Kardelen Sanat Dergisi Ekim/2016 Sayısı

Page 1

Kardelen Sanat KARDELEN ŞİİR ve MÜZİK GRUBU’NUN AYLIK ÜCRETSİZ E-DERGİSİDİR YIL: 1 SAYI: 11 EKİM 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Bu ödül, sömürülen işçilerin onuru için ! Behramoğlu’na Homeros Ödülü! HABERİ 3. SAYFADA

Ustayı uğurladık ! Türk Sinemasının önemli isimlerinden biri olan Tarık Akan hayata veda etti... HABERİ 28. SAYFADA

HABERİ 7. SAYFADA

Ruhi Su Şişli’de anıldı Çok sesli müziğimizin öncülerinden usta sanatçı Ruhi Su, ölümünün 31. yıldönümünde dostları ve sanatseverler tarafından anıldı. HABERİ 5. SAYFADA


2

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Ekim 2016

“Ot” filmi vizyonda! Sinema sanatçısı ve yapımcı Erol Koçan, memleketi Tokat’ın Reşadiye ilçesinde çektiği "Ot" filmi görücüye çıktı. Reşadiyeli yapımcı Erol Koçan’ın filmi "Ot"un lansmanı Reşadiye Halk eğitim Merkezi’nde yapıldı. Reşadiye Kaymakamı Faruk Erdem, Reşadiye Belediye Başkanı Cemil Kılıç başta olmak üzere ilçe halkının ilgi gösterdiği filmi ilk kez izleyicilerle buluştu. Çekimlerinin tamamının Reşadiye sınırlarında yapılan filmin ilçenin tanıtımına ciddi katkı sunmasını beklediklerini ifade eden Kaymakam Erdem, iki yıllık bir emek ve ciddi bir maddi harcamanın ürünü olan filmde önemli rol oynayan Koçan’a başarılarının devamını diledi.

EROL KOÇAN KİMDİR 1970 İstanbul doğumlu olan Erol Koçan İlk ve orta öğreniminin ardından Reşadiye’ye yerleşti. Reşadiye Lisesinde eğitimine devam eden Koçan daha sonra Beşiktaş Anadolu Lisesi, Bilgisayar Programcılığı bölümünü kazandı ve mezun oldu. Tiyatroya 1987 senesinde Halk Eğitim Merkezinde başlayan Erol Koçan, 1988-90 arası Harbiye ve Nişantaşı semtlerinde bulunan eğlence mekanlarında Talk Show yaptı. Ulusal radyoların yayına başladığı yıllarda programcılıkta yapan Koçan, Samsun, İzmir, Muğla ve İstanbul olmak üzere bir çok radyo da program yapımcılığı ve sunuculuğu yaptı. Sanatçının farklı bir yönü de ressam ve şiir alanlarında

da aktif olarak eserlerinin bulunmasıdır. İstanbul’ da 3 kişisel Resim Sergisi gerçekleştiren Koçan, bunun yanı sıra uzun yıllar şiir yazmaya devam etti. Sanatçı Erol Koçan’ın rol aldığı bazı dizi ve sinema eserleri; Gurbet Kadını, Şubat soğuğu, Alacakaranlık, Patron Kim, Çocuklar duymasın, Pusat, Arka Sokaklar, Cennet MahallesiBerivan - Sağır oda- Serseri- PulsarEkmek Teknesi-Yabancı DamatSırlar dünyası- 5. Boyut- Yusuf Yüzlü-Gurbet Kadını- AranıyorParmak İzi- Çocuklar Duymasın, Eşref paşalılar, Ali’nin Rüyası


Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

3

Bu ödül, sömürülen işçilerin onuru için ! Adana Film Festivali'nde ödül "Sömürülen işçilerin onuru için" kalktı! Bu yıl Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından adı Uluslararası Adana Film Festivali olarak değiştirilen 23. Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film Ödülünü “Koca Dünya” filmi aldı. Ancak festivale damga vuran film ise, yönetmenliğini ve senaristliğini Kıvanç Sezer’in üstlendiği “Babamın Kanatları” oldu. En İyi Müzik, En İyi Kurgu, SİYAD En İyi Film ve Yılmaz Güney ödüllerine değer bulunan filmde, performansıyla En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü de usta aktör Menderes Samancılar aldı. Samancılar ödül töreninde yaptığı konuşmada, “Bu ödülü, dünya kurulduğundan bu yana sömürülen işçilerin onuru için kaldırıyorum” ifadelerini kullandı. İş cinayetlerini ve şantiyelerdeki zorlu çalışma koşullarını ele alan Babamın Kanatları filminin diğer oyuncuları Kübra Kip, Musab Ekici ve filmin yönetmeni Kıvanç Sezer de, kapanış töreninde yaptıkları konuşmalarda iş cinayetlerine dair mesajlar verdi.

23. Uluslararası Adana Film Festivali’nin kazananları: En İyi Film : Koca Dünya Yılmaz Güney Ödülü : Babamın Kanatları En İyi Yönetmen : Mehmet Can Mertoğlu Albüm Adana İzleyici Ödülü : İftarlık Gazoz En İyi Senaryo : Albüm (Mehmet Can Mertoğlu) Jüri Özel Ödülü : Tarla (Cemil Ağacıkoğlu) En İyi Erkek Oyuncu : Menderes Samancılar (Babamın Kanatları) En İyi Kadın Oyuncu : Gizem Erdem (Rüya) En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu : Kübra Kip (Babamın Kanatları) En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu : Musab Ekici (Babamın Kanatları) En İyi Müzik, En İyi Kurgu : Babamın Kanatları En İyi Görüntü Yönetimi : Florent Herry (Koca Dünya) FİLM-YÖN En İyi Yönetmen Ödülü: Reha Erdem En İyi Sanat Yönetimi : Albüm SİYAD En İyi Film Ödülü: Babamın Kanatları Umut Veren En İyi Oyuncu: Ecem Uzun

Serra Yılmaz'a İtalya'dan ödül Serra Yılmaz, Elif Şafak'ın Baba ve Piç romanından uyarlanan “La Bastarda Di İstanbul (İstanbul’un Piçi)” oyunu ile İtalya'nın en önem li ve prestijli tiyatro ödüllerinden Persofone Ödülle ri'nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandı. Roma'da yapılan ödül törenine katılan Serra Yılmaz ödülünü alırken “Kültüre her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Bu merhameti yitirmiş dünyada bir tek kültür bizi kurtarabilir." dedi. “La Bastarda Di İstanbul (İstanbul’un Piçi)” oyunu ile Persofone Ödülleri'nde ayrıca En İyi Prodüksiyon Ödülü'nü de layık görüldü. İtalya’da 12 yıl aralıksız oynadığı Harem adlı oyununu bu yıl yeniden sahneleyen Serra Yılmaz, Elif Şafak’ın Baba ve Piç romanından tiyatro sahnesine aktarılan oyununu bu yıl ilk kez hem İta lya’da sanatsever lerle buluşturmuştu.


4

Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Denklem... Aslında ba bamın pazardan sebzeleri dol durduğu filelerde mutluluk taşı nıyordu faytonlara ve atların rüzgarıyla eve giriyordu tebessümler... Yollara dökülen at kestaneleri, haylaz çocukların ellerinden uçup, kızların bacaklarına acı veriyordu... Her ailenin bir bahçesi, bahçesinde yetişen meyvaları manavları kıskandırıyordu domates kızarıklığında... Tencere-tava şarkılarda değil, tel dolaplı mutfakların tahta raflarında fay temizliğinde parlıyordu... To r n e t l e r i n , t e l d e n a r a b a l a r ı n , g a z o z kapaklarının pilleri hiç bitmiyordu oyun oynarken misketli sokaklarda... Alıçlar boyunlarımızda kolye iken, kirazlar küpeydi kulaklarımızda... Kelekler turşuya yatardı bidonlarda, ağzımızı dayardık pınarlardan akan tatlı sulara... Dizimiz-dirseklerimiz yamalıydı, ayakla rımızda soğukkuyu... Hepimizi bir heyecan sa rardı her bayrama doğru... Alınırsa bayramlıklar, yatakta bile onları kucaklar sımsıkı sarılırdık geceler boyu... Elmalar-kayısılar çalardık komşu bahçelerden hapse girmeden. Komşumuz kovalardı bizi komşuluğu silmeden. Kimse bizi yargılamazdı küçük ve tatlı suçlarda, en büyük suç insan hakkı yemekti o yıllarda... Büyükler masallara başlarken “...bir varmış, bir yokmuş...” derken, varolan iyilik ve güzellikti bizlere vermek istenen. Yok olanı ise hala yüreklerimize sokmadık kötü ve haram diye... Dün böyleydi bizim yoksul çocukluğumuz... Bugün yine aynı dünleri arıyoruz!.. * * *

Can Yoksul ile bir çay içimi... 25 yıl boyunca bir kez görüşebilmiştik Can Yolsul ile... O da bir çay içimi kadar... Bayramın son günü İstanbul’a dönme hazırlığındayken, sevgili Özgür Kolukısa aradı ve Can Yoksul’un da Çorum’da olduğunu söyleyerek çaya davet etti. Yine bir çay içimi kadar zaman vardı ve bu

Yusuf Ziya Leblebici

zaman diliminde bizler 25 yıl öncesine akış yapıp mazileri canlandırdık... O yılları çok özledim diyordu Can Yoksul, kaybettiğimiz arka daşlarımızı, eski anılarımızı sığdırdık bir çay içimi zamana... Çorum’da ev tuttuğunu öğrendiğim Can Hoca’yı evine bırakmak istediğimde, her zamanki nazikliğiyle yürümenin sağlık açısından yararını söylemesine rağmen ısrarla aracıma bindirdim. Amacım sadece evine bırakmaktı... Hoca’nın ısrarıyla evine girdiğimde burasının ev değil, adeta bir kütüphane olduğunu gördüm. Binlerce kitap, mutfak dahil her duvarı kaplamıştı. Çorum arşivi, dünya ve Türk edebiyatından tutun da hangi konuda olursa olsun binlerce kitap ve gazete Can Yoksul’un evinde, ellerinde yaşıyordu... Ömrünü halkın duygusuna, coşkusuna ve kültürel gelişimine vermiş olan değerli ozanımızla bir çay içimi sohbetimiz, evinde kendi yaptığı muhteşem turşular eşliğinde bir kadeh rakı içimine dönüştü... Üç çanta kitap ve bir yığın Can Yoksul hediyesi anılarımla ayrıldım memleketim Çorum’dan !

Can Yoksul’u gelecek sayımızda anlatmak ve O’nu tanımanın gururunu bir kez daha yaşaya bilmek umuduyla Ozani ve Şiirleri Üzerine isimli kitabından bir alıntı yapalım; “..Yürümek güzel şey Anadolu’da Mustafa Kemal yolunda korkusuz Yürümek devrime adım adım Bazen aç bazen susuz Güzel şey direnmek evrende İnsanlık için dostluk için mutluluk için Yürümek halkımla ve halklarla Savaşa ve barışa kardeşçe..”


Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

5

Ruhi Su Şişli’de anıldı 20 Eylül 1985 tarihinde hayata veda eden çok sesli müziğimizin öncülerinden usta sanatçı Ruhi Su, ölümünün 31. yıldönümünde dostları ve sanatseverler tarafından anıldı. Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği ile Şişli Belediyesi ortaklığıyla düzenlenen anma gecesi Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı Başkanı Ilgın Ruhi Su’nun açılış konuşması ile başlayan anma gecesi büyük ustanın arkadaşı, müzik eğitmeni ve yazarı Ahmet Say’ın konuşmasının yayınlanmasıyla devam etti. Say

konuşmasında, Ruhi Su’nun yaşamını şekillendiren sosyalist kimliğine, her zaman ezilen halk kitlelerinin yanında yer almasına vurgu yaptı. Gecede konuşma yapan Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü ise Anadolu topraklarının yetiştirdiği büyük ozan Ruhi Su’nun anısının aradan geçen 31 yıla rağmen hala taptaze olduğunu belirterek Türkiye’nin aydınlanma yolunda böylesi büyük ustalara çok ihtiyacı olduğunu belirtti. Gecede sahneye çıkan ve Ruhi Su ile anılarını paylaşan doktoru Prof. Dr. Coşkun Özdemir ise Ruhi Su sevenlerinin alkışlarıyla karşılandı. Ruhi Su Şiir Ödülü Sahibini Buldu Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği’ nin her yıl yeni bir yapıta verilmek üzere başlattığı Ruhi Su Şiir Ödülü’ nün bu yıl ilki gerçekleştirildi. Jüri tarafından “Kemik İnadı” kitabıyla ödüle değer Asu man Susam plaketini Şişli Belediye Baş kanı Hayri İnönü’nün elinden aldı. Ale addin Bahçekapılı Nabi Belekoğlu tara fından yayına hazırlanan “Ruhi Su Sen Gittin Gideli” kitabı da okuyu cularıyla ilk kez anma gecesinde bu luştu.Anma Gecesi, Mutlu Ödemiş’in şefliğinde Ruhi Su Dostlar Korosu’nun konseri ile son buldu.


