün yirmi dört saati boyunca yapılıyor. Sorumluluk alanımızdaki bütün cadde ve sokaklardan her gün düzenli olarak çöp toplanıyor. Mahallelerimizde sokaklar süpürülüyor. Ayrıca yaya ve araç trafiğinin yoğun olduğu bölgelerimizde hijyen koşullarının sağlanması için ekiplerimiz yıkama çalışması yapıyor. Çalışmalarımıza düzenli olarak devam edeceğiz” dedi.

7


Ayvalık Belediyesi dereceye girenlere toplam 10.000 TL para ödülü verdi

AYVALIK 11. YAZ SATRANÇ TURNUVASI YAPILDI

A

arada Ayvalık’ı gezmeyi unutmayın. Plajlarımızı kullanın. Güzel, sağlıklı yemeklerimizi yiyin” dedi.

Belediye Başkanı Rahmi Gençer açılış törenindeki konuşmasında hakemlere, organizatörlere ve sporculara başarılar diledikten sonra yarışmacılara seslenerek, “Sizlerle her yıl birlikte olmak bize mutluluk veriyor. Bu

Ödül töreninde konuşan Ayvalık Satranç Spor Kulübü Başkanı Nahil Filiz, sporcuların yetişmesinde emeği olan velilere, turnuvanın gerçekleşmesi için maddi-manevi her türlü desteği veren Rahmi Gençer’e, Gökay Bacan’a, Burak Tok’a ve belediye çalışanlarına teşekkür etti.

yvalık Belediyesi, Ayvalık Satranç Spor Kulübü, TSF Ayvalık Temsilciliği, Ayvalık Gençlik Hizmetleri ve Spor Müdürlüğü işbirliğiyle düzenlenen Ayvalık 11. Yaz Satranç Turnuvası, Ağustos ayı başında gerçekleşti. Satranç sporcuları, İsmet İnönü Kültür Merkezi’ndeki turnuvada 75’şer oyuncuyla kısıtlı olan A Kategorisi ve B Kategorisi’nde yarıştı. Dereceye girenlere Ayvalık Belediyesi tarafından toplam 10.000 TL para ödülü dağıtıldı.

Rahmi Gençer turnuvanın ilk hamlesini oğlu Ümit Gençer’le gerçekleştirdi. Turnuva sonunda düzenlenen törende dereceye giren sporculara ödüllerini Belediye Başkan Yardımcısı Gökay Bacan, Ulusal Hakem Bilal Bingölbali ve Belediye Kültür İşleri Müdürü Burak Tok verdi.

Gerçekleşen hizmetler, yatırımlar ve projeler konuşuluyor talepler, sorunlar ve çözümler değerlendiriliyor

H

RAHMİ GENÇER BELEDİYE ÇALIŞANLARIYLA KAHVALTIDA BULUŞMAYA DEVAM EDİYOR

er hafta Belediye’nin farklı birimlerinde görev yapan personelle kahvaltı eden Belediye Başkanı Rahmi Gençer, beşinci buluşmada Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü ve Sosyal Hizmet Merkezi çalışanlarıyla bir araya geldi. Gerçekleşen hizmetler ve yatırımların hayata geçmesinde personelin büyük emeği olduğunu belirten Gençer, “Çalışmalarımıza devam edeceğiz. Biz, Ayvalık Belediyesi olarak büyük ve özel bir aileyiz. Hep birlikte Ayvalık’ımızı daha ileri noktalara taşıyacağımıza inanıyorum. Kutsal bir görev yapıyorsunuz. Sizlerle gurur duyuyorum” dedi. Kahvaltı sonrası Yaşlı Bakım Evi ve Özel Çocuklar Eğitim Evi’ni ziyaret eden Rahmi Gençer, burada kalan vatandaşlar ve galoş üretimi yapan özel çocuklarla sohbet etti.

8


KURBAN BAYRAMI HER ZAMAN OLDUĞU GİBİ HUZURLU BİR ORTAMDA BİRLİK VE BERABERLİK İÇİNDE KUTLANDI Rahmi Gençer tüm Müslümanların bayramını kutladı

B

elediye Başkanı Rahmi Gençer, Kurban Bayramı öncesinde bir açıklama yaptı ve bayramların küslüklerin sona erdiği, barışın ve huzurun sonsuza dek yaşatılması adına önemli günler olduğunu belirtti. Gençer şunları söyledi: “Tüm Müslümanların Kurban Bayramı’nı kutlarım. İnşallah ülkemize barış, bereket ve huzur getirsin. Ayvalık’ta her zaman olduğu gibi birlik ve beraberlik içinde bayramımızı kutlayacağız. Dokuz günlük bayram tatilinde Ayvalık kalabalık olacak. Esnafımıza bereketli bir bayram diliyorum. Gelen misafirlerimizin Ayvalık’ın tadını çıkarmasını, güzel bir bayram olmasını, herkesin yüzünün gülmesini arzuluyorum. Ayvalık Belediyesi tüm ekibiyle Kurban Bayramı’nda artan nüfusumuza karşı önlemler alarak çalışmalarını sürdürecek. Belediyemiz, vatandaşlarımıza her zaman olduğu gibi bir telefon kadar yakın olacak.”

Yaşlılar, hastalar, özel çocuklar ve güvenlik görevlileri ziyaret edildi

A

yvalık’ta Kurban Bayramı Emniyet Müdürlüğü, Belediye Yaşlı Bakımevi, Özel Çocuklar Eğitimevi, Jandarma komutanlığı, Garnizon Komutanlığı, Devlet Hastanesi ve Merkez Polis Karakolu’na yapılan özel ziyaretlerle kutlandı.

A

Sosyal market bayrama önceden hazırlandı

yvalık Belediyesi tarafından kurulan ve yardımlaşma/ dayanışma duygularını güçlendirerek toplumsal hoşgörüyü arttırmanın yanı sıra israfın önlenmesini de hedefleyen Sosyal Market, Kurban Bayramı öncesinde ilçede ihtiyaç sahiplerine giyilecek kalitede, temiz giysi ve çeşitli eşya yardımı ulaştırma hizmetine hız verdi. Her yaş grubu için, farklı beden ölçülerindeki çok sayıda kıyafeti ihtiyaç sahibi vatandaşların yararına ücretsiz olarak sunan ve günde ortalama 15 kişinin uğradığı Sosyal Market’te bayram öncesinde yoğunluğun arttığı gözlendi. Belediye Başkanı Rahmi Gençer, ihtiyacından fazla, kullanılmış fakat kullanılabilir nitelikte olan veya kullanılmamış eşyalara sahip kişilerden bunların toplanması, kullanılabilir hale getirilmesi ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması amacıyla hareket ettiklerini belirtti. Gençer, “Burada amacımız insanlara destek olmak. İmkânı olanın olmayana yardım ettiği bir dayanışma hattı oluşturmayı hedefledik. Sosyal Market her gün bayram yeri gibi. Ama bayram öncesi biraz daha hareketlilik yaşandı. İhtiyaç sahibi olan vatandaşların bayramlıkları ve diğer ihtiyaçları karşılandı. Yardım eden ve alan herkes mutlu. Küçücük de olsa katkıda bulunmak isteyen gönüllülerin ve Ayvalık’taki hayırsever vatandaşlarımızın belediyeye müracaat etmeleri yeterli” dedi.

Ziyaretlere Kaymakam Gökhan Görgülüarslan, Garnizon Komutanı Personel Albay Fevzi Koyuncu, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Jandarma Komutanı Özat Dörttepe, Emniyet Müdürü Turgut Çoşkun’un yanı sıra daire amirleri siyasi ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri katıldı. Ayvalık Devlet Hastanesi ziyaretinde hastalara acil şifalar dilendi ve Ayvalık Belediyesi tarafından hazırlanan özel çantalar hediye edildi.

Rahmi Gençer’in daha sonraki kahvaltı buluşması İşletme ve İştirakler Müdürlüğü’ne bağlı Akaryakıt İstasyonu çalışanlarıyla oldu. Kahvaltıda Başkan Yardımcısı Zuhal Keskin, Personel İşleri Müdürü İbrahim Barış ve Akaryakıt İstasyonu Sorumlusu Lütfü Kotan da yer aldı. Kurban Bayramı boyunca Ayvalık’ın çok kalabalık olduğunu belirten ve yoğun bir tempo sergileyen personele teşekkür eden Gençer, “Ayvalık Belediyesi olarak bizler, her alanda ‘mesai saati’ gözetmeksizin kentimiz ve kentimizde yaşayan vatandaşlarımız için çalışmaya devam ediyoruz” dedi.

9


Kısa süre önce Ayvalık’a bir Güzel Sanatlar Lisesi kazandıran Cihan Şişman bu kez bir ilke imza attı ve yaptığı değerli katkıyla, yıllardır gündemdeki yerini koruyan Gençlik Merkezi’nin hayata geçmesini sağladı. Doğup büyüdüğü kente hizmetlerinin süreceğini belirten Cihan Şişman’la ofisinde bir araya geldik ve TC Ayvalık Belediyesi 19 Mayıs Cihan Şişman Gençlik Merkezi’ni ve aile olarak Ayvalık için tasarladıkları diğer projeleri konuştuk.

S

GENÇLİK MERKEZİ SAYESİNDE GENÇLER KENDİ ARALARINDA DEMOKRASİNİN ÇEKİRDEĞİNİ OLUŞTURACAK GÜLBENİZ ŞENTAY

ayın Cihan Şişman, Gençlik Merkezi’ni yapmaya ne zaman ve neden karar verdiniz?

-Ben bir taşra siyasetçisiyim ve 1999 yılında belediye başkanlığına adaylığımı koyarken elbette yaşadığım kent için neler yapabileceğimi düşünmüş, kurgulamıştım. Dolayısıyla kentin eksiklerini saptarken, arkadaşlarımla birlikte bir gençlik merkezine de şiddetle ihtiyacımız olduğunu görmüştük. Zira Ayvalık hızla göç alan yerlerin başında geliyordu. Yetmiş bin kişinin yaşadığı Ayvalık’ta beş bin genç var ve bunların çoğu işsiz. Yani evlerinden çıkarken ceplerinde para yok. Gidebilecekleri bir yer yok. Bu nedenle ciddi bir biçimde yanlış yollara evrilebileceklerini, kötü alışkanlıklar edilebileceklerini düşünüyorduk. Nitekim bugün kaygılarımızda haklı olduğumuzu da görüyoruz. Gençlerimizin arkadaşlarıyla gidip çay içebileceği, sohbet edebileceği, kültürel faaliyetlerde bulunabileceği, çeşitli aktivitelere katılabileceği bir sosyal alan yaratırsak onları bekleyen tehlikeleri bertaraf edeceğimizi hissediyorduk. Gerçekten de on beş, on yedi, on sekiz yaşındaki bir insanın cebinde birkaç kuruşu olmadan evden çıkması, dışarıda yaşıtlarıyla zaman geçirmesi zordur. Aileler çocuklarının gereksinimlerini karşılayamadıkları zaman, genç kendisini sahipsiz hisseder. Yeterince sevilmediğini, ailesinin kendisine değer vermediğini sanır ve kurulan tuzaklara kolayca düşer. Sözün özü, en azından bu tür riskleri ortadan kaldıralım diye uğraş veriyorduk. Ne yazık ki, benimle aynı görüşü paylaşan arkadaşlarımın bazıları bugün hayatta değil. Onları bu merkezi yaparken rahmetle andığımı belirtmek isterim. Kısacası bu proje çok elzemdi ve bir fırsat doğdu... Ben de düşlerimden birini daha gerçekleştirme şansı buldum. Tamamlanmak üzere olan merkezin yapım sürecinden söz eder misiniz? -Bildiğiniz gibi yıkımdan önce orada engelli çocuklarımızın rehabilite edildiği, on beş-on altı yaşlımızın barındığı yetersiz bir yapı bulunuyordu. Bir gün Rahmi Başkan beni çağırdı ve “Abi, el ele verelim, bu binayı sağlamlaştıralım” dedi. Yapıyı müteahhitimle gezdik. Islah edilir tarafı yoktu. Bunun üzerine Başkan eski vergi dairesinin karşısına güzel bir bina Yetmiş bin kişinin yaptı ve çocuklarımızla yaşlılarımızı oraya aldı. yaşadığı Ayvalık’ta Çok da iyi oldu. Hemen beş bin genç var ve yakınında oturduğum için onları izleme şansı bunların çoğu işsiz.

10

M

Cihan Şişman kimdir?

idilli mübadili bir ailenin iki çocuğundan biri olarak Ayvalık’ta dünyaya geldi. Öğrenim hayatına başladığı İstiklal İlkokulu’nun 1953 Yenice depreminde zarar görmesi üzerine Gazi İlkokulu’na devam etti. Ayvalık Ortaokulu’ndan mezun oldu ve liseye Edremit’te başladı. Daha sonra kaydını yeni açılan Ayvalık Lisesi’ne aldırdı. Lise bitince İzmir İktisadi Ticari İlimler Akademisi’ne girdi. Öğrenciliği sırasında esnaflık da yapan Şişman, dil öğrenmek aracıyla Almanya’daki Goethe Üniversitesi’ne gitti. Ardından İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde lisans eğitimini tamamladı. Bir süre bankacılık sektöründe çalıştı. Daha sonra öğretmenlik yapmaya karar verdi ve Trabzon Ticaret Lisesi’ne atandı. Orada Türkçe öğretmeni Sebahat Hanım’la tanıştı ve evlendi. 1995 yılına kadar hem öğretmenlik hem serbest müşavirlik yaptı. Politikayla da yakından ilgilenen ve 1999 yerel seçimlerinde belediye başkan adayı olan Cihan Şişman 1995’te eşiyle birlikte Ayvalık ‘a döndü.


buluyorum. Bir keyifleri var ki, sormayın gitsin! Hasılı boşaltılan binayı temelden çatıya yeniden ve gençler için bir sosyal tesis olarak yapma taahhüdünde bulundum. Belediye Meclisi’nin tüm üyeleri oy birliğiyle projeye onay verdiler. Politik kimliğim bilindiği halde herkesin Ayvalık adına bir araya gelmesi beni fazlasıyla mutlu etti. İnsanlarımızla gurur duydum. Merkezin yönetiminin gençlere bırakılacağını özellikle vurguluyorsunuz. Neden yönetimde olmalılar? -Daha evvel de dillendirdiğim gibi Ayvalık artık çok kültürlü bir toplum. Dolayısıyla Türkiye’nin her yerinden gelen insanların birbirini tanıması, sevmesi, bir arada, kardeşçe yaşamayı öğrenmesi lazım. O nedenle Gençlik Merkezi’nin hiçbir siyasal görüşün, hiçbir partinin arka bahçesi olmaması gerektiğine inanıyorum. Belediye’nin CHP’li olmasına rağmen ve yüksek sesle söylüyorum bunu. Zira buraya bütün seçmenlerin çocukları gelmeli, burada birbirleriyle kaynaşmalı, birbirlerini anlamalı, birbirleriyle konuşmalılar. Hangi etnik kökenden, hangi siyasal görüşten olurlarsa olsunlar birlikte satranç oynamalı, birlikte film seyretmeli, birlikte etkinlik ve aktivitelerde bulunmalılar. Doğrusu da bu zaten. Benim tek arzum birbirlerini severek, birbirlerine saygı duyarak ortaklaşa kullandıkları bu alanda demokrasinin çekirdeğini oluşturmaları. Bizim alt yapısını hazırladığımız merkezde kendi kendilerini ihtiyaçlarına göre yönetsinler. Bunu gerçekleştireceklerine inanıyorum. Örneğin tiyatro, müzik, satranç kulüpleri kursunlar. Resim yapsınlar. Flüt, keman, gitar çalsınlar. Güzel Sanatlar Lisesi öğretmenlerinin onların elinden tutacağına eminim. Benim onlardan beklentim sadece üretken olmaları, nerede ne yapacaklarına kendilerinin karar vermeleri... Lakin baktık ki yapamıyorlar, gerektiğinde abileri, ablaları onlara öneriler sunabilir, yönlendirmede bulunabilir (Zaten belediyenin Kültür Müdürlüğü de o binaya taşınacak). Bunların dışında müdahale edilmesinden yana değilim. Ama günlük ihtiyaçlarını karşılamalarında yardımcı olunabilir elbette. Nedir? Belediye onlara çay-şeker alır. Belki bir

tas sıcak çorba ikram eder. Binanın temizliğini sağlar. Tabii bu arada onlara sahip oldukları araç-gereçleri, vakit geçirdikleri mekânı her şeyiyle korumayı, temiz tutmayı öğreteceğiz. Neticede biz onlara, onlar da kendileri için yapılan yere sahip çıkacak. KAFETERYASI, SİNEMA SALONU, KÜTÜPHANESİ, ATÖLYELERİYLE YÜZLERCE GENCİMİZİN FAYDALANABİLECEĞİ GENÇLİK MERKEZİ BENİ DE EN AZ BAŞKAN KADAR HEYECANLANDIRIYOR Ayvalık Belediyesi 19 Mayıs Cihan Şişman Gençlik Merkezi’ni tanıtır mısınız? -Elbette! Doğrusunu isterseniz mimarımız biraz fazla masraf çıkardıysa da Ayvalık’ın dokusuna uygun, iki katlı, denize nazır, çok güzel bir bina yaptı. Kapılar bile özgün mimari gözetilerek tasarlandı. Ben Güzel Sanatlar Lisesi’nde olduğu gibi binanın dekorasyonunu ilgili kurumlara bıraktım. Merkezimizin iç donanımı için Rahmi Başkan harekete geçti bile. Kafeteryası, sinema salonu, kütüphanesi, atölyeleriyle yüzlerce gencimizin faydalanabileceği mekân beni de en az Başkan kadar heyecanlandırıyor. Bina hazır. Birkaç eksiği kaldı o kadar. Sanırım en geç bir ay içinde hizmete girer. Başkan bahçe düzenlemesini de yaptıracak. Orası da ağaçlar, çiçekler arasındaki oturma yerleri, heykelleriyle gençlerimizin, ailelerinin yararlanabileceği bir sosyal alan haline gelecek. Sayın Şişman, siz Ayvalık’ın varlıklı insanlarından biri olarak tanınıyorsunuz. Önce Güzel Sanatlar Lisesi, şimdi de Gençlik Merkezi… Neden varlığınıza varlık katmak yerine elinizi taşın altına koyuyorsunuz? -Yurttaş olduğum için… Sadece bunun için… İnsan yaşadığı toplumla bir şeyleri paylaşmak istiyor. Arkasında, “Yaşadım!” diyebilmek için bir şeyler bırakmak istiyor. Eşimin de, benim de düşüncemiz bu. Kalkınmış ülkelerde bütün eksiklikler devlet tarafından gideriliyor. Orada şahıslara ihtiyaç duyulmuyor. Ancak gelişmekte olan ülkelerde iş, siyaset, sanat dünyasının desteği gerekiyor. Çünkü bu tür hizmetlerin maliyeti büyük. Ne var ki, topluma kazandırdığınız hiçbir şey, inanın sizin varlığınızı azaltmıyor. Aksine duyduğunuz huzurla zenginleşiyorsunuz. Bir insan ne kadar varlıklı olabilir? Varlığınız oranında banka hesabınız kabarır. Yaşadığınız topluma bir katkıda bulunduğunuzdaysa o Ayvalık artık rakamlar size azalmış görünür. Ancak kalanı size çok kültürlü yeter. Dolayısıyla bizden bir toplum. bir şey eksilmedi. Şimdi orada bir eserimiz var. Dolayısıyla Bu nedenle gerek okul, Türkiye’nin gerek gençlik merkezi hem eşimi hem beni paranın her yerinden zenginleştiremeyeceği gelen insanların kadar zenginleştirdi desem, yeridir. birbirini tanıması, Gerçekleştirmeyi düşündüğünüz başka projeler var mı?

Gençlik Merkezi'nin temeli 19 Mayıs 2017'de atıldı.

-Üç çeyrek yılı geride bıraktım. Çok şükür

sevmesi, bir arada, kardeşçe yaşamayı öğrenmesi lazım.

11


“Hocam sen yaparsan kadroyu buraya vereceğiz!” dediler. Ayvalık adına öneriye sahip çıktım. KISMET OLUR, HUZUREVİMİZİ DE HİZMETE AÇARSAK BELKİ BEN DE ÖMRÜMÜN SON GÜNLERİNİ ORADA GEÇİRİRİM Huzurevini nereye yapmayı planlıyorsunuz?

benim de eşimin de sağlığı yerinde. Yani hâlâ Ayvalık’ın eksikleriyle yakından ilgilenebiliyoruz. Söz açıldığında ihtiyaçları konuşuyoruz. Örneğin bir noksanımız da huzurevi… Ama kolay bir şey değil... İnsanlar binayı yapınca iş bitti sanıyor. Oysa en zor aşama inşaatı bitirip devlete teslim ettiğinizde başlıyor. Devlet iç donanımını, personeli sağlıyor. Bütün bunlar bizim gücümüzü aşan şeyler. Her neyse, konu bir önceki valimizle görüşmemiz sırasında yeniden gündeme geldi. Sayın vali Sosyal Hizmetler İl Müdürü’nü Ayvalık’a gönderdi. Oturduk konuştuk. Balıkesir’e iki yeni huzurevi yapacaklardı. Birinin Edremit, diğerinin Bandırma’da inşa edilmesini düşünmüşlerdi. Fakat,

C

Bu arada Ayvalık’a bir özel hastane yapılacağı konuşuluyor. Yine bir ilk ve yine sizin adınız geçiyor. -2008 yılında hastaneye giden yolun hemen üzerinde, KİPA’nın kapısının tam karşısındaki on bin metrekarelik

İnşallah Ayvalık’tan da bir gün bir çocuk çıkar bir resim yapar ve dünyayı sarsar

ihan Şişman, 2016-2017 öğretim yılında öğrencilerini kucaklayan ve iki yıl sonra ilk mezunlarını verecek olan Ayvalık Sebahat-Cihan Şişman Güzel Sanatlar Lisesi'ne ilişkin duygu ve düşüncelerini şöyle dile getiriyor: -Bir okul yaptırmak bizim otuz beş yıllık düşümüzdü. Daha önceki röportajımızda da belirttiğim gibi bir fırsat doğdu ve düşümüzü gerçekleştirebildik. Bu işe kalkıştığımızda sağ olsunlar devletin valisi, kaymakamı desteklerini bizden esirgemediler. Ancak bu süreçte üç kez valimiz, dört kez kaymakamımız, üç kez de milli eğitim müdürümüz değişti. Dolayısıyla bu işler zor oluyor. Ama el birliğiyle başardık işte! Okulun temelini atarken nasıl bir yer olacağını, gençlerimizin nasıl bir ortamda öğrenim göreceklerini az-çok beynimde canlandırabiliyordum. Bir film şeridi gibi akıp giden bu görüntüler beni fazlasıyla keyiflendiriyordu. Fakat lisemiz faaliyete geçtiğinde orada hayallerimin çok ötesinde bir dünyayla karşılaştım. Okulun her köşesinden müzik sesleri geliyor… Duvarlar resimlerle dolu… Öğretmenler hiçbir şeyi esirgemedikleri öğrencileriyle arkadaş gibi değil, kardeş gibi olmuşlar... Aralarında, temelinde karşılıklı saygı yatan müthiş bir sevgi var… Sanatın özgürleştirdiği büyülü bir atmosferleri var... Durmadan çalışıyorlar, üretiyorlar. Şimdiden önlerine hedeflerini koymuşlar. Kimi ressam, kimi ses mühendisi olmak istiyor. İlk yıl otuz beş kişiydiler. Sonra altmış altı oldular. Şimdi

12

-Benim KİPA’nın karşısında, yeni yapılacak Kaymakamlık binasının bitişiğinde sekiz dönüm bir yerim var. Dört yıldır o arazinin huzurevine tahsisi için uğraşıyorum. Becerebilirsem, gücümüz yeterse orası iki yüz yataklı özel bir huzurevi olacak. Bu yönde çok talep var. Balçova ile Bornova’daki emsallerinin yapılanmasını, işleyişini inceleyerek hayata geçireceğimiz huzurevini kurulacak vakıf yönetecek. İkinci huzurevi ise devlete ait olacak. Cunda’daki Çocuk Yuvası’nı ıslah ederek, daha kapasiteli bir yer yapacağız. Ancak bazı pürüzlerle karşılaştık. Rahmi Başkanın desteğiyle Anıtlar Kurulu’na dilekçe verildi. Şayet kabul görürse o binayı ıslah edip, devlete teslim edeceğiz. Yani Ayvalık bir özel bir de resmi huzurevine kavuşacak. İnşallah olur. Yaşlılıklarında insanlarımızı rahat ettirmek, onlara sahipsiz olmadıklarını hissettirmek gibi güzel bir şey yok. Çalışma sürüyor. Olur mu, olmaz mı? Ne zaman olur? Bilmiyorum. Dileğim en kısa sürede gerçekleşmesi.

yüzün üzerindeler. İstanbul’dan, İzmir’den, Bursa’dan öğrencilerimiz var. Hatta bazılarının aileleri de Ayvalık’a geldi. Ya bir ev kiraladılar ya da satın aldılar. Doğrusunu isterseniz başlangıçta eşim adımızın ön plana çıkmasından tedirginlik duymuştu. Ancak okulun havasını soludukça, oradaki güzelliği gördükçe nasıl bir şeye vesile olduğumuzu daha iyi anladı. Örneğin iki öğrencinin yaptığı ve evimizin duvarını süsleyen yağlı boya resimlerimiz bugüne kadar karşılaştığımız en güzel, en sıcak, en içten teşekkür şekliydi. Eşim ve benim için okulda ayrılan köşe ise arkamızda sadece bir eser bırakmadığımızın göstergesiydi. Bizi geleceğe de taşımışlardı. Atatürk’ün Nutuk’unun karşısında özgeçmişimiz, annemizin, babamızın adı yer alıyordu. Gözlerimiz doldu. Yeri gelmişken; valisinden, kaymakamından, belediye başkanından milli eğitim müdürüne ilk günden itibaren yanımızda yer alan, okulumuza/çocuklarımıza sahip çıkan herkese bir kez daha teşekkür etmek isterim. Bu noktada kendi kendime söylediğim bir şeyi sizlerle paylaşmak istiyorum… Hep dünyada bir resmin bilmem kaç bin, hatta kaç milyon dolara satıldığını duyuyorduk. Okulun temelini atarken, umut ediyor, “Bizde de olur!” diyorduk. Fikrimce Ayvalık’taki bütün fabrikaları, bütün iş yerlerini toplasanız, bir resim etmez. İnşallah Ayvalık’tan da bir gün bir çocuk çıkar, böyle bir resim yapar ve dünyayı sarsar. O zaman biz varsak da yoksak da yaptığımız şey karşılığını bulur.


arazimi, hastane yapılması kaydıyla Belediyeye bağışlamıştım. Konumu itibarıyla orası hastane olmaya çok elverişlidir. Belediye Başkanı Hasan Bülent Türközen’di. Bildiğiniz gibi yerel yönetimler sık sık mali sıkıntı yaşadıkları için o arsanın da satışı sürekli gündeme geliyor, ama biz izin vermiyorduk. Özetle on yıldır öylece duruyordu. Geçenlerde Rahmi Bey beni aradı ve “Müjdemi isterim! Hastane işini hallettim, Körfez Hastanesi geliyor!” dedi. Sevindim. Hemen ertesinde bir takım dedikodular kulağıma çalındı. Binanın altında dükkânların yer alacağı söylentileri üzerine Başkanı aradım. Bana, hastane yönetiminin bir parseli tıp fakültesi olarak ayırmayı düşündüğü bilgisini aktardı. Fakülte için bir parseli küçük buldum ama oluru verdim. Alkışladım hatta. Ancak eczane dahil, dükkân fikrine karşı olduğumu belirttim. Bu arada sosyal medyada, “Körfez Hastanesi’ne karşıyız, yapılmasın!’ diyenleri gördüm. Açılan değil bir hastane, bir acil servis dahi olsa, bu Ayvalık’a büyük bir katkıdır. Ama ne yazık ki bunu anlamakta zorlanan bir kesim oldu. Sayın Cihan Şişman, son olarak Ayda Bir Ayvalık okurlarına ne söylemek istersiniz? -Mübadele sırasında Ayvalık bomboş bir yerdi. Buraya ilk yerleşenler ailelerimizdi. Bizler burada doğduk. Arnavut kaldırımların her bir taşını ezbere biliriz. Bizim kokumuz Ayvalık kokusudur. Zeytinyağıdır, pirinadır, sabunhanedir. Başkaları belki tiksinir, iğrenir ama bizim kokumuz odur. Tarihi bir hamamımız vardı ve suları evimizin önünden akardı. Bizim kokumuz oydu. Bu nedenle eğer ben bir şey yaparsam, etrafımdakiler kendileri yapmış gibi sevinir. Çünkü içimizden biri bu kente bir çivi çakmıştır, şuraya bir tuğla koymuştur. Örneğin zaman zaman yolumu kesip, “Hani huzurevi?” diye sorarlar. Sorunun hiçbir kasıt taşımadığını bilirim.Yani kimsenin niyeti o işi yapmam gerektiğini ima etmek değildir. Aksine, “Yaparsan, sen yaparsın!” demek isterler. İnşallah kısmet olur, huzurevimizi de hizmete açarız. Çok istiyorum. Belki ben de ömrümün son günlerini orada geçiririm. Niye olmasın?

Bakım gerektiren tüm yollar elden geçiriliyor

ALTYAPI ÇALIŞMALARI SIRASINDA BOZULAN YOLLAR ONARILIYOR

K

entsel SİT alanı içinde 4 yılda 72 bin 600 metrekare granit zar taşı döşeyen Ayvalık Belediyesi kentin tüm mahallelerindeki eksiklikleri giderme çalışmalarına devam ediyor. Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Su Kanalizasyon İşleri (BASKİ) sorumluluğundaki alt yapı çalışmaları sırasında bozulan yollar, Ayvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü tarafından zar taşı döşenerek yeniden düzenleniyor. Müdürlüğe bağlı üç ekip 150 Evler Mahallesi İzzet Aygüner Caddesi, Fethiye ve Hamdibey mahallelerinde onarım çalışması yapıyor. Ayvalık yollarındaki sorunları çözmek amacıyla göreve geldikleri ilk günden beri ciddi adımlar attıklarını belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer, program dâhilinde onarım gereken tüm yollarda sorunların giderildiğini ve giderileceğini belirtti.

13


50 yılı aşan sanat geçmişiyle, Türk resminin önde gelen isimleri arasında yer alan Muzaffer Akyol, Anadolu coğrafyasını konu edinen, toplumsal sorumluluğu, doğayı ve insanı sanatının merkezine alan bir ressam... Sanat serüveni boyunca Anadolu insanının mitolojik hikâyeleriyle beslendi, bu hikâyeleri günümüz sorunlarıyla eşleştirdi. Resimlerinde sıkça karşılaştığımız dilek ağaçları, tanrıçalar, şahmeranlar geçmiş zamana ait izlerle birlikte bugünü de yansıtıyor. Ve o bir ‘Ayvalık dostu.’ 1975 yılında Burhan Uygur’la Ayvalık’a Orhan Peker’i kutlamaya geldiği günden beri Ayvalık’la bir duygu alışverişine girdiğini, bu kentte kendisini çeken bir enerji gördüğünü söylüyor. Bu nedenle o gün bugündür bir ayağı Ayvalık’ta... Şimdi söz, “Beni Ayvalıklı zannederler” diyen Akyol’un...

BENİM AYVALIK’IMDA ZEYTİN AĞAÇLARI YAĞ FABRİKALARI, BACALAR, KEDİLER BALIKLAR VE NARLAR ÖNE ÇIKIYOR

-B

en bir köy çocuğuyum. Trabzonluyum. On iki çocuk doğuran bir ananın evladıyım. İki kardeşim küçük yaşta öldü. On çocuk bir köy atmosferinde büyüdük. Annem okuma yazma bilmiyordu, babam okumayı askerde öğrendi. Annem çok yoğun duygulu bir Anadolu kadınıydı. Hoşgörüsü, sevgisi, saygısı herkesi çok etkilerdi. Uzun yaşadı, doksan dokuz-yüz yaşında rahmetli oldu. Benim resim merakım dedemin beni camilere götürmesiyle başladı. Duvarlardaki, tavanlardaki süslemelere, yazılara bakar, “Bu insanların ne kadar uzun kolları varmış!” diye düşünürdüm. Sonra eve geldiğimde kömürle, kiremitle bunları taklit ettiğimi hatırlıyorum. Bu sevgi ilkokulda da devam etti. Trabzon Lisesi’nden sonra gittiğim öğretmen okulunda aşka dönüştü. Sevginin yoğunlaşarak yüceldiğinin ve içimde büyüdüğünün bir itirafıdır bu... Öğretmen okulunu bitirdim ve Trabzon’un köylerinde üç-dört yıl öğretmenlik yaptım. Ardından akademi sevdası beni İstanbul‘a çekti. Akademi’ye geldiğimde yaşıtlarım benden üç dönem ilerdeydi. Çok çok küçükken başlayan ‘çiziktirme’ sevgisi yoğunlaşıp sevdaya, aşka dönüşünce dünyanın en büyük okyanusu ya da dünyanın en büyük maratonu olan sanat maratonunda ben de varım demek için yola çıktım. Adı konmamış bir okyanustur bu. Bu okyanusta binlerce yıl insanlar kendi kürekleriyle yol alır. Gittiği yere kadar gider. Sonra arkasından gelen bunu sürdürür. Bu okyanusu, altını çiziyorum, tamamlayan olmadı. Ne Leonardo, ne Boticelli, ne Bedri Rahmi, ne şu, ne bu... Hiçbiri bu sanat

14

BÜLENT ŞENTAY

maratonunu bitirmemiştir. Ötesi yoktur bunun. Önemli olan namuslu olmaktır. Can Yücel’in dediği gibi, “Ne kadar yalansız yaşarsak, o kadar iyi!”

Ayvalık’a ilk kez 1975 yılı yazında geldim. Burhan Uygur’la birlikte... Ayvalıklı bir hanımefendi olan Gönül Karaca ile evlenen Orhan Peker’i kutlamak için... Peker’in sahilde mükemmel bir atölyesi vardı. Gönül hanımı da ilk kez orada tanıdım. O günlere döndüğümde aklıma bir at hikâyesi geliyor. Şöyle: Orhan Peker at resmi yapmak istiyor ve bu düşüncesini Gönül hanımla paylaşıyor; “Modelim yok Gönül!” diyor. Gönül hanım da at pazarına gidiyor, bir at kiralayıp atölyeye getiriyor. Böylece, o günden başlayarak Orhan Peker at kompozisyonlarına yoğunlaşıyor. 1977’de askere gittim. 78’de bitti. 80 yılı başlarında, yani Türkiye’nin kaoslu günlerinde bir yaz Ayvalık’a sadece gezmek için geldim. Geliş nedenlerimden biri de aziz dostum Prof. Aykut Kazancıgil hocayı görmek ve Ayvalık’ta birkaç gün geçirmekti. Sonra 1985 yılında Aykut beyin daveti ve himayesiyle kumlar üzerinde bir sergi yaptık. İlginçtir, hiç ummadığımız bir sonuçla karşılaştık. Gerçekten çok şık hanımefendilerin, beyefendilerin yoğun olarak ilgi gösterdiği bir sergiydi. Yaz olmasına rağmen hanımlar şıkır şıkır giyinmişti. Hoş bir manzaraydı. Bu sergi Ayvalık’a daha da çok bağlanmama yol açtı. Ayvalık merkezdeki mimari ve özellikle kapı formları ve kapı tokmakları beni fazlasıyla etkilemişti. Her birinin harmonisi, farklı bir anlatım dili var. Tokmakların desenlerini çizdim. Kapıların o çekici, o


gizemli kompozisyonlarını çizdim. Ve bu kapılara ve kapı tokmaklarına dair dostluk hissettim. Beni çeken ‘görsel enerji’nin bu mimari yapılar olduğunu hep söyledim. Bir kez daha vurgulayarak sizinle de paylaşmak isterim.

RESMİME AYVALIK’LA İLGİLİ, AYVALIK’I İLGİLENDİREN OBJELERİ ALDIM Elbette, Ayvalık’ın zeytin ağaçları da çok etkiledi beni... İlk zeytin ağacı resmimi Ayvalık’ta yaptım. Zeytin ağacının ironisini, psikolojik boyutunu, söylemleri ve ölmez ağacı olduğunu onlarla konuşarak paylaştım. Şunu söylemem bir tevatür değildir: Özellikle Cunda’da, adanın en yaşlı, sekiz yüz elli yıllık olduğu söylenen zeytin ağacına bir yaz akşamı gidip geceyi orada, onunla geçirdim. Böylece zeytinle, zeytin ağacıyla aramda bir gönül dostluğu, bir köprü oluştu. İlerleyen zamanda Aykut Kazancıgil hocanın yaptığım zeytin ağaçlarını görmesiyle ağaçların felsefi ve toplumsal boyutunu da yaşamış oldum. Hoca, “Bu ağaçların yaprakları yaprak değil, bunlar el!” dedi. Ellerin emeğin, mücadelenin birer simgesel güç yoğunlaşması olduğunu da böylece yaşamış oldum. Bütün bunların yanında Ayvalık’la ilgili, Ayvalık’ı ilgilendiren diğer objeleri de resmime aldım. Bunlar yağ fabrikaları ve bacalar, Ayvalık kedileri, balıklar ve narlardı. Nar benim vazgeçilmezlerimdendir... Şimdi içinde yüzlerce taneciği birbirlerini üzmeden, birbirlerini kırmadan, birbirlerini sömürmeden ve aralarındaki saydam zardan birbirlerini görecek şekilde yaşatan bir form nar. Nar doğurganlığın, çoğalmanın sembolü. Biraz önce söylediğim anlayış... İnsanlık ailesinin özlediği, beklediği demokrasi, ayrımcılığa karşı olma, birlikte olma, bir arada olma, birbirlerine saygılı ve birbirlerine karşı dostluk köprülerini kurup birbirleriyle alışveriş halinde bulunma... Nar aynı zamanda bir genç kızın doğurma özelliğini kazandığı ilk ay halinin de sembolü. Sözün burasında altını çizerek şunu paylaşayım: Ben hiçbir zaman zeytin ağacı resmi yapmadım. Ben hiçbir zaman nar resmi yapmadım. Ben hiçbir zaman balık resmi yapmadım. Kuş resmi yapmadım. Ben zeytin ağacı ironisinin resmini yaptım. Ben nar resmi değil, narın resmini yaptım. Ben balık resmi değil, balığın resmini yaptım. Yani bu varlıkların taşıdıkları anlamın ve bu anlam boyutunun içsel ifadeleriyle yola çıktım. Dünyalarını yakalamaya çalıştım. Yani ben bir nar natürmortu yapmadım; yaşayan, içinde kadınları olan, çocukları olan insanları olan, börtü-böceği içinde taşıyan nar yaptım. Ben zeytin ağacı yapmadım, zeytin ağacının resmini yaptım. Bu nedenle zeytin ağacının dallarında eller ve gözler vardır; sözleri vardır. Konuşmamızın başında Ayvalık’a geliş tarihimi söyledim. 1975... Peki kaç yıl geçti, geriye dönüp baktığımızda? Kırk üç yıl… Bu kırk üç yıllık yaşanmışlığın Ayvalık’a bir vefa borcu vardı. Ressam ve sanatçı olarak... Ayvalık’ı içine sindirmiş, Ayvalık’tan sayısız duygulanan bir sanatçı olarak... Yıllar sonra Belediye Başkanı Sayın Rahmi Gençer’in davetiyle buraya geldim. Burada sergilediğim resimler Ayvalık’ın penceresiydi adeta, Ayvalık’a bakan bir pencere... İçinde hep Ayvalık vardı. İçinde ölümsüz zeytin ağaçları, Cumhuriyet ağaçları vardı. İçinde zeytin ağacını yüklenip giden bir balık vardı, mübadele balığı vardı. İçinde Ayvalık kapıları vardı, mübadele kapıları vardı. Özetle 2017’de Orhan Peker Galerisi’nde açılan sergim ‘Merhaba Ayvalık’ sergisiydi. Zeytin ağacının türküsüydü. Burada olmaktan büyük bir keyif aldım. İlgiyle karşılandığını, sayısız izleyicinin bu sergiyi gördüğünü söylüyorlar. Sağ olsunlar. Ayvalık’la yaşanmışlığımın bir iz düşümüdür bu sergi.

SARIMSAK YİYİP LAVANTA KOKUYORUM DEMENİN ANLAMI VE ALEMİ YOKTUR Ve Anadolu... Ulu bir ırmak... Gürül gürül akan bir ırmak. Hem de binlerce yıldan beri... İçinde bir çok uygarlığı beslemiş ve insanlık ailesine muhteşem zenginlikler sunmuş bir uygarlığın üzerinde yaşıyoruz. Adı Anadolu. Bu uygarlıkların toprağa sinmiş enerjileri olduğuna inanıyorum. Bu enerjiler bizi ilgilendirmekle kalmıyor, etkiliyor da. Bir gün Bedri Rahmi’ye, “Hocam özgürlük nedir?” diye sordum. “Bastığın yeri tanı, yaşadığın yeri bil, seni besleyen kaynakları ıskalama!” dedikten sonra şöyle devam etti: “Reisler!.. Sarımsak yiyorsanız sarımsak kokacaksınız. Sarımsak yiyip lavanta kokuyorum demenin anlamı ve alemi yoktur. Bu önce sizi izleyenleri kandırmak olur. Sonra kendinizi aldatmak olur. Ama zaman asla kanmaz. Sonunda kaybeden siz olursunuz. Bu nedenle yüzünüzü Anadolu’nun bereketli topraklarına dönün. Çünkü aradığınızı orada bulacaksınız. Bu duyguyla, bu duyumla, bu anlayışla yapacağınız her şey siz kokacaksınız. Siz olacaksınız. Biz dünyada olup bitene asla kapılarımızı kapatmayacağız. Dünyayla devamlı iletişim halinde olacağız. Besleneceğiz ama asıl beslenme kaynağımız kendimiz olmalıyız!” “Akademide hâlâ batı reçeteleri sunuluyor” sözünü galiba 1984’lerde Ankara’da bir sergide Mahmut Tali Öngören ile yaptığımız bir söyleşide kullandım. Sonra makalenin başlığı oldu. Bu benim tespit ettiğim bir gerçek. Modern olmak, çağdaş olmak adı altında batının reçeteleriyle onu tatmadan/anlamadan/özümsemeden, kalkıyorsun onun gibi işler yapıyorsun. Hatta ustaca işler. Yani bir kuyumcu hassasiyetiyle örülü işler. Ama özünde sakat işler. Siz memleketinizden ne getirdiniz? Eteğinizdeki taşları bir dökün görelim. Taşlar döküldüğünde şöyle bir söylemle karşılaşıyorsunuz. “Mösyö, bunlar bizde var. Sizin neyiniz var? Onu görelim, onu bilelim!” diyorlar. Türkiye’nin, Türk plastik sanatlarının en büyük sorunu bence, aldatılmaya hazır bir gençliği kolayca yönlendirmeleri... Uzun zaman etkisinde kaldıkları yönlendirme sonrası bir gün gerçeği gördüklerinde yılların boşa geçtiğine hayıflandıklarının tanığıyım. Şunu altını çizerek rahatlıkla söyleyeyim. Bugün bu topraklarda var olan sanat potansiyelinin, enerjisinin ve sanat yapıcı sanatçıların Batı’dan asla geri olmadıklarını

“Ben zeytin ağaçlarıyla konuşurum, onlarla büyük aşk yaşarım. Bir bilgeye danışır gibi onlardan mesaj alırım. Son zamanlardaki zeytin ağacına karşı olan tavır beni çok rahatsız ediyor.” 15


ve burada sanat yapmalarının olanaklarının ortaya çıkarılmasını çok istemiştik. Fakat bu hep istek olarak kaldı. Gelelim Ayvalık’ın sanat başkenti oluşuna... Bu sözle olmaz kardeşim. Bir kere Ayvalık’ın şu tarihi binalarının kendilerine getirilmesi gerekir. Restore edilmesi gerekir. Bu tarihi binalarda Ayvalık’a yakışan gerçekten ciddi bir kent müzesi kurulması gerekir. Dahası, Ayvalık bir resim-heykel müzesini hak etmiştir. Bu hayata geçmemiştir. Geçirilmesi gerekir. Ayrıca yerel yönetimler sanatçılara burada çalışma ortamları yaratmalı. Sanatçıların yapıtlarına sahip çıkılmalı. Şu bir gerçek, üreten bir sanatçının yapıtı eğer evlere, iş yerlerine, fabrikalara, mekânlara girmiyorsa/ giremiyorsa burada sanatçı zora düşecektir. İlgisizlik başarıyı engeller. Yani sanatçı bir çocuk gibidir. İlgi ister, beslenme bekler. Geliştirilmesi gerekir.

rahatlıkla söyleyebilirim. Yeter ki devlet, yöneticiler, ülke burjuvazisi, ülke entelektüelleri bu ülkenin sanatçılarını bulsun, bunları toplasın... Bizim sanatçılarımızın dünyanın her yerinde ilgi ve saygı görecek bir yoğunlukta olacağına inanıyorum. Ama bir şartla; asla ön yargılı, asla popülist davranmayarak ve kayırmayarak... Yoksa her zaman olduğu gibi, yanlı ve ön yargılı bir takım seçicilerin bunu asla hayata geçirebileceğine bugüne kadar inanmadım, görmedim de...

AYVALIK’IN KÜLTÜR VE SANAT ŞEHRİ OLABİLMESİ İÇİN ENTELEKTÜEL, BURJUVA VE YEREL YÖNETİMİN EL ELE VERMESİ GEREKİR Ayvalık keşke kültür/sanatın başkenti olabilse, keşke bu söylemler hayata geçebilse... Şimdi Ayvalık tarihine dönüp baktığımızda Ayvalık bu bölgenin en yoğun üretim merkezlerinden biri. Buradaki fabrikalardan zaten bunu anlıyoruz. Yani fukara bir kent, fukara bir yerleşim alanı değil Ayvalık. Burada Osmanlı ve öncesinde de çok önemli işler yapılmış. Ticari bir akar buraya gelmiş. Yani Ayvalık’ta zengin bir tabaka hep vardı. Yıllar önce Ayvalık’ta bir yaz akademisinin olduğunu biliyoruz. Boyutunu bilmiyorum ama bunun en önemli tanığı Aykut Kazancıgil hoca, ilk dillendiren de Orhan Peker’dir. Burada bir yaz akademisinin kurulmasını, sanatçıların buraya getirilmesini, burada bir yerleşin alanının yapılmasını

K

Ayvalık’la ilgili bir konu daha var, onu da paylaşayım. Şimdi Ayvalık’ta en son gördüğüm ve çok gurur duyduğum bir şey var: Ayazma... Eski döküntü/yıkıntı hâllerini bildiğim için bugünkü görüntüsü beni çok mutlu etti. Hepimiz biliyoruz, ayazmalar bir tedavi merkezidir. Bir nevi kliniktir. Suyunun şifalı olduğu anlayışıyla yola çıkılır ve buraya bir takım insanlar gelir, el yüz yıkar. Orada bir yazı, tabela vardı. “Yüzünüzü, sonra da günahlarınızı yıkayın” diyor. Çok etkilendim. Bu beni çok ilgilendirdi. Yalnız gezerken bir şey dikkatimi çekti. Duvarda bir takım

Gördüklerimden ötürü Gaye resimde ısrar etsin isterdim

ızım Gaye Su’ya ‘yüreğinin götürdüğü yere’ gitmesini hep söyledim. Çünkü her iki dalda da yani hem resimde hem müzikte başarılı. Ben resimlerini gördüğümde gerçekten çok şaşırdım. Hele son bir dosyası var, hayret ve ibretle izledim. Bence o çok iyi bir ressam. Tuhaf bir şey, üstelik akademi eğitimi yok. Geçenlerde konuşurken şöyle dedi: “Ben bebekken yağlı boya kokusu ile büyüdüm baba!” Ve çok iyi gidiyor. Ayrıca ülke meseleleriyle zekice mesajını vererek

16

Demem o ki, Ayvalık’ın kültür ve sanat şehri olduğu söylemi şu anda havada kalıyor. Bunu söylediğim için üzgünüm. Tamam, girişimler, iyi niyetli çabalar var. Ama yeterli değil. Bu büyük, iddialı bir projedir. Dolayısıyla gereğini entelektüel, burjuva ve yerel yönetim el ele vererek yapmalıdır. Bu ancak böyle olur. O zaman, “Ayvalık kültür-sanat başkentidir” diyebiliriz. O zaman buraya koşarak herkes gelir ve bunun nimetlerini, getirilerini halkla paylaşır. Böyle kültürle yoğrulmuş bir şehrin izleyicileri, takipçileri kesinlikle çoğalır. Kalite gelir. Merkez bir yerleşim alanı burası. Mükemmel bir destinasyon. İzmir ile İstanbul arasında bilenlerin ve bilmek isteyip de gelmeyenlerin uğrak yeri hâline gelir Ayvalık. Yıllarca Ayvalık’la Cunda’yı bağlayan ilkel bir yol vardı. Bu yol sirkülasyonu engelliyordu ve kent kokmaya başlamıştı. Yeni köprü yapıldı. Yapılmasında emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Daha iyi bir projeyle yapılsın kim istemezdi? Ama bugünkü haliyle Ayvalık’a büyük hizmettir. Bunu kimse ıskalamasın. Yapılmasaydı yılların ihmalinin de etkisiyle Ayvalık kokardı!

ilgileniyor. Kendisinden çok büyük umutlarım var. Ama Gaye’yi artık ben yönlendir(e)mem, sadece gittiği yerde başarılar dilerim.

Birlikte açtığımız ilk sergi onun ilk sergisiydi. Resimlerini çerçevelettik. Bir katalog basacaktık. Katalogda, davetiyede serginin bir adı olmalı. “Baba ne olsun?” dedi. Ben bir şeyler söyledim, o yazdı. Ben söyledim, o yazdı. Baktı, “Baba bunların hepsi Muzaffer Akyol” dedi. “O zaman sen bul” dedim. Serginin adı, “Temel Atma

Töreni.” Yani, “Henüz daha bina yok, binayı üstüne ben kuracağım” diyor. Böyle felsefi bir yanı var. Ben gördüklerimden ötürü Gaye’nin resimde ısrar etmesini isterdim, yaptıklarından ötürü. Antropoloji okudu. Yeditepe’de. Akademi yok, sanat tarihi yok, antropoloji apayrı bir alan. Bu oradan resmin içine, oradan müziğe giriyor. “Bu iki yoğunluk seni yorar, karar ver” dedim. El yanıt: “Baba merak etme. İkisini de halledeceğim!”