6

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Ekim 2016

YAL EHLİ, YOL EHLİ Misafirleri nasıl memnun edeceğini bilemez halde donatılmış sofranın konukları hatırlı kişilerdi. Ev sahibinin, eşi, gelini, kızı ve genç oğlu hata yapmamaya özen göstererek fır dönüyorlardı misafirlerin etrafında. Ailenin büyük oğlu ise, telefonda biriyle konuşuyordu. Konuştuğu kişinin kim olduğunu kimse bilmiyordu. O kadar bariz bir ses tonuyla konuşuyordu ki, sofranın çatal-kaşık seslerini bastırıyordu. Üniversite bitirmiş ve mimar olmuş delikanlı, sokak bankerlerinden farklı tavır sergilemiyordu. Cebindekilerle değil, görünmeyen trilyonlardan bahsediyor ve her rakam telaffuzunda, misafirler, iğreti kelimelerin adeta tutsağı oluyorlardı. Ev sahibinin bir arazi davası için keşfe gelen heyet reisi Hâkimin yanı sıra yardımcı memurlarda bulunuyordu. Kasabanın Kaymakamı, Belediye Başkanı ve Yüksek Teknik Okulu hocalarından Profesörde yemeğe davet edilmişlerdi. Profesör, böylesi cemaat-ı erkân içinde bulunması ve güzel sözlerden nasiplensin diye kızını beraberinde götürmeyi ihmal etmemişti. Nede olsa davayı kazanan ev sahibiydi ve oldukça memnundu ve sofra yaymak ise işin küçük bir ikramıydı. Devlet erkânını evinde ağırlamak ise ona daha bir haz veriyordu. Neme lazım, bir söz açılırda, mahcup olurum düşüncesiyle yakın akrabası şairi de davet etmeyi ihmal etmemişti. Evin büyük oğlu, önüne konulan yemeği yemek yerine, babasının fakirliğinin müsebbibi misafirlermiş gibi, onları ezercesine paradan, puldan, arazilerden, konuşuyor, alıyor-satıyordu. Kızarıp-bozaran babası gibi şairde dolup taşıyordu. Ev halkı gibi şairde biliyordu ki, genç mimar meteliksizdi. Aslında böyle bir kişiliğe sahip olmadığını biliyorlardı ve neden böyle bir sahte kişiliğe büründüğüne anlam veremiyorlardı. Birkaç kaşık aldıktan sonra yemeği yarım bırakan şair, kendi suskunluğuna isyan edercesine sofranın çatal-kaşık sesini bastıran, evin genç oğlu mimarın telefonu kapatmasını işaret ettikten sonra “evladım” diye söze girince yemeği yarım bırakan misafirlerde şairi dinlemeye başladılar. “Babamın çok güzel davranışları ve sözleri vardı. Ben onlardan çok ders çıkartmışımdır ken dime. Evimize bir misafir geldiğinde sofra kuru lur veya benzer ikramlarda bulunulurdu. Sofraya davet edilen misafir ya da misafirlerden birisi tok olduğunu söylediğinde, babam, “arkadaş tok olsan da, yemesen de buyur bizimle sofraya otur; yok oturmayacaksan bize müsaade et ki, yemeğimizi rahat yiyelim” derdi. Misafir, sofraya oturmazsa kalkar giderdi. Bu, menakıpname hakikati, benim kadar senin babanda görmüş, duymuş ve o da benim babamdan öğrendiğim gibi, kendi babasından öğrenmiştir. Burada ki saygın misafirlerimizin de bildiklerinden eminim. Şimdi, bunu niye anlattığımı, ortaya değil de, sana hitaben söylediğimin nedenini merak ediyor olmalısın! Ol vakit, aç kulağını dinle... Evladım, ilim kapısından giren âlim çıkar. Bizim gibi alaylıların ilim kapısı ise, cemaatler ve meclisler olmuştur. Zamanımızda, okul olmaması yanında, okumakta olanaklar dâhilindeydi ve buda diğer işler gibi varsıl çocuklarına yaramaktaydı. Zaman zaman aramızda senin gibi yetenekli gençlerimiz şartları zorlayarak okuyup bir makam sahibi olmuştur. Lakin... Güle konan her kuş bülbül değildir. Önemli olan okulun demir kapısından girip duvar okumak değil, taş duvarlar arasından adam olarak çıkabilmektir. Bak şu sofraya! Baban bu masrafı karşılayabilmek için ne zahmetler çek miştir acep! Ya şu pervane dönen anan, bacın ve karının emeklerine ne demeli? Sen ise, bir âlim gibi, âlimler arasındaki yerini almak yerine, sözde hava atacağım diye kendini de, babanı da rezil etmektesin... Ya gel otur aramıza bir kelam et, ya da bize müsaade et.” Çatal-kaşık sesleri çoktan susmuş, sofra toplanmıştı. Mimarın gözleri yere düşmüş, omuzları gövdesini zor tutuyordu. Babası lal olmuş, utancından yere girmeye hazırdı. Erkan-ı devlet temsilcileri ise amirinden talimat almışçasına sükût içindeydiler. Çok sürmeyen sessizlik sihri, profesörün “Kızım” demesiyle çözüldü. Pürdikkat babasının gözlerine kilitlenen güzel ve genç kız, babasının dudaklarından dökülecek kelimelere odaklandı. “Ben, otuz yıldır hocalık yapmaktayım” sözün burasından itibaren, gözleriyle kendisine yönelen konuklara hitaben konuşmaya devam etti Profesör: “Ne talebeliğimde, ne asistanlığımda, doçentliğimde ne de profesörlüğüm sırasında böyle bir

dersi ne aldım ne de verdim. Kütüphaneler dolusu kitap okudum, okuttum; bu denli etkili bir ders verdiğimi anımsamıyorum.” Başını sallayarak profesörü onaylayan Belediye Başkanı, kıvanç duyarcasına, az buçuk kendisine pay çıkartırcasına, “değerli hemşerimiz bizim çok kıymet verdiğimiz bir şairimizdir.” Diye profesörden söz sırası çalan Belediye Başkanı'na cevap gecikmedi. “Böyle anlamlı bir dersi ancak şairler verebilirdi” diyen Profesöre dönen şair: “Sayın hocam, benim şairliğimin temeli “alay”dır. Oysa sizin hocalığınız buradaki zevat gibi ilmidir. İlim görmüşle görmemiş bir olabilir mi? Benim ilim kapım tarikat kapısıdır. Sizin ki ise marifet kapısıdır. Benim âlimlerim Hal Ehli, Hak Eklidir; sizin âlimlerinizden farklı değiller. Lakin... Arada biri var ki, Tanrı insanı ondan uzak tutsun... Onun adı, Yal Ehli'dir. Âlim unvanı ağır bir yüktür. Âlim, tensel hamal değil ki yük taşıyabilsin. Âli min hamallık görevi zihinsel belleğinde ki bilgileri taşımakla yükümlü dür ve yeri geldiğinde yükünü yani bilgisini birilerine aktarmasıdır. Ola ki bir âlim, Hal (Halk) Ehli ve Hak Ehli olmak yerine rayından sapmış vagon misali iktidar sofrasını istasyon seçmişse, koltuk ve makam uğruna ilmine ihanet etmişse o zatın ne âlimliği âlimliktir ne de mayası mayadır. Ozanlarla âlimler arasında hiçbir fark ve sınır yoktur. Bundan ötürü, haksızlık karşısında susan âlim ve ozan şeytanın hizmetkârıdır. Kökeni binlerce seneye dayanan ceddimiz, çok cefalar çekmiş, çok eziyetler görmüş; bir an olsun rahat yüzü görmemiştir. Nice sonra, çekilen acılar nihayet olsun ve üstüne ödül olsun diyerek bir halk lideri çıkartmıştır bu topraklar. Ve bu bereketli toprakların yetiştirdiği âlimler öğretisiyle yetişen bu nadide şahsiyet, Mustafa Kemal'dir. Kendisini ümmetlikten kurtarıp, millet olmakla özgürleştiren liderine saygı ifadesi anlamıyla ona Atatürk unvanını layık görmüştür bu halk. Dünyada, eşine ender rastlanılabilecek devrimler arasında sayılan Cumhuriyetin temel değerlerinden sayılan “Kültür Devrimi” ne yazıktır ki; kendisini ispat edemeden karşısında duranların eline geçti; törpülene törpülene altı-üstü tarumar edildi. Oysa... Cumhuriyet, Ne Saddam'ın, ne Kaddafi'nin ne de benzerlerinin Cumhuriyeti gibi tarikatlar, şeyler, meczuplar Cumhuriyeti değildir. Bizim Cumhuriyetimiz, aydınlanmacı, ilim ve bilim sistemidir. Arada bir darbelerle kesintiye uğratılmasına rağmen, aydınlanmanın ruhunu almış bir damar var ya! İşte o damar halen yaşamakta ve yaşatmaktadır. İhanet her daim içeriden gelir. Hainin kökü dışarıda olsa da haini yanı başınız da aramalısınız. Bakınız Atatürk ne demiş: “Yurtta sulh, cihanda sulh” Peki bu yol hiç izlenildi mi? ...Atatürk'ün kendi zamanı da dâhil, hiç bir zaman gerçekleşmedi. Çünkü günümüzün küresel sermayedarlarının anaatababaları, bu günün planlarını başlatmışlardı ve o günde, bu toprakları ve enerjiyi ele geçirme amacı gütmekteydiler. Oysa “sulh”un yegâne karşılığı “Barış” demektir. “Saygı” ve “sevgi” demektir. Herkes herkesin; diline, dinine, rengine saygı ile hukuk ile yaklaşırsa, onun adı demokrasi olur. Aksi hali ise “Derebeylik” olur. Demem o ki: (Misafirler sözün sonuna gelindiği anlamıyla bacak değiş tirdiler, boyunlarını çevirdiler, kısa öksürdüler; derin nefeslendiler ve şa irin konuşmasına geri döndüler.) “Sayın ve saygın hocalarım da bilmeli dir ki; bizim başımıza gelen “yol bilmezleri” ve “yal ehli” olanları şımar tanlar koltuk ve makam aşkına düşen (sözde) âlimler olmuştur. Bir iş ve ya bir makam, liyakatli bir “Hak Ehli” yerine “Yal Ehli” ne teslim edilmişse; âlimler ve ozanlar buna ses çıkartmıyorlarsa, tepkisini göstermiyorsa, halkı aydınlatmıyorsa, “ Haksızlık karşısında suskun kalan şeytandır” diye ifade edilen sözün sahibidir. Kısacası: Ben, halk meclislerinde bulunmuş, ozanlardan feyzlenmiş, erenlerden nefeslenmiş, toplum yapısının görmüş, yaşamış ve incelemiş sıradan bir halk şairiyim. Oysa siz ilim kapısında eğitilmiş bir âlimsiniz. Şu sofranın hatırına da olsa benim iki kelam sözümü alkışlayarak ilminizi küçümserseniz, Cumhuriyetimizin kültürel devrim ruhuna ihanet etmiş olursunuz. Sivas'ta 4 Eylül 1919 senesinde temeli atılan Cumhuriyetin 97. Yıl dönümü anısına. Kutlu olsun. Amacı ve felsefesi doğrultusunda nice 97 senelere “Yurtta barış, dünyada barış” olsun ve dünya halkları daha çok özgür olsunlar, daha çok mutlu olsunlar.

Turan Karatepe


Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

7

Homeros Ödülünün sahibi Ataol Behramoğlu Avrupa Homeros Şiir ve Sanat Madalyası Ödülü, şair, yazar ve çevirmen Ataol Behramoğlu'na verildi. Şişli Belediyesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi'nde gerçekleşen ödül töreninde konuşan Ataol Behramoğlu ise ödül dolayısıyla onur duyduğunu söyleyerek, "Ülkemizin dünyada tanıtımı bakımından bu gibi ödüller, gerçekten çok önemli." dedi. Behramoğlu, konuşmasına şöyle devam etti: "Eğer Nazım Hikmet zulme uğrayıp da ülke dışında onunla ilgili büyük mitingler yapılmasaydı, Nazım'ı bile, dünya tanımazdı. Buna inanınız. Dolayısıyla, Türk şairinin ve Türk şiirinin dünyada tanınmasını sağlayacak bu gibi dikkat çekici ödüller çok önemlidir. Ülkem adına da çok teşekkür ederim."

Merkezi Brüksel'de bulunan Avrupa Homeros Şiir ve Sanat Madalyası Ödül Kurulu'nun başkanı, şair-yazar Dariusz Lebioda, ödülün kendileri için çok özel olduğunu aktararak, dünyada edebiyat ve görsel sanatlar alanında olağanüstü eserler üreten sanatçıları ödüllendirmek amacıyla verdiklerini söyledi. Lebioda, "Eserin seçilmesindeki en önemli kriterlerden biri, yapılan eserin sanatsal değeri ve çevirinin içerdiği evrensel mesajın gücüdür. Bu güçle, ödülün ruhuna en çok yaklaşan sanatçılar ödüllendirilmektedir." dedi. Törende ayrıca halk müziği sanatçısı Erem Ataer de, Behramoğlu’nun yazdığı, kendisinin bestelediği "Annem” isimli eseri seslendirdi.


8

Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Yol ve yolculuk üzerine bir kaç söz ve bir şarkı… Yol-yolcu ilişkisi metin ile bağlam arasındaki ilişkiye benzer. Bazı yollara neden saptığımız, tercih sebep ve sebeplerimiz ile aynı yolu seçenlerle Gazanfer Eryüksel zaman/zemin kesişmeleri o yolun bize sunduğu zenginliktir. Yol coğrafyayı yansıttığı denli onu şekillendiren bir yapıdır. Şüphesiz “yansıtma” ve “şekillendirme” olguları farklı zaman kesitlerinde çok farklı söylemlerle kendilerini ifade ederler. Yolun “şekillendirme” olgusunda iklim, doğal afetler, demografi, teknoloji, hastalık, savaş vb sebepler gerçekliğin etkin belirleyicileridir. Söz konusu gerçekliğe yolcunun uyumu/uyumsuzluğu, ona katlanabilirliği sanat ve felsefeyle kendisini ifade etmesiyle mümkündür. Gerçekliğin algısı ve yorumu… İsyan hakız ise her zaman saklıdır. İnsanın zaman yolculuğunda en önemli ve değerli özelliklerinden biri de değişimle başa çıkmak üzere yeni yöntemler geliştirme yeteneğidir. Yolcu, yolun sunduğu olanaklar ve yaşam tarzının sonucunda oluşup gelişen, diğer yolcuların da karakter yapısı belirleyen bir coğrafyada devinir. Yolcunun, yoldan beklentileriyle, yolun dayatmaları arasındaki çelişmeler yeni algı ve yorumların eşiğidir. Küçük doğruların birikmesi, kaçınılmaz olarak büyük doğruları getirecektir.