BENİM BÜTÜN DUYGULARIM, YAŞANMIŞLIĞIM, ALIN TERİM, GÖZ NURUM, AŞKLARIM, SEVGİLİLERİM, SEVDALARIM MÜZE EV’İN DUVARLARINDA

anlatımlar vardı, panolar diyelim... Bunlardan birinde Ayvalık’a, Ayvalık kültürüne katkısı olanlar, değer katanlar yer almış.. Orada ne var? Orhan Peker, Fikret Mualla, Ara Güler, Teoman Madra... Şimdi orada olması gereken Burhan Uygur, Fuat Mensi ve benim diye düşünüyorum. Bunu haksızlık olarak nitelendiriyorum. Düşüncemi Rahmi Başkan’la da paylaştım, ilgileneceğini söyledi

GOYA İSPANYA İÇİN NE İSE MUZAFFER AKYOL DA TÜRKİYE İÇİN ODUR Yakın dostum Tuncel Kurtiz’le ilgili çok şey söylemek isterim. Hatırlattığınız için teşekkür ederim. Bildiğim kadarıyla Kurtiz’in babası Ayvalık’ta kaymakamlık yaptı, sonra Edremit’te görevlendirildi. Tuncel Kurtiz’in bu bölgeye karşı çok özel bir saygısı ve sevgisi oluşmuştu. Ayvalık’ta Çınarlı Cami’nin hemen yakınında bir ev almıştı. Ayvalık’a yerleşmek istiyordu. Kazdağları'nda Zeytinbağı köyünde muhteşem bir dünya kurdu. Oraya sanatçıları davet ediyordu. Ressamları, şairleri davet ediyordu. Tiyatrocuları, sinemacıları... Ve bu bölgenin çok özel, çok saygıdeğer olduğundan hep söz ederdi. Zeytin ağacı türküsünü severdi. Beraber söylerdik. Tuncel Kurtiz çok önemli, çok özgün bir kişilikti. Avrupa’da dokuz dilde oyun oynamıştı. Müthiş bir hafıza, ezber yeteneği vardı -ki tiyatroda bu çok önemli- bunu başarmış bir bireydi. İstanbul’da Kuledibi’ndeki evini satarak Kazdağları'ndaki o alanı yarattı. Kendisinden dostluğunun yanında çok şey öğrendim. Beni çok etkiledi. Sanatseverdi. Resim sanatına özel ilgisi vardı. Bir gün bir söyleşisinde benim için şöyle demiş (sonra bunu teyid ettim): “Goya İspanya için ne ise Muzaffer Akyol da Türkiye için odur!” Bunu bana ilettiklerinde, “Tuncel abi, biraz abarttın!” dedim. “Oğlum resmi senin kadar bilmem ama ‘özgünlük’ konusunda seninle bilek güreşi yaparım!” karşılığını verdi. (Tuncel Kurtiz’in bir ressamı canlandırdığı filmin bazı sahneleri benim atölyemde çekildi. Son akşamını benimle geçirmişti. Ertesi gün saat üçte tavla oynayacaktık. Sabah ölüm haberini aldım. Bu kadarını söyleyeyim. O gece fotoğraflar çekmiştim. İlahi, mistik bir enerjiyle gelmişti adeta. “Her ölüm, erken ölümdür” der Cemal Süreyya, Tuncel Kurtiz’inki de en erken ölüm oldu.)

Beyoğlu’ndaki Müze Ev’e 1987’de kiracı olarak geldim. Kiramı resimle ödüyordum. Bu ev Asmalımescit’teydi. Narmanlı Yurdu’nda da Bedri Rahmi’nin atölyesi vardı. Zaman zaman oraya gelipgiderken Asmalımescit denen alanı keşfettim. Burası Fikret Adil’le birlikte Bedri Rahmi, Aliye Berger, Orhan Peker, Nuri İyem, Oktay Günday gibi bir çok ressamın ve şairlerin de uğrak yeriydi. Örneğin ben orada Edip Cansever, Özdemir Asaf, Can Yücel, Mehmed Kemal, Cemal Süreya gibi bu ülkenin yüz aklarıyla tanıştım. Sonra hepsi benim dostlarım oldu. Özellikle Can Yücel, Cemal Süreya, Özdemir Asaf ve Mehmed Kemal benim çok çok yakınımda oldu. El verdiler, gönül verdiler. Asmalımescit tutkusu giderek artınca ve Moda’daki atölyeden çıkartılınca bir resim sevdalısı dostumun Asmalımescit’teki evine geldim. O benden kira almıyordu. Karşılığında küçük resimler veriyordum. Koca bir binaydı. Ben bu binayı zaman içinde tamir ettim. İçini küçük tadilatlarla onarmaya çalıştık filan. 1995’te de sahibi oldum. Ciddi bir restorasyon gerekiyordu. Yaptım. Benim bütün duygularım, yaşanmışlığım, alın terim, göz nurum, aşklarım, sevgililerim, sevdalarım, bu mekânın duvarlarında adeta. Bu eve bir isim bulmam gerekiyordu. Ve bunun kutsiyetini, ciddiyetini anlatmak adına bunu yapmam gerekiyordu. Bu düşünceyle evin kapısına ‘Müze Ev’ tabelasını astım. Bunun hukuki bir geçerliliği yok. Ama benim gönlümde, “Burası nedir?” diye sorduklarında, burası bir mabet! Nasıl bir mabet? Burası cami. Mekke-i Mükerreme, kilise, havra, bütün dillerin ve dinlerin buluştuğu bir alan. İnsan yüreği olan herkesin gelip oturacağı bir alan. Ben bunu hayata geçirdim. Yazılı ve görsel basında çıkan haberler nedeniyle “Müzeyi gezebilir miyiz?” diye arayanlar oluyor. Kaç kişi olduklarını soruyorum önce. Kalabalıklarsa kabul etmiyorum. Beş kişi filan normal. İlgi çok fazla olduğu için ben artık geri çekildim. Çünkü takip etmem çok zor. Oradan resimlerim çalındı. Antik bazı objelerim çalındı. Ve artık çok özel dostlarım gelince açıyorum. Ne olacağına gelince… ‘Müze Ev’ tabelasını bu evin üzerine asmamın asıl nedeni; hepimiz ölümlüyüz, yarın ben çekip gittiğimde benim türevlerim o tabelanın yüzü-suyu hürmetine bu evi elden çıkarmasınlar, korusunlar anlayışını pekiştirmek... Yoksa bundan yedisekiz yıl önce oralar çok büyük para ederdi. Çok, rant, milyon dolarlar. Ben çocuklarıma inanıyorum. Umarım bugünkü görüş ve düşüncelerini yarın değiştirmezler. Her ikisi de, kızım Gaye olsun, oğlum Umut olsun, burayı ayakta tutacaklardır. İstanbul’a geldiğinizde beklerim.

17


MUZAFFER AKYOL VE AYVALIK

PROF. DR. AYKUT KAZANCIGİL KONUK YAZAR

M

uzaffer’i 70’li yılların ortalarında İstanbul’daki sergi ortamlarında görmüş ve ilişki kurmuştum. Bir zaman geçince yine bir sergiden sonra Burhan Uygur’un evinde Muzaffer ve bebek bekleyen eşiyle karşılaştık, derhal meslek icabı gerekenleri yaptık ve kısa bir süre sonra Akyol ailesi kucaklarına şimdilerde genç bir adam olan bebeklerini aldılar. Sonraki yıllarda dünya güzeli bir kızları daha oldu. Böylece yakın dostum Orhan Peker ve Burhan Uygur dışında genç nesilden bir üçüncü kişi de resim dünyama girmiş oldu. Artık Muzaffer bizim ve çevremizin yakın dostu olmuştu. Bu zeminde Muzaffer Akyol ile yakın ilişkimiz devam etti. Ayrıca yakın zamanda kaybettiğimiz eşi de ailesine düşkün, son derece hoş bir hanımefendiydi. Muzaffer o dönemde Kadıköy’den Moda’ya giden yoldaki atölyesinde çalışıyordu. Bu eski usul küçük üç katlı ev, zamanla her hafta çarşamba günleri uğradığım ve resim dünyasının her boyutunu uzun uzun konuştuğumuz bir mekân haline gelmişti. Mesela Akyol’un Cunda’daki atölye evinde meşhur kapılardan birinin önünde ünlü hocamız Salepçioğlu’nun, yine (Cunda 2010) ünlü narkozitör Necdet ile büyük yeşil tablo tartışmasını hiç unutmam. İşin hoşu bu çarşamba ziyaretlerini herkes 1985 yazı ortalarında telefonla arayıp, 10-15 resim alıp Ayvalık’a öğrenmişti ve buradan aldığım küçük resimler, özel hastalarımızı gelmesini söyledim. Niyetim o yıllara kadar hiç yapılmamış bir gördüğümüz Güzelbahçe Hastanesi’ndeki pek çok hocanın şey yapıp, plajda bir sergi açmaktı. Eğer başarılı olamazsak duvarlarında yerlerini bulmuştu. Ne gariptir ki benim çarşamba resimleri paketleyip İstanbul’a geri gönderecektik. Muzaffer hiç toplantılarıma hiçbiri iştirak etmemiştir ama o çarşambalarda tereddütsüz resimleri yükleyip Ayvalık’a geldi. ayırdığım resimler pek çoğunun duvarlarını süsledi. Muzaffer’in O dönemde bizler Sarımsaklı’da Ege Plaj’ın yanındaki, o lekeleri, güçlü desenleri herkesin tercihi olmuştu. zamanlar yeni olan bir plajda denize giriyorduk. Derhal Ayvalık’ta Muzaffer öğretmendi, o dönemin karışık ortamında mesleğini resim hocalığı yapan rahmetli Mustafa Rüçhan’a haber verdik. düzenli şekilde yapmayı başardı. Devlet o dönem akademi Rüçhan, şaşırdı ama yardıma geldi. Ayvalık merkezde küçük mezunlarını Anadolu liselerine, resim öğretmeni olarak düzenli bir davetiye bastırdık, sergi günü biz Akyol’un eski bir arkadaşı şekilde gönderirdi, onlar da yetiştikleri dönemin zengin ortamını Erdal Mut ile resimleri asarken, kendisi Mustafa Rüçhan ile oluşturan Güzel Sanatlar Akademisi rüzgârını Anadolu’ya davetiyeleri dağıtmak için Ayvalık’a gitmiş ve Heykel’de deniz taşırlardı. Bu sistem yıllarca başarı ile uygulandı. Ne yazık ki kıyısında bir restorana oturarak bir iki davetiye yazdıktan sonra bugün artık uygulanmıyor. Bu şartlarda İstanbul’da canlı bir davetiye zarflarına, “Sayın Çipura ve Ailesi, Sayın Tekir ve Ailesi, sanat ortamında yaşayan Muzaffer, aktif hocalık yıllarını hiç Sayın Kefal ve Ailesi....” diye yazarak davetiyeleri denize atmaya kesmeden sürdürdü ve alnı ak olarak emekli oldu. başlamış... Herkes hayretle bakarken Meydan’dan taksiyle plaja, sergi yerine doğru yola çıkmış, 17.30 sularında geldiğinde sergi *** açılmış, bizler de heyecanla geç kalan Muzaffer’i bekliyorduk. 1970’lerde resim sergileri sanki moda olmuştu. Bedri Rahmi’nin İşte o esnada kimlerin geleceği belli olmayan sergiye, inanılmaz başlattığı atılım gene kendi ifadesiyle, “Bütün yeni evlerin bir akın oldu. Birdenbire şık giyinmiş hanımlar ve beyler yarısı duvarlarına resim asılması lazımdır” kaziyesi fiilen işlemeye kumlarda, yarısı plajın duvarlarına dayanmış resimlere bakmaya başlamıştı. Hocanın renkli kalemi kadar, ses getiren yazıları her ve satın almaya başladılar. Bunu gören Muzaffer bana dönüp hafta sanat dünyasının uyarıcısı oluyordu. İşte o ortamda bir “Acaba hayal mi görüyoruz Baba?” diye sordu. Elbette hayal gün Bodrum’da bir dostum önemli bir sergi görmüş ve büyük görmüyorduk, çok hareketli lokal bir sosyal hayat gözlerimizin bir kalabalığın oraya gittiğini anlatmıştı. Artık o zaman vefat önünde canlanıyordu. O akşam Muzaffer’in İstanbul’dan getirdiği etmiş olan Bedri’nin sesi sanki bütün duvarlardan aks ediyordu. 15 resimden sadece 6 tane kalmıştı. Bu Ayvalık’ta benim Bu zeminde 70’li yılların ortalarından beri tanıdığım Muzaffer’i, bildiğim kadarıyla o dönemde son yıllarda Meydan’daki Fehmi

18


yıllarda İzmir Ekol Tıp Merkezi’nde büyük bir sergi yapmış ve İzmirli sanatseverlerle de buluşmuştu. Ben de bu serginin açılışında küçük bir konuşma yapmıştım. *** Muzaffer resimlerinde, tıpkı bir senfonide olduğu gibi dünyayı yorumlamıştır. Dikkatli bir göz tuval üzerindeki mavinin çığlığını, kırmızının patlayışını görebilir. Sanatçı bulunduğu toplumun aynasıdır, bir bakıma toplumdan beslenir. Bulunduğu toplumun kültürel motiflerini kendi süzgecinden geçirip, yorumlayıp desen ve lekelerle resmine yansıtır. Bunu Muzaffer’in resimlerinde çokça görmek mümkündür. Bir Karadenizli olarak korkusuzca yeşili kullanması bundandır. Ancak Muzaffer’in fırçasını kuvvetli yapan, üstün renk ve desen kabiliyetinin yanında, gezdiği, gördüğü, yaşadığı kısaca nefes aldığı her iklimin bitki örtüsünden, motiflerinden, mimarisinden, tarihi ve kültürel yapısından beslenmesi ve sürekli bir değişim içinde olmasıdır. Akyol’un resimlerindeki zeytin ağaçları, güçlü kökleriyle ölümsüzlüğü, el gibi resmettiği yaprakları ise emeği simgelemektedir. İçleri insan yüzleriyle dolu balıklarla Akyol mübadele günlerini resmetmiştir. Yine resimlerinde sıkça gördüğümüz kuyruğu dik vakur Cunda kedisi, ya teknesini sırtına alıp gitmiş ya da balığa aşık olmuştur. İşte tüm bu imajlar bizlere Muzaffer’in Ayvalık’taki ve Muzaffer’deki Ayvalık varlığını göstermektedir.

Bursa Ördekli Hamamı restorasyon sonrası açılış töreni ve Akyol Sergisi... Prof. Dr. İsmail Tunalı ve Prof. Dr. Aykut Kazancıgil Bey’in pasajında, pasajın açılışı dolayısıyla Orhan Peker’in ilk büyük sergisinden sonra yapılan, ilk orijinal, vurucu sergiydi. Bundan evvel dostumuz Burhan’ın iki sergisi olmuştu ama bunlar belirli ev mekânlarında yapılan resim teşhirleriydi. Plajdaki bu sergiyle yılların en orijinal sergilerinden birini, spontane bir şekilde gerçekleştirmiştik. Muzaffer’in Ayvalık’ta birkaç sergisi daha olmuştur. Son dönemlerde, 21-27 Ağustos 2017’de 13. Kültür Sanat Günleri kapsamında, 22 Ağustos’ta Orhan Peker Sanat Galerisi açılışında “Ayvalık Aşkım-Zeytin Ağacımın Türküsü” isimli geniş kapsamlı bir sergisi olmuştur. Bu önemli sergide Akyol, Ayvalık’tan heybesine ne koyduysa, bunları resimlemiş ve biz sanatseverlere şölen havasında sunmuştur. Akyol’un sergilerine şöyle bir göz atarsak, bunların bir kısmının önemli tarihi mekânlarda yapıldığını görürüz. Mesela 2002 “Doğuran Mavinin Çığlığıyla Uyandı Sabah” Resim Sergisi, Dolmabahçe Kültür Merkezi, 2004 “Irak Hasretliklerin Yakın Düşleri” Resim Sergisi, Feriye Sarayı, Kabataş Kültür Merkezi, 2008 “Zamanın İzleri” Ördekli Hamam Kültür Merkezi Bursa, 2015 “İrkildim Uyandım Bir Daha Uyumadım” retrospektif sergisi, İş Bankası Kibele Sanat Galerisi vd. Bu büyük mesafeleri doldurmak için elbette büyük bir resim birikiminin olması gereklidir. Çok çalışkan ve üretken bir ressam olan Akyol’da bu birikim mevcuttu. İşin ilginci bu büyük sergilerin hepsinde kendisiyle ilgili belge niteliğinde kitaplar yayınlanmasına özellikle dikkat etmiştir. Bu da kendisinin fikri özelliklerinden biridir. Son

Akyol resminin en ilginç dönüm noktalarından birini, hiç şüphesiz ki 2010 yılında Cunda/Ayvalık’ta kapılarla yaşamıştır. Bu kapılar Muzaffer için hem fikri hem de eylemsel olarak bir dönüm noktası olmuştur. Zaman içinde küçük ebatlı resimlerden, büyük tuvallere geçen ressam, fırçasının olgunluğunu kapılara taşımıştı. Kapıların anlatım dilini, geometrisini Ayvalık’ta yıllarca yaşamanın deneyimiyle ortaya koymuştur. Kendi ifadesiyle bu kapılar, “İnsanlık ailesi için ciddi bir form, ciddi bir mimari öge”dir. Usta sanatçı, hatıra yüklü Ayvalık kapılarını, yaşanmışlıkları, sanki yeniden yaşıyor gibi heyecan duyarak daha da zenginleştirip geliştirerek geçmişten günümüze bir köprü gibi uzanan imajlarla bezemiştir. Muzaffer kimdir diye sorarsanız? Muzaffer, binlerce yıllık kültür birikimini bağrında barındıran Anadolu toprağının ressamıdır. Zaten sanatının özgünlüğü, imajlarının zenginliği de bu kültürün sonucudur. Günümüzde bazı sanatçıların yaptığı gibi Anadolu’ya sırtını dönmemiş, tam aksine yüzünü dönmüştür. Bu iklimin ve coğrafyanın bireyi olma bilincinde olan ressam, her bir fırça darbesiyle öz kültürüne sahip çıkmış, minnetini sunmuştur.

Muzaffer Akyol ve Tuncel Kurtiz (Cunda 2012)

19


HATIRA DEFTERİ

M

“AYVALIK SARIŞIN BİR KADIN GİBİDİR KOPAMIYORUM ONDAN!”

übadeleyle Midilli’den Ayvalık’a gelen Fahri Bey oldukça varlıklı biriydi. Mübadele komisyonu kurulduğunda o da görev aldı. Mübadillere komisyon tarafından kişi başı yirmişer zeytin ağacı verilmesini yetersiz buldu ve yüzer ağaç verilmesini önerdi. Komisyonun diğer üyeleri arasında yer alan Sağır Mustafa Bey yüz ağaç verilirse kendi zeytinliklerinde çalıştıracak işçi bulamayacaklarını öne sürerek buna karşı çıktı. Aralarında yaşanan tartışma büyüyünce Sağır Mustafa Bey, Fahri Bey’e bir de tokat attı. Bunun üzerine Fahri Bey komisyondan çekildi. Anlatılanlara göre, bir süre sonra bu olayın üzüntüsüne dayanamayarak yaşama veda etti Ayvalık’ta önce on yıl kredi kooperatif müdürlüğü yapan ve Şevket Osman Karaca’dan sonra 1942-1946 ile 1946-1950 yılları arasında iki dönem Ayvalık belediye başkanlığını üstlenen Muharrem Onursal, Fahri Bey’in oğluydu.

Fotoğraf “Cihat Teker’le Ayvalık Tarihi” adlı facebook grubundan alınmıştır.

Onursal’ın başkanlık yaptığı iki dönem de hareketli yıllara denk geldi. İlk başkanlığının neredeyse tamamı İkinci Dünya Savaşı sürecinde geçti. İkinci kez seçildiğinde ise Türkiye çok partili hayata adım atmıştı. Siyasi ortam canlanmış ve bir o kadar da sertleşmişti.

Muharrem Onursal’ın uzun yıllar başkanlığını yaptığı Ayvalık Halkevi 22 Şubat 1935’te faaliyete geçti. İlk yönetim kurulu Muharrem Onursal, Fazıl Doğan, Niyazi Üke, Kenan Alatur gibi isimlerden oluşuyordu. Ayvalık Halkevi Temsil 20

BELEDİYEDEN İLAÇLARININ TEDARİK EDİLMESİNİ İSTEYEN VATANDAŞA KENDİ PARASIYLA İLAÇ ALIYORDU Muharrem Onursal başkanlığı döneminde Demokrat Parti’nin muhalefetine ve suçlamalarına belki de en fazla göğüs germek zorunda kalan kişiydi. Buna rağmen, yorulmak bilmeyen yapısı sayesinde önemli çalışmalara imza atmayı başardı. Örneğin gençlere spor yapmaları için -Halkevi Spor Şubesi Başkanı olarak- o günün koşullarına göre küçümsenemeyecek imkânlar sundu. Hem belediye başkanı hem Halkevi başkanı sıfatlarıyla Ayvalık’ın sosyal ve kültürel hayatında etkin bir rol oynadı. Onursal, kelimenin tam anlamıyla ‘renkli’ bir kişilikti. Keman çalıyor, orkestra çalışmalarına katılıyor, temsillerde rol alıyor, konuklarının çay-kahve ücretini cebinden ödüyor, belediyeden ilaçlarının tedarik edilmesini isteyen vatandaşa kendi parasıyla ilaç alıyor, belediyenin verdiği aylık yetmeyince zorlanan çalışanlara ‘cebinden’ katkıda bulunuyordu. Ayvalık’ı çok seven Onursal, bütün bunları yaparken yakınlarına, “Ayvalık sarışın bir kadın gibidir, kopamıyorum ondan... Midilli’deki servetim şimdi elimde olsaydı suyunu da ben getirirdim!” diyordu.

Kolu ilk oyun olarak ‘Akın’ı seçmiş ve sahnelemişti. Ayvalıklıların yaşamına renk getiren Halkevi; özellikle her şeyin karneye bağlandığı, karartma gecelerinin yaşandığı İkinci Dünya Savaşı yıllarında halkın moral kaynağı olmuştu.


Ayvalık Halkevi’nin unutulmaz isimleri bir arada... Ahmet Yorulmaz’ın, ‘Ayvalık’ı Gezerken’ adlı kitabının 3. basımında yer alan ve ayrıca kartpostal olarak da basılan ‘Ayvalık Caz Spor’ başlıklı bu karikatür 1943 tarihini taşıyor. Karikatürdeki kişiler Yorulmaz’a göre soldan sağa şöyle: Ayvalık Halkevi Spor Kolu Başkanı olan ve aynı zamanda keman çalan Muharrem Onursal, öğretmen Cavit Şen, mobilyacı Tahsin Usta, bisikletçi İbrahim Aybar, Ali Bey ve ağzında piposuyla ressam/karikatürist Sezai Sayıcı... (İbrahim Aybar’ın kızı Aysın Aybar’ın bize söylediğine göre akordeon çalan kişi Cavit Şen değil, kundura tamircisi ve akordeon ustası Bahri Gündemir...) MUHARREM ONURSAL SAMİMİ BİR YURTSEVERDİ VE AYVALIK’I ‘HER ŞEYİYLE’ GERÇEKTEN SEVMİŞTİ Muharrem Onursal’ın eşi Kıvanç Hanım da sosyal ve kültürel yaşama son derece yatkın, enerjik bir insandı. Midilli’de doğmuştu. Dört yaşında annesi öğretmen Hüveyla Hanımı kaybetmiş ve 1924 yılında anneannesiyle birlikte Ayvalık’a gelmişti. Eşiyle birlikte Halkevi çalışmalarına katılan Kıvanç Onursal, Temsil Kolu başkanı sıfatıyla çeşitli oyunların sahnelenmesinde etkin görevler üstlendi. Hemen hepsinde kendisi de rol aldı. Bu arada 1945 yılında Halkevleri’nin kuruluş yıldönümünde Ankara’da düzenlenen törenlere davet edildi. Temsil kolu ile birlikte Ankara’ya gitti, orada sahneye çıktı. İkinci evliliğini politikacı Nejat Sarlıcalı’yla yapan ve 1989 yılında vefat eden Kıvanç Onursal’ın adı Ayvalık’taki bir ilkokulda yaşatılıyor. Muharrem Onursal ise belediye başkanlığından sonra 1954 yılında yayınlanan ve kendisinin yayın müdürü, Nejat Sarlıcalı’nın sahibi olduğu kısa ömürlü Halk gazetesine katkı verdi. 1958 yılında yaşama gözlerini yumduğunda, hemen tüm Ayvalık aynı noktada buluştu: Muharrem Onursal samimi bir yurtseverdi ve Ayvalık’ı ‘her şeyiyle’ gerçekten sevmişti.

Ayvalık’ta ancak yüzde 10 oranında oturulabilecek evin kaldığı 1944 depreminde belediye başkanı Muharrem Onursal’dı

6

Ekim 1944... Sabaha karşı saat 5.35... Merkez üssü Ayvalık ve civarı olan şiddetli bir deprem meydana geldi. Üç mahalle tamamen yıkıldı, rıhtım ve ara sokaklar yarıldı, yerden katranlı sıcak sular fışkırdı. Halkevi, Ticaret Odası, belediye santrali, liman dairesi gibi resmi

binalar kullanılamaz hale geldi. Deprem Balıkesir merkez, Edremit, Burhaniye, Küçükkuyu gibi ilçelerde de hissedilmişti. Ancak en büyük hasar Ayvalık’ta yaşandı. Bunun üzerine Balıkesir, Edremit ve İzmir’den bölgeye 600 çadır gönderildi. Bu çadırlar bugünkü Cumhuriyet Meydanı’na ve Atatürk Anadolu Lisesi’nin olduğu yere kuruldu. İlk bilgilere göre depremde on kadar can kaybı yaşanmış ve enkaz altında birçok kişi kalmıştı. Gazetelerde yıkılan ve hasar gören evlerle ilgili farklı sayılar verildi. Ancak Balıkesir Valisi Sabri Öney’in raporunda on dört kişinin öldüğü, elli kişinin de yaralandığı belirtildi. Doksan dokuz ev yıkılmış, altı yüz ev kısmen hasar görmüştü. Hemen bütün fabrikaların bacaları yıkılmış,

1955 yılının son günü… Muharrem Onursal, eşi Kıvanç Onursal’la Yılbaşı Balosu’nda dans ediyor.

makine daireleri ve yağ depoları zarara uğramıştı. Ayvalık’a bağlı köylerde yüz on yedi ev, Altınova’da yüz yirmi altı ev yaşanamayacak durumdaydı. Deprem sırasında Belediye Başkanı olan Muharrem Onursal’ın belirttiğine göre Hayrettinpaşa, Hamdibey, Kazımpaşa ve Zekibey mahalleleri neredeyse tamamen yıkılmıştı. Yine Onursal’a göre, Ayvalık’ta oturulabilecek evlerin oranı en fazla yüzde ondu. Elektrik santrali de depremden zarar gördüğünden şehir elektriksiz kalmıştı. Bunlar yaşanırken Ayvalık’ın iş gücünü kaybettiğini, yıkılmayan evlerin de yağmur dönemlerinde çökeceğini söyleyen Onursal, bütün sabun ve zeytinyağı fabrikası sahiplerini çağırarak hasar tespitinde bulundu.

21


Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com

İ

Anılar...

nsan; yaşadığı sürede hangi evrelerden geçtiğinin farkında bile olmuyor. Bunun ancak ileri yaşlarda dışarıdan, sanki başka birisinin yaşamına bakar gibi geriye baktığında, ayırdına varabiliyor. Örneğin ne kadar muhteşem bir çocukluk yaşadığımı ancak şimdi görebiliyorum. Ayvalık gibi bir yerde, çevrem, o sıralarda hiç farkında olmadığım, ailem, komşularımız, okulum, öğretmenlerim, arkadaşlarım, çarşı esnafı gibi bir koruma duvarıyla çevrili bir çocukluk...

Üst mahallede diğer çocuklarla birlikte esir almaca, dokuz taş, yakan top, saklambaç gibi masum oyunlar oynamak ne kadar eşi bulunmaz bir keyifmiş. Orta halli insanların yaşadığı bir mahalle idi bizimkisi. Babalarımız öğretmen, devlet memuru, doktor, bakkal, zeytinci, üretici, küçük esnaf gibi mesleklere mensuptu. Annelerimizin çoğu, birkaç istisna dışında, ev kadınıydı. Her evde en az iki çocuk, çoğunluğunda üç ya da dört çocuk vardı.

Kendi bahçemizden şeftali, üzüm, armut, ayva, kayısı, erik koparıp yeme lüksünün farkında bile değildim. Üstelik hepsi babamın bizzat yetiştirdiği, günün moda deyişiyle, ‘organik’ meyvelermiş de haberimiz yokmuş. Yemekte salata yapacağı zaman annemin, “Bahçeye in de biraz salatalık, domates, biber, maydanoz toplayıver” demesinde geripsenecek ne olabilirdi ki? O zamanlar henüz bu kadar genişlememiş, adı gibi ‘41 Evler’ olan mahallemizin arka tepelerinde koşturmanın, çam ağaçlarına tırmanmanın, fıstık çamı kozalakları toplayıp bir gölgede onları binbir zahmetle kırıp yemenin gayet normal olduğunu sanırdım. Tabii sonrasında her tarafımıza bulaşan reçineleri büyük bir sabırla, gazla temizlemek de yine annelerimize düşerdi.

Hayatın hiç farkında olmadan hayatımızı yaşıyorduk. O evler nasıl geçinir, örneğin bizim evdeki gibi 6 nüfus nasıl doyar, okur, yaşar bilmezdik. Bilmemenin ötesinde öyle bir kavram bile yoktu. Annelerimiz her zaman karnımızı tok, babalarımız sırtımızı pek tutarlardı. Ama normal gündelik yaşamın dışında çocukluğumdan benim için unutamadığım üç ayrı gün vardı. Birincisi annemin hınkal yaptığı günler. Kafkas asıllı oldukları için mantı değil hınkaldı bizim yemeğin adı. Normal mantıdan biraz daha büyük sarılırdı. Hepsi birer eğitmen, ekonomist, aile planlamacısı, terzi, aşçı, bir ölçüde psikolog olan bütün anneler gibi, annem yemeği de bir eğlence haline döndürüp hınkallardan birinin içine bir düğme koyar, o kime çıkarsa o gün onun şanslı günü olurdu.

Sabah kahvaltısından sonra arkadaşlarımla birlikte Berk Otel’in önündeki kumsalda yatıp iskeleden denize atlamanın, annem balkona çıkıp, “Hüseyiiiiin, haydi gel, yemek vakti!” diyene kadar yüzmenin, oynamanın ve aynı şeyi her gün yapabilecek olmanın değerini ancak ileri yaşlarımda deniz benim için yıllık bir tatil programına dönüşene, o da belki iki yılda bir bu eski dostumla buluşabilene kadar anlamama o günlerde imkân yoktu. Öğle yemeğinin ardından yine annemin ısrarıyla, pek de gönüllü olmadan öğleden sonra uykusuna yatmanın, bir süre uyumamakta direnip sonra elimdeki Teksas ya da Tommiks’in düştüğünü fark etmeden daldığım derin uykunun huzurunu bir daha asla yaşamadım. Uykudan kalkınca elbette kaldığımız yerden devam edip yine iskele, yine deniz... Taaa ki, güneş Tımarhane adasının arkasına doğru alçalıncaya ve tenimizde akşam ürpertilerini hissedene kadar. En sevdiğim şeylerden biri de, akşam yemeği bitince, eh, o kadar ağır mesaiyle geçen bir günün sonunda, tabağımı biraz ileriye itip hemen oracıkta masaya kapanıp uyumaktı. Bir süre sonra annemin şefkatli kollarında kaldırılıp yatağıma yatırılır, bir Japon atasözünün dediği gibi ‘rüyasız, derin’ bir uykuya dalardım.

22

İkincisi, yine annemin bir daha asla aynı tadı bulamadığım su böreği günleriydi. Sabah erkenden hazırlıklar başlar, yufkalar neredeyse arkası seçilecek kadar ince açılır, kat kat tepsiye dizilir; sabırla, ağır ağır, tepsiyi döndüre döndüre yarısı kıymalı, yarısı peynirli o muhteşem börek öğle yemeğinde önümüze gelirdi. Üçüncüsü ise yatılı okullarda okuyan ablalarım ve ağabeyimin yaz tatili nedeniyle eve döndükleri gün verilen şölendi. Babam, arka bahçede yine kendi beslediği, yumurtadan kesilmiş tavuklardan birini keser, temizler ve öğle yemeğinde o dönemde her çocuğun düşü olan o muhteşem menü hazırlanırdı: Kızarmış tavuk, pilav ve patates kızartması. Arkasından da karpuz. İşte böyle, neyi yaşıyor olduğumuzun hiç farkında olamadan ama şimdi dönüp baktığımda bugün ne olduysak onların izlerinin taaa o günlere uzandığını gördüğüm hayatlar yaşadık ve büyüdük. Ah o masanın etrafında sevgili annem ve babamla bir arada bir kez daha oturabilmek için neler vermezdim ki... Ama ne yazık ki mahalledeki birçok büyüğümüz, ablamız, ağabeyimiz gibi onların gemileri de meçhule giden bir limandan demirlerini aldı. Ve geriye gök kubbenin altında hoş sedaları baki kaldı.


Birinci Dünya Savaşı’na ve ardından yaşanan Kurtuluş Savaşı’na pek çok sanatçı katıldı. Bunlardan bazıları yaralandı, bazıları şehit oldu. Kurtuluş Savaşı’nda yararlılık gösteren bu sanat insanlarından biri de, daha sonra Türk modern resmine yerel ağırlıklı, yalın ama anıtsal nitelikte eserler kazandıracak olan ressam Cemal Tollu’ydu. 15 Eylül 1922 günü Ayvalık’a giren 20. Süvari Alayı’nda ‘teğmen’ rütbesi ve inzibat subayı kimliğiyle yer alan Tollu’yu Ayvalık’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 96., aramızdan ayrılışının 50. yılında saygıyla anıyoruz.

KURTULUŞ SAVAŞI SIRASINDA 20. SÜVARİ ALAYI’NDA GÖREV YAPAN RESSAM CEMAL TOLLU 15 EYLÜL 1922 GÜNÜ AYVALIK’A İLK GİREN ASKERLER ARASINDAYDI

C

emal Tollu İstanbul’da dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini yine İstanbul’da tamamladı. Resim sanatına ilgisi daha küçük yaşlardayken başlamıştı. Zeyrek’te yaşadıkları aile konağının duvarlarına çizdiği resimler şaşkınlık ve ilgiyle karşılanıyordu. Sonunda istediği oldu ve Sanayi-i Nefise Mektebi’ne (Güzel Sanatlar Akademisi) girdi. Ancak mutluluğu uzun sürmedi. İstanbul’un işgal yıllarında okula İtalyanlar tarafından el konulunca öğrenimine ara vermek zorunda kaldı. Herkes gibi o da umutsuz ve karamsardı: “Mütareke yıllarının acı günlerini yaşıyorduk. Sarhoş ve şımarık Rum gençlerinin ‘Zito Venizelos!’ diye haykırmalarına, küstah ve saldırgan hâllerine tahammül edemiyordum. İtilaf askeri kuvvetlerinin işgali altında bulunan İstanbul’da yaşamak boğucu bir hal almıştı. Sultanahmet mitinglerine katılıyor, hürriyet ve istiklalimizi istediğimizi bütün cihana duyurmak istiyorduk. Hakimiyet-i Milliye ve Yeni Gün gibi Anadolu gazeteleri ile kurtuluş hareketlerini takip ediyordum.” Çok geçmeden kararını verdi. Bağımsız bir ülkede özgürlük içinde yaşamak istiyorsa o da üzerine düşeni yapmalıydı. Bu inançla, dedesinden kalan altın köstekli saati satarak annesi Hayriye Hanım’la vedalaştı ve işgal kuvvetlerine görünmeden İnebolu’ya giden vapurun yolcuları arasındaki yerini aldı. Oradan, zorlu kış şartlarında ve zaman zaman yürüyerek Ankara’ya geçti. Cemal Tollu, Ankara'da Mustafa Kemal’in kurduğu ‘Ankara Zabit

BÜLENT ŞENTAY

Namzetleri Talimgâhı’na katıldı. Burada subay adayları eğitiliyordu. Eğitimini süvari zabiti olarak tamamladı. O günlerden birinde Mustafa Kemal Paşa’yı gördü: ”İstasyonun önündeki küçük meydanda hâkî renkte külot pantolon ve avcı biçimi ceketi, sarı astragan kalpağı ile orduya yeni katılan ve memleket türküleri söyleyerek cepheye giden Anadolu çocuklarını uğurlarken görmüştüm. Yakınında bulunduğum halde, düşünceli fakat kararlı ve iradeli çehresini toz-toprak bulutu arasında ancak fark edebiliyordum.” Çektiği kura sonucu merkezi Konya’da bulunan 20. Süvari Alayı’na gönderildi. Artık, Kurtuluş Savaşı’nın adsız neferlerinden biriydi. Konya’dan başlayıp İzmir’de sonlanan iki yıl boyunca atının üzerinde kararlı ve gözü pek bir asker olarak farklı cephelerde görev yaptı. Büyük Taarruz’a katıldı. 9 Eylül 1922’de İzmir’e ayak basan ilk askerler arasında yer aldı: “İzmir’e girdiğimizde ahali galeyandaydı. Sevinçten ağlıyorlar, üzengilerimizi öpüyor ve ‘Gazanız mübarek olsun!’ diye bize sarılıyorlardı. Hükümet Konağı’nın ilerisindeki rıhtım ve mavnalar, gemilere sığınmak isteyen asker ve sivil Yunanlılarla doluydu.” Cemal Tollu 28 Ağustos 1923 günü terhis edilince yeniden İstanbul’a döndü. İki yıl çeşitli işlerde çalıştıktan sonra Sanayi-i Nefise Mektebi’ne tekrar kabul edildi. Öğrenimini tamamlamasının ardından öğretmenlik yapmaya başladı. Münih ve Paris’e giderek ünlü ressam ve sanatçılarla tanıştı/ çalıştı. Yurda dönüşte, ilk sergisini 1932 yılında Elazığ’da açtı.

23


Kurtuluş Savaşı sırasında bir süvari birliği Batı Cephesi’ne ilerlerken...

Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasından on yıl sonra Abidin Dino, Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Zühtü Müritoğlu ve Elif Naci’yle birlikte, ‘D Grubu’nu kurarak resim sanatını yurt sathına yaymak gibi önemli bir görev üstlenen Cemal Tollu bir dönem İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü de yaptı ve günümüzden tam elli yıl önce 26 Ağustos 1968’de, İstanbul’da vefa etti. AYVALIK’IN GİRİŞİNDE YERLİ RUMLARIN TEŞKİL ETTİĞİ BİR ORKESTRAYLA KARŞILANDIM

Teğmen Cemal Tollu 20. Süvari Alayı’na bağlı olarak ülkesi için savaşırken bir yandan da aksatmamaya çalışarak yaşadıklarını günlüğüne not etmişti. Yazdıklarını 1960 yılında gözden geçirdi ve bu anılar geride bıraktığımız Ocak ayında ‘Talimgâh’tan Güzel Sanatlar’a’ başlığıyla Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basıld Tollu anlarını şu ‘alçakgönüllü’

24


u

at

dı.

Cemal Tollu'nun gözüyle Çanakkale Savaşı...

cümlelerle özetlemişti: “Hiçbir iddiası olmayan bu satırlar ne bir roman ne de edebi bir eserdir. Bu satırlar, genç bir yedek subayın asker ve Anadolu köylüsü arasında geçirdiği günlük hayatı, katıldığı muharebelerde başardığı veya başaramadığı küçük hizmetleri, şahit olduğu hadiseleri ve bunların karşısındaki duygu ve düşünceleridir. Hadiselerin cereyanı sırasında yazılan bu satırların süslenmiş, romanlaştırılmış bir eser olmadığı da kabul edilmelidir.” Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği yararlılıklar nedeniyle Muharebe Gümüş Liyakat ve İstiklal madalyalarıyla onurlandırılan Cemal Tollu’nun ‘Talimgâh’tan Güzel Sanatlar’a’ adlı anı kitabı Ayvalık’ın yakın tarihi bakımından özel bir önem taşıyor. Çünkü 9 Eylül 1922’de İzmir’e ayak basan ilk askerler arasında bulunan Tollu, 15 Eylül 1922 günü de Ayvalık’a giren 20. Süvari Alayı’nda görevliydi. Notlarında o günlere ilişkin ilgi çekici ayrıntılar var...

Ayvalık: 15 Eylül 1922 "Dün Dikili istikametinde keşif kolu olarak hareket etmiştim. Düşman Dikili’yi tamamıyla tahliye etmişti fakat şehir yanıyordu. Dikili’nin yaslandığı kayaların tepesinden vaziyeti tetkik ettikten sonra raporumu gönderdim ve içeri girdim. Şehre girmeden evvel yanıma gelen zeybek kıyafetli bir atlıdan bir dürbün satın aldım. Yunanlılar buradan kaçarlarken binlerce hayvan terk etmişlerdi. Bu hayvanların bir kısmını beraberime aldım. Yanmakta olan dükkânların açık kapılarından giren aç atlar, karınlarını bakkal dükkânlarının zahiresiyle doyurmaya çalışıyorlardı. Yanımdaki askerler ve benimle beraber şehre giren sivil ahali ile yangını söndürmeye başladık. Her şeyden evvel yakındaki gaz deposunu boşaltmak ve hayvanları uzaklaştırmak icap ediyordu. Dikili’de kendisini buranın müdürü olarak tanıtan bir Türk’le, Yunan

Ayvalık Yunan Alay Kumandanı’nın atını beş bin drahmiye satın aldım “(Ayvalık’tayken) milislerden biri, buranın havali kumandanlığını yapan bir Yunan alay kumandanının atının bir meyhanede bulunduğunu haber verdi. Meyhanenin kepenkleri kapalıydı. İçeride peykelerde uyuyan meyhaneci kepenkleri açtı. Maksadımızı anlayınca yandaki bahçe kapısını açarak atı getirdi. Yunan kumandanı sahilde bir gazinodayken seyis gelmiş, atın gemiye alınmadığını söylemiş. Bunun üzerine kumandan kızarak, ‘Beş bin drahmiye aldığım bu atı burada sağ bırakmam’ diye tabancasını çekmiş, atı öldürmek isterken orada garsonluk yapan bu meyhaneci mani olmuş ve cebinde bulunan birkaç drahmiyi vererek atı alıkoymuş. Ödediği drahminin karşılığını o gün kabıl edilen rayice göre (15 lira) verdim. Atı bölüğe götürdüğüm zaman arkadaşların hepsi çok beğendiler.”

25


Bu milislerin yardımı ile isimleri tespit edilen Türk düşmanlarını tutukluyor, bir yandan da silahları topluyorduk. Cunda adasında bir top bulunmuştu. Ayvalık’ta bilhassa Fırka Kumandanı Zeki Bey’in emirlerine uyularak halka iyi muamele ediliyordu. Bir katliama sebep olmamak için diğer kıtalar şehre sokulmuyor, halkla askerin teması mümkün mertebe az oluyordu.” 15 Eylül 1922 günü Ayvalık’a giren 20. Süvari Alayı’nda ‘teğmen’ rütbesi ve inzibat subayı kimliğiyle yer alan Cemal Tollu, aynı zamanda başarılı bir sanat yazarıydı. ‘Yunan Mitolojisi’, ‘Şeker Ahmet Paşa’ gibi kitaplarının yanında Yeni Sabah gazetesinde yıllarca haftalık yazılar yazmış, plastik sanatlar alanındaki birikimini eleştiri, inceleme ve denemeleriyle derinlemesine yansıtmıştı. aleyhtarlığıyla bilindiği söylenen bir Rum doktordan başka kimse yoktu. Doktor, ailesini Midilli’ye göndermiş, kendisi burada kalmıştı. Sonra Mülazım Enver Efendi de geldi. Kabakum’da bölüğe katıldık. Ayazmend’e (Altınova) geldiğimizde çok iyi karşılandık. Hükümet Konağı’nda biraz dinlendikten sonra akşama doğru Ayvalık’a geldik. Geceyi şehrin dışında geçirdik. Bu sabah, takımın başında olduğum halde şehre girdim. Yerli Rumların teşkil ettiği bir orkestra ile şehrin girişinde karşılandım. Doğruca Hükümet Konağı’na gittim. İki atın yan yana ancak geçebildiği dar sokaklarda bir hıyanete kurban olmaktan korkmuyor da değildim. Mülazım-ı Evvel Hayri de Metropolit ile bağlantı kurmak ve diğer siyasi görüşmeler için beraber gelmişti. Ben inzibatı sağlamakla görevlendirildim.”

CUNDA ADASINDA BİR TOP BULUNMUŞTU Ayvalık: 16 Eylül 1922 "Bugün Fırka Kumandanı Albay Zeki Bey’i (2. Süvari Tümeni Komutanı Albay Ahmet Zeki/Tümgeneral Soydemir) karşıladım. Beraberce Hükümet Konağı’na geldik. Bölüğümüz Ayvalık’ta kalacak, diğer bölükler ve fırkanın diğer alayları şehir dışında konaklayacaklar. 2. Alay Kumandanı Yarbay Kemal bey Mülkiye Kaymakamı Vekâleti’ne, Bölük Kumandanım Binbaşı Galip Bey de merkez kumandanlığına tayin edildiler.

KAYNAKÇA -Mehmet Cemal Tollu, ‘Talimgâh’tan Güzel Sanatlar’a’, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2018 -Sezer Tansuğ, ‘Çağdaş Türk Sanatı’, Remzi Kitabevi, 1996 -Kaya Özsezgin, ‘Türk Ressamları’, Milliyet Sanat Dergisi Eki, 1983 -Nilüfer Öndin, ‘Kübizm ve Türkiye’, Sanat Tarihi Dergisi, Sayı XIV/2 Ekim 2005 -Aslı Korur, ‘Cumhuriyet’in Ilk On Beş Yılında Türk Resim ve Heykel Sanatı (1923-1938)’, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2008 -Türkiye 1923-1973 Ansiklopedisi/4. Cilt, Kaynak Kitaplar, 1974

Ayvalık Rumlarından teşkil edilen milisler bazı hususlarda bize yardım ediyorlardı. Buralı Rumlar iki sene Yunan işgali altında, Yunanlılarla da geçinememişler, daima onlara karşı koymuşlardı. Fakat aralarında Türklere kötülük edenler de vardı.

Cemal Tollu’nun savaş sırasında esir aldığı askerin kılıcı daha sonra sergilendi 2005 yılında Yapı Kredi Kültür Merkezi Kazım Taşkent Sanat Galerisi’nde açılan ‘Cemal Tollu-Retrospektif’ sergisinde sanatçının kişisel eşyaları da ilk kez sergilendi. Aile koleksiyonundan sağlanan bu eşyalar arasında Tollu’nun savaş sırasında esir aldığı askere ait bir kılıç, yine Tollu’nun savaşta kullandığı dürbünü, madalyaları ve ‘Bir Yedek Subayın İstiklal Harbi’nden Hatıra Defteri’ başlıklı defteri de vardı. 26

Bu bölümün hazırlanmasındaki değerli katkısı için Sayın Selçuk Kaltalıoğlu'na teşekkür ederiz.


İÇİMİZDEN BİRİ Sıcak demir ustalığı insanlık tarihinin en eski, en saygın, en geçerli mesleklerinden biri... Hititler (MÖ 1200-750) demirden çelik yapmayı başardıklarında savaşların kaderi değişmiş; kırılmayan/yamulmayan kılıçlarıyla yenilmez olmuşlardı. Toprağın tarım aletleriyle işlenmesi ise yerleşik düzene geçilmeyi hızlandırdı, büyük devletlerin doğmasına zemin hazırladı. Hititlerin tarih sahnesinden çekilmesinin ardından demirciler farklı coğrafyalara dağıldı. Böylece bu meslek Uzakdoğu’dan Avrupa’ya, Roma İmparatorluğu’na kadar yayıldı. Demir ve çelikle gündelik hayatta kullanabileceğimiz bıçaktan, baltaya pek çok şey üretildi. Japonlar, Samurai kılıçlarıyla çeliği işlemeyi tam bir sanat haline getirdi. Demirin çeliğe dönüşmesi sırasındaki kimyasal değişikliklerin analizi yapılıncaya kadar kaliteli kılıç üretmek neredeyse ‘Tanrı vergisi’ bir sanat kabul edildi. Günümüze kadar gelebilen sıcak demir ustalığı -ne yazık ki- teknolojiye yenik düşerek ‘kaybolmakta olan meslekler’ arasına girdi. Elbette, Ayvalık da bu ‘yok oluş’tan nasibini aldı. Ancak, Hüseyin Ateşcan, Dr. Fazıl Doğan Meydanı’ndaki atölyesinde zamana karşı direnmeyi sürdürüyor.

SICAK DEMİR İŞÇİLİĞİ PADİŞAHLIK GİBİDİR BABADAN OĞULA GEÇER

Röportaj ve fotoğraflar: GÜLBENİZ ŞENTAY

-B

abam ve ben Ayvalık’ta dünyaya geldik. Dedem Midilli mübadiliydi. Hamdibey Mahallesi’nde bir evi vardı. Mutlaka herkes gibi o da mübadil hakkı olarak dağıtılan zeytin ağaçlarından almıştı. Ama onları sattı mı, ne yaptı, bilmiyorum. Zeytincilikten anlamazdı. Demirciydi. Sıcak demir işçiliği padişahlık gibidir, babadan oğula geçer. Dedem bununla büyüdü, babam bununla büyüdü, ben bununla büyüdüm. Altı-yedi yaşından beri mesleğin içindeyim. Bu atölye babacığımındı. Burada çalışırdı. Yanından hiç ayrılmazdım. Bana, “Hüseyin” diyemez, “Üsen” derdi, e harfini biraz uzatarak. “Üsen, balyozu uzat... Üsen, ateşi körükle!” Dükkân bana kaldığında ben de adını ‘Üsen’ koydum. Hasılı atölye de,

aletler de ondan yadigâr. Sıcak demir ustalığı zor bir uğraştır. Bir kere ayakta çalışırsınız. Tozundumanın, kirin-pasın içinde çalışırsınız. Yazın demiri tavladığınız ocağın sıcaklığı iki yüz dereceyi bulduğunda kavrulursunuz. Yüzünüz ateş yanığı, elleriniz kömür karasıdır. Madeni balyozla, çekiçle işlemek için güçlü kaslara sahip olmanız gerekir. Bütün bu koşullara dayanacak sağlam bir bünyeniz yoksa bu işi yapamazsınız. Kısaca, “Demir ve benzeri maden parçalarını elle ve iş tezgâhları yardımıyla bükerek/ döverek şekillendirmek...” diye tarif edebileceğim sıcak demir ustalığı kuşaktan kuşağa aktarılan bir görenek, bir sanattır. Ben demircilikte üçüncü kuşağım. Oğlum Mustafa dördüncü kuşak. Bu

27


“Sıcak demir ustalığı zor bir uğraştır. Bir kere ayakta çalışırsınız. Tozun-dumanın, kirin-pasın içinde çalışırsınız. Yazın demiri tavladığınız ocağın sıcaklığı iki yüz dereceyi bulduğunda kavrulursunuz. Yüzünüz ateş yanığı, elleriniz kömür karasıdır.”

işin okulunda da okudu. Gittiği yere kaplayınca yeniden demirciliğe döndük. kadar götürecek artık... Demem o BAZEN DUVARLARINA ASMAK İÇİN “El emeği-göz nuru ki, görenek olmadan hiçbir şey ESKİ KILIÇLARDAN YAPMAMI olmaz. Bu meslekte neyi, hangi şeyler üretiyorum. Seri İSTEYENLER ÇIKIYOR madenden yapacağınızı iyi üretim yok bizde. O nedenle bilmelisiniz. Mesela kapı Örsün başına geçip o gün günde ancak iki-üç büyük balta menteşeleri, hayvanların ne yapacağıma karar verir, bağlandığı kazıklar ocağı yakarım. Metali alır, yapabilirim. Orak çok el alır demirden yapılır. Ama ateşe koyar, tavlarım. Nar ama. Bu yüzden beni en zorlayanı gibi kızarıp, kor haline bıçak, kazma, balta gibi odur. Çünkü zeminin tıraş bıçağı geldiğinde maşayla örsün aletlerde mutlaka çelik üzerine alırım. Orada kullanılır. kadar ince olması lazım. Çekiçle bükerek, döverek şeklini Bizim ham maddemiz döve döve inceltirim. Çekiç yerine veririm. Baltaysa balta, hurda kamyon, tren, taş kullanırsam çelik özelliğini oraksa orak. Ardından su at arabası makasları ve verme işlemine geçerim. kaybeder, hamlaşır, demire döner. karbon emdirme işlemi Hangi metali işlerseniz yağın içinde yapılan Orak jilet gibi olduktan sonra işleyin, işin en zor kısmı yağ çeliğidir… Örneğin budur. Suyunu çok verirseniz çarklar, sular, parlatırım. baltalar, kazmalar büyük kırılır. Az verirseniz yamulur. Satışa hazır hale gelir.” kamyonların makasından olur. Asıl hüner, ustalık buradadır. Gördüğünüz küçük nacaklarıysa Suyun verilmesi iki dakikaya at arabası makasından imal ettik, yayılmalıdır. Yaptığınız ürünü birden çeliktir yani. Eskiden karasaban, suya batırırsanız emeğiniz çöpe gider. Bir pulluk gibi tarım aletleri de bizlerin elinden usta metalin suya doyduğunu suyla temas ettiği çıkardı. Yavaş yavaş o işler sanayiye kaydı. Biz de at anda çıkardığı sesten ve renginden anlar. Kulak ve arabalarının, faytonların altın çağını yaşadığı dönemde gözle yapılan ayar şaşmaz. Mesela suyu kıvamında demirciliği bıraktık, at arabası ve fayton yapmaya verilen metal, çeliğine göre ya deniz mavisine ya da ayva başladık. Sıfırdan ve her şeyiyle... Beygir hariç! Dingili, sarısına döner. Soğuduğunda o rengi çelikte görmeniz tekeri, kasası, koltuğu, lambası… Otomobiller yolları lazım. O rengi vermiyorsa yaptığınız takım çalışmaz.