Küçük ve büyük doğrularla gerçek arasındaki çelişme ise yolcunun yola ve zamana yeniden bakmasını getirecektir. Algı ve yorumlardaki eşiğin aşılması… Genel kabul görmüş doğrulara dışarıdan ve yukarıdan bakarak sorgulamada yolcunun yöntemi ve yordamı sanat ve felsefe olacaktır. Yol ve yolcu… Hem giden, hem de gidilen olmak… Yolculuk işte… Harfleri cümle dillerin… Bu yazıyı düşünüp yazmaya çalışırken aklımın bir köşesinde güftesi Orhan Seyfi Orhon'a, bestesi Ahmet Çağan'a ait bir Uşşak şarkı kulağında akıp duruyordu. Metni bilgisayara aktarırken ise o güzelim şarkıyı Özdal Orhon'un (19411986) eşsiz yorumuyla dinledim. Bu yazı da bir şarkıyla bitsin… https://www.izlesene. com/video/ozdalorhon-her-aksammuhakkak-tesdufumuzussakrg/8933101

Her akşam muhakkak tesadüfümüz Yolumun üstünde yine sen varsın Nedir bu neş'eyle gülümseyen yüz Vefâsız galiba çok bahtiyarsın… Sen beni aldattın aşk oyununda Git başka birinin uyu koynunda Hiç şüphen olmasın güzel boynunda Aşkın vebali var bir günahkârsın… Uzaktan bakarsın gülümserim ben Bakışır geçeriz bir şey demeden Bilmem ki bu garip gülümsemeden Ben ne kast ederim sen ne anlarsın…


Ekim 2016

Ekim Ayında ki Yaprak Dökümü

9

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Nilgün Marmara

Nilgün Marmara Ekim ayında kaybettiğimiz şairlerden biridir. 13 Şubat 1958 yılında İstanbul'da doğdu. Ortaokul ve liseyi Kadıköy Maarif Koleji ve Anadolu Lisesi'nde bitirip, yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde tamamladı.

n

alışka

Can Ç

hatırlıyorum. Meğer iki ayrı defterin, biri kahverengi, diğeri kırmızı iki ayrı defterin toplamıymış... Nilgün Marmara isimli genç bir kadın şairdi. 29 yaşında (1987) evinin penceresinden kendini boşluğa bırakmıştı. Masum bir yüzdü... Bozulmamış, çektiği sıkıntılara rağmen kendini teslim etmemiş... Sylvia Plath üzerine incelemeler yaptı. Onun hayata bakış tarzından ve düşüncelerinden oldukça etkilendi. Şiirlerinde Hüzünlenmiştim. Bir insan neden bunu yapardı. çoğunlukla, 1. tekil kişinin düşle gerçek arasında gidip gelen, İntiharından sonra eşi Kağan Önal ile yapılan röportajda kırılgan izleklerini kullandı. Çeşitli dergilerde şiirleri Kağan beyin verdiği bilgiler arasında eşinin bir intihar notu yayımlandı. bıraktığı ve intihar notunda “İstersen daktiloya çekilmiş 13 Ekim 1987'de 29 yaşındayken intihar etti. şiirlerimi bastırabilirsin” demiş. Eşi ve dostları, ölümünden Seyhan Erözçelik , Cemal Süreya ve Ece Ayhan gibi sonra bunları “Daktiloya Çekilmiş Şiirler” ve “Daktiloya Çe isimlerle yakın arkadaştı. Kağan Önal ile evliydi. Cemal kilmiş Metinler” diye iki ayrı kitap olarak Şiir Atı'ndan Süreya kendisine Zelda demekteydi. yayımlatmışlar. O günlerde, Nilgün Marmara'nın annesi Şiirlerinden bazıları : Bana Doğru Gelen Kim – Canım (Perihan Marmara) arayıp; Sıkıntı Sınırı – Çok Güzel – Düşü “Gülseli (İnal)'a : Nilgün'ün Ne Biliyorum – Gizi Kazanmış Aynada Yüz yüze Geldiler – Kuğu günlüklerini bastırmak istiyorum” Ezgisi – Kuş Koysunlar Yoluna – demiş. Acısı çok taze olan anne Kuşum ve Ben – Manolya – Pover şairin her şeyinin yayımlanmasını Nocturnus ya da Delilik Uykular – istiyormuş ama bu vasiyetine Pembe Sevgili – To morrow Will be Another Day – Yalnızlık – Yitik aykırı olduğu için eşi Kağan bey : Kaynak – Zaman , Yer , Sonra dır. “Vasiyetinde daktiloya çekil Nilgün Marmara’nın "Kahveren mişleri bastırabilirsin diyor, bu gi Kırmızı Defterler"i tartışma vasiyetine aykırı” ayrıca bunlar yarattı. Buket Aşçı : günlük, yani çok özel şeyler di Genç yaşında kendini boşluğa bı yerek engellemeye çalışınca gün rakarak hayata veda eden Nilgün lüklerde yazılı kötü şeylerin oldu Marmara'nın eşi Kağan Önal, “Kah ğu şüphesi ile karşı karşıya kalır ve verengi Kırmızı Defterler”in oriji içinde ne yazdığını okumadan nallerinin şair Gülseli İnal da oldu merhumun annesine teslim eder. ğunu ve geri alamadıklarını Acılı anne günlükleri Gülseli söylüyor. İnal'a verir. Bir süre sonra da kitap Telos Yayınevi'den çıkar. Gülseli İnal ise; “Defterleri annesine geri verdim, o kadar!” Ölümünün ardından pek çok spekülasyon çıkan,öldürüldü diyor.Üniversite yıllarındayken tanışmıştım kendisiyle... mü yoksa intihar mı denilen şairi rahmetle anıyoruz…Mekanı Kitabının adı ilginçti; “Kahverengi Kırmızı” Defter.” “Ama cennet olsun. bu rengin adı tam aksine kırmızı kahverengi olmalı” dediğimi


10 Sanatın Renklerinden

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Ekim 2016

‘'YENİLENME SANATI''

Değerli dostlarım; Sizlerden ayrı kaldığım süreçlerde yaşamın gereği nefes aldım ise de, Sanatımda üretmeden nefes aldığımı hissetmiyor ya da özgürce nefes aldım diyemiyorum. Aldığım her özgür nefeste kendi içimde, kısmen kendimi yinelesem d e , ' ' Ye n i l e y e r e k ' ' Perihan Koca ( y e n i l e m e y e g a y r e t ederek) bugün; sanat için, kendim için, sanat dostlarım için ne yaptım ve yaptıklarım ülkemin nefesine bir renk, bir nefes olacak mı bilinciyle, içsel yolculuğumda, an'da gelen doğuşlarla yenilenerek renklerimi, mısralarımı, satırlarımı boyadım. Sizlerin de dikkatini çektiği gibi YENİLENME Duygusu, hissi, bilinci ve sorumluluğuyla bireysel ve toplumsal yinelenirken yeniliklerle çoğalma, büyüme, yükselme, yücelme, özgürleşme, bütünlüğü korumada adaletin vicdanları sızlatmadan yaşamı yaşanır kılan, insanlığı insanca yaşamanın erdemini onayan ( Hakkıdır Hakk'a tapan Milletimin İstiklal. Mustafa Kemal ATATÜRK) hakça bir düzen, siyaset, sanat, spor, ekonomi, eşitlik ile yönetilen, bir metre bezle karşılandığımız, beş metre bezle uğurlandığımız dünyada, ömür defterimize yazılan iyilik satırlarımızın çoğaldığı, nesillerin aktarımında sevgiyle anıldığı bir yaşam sürmek yani yinelenirken yenilenmek düsturlarımızdan biri olmalı. Sanatta da sorumluluk hissi taşıyan her sanatçının, sanata gönül verenlerin, sanat ile bir şekilde temas kuranların kavramaları gereken önemli bir husustur yenilenmek. Eğer sanat yoldaşları sürekli kendilerini tekrarlarla yinelerler ise, pişirip, pişirip aynı şeyleri masaya koyarlarsa bir süre sonra kendi içinde kısır bir döngüye düşerler. Bu durum algılarda zaafiyete yol açar, sanatı yüceltmez bilakis verdiği zararlarla küçültür, verimsiz kılar, gelişmeyi, geleceği, günü, aydınlatamaz, ışık tutamaz, nesillere aktarımda sanat adına elle

tutulur bir şey bırakamaz, katkı sağlayamaz. Sanat alanından yola çıkarak yaşamın her alanda ''yenilenmenin'' ısrarla gerekliliğini ve önemini algılayıp, hissederek yaşam siyasetimize yaygınlaştırmalıyız. Yenilenme sanatını sanatla icra edip, estetikle yaşama yaymalı, sevgiyle çoğaltmalı, aşkla uygulamalı, seviyeli güzelliklerle donatmalıyız. Elbette yenilenirken yinelenmeler de yaşamsal gerekliliktir. Dikkate almamız gereken bilimin, ilimin, çağın ve koşulların değiştiği gözlem ve bilincini akılda tutup, İnsan denen yüce varlıkta değişmeyen doğal ihtiyaçlar, inanç ve sevginin değişmediğini bilmek ve laik düzende yaşamanın özgür adımlarıyla ilerleyeceğimiz yenilikleri hayata geçirmek gerekir. Toplumsal, toprak ve bayrak bütünlüğünü bozmadan, ahlaki değerleri acze uğratmadan, bayrağın rengini soldurmadan ve ulu önder Atatürk'ün toprağın her karesiyle, birey olarak gördüğü her insanın yüreğiyle birleşip, bütünleşerek kurduğu T.C. Cumhuriyetimize sahip çıkarak yinelenirken yenilenme sanatını ortaya koymalıyız. Değerli dostlarım Sanatımla özgür nefes almada yenilenmeye giderken bir sonraki sohbetimizde buluşmak üzere yeniliklerin güzellikleriyle kucaklıyor, sevgimle, saygımla selamlıyorum sanatla bakan, seven güzel kalplerinizi. Ömür Defterim Gel dokun kalbime aşkla uyansın Gözlerim sevgiyle mavi boyansın İstemem başkası ismini ansın Ömür defterimi çizdir seninle Al götür gönlümü avut koynunda Özlemi unuttur elim boynunda Günahlar utansın sen baktığında Ömür defterimi yazdır seninle Tut getir güneşi doğsun üstüme Harcanan yılları saydır zulüme Sevgini söyleyen tek bir kelime Ömür defterimi bitir seninle


Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

11

Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler; Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus! dediler… Künyeni almak için, partiye ettim telefon, “ Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus!” dediler…

Neyzen Tevfik

Canan MeLis Bayraktar DÖN DERSEM BİR DAHA Mutlumusun şimdi kaldığın handa Dön dersem bir daha namerdim sana Hasretinle tükensemde şu cihanda Dön dersem bir daha namerdim sana.. Anladım ki gülmeyecek bu yüzüm Biliyorum yare geçmiyor sözüm Sönmüş yüreğinde aşk geçmiş közüm Dön dersem bir daha namerdim sana.. Güftesiydin yar aşk şarkılarımın Bestesiydin ölmez duygularımın Vazgeçilmeziydin alın yazımın Dön dersem bir daha namerdim sana Anladım ki gönlünde kalmamış külüm Fırlatıp atılmış kurumuş gülüm Yırtılmış resimlerim solmuş yüzüm Dön dersem bir daha namerdim sana İntizarım yok tüm sitemim bana Nasıl kandım sana inandım aşka Severken son buldu musalla taşta Dön dersem bir daha namerdim sana.. Ve yine seni özledim Giderken kendini bende bırakmana rağmen Ve yine yarımdı her şey Kendinden bile kaçarken sen Bende güvenli bir yerde huzurlu kalsın istedin belki de tüm huzursuzluğuna rağmen Çocukluğunu bile yanına alıp gitmişken sen Bendeki seni en temiz halini ilan etmiştin resmen Şimdi beni mi özlüyorsun Bendeki seni mi işte budur şimdilerdeki tüm meselen...

Canan Altay


12

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Ekim 2016

AYLARDAN EKİME.. EYLÜL'Ü EKTİK, MESELA Her ay sonu yeni gelecek ve hala kılı kıpırdamayıp, devam ediyorsa kanatmalı ay için ne yazsam diye düşü neşter gibi olmuşsa sözleri paslı yaralarınızın kesilmesi, nür, yazar aylar arasına fe kaçınılmazdır! satlık sokmaz ama anlamlı ol Ve bu dünya zaten kendini anlatamayanların ması için kimi zaman gayret dünyasıdır. eder. Eylülde hazanı, Ekim de Eylülün devamı daha bir oturmuşluk olur sonbaharın üze rine..

Ayla Gürel

Bu yüzden se ver, yaprak gibi

önce açılıp, sonra dökülmeyi. Ekim bana göre Eylülden daha kışkırtıcı, daha yalnız oturulup tatil gün lerinde bilhassa evin talan edileceği.Ya da tembel, tembel yatılacağı, dışarıya gerekli olmadıkça çıkılmayacağı mevsim değişimiyle yazdan kalma virüslerin artık bir hazda nüks edeceği. Malum yazar da rahatsız birazda ve elbet bir gün bitecektir öcü alınacaktır, tüm soluk geçen günlerin. Ve hatta hesabı sorulacaktır! Gezilecektir, değişecektir, erecektir, Bunun da üstesinden gelecektir. Amma, yazar yine de yalnızlığı sever, mesela ben eve kapanmayı tercih ederim. Bunun aksini iddia eden olabilir. ‘'şayet yalnız olunmayacaksa, katılabilirim herkese. Yalnız; yalnız olmama duygusunu dolduranlar, sıradan olmamalı'’ ve bu sıradan olmayanlar da rastgele değil,candan olmalı. Ağırlaştık biraz.

Ve bu dünya kendini anlatıpta, anlamak istemeyenlerle doludur! Ve bu dünya sizi anlar görünüpte bir süre sonra anlamayanlarla doludur! Ve bu dünya çoğu zaman size kasıtlı acı veren ve bunu yaşam felsefesine çeviren insanlarla doludur! Bu dünya o insanlarla öyle doludur ki rastlamaya görsen;aldırmazsan, takmazsan susarsan şanslısındır! Ama bu da kişilik meselesi sakin değiliz artık arkadaşlar. Yılların hesabı birikti içimize. Yanıp, yakılıp da sormadan mı öleceğiz! ;) kişilikler her olayda değişmez! Yapışmıştır adımlamalarımıza ayak izleri kısacası anladığınız gibi; eften-püften bir dünya bu. Ve yazar, her ayın ilk günü hayata işte böyle çatarak başlar başka bir şeye başlamak istemez. Çünkü artık bütün başlamalı şeyler, ayrılıklarla biter! Her ayrılık aşktan kalır, eser her acıdan da iz, kalır! Yürek artık betonlaşmıştır. bir giriş kapısı bulupta sağdan-sola yazanlara, harç atılır!