28


Her ne kadar işlerimiz eskisi kadar yoğun değilse de baba-oğul çalışıyor, geçinip gidiyoruz. Bizim sezonumuz da tıpkı oteller-restoranlar gibi üç-dört ay. Kışın, yaza hazırlanıyoruz. Bıçaklar, baltalar, nacaklar, zeytin ağaçlarının dip sürgünlerini temizlemekte kullanılan tırpanlar, keskiler, testereler, sac ayakları, usta keserleri, malalar, yol yapımında kullanılan döşeme çekiçleri, eski bina taşlamaları için taraklar, dikenli köpek tasmaları, at nalları, kömür maşaları, mangallar, bahçe beli, dirgen yapıyoruz. Bazen duvarlarına asmak için eski kılıçlardan yapmamı isteyenler de çıkıyor. Sacdan ürettiğimiz ve kuzuların, keçilerin boynuna takılan çanları insanlar çoğunlukla dekoratif amaçla satın alıyorlar. Balkonlarına, kapılarına asıyorlar. Şömine veya barbekü takımı için gelenler oluyor. Müşterilerimiz çoğunlukla toprakla/bahçeyle uğraşan insanlar. Kırsal kesimin yanı sıra yazlıkçılar ya da Ayvalık’a sonradan gelip yerleşmiş insanlar bizden alışveriş ediyor. Kışın satışımız enderdir, genelde tamir işleriyle geçer. Balta, keser sapı, hatta koltuklarının kırılan metal parçasının aynısını yapmamı isterler. Yaparım. O konuda da epey müşterim var. Bilen bilir ve gelir. Çok şükür hâlâ demircilikten ekmek yiyoruz. Ama bana sorarsanız, sıcak demir ustalığı yok olan mesleklerden biri. Neden? Çünkü zor. Çünkü kir-pas içinde, kol gücüyle, ellerinizle, bedeninizle ateşin içinde çalışıyorsunuz. Kimse çoluğunu-çocuğunu yanımıza çırak vermiyor. Hoş, yeni nesil de bu işi sevmiyor zaten. Beğenmiyor, küçümsüyorlar. Sebatları da yok! Benim oğlum bile ne kadar dayanacak bilmiyorum. Bazen, “Baba bu kahır çekilir mi?” diyor. Zira piyasa fabrikasyon ürünü ucuz mallarla dolu. Televizyonlarda bile satılıyor her şey. Yanında hediyesi de olunca kimse ne kadar dayanacağına aldırmıyor. Bu meslek de böylece yavaş yavaş ölüyor. Yaşatmaya çalışıyoruz işte... Ne yapıyorum? Üçe-beşe bakmıyorum, üretiyorum. Bıçak biliyorum mesela. Herkes üç-dört liraya biliyor. Ben bir-bir buçuk alıyorum, karnımı doyuruyorum. Şükrediyorum. Alemin kasasına isterse birkaç saatte iki yüz-üç yüz lira girsin; o gün yüz lira kazandım mı benden bahtiyarı yok!

At Arabacılar Meydanı yenilenince görünür hâle geldik

“A

t Arabacılar Meydanı (yeni adıyla Dr. Fazıl Doğan Meydanı) düzenlendikten sonra etraf daha bir kalabalıklaştı. Güzel bir görünümü oldu meydanın. Zaten ne o eski at arabaları ne de at arabacılar kalmıştı. Şimdi buralara bir hareket geldi. İnsanların oturabileceği yerler açıldı. Oldum olası bu dükkân Ayvalık’ı gezmeye gelenlerin ilgisini çekerdi. Ancak meydan genişleyince adımınızı atar atmaz görünür hâle geldik. Yazın belki bin kişi fotoğraf çeker. Tezgâhı, dükkânı gezer. Ama pek bir şey almazlar. Kimi zaman, 'Bakıp bakıp gidiyorsunuz!' diye takılırım. O vakit utanır, ya bir çan ya da bir nal alırlar.”

29


Havaya, suya, doğaya sahip çıktığımız kadar canlılara da sahip çıkmalıyız

SOKAK HAYVANLARI İÇİN TÜRKİYE’DE İLK KEZ AYVALIK’TA DÜZENLENEN FESTİVAL AMACINA ULAŞTI

A

yvalık, 3-4-5 Ağustos tarihlerinde, Türkiye’de daha önce örneği yaşanmamış bir festivale ev sahipliği yaptı: Sokak Hayvanları Festivali/ Patifest... Festival boyunca sokak hayvanlarına yardım amacıyla konserler, gösteriler, söyleşiler ve kermes etkinlikleri düzenlendi. Ayvalık Belediyesi, Turizm Danışma Bürosu ve gönüllülerin desteğiyle gerçekleşen festival sonunda elde edilen gelirle Köpek Barınağı’na ameliyathane yapılacak.

Ayvalık’ta hayvanlara sevgiyle yaklaşan insanların sanılandan daha fazla olduğuna dikkat çeken Belediye Başkanı Rahmi Gençer, herkesin bu dünyanın bir parçası olduğunu ve canlıların da ekolojik denge içerisindeki önemini bilerek yaşamamız gerektiğini söyledi. Gençer, “Havaya, suya, doğaya sahip çıktığımız kadar canlılara da sahip çıkmalıyız. Onları önce zihnimizde ve kalbimizde, daha sonra da gerçek duygularla sahiplenmeliyiz” dedi. Televizyon programlarıyla tanınan Armağan Çağlayan’ın sunuculuğunu üstlendiği festival Sarımsaklı Pazaryeri’nde gerçekleşti ve üç gün sürdü. Belediye Başkan Yardımcıları Gökay Bacan, Figen Güren ve sayısız vatandaşın katıldığı açılışta Çağlayan, sokak hayvanlarına duyarlı insanların bir araya geldiği bu buluşmanın tüm Türkiye’ye örnek olmasını dilediğini belirtti. Patifest’in gerçekleşmesine öncülük eden ve seramik mama kapları üreten Süleyman Tatlı, “Sokak hayvanlarının ne kadar zor şartlarda yaşadığını gördüğüm, kentimizdeki barınağın bir ameliyathaneye ihtiyacı olduğunu öğrendiğim için bu fikir aklıma geldi. Gönüllülerle el ele verdik, Ayvalık Belediyesi’nin desteğini de alarak etkinliği düzenledik. Elde edilen gelirle barınağın padoklarını ve dış çevre tellerini yenileyip bir ameliyathane yapmak istiyoruz. Maliyeti 300 bin lira... Hepsini karşılayamayız ama geleneksel hâle getirmek istediğimiz bu etkinlikle farkındalık yaratmayı hedefliyoruz” dedi. Festival art arda renkli etkinliklere sahne oldu. Model grubundan Fatma Turgut, Gece Yolcuları grubu ve Bulutsuzluk Özlemi’nin solisti Nejat Yavaşoğulları konserler verdi. Renk grubu dinleti sundu. Duvar ressamı Aybar, Ayvalık’ın önceden belirlenen noktalarındaki duvarları hayvan figürleriyle süsledi. Ayrıca Ankara Kedi Hastanesi kurucusu ve Kedici Dergisi yayın yönetmeni Dr. Tarkan Özçetin, Yük Hayvanlarını Koruma ve Kurtarma Derneği’nden Okan Oflaz söyleşiler yaptı. Uludağ Üniversitesi dekan yardımcısı Prof. Dr. Ebru Yalçın çocuklar için hazırladığı bir oyun sundu. Yetenek Siziniz yarışmasıyla tanınan Kutay ve köpeği Tarçın’ın gösterisi izlendi. Sanatçı Ata Demirer’in sosyal medyadan destek verdiğini açıkladığı etkinlikte, yaptığı protezlerle sokak hayvanlarının yaşamını kurtaran yönetmen ve hayvan hakları savunucusu Tolga Öztorun ile evinde 17 kedi besleyen piyanist Sarper Duman da Ayvalıklılarla

30

buluştu. İlkay Örnek katılımcılarla birlikte Zumba dansı yaptı, Ayvalık Belediyesi Zeytin Çekirdekleri Koro ve Orkestrası konser verdi. İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin farklı noktalarından gönüllü vatandaşların, kedi-köpek mama firmalarının ve dergi temsilcilerinin de katıldığı festival kapsamında bir kermes düzenlendi, stantlar kuruldu.


BİZ SANAT ATÖLYESİ/1. BÖLÜM Eğer boş zamanlarınızı değerlendirmek ve bir hobi edinmek istiyorsanız, kağıda/tuvale/suya resim çizmek ilginizi çekiyorsa Palabahçe’deki Biz Sanat Atölyesi tam size göre bir yer... Kursiyerlerine herkesin kendisini rahatça ifade edebildiği, kimsenin yeteneğinin sınanmadığı, sorgulanmadığı bir sanat ortamı sunan Biz, Şeytanın Kahvesi’nin hemen karşısında. Aynı zamanda sanatseverlerin uğrak mekânı olan atölyede Şennur Akbaş Yanık resim, Turgut Alp Can ebru öğretiyor. Önce resim atölyesine uğruyoruz. Önümüzdeki sayıda Biz’in ebru atölyesinde olacağız.

AYVALIK’A YERLEŞEN USTA SANATÇILARIN SAYISI ARTTIKÇA SANATSAL AKTİVİTELER DE YOĞUNLUK VE NİTELİK KAZANIYOR

Ş

ennur Akbaş Yanık Bergamalı… Söze, “Ben de buraların çocuğu sayılırım!” diye başlıyor.

-9 Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Resim Bölümü mezunuyum. Yirmi altı yıllık öğretmenim. İlk atamamın yapıldığı Mardin’de üç güzel öğretim yılı geçirdikten sonra Ayvalık Anadolu Lisesi’ne atandım. Yirmi üç yıldır buradayım. Ayvalık zaten çok sevdiğim bir yerdi. Üstelik Bergama’ya çok yakındı. Dolayısıyla ailemi daha sık görme şansım doğdu. Hayal ettiği gibi bir çalışma ortamı yakaladığı Anadolu Lisesi’nde on beş yıl görev yapan Yanık, dört yıl kadar da Cunda Turizm ve Otelcilik Meslek Lisesi’nde çalışmış. Ardından yeniden Ayvalık Anadolu Lisesi’ne dönmüş. Üniversite eğitimi sonrasında kendi atölyesini açarak resim alanında ilerlemeyi planlamış. Öğretmen olmayı hiç düşünmemiş yani... -Ben öğretmenliği son sınıf öğrencisiyken sevdim. Staj yaparken kafamdaki klişeleşmiş öğretmenlik kavramı yıkıldı. Düşündüğümün aksine belli kalıpların içine hapsolmadan yönlendirmede bulunabileceğim bir branştı resim. Yanı sıra çocuklarla bir arada olmanın, onlara yeni birşeyler öğretmenin keyfine vardım. Ve bu birliktelik esnasında resim yapmaktan çok, resim yapmayı öğretmeyi sevdiğimi fark ettim. Kısacası, aklımın köşesinden bile geçirmediğim öğretmenliğe bütün benliğimle bağlandım. Aynı anda hem öğretmen hem ressam olmak verimliliğimi her iki alanda da düşüreceği için bir tercih yapmam gerekti. Tercihimi öğretmenlikten yana kullandım. Yani öğretmenlik resim sanatının önüne geçti. Yaptığı seçimin kesinlikle yaratıcı yönünü etkilemediğini belirten Yanık’a göre, “Okullarda görsel sanatlar

GÜLBENİZ ŞENTAY

öğretmenlerine çok iş düşüyor!” -Tiyatro dekorları, kostümler, aksesuarlar, koreografiler, dergi tasarımlarından tutun okulun boyasından içinin dizaynına kadar pek çok konuda yönetime destek oluyoruz. Kısacası harcadığımız zaman mesai saatleriyle sınırlı değil. Şikayetçi miyim? Elbette hayır... Aksine fikirler, projeler üreterek onları okul ve öğrencilerimiz adına Şennur Akbaş Yanık hayata geçirmekten büyük haz duyuyorum. Mesleki açıdan beni doyuran aktif bir yaşamım var, diyebilirim. Standartın, kalıpların dışına çıkmayı başardım ve mutlu oldum. Zaten bir resim öğretmeni de böyle olmalı diye düşünüyorum. Biz Sanat Atölyesi sekiz yıl önce Halk Eğitim Merkezi bünyesinde kurulmuş. -Eşim-dostum, iş arkadaşlarım sürekli, “Bize de resim yapmayı öğretsene” deyip duruyorlardı. Bütün günüm okulda geçiyordu. Vaktim yoktu. Ayrıca devlet memuruydum ve gün içerisinde başka bir yerde hizmet vermem yasaktı. Kaldı ki arkadaşlarım da çalışan insanlardı. Ama bir şekilde kendilerine zaman ayırabileceklerinden emindiler ve bir gece kursu açılmasına ön ayak oldular. Atölye yapacağımız yeri bile onlar belirledi. Şu an içinde bulunduğumuz yapının ilginç de bir hikâyesi var. Ünlü yönetmen Şerif Gören, ‘Ay Büyürken Uyuyamam’ adlı filmini Palabahçe’de çekmeye karar verdiğinde yıkıntı kalıntılarıyla dolu bu bahçeye iki katlı bir plato bina inşa ettirmiş. Film bitince de bina öylece kalmış. Alt katı yanılmıyorsam bir iş yeriydi. Hasılı boş duran üst katı güzel bir atölye haline getirdik. Kentin tarihi dokusuna uygun bir şekilde hazırlanan plato o denli sağlam yapılmış ki, sekiz yıldır içindeyiz fakat çatımız bir kere bile akmadı. Arka taraftaki bahçeyi yaz aylarında çalışabileceğimiz, sanatseverlerle birlikte vakit geçirebileceğimiz bir alan

31


olarak düzenledik ve Halk Eğitim Merkezi Gece Resim Kursu’nu başlattık.

yedi yılda altmış öğrenci yetişmiş. Bazen yıl içindeki kursiyer sayısı yirmiyi aşmış.

ÇÖP ADAM DAHİ ÇİZEMEDİĞİNİ SÖYLEYEN KURSİYERİME, “O ZAMAN İŞE ÇÖP ADAM ÇİZEREK BAŞLAYALIM, HEDEFİMİZ BU OLSUN!” DİYORUM

-Atölyenin bu denli kalabalık olmasına karşın, inanır mısınız ne bir uyumsuzluk, ne bir çatışma yaşadık. Bütün kursiyerler sadece öğrenmeye odaklıydılar. Eski öğrencilerle yenilerin kaynaştığı keyifli atölye zamanları geçirdik. Birlikte güzel işlere imza attık. Ama geçen sene kesintisiz on iki ay kurs verince çok yoruldum. Ve bir yıl Halk Eğitim’in kurslarına ara vermek istedim. Bunun üzerine yedi yıldır beraber olduğum arkadaşlarım, “Atölyeyi kapatma, açık tut. Gelip çalışalım. Resmî bir nitelik taşımasın ama bize kendini yormadan eşlik et. Böylece resimden uzak kalmayız,” dediler. Hasılı, izin yılımda bu şekilde devam ettik.

Şennur Akbaş Yanık hem ilgi duyduğu hem de öğrencilerine bir ebru atölyesi açmak istediği için üç yıl boyunca Halk Eğitim Merkezi’nin bu konudaki kurslarına katılmış. -Atölyenin beşinci döneminde Halk Eğitim’de tanıştığım Turgut abi (Turgut Alp Can) ve birkaç arkadaşı, “Biz resim de öğrenmek istiyoruz!” diyerek derslerime devam etmeye başladılar. Turgut abi ebru çalışıyordu ve konusunda çok bilgili, birikimliydi. Ebru yapmak onun hayatının vazgeçilmez bir parçasıydı. Alt katımız boşalınca orayı atölye yapmasını önerdik. Seve seve kabul etti. İki yıl süresince birlikte olunca, “Ortak bir tabelamız olsun!” dedik. Özetlersem Biz, önceden tasarlamadığımız, rastlantılar sonucu doğan bir atölye oldu. Eylül ayının başında kapılarını açan Biz’de eğitim Temmuz sonuna kadar sürüyor. -Kurslar haftada iki gün ve on yedi-on otuz saatleri arasında gerçekleşiyor. Gece kursu olmamız nedeniyle sadece yetişkinlere hitap edebiliyoruz. Biz’in resim bölümü kursiyer profili her ne kadar aramızda emekliler, ev hanımları yer alsa da genelde iş-güç sahibi insanlardan oluşuyor. Buraya gelebilmek için nasıl bir özveride bulunduklarını çok iyi bildiğimden, onlara okuldaki öğrencilerimden daha ‘toleranslı’ davranıyorum. Kendilerini özgür/rahat/keyifli bir ortamda hissetmelerine özen gösteriyorum. Ancak kısıtlı zamanlarını en iyi şekilde değerlendirebilmeleri, bulundukları yerden onları daha öteye taşıyabilmem adına belli bir disiplin de uyguluyorum elbette. Çoğu aynı zamanda arkadaşım da olan kursiyerlerimizle parolamız şöyle: “Öğrenelim, ilerleyelim!” Amatör bir ruhla ve kâr amacı gütmeden verilen kurslarda

32

Asıl gayesi yağlıboya resim yapmayı öğretmek olan kursta Şennur hoca öğrencilerine diğer resim tekniklerini de vermiş. -Ben kısıtlamalardan yana değilim. Zira bize gelen insanların amaçları farklılık gösteriyor. Örneğin, “Ben resim yapmayı çok seviyorum. Ama çöp adam dahi çizemiyorum. Buraya sizin yardımınızla ne yapabileceğimi görmeye geldim,” diyen bir kategori de var. Resim kişiyi tatmin edecek düzeyde öğrenilebilen bir sanattır. Belki ressam olamazsınız ama resim yaparsınız. Temel sanat eğitimi alır; doku, biçim, ışık, gölge kurallarını özümseyerek bir yere varırsınız. Bütün bu sürecin nihayetinde kendinizi geliştirerek özgün çalışmalar yaparsınız. Bu nedenle çöp adam dahi çizemediğini söyleyen kursiyerime, “O zaman işe çöp adam çizerek başlayalım, hedefimiz bu olsun!” diyorum. DERS VERDİĞİM ÖĞRENCİLERİN ÇOĞU AMATÖR VE HİÇBİRİ “BÜYÜK BİR RESSAM OLACAĞIM!” İDDİASINDA DEĞİL Şennur Akbaş Yanık resim yapmanın ilk koşulu olan ‘temel sanat eğitimi’ üzerinde özellikle durduğunu vurguluyor. -Biz kursiyerlerimizle üç-üç buçuk ay ağırlıklı olarak kara kalem çalışıyoruz. Çünkü resmin


temeli budur. Karakalemde bir yere gelemiyor, bir form oluşturamıyorsanız yapacağınız resmin altı boş kalır ve bir anlam taşımaz. O nedenle temel sanatın bütün kavramlarını öğrenip, sindirdiklerinde onlara ne çalışmak istediklerini soruyorum. Kimi karakaleme, kimi suluboyaya, kimi yağlıboyaya, kimi akrilike devam ediyor. Tercihlerine kesinlikle karışmıyorum. Ancak ihtiyaç duydukları her konuda bilgi ve birikimimi onlarla paylaşıyorum. Örneğin yağlıboyanın inceliklerini, ışık ve gölgeyi yağlıboyada nasıl yansıtabileceklerini anlatıyorum. Sonunda kendi başlarına hareket edecek duruma geliyorlar. Kurslarda resim tekniklerinin yanı sıra ressamlar tanıtılıyor, eserleri tartışılıyor. -Genelde ders verdiğim öğrencilerin çoğu amatör ve hiçbiri “Büyük bir ressam olacağım!” iddiasında değil. Onlar buraya iyi zaman geçirmek, bir şeyler üretmek, stresten arınmak, resim yapmanın keyfini sürmek için geliyor. Resime hobi olarak bakıyorlar. Elbette kursiyerlerim arasında daha önce resim çalışmış, belli bir gelişim göstermiş ama kendisini yeterli bulmayan arkadaşlarım da bulunuyor. Bir eğitimci gözüyle nerede hataları var, eksikleri ne, göstermeye çalışıyorum. Atölyenin sıcak, samimi, dostane ortamının kursiyer olmayan ama sanata ilgi duyan herkese açık olduğunu söyleyen Yanık, Ayvalık’ın sanata duyarlılığının büyük bir şans olduğunu söylüyor.

-Ayvalık bu konuda çok faal. Yedi yıldır kursiyerlerimizin resimlerinden derlediğimiz sergilere ilgi bizler açısından son derece tatminkârdı. Ayvalık’ta yaşayan insanlar tarafından izlenir, tanınır hale geldik. Bugün kentte seramikten keçeye, ahşaptan takıya, resimden ebruya pek çok atölye var. Çok sayıda kurs var. Ayvalık’ta sanatçılarla zanaatkârlar kol kola girmiş, kenti renklendiriyor ve güzelleştiriyorlar. Ayvalık’a yerleşen usta sanatçıların sayısı her geçen gün artıyor. Ve buradaki sanatsal aktiviteler hem nitelik hem yoğunluk kazanıyor. Büyük kentlerden gelip, Ayvalık’a yerleşenler özellikle sanatsal etkinliklere ilgi gösteriyorlar. Birikimlerini, becerilerini sergileyebilecekleri mekânların açılması için potansiyel oluşturuyorlar. Nihayetinde bu potansiyel Ayvalık’ı emsallerinden ayrıştırıp kültür ve sanat konularında daha bir öne çıkmasını sağlıyor. Biz Sanat Atölyesi’nde sanatsever herkesi görmek istediğini ifade eden Yanık, atölyeye gelmeleri için mutlaka kursiyer olmalarının gerekmediğini yineliyor. -Mekânımızda onları ağırlamak istiyoruz. Söyleşilerimize katılarak fikir alış-verişinde bulunabilir, düzenleyeceğimiz etkinlikleri izleyebilirler. Örneğin Eylül ayından başlayarak Ayvalık’ta yaşayan ressamlarımızla sanatseverleri bir araya getireceğiz. Onların Ayvalık’a, Ayvalık’ın onlara katkısını konuşacağımız bir dizi söyleşi gerçekleştireceğiz. Kısacası amacımız sadece resim ve ebru öğretmek değil. Bu nedenle herkese kapımız açık.

KURSİYERLER NE DİYOR? Zehra Şerifeken

Solmaz Sözkesen

Ayşe Kemer ZEHRA ŞERİFEKEN

İstendiği takdirde her yaşta üretken olunabilir

-A

yvalıklıyım. Yetmiş beş yaşındayım. İzmir Kız Lisesi mezunuyum. Tıp Fakültesi öğrencisiyken evlendim. Okulu bitiremedim. Ama mutlu bir hayatım oldu. İyi bir yaşam sürdüm. Resimle uğraşmaya 1981 yılında başladım. Doğayı çok seviyorum. Ayvalık kapılarınaysa hayranım. Onları resimledim hep. Yaptığım resimlerden derlenen bir de sergi açtım hatta. Klasik resmi seviyorum. Yıllarca AYKÜSAD’da çalıştım. Sonra özel bir atölye kurduk,

resme orada devam ettim. Şu an olduğum yerden, hocamdan, atölye arkadaşlarımdan memnunum. Burada hoşça vakit geçiriyorum. Öte yandan istendiği takdirde her yaşta üretken olunabileceğini gençlere göstermeye çabalıyorum. Çünkü geleceğe bir şeyler bırakabilmek güzel... SOLMAZ SÖZKESEN

Resmî bırakmak yok!