Öyle hissediyorum kendimi. Ve kaçılır şimdi mütevaziliğin yeri yok, değil mi? Ama bu hep böyle sürmez! olmamalı da Geçer, değişir, yaralarımız iyileşir. ee artık oluşturdum sınırlarımı, çizgilerimi. O sınırlar ki; hayli çalıntı bir deyimle; hüzün coğrafyalarını aştılar yıkıla, yenile! Çoğu zaman da kendi içinde kendimin içinde. ikinci şahısın bile yer alamadığı yaşamaya devam hatta selam çakılır, öksüz ama özgür bir yürekle. Düşünün! Biri çok acı veriyorsa size ve ayrıca bunu da sırf vermek için veriyorsa, kısaca farkındaysa verdiği acının

Kim bilir! Belki biri başımıza yeniden bir taç örer, solgun olmayan kır çiçeği kaldıysa, kırlarda. Ekime başlarken de o da Eylül gibi, yalnızlık, ayrılık, hüzün olur bugün yazmaya başladığımda kalemime düşen tüm kelimeler... Ve Sevgiler.


Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

13

Köksal’ı unutmadık! Oynadığı komedi-macera filmlerinde oynadığı kült yan karakterlerle hafızalara kazınan Yılmaz Köksal’ı kaybedeli bir yıl oldu. Köksal, uzun süredir kanser hastalığı ile mücadele vermekteydi. Sinemamızın duayen oyuncularından olan Yılmaz Köksal 200'ü aşkın projede yer almıştı. Yılmaz Köksal Kimdir? 15 Temmuz 1939 Kırşehir doğumlu olan Köksal ilkokulun ar dından İstanbul'a gelerek Tophane Sanat Enstitüsü'nde eğitim al dı; ardından bir süre gemilerde çalışarak Avrupa'yı dolaştı. 1965 yılında sinemaya adım atan Köksal oyunculuk hayatında 200'ü aş kın yapımda rol aldı. Figüranlıktan yan rollere, yan rollerden de başrole geçen Köksal'ın yıldızını parlatan filmse 1970 yılında rol aldığı, Çetin İnanç yönetmenliğindeki “Çeko” filmi oldu. Bu film le macera türündeki yapımların aranan oyuncusu haline gelen Kök sal, Maskeli 5ler, Zagor, Üç Süpermen Olimpiyatlarda gibi bir çok Yeşilçam filminde gönülleri fethettikten sonra yakın zamanda ağırlıklı olarak televizyon dizilerinde seyirciyle buluşmuştu. Kaygısızlar dizisinde uzun süre Yılmaz Usta rolünde izlediğimiz Köksal, 2009 tarihli Yahşi Batı filminde ilk başrolü Komiser Çeko'yu yeni den oynamıştı. Yılmaz Köksal 22 Ekim 2015 perşembe akşamı yaşama veda etti...

“Dökümcü Behçet”ten “Parçala Behçet”e! Türk sinemasına; oyuncu, yapımcı ve senarist olarak hizmet eden, Yeşil çam’ın en önemli karakterlerinden Beh çet Nacaroğlu’nu kaybedeli iki yıl oldu. 80 yaşında hayata gözlerini yuman,Ye şilçam’ın önemli ‘sert adam’ karakterle rinden ‘Parçala Behçet’i yaratan Behçet Nacar, yani tam adıyla Behçet Nacaroğ lu, ciğerlerinden hasta idi. Sinemanın hemen her dalında faaliyet gösteren Behçet Nacar’ın Beyoğlu’nda bir kos tüm kiralama dükkanı bulunuyordu. Sinemamızın Yeşilçam döneminde figüranlık yaparken gördüğü ilgi üzeri ne başrol teklifi alan ve ilk defa başrol de oynadığı Parçala Behçet adlı filmiyle bir zamanlar fenomen olan Behçet Na caroğlu'nun oynadığı diğer filmler ara sında Canım Sana Feda, Şaka ile Karı şık, Malkoçoğlu, Azrail Peşimizde, He lal Sana Behçet, Ustura Behçet, Behçet

Derler Adıma gibi filmler var. Behçet Nacar:1934 yılında doğan Behçet Nacar, İstanbul Erkek Sanat Ens titüsü’nden mezun oldu. Asıl mesleği dökümcülük olan ve bir dönem taksi şo förlüğü de yapan Nacar, taksicilik ya parken 1960’lı yılların ortalarında sine maya figüran olarak girdi. 150’ye yakın filmde rol alan usta oyuncu, Yeşilçam’ ın simge ‘sert adam’ karakterlerinden ‘Parçala Behçet’ olarak hafızalarda yer etti, bu seri kapsamında ‘Komando Beh çet’, ‘Namın Yürüsün Behçet’, ‘Sev Be ni Behçet’ gibi filmlerde rol aldı. Türk si nemasının ilk araba patlatma sahnesini, yapımcılığını da kendisinin üstlendiği bir filmde kendisinin uyguladığı söylenin Behçet Nacar, 1970’li yılların ikinci yarısında Türk tipi erotik filmlerle şöhretini pekiştirdi ve bazı filmlerin yapımcılığını da üstlenmişti.


14

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Ekim 2016

Ozan Garip Yadigar DEĞİRMEN

Gülay Aksu Dokunmamalıydım sana gecenin sarhoşluğuna aldanıp sevişmeyecektim aşkı işlemeyecektim tenine fırçamda kalan son renkle soluk kalmıştım oysa yanında kurumuş bir ağacın gölgesine sığındığımı bile bile aşk diyordum sessizce aşk adı sana aşk... Şimdi bir uçurumun ucunda seyrediyorum bizden gidenleri tutabildiğim kadarını avuçlarımda saklıyorum kanayan yanlarımı görmeden duymayacaksın biliyorum ayrılığın ayak seslerini yalnızlığın sevinç nidalarını akşamların o soğuk kollarının beni nasıl sardığını bilmeyeceksin ne zaman içinde aşk üşürse işte o zaman anlayacaksın gittiğimi...

Leyla Salbaş

Beş tepenin başındaki değirmen Sanmayınki bu değirmen un eler Rüzgar haktan emek halktan olsa da Değirmenci un içine kin eler Değirmende çarklar bozuk diş bozuk Su gelmiyor arklar bozuk taş bozuk Söylemeye dilim varmaz baş bozuk Meydanlara iner çıkar döneler Yağmur yağsa yollar çamur içinde Tekne suya batar hamur içinde Kürkçünün kızları samur içinde Burnumuza leş kokuyor naneler

YAŞAMAM ARTIK İMKANSIZ.... Mustafa Katgay Sen bana öyle bir darbe vurdun ki Seninle beraber olmam imkansız Gidince sende evlenmişsin şimdi Seninle yaşamam artık imkansız Sende mutluysan eğer yeter bana Izdırap çeksemde yansam da sana Ateş olup yansam senin Uğrunda Seninle yaşamam artık imkansız

Değirmenci değirmende hak çalar Saray olur sarı buğday akçalar Hırsız dersen seni itler parçalar Yokluk ile geçer gider seneler

Tükendim sevgilim seni görünce İçimdeki duygular solup gidince Aşkımız bitti bak sen evlenince Seninle yaşamam artık imkansız

Değirmenci başı köyün muhtarı Değirmenden yaptı bu kadar varı Kör mü zannettiniz siz yadigarı Ben kör isem farkındadır nineler

Bir zaman sevgilim bizde mutluyduk Gelecek günlerden biz umutluyduk Ne güzel hayaller senle kurmuştuk Seninle yaşamam artık imkansız

Kardelen umuttur yaşama dair, İnatçıdır onca ayazın soğuk bakışına karşın, Gülümser güneşin yakan Yüzüne... Ta ki bir savruk kasırga söküp atana kadar... Dirençle tutunur toprağına, Ayrılmamak için sevdasından Süheyla Güney Avcı


Ekim 2016

15

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

"Yenilmişsem Elim kolum bağlı Boynumda yağlı ip Gelip dayanmışsam darağacına Dudaklarımda yarın Gözlerim yarınlarda Unutmak mı gerek seni? Kapılar kapalı Tutulmuşsa gece kapkara yollar Sıcacık bir sevgi sunmayacak mıyım insanlara? Bakmayacak mıyım yarınlara Seslenmeyecek miyim insanlara?"

n e D

e G iz

ş i zm


16

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Ekim 2016

ŞİİRDE TÜRKÇE NEREYE GİDİYOR Şiir kuşkusuz Edebiyatın en önemli mihenk taşlarından biri. Dolayısıyla şiirde kullanılan kelimelerin doğru seçilmesi kadar,anlamına uygun olması gerekir. Bunun içinse doğru Türkçe ve imla kurallarına uğrunluk şartı esastır. Günümüz şairleri ile üstadları kıyasladığımız zaman farkı bariz Can Çalışkan görmekteyiz. Türkçe de 111.027 kelime bulunmakta iken bir şiir de aynı kelimeleri ısrarla kullanan şairleri her zaman anlama güçlüğü çekmişimdir. Üstelik noktalama işaretlerini kullanmayan hatta yanlış yerde kullananları da şair olarak görmüyorum. İnsanların kullandığı dilin özelliklerini bilmesi ve bunları doğru şekilde kullanması o kişinin iletmek istediği mesajın karşıdaki insanlara doğru şekilde ulaşmasını sağlayacaktır. Şiir olsun günlük hayat olsun ; dili yanlış kullanan bir kişi, bu sebeple çoğu zaman anlatmak istediklerini karşısındaki kişilere doğru olarak aktaramamakta ve bu da yanlış anlaşılmalara sebep olmaktadır. Örneğin yazılı ifadelerde yerinde kullanılmayan noktalama işaretleri söylenen sözün farklı anlaşılmasına sebep olabilmektedir. Dilimizde buna noktalama eksikliğinden kaynaklanan anlatım bozukluğu adı verilmektedir. Bir insan konuşurken ve yazarken eğer çok fazla hata yapıyor ise bu kişinin anlatmak istedikleri karşısındakine doğru şekilde ulaşmayacak ve bu kişi her zaman yanlış anlaşılmaktan ya da anlaşılamamaktan şikayet edecektir. Orhan Veli , Nazım Hikmet , Cemal Süreyya , Özdemir Asaf gibi üstadların şiirleri ve kullan dıkları akışkan anlatım ile günümüz şiirlerinin bir çoğunu mukaye se ettiğim zaman Türkçeyi ve imla kurallarını doğru kullanmadan kaleme alınmış her yazımı sıradan karalamalar olarak niteliyorum. Geçmişi parlak, geleceği karanlık Türkçemiz. Günümüz Türkçesi yabancı sözcüklerle doldurulmuş; yazı ve konuşma dilinde yanlış kullanımlar ortaya çıkmıştır , kabul ediyorum. Lakin bize düşen Türkçemize sahip çıkmak değil mi.? Dili iyi kullanmak önemli bir meziyettir. Bunu yazı ve konuşma dilinde en iyi şekilde yapan kişiler toplumca örnek alınması gereken kişilerdir. Şair de bunlardan biridir. Elinde etkili bir silah varken onu doğru kullanmaması yalnız kendine değil topluma karşı da yapmış olduğu bir kusurdur. Elbette dilimiz de kötü etkileniyor. Gelecekte, bizi millet yapan vasıflardan en önemlisi olan dilimizi kaybetmek istemiyorsak dili doğru kullanmak konusunda üzerimize düşen görevleri yerine getirmeliyiz. Dilin temizlenmesi ve yanlış kullanımların düzeltilmesi uzun ve zorlu bir süreç olsa da başarılmayacak bir iş değildir. Yeter ki istensin. Konuşmada ve yazmada dilimizi doğru kullanmak kültürümüzü geleceğe aktarmak için çok önemlidir. Dilimizi başka dillerin boyunduruğu altına sokmak kendimize ve milletimize büyük zararlar verir. Dil konusunda ilk önce kişi kendi üstüne düşen görevi yapmalı kendi dilini yekin kullanan biri olduktan sonra da başkalarına yol göstermelidir. Türkçe sözcükler kullanmak önemlidir. Özellikle şiire sokak dili ve müstehcenliği oldum olası yakıştıramamışımdır ve bu tarz şiirler maalesef ki gün geçtikçe popüler olmaktadır. Ancak dilimize yerleşmiş, anlamları ve kullanımları bilinen sözcükleri de dilimizden çıkarmaya çalışmak yanlıştır. Yapmamız gereken dilimize bundan sonra yabancı sözcük sokmamaktır. Şiiri daha cazip yapmak adına satır arasına sıkıştırlan tek bir yabancı kökenli kelime bile tüm şiirin cazibesini yok etmektedir. Dilimizin