-E

mekli hemşireyim. Kasım ayında kursa başladım. Resim yapmak hobimdi. Emekli olunca fırsat buldum ve geldim. Mesleğimi çok seviyordum. Hemşireliğe yıllarca emek verdim ama şu an burada olmak bambaşka bir şey. Hayatımın

en mutlu dönemini yaşıyorum. Henüz çok yeniysem de her şey güzel gidiyor. Şimdilerde natürmort çalışıyorum. Karakalemin ardından yağlıboyaya geçtim. Öğrenme aşamasındayım. Gittiği yere kadar devam edeceğim. Resmî bırakmak yok! AYŞE KEMER

Uğraşmak insanın beynini, bedenini dinlendiriyor

-A

tölyenin ilk kursiyerlerindenim. Sanırım Şennur öğretmenimle birlikte bu dokuzuncu yılımız. Ayvalıklıyım. Öğretmenim. Altınova’da görevliyim. Hocamla ilk etapta

33


Huriye Kara

Hatice Ağa

Ayris Ekmekcioğlu karakalem çalıştık. Ardından yağlıboya, akrilik çalışmaları yaptık. Genelde yağlıboya resim yapıyorum. Reprodüksiyonların yanı sıra ufak ufak özgün resimler de yapmaya başladım. Bugüne kadar en az beş-altı sergimiz oldu, ilgi güzeldi. Burada olmaktan mutluyum. İş dışında bir şeylerle uğraşmak insanın beynini, bedenini dinlendiriyor. Hayatı yavaşlatıyor. Gündelik yaşamın koşuşturmasından, stresinden sıyrılıyorsunuz. Bu nedenle resim yapmak, üretmek gibisi yok, diyorum.

zamanda Ayvalık Folklor Derneği’nin başkanıyım. Uzun süredir resim çalışıyorum. Beni dinlendiren tek şey resim. Çok keyif alıyorum. Ben de ilk kursiyerlerdenim. Burada bütün teknikleri öğrendik. Yağlıboya da çalışmakla birlikte genelde soft pastel ağırlıklı resimler yapıyorum. Daha çok portre yapmayı seviyorum. Çünkü insanların her şeyini; acılarını, sevinçlerini, neşelerini, kaygılarını yüzlerinden okuyabiliyorsunuz. En sevdiğim renk sonbahar sarısı. Resime hareket ve canlılık kattığı için sık kullanıyorum.

AYRİS EKMEKCİOĞLU

Şennur hocam içimdeki yeteneğin ortaya çıkmasını sağladı

stanbul’da reklam sektöründe, televizyon kanallarında, araştırma şirketlerinde çalıştıktan sonra emekli oldum. Üç yıl önce de Ayvalık’a yerleştik. Ayvalık’ta son derece mutlu ve huzurluyuz. Bir tanıdığım vasıtasıyla Şennur hocamın kursundan haberdar oldum. Ortaokuldan bu yana elime fırça almamıştım. Resim yapmayı becerebilir miyim diye merak ediyordum. O beni motive etti. İçimdeki yeteneğin ortaya çıkmasını sağladı. Yoğun ve yorucu bir iş ortamından sonra kendimi resim yaparak dinlenmeye çektim. Resim benim için bir hobi. Evde de boş durmuyorum, karakalem çalışıyorum örneğin. HURİYE KARA

Genelde soft pastel resimler yapıyorum

-B

en de Ayvalıklıyım. Halk danslarıyla ilgileniyorum. Aynı

34

HATİCE AĞA

Teknik eksikliklerimi tamamladığımda tamamen kendimi yansıtabileceğim resimler yapacağım

-C

unda Mesleki Teknik Anadolu Lisesi’nde öğretmenim. Yıllardır evde kendi kendime karakalem bir şeyler çiziktirirdim. Resme ilgim vardı. Ancak resim kursuna gitmek hep ertelediğim bir olaydı. On-on beş yıl kadar öteledim kısacası. Fakat, “Artık yapmalıyım!” diye düşündüm. Şennur hocamla aynı okulda görevliydik. İlk başlarda ben de biraz endişeliydim. Kötü olursa, kimse beğenmezse, ya çizemezsem, rezil olursam diye korkuyordum. Çünkü öğrenciyken de resimden ya çok iyi ya da çok kötü notlar alırdım; istikrarlı değildim yani. Kısacası iş hayatının yoğunluğundan, stresinden biraz uzaklaşmak, kendime ait bir vakit yaratmak istiyordum. Akşam kursları bana bu imkânı sağladı. Bir buçuk yıldır atölyedeyim. Daha önce ne tuval görmüş, ne yağlıboya yapmıştım. Teknik eksikliklerimi

tamamladığımda tamamen kendimi yansıtabileceğim resimler yapacağım. GÜLÇİN BİLKAY

İçimde hep bir şeyler üretmek vardı ama pek cesaretim yoktu

-S

akarya İlkokulu’nda sınıf öğretmeniyim. Trakyalıyım. Ne zaman arkadaşlarım bir kültürel, sanatsal aktivitede bulunsalar onlara hep gıptayla bakar, aralarında olmak isterdim. Bütün sergilerine gittim. Çalışmalarını yürekten destekledim. Sonra Şennur hocayla konuştum, “Ben de resim yapabilir miyim?” diye sordum. “Neden olmasın, herkese kapımız açık!” dedi. Bu yaklaşımı çok hoşuma gitti. İçimde hep bir şeyler üretmek vardı. Ama sanırım pek cesaretim yoktu. Şennur hoca kendime güvenmemi sağladı. İnsanlar beğenirler mi, eleştirirler mi türü kaygılardan kısa sürede kurtuldum. Kendime güveniyorum ve bu işi yapabileceğimi biliyorum. Her resim beni bir adım daha sanat değeri taşıyan resimler yapmaya yaklaştırıyor. TAYLAN KÖKEN

Her tekniği deniyorum

-Y

irmi beş yıl önce Ayvalık’a yerleştim. Sekiz yıldır Ayvalık’ı araştırıyorum. Bir tür ‘yerel araştırmacı’ olduğum söylenebilir. Asıl mesleğim teknik ressamlık olduğu için hayatımda çizgi hep vardı. Rapido elimden hiç düşmezdi. Daha çok figüratif ve arkeolojiyle ilintili çalışmaya meraklıyım. Resim yaparken bir resmin diğerine benzemesinden hoşlanmadığım için çok karışık çalışıyorum. Evde eskiz


Gülçin Bilkay

Nurhan Fidancıoğlu Taylan Köken

çiziyorum, yağlıboya yapıyorum. Biz’deki kurs yağlıboyaydı ama ben suluboya öğrencisi olarak katıldım. Birkaç suluboyadan sonra arkadaşlarıma özendim, yağlıboyaya geçtim. İki yıldır kurstayım. Şennur hocanın özellikle söylediği şey şudur: “Kendinizden bir şeyler yapın!” Bu sözleriyle bize yaratıcılık yolunu açan hocamın isteği doğrultusunda ilerlemeye çalışıyorum. Kolaj yaptım mesela. Atık malzemeleri bolca kullandığım ‘Pateriça Meduzası’ adlı çalışmam yazılı ve görsel basında hayli ilgi gördü. Her tekniği deniyorum. Farklı ne malzeme kullanabilirim diye

araştırıyorum. NURHAN FİDANCIOĞLU

Biz resim yapan insanlar, tuvallere gözleriyle yazan kişileriz

-A

YTUGEB Turizm ve Danışma Bürosu’nda çalışıyorum. Çocukken merak saldığım resim giderek bir tutkuya dönüştü. Sürekli evde karakalem çalışırdım. Fakat yeni teknikler öğrenmek, kendimi geliştirmek istedim. Üç yıldır Şennur hocamın atölyesindeyim. Burası benim ikinci evim/adresim oldu

adeta. Hocam sayesinde kendimi geliştirme imkânı buldum. Atölye arkadaşlarımla keyifli zamanlar geçiriyor, sergileri birlikte geziyor, karşılıklı fikir alış-verişinde bulunuyoruz. Resim yapmak benim için zevkli bir hobi. Tuvalimle baş başa kaldığımda günün koşuşturmacasından, stresinden sıyrılıyorum. Terapi tadındaki çalışmalar beni bambaşka bir dünyaya götürüyor. Kendimi yenilenmiş hissediyorum. Resim gerçekten harika bir şey. Kendimizi, “Biz resim yapan insanlar, tuvallere gözleriyle yazan kişileriz!” diye tanımlıyorum.

35


Akademik Bakış Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com

A

Patifest, Vizyon Proje, Hagia Triada Kilisesi ve Ayvalık 14. Kültür ve Sanat Günleri

yvalık, 3-5 Ağustos tarihleri arasında Türkiye’de örneği olmayan bir festivale ev sahipliği yaptı. Sokak Hayvanları Festivali ‘Patifest’ adıyla anlam bulan bu etkinlik Türkiye’de ilk olma özelliğini taşıyor. Seramik mama kapları yapan Süleyman Tatlı adlı vatandaşın fikri ile ortaya çıkan, Ayvalık Belediyesi, Turizm Danışma Bürosu ve gönüllülerin desteğiyle gerçekleştirilen bu festivale çok sayıda hayvan dostu vatandaş katıldı ve etkinlik çerçevesinde konserler, gösteriler, söyleşiler, kermesler düzenlendi. Bu etkinliklerden elde edilen gelirle Ayvalık Belediyesi Köpek Barınağı’na ameliyathane yapılması hedeflenmişti. Etkinliğe ev sahipliği yapan Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer; bu etkinliğin bir farkındalık projesi olduğunu söyledi. “Havaya, suya, doğaya sahip çıktığımız kadar canlılara da sahip çıkmalıyız. Onları önce zihnimizde ve kalbimizde daha sonra ise gerçekten sahiplenmeliyiz” diyerek, etkinliğin önemine vurgu yaptı. Festival fikrini gerçeğe dönüştüren ve özverili çalışmalarıyla dikkat çeken Süleyman Tatlı ise yerel basına yaptığı açıklamada, sokak hayvanlarının ne kadar zor şartlarda yaşadığını görünce gönüllülerle el ele vererek, Ayvalık Belediyesi’nin de desteğiyle bu etkinliği düzenlediklerini ifade etti. Ayrıca festivali Ayvalık’ta geleneksel hâle getirmek ve festivaldeki etkinliklerle farkındalık yaratmak istediklerini belirtti. Vizyon proje...

Ayvalık Belediyesi’nin vizyon projelerinden olan Kırlangıç Çok Amaçlı SosyalKültürel Yaşam Merkezi dönüşüm projesi için çalışmalara başlandı ve proje kapsamında sahada bazı binaların yıkımı gerçekleştirildi. 20 bin metrekarelik alanda kurulacak merkezin hayata geçtiğinde Türkiye’ye örnek bir dönüşüm projesi olacağını kaydeden Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Yüz yıl önce insanlara iş kapısı, aş kapısı olan Kırlangıç fabrikasını, kimliğini bozmadan çağdaş bir projeyle ayağa kaldıracak, Ayvalık’ta sosyal yaşamın merkezi yapacağız” diyerek, projenin yapım aşamasına geçildiğini ifade etti. Projesi Türkiye’nin en deneyimli mimarlarından Ersen Gürsel tarafından hazırlanan Kırlangıç Çok Amaçlı Sosyal-Kültürel Yaşam Merkezi’nde mübadele müzesi otel, sanat galerisi, alışveriş noktaları yer alacak. Ayrıca tiyatro, müzik, konferans salonu olarak kullanılacak çok amaçlı salon, kadın el emeği

36

satış dükkânları, kreş, restoranlar, kahvehaneler ve mağazalar bulunacak. Güzel bir haber (müjde)… Hagia Triada Kilisesi (eski tütün deposu) 1846 yılında Ayvalık’ın Kazım Karabekir Mahallesi’nde, Altınova Caddesi’nde inşa edilmiştir. Rum Ortodoks kilisesidir. Sade kütlesi, plan organizasyonu, mekânsal karakteri ve iç mekânı süsleyen ahşap ve alçı süslemeleriyle dikkat çeker. 18. ve 19. yüzyıllarda Ayvalık’ta etkili olan Neoklasik üslupta ve yöresel malzemeler kullanılarak yöresel yapım tekniğiyle inşa edilen yapı, Batı Anadolu’ya ait kilise mimarisinin oluşmasına katkı sağlayan kiliselerden biri olup, Batı Anadolu’daki Rum Ortodoks kiliselerinin son temsilcilerindendir. Ayrıca inşa edildiği dönemin ahşap sanatını günümüzde belgeleyen işçilikli ahşapla kaplı düz tavanı bakımından Ayvalık kent merkezindeki kiliseler arasında tek örnektir. Ancak kilise mübadeleden sonra korunamamış, duyulan ihtiyaç nedeniyle önce bir süre cami olarak işlevlendirilmek üzere kapatılan bazı pencereler ve avludan bemaya ulaşımı sağlayan kapı ile cephenin özgün konumunun bozulmasının başlangıcı olmuştur. Daha sonra Tekel tütün deposu olarak işlevlendirilmek üzere Tekel Müdürlüğü’ne tahsis edilmiştir. Tekel Müdürlüğü tarafından boşaltılan kilisenin özgününde orta nefinin tavanına uzun zincirlerle asılı duran anka kuşunun kaçakçılar tarafından yerinden alınmak istenmesi nedeniyle ahşap tavan zorlanmış ve iç mekâna çökmesine neden olunmuştur. Tekel Müdürlüğü’ne tahsisli olan yapı önce Kültür ve Turizm Bakanlığı’na geçmiş, daha sonra Ayvalık Belediye Başkanlığı’na tahsis edilmiştir. Kilisede geçtiğimiz haftalarda önemli bir gelişme yaşandı. Hatta Ayvalık’ın tarihi ve kültürel varlıklarıyla ilgilenen Taylan Köken sosyal medya hesabından bu haberi takipçileriyle paylaştı. Haber, kilise bahçesinin tel örgülerle çevrelenerek, yasal bir statüye kavuşturulmasıyla ilgiliydi. Diğer bir deyişle, bu alan çevrelemesi kısa zamanda bu kültürel yapının da restorasyon sürecine başlanılacağının müjdecisiydi. Hatırlarsanız Ayazma Kilisesi’nin restorasyonu ve inşası aşamasında Başkan Rahmi Gençer bu yapının imece


usulüyle ayağa kaldırıldığını ve benzer uygulamayı Hagia Triada Kilisesi’nde de yapacaklarını ifade etmişti. Hagia Triada Kilisesi bahçesinin yasal sınırlarının çerçevelenmesi bu sürecin başladığının en büyük kanıtıdır. Bu yapıların restore edilerek yeniden yaşama kazandırılması Ayvalık’ın UNESCO yolculuğunda önemli bir gelişme olacaktır. Bu kültür mirasının özgün yapısının bozulmaması ve ait olduğu kültüre zarar verilmeden bir işleve kavuşturularak korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması toplumsal ve kültürel bir zorunluluktur.

‘Sanat köyü’ aynı zamanda ‘bilim köyü’ olacak

RAHMİ GENÇER KÜÇÜKKÖY’DE ESNAF VE VATANDAŞLARLA BİR ARAYA GELDİ

14. Ayvalık Kültür ve Sanat Günleri… Bu yıl 14. kez düzenlenen Ayvalık Kültür Sanat Günleri’nin 4-9 Eylül 2018 tarihleri arasında Ayvalık’ın değişik noktalarında çeşitli etkinliklerle gerçekleştirildi. Kültür Sanat Günleri kapsamında, konserlerden atölye çalışmalarına, fotoğraf ve resim sergilerinden sinema gösterilerine kadar farklı etkinlikler düzenlendi. Ayvalık Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü tarafından organize edilen Kültür Sanat Günleri’nde 25 farklı mekânda 32 etkinlik gerçekleşti. Bu yıl sanat yelpazesini geniş tutan Ayvalık Belediyesi, müzik ve sinema gösterimi, atölye çalışmaları, resim ve fotoğraf sergileri gibi birçok etkinliğe ev sahipliği yaptı. Bu yıl etkinliklere ilçe merkezi, Altınova, Küçükköy ve Cunda adasının yanı sıra köyler de dahil edilerek, farklı bir uygulamaya gidildi. Etkinlik kapsamında; Ayvalık’ın Bağyüzü, Çakmak ve Akçapınar köylerinde Türk sinemasının unutulmaz isimlerinin rol aldığı filmler gösterildi. Bu etkinliklerle ilgili haber ve yorumları önümüzdeki sayıda, sizlerle paylaşacağım. Çok gururlandığım ve onur duyduğum bir olay da Ayvalık 30 Ağustos Zafer Bayramı Fener Alayı programı oldu. Ayvalık Belediyesi tarafından düzenlenen Fener Alayı’na yapılan tespitlere göre yaklaşık sekiz bin kişi katıldı. Ayvalık Belediyesi’nin sosyal projelerinden olan Zeytin Çekirdekleri korosunun konseriyle renklenen Zafer Bayramı kutlamasına Türk bayraklarıyla binlerce kişi katıldı ve etkinlik lazer ve havai fişek gösterisiyle sona erdi. Bu vesileyle bize bu cennet vatanı emanet eden başta ulu önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere silah arkadaşlarına ve tüm şehitlerimize rahmet diliyorum. Yararlanılan Kaynak -Hatice Uçar, (2014), Ayvalık’ta Hagia Triada Kilisesi Mimari Analizi, Trakya University Journal Of Engineering Sciences, Araştırma Makalesi, 15(1): 7-18, 2014 Issn 2147–0308

B

elediye Başkanı Rahmi Gençer, Küçükköy’de esnaf ve vatandaşları ziyaret ederek karşılıklı görüş alış-verişinde bulundu. Gençer’e Meclis üyeleri Yalçın Taş, Nilay Toprak, Mehmet Ali Tuncer, Hüseyin Barış ve Salman Kayran ile Fen İşleri Müdürü Umut Akçay eşlik etti. Ziyaret boyunca gerçekleşen sohbetlerde ana konular Kurban Bayramı yoğunluğu, Küçükköy’ün sanat köyüne dönüşümü, Ayvalık Belediyesi ve Sabancı Üniversitesi işbirliğiyle hizmete açılacak Yaratıcı Teknoloji Atölyesi ve Küçükköy’ün özgün kimliğinin korunarak sürdürülmesiydi. Belediyenin devam eden çalışmalarıyla planlanan projeler hakkında bilgi veren Rahmi Gençer, Küçükköy’ün hak ettiği değeri giderek kazandığını belirtti ve bu kültürü korudukları için hem esnafa hem de vatandaşlara teşekkür etti. Gençer şunları söyledi: “Küçükköy’de yaşanan dönüşümün, özgün kültürel ve mimari dokuya engel değil tamamlayıcı unsur olması gerekir. Teferiç Şenliği ile Küçükköy’ün özgün Boşnak kültürünün korunmasını ve sürekliliğinin sağlanmasını hedefledik. Dahası, sanatsal anlamda yüksek standartlarda çalışmalar yapılmaya başlanan Küçükköy’ümüze çocuklarımız ve gençlerimizin hayallerini tasarlayacağı Yaratıcı Teknolojiler Okulu kazandırıyoruz. Sabancı Üniversitesi ile işbirliği yaparak 29 Ekim’de hayata geçirmeyi planladığımız bu okulla yöremizdeki çocuklar tasarladıklarının yazılımını ve üç boyutlu yazıcılarla üretimlerini yapacak. Böylece Küçükköy ilerleyen yıllarda eğitim aktivitelerinin merkezi bir ‘bilim köyü’ olacak.” Küçükköy’de yaşayan kadınların ürettiği eşyaları da inceleyen Rahmi Gençer, el emeği-göz nuru ürünlerin daha uygun koşullarda sergilenmesi için stantlar konusunda gerekli çalışmanın yapılacağını söyledi. Ayvalık genelinde yürütülen çalışmalardan duydukları memnuniyeti dile getiren vatandaşlar da hizmetleri nedeniyle Gençer’e teşekkür etti.

37


AYVALIK’IN KARŞI YAKASI MİDİLLİ

M

idilli, özellikle Ayvalık’a gelenlerin günübirlik olarak ziyaret ettikleri en büyük ve en önemli Ege adalarından... Adaya Ayvalık’tan hareket eden tur şirketleri iki-üç günlük geziler de yapmaktalar. Ben de bu gezilerin günübirlik olanlardan birine katılarak Midilli’nin merkezini gezdim. Ancak hemen söylemeliyim ki ada, öyle bir günde bitecek gibi değil. Midilli ile Ayvalık’ın arası 18 deniz mili ve yolculuk yaklaşık bir buçuk saat sürüyor. Ayvalık’ın çıkışında sizi ‘Dalyan Boğazı’ karşılıyor. Boğazın derinliği 4-5 metre arasında değişiyor. Dalyan Boğazı’nın sağ tarafında Cunda, sol tarafında ise Sarımsaklı’nın bir uzantısı olan Hakkıbey yarımadası yer alıyor. Dalyan Körfezi’nden sonra karşınıza ‘Çıplak Ada’ çıkıyor. İsmi ile müsemma olan bu adada birAli Bey Camisi iki ufak yeşillik dışında hiçbir bitki örtüsü bulunmuyor. Ada üzerinde bir de muhtemelen Dalyan Boğazı’na giriş çıkışı denetleyen bir gözlem binası var.

Midilli’ye varış Midilli limanında kısa bir pasaport kontrolünden sonra adaya çıkıyorsunuz. Adanın son dönemlerde Türkiye’den gelen turistlerden memnun olduğunun en önemli kanıtı, hemen gümrük binasında dağıtılan ve Embros gazetesinin iş birliği ile hazırlanarak Türkçe olarak kaleme alınmış Midilli rehber kitapları. Gerçi Türklere cazip gelecek bazı bilgilere nedense hiç yer verilmemiş. Misalen, Namık Kemal’in buradaki mutasarrıflık günlerinden ya da Barbaros Hayrettin Paşa’nın Midillili oluşundan bahsedilmemesi bende hayal kırıklığı yarattı. Hele de Barbaros... Bilindiği üzere bu büyük denizcinin babası Yakup Bey bir sipahi olup, Yenice-i Vardar’dan Midilli’ye görevli olarak gelmişti. Sonradan ‘Barbaros’ unvanı ile anılacak olan oğlu Hızır da bu adada doğdu. Aynı Hızır, Barbaros olduktan sonra doğduğu adayı unutmayacak; Midilli’de on odalı bir medrese, bir dergâh ve bir de imaret yaptıracaktır. Türk kökenli olan ve 16. yüzyılın tartışmasız en büyük denizcilerinden biri durumundaki bu usta gemicinin hatırası, adada mutlaka yaşatılmalıydı.

Adanın geçmişine bir nazar Midilli, Edremit Körfezi’nin önünde olup, Çanakkale Boğazı’na giden yol üzerindeki en önemli noktalardan biridir. Adanın en eski adı Lesbos ya da Lesvos olmakla birlikte Ortaçağlardan itibaren merkezine Mytillene

38

ÖNDER KAYA

KONUK YAZAR denilmeye başlanmıştır. Zamanla bu ad, genel isim olarak da kullanılır olmuştur. Midilli’nin yerleşim tarihi MÖ 3000’lere kadar indirilir. MÖ 1000’lerden itibaren de Antik Yunan uygarlığının parçası haline gelir. MÖ 6. yüzyılda Pers istilasına uğrar. Sonrasında Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerini yaşar. Adanın Türklerle tanışması ise çok erken bir evreye tesadüf eder. 1091’de ilk Türk denizcisi olarak kabul edilen Çaka Bey, adayı kısa bir süre için de olsa elinde tutmayı başarmışsa da akabinde yeniden Bizans egemenliğine girmiştir. Ada 1354’de Bizans imparatoru V. İonnes Paleologos tarafından kayınbiraderi Françesko Gatteluzzi’ye verildi. Böylece Midilli’de yaklaşık bir asır sürecek olan Cenevizliler devri başladı. Bu ailenin soyundan gelen Dorino Gatteluzzi’nin bölgede korsanlık faaliyetlerine destek olarak Osmanlı gemilerine zarar vermesi üzerine de ada 1462’de Fatih Sultan Mehmet ve donanmanın başında bulunan Mahmut Paşa tarafından kuşatılarak fethedildi. Sonrasında Midilli 450 yıl Osmanlı egemenliğinde kalacaktır. Osmanlı döneminde ada, kısa sürede farklı bölgelerden getirilen göçmenlerle önemli oranda İslamlaştırıldı. Barbaros’un ailesi de yukarıda belirttiğim üzere bu süreçte Midilli’ye geldi. 16. ve 17. yüzyılda Anadolu’daki Celâli isyanlarından kaçan pek çok Müslüman’ın gelmesiyle bu durum daha da pekişecektir. Ada, kısa bir süre içinde Türk-İslam kültürünün önemli unsurları ile tanıştı. Midilli’de Mevlevi ve Bektaşi tarikatlarına ait tekkeler tesis edildi. Pek çok Ege adası gibi Midilli de, Cezayirli Gazi Hasan Paşa zamanında önemli yatırımlarla tanıştı. Şehrin merkez kasabası olan Midilli’nin etrafı surlarla çevrildi ve şehrin su ihtiyacı önemli ölçüde temin edildi. Çeşme ve hamamlar yapıldı. Ada, ekonomik durumunun iyi olması ve Anadolu’ya olan yakınlığı gibi sebeplerle Yunan ayaklanmasında rol almadı ve Osmanlı idaresine sadık kaldı. Midilli ahalisinin ekonomik uğraşlarının başında üzüm bağları ile kaplı olması sebebiyle şarapçılık, zeytinyağı ve sabun imalatı, meyvecilik, tuzlacılık, ipekçilik ve çeltik tarımı gelmekteydi. Bu nedenle adanın refah seviyesi oldukça yüksekti. Midilli’nin son döneminde adada idarecilik yapan en önemli simalardan biri de 1879-1884 yılları arasında mutasarrıflık vazifesi ile burada bulunan Namık Kemal’dir. Namık Kemal, adanın sorunları ile yakinen ilgilenmiş ve bu konuda merkezle sık sık yazışmıştır. Namık Kemal’in en


çok üzerinde durduğu konuların başında, ada halkından alınan iç gümrük vergileri gelir. Namık Kemal, Midilli ahalisinin, ekonomik çıkarlarını da düşünerek Yunan isyanına katılmadığını ancak bu çıkarların haleldar edilmesi durumunda ada Rumlarının devlete sorun teşkil edebileceklerini ifade eder. Onun, mutasarrıflık yaptığı dönemde adanın tüccarını korumak gayretiyle İtalyan balıkçıların Midilli sularında avlanmalarını engellemeye çalıştığı da biliniyor. Namık Kemal doğal olarak adanın eğitim sorunları ile de ilgilenmiştir. Hatta bu sorunu devletin geleceği için de zaruri görmekteydi. Ona göre ada halkının öncelikleri göz önüne alınarak adada en kısa zamanda sanayi okulu ve kaptan yetiştirmek için de bir denizcilik okulu açılmalıdır. Kızların eğitimi ile de ilgilenilmeli ve onlar için Müslüman-Hıristiyan karma mektepler açılmalıydı. Ada, Balkan Savaşları neticesinde bilindiği üzere Yunanistan’ın kontrolüne girmiştir.