yabancılaşmasını önlemek için ilk çözüm önerim, okumaktır. Güzel Türkçemiz ile yazılmış kitaplar okumak, sözcük hazinemizi genişletmek bizi başka dilden sözcük kullanmaktan uzaklaştırır. İkinci çözüm önerim, her televizyon kanalının ve gazetenin bünyesinde dilimizi her yönüyle tanıyan ve kullanan bir ya da birkaç kişiyi bulundurmasıdır. Bu kişilerin denetiminden geçen ürünlerin halka sunulması, halkın dilin güzel kullanımını açıkça görmesini sağlar. Üçüncü önerim, öğretmen adaylarının Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanacak bir sınava girmeleridir. Gelecek öğretmenlerin elindeyse öğretmenler de kullandıkları dille öğrencilerine örnek olmalı, onların dili kullanım hatalarını düzeltebilmeli ki öğrenciler doğruyu doğru yerde görsün. Dördüncü çözüm önerim, devletin dili koruyucu yasalar çıkarmasıdır. Devlet yönetendir. Yöneten doğru yönlendirirse yönetilen de gösterilen yoldan gider. Tabii burada önemli olan kararlı olması ve yaptıklarının arkasında durmasıdır. Beşinci önerim, dilimizi doğru kullananların ödüllendirilmesidir. Aslında dili doğru kullanmak bir ayrıcalık olmamalıdır. Ancak günümüz şartlarında, dilimiz böyle yoğun bir tehdit altındayken dili doğru kullananları ödüllendirmek diğer insanlara da örnek olacaktır. Dilimizi asıl kurtaracak şey ise, yukarıdaki bütün önerileri hatta daha fazla öneriyi çözüme yansıtmaktır. Dilimiz bir kuş gibi elimizden uçup gitmeden ona geniş ve sağlam bir kafes yapmalıyız. Bu kafesin bizim de evimiz olacağını unutmadan! Türkçemizi yanlış kullanmak, kelimeleri yersiz kullanmak da dilimizin yozlaşmasını sağlar. Çevremizdeki birçok insan bazı kelimeleri yanlış yazarak veya anlamını bilmediğinden yanlış sonra çok çok fazla özlüyorsun dayanılmaz oluyor yokluğu anlıyorsun ki ne çok alışkanlık bırakmış sende günaydın demeden aymıyor günlerin elin telefona varmıyor biliyorsun çünkü gelen hiç bir mesaj ondan olmuyor sonra çok çok fazla özlüyorsun işte herşeye göz yumuyorsun da onsuz gecelere uyuyamıyorsun yastığa sarılıyorsun,yorgana sarılıyorsun canım dediklerine sarılıyorsun hiç biri onun yerini tutmuyor zerre kadar umursanmıyorsun özlenmiyorsun zoruna gidiyor nefes alamıyorsun ne yapıyordur şimdi düşüncesi kemiriyor beynini var mıdır acaba bir sevdiği...? sen onu düşünmeden bir saniye geçiremezken o hiç mi anımsamaz acaba gözlerini...? boğazına bir el yapışıyor, nefes alamıyorsun göğsüne bir sancı saplanıyor,kımıldayamıyorsun yutkunsan geçecek sanıyorsun...yanılıyorsun en kötüsü de o bilmiyor tüm bu çektiklerini hiç bir şey olmamış gibi yaşıyor gülüyor,eğleniyor ya mahfoluyorsun aldığın nefesi hıçkırıklarınla ısıtıyorsun biliyorsun ki her yarında biraz daha el her yarında biraz daha yarısı olmayan gece oluyorsun ağzına bir türkü dolanıyor,nakaratına bildiğin tüm küfürleri katıyorsun kurduğun tüm cümlelerin sonunu öznesiz ve devrik olanlarla tamamlıyorsun öksüz hayalleri evlat ediniyorsun kimsesizliğin ellerini okşuyorsun herkes "geçecek" diyor kimseye "geçmez" diyemiyorsun.. Can Çalışkan


Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

17

Belleklerimize kazınan oyuncu

Fosforlu Cevriye Türk sinemasının ilk ve en uzun süreli vamp kadını olarak kabul edilen Neriman Köksal, “Fosforlu” tiplemesiyle hala hafızalarımızda... . Gerçek adı Hatice Kökçü olan sanatçı 23 Ekim 1999'da aramızdan ayrıldı. Fosforlu Cevriyem isimli filmde elde ettiği başarı nedeniyle Fosforlu lakabıyla da anılan ve 20`li yaşlarının ilk yarısında İstiklal Caddesi'nde yürürken Metin Erksan tarafından keşfedilen Neriman Köksal, O dönem Edebiyat Fakülkesi Arkeoloji Bölümü"nde öğrenci olan Erksan, bu boylu poslu alımlı kadını tam da o sırada çekeceği Çete adlı film için kadın oyuncu arayan ağabeyi,

yönetmen Çetin Karamanbey'e de götürdü. "Çete" filmindeki Rus prensesi Nina rolü ile sinemaya adım atan Neriman Köksal asıl ününü, Fosforlu Cevriye (1959) filmi ile elde etti. Neriman Köksal’ın Fosforlu Cevriye’de, irikıyım yapısıyla erkeklere posta koyan, argo konuşan, külhanbeyi, erkeksi-kadın imgesini başarıyla canlandırması, sonraki dönemlerde Türk Sinemasında erkeksi-kadın imgesinin uzun yıllar sürecek bir modaya dönüşmesine de öncülük etti. Sanatçı, 24 Ekim 1999'da 70 yaşında hayata gözlerini yumdu.


18

Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Derbeder »Yeri« Makamı

Nenniler

1. Derbeder 2. Osmanlı Derbederi olma üzere iki tür olduğunu biliyorum. Kuzeydoğu aşıklık geleneğinde, usta aşıkların dediğine göre 200'ü aşkın makam »Hava« olduğunu Orhan BAHÇIVAN söylüyorlar. Bu makamlar aşıklık geleneğinin içinde yüzyıllar boyu oluşa gelmiş ezgi çeşitlerinin adladır. Derbeder bu makamlardan bir tanesinin adıdır. Bu makam diğer bir adıyla da yerli makamdır. Özel bir adı da vardır »yerli öldüren« derler ki bunu yerli halk çok sever ve dinler. Ezgi olarak serbest ağızla uzun hava gibi okunur. Şiir yapısı ezgi yapısı belli bir sistem üstünedir. On birlik hece ölçüsüyle yazılmış şiirlerle okunur. Ancak şiir sistemindeki dörtlük aralarına maniler eklenir. Derbederin bir başka özelliği de ezgi içinde söz girişinde »ahhh« diye bir sesleniş vardır. Ve dize aralarında » vay felek, hay vah hay, ey vah ey, medet hey, yandım hey« gibi seslenmeler bulundurur. İç Anadolu da Bozlak neyse, güney de hoyrat neyse,

Malatya yöresinde maya neyse Kars ve çevresinde derbeder bu anlamda önemli bir makamdır. Bu makamla söylenen sayısız türküler vardır en ünlüsü Zöhrem türküsüdür. Derbeder dizisi açıklaması: »Hicaz zigüleli makamı Do »Çargah« dizisine aktarılması ile çargahta bir zigüleli dizisinin oluşmasını sağlar. Saba makamının oluşumu saba 4 lüsü ile çargahta oluşan zirgüleli Hicaz dizisidir. Saba makamını oluşturan aralıklardır. Saba makamı dizisine benzerlik gösteren Türk halk müziğinde karşılık olarak Derbeder makamı bir başka isimle telaffuz edersek Kalenderi dizisine aralık bakımından en yakın makamdır. Dizi aralığı olarak RE eksik bir koma aralık yapısına sahiptir. Tam 4 lü 22 aralık olurken saba makamında bu 4 lük aralığı 19 olarak karşımıza çıkar. Derbeder makamı Hüznü, duygusallığı ifade eden bir yapıya sahiptir...« Not: Çağlar Müzik Kursu / Aydın Çağlar yazısından teknik bilgiler aktarılmıştır..

Dağlar Cıgalı Tecnis Semai Yol üstünde yolcuyum ben Önüme set oldu dağlar Hele dağlar Yüce dağlar Aşk yarası Yürek dağlar Niye benden ayrısın sen Hasretlikten soldu dağlar Yolum düştü yaban ele Yar kınalar yaktı ele Zaman ele

Geçmez ele Bana suçlu Deme ele Düştüm diye gurbet ele Ardım sıra kaldı dağlar Gör güneşi yüz dal dala Seksen doksan yüz dal dala Yar daldala Gel dal dala Dök zülfünü Düz dal dala

Gir gönlüme yüz dal dala Dert içime doldu dağlar Bahçıvan'ım bak nişana Benim aşkım bir nişana Dur nişana Sor nişana Saçın telin Ver nişana Bağlı kaldım bir nişana Hep umudum oldu dağlar


Ekim 2016

kArDElEn

19

ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Dil Bayramının Ardından Bir dil bayramını daha sessiz sedasız geride bıraktık. Bedrettin Güreş

Atatürk’ümüzü n milli emaneti olan Türk Dil Kurumu’nun kuruluşunun yıl dönümüydü. Dil bir milletin milli kimliğidir. Milleti ayakta tutan, varlığının devamını sağlayan, milli reflekslerini geliştiren ve birlikteliğini pekiştiren bir unsurdur. Dilimizin özelliklerini Atatürk’ün “ Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran; Türk halkı, Türk milletidir. Türk milleti demek, Türk dili demektir. Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti, geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlâkının, ananelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” sözlerinde en güzel tarifini bulmuştur. Tarihte dilsiz yaşamış millet yoktur. Dil, bir milletin geçmişten geleceğe giden uygarlık dünyasıdır. Bir milletin dili; onun tarihi, hafızası, inancı ve kültürü ile iç içedir. Dil, yaşayan bir organizma gibidir. Dili olmayan toplumların kültürleri de yoktur. Anamızın ak sütü gibi temiz ve helaldir dilimiz. Yunuslar, Karacaoğlanlar, Dadaloğlular, Hacıbektaşlar, Pir Sultan Abdallar, Ahmet Yesevi dergâhından o dille dillenmişlerdir. Dil aydınlatmıştır toplumları. Türkçe konuşmak, Türkçe düşünmek, Türkçe sevmek ve Türkçe yazmak dileği ile… Dil bayramımız kutlu olsun.

Akan’ın ismi yaşatılıyor Tarık Akan Gündüz Çocuk Bakımevi Açılıyor! Beşiktaş Belediyesi, önümüzdeki günlerde açacağı dördüncü kreşe değerli sanatçı Tarık Akan’ın adını veriyor. Beşiktaş Belediyesi, dördüncü kreşini Ulus Mahallesi’ndeki Ambarlıdere Parkı içerisinde açıyor. Tarık Akan'ın Anısına Saygıyla... Beşiktaş Belediyesi’nin Beşiktaş’ta yaşayan ailelere ve miniklere kazandıracağı kreşin adı ise “Tarık Akan Gündüz Çocuk Bakımevi” olacak. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz değerli sanatçı Tarık Akan’ın adı yeni açılacak olan kreşide yaşatılacak. Beşiktaş Belediyesi tarafından yaptırılan Tarık Akan Gündüz Çocuk Bakımevi, 17 Ekim 2016 Pazartesi günü saaat 11.30'da, Tarık Akan'ın ailesi ve sevenlerinin katılımıyla Ulus Mahallesi'ndeki Ambarlıdere Parkı içerisinde açılacak.

DARALDIM Yüreğinin kocamanlığı evrenin ufaraklığı sessizliğinin devasa ulaşamayışımın cüceliğindeyim. Tüm duygularım isimsiz sorularım cevapsız seni kendime soramıyorum ne sana ne sedana ulaşamıyorum. Et ile dert arasına sıkıştırıldım Şeref Öztürk

Kucaklaşamıyorum...


20

Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

“Şiirin Bodrum Buluşması” Edebiyatçılar Derneği ve Bodrum Belediyesi'nin birlikte organize ettiği “Şiirin Bodrum Bulışması” 1 Ekim'de yapılacak. Heredot Kültür Merkezi'nde düzenlenen programda belgesel, panel ve şiir dinletileri yer alıyor. Bodrum'daki etkinliğin programı ise şöyle: saat:18.00 “Bursa'nın Nâzım'ı Belgeseli ” Nâzım'ın 11 yıllık Bursa Esaretinin Tanıklarından… Yöneten: M. Sadık Aslankara Kaynak Yapıt: Nâzım'ın Bursa Yılları / Güney Özkılınç Saat: 18.45 “Bu Memleket Bizim “ Doğumunun 114. Yılında Nâzım Hikmet'i Anıyoruz Gökhan Cengizhan, Sabri Kuşkonmaz Güney Özkılınç, Mehmet Sarsmaz Saat: 19.45 “Şiir – Müzik dinletisi “ Kevser Atay / Cumhur Karaca Saat: 20.15 “Günbatımında Şiirler “ Gökhan Cengizhan, Sabri Kuşkonmaz, Mehmet Sarsmaz, Güney Özkılınç, Musa Dinç, Hatice Altunay Müzik: Erden (Ney)

Programda Kevser Atay ve Cumhur Karaca da şiir dinletisi sunacak...

Halkozanı Ezgili Kevser’in ilk kitabı “Işık Damlası” çıktı Halkozanı Ezgili Kevser’in ilk şiir kitabı olan “Işık Damlası” yayımlandı. E d r e m i t ’t e y a ş a y a n E z g i l i Kevser ’in 112 şiirden oluşan kitabının önsözü ise şair-yazar

Mustafa Aydınlı’ya ait. 11 2 s a y f a d a n o l u ş a n I ş ı k Damlası’nda Kevser’in şiirlerinin yanı sıra çıkardığı albümlerin tanıtımları ve bestelenmiş eserleri ve notalarıyla birlikte yayımlandı.


Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Şair Vesair Şair Peygamber 30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı kanunla tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması kabul edilmiş ve birtakım unvan ların kullanılması yasak lanmıştır. Kanun, bütün tarikatlarla birlikte, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, Murat Karagöz seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesini de yasaklamıştır. Temmuz ayında bir cemaat tarafından yapılan darbe girişimi, Atatürk'ün ne kadar ileri görüşlü bir devlet adamı olduğunu bir kez daha kanıtlamış, yolumuzun onun ışığıyla nasıl aydınlandığını, onun ilkelerinden ödün verildiğinde nasıl tehlikelerle karşı karşıya kaldığımızı da bir kez daha bizlere tüm çıplaklığıyla göstermiştir. Bu ay ki yazımda Edebiyat dünyamızda geçmişte yaşanmış bir olayı sizlere hatırlatmak istedim. Tarikat ve cemaat ile insanların nasıl etkilenebildiğini, ve hatta inançların nasıl kullanılmaya çalışıldığını, tarikat, cemaat vs. gibi oluşumların bu yolda önlerine çıkan fırsatları nasıl değerlendirmeye çalıştıklarını daha net anlayabiliriz sanıyorum. Mülkiyeyi bitiren, Dışişleri'nde çalışan, bir Bakanlıkta müsteşarlık dahi yapan bir şairimizden bahsedeceğiz. Bu şairimiz aslında Türkçü, Mustafa Kemal'e hayran olan ve Kemalizm'i halka anlatmak için Anadolu'yu dolaşan önemli devlet adamı ve edebiyatçı. Beş Hececiler akımının en özgün şairlerinden olan bu zatın 1946 yılının bir ekim günü hayatı değişiverir. Ankara'da yeni yapılmış bir apartman dairesinde içlerinde ünlü bir şairimizin de bulunduğu 6 kişi bir masanın etrafına toplanmış, çalan Paganini'nin "Şeytan Trilleri" isimli taş plağını dinlemekte. Vakit gece yarısını bulduğunda perdeler sıkıca kapatılıyor, ışıklar söndürülüyor. Tek bir mumun aydınlattığı masanın üzerinde içinde harfler ve bazı kelimelerin yazılı olduğu bir kutu ile büyük bir fincan bulunmakta. Ansızın nereden estiği bilinmeyen hafif bir rüzgar, mumun alevini titretmeye başlıyor. Fincan sarsılıyor ve şairimiz “bakın bakın”diyerek bayılıyor. Kimsenin göremediği bu ruh kim ola ki. Şairimiz kendine geldiğinde, yirmi santim boyundaki bir Mevlevi dervişini sema yaparken gördüğünü söylüyor. Sonrasında sorulan sorular, fincanın masada dolaşması ve bu ruhun hikayesi bir çırpıda

21

anlaşılıveriyor! Adının Çedikçi Süleyman Çelebi olduğunu söyleyen bu ruh Haliç'in donduğu kış hastalanmış ve iki yıl sonra da memleketi Trabzon'da vefat etmişti. Neyse şairimiz oradan ayrıldıktan sonra hem kendisi, hem şiirleri ve hem de hayata bakışı tamamen değişmişti. Şairimiz Çedikçi Süleyman Çelebi ile ilişkisini devam ettiriyor. Gün geçtikçe psikolojisinin bozulduğunu gören arkadaşları çalışmaktan çok yorulduğu, biraz bir hastanede dinlenmesi gerektiğini söylüyorlar kendisine ama şairimizin bu konu açıldığında oldukça öfkeli bir hale dönüşüyor, zamanla çevresiyle ilişkileri kopuyor. Artık tamamen mistik şiirler yazmaya başlıyor. Sonra bu mistik şiirleri "Varidat-ı Süleyman" adlı kitabında topluyor. Kitabın önsözünde ise, şairimizin bu sözleri hiç düşünmediğini, ansızın kendiliğinden satırlara akıp gittiğini yazıyor. Sadede gelelim, bir süre sonra konu bilimin ve edebiyatın dışına çıkıyor, ülkede güçlü ve önemli bir tarikatın Şeyhi, böylesine mistik şiirleri kaleme döken şairimizin "peygamber" olduğunu, kitabı "Varidat-ı Süleyman"ın da Cebrail aracılığıyla yazdırıldığını ve bütün kutsal kitapların özü olduğunu söyleyerek şairimizi sahipleniveriyor. Belki de aslında konu psikiyatrlıktı. Uzatmaya gerek var mı? Bir başka tarikatın şeyhi şöyle söylemişti bir yerde. "Allah'ın velileri ile delileri arasında soğan zarı kadar mesafe vardır!" “Sen gözlerimde bir renk Kulaklarımda bir ses Ve içimde bir nefes Olarak kalacaksın...” Erol Sayın'ın bestelediği Rast makamındaki bu şarkının sözleri de bu şairimize aittir. Kimden mi bahsediyorduk, peygamber ilan edilen bu edebiyatçımız Enis Behiç Koryürek'ti. Tam 70 yıl önce yaşanılan bu olay gibi binlercesi daha hala bu coğrafyada yaşanmakta. Yazımı ulu önderimizin eşsiz sözlerinden birisiyle noktalamak isterim; “Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz.” Atatürk Kastamonu- 30 Ağustos 1925 Laikliğin bu topraklarda ne denli önemli olduğunu bizzat yaşadığımız şu günlerde daha net anlamış bulunmaktayız. Dinin bir inanç ve vicdan işi olduğu, insanların istedikleri inancı özgürce ama kendi içlerinde yaşamaları gerektiği, devlet işlerine müdahele edenlerin dindar değil, menfaatkar oldukları 15 Temmuz'da bir defa daha ortaya çıkmıştır. Ve ulu önderimizin Türk milletini bu felaketlerden korumak için almış olduğu tedbirlerin doğruluğu bir kez daha ispatlanmıştır.


22

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Ekim 2016

Fotoistanbul Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali! Türkiye'den ve dünyadan 60 fotoğraf sanatçısını bir araya getiren Fotoistanbul Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali 1 Ekim'de kapılarını açıyor. 30 Ekim'e kadar sürecek olan festival kapsamında 60 sergi, 12 panel ve yuvarlak masa tartışması, altı ustalarla sohbet toplantısı, 250’yi aşkın portfolyo değerlendirmesi ve kitap imza günleri düzenlenecek. Bu yılın yeniliği ise açık havadaki video gösterim geceleri olacak. Türkiye'nin en kapsamlı fotoğraf organizasyonu Fotoistanbul Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali, 1 Ekim tarihinde üçüncü kez s a n a t s e v e r l e r l e b u l u ş m a y a h a z ı r l a n ı y o r. Türkiye’den ve dünyadan 60 sanatçıyı bir araya getiren festival, 30 Ekim'e kadar fotoğraf severleri bekliyor. 56 sergi, 5 panel ve yuvarlak masa tartışması, beş ustalarla sohbet toplantısı, 250’yi aşkın portfolyo değerlendirmesi, kitap imza günleri ile fotoğrafı tüm sanatseverlerle buluşturacak olan festivaldeki bu seneki yenilik ise açık havadaki video gösterim geceleri olacak. Festivalin gerçekleşeceği mekanlar ise şöyle: MKM, Ortaköy Yetimhanesi, Ortaköy Kültür Merkezi, Ortaköy Meydanı, Serencebey Barbaros Bulvarı, Demokrasi Meydanı, Deniz Müzesi, Kazan Meydanı, Beşiktaş Köyiçi Meydanı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü, Macar Kültür Merkezi, Artgalerim, Fotoğraf Evi, Gama, İFG, Mikser, O’Art Sanat Platformu ve The Empire Project. Fotoistanbul 2016, yaşayan önemli fotoğraf sanatçılarından biri olan Sandro Miller başta olmak üzere, Ruud van Empel, Antonie D'agata, Christer Strömhölm, Nick Brandt, Daesung Lee, Mandy Barker, Josef Hoflehner, Kai Widenhofer, Henrik Spohler, James Mollison, Shadi Ghadirian, Tomasz Lazar, Marcus Lyon, Jean Fransuva Lepage, Park Seung Hoon gibi dünyaca ünlü isimlerin aralarında bulunduğu 35 yabancı sanatçının eserlerini İstanbul’da ağırlayacak. Türkiye’den ise aralarında Yıldız Moran, Maryam Şahinyan, Gül Ilgaz, Sinan Tuncay, Ahmet Öner Gezgin, Ergun Turan, Bennu Gerede, Barbaros Kayan, Aydın Büyüktaş, Tayfun Öztürk, Seçkin Yılmaz, H-art Kollektif gibi isimlerin bulunduğu 20 fotoğraf sanatçısı festivalde yer alacak.

Bu Yılın Onur Konuğu Macaristan Kısa zaman içerisinde ortaya koyduğu başarı ile fotoğraf dünyasında önemli bir yer edinen Fotoistanbul Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali, bu seneden başlayarak her yıl bir ülkeyi ve o ülkenin fotoğrafçılarını “Onur Konuğu” olarak ağırlayacak, o ülkeye özgün etkinlikler düzenleyecek. Bu yılın onur konuğu başta André Kertész olmak üzere, Brassaï, Robert Capa, László Moholy-Nagy gibi dünyaca ünlü fotoğrafçılar yetiştirmiş olan Macaristan olacak. Ayrıca “Robert Capa Uluslararası Büyük Ödülü” birincisinin eserleri her yıl Fotoistanbul'da sergilenecek. Bunun yanında geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Rusya'da düzenlenen, Uluslararası Andrei Stenin yarışmasının birincisinin eserleri Fotoistanbul'da sanatseverlerle buluşacak. Arles Voies Off ve Tiflis Fotoğraf festivallerinin özgün seçkileri ise Fotoistanbul 2016’yı zenginleştirecek. İstanbul'daki Fotoğraf Galerileriyle İş Birliği Fotoistanbul Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali, sanat dünyası ile olan iletişimini İstanbul'daki fotoğraf galerileri ile iş birliğine girerek yeni bir boyuta taşımayı da planlıyor. Artgalerim, Fotoğraf Evi, Gama, İFG, Mikser, O’Art Sanat Platformu ve The Empire Project, bu yıl sergileriyle Fotoistanbul etkinlikleri çerçevesinde yer alacak. Bu yılki festival kapsamında The Eveyday Projects ve Canon sponsorluğunda Instagram fotoğraf yarışması da düzenlenecek. Dünyadan binlerce adayın gönderdiği fotoğraflardan yapılacak seçim sonrası finale kalan isimler, Canon Türkiye tarafından dağıtılacak çeşitli hediyelerle ödüllendirilecek. Ayrıca bu yarışmada ilk elliye giren fotoğrafçıların eserleri festival boyunca sergilenecek. Bu seneki festivalin sanat yönetmenliğini Attila Durak, festival yöneticiliğini Rıza Erdeğirmenci üstlenirken, Ersin İleri iletişim koordinatörü, Çoşar Kulaksız festival danışmanı, Ebru Uluğkay proje koordinatörü, Noyan Sungur proje yöneticisi olarak görev alacak. Bu yılın zenginleşen ve çeşitlenen küratör kadrosunda ise şu isimler yer alıyor: Hüseyin Yılmaz, Katharina Mouratidi, Jae Hyun Seok, Christophe Laloi, Oscar Durand, Elie Gardner, István Virágvölgyi.


Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

23

HACI HAFIZ MOLLA ŞABAN EFENDİ HAZRETLERİ Yıl 2012 aylardan Eylül olayın bir bölümü Bilecik ilinin dürebildim. Ben aslem Mut’un Çivi köyü’ndenim. Öğreni Bozüyük ilçesinin Gökçeli köyünde geçer. mim süresince Mut’un üçbeğ mahallesinde kiralık bir evde Gökçeli Köyü’nden arkadaşım Ahmet Dingiloğlu 2012 yı kalıyordum. Okuldan tasdikname (belge) alınca bir öğle lının Eylül ayı içerisinde bir gün köye gideceğini; benim de vakti köyden getirdiğim eşeğin üzerine kitaplarımı koy kendisi ile köye gelip gelmeyeceğimi sordu. Ben de dağarcı duğum terki heybesini asıp köye doğru yollandım. Gü ğıma bir köy daha ekleyeceğim için teklifi kabul ettim. zergahım üzerindeki ilk köy olan Kelece Köy’üne yaklaş Ahmet’le köye gittiğimizin ikinci günü idi. O gün köye tığımda eşeğin üzerinde heybeden elime ilk geçen F önemli bir alimin geleceğini ve köylülere önemli bilgiler ransızca kitabı alıp sesli sesli okumaya başlamıştımki tam o aktaracağını söyledi. Bende alimin kim olduğunu sordum. sırada yanımdan hızlı hızlı geçmekte olan 35-40 yaşlarında -“ Köylülerden öğrendiğime göre alimin adı Hacı Hafız bir kadın dikkatlice bana bakarak uzaklaştı. Bir süre sonra Molla Şaban Efendi Hazretleri imiş” dedi köye girdiğimde o karşılaştığım kadın elinde boğazına bir - Ben de vallahi ne yalan söyleyeyim böyle bir ünvanın ip bağlanmış ineği ile önüme geçip, aman hocam şu ineği kolay kolay elde edilemeyeceğini, o sebeple böyle önemli me bir okuyuver, inek çok hasta deyince ziyadesiyle şaşır birinin vereceği bilgilerden yoksun olmayı hiç istemem dım. Şaşırdım ama kadının o haline üzülerek elimdeki Fran deyip teklifi kabul ettim. sızca kitaptan bir bölüm okuyup kağıda da okuduğum Akşam oldu tüm köy halkı ile birlikte biz de köy odasında bölümden birkaç cümle yazıp kağıdı katladım ve kadına yerimizi aldık. Köy odası hınca hınç doluydu. Alimin verdim. Bu kağıdı hemen götürüp bir tas suyun i gelmesini beklemeye başladık. Biraz sonra bizim a çerisinde eriterek ineğe içirmesini söyledim. lim köy muhtarı ile birlikte kapıdan içeri süzüldü. Kadın kağıdı alıp hızlıca ineğiyle birlikte uzak Alim şöyle bir bakındı odanın içindeki halka. Bir laşmadan önce o gün köyde kalıp kalmıyaca ara göz göze geldik. İlk anda bu zatı muhtere mi ğımı, kalırsam nerede olacağımıda sordu. bir yerden tanıdığım hissine kapıldım. Ko Bende bugün arkadaşım olan Kirtil Ah nuşma başladı, uzadıkça uzadı, fakat ben zatı metler’de kalacağımı, sabahleyin köye doğ muhteremin ne konuştuğunu değil bunu ner ru yol alacağımı söyledim. O gece arkada den tanıyorum diye hafızamı zorluyordum. O şım Kirtil Ahmetler’de kaldım. Sabahleyin kişiyi tüm yaş gruplarına ayırarak nereden tanı tam yola çıkacağım sırada o ineğine F dığımı çıkarmaya çalıştım; sonunda buldum. ransızca kitaptan satırlar okuduğum kadın Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa bu bizim içinde çeşitli hediyeler bulunan bir sepetle 1960’lı yıllarda Mut Orta Okulundaki sınıf birlikte bir miktarda para uzattı. “Hocam arkadaşım Şaban Kurşun olmalı diyerek bunları kabul edin, siz çok büyük bir hocasınız, hafızamı rahatlamasını sağladım. benim ineğimi iyi ettiniz” demesinmi. Ben de bo Konuşma bittiğinde köy halkı dağılma zuntuya vermeden bu verilenleri aldım. Daha sonra ya başladı. Fakat ben arkadaşıma bu yola koyuldum. İkinci konaklayacağım köy Çaltılı alime bazı sorularım olacak o sebeple köyü idi. Oraya vardığımda ineği nasıl iyileştirdi Musa KAPLAN ğim biraz bekleyelim dedim. Ahmet teklifimi ben varmadan köy halkı tarafından abartılı bir kabul etti ve beklemeye başladık. Bir şekilde söylenmeye başlamış. “ Bir Şaban Hoca var öyle müddet sonra köy odası tamamen boşaldı. Ben sayın hocam böyle hoca değil, koca ineği hemencecik iyileştiriverdi” Mersin’in Mut ilçesinde hiç bulundunuzmu dediğimde “evet gibi söylentiler köyü sarmış. O gün yine arkadaşlarımdan bulundum” dedi. Adınız Şaban Kurşun mu dediğimde: Kılçık Süleymenlar’a misafir oldum. Akşam ev doldu taştı. “Evet benim adım Şaban Kurşun fakat siz kimsiniz?” diye Benim ineği nasıl iyileştirdiğim konuşuldu hep. O köyde de karşılık verdi. yine başka biri bu defa keçisinin hasta olduğunu, bunada Bende adımın Musa Kaplan olduğunu söyledim. bir okumamı istediler. Bende kıramadım, onada meşhur Bunu üzerine hocaya şöyle bir soru sordum: Fransızca kitabından bir şeyler okuyup, yine kağıda birkaç Hocam, bu kadar kalabalık ünvanı almanız için bir sürü cümle yazıp yolladım. Vel hasıl ben bunları yapa yapa eğitimden geçmiş olmalısınız, bunlardan bahsedermisiniz? kendi köyümüz olan Çivi Köyü’ne gelene kadar her köyde Dediğimde: almış olduğum ünvanlara ünvanlar eklenerek ben oldum Olayın bundan sonraki bölümü Mersin Mut ilçesinde Hoca Hafız Molla Şaban Efendi Hazretleri. geçer. Baktım Bu işte ekmek, para var düştüm Anadolu yolları Evet Musa kardeşim, mademki beni tanıdınız öyleyse na. Her gittiğim yerde izzeti ikramlar paralar pullar zengin benim o dönem Mut Orta Okulu’nda en haylaz ve en tembel oldum. öğrenci olduğumu da hatırlamış olmalısınız. Musacığım itiraf edeyim ben ne hocayım ne hacıyım. Ben Doğrudur hocam, şöyle bir hafızamı zorladığımda sizin sahterarın biriyim. Böyle halk olduğu sürece de benim gibi söyledğiniz gibi bir öğrenci olduğunuzu hayal meyal sahtekarlar olacak ve olmayada devam edecek. hatırlıyorum. Not: Yukarıda yazılanlar bir kurgudur, yaşanmamıştır. Fakat bu Öyleyse anlatayım bu kalabalık ünvanı nasıl aldığımı. Türkiye’nin gerçeği. Bu halk uyanmadığı sürece Hacı Hafız Molla Haylaz ve tembel öğrenciydik ya; orta okulun sınıflarını çift Şaban Efendi Hazretleri olmaya devam edecektir. dikiş olarak devam ederken bunu sadece son sınıfa kadar sür