Midilli’de gezinirken Bu bilgilerden sonra adayı beraberce gezmeye başlayabiliriz. Liman bölgesi daha çok kafelerle çevrili. Buradan sahil boyunu takip ederek adanın adeta sembolü konumundaki Aya Terapontas Kilisesi’ne doğru yönelelim. Yol üzerinde biraz dikkat ederseniz adadaki Osmanlı Bankası şubesinin binasına rastlarsanız. Bugün bir kafe olarak kullanılıyor. Ancak alınlığındaki ‘Banque Imperiale Ottomane’ yazısını okuyabilirsiniz. Eğer yaz sıcağında bu sahil sizi yorduysa Aya Terapontas Kilisesi’nin hemen önünde yer alan tarihi taş kahvede soluklanabilir, dondurma yiyebilir, ya da bir frape içebilirsiniz. Burası Cunda’daki Taş Kahve’ye çok benzeyen ama ondan çok daha geniş bir mekân. Bir de Cunda’daki isimdaşı kadar denize yakın sayılmaz. Ama arka sokağı Hermes Caddesi’ne bakıyor. Bu sokak Midilli’nin en canlı ticaret alanı. Burada kısa bir mola vererek arka tarafta bulunan adanın en göz alıcı kilisesini gezmeye başlamadan önce de enerji toplamış olursunuz. Aya Terapontos Kilisesi hiç şüphesiz adanın en göz alıcı yapısı. Kilise, Midillili mimar Argiris Adalis’in elinden çıkmış. Daha önce burada Bizans devrinden kalma bir Bizans kilisesi bulunuyormuş. Ancak bir yangın sonrasında yanınca, 1795’te bugünkü kilise Osmanlı devletinden izin alınarak yapılmış. Adadaki pek çok abidevi yapı gibi o da sarımsak taşından inşa olunmuş. Merkezî kubbesi 40 metre yükseklikte olan yapı, adanın sahiline son derece hakim bir manzaraya sahip. Ayrıca dört köşesinde dört küçük kubbe bulunuyor. Kilisenin içi de son derece bakımlı. Rengârenk ikonalarla süslü. Bunlar içinde elinde kılıç tutan baş melek ikonası ayrıca dikkat çekiyor. İçeride bir de lahit göze çarpıyor. Bu lahit 1821’deki Yunan isyanı sırasında öldürülen Macaristan-Eflak metropoliti İgnatius’a ait. Anladığım kadarıyla Midilli onun doğum yeri. Bundan dolayı rölikleri yani kutsal bedeninden kalan kalıntılar Midilli’ye getirildikten sonra burada hazırlanan son derece süslü bir mermer lahitte saklanmış. Kiliseye ismi verilen Aziz Terapantos ise 7. yüzyılda Almanya’da doğmuş. Sonrasında Kudüs’e hac ziyaretine gider. Burada iken bir mucize gerçekleşerek Yahudi bir kadının, hayatını kaybetmiş olan oğlu dirilir. Kendisine karşı oluşan ilgiden rahatsız olan Aziz Terapantos, bunun üzerine Kıbrıs’ın yolunu tutar. Ancak Arap ordularının buraya yaptığı bir akın esnasında öldürülür. Kilisede kendisi hakkında verilen bilgilerde ölümünün 632 yılında gerçekleştiği söyleniyor ki bu mümkün olamaz. Zira o tarihte Hz. Muhammed vefat etmiş ve Hz. Ebubekir başa geçmişti. Müslümanların Hz. Osman’ın hilafeti zamanına

kadar Kıbrıs’ı tazyik altına alacak bir donanmalarının olmadığı hesaba katılacak olursa ya ölüm tarihi ya da ölüm sebebi yanlış olmalı. Neyse, her inançtaki aziz menkıbelerinde zaman zaman böyle şeyler olabiliyor. Kilisenin avlusunda, daha doğrusu giriş kapısının hemen karşısında bir de Bizans Eserleri Müzesi var. Müze ne yazık ki saat 13.00’de kapandığı için gezme fırsatım olmadı. Kiliseden çıkıp Hermes Caddesi yönünde değil de aksi istikamete ilerlerseniz yine sahil yolu üzerinde bir de turizm bürosu karşınıza çıkar. Buraya uğramayı ihmal etmeyin. Eğer limanda edinmediyseniz burada Türkçe bir ada tanıtım rehberi alabileceğiniz gibi adadaki pek çok müze, otel ve tarihi mekân hakkında tanıtıcı broşür de temin edebilirsiniz. Turizm bürosunun yakınlarında bir Safo heykeli bulunuyor. Bilindiği gibi bu kadın ozan ada ile özdeşleşmiş olup Antik Çağ Yunan şiirinin en önemli isimlerinden birisi olarak kabul edilir. Midilli’de açmış olduğu okulda, adanın genç kızlarına şarkı ve şiir eğitimi verdiği biliniyor. Şiirlerinde sıklıkla bu öğrencilerin ismi geçtiği için, kendisi bazı çevrelerce kadın kadına yasak aşkın tarihteki ilk kayda değer siması olarak takdim edilmiştir. Nitekim ‘Lezbiyen’ kelimesinin adanın eski devirlerdeki ismi olan ‘Lesvos’ kelimesinden türediği genel olarak kabul edilir. Gelgelelim bazı araştırmacılar da Safo’ya haksızlık yapıldığı kanısındadır. Onların da en önemli delili, Safo’nun zamanın şartlarına göre okuluna zaten erkek öğrenci kabul etmesinin mümkün olmadığı şeklindedir. Üstelik Safo evlidir ve şiirlerinde büyük bir sevgi ile bahsettiği Kleis de muhtemelen aşığı değil, kendi öz kızıdır. Kilisenin alt sokağında yer alan Hermes Caddesi’nde ise adanın seyyar satıcılarına tesadüf etmek mümkün. Hermes bilindiği üzere Zeus’un oğlu olup hem haber taşıyıcı kimliğiyle hem de esnafın tanrısı olmasıyla tanınır. Bundan dolayı Yunanistan’daki Pazar caddelerinin önemli bir kısmının adı Hermes’tir. Bazıları kendi bahçelerinde getirdikleri meyveleri satarken bazıları da ev yapımı tarhana ya da taze peynir satıyor. Yok, ben seyyardan alışveriş yapmam derseniz, o zaman da yine aynı cadde üzerinde uzanan bakkal tarzı dükkânlardan da bu tarz ürünler satın almanız mümkün. Şahsen adada böyle bir dükkândan aldığım tarhanayı tatma imkânı buldum. Tek kelime ile muhteşemdi. İlave olarak bu dükkânlardan tuzlu balık, peksimet, siyah ekmek, sosis, pastırma, zeytin ve yan ürünlerini de alabilirsiniz. Doğal olarak adaya, zeytinleri dünyaca meşhur Ayvalık’tan geldiğim için ben zeytin ve yan ürünlerine bakmadım bile. Bu cadde üzerinde ilerlerken bir de Aya Valentinos adında Katolik kilisesine tesadüf edeceksiniz. Ancak biraz dikkat etmeniz gerekiyor. Caddeden devam ettiğinizde bana göre, Aya Terapontos’un gölgesinde kalan ancak adanın metropolit kilisesi olan Aya Athanasios Kilisesi’ne çıkarsınız. Kilisenin etrafında çeşitli idari binalar bulunuyor. Arka tarafında ise arkeolojik bir kazı alanı ortaya çıkarılmış. Kilisenin 1706’dan itibaren metropolit kilisesi olduğu tahmin ediliyor. Kiliseyi bu denli önemli kılan nedenlerin başında ise, şehrin koruyucu azizi olan Aya Teodoros’un bazı röliklerinin burada saklanıyor olması. Aya Terapontos Kilisesi’nin aksine burada iç mekânda fotoğraf çekimi yasak. Kilisenin önünden devam eden cadde ise sizi adadaki Osmanlı varlığının en güçlü bir şekilde kendini hissettirdiği yapılardan birine, ‘Yeni Cami’ye götürecektir.

Yeni Cami ve diğer Osmanlı yapıları Yeni Cami adanın ‘agora’ olarak adlandırılan antik merkezinde yer alıyor. Banisi Kulaksız Mustafa Ağa,

39


aynı zamanda caminin karşı sokağında yer alan Çarşı Hamamı’nı da inşa ettirmiş. Yapım tarihi ise 1825. Yani Yunan ayaklanmasının gerçekleştiği bir döneme denk düşüyor. Burası Osmanlılar zamanında Müslüman nüfusun en yoğun biçimde yaşadığı alan. Cami Ağustos 2012’deki ziyaretimde saat 15.00’e kadar gezilebiliyordu. Camiye bir bayan bakıyordu. Ancak 2018’deki ziyaretimde kapalıydı. Hemen belirtelim ki adada çok özel bir durum olmadıkça kiliseler de 13.00 sularında kapanıyor. Yani en iyisi önce müze ve kiliseleri bir turlamanız sonrasında Osmanlı yapılarını gezip günün geri kalan vaktinde adanın doğal güzelliklerini gözlemlemeye ve yeme içmeye ayırmanız. Halk arasında caminin karşısındaki yapı kalıntısının müftülük için inşa edildiği ancak tamamlanamadığı söyleniyor. Bu yapının kapısında Osmanlıca bir kitabe de var. Ancak kaynaklarda söz konusu binanın Hacı Muhammed Ağa tarafından yaptırılan medrese binası olduğu yazılıdır. Belki de medresenin bir kısmı zamanla müftülük ikameti olarak kullanılmaya başlamıştır. Yeni Cami’nin çatısı çökmüş. Bununla beraber hemen giriş kısmındaki şirin kuş evi dikkatleri çekiyor. Mihrap kısmının bezemeleri silinmiş, ancak silik de olsa bir ‘Maşallah’ yazısı okunabiliyor. Caminin kadınlara mahsus ikinci katına çıkan merdivenleri duruyorsa da, ikinci kat bugün mevcut değil. Yine de yapı ve etrafındaki binalar buradaki Osmanlı mevcudiyetini size kuvvetli şekilde hissettirebiliyor. Cami aynı zamanda büyük bir hüzne de sahne olmuş. Lozan mübadelesi sırasında büyük kısmı Ayvalık ve Cunda’ya sevk edilen adanın Müslüman ahalisi burada toplanmış ve Anadolu’ya gönderilmiş. Caminin bir parçası olarak yine Kulaksız Mustafa Ağa tarafından inşa olunan hamam ise zaman zaman çeşitli sergilere ev sahipliği yapıyor. Ağustos 2012’deki ziyaretimde burada bir resim sergisi vardı. Hamamın içi kötü biçimde boyanmış. Elektrik tesisatı da yapının tarihi özelliklerini haleldar edecek kadar biçimsiz. Kurnaların muslukları yok. İçerideki klima cihazları da otantikliği bozuyor. Hamamın tavanına avizeler asılıp spot ışıklar konmuş. Ancak ne olursa olsun bu ata yadigârının yaşıyor olması güzel. Kulaksız Mustafa Ağa’nın torunu Halim Bey’in de, cami yakınlarında bir konağı mevcut. Burası halihazırda Belediye’nin resim galerisi olarak hizmet veriyor. Adadaki Türk yadigârı yapılar bunlarla sınırlı değil. Camiden kaleye doğru çıktığınızda karşınıza gelen 8 Noemvriou Mikra Asias Caddesi üzerinde, bugün adanın mahkeme binası olarak hizmet veren yapı, Osmanlılar zamanında Midilli İdadisi idi. Yedi sınıflı bu mektebin inşasına 7 Ocak 1889’da başlanmış ve 1891’de bitirilmiş. Okulda Tarih, Hendese, Arapça, Farsça, Fransızca, Coğrafya ve Osmanlıca dersleri veriliyordu. İdadi, 1903’de esaslı bir tamir de görmüş. Okulun hemen karşısında yer alan ve Ege Adaları Genel Sekreterlik binası olarak kullanılan bina da Osmanlılar zamanında benzer bir işlev görüyordu. Bina 1891-92 yıllarında Midilli mutasarrıfı Hıfzı Paşa tarafından inşa olunmuştur. Bugün giriş kapısının sağında ve solunda iki Ortodoks din adamının büstü bulunmaktadır. Bunun dışında Vigla ya da Yalı Camisi bugün Aya Nikola Kilisesi’ne çevrilmiş durumda. Valide Sultan Camisi ise harap bir halde. Vigla Camisi, Midilli kalesinin arkasında eski limanın olduğu yerde, yüksekçe bir mevkide inşa edilmiştir. Burası zamanla Müslüman nüfusun yaşadığı bir merkez hâline gelmiştir. Rivayete göre Fatih, Edremit’ten

40

Midilli’ye geldiğinde otağını bu mevkide kurmuş ve Midilli’yi buradan teslim almıştır. Yine bu alanda Fatih’e atfedilen bir de cami inşa edilmiştir ki söz konusu cami kaynaklarda Vigla ya da Yalı Camisi adıyla anılır. Bazı kaynaklar bu caminin yerinde Aya Nikola adında bir kilisenin var olduğunu ve Fatih zamanında bu kilisenin camiye çevrildiğini iddia eder. Bu iddiayı destekleyecek veri bulmak zor. Zira eski cami 1867’de yaşanan depremde kullanılamayacak derecede hasar görmüş ve yıkılarak yerine bugünkü cami inşa edilmiştir. Caminin yapımında Anadolu’dan getirilen sarımsak taşı kullanılmıştır. Zamanla burada bir İslam mahallesi teşekkül edecektir. Mübadele sonrasında Ayvalık ve Bergama’dan getirilen mübadil Rumlar buraya yerleştirilir. Yeni gelenler ibadethane ihtiyaçlarını yetkililere bildirirler. Bunun üzerine ada metropoliti Yakavos, caminin minaresinin yıkılıp yerine bir çan kulesi dikilmesi ve yapının kiliseye dönüştürülmesi emrini verir. Kilise bugün ibadete açıktır. Mihrap kısmının Mekke’ye bakan çıkıntısıyla da eski bir camiden dönüştürülmüş olduğunu net biçimde belli eder. Midilli’ye gelmişken kalesini de mutlaka ziyaret edin. Burada Kale Camisi’nin harabelerine tesadüf etmeniz mümkün. Son derece geniş bir alanı kaplayan kalenin bazı bölümlerinde Ceneviz armalarını da görebilirsiniz. Kalenin çevresinde pek çok küçük şapel var. Bunlardan biri de ‘kalafat yeri’ olarak bilinen ve kalenin eteklerinde uzanan bölgeye oldukça yakın bir konumdaki Panagia Galatousa. Bu küçük şapel kayalık bir alanın içine oyulmuş. Birkaç merdivenle iniliyor. İçeride yanan mumlar ve birbirinden canlı, rengârenk ikonalar var. İşin ilginç yanı tamamen Allah’a emanet bir yer. Ben girdiğimde ne bir görevli ne de ziyaretçi ile karşılaştım. Ayrıca kalenin arkasında yer alan Mikra Asyalı Ana heykelini de ıskalamayın. Bu heykel mübadele sırasında iki taraftan insanların yaşadığı acıları anlatıyor. Heykelde bir anne kucağındaki bebeğiyle bakışlarını geldiği ve atalarının yüzyıllarca vatan bellediği Anadolu’ya yöneltmiş vaziyette. İki çocuğu ise eteklerine yapışmış halde betimlenmişler. Heykeltraş, yurtlarından zorla göçürülmüş iki yakanın annelerinin yaşadığı acıları somut biçimde resmetmiş. Kalenin eteklerinde bulunan kafeler sanırım günü sonlandırmak için en ideal mekânlar. Siz de kendinizi denizden gelen ılık rüzgârın serinliğine bırakın. Eminim siz de benim gibi, “Ne yapıp etmeli yolumu bir kez daha ‘Barbaros’un Adası’na düşürmeli!” diyeceksiniz. Gezi sırasında bana her türlü kolaylığı gösteren Meis Turizm’e ve bu vesileyle değerli dostum ve gezi rehberi Hakan Dinç’e teşekkürlerimi sunarım.

KAYNAKÇA -Zeki Arıkan; “XIX. Yüzyılı İkinci Yarısında Midilli”, XV. Türk Tarih Kongresi, cilt: 4, Bölüm: I, Ankara 2010, s. 1045-1074 -Nihat Karaduman; XVI. Yüzyılda Midilli Adası, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisana Tezi ,İstanbul 1999 -Machiel Kiel; “Midilli”, DİA, cilt: 30, İstanbul 2005, s. 11-14 -Neval Konuk; Midilli, Rodos, Sakız ve İstanköy’de Osmanlı Mimarisi, Ankara 2008 -İbrahim Oğuz; “XIX. Yüzyıl Ortalarında Midilli’de Zeytinyağı Üretimi ve Mihrişah Valide Sultan’a Ait Vakıf Zeytinlikleri”, Vakıflar Dergisi, sayı: 43, Haziran 2015, s. 77-103 -Levent Payzın; XVIII. Yüzyılda Midilli Adası, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Aydın 2008 -Türkmen Töreli; “Midilli ve Kıblesi Mekke’ye Bakan Bir Kilise Hakkında Bazı Tarihi Tespitler”, Tarih Okulu Dergisi, yıl: 8, XXII, Haziran 2015, s. 463-473 -Ayhan Afşin Ünal; XVI. Yüzyılda Cezayir-i Bahr-i Sefid Eyaleti’nde Midilli Sancağı, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Kayseri 2002 -M. Alaaddin Yalçınkaya; “Osmanlı Döneminde Midilli Adası’nın İktisadi ve Sosyal durumu”, CİEPO, 17. Sempozyumu, Trabzon 2011, s. 723-732


Sergisini kısa süre önce yitirdiği annesine armağan etti

S

TÜRKAN GÜNDOĞDULAR’IN SERAMİKLERİ BİR KEZ DAHA SANATSEVERLERLE BULUŞTU

eramik sanatını resimle bütünleştiren Türkan Gündoğdular, illüstre kadın figürleriyle kadının farklı ruh durumlarını betimlediği terracotta’larını (pişmiş kil) Ayvalık Belediyesi Orhan Peker Sanat Galerisi’nde açtığı ‘Kadınlar Vardır’ başlıklı sergisiyle sanatseverlerin beğenisine sundu. Sergisini kısa bir süre önce yitirdiği annesine armağan ettiğini belirten Gündoğdular şöyle dedi: “Bu sergi annem için. Onun sanatımın içinde de olmasını arzuladım. Sonuçta, çalışmalar annemin verdiği duygularla ortaya çıktı. Kendisi çok renkli, çok neşeli, rengârenk bir kadındı. Beş yıl yatalak yaşadıktan sonra vefat etti. Son günlerinde çok acı çekti. Kadınlar renklidir ama hepsinde benim terracotta’larımda olduğu gibi bir hüzün var. İstiyorum ki kadınlar renkli olsun, mücadeleci olsun, özgüvenlerini yitirmesin.” Sergide, sanatçının Hayrettinpaşa Mahallesi’ndeki atölyesinde üç ay içinde ürettiği yirmi iki terracotta yer aldı.

İç karartıcı renklerden hoşlanmıyor

ürkan Gündoğdular T 1954, İstanbul doğumlu. Çocukluğundan beri resim

yapmayı sevmiş. Bu konuda en büyük desteği deniz astsubayı olan babasından görmüş. Fenerbahçe Lisesi’ni bitirdiği yıl yine babasının yüreklendirmesiyle İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü sınavlarına girmiş ve kazanmış. Akademi’de Devrim Erbil, Şadan Bezeyiş, Alaaddin Aksoy, Mehmet Güleryüz, Mehmet Aksoy gibi hocalarla çalışma imkânı bulan Gündoğdular, ilk kişisel sergisini İstanbul’da,

Cezayir Sokağı’nda açmış. Heykeltıraş Engin Yontunç’la çalışmaya başladıktan sonra, zaten aşina olduğu seramiği öğrenmiş. Ancak kendisini en çok etkileyen isim Mehmet Pesen… Pesen’in üzerinde çok emeği olduğunu her fırsatta vurguluyor. Koyu ve iç karartıcı renklerden çocukluğundan beri hoşlanmayan Türkan Gündoğdular gerek resimlerinde gerekse terracotta’larında canlı renkler kullanmayı seviyor. Ona göre bütün renkler cıvıl cıvıl olmalı, insanın içini ısıtmalı, aydınlatmalı, yaşam sevinci vermeli…

41


Ayvalık'a Bakarken TAYLAN KÖKEN

Serap Taşdemir’in Ayvalık Araştırmaları / 1 Ayvalık, Cumhuriyet kentidir. Mübadele sonrası Midilli, Girit ve Balkan göçmenlerinin bir araya geldiği, kültürlerinin kaynaştığı bu kentte, halk Cumhuriyet’e sıkı sıkı bağlı kalmış, sahip çıkmış; tüm kurum ve uygulamalarıyla öncü olmaya çalışmıştır. Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarını, ‘Tek Parti Dönemi’ olarak nitelenen Cumhuriyet Halk Fırkası’nın faaliyetlerini araştıran Ayvalık sevdalısı hocamız Serap Taşdemir’i ve değerli çalışmalarını iki bölümde kısaca tanıtmak istiyoruz. Yakın dönem Ayvalık tarihi için değerli birer kaynak anlamı taşıyan bu çalışmaların her birinin ayrı bir yazıyı hak ettiğini ayrıca belirtelim. Serap Taşdemir kimdir?

Ayvalık’ı yurt içi ve yurt dışında çok iyi temsil eden hocamız Serap Taşdemir’in kısa özgeçmişi şöyle: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve Doktora eğitimini Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde tamamladı. 1996-1997 eğitim döneminde Başbakanlık Devlet Lisan Okulu’na devam etti. 2001-2005 yılları arasında Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2015‘te doçentlik unvanını aldı. Biri kitap olmak üzere otuzu aşkın araştırma ve incelemesi yayınlandı. Halen İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde Doçent Doktor unvanıyla, öğretim üyesi olarak görevine devam ediyor.