24

Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Sevgi Çırakman

Düşünceler alıkoyuyor beni Bir türlü silinmez izler Ne çok hayallerim var benim Hepsi bir birinden güzel. Güzellik yanlız hayallerdemi Gerçek olan senmisin Bilmem neredesin? Bir çiçeğin rengindemi Gök yüzünün maviliğindemi Sahile vuran hırçın dalgalardamı Yoksa bir sevginin gönlündemi. Madem hayaller bu kadar güzel yerin olsun hayalimde özel.

Kiremit renkli evlerin dar sokaklarından çıkıyorum yine bir mavinin yoluna gri bir hüzün yerde boylu boyunca uzaklaşırken gölgem kendimden tutkuların soluk yüzü vuruyor usuma sonra bir vapur uzaklaşıyor iskeleden bir bardak suda boğuyorum ne varsa kaç şehrin sürgünüyüm bilir misiniz ağacı bile kalmamış caddelerde dalgın şimdi anlatsam kederimle ölebilirsiniz.... Hülya Sığca

Seher Zerrin Ceviz Aktaş

Eylülde söndü ışıklar Mazlum Zengin Bir Eylül sabahı dondu gözyaşlarımız Homurdanan makineler sardı sevdamızı Yarım kaldı aşklarımız Sevdalar sallandırıldı gökyüzünde Utancından doğmadı güneş, yağmadı yağmur, esmedi rüzgâr Öldü aşklarımız, delikanlılarımız, kızlarımız. Karanlıklardan gelen, ayak sesleri böldü uykularımızı Güneş gözlü ak güvercinler ürktüler, uçtular. Çaldılar benden, yirmi beş yaş gençliğimi, çaldılar Yitti, kayboldu aşklarım, sevdalarım Eylülde söndü ışıklarımız. Ey karalar, karanlıklar Verin bana güneşimi aydınlıklarımı Anaların, bacıların gözyaşlarını Verin benim yıllarımı, gençliğimi Kafeslere koyduğunuz güvercinlerimi Ülkemin duyarlı gençliğini verin bana Verin bana eylülde aldığınız ışıklarımı verin, verin...

Kırk Yamalı Urbam… Turnanın kanadına kor sevdamı ekledim Haberin gelir diye turna yolu bekledim Karga düştü bahtıma sinemden itekledim. Özlemle kavrulurken hasrete hasret katma... Eylül vurdu dalıma yaprağımı dökerim Kara bulut birikir tırnağımla sökerim O yağdıkça yüzüme iki büklüm çökerim Hallerimi görünce yay gibi kaşın çatma… Gece, gündüz rüyama artık uğramaz oldun Söylesene; Kimlerin gönül kiriyle doldun? Siman netleştirirken sararıp birden soldun Gönülden uzak deyip hayalimizi satma… Bağdaş kurup oturdu ayrılığın yarası Sen gelmezsen silinmez alnımda is karası Ömür dediğin ne ki; iki dudak arası Kavun, karpuz misali gerilerek yan yatma… Yüreğimin hüznünü gönül gözün gördü mü? Çile çile dertleri kirpiklerin ördü mü? Damlanın nakışını örneğinden sordu mu? Kırk yamalı urbama bir ilmek de sen atma...


Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

25

Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek Berkant Akgürgen dört yıl önce Ekim ayında yaşamını yitirdi. Berkant, akciğer tümöründeki ilerleme nedeniyle hayatını kaybetmişti. Samanyolu şarkısıyla tanınan ve gönüllerimize taht kuran Berkant, dört yıl kadar da sinema ile uğraşmış ve oynculuk yapmıştı. BERKANT KİMDİR? Berkant Akgürgen, 31 Aralık 1938 tarihinde Ankara'da doğdu. Ortaöğrenim yıllarında mızıka ile edindiği müzik

tutkusunu, piyano çalmaya başlayarak sürdüren Berkant, 1956 yılında yatılı olarak okuduğu Denizli Lisesi' nden mezun oldu. İlk kez 1957 yılında Ankara'da bir düğün salonunda "Üstün Poyrazoğlu Orkestrası" ile sahneye çıktı. Aynı yıl kurduğu "Jüpiter Kenteti" adlı müzik topluluğu ile gece kulüplerinde çalıştı. Bu süreçte tanınmasının ardından TRT Ankara Radyosu'nda program yapmaya başladı. Askerlik sürecinde bando takımında yer almasının ardından İstanbul'a giderek saksafon öğrendi. 1964'te Ankara'da Yurdaer Doğulu ile orkestra kurarak çalışmalarını sürdürdü. 1965 yılında Vasfi Uçaroğlu Orkestrası'na solist olarak katılan Berkant, ilk plağını aynı yıl çıkardı. Sezen Cumhur Önal, Metin Bükey ve Teoman Alpay ile de çalışan sanatçı, 1967 yılında çıkardığı Samanyolu adlı şarkısıyla çok kısa sürede zirveye tırmandı. 1967'de sinema alanında da yer alan Berkant, 1971 yılına kadar çeşitli filmlerde rol aldı. Beste ve şarkı sözü uyarlaması, yazarlığı yaptı.

Samanyolu Sen kalbimin mehtabısın güneşisin Sen ruhumun vazgeçilmez bir eşisin Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek Ruhum senin kalbim senin ömrüm senin Yıllar geçse ölmeyecek bende sevgin Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek Uzaklara kaçıversek seninle biz Birgün elbet göze gelir bu sevgimiz Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek


26

Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Bahar Güz İki Mevsim

BU NASIL DÜNYA

Gülfer Ceylan Güreş

Fidan Karakaş

Resmederim hayatı canlanır yeni yeni İki mevsim yaşarım hatıralarda seni Acı ve hüzün derken sevince boğar beni Canı cana ol kılar bahar güz iki mevsim Bin çeşit çiçeklere bürünecek nisanda Her türlü duyguları göreceğiz insanda Derinden bir iç çekip gülümseyip zamanda Tebessümü bol kılar bahar güz iki mevsim Canlanırız yeniden doğarız közümüzden Coşa gelir koklarız toprağı özümüzden Aşkı canla yaşarız okunur yüzümüzden Sevdalara yol kılar bahar güz iki mevsim İlkbaharın yeşili mayısın çiçekleri Güz gelince dökülür ağacın pürçekleri Muhabbet ve sevgiyle başa gelecekleri Gönüllere bal kılar bahar güz iki mevsim Benim için huzurdur baharın ana dili Hoşgörüyle sunarız sevgi denilen gülü O yağmur damlaları yeşertir kavruk çölü Aşkı kalbe hal kılar bahar güz iki mevsim

Bir kez daha merhaba aşk! Hoş geldin.... Nerdesin bunca zamandır? Seni çok özlemişim Borcum da yoktu üstelik Hem biliyorsun, Senin bedelini fazlasıyla ödedim...

Ey Aşk!

Maneviyat ...o ne demek Vicdan ... siyah beyaz Kültür ... satılık bas parayı al diplomayı İŞ...Partizan lokması Sevgi ...marka sanalda yaşanır oldu AŞK Edep ... diz üstü boylar kısalmış Merhamet ...hayvana var insana yok moda böyle ne yapalım Sokaklar... beynelminel kalabalık Ülke... batmış batmış kime ne VATAN...modası geçti efsane Bağlılık ,yemin , söz vermek ...ha omu elektirik meselesi bitiveriyor aniden Ben... ben uzaylıyım dünyadan bana ne

biliyorum..... Geldiğin gibi, birden olmasın gidişin Dur hele! Geçsin güzelce aylar, mevsimler... İnsaflı ol aşk! Gitmeden birkaç gün önceden habar ver...

Öyle hemen alıp da başını gitme. Kanma diyorum yalanlara, Uslu dur.... Beni delirtme! Bildiğin gibiyim ben, Seni çözmekle meşgulum.... Yaşatansın.. Öldürensin.. Ağlatansın.. Güldürensin.. Takmışsın insanları peşine, Sürükleyip duruyorsun. Bazen varlığından şikayetçi olsam da Yokluğun daha beterdir senin,

Kıblesi riya olmuş seccadelerin inançlar pespaye

Merhaba hayat! Uykulu gecelerim... Gülen yüzüm.... Neşeli sabah kahvaltılarım... İlk sigaram.... Hoş geldin kaybetme korku'm... Hadi sen git beni yalnızlığımda bekle; Kahrolası suskunluğum..!

Mine Kızıldağ

Ey aşk! Yalan da olsan sana inandım Hey aşk! Bir an hiç gelmeyeceksin sandım.....


Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

27


28

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Ekim 2016

Ustayı u Can ÇALIŞKAN

Tarık Tahsin Üregül ya da sahne adıyla Tarık Akan 13 Aralık 1949 da İstanbul'da bir abla ve bir ağabeyden sonra üçüncü çocuk olarak doğdu. Akan, bir dönem subay olan babası Yaşar Üregül'ün görevi nedeniyle Erzurum, Dumlupınar'da yaşamıştır. Babasının başka bir tayini üzere Kayseri'ye taşındılar ve ilkokulunu da burada tamamladı. Babasının emekliliği üzerine İstanbul'a tekrar taşındılar ve Bakırköy'e yerleştiler.