1925 yılı Ayvalık Türk Ocağı Öksüz Yurdu Sanat Mektebi... 1925 yılında açılıp 1926 yılında kapanan ve ilkokul seviyesinde eğitim veren bu okulun yerine 1927 yılında Muhtelit Orta Meslek Mektebi açıldı. Fotoğrafta Türk Ocağı Başkanı Fazıl Doğan ve diğer yöneticilerle birlikte yer alan 20 öğrenci muhtemelen okulda yatılı kalan öğrenciler... Önde 19’u görülüyor. Bir öğrenci de, herhalde üniforması olmadığı için arkada, duvar kenarında yer almış. (Gaye Kazancıgil arşivi)

42


Tek Parti Döneminde Ayvalık’ta Eğitim Faaliyetleri (19231950)(1) Serap Taşdemir hocamız bu çalışmasında Cumhuriyet’in kuruluşundan Demokrat Parti iktidarına kadar olan süreçte, Ayvalık kenti özelinde eğitim faaliyetlerini inceliyor. İncelemede Dr. Fazıl Doğan önderliğinde Ayvalık Türk Ocağı’nın faaliyetleri önemli yer tutuyor. Çalışma Giriş, Ayvalık İlçesi Hakkında, Ayvalık’ta Yaygın ve Örgün Eğitimin Örgütlenmesi: Kurumlar ve Kişiler, Ayvalık Türk Ocağı’nın Faaliyeti, Millet Mektepleri, İlkokullar, Ortaokullar, Erkek Sanat Okulu ve Sonuç bölümlerinden oluşuyor. Cumhuriyet’in ilânından itibaren diğer alanlarda olduğu gibi insan yetiştirme konusunda da CHF’nın aldığı kararların, Ayvalık’ta yaşama geçirilmesi için yoğun çaba harcanmış, bütçeden ayrılan paralar yanında zengin-fakir tüm Ayvalık halkı elinden gelen desteği esirgememiştir. Halk dershaneleri, millet mektepleri, Türk Ocağı ve devamında Halkevi’nin çalışmalarıyla bir yandan yaygın eğitimle Cumhuriyetin istediği vatandaş modeli oluşturulurken, öte yandan örgün eğitim konusunda ciddi atılımlar yaşanmıştır. Ele alınan dönemde, öğrencilerin kültürel etkinliklere katıldıkları, müsamereler düzenledikleri, kurdukları izci teşkilâtlarıyla geziler yaptıkları ve sergiler açtıkları görülmektedir. İlçede ortaokul ve ilerleyen yıllarda lise önce özel olarak açılmış, daha sonra devlet okulu statüsüne kavuşmuştur. Bunun sonucu olarak da Ayvalık, gerek genel okur-yazar eğitimi gerekse kız çocuklarının eğitim seviyesi açısından Anadolu’daki diğer ilçe ve kentlere oranla büyük başarı elde etmiştir. Ayvalık Halkının Türk Tayyare Cemiyeti’ne Desteği: Güzel Ayvalık Tayyaresi(2) Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren Türk halkı her anlamda devletinin yanında olmak için mücadele vermiş, kısıtlı imkânlarına rağmen devletin kurumlarını desteklemiştir. Bu dönemde Ayvalık halkı da Türk Tayyare Cemiyeti’ne bir uçak hediye etmiştir. Bu anlamlı makalede Güzel Ayvalık uçağının Türk Hava Kuvvetleri’ne mal edilmesi hikâyesi konu ediliyor. Makale Giriş, Türk Tayyare Cemiyeti Ayvalık Şubesi ve Etkinlikleri, Uçak Alımı İçin Yapılan Çalışmalar ve Bağışlar, Madalya Töreni, Uçağa İsim Koyma Töreni ve Sonuç bölümlerinden oluşuyor. Ordu-Millet El-Ele parolasıyla tüm yurtta düzenlenen bağışlara, Ayvalık halkı da Hava Kuvvetlerini güçlendirmek amacıyla katılmıştır. Mübadeleyle ilgili sorunların hâlâ sürdüğü, halktan alınan yıllık vergilerin ödeme sınırlarını zorladığı bir dönemde Ayvalıklı çiftçiler elde ettikleri ürünün bir kısmını veya zeytin ağaçlarını, balıkçılar o gün tuttukları balığı, fabrikatörler veya tüccarlar ekonomik durumlarına göre daha yüksek, en yüksek miktarda maddî yardımlarını, berberler, lokantacılar günlük hâsılatlarını, evlenenler gelen takılarının bir kısmını, ‘kendileri küçük, yürekleri büyük’ öğrenciler günlük harçlıklarından biriktirdiklerini Cemiyete bağışlayarak; bu büyük özverileriyle toplanan paralarla satın aldıkları uçağa ‘Güzel Ayvalık’ adını vererek Türk Hava Kuvvetleri’ne hediye etmişlerdir. Ayvalık Türk Ocağı ve Etkinlikleri(3) Serap Taşdemir, yardımcı doçentken gerçekleştirdiği bu çalışmada; 1923-1931 yılları arasında faaliyet gösteren Ayvalık Türk Ocağı’nın kuruluşunu ve faaliyetlerini inceliyor.

Başlıkları şöyle: Giriş, Ayvalık Türk Ocağı Kuruluşu, Ayvalık Türk Ocağı Binası, Ayvalık Türk Ocağı’nın Bütçesi, Ayvalık Türk Ocağı’nın Etkinlikleri, Konferanslar, Müsamere ve Etkinlikler, Dersler, Kurslar ve Okullar, Müzik Etkinlikleri, Kütüphaneler, Sağlık Hizmetleri, Spor, Sinema ve Sonuç. Türk Ocakları, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında faaliyet gösteren ve 276 şubesiyle ülke çapında yönetime destek veren öncü bir yapılanmadır. 10 Ekim 1924 tarihinde kurulan Ayvalık Türk Ocağı ilk başkanı olan Dr. Fazıl Doğan’ın önderliğinde çok önemli işleri, çok kısa zamanda, imrenilecek düzeyde başarmıştır. Ayvalık Türk Ocağı gerçekleştirdiği sosyal ve kültürel etkinliklerle, Türklük bilincinin uyandırılması, ulus gerçeğinin kafalara ve kalplere yerleştirilmesi, yeni Türk devletinin yurttaşı ve Ayvalıklı olma bilincinin kazandırılması için çalışmış; açtığı örgün ve yaygın eğitim kurumlarında verilen eğitimle özellikle gençlerin yaşama daha güçlü ve dinamik bir şekilde atılmalarına katkı sağlamış, Cumhuriyet rejimini ve devrimleri verilen konferanslar, müsamereler vb. etkinliklerle sahip çıkarak desteklemiş; fakir hastalar ücretsiz bir şekilde muayene edilmiş ve ilaç sağlanmış; fakir öğrencilere giyim, yemek ve maddi yardım yapılarak eğitim almaları sağlanmıştır. Ayvalık Yerel Basınında Edremit (1924-1950)(4) 1924 yılında kurulan Ayvalık gazetesi, 1990’lı yıllara kadar kesintisiz olarak yayın hayatına devam etti. Uzun yıllar Ayvalık’ın yanı sıra, komşu ilçeler Burhaniye ve Edremit’ten sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, sanatsal ve sportif konularda haberler yayınladı. Serap Taşdemir bu çalışmasında, 1924-1950 yılları arasında, Ayvalık gazetesi ışığında, Edremit’in sosyo-ekonomik ve kültürel yapısını incelemiş. Makalenin başlıkları şu şekilde: Giriş, Siyasal Hayat, Eğitim Hayatı, İktisadi Hayat, Yerleşim ve İskân İşleri, Kültürel Hayat ve Kurumlar, Spor Çalışmaları, Ziyaretler, Sonuç. Ayvalık’ta yayınlanan Ayvalık gazetesi daha çok Ayvalık’la ilgili Edremit haberlerine yer vermiştir. Bununla birlikte verilen haberler Edremit’le ilgili çok ayrıntılı bilgiler içermese de ilçe tarihine ışık tutacak niteliktedir. Ayrıca, haberlerdeki ortak nokta özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ayvalık ile Edremit arasında vergilerden, zeytinyağı üretimine, okur-yazarlık durumuna kadar hemen her alanda bir rekabet yaşandığıdır. 1924-1960 Yılları Arası Ayvalık’ta Ekonomik Hayat(5) 2015 yılında gerçekleştirilen ‘UNESCO Dünya Mirası Yolunda Ayvalık Çalıştayı’nda yapılan sunumda Serap Taşdemir, Ayvalık tarihini kısaca özetledikten sonra, mübadele sonrası ticaret hayatından bilgiler verir. Özellikle nüfus hareketleri, zeytin, zeytinyağı ve sabun imalatı yapan firmaları anımsatır ve istatiksel bilgileri paylaşır. Notlar: (1) Taşdemir, S. (2010), “Tek Parti Döneminde Ayvalık’ta Eğitim Faaliyetleri (1923-1950)”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, VII/2 (2010), 218-241. (2) Taşdemir, S. (2010), “Ayvalık Halkının Türk Tayyare Cemiyeti’ne Desteği: Güzel Ayvalık Uçağı”, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, (Güz 2010), s. 65-84. (3) Taşdemir, S. (2010), “Ayvalık Türk Ocağı ve Etkinlikleri (1924-1931)”, Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi, (Eylül 2010), s. 341-362. (4) Taşdemir, S. (2011), “Ayvalık Yerel Basınında Edremit (1924-1950), Uluslararası Kazdağları Sempozyumu, Edremit, 2011. (5) Taşdemir, S., “1924-1960 Yılları Arası Ayvalık’ta Ekonomik Hayat”, UNESCO Dünya Mirası Yolunda Ayvalık Çalıştayı, 4-5 Aralık 2015, Ayvalık, 2015.(Yayınlanmadı)

43


AYVALIK’TA ‘İLKLER’

İ

ZAMAN SONRAKİLERİ UNUTTURABİLİR AMA ‘İLKLER’E EL SÜR(E)MEZ

nsan hayatında olduğu gibi kentlerin hayatında da ‘ilkler’in ayrı bir önemi var. Bir başka deyişle, kentlerin hayatı da insan hayatı gibi ‘ilkler’le anlamlanıyor, zenginleşiyor ve renkleniyor. Yıllar geçse de ‘olumlu ilkler’ unutulmuyor ve hafızalarımızdaki yerini koruyor. “İlkler geleceğin geçmişidir” diyenler çok haklı...

‘İlkler’ olmasaydı hayat ilerlemezdi gerçekten... Ayvalık da farklı konularda, ilgi çekici ‘ilkler’in yaşandığı bir kent. Tarihiyle, insanlarıyla, mimarisiyle hatta doğasıyla pek çok ‘ilk’e sahip... Zaman zaman bunları okurlarımızla paylaşacağız. İşte Ayvalık’ta dünden bugüne yaşanan ‘ilkler’den yaptığımız ‘ilk’ derleme… ‘popüler’ parçanın yer aldığı repertuvarıyla ilgi çekiyor.

A

Y

1

unan işgal kuvvetlerinin İzmir’e ayak bastığı 15 Mayıs 1919 tarihinden iki hafta sonra düşman bu kez Ayvalık’a çıkarma başlattı. Ama meydan boş değlidi. 172. Alay Kumandanı Yarbay Ali (Çetinkaya) ve askerleri bu işgale kararlılıkla karşı durdu, Yunan güçleriyle kahramanca çarpıştı. Böylece Kurtuluş Savaşı’nın ilk ‘askeri’ kurşunu Ayvalık’ta atıldı. Bu kurşun, batıda Yunan işgaline karşı ilk cephenin Ayvalık’ta açılması anlamına geliyordu. İşgalin henüz ilk gününde sergilenen Ayvalık direnişi millî mücadele ruhunu güçlendirmiş, millî egemenliğe dayalı tam bağımsız bir devlet kurma bilincini pekiştirmişti.

K

2

ırlangıç fabrikasının ilk Türk sahibi aynı zamanda Ayvalık’ın sosyal, kültürel, ekonomik kalkınmasında etkin bir rol oynayan Dr. Fazıl Doğan’dı. Fazıl Doğan 1930’da, ilerleyen yıllarda ‘Kırlangıç’ adıyla bilinecek olan Ayvalık’taki pirina/yağ fabrikasını satın alarak ticarete atıldı. Pirina ve yağ üretimi dışında sabunculuk, balıkçılık ve sünger ticareti yapacağı bir şirket kurdu. Şirketini 1934 yılında Ayvalık Ticaret Odası’na tescil

44

ettirdi. Bir yandan da satın aldığı evi dispansere çevirerek orada ihtiyaç sahiplerine ücretsiz sağlık hizmeti vermeye başladı. Bu evi daha sonra doğumhane olarak düzenledi. Bu da Ayvalık’ta bir ilkti.

A

4

yvalık’ta dikilen ilk heykel Ayvalık Cumhuriyet Meydanı’ndaki ‘Atatürk Anıtı’dır. Atatürk Anıtı Yaptırma Derneği’nin öncülüğünde Ayvalıklıların katkılarıyla 1967 yılında açılan ve hemen yanında millî mücadelenin ilk ‘askeri’ kurşununun canlandırıldığı bir kabartmanın yer aldığı anıt heykeltraş Hüseyin Gezer’in eseridir. Anıtın arkasında yükselen ve ‘kazarina’ adıyla bilinen ince uzun ağaçlar rutubete ve tuzlu ortamlara dayanıklı olmaları

3

yvalık’ta ilk bando 1932 yılında İdman Yurdu Spor Kulübü bünyesinde kuruldu. Bando 1936’da ‘Ayvalık Belediye Bandosu’ adını aldı. 1951 yılında bandoya katılan ve trompet çalan Ergün Tekincan uzun yıllardan bu yana bandonun şefliğini yapıyor. Ayvalık Belediye Bandosu, millî bayramlarda, açılışlarda, özel günlerde ve farklı etkinliklerde konserler veriyor ve marşların yanı sıra çok sayıda

nedeniyle özel olarak seçilmiştir. (Anıtın yapımında Gezer’e heykeltraş Şadi Çalık da yardım etmiştir.)

Y

5

akın geçmişte Ayvalık’ın sosyal yaşamında önemli bir yere sahip olan Kapri Restoran’ın (önceleri plaj)


bir özelliği de ıstakozu Ayvalık’ta menüsüne dahil eden ilk restoran olmasıydı. Istakozları canlı olarak alıyor ve canlı kalmaları için bacaklarına ip bağlayıp iskeleden denize sarkıtıyorlardı. Müşteri beğendiğini sudan çıkarttırıyor ve pazarlık ettikten sonra ıstakoz haşlanıyordu. İşletmenin ‘Albay’ lakaplı sahibesi Belma Bellibaş’ın söylediğine göre ıstakoz severlerin başında Erol Büyükburç geliyordu. Dr. Fazıl Doğan’ın gelini, Afgan Prensesi Naciye Hanım’ın evine ise istakozlar gümüş tepsiler içinde gidiyordu.

T

6

argay Örnek’in Ayvalık Turizm Derneği Başkanı olduğu dönemde, adı coğrafyada ‘Şeytan Tepeleri’ diye geçen Şeytan Sofrası’ndaki restoranı Muvaffak Girginkardeşler işletiyordu. Örnek, bir gün arkadaşlarıyla birlikte oraya gitti. Bir ara, kayaların üzerindeki, kocaman bir ayak izini andıran

çukur gözüne çarptı. Dudaklarından -farkında olmadan- “Bu da şeytanın ayak izi herhalde!” sözleri döküldü. İlk kez yapılan bu benzetmeyi orada bulunan herkes, ‘anında’ benimsedi. Hemen ‘havaya girip’, çukura para atmaya başladılar. Daha sonraları Muvaffak Girginkardeşler o oyuğun etrafını tellerle çevirdi. Gelen para attı, giden para attı. ‘Şeytanın ayak izi’ bugünkü adak yerine dönüştü.

A

7

Hayat Bağı’, ‘Ulusal Değer Zeytinyağı, Küresel Hedef Bütün Dünya.”

A

8

yvalık’ın sosyal ve kültürel yaşamı 1935 yılında Halkevi’nin açılmasıyla birlikte fazlasıyla canlılık kazandı. İlk Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı Dr. Fazıl Doğan’ın üstlendiği Halkevi’nin çatısı altında

yvalık’ta ilk Hasat Günleri etkinliği 2005 yılında, Ticaret Odası Başkanı Rahmi Gençer’in girişimiyle düzenlendi. İlk şenlik sadece bir güne sığdırılmıştı. Temel hedefler, Ayvalık zeytin ve zeytinyağının dünyaca ünlü kalitesine dikkat çekerek Ayvalık zeytinyağına yeni pazarlar kazandırmak ve ülkemizdeki zeytinyağı tüketimini arttırmaktı. Pek çok özel konuğun ağırlandığı Hasat Günleri yıllar içinde sınırlarını genişletti, gelenekselleşti. Özellikle yeni hasat yağların satışa sunulduğu Zeytinyağı Pazarı’yla öne çıktı. Geçmiş yıllarda kullanılan ve kulaklarda yer eden Hasat Günleri sloganları şöyle: ‘Zeytin Altından Değerlidir’, ‘Ortak İstek, Zeytine Destek’, ‘Zeytin Varsa Hayat Var, Bin Yıllardır...’, ‘Zeytinyağı: Türkiye’nin Milli Yağı’, ‘Her Hasat Bir Barış Buluşmasıdır’, ‘Zeytinyağı,

45


KISA KISA... KIS

tiyatro, müzik, resim, yelkencilik ve futbol kursları açıldı. Yeteneğine güvenen gençler; şekercisi, bisikletçisi, doktoru, mühendisi, diş hekimi… bu kurslara katıldı, becerilerini sergiledi. Özellikle tiyatro alanında hızla ustalaşan bir ‘kadro’ oluştu. Sahneye çıkan, farklı yaşlardaki oyuncular art arda sergiledikleri temsillerle ses getirdiler. Ayvalık Halkevi tiyatro kolunun Ayvalıklıların karşısına çıktığı ilk oyun, Faruk Nafiz Çamlıbel’in manzum eseri ‘Akın’dı. Bir yıl içinde dört kez sahnelenen oyun hece ölçüsüyle yazılmıştı ve konusunu İslamiyet öncesi Türk tarihinden alıyordu.

L

9

ale ve Cunda adalarını birleştiren, dolayısıyla Ayvalık’la Cunda’yı da birbirine bağlayan köprü, ‘Türkiye’nin ilk Boğaz Köprüsü’dür. Dolap Boğazı’ndaki köprü 1964 yılında, Turan Tuncer’in belediye başkanlığı döneminde yapıldı. uzunluğu 54 metre olan köprüden özellikle yaz aylarında yüz binlerce araç geçiyor. Ayvalıklılar ve tatile gelen vatandaşlar köprünün üzerinde balık avlamanın zevkini de yaşıyor. Ne var ki, köprü son zamanlarda hayli yorgun, hatta bitkin görünüyor. Yenilenmesi ve ‘Gönül Yolu’yla uyumlu bir taş köprüye dönüştürülmesi projesiyse şimdilik raflardaki yerini koruyor!

‘A

10

dalar diyarı’ Ayvalık son zamanlarda balıkadamlar tarafından en çok tercih edilen

46

dalış bölgelerinin başında geliyor. Bunun nedeni, mercan resifleri açısından çok renkli ve alabildiğine zengin bir dip yapısına sahip olması ve olağanüstü berraklıktaki denizinde 60 dalış bölgesinin bulunması... Yalnızca su altı tutkunlarına kucak açan bu gizli cennet bin bir renkli canlıları, çeşit çeşit balıklarıyla göz alıyor (tüplü kurt tarlaları, sarı mercanlar, kırmızı mercanlar, süngerler, orfoz, böcek, ıstakoz, mığrı, müren, Bizans anforaları...). Ayvalık’taki en eski resiflerden biri de Deli Mehmet sığlıkları. İlk defa Mehmet adındaki bir balıkçı tarafından keşfedilen sığlıklar, kırmızı mercanlarıyla ünlü. Rivayete göre, burada ağ atan ve inanılmaz miktarda balık yakalayan Mehmet adlı bir balıkçı ekonomik değeri yüksek avının devamında sıklıkla tekrar tekrar buraya gelmesine rağmen bir daha burayı bulamaz ve bu nedenle ruh sağlığı bozulur. Sonunda adı ‘Deli Mehmet’e çıkar!

DEPREM GERÇEĞİNİ HİÇBİR ZAMAN UNUTMAMALIYIZ

B

elediye Başkanı Rahmi Gençer, 17 Ağustos 1999’da yaşanan ve hem büyük bir yıkıma hem de önemli can kaybına yol açan 7.4 şiddetindeki depremin yıldönümünde bir açıklama yaptı. Türkiye’nin neredeyse tamamının deprem kuşağında olduğunu ve bu nedenle deprem gerçeğini unutmaması gerektiğini belirten Gençer, “Üzerinden on dokuz yıl geçmiş olmasına rağmen depremin acısını hâlâ yüreğimizde hissediyoruz. Halkımızın bir daha böylesine büyük bir felaket yaşamamasını diliyor, bu depremde hayatlarını kaybeden tüm vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine ve halkımıza başsağlığı diliyorum” dedi. ***

CİNDORUK, GENÇER’E ATATÜRK HEYKELİ HEDİYE ETTİ

T

BMM’nin 17. Başkanı Hüsamettin Cindoruk, Kurban Bayramı münasebetiyle Belediye Başkanı Rahmi Gençer’e bir Atatürk


SA KISA... KISA KISA... KISA KISA... heykeli hediye etti. Heykeli, Gençer’e Ayvalık’ta yaşayan iş adamı ve siyasetçi Orhan Kesikoğlu verdi. Cindoruk mesajında, “Sayın Başkanım, masanızı süslemesi için Önder Atatürk’ün mareşal duruşunu simgeleyen bir anıyı sunuyorum. Bütün bayramlarınız kutlu ve şanlı olsun” ifadelerini kullandı. Rahmi Gençer de bu nazik kutlama için Cindoruk’a ve heykeli kendisine ulaştıran Kesikoğlu’na teşekkür etti. ***

bölgelerinde kanlı çatışmalar, terör eylemleri devam ediyor. Uluslararası kuruluşların gözü önünde katliamlar yaşanıyor. Dünyanın neresinde olursa olsun yapılan soykırımları, terör saldırılarını, zulümleri lanetliyoruz. Demokrasinin hüküm sürdüğü, adalet ve barış içindeki bir dünyada yaşamak için Mustafa Kemal Atatürk’ün öğrencileri olarak, ‘Yurtta barış, dünyada barış’ düşüncesiyle hareket ediyor, savaşın olmadığı, terör olaylarının yaşanmadığı, sevginin, adaletin, huzurun egemen olduğu bir dünya umuduyla 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü kutluyorum.”

ÇEVRE KORUMA DERNEĞİ YÖNETİCİLERİ RAHMİ GENÇER’LE GÖRÜŞTÜ

G

RAHMİ GENÇER DÜNYA BARIŞ GÜNÜ MESAJINDA TERÖRÜ VE SOYKIRIMLARI LANETLEDİ

B

elediye Başkanı Rahmi Gençer, 1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle bir mesaj yayınladı. Savaşların sürdüğüne dikkat çeken ve bunların sona ermesi için halklarla devletlerin barış ve sevgi yolunda el ele vermesi gerektiğini vurgulayan Gençer mesajında şu görüşleri dile getirdi: “Günümüzde dünyanın çeşitli

eçtiğimiz günlerde görevi devralan Çevre Koruma Derneği Başkanı Müge Okur ve Yönetim Kurulu üyeleri Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Görüşmede ekoloji ve çevre koruma eğitimleri hakkında kendilerinin de katkı sunmak istediklerini söyleyen Okur, çevre sorunlarının ortak projelerle çözüme kavuşturulması için işbirliğine hazır olduklarını belirtti. Rahmi Gençer de konuklarına Eylül ayı içinde açılması planlanan Gençlik Merkezi hakkında bilgi verdi. Gençer, “Çocuklarımızın kent bilincinin yüksek olmasını ve yaşadıkları kenti koruma kararlılığı taşımalarını istiyoruz. Bu amaçla onlara gönüllüler aracılığıyla çevre eğitimi veriyoruz. Küçükköy’de Sabancı Üniversitesi’yle birlikte Yaratıcı Teknolojiler Okulu’nu kuruyor olmamızı da ayrıca önemsiyorum” dedi.

30 Ağustos Muzaffer Akyol Hatıra Defteri Cemal Tollu Hüseyin Ateşcan Biz Sanat Atölyesi/Resim Ayvalık’ın Karşı Yakası Midilli ‘İlkleri’yle Ayvalık

GENÇLİK MERKEZİ GENÇLER ARASINDA DEMOKRASİNİN ÇEKİRDEĞİNİ OLUŞTURACAK

EYLÜL 2018 YIL: 5 SAYI: 49 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü BURAK TOK Grafik Tasarım KEMAL OKUR Katkıda Bulunanlar Prof. Dr. AKUT KAZANCIGİL Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ HÜSEYİN GÜVEN TAYLAN KÖKEN ÖNDER KAYA SERKAN KİBAR NİLGÜN KAYA Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com METRO MATBAACILIK LTD. ŞTİ. Yahya Kemal Beyatlı Cad. No: 94 Begos 3. Bölge 35400 Buca / İZMİR Tel: 232 290 3311 Faks: 232 290 3321

Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.

47


S

HOLLANDA YAPIMI ‘ZARİF’ AYVALIK İSTANBUL HALKINI YILLARCA TAŞIDI

oruyu -konunun uzmanlarına da kulak vererek- doğrudan soralım: Denizlere anlam katan, Cumhuriyet döneminde sayıları 60’ı aşan ve Karadeniz’de, Marmara’da, Ege’de, Akdeniz’de yolcu ve aynı zamanda yük taşıyan eski yolcu gemilerimiz nerede? Evet, bayrağımızı Ege ve Akdeniz’de dalgalandıran ve çoğunlukla Hollanda, Alman ve Amerikan yapımı olan gemilerimiz artık yok... Bazılarını hatırlayalım: İskenderun, Samsun, Akdeniz, Karadeniz, Sus, Marakas, İzmir, Ege, Ankara, Kadeş, Tırhan, Etrüsk, Aksu, Cumhuriyet, Tarı, Güneysu... Ve bir de, denizyolları İşletmesi için 1952 yılında Hollanda’da yaptırılan Ayvalık... Marmara hattında seyr-i sefere başladı ve pruvasıyla denizi ‘bıçak gibi ikiye yarıp’ 18 mil hız yapabiliyordu. Uzunluğu 85.91 metre, genişliği 12.3 metreydi.

Halk arasında ‘gündüz vapuru’ diye adlandırılan ve aplik avizeli, büyük masalı bir salonu olan Ayvalık, dönemine göre modern bir gemiydi. Örneğin, en alt katındaki yuvarlak pencereler (lumbuz) denizin içine bakıyordu. Yolculuk sırasında denizin içi seyredilebiliyordu.

Ayvalık uzun yıllar görev yaptı; İstanbulluları Gemlik, Mudanya, Marmara Adası, Avşa ve Karabiga’ya taşıdı. Denizcilik Bankası’nın 1980’li yıllardaki Teknik Müdür Yardımcısı Cevdet Utanç’ın belirttiğine göre, denizlerde gidip-gelirken bütün seferlerini zamanında tamamladı ve hiç sorun çıkarmadı. Zarif ve mağrur görünümüyle bilinen Ayvalık onarım için çekildiği Tuzla tersanesinde çıkan yangın sonucunda emekliye ayrıldı ve 1999 yılında Aliağa’da söküldü. Son sözü, yakın dönem denizcilik tarihimizle ilgili araştırmalarıyla tanınan Ali Bozoğlu söylesin: “Önce gemiler birer birer kadro dışı bırakılarak hurdaya gönderildi. Sonra çalışan hatlar gemi yokluğu nedeniyle kapatıldı. Elde kalan gemiler ise hurda demir fiyatına satıldı. Bugün kendi sularımızda çalıştıracağımız bir tane bile yolcu gemimiz yok. Yabancılar milyar dolar karşılığında üç bin kişilik, beş bin kişilik devasa yolcu gemileri yaparak dünya deniz turizmindeki milyar dolarlık pastadan pay alırken, maalesef biz bir dolar bile alamıyoruz.”(BŞ)


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.