Bakırköy'e taşındıktan sonra ortaokul ve liseyi burada tamamlamıştır. Lise'yi bitirdikten sonra, Yıldız Teknik Üniversitesi'ne girdi ve burada makine mühendisliği bölümünü okudu. Sinemaya geçmeden önce Bakırköy'deki plajlarda can kurtaranlık yapmaya başladı. Aynı zamanda sokaklarda işportacılık da yapmaya başladı. Yıldız Teknik Üniversitesi'nde, Makine Mühendisliği okuduktan sonra Gazetecilik Yüksek Okulu'na girdi ve bu okuldan mezun oldu. 1969 yılından sonra, 1970 yılında Ses dergisinin oyunculuk yarışmasına katılarak birinci olmuştur. 1971 yılında ilk sinema filmi Emine ile oyunculuk kariyeri başlamıştır. Bir anda Yeşilçam'ın en yakışıklı oyuncularından birisi haline gelmiştir. Daha sonra 1972 yılında oynadığı film Suçlu ile 1973 yılında Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alır. 1973 yılında Yeşilçam'ın en iyi duygusal filmlerinden birisi olarak bilinen Canım Kardeşim (1973) adlı filmde Halit Akçatepe ile başrol oynar. 1974 yılında Ertem Eğilmez'in yönettiği Rıfat Ilgaz'ın aynı adlı eserinden uyarlanan Hababam Sınıfı (1975) adlı filmde Damat Ferit adlı karakteri canlandırır, film 1975 yılında vizyona girer ve Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi filmlerinden birisi olur ve bir klasik haline gelir. Ardından Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı (1976) adlı, serinin ikinci filminde rol alır. Film Akan'ın oynadığı son Hababam Sınıfı filmi olmuştur ve serinin gelmiş geçmiş en çok hasılat yapan filmi olur. Gülşen Bubikoğlu ile oynadığı her filmde büyük başarı elde eden Akan'ın, 1975 yılında Bubikoğlu ile birlikte oynadıkları Ah Nerede adlı romantikkomedi filmi ile büyük başarı elde eder. 1970'li yıllarda oynadığı filmlerle adından sıkça söz ettirmiştir. Boyu, giyinişi ve saç stili ile 70'li yıllara damgasını vurarak Yeşilçam'ın büyük jönleri arasına adını yazdırmıştır. Yeşilçam'ın "cici çocuğu" olarak bilinen Akan, 1977 yılında Zeki Ökten'in yönetmenliğini üstlendiği başrollerini Melike Demirağ ve Tuncel Kurtiz ile paylaştığı Sürü adlı filmde oynamıştır. 70'li yıllardaki tarzından uzak ve artık genelde bıyıklı olarak film çekmiştir. Sürü adlı film ile çok büyük başarı sağlamıştır. Ardından 1978 yılında


Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

29

ğurladık

Cüneyt Arkın ile beraber başrol oynadığı Maden adlı film ile artık her türlü filmde oynayabileceğini kanıtlamıştır. 1982 yılında Şerif Gören ve Yılmaz Güney'in yönettiği efsane olan Yol filmi ile çok büyük başarı elde etmiş ve dünyaya adını duyurmuştur. Film 1982 yılında Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülünü alan tek film olmuştur ve Akan, En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde aday olmuştur. 1990 yılında başrolünü oynadığı Karartma Geceleri adlı film Yeşilçam'ın klasikleri arasında yer almıştır. Tarık Akan, Altın Portakal Film Festivali adlı ödül yarışmasında yedi ödül alan tek erkek oyuncudur. Tarık Akan, 1980 yılında 12 Eylül Darbesi'nde 12 yıl hapis cezası ile yargılanmış ancak 2.5 ay hücre hapsi cezası almıştır. 7 Ağustos 1986 tarihinde Yasemin Erkut ile evlenmiştir. Bu evlilikten 1986 yılında Barış Zeki Üregül dünyaya gelmiştir. Ardından 1988 yılında ikiz olan Yaşar Özgür ile Özlem dünyaya gelmişlerdir. Tarık Akan 12 Eylül Darbesi'nin hemen ardından 1981 başlarında Almanya'da yaptığı bir konuşma yüzünden yurda dönüşünde tutuklanmış ve aylar boyunca tutuklu kalmıştı. Akan, bu uzun tutukluluk ve yargılanma sürecini kitaplaştırmıştı. Dönemin önemli olaylarına da değindiği

anı kitabı ilk kez 2002'de yayımlanmış ve daha sonra da onlarca yeni baskıları yapılmıştı. Kitabın bir bölümünde de Yol filminin yapım öyküsüne yer verilmiştir. · "Anne Kafamda Bit Var"(12 Eylül Anıları), Tarık Akan, Can Yayınları, İstanbul, 2002. Akan, toplam 111 filmde ve 4 televizyon dizisinde oynamıştır. Akciğer kanseri olan Akan, tedavisini İstanbul'da sürdürmekteyken 16 Eylül 2016 hayatını kaybetti.Cenazesi için 18 Eylül 2016 tarihinde Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nda düzenlenen anma etkinliği sonrasında, Teşvikiye Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Bakırköy Zuhuratbaba Mezarlığı'na defnedildi. Çocukluk ve gençlik dönemlerimin en güzel filmlerinde rol alan,pek çok genç kızın hayallerini süsleyen Yeşilçam'ın yakışıklısı.Senin filmlerinle büyümek ayrı bir ayrıcalıktı.Geride bıraktığın tüm güzellikler için teşekkürler.Ruhun şad mekanın cennet olsun.


30

Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Hem duru/ Hem yağışlı bir gök gibi Sessiz çığlıklarla kanayan Ateşli yürekler küllenip sönüyor Sıvışık bir yürek sızısı gibi İçimizde bir şeyler kıvrılıp büzüşüyor Bunca yaygara içinde Barışçıl bir hoşnutlukla Aydınlık bir yürek örmeliyiz çağa karşı Güneşin iyiliğini tenimizde duyarak Dinlendirmeliyiz kanatlarımızı Nasıl olsa hayat geçer herşey biter Zamanla herşey silinir gider Işıkla sözün tılsımında Geriye bir tek sevda kalır Olcay Kasımoğlu

KİRLENDİK Zehirlendik riyasında metropollerin, Ellerimizde kiri yapış yapış. Takılıp revnakların peşine, Olmayacak sihirlere uzandık. Yanılgılar coşkun türkülerimizi çaldı. Pars sevdasıyla, Yıllar yılı madde avına daldık. Terk ettik yeşil gözlü köylerimizi, Metropol kıskacına sıkıştık. Kayıp zamanları geri alamayınca, Şiirlere kurşun yağdırdık. Giyotin kokulu geniş caddelerde, Artık kendi cellatlarımızdık. Kayboldu ruhumuzun mavi çocuk gülüşü. Çiçeklerimiz kurudu dallarımızda, Ya da kokusunu yitirdik…. Tarihe karıştı cevher gençlik, Büyüdükçe çirkinleştik, kirlendik. Kırmızı rujunda kötülüklerin, Çıkarcı, sadist katilleriydik.

Yozlaşmış metropollerin zehirli soluğunda, Çarpık ilişkilerle aşkı tükettik. Çığ düştü beyaz yüreğimize, Mutluluğu yitirdik… NUR GÖKIRMAKLI “Öbür Yarım” kitabından


Ekim 2016

31

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Cumhuriyet Dönemi Şairleri

Aşık Zevraki

Hazırlayan: Ömer Kuloğlu Asıl adı Akif Timurhan’dır. İlk ve ortaokulu Kelkit’te okudu.Küçük yaşlarda halk şiirine ilgi duydu.Küçük yaşlarda resim yapmaya başladı. Bağlama ve kaval çalmayı gençlik yıllarında öğrendi. Gördüğü bir rüyadan sonra şiire olan ilgisi arttı. Rüyasında gördüğü kıza aşık oldu ve ona şiirler yazıp resimler yaptı. Hayalindeki sevgiliyi yirmi yıl sonra buldu. İlk şiirlerinde kendi adını kullandı. Daha sonra Tahta kayık anlamına gelen Zevraki mahlasını kullandı. Farsça ve Arapça tamlamalarını dilimize ustaca aktarabilen nadir kıymetlerdendir. Kuzeydoğu Anadolu Aşıklar geleneğini kendine göre yorumlayıp günümüze ustaca taşıyan Zevraki’nin şiirleri bir çok dergide yayınlandı. Bektaşi felsefesini kendine ilke edinen Zevraki sevgiden toplumsal taşlamalara, tasavvuftan doğaya kadar her konuyu şiirlerinde işledi. Elyazmalarında şiir ve çeşitli konulardaki düşüncelerini aktardığı divanını kendi yaptığı resimlerle renklendirdi. Halkın sesini dillendirmiş, gönüllerdeki acıları, sevdayı, hasreti özünde hissetmiş ve şiirlerine taşımış kini, nefreti sevgiye dönüştürmüş insanca duygularıyla gönüllere yerleş miştir. Zamanla tanı nan Aşık Akif halk ozanı olmanın bütün özelliklerini kişiliğinde barındıran Akif, çok partili dönemde şahit olduğu ayrımcılığa şiddetle karşı çıktı. Köylerdeki or manların azaldığını gördükçe uygun gördüğü her yere fidan dikti. Her dü şündüğünü şiirle ifade eden Aşık, üstün sezgi ve göz lem gücüyle gidişin nereye varacağını sezip şiirlerinde u y a r m a y a çalışmıştır.Binlerce şiirinin tek kelimesi d e ğ i ş m e d e n tümünün bir arada olması şartıyla

1922-2008

basılmasına izin verir. Kimse cesaret edemez. 1 Ocak 2008 tarihinde dostlarına “Bu Benim Son Günümdür” diyerek yetmişe yakın şiiri yazdırmış, evine dönüp yatmış kendi deyimiyle “Biri ekip beşi biçtiği” bu dünyaya gözlerini yummuştur. Dostlar Sizi Çeşmim yaşı döndü Nil’e Ark edemem dostlar sizi Gözüm görmez gelsez bile Farkedemem dostlar sizi Bökem değil çalı çubuk Ne kuşburnu ne kızambuk Ne harossuz ne çaylambuk Herk edemem dostlar sizi Bugün varsak yarın yoğuz Aynı hicranla mechuruz Tüm vücutlarda tek ruhuz Terk edemem dostlar sizi Zevraki’yi sarmış köküz Ne camuş söker ne öküz Aynı bülbül aynı büküz Ürkütemem dostlar sizi


32

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Ekim 2016

Halk müziğ

Sevda Vokalistlikle başlayan sanat hayatının basamaklarını hızlı bir şekilde çıkan Sevda Gül, halk müziğinde kendisinden söz ettirmeye başladı.

13 yaşında sahneye çıkıp, 17 sinde ilk albümünü yapan sanatçıya kimileri Mihrican Bahar’ın varisi, kimileri ise geleceğin Sabahat Akkiraz’ı dedi. Genç sanatçı, özellikle Tokat türkülerinin yükselen sesi olmayı başardı.

Öğretmeni Güreş’ten Gül’e övgü ! Geçtiğimiz günlerde eşi şair Gülfer Ceylan Güreş ile birlikte sahnesini ziyaret eden ve Tokat’ta ilkokul öğrencisi iken öğretmeni olan Şair Bedrettin Güreş, Sevda Gül’ü ürkek ama sevecen, muhteşem bir sesi olan biri olarak tanımlarken, “Yöresel festivallerde pişen, hanımefendiliğini koruyan saygılı, sanatına aşık değerli bir evladımızdır” dedi.


Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

inin yükselen sesi:

Gül Geçmişte okul gecelerinde başlayan sahne hayatına bugün TRT başta olmak üzere, birçok ulusal ve yerel kanalda yayınlanan programlarda, Tokat ve çevre yörelere ait türküleri sahnelere taşıyan Sevda Gül, "Sanatçı olmasaydım; çocuk gelişimi ile ilgili ihtisas yapmayı, çocukların zihinsel, duygusal, ruhsal ve sosyal gelişimlerini takip etmeyi, sağlıklı bir birey olarak topluma kazandırmayı çok isterdim. " derken, sanatını icra etmenin yanı sıra sosyal sorumluluk projelerine de destek vermeye devam ediyor.

33


34

Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Edebiyatın Geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden, “Edebiyatın işçi kadını” şair, yazar Sennur Sezer’in kaybı, sadece yazın dünyasını değil, her kesimden insanı; yazarları, sanatçıları, yayıncıları, gazetecileri, sendikacıları, işçileri ve tüm okurlarını yasa boğmuştu. Sezer, 7 Ekim 2015'de 72 yaşında, İstanbul'da hayatını kaybetti. Sennur Sezer, Türkiye’nin en önemli kadın şairlerden biri olarak gösteriliyordu. Şairliğinin yanı sıra edebiyat ve edebiyat tarihi alanında da eserler veren Sezer, 50 yıllık eşi Adnan Özyalçıner’in ‘Buruk Acı‘ isimli romanından aynı adla 1969’da sinemaya uyarlanan film için yapılan ‘Buruk Acı’ şarkısının da söz yazarıydı. 12 Haziran 1943'te Eskişehir'de doğan Sennur Sezer, 1959’da İstanbul Kız Lisesi’nin ikinci sınıfından ayrıldıktan sonra Taşkızak Tersanesi’nde çalışmaya başladı. 1965 yılında Varlık Yayınları düzelticiliğine geçti. 1967 yılında Adnan Özyalçıner ile evlendi. 1982 yılına kadar çeşitli yayınevlerinde ve ansiklopedilerde düzelticilik, metin yazarlığı yaptı. Başta Evrensel Gazetesi ve Evrensel Kültür olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayınlanan Sezer'in yayınlanmış çok sayıda kitabı var. Evrensel Basım Yayın tarafından yayınlanan "Şiirin Ve Umudun Yorulmaz İğnesi, Sennur Sezer" isimli kitapta şöyle yazıyordu: "Rivayet edilir ki, Mevlana, Yunus Emre için, 'Geçtiğim bütün yollar boyunca, önüm sıra o Türkmen kocasının ayak izlerini gördüm' demiş. Hangi işi yaparsa yapsın kişi, hangi hünerin erbabı olursa olsun, ressam, tiyatrocu, sinemacı, şair, romancı ya da kalaycı, makinist, çömlekçi, terzi, ana ya da baba, Sennur'dan öğreneceği bir şey vardır.”

Ödüller 1980 yılında kadınlara yönelik yazıları ve şiirleri için Kadınların Sesi Dergisi’nin 8 Mart Ödülü; 1987’de Bu Resimde Kimler Var adlı kitabına Halil Kocagöz Şiir Ödülü; 1990’da Adnan Özyalçıner ile birlikte yazdığı Keloğlan ile Köse adlı öykü kitabı için Sıtkı Dost Çocuk Edebiyatı 1.lik Ödülü; 1998’de “şiiri alanlara taşıdığı için” Pir Sultan Abdal Dernekleri Edebiyat Ödülü verildi. 2000 yılında Oğuzkaan Koleji’nin “2000 yılı şiir ustaları” sanını Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Sunay Akın ile birlikte aldı. Kirlenmiş Kâğıtlar adlı kitabıyla 2000 Yılı Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü kazandı. Ayrıca 2007’de 15. Truva Kültür Sanat Ödülleri-Şiir Ödülü’nü, 2009’da Ş. Avni Ölez Şiir Emek Ödülü’nü aldı ve Kadın Yazarlar Derneği Onur Üyeliği’ne seçildi. Pencereden Bakan Çocuk adlı kitabı ile 15 Yılın En İyi Çocuk Şiirleri Kitabı (1994-2008) Ödülü’nü aldı. Kitapları Şiir: Gecekondu (1964) Yasak (1966) Direnç (1977) Sesimi Arıyorum (1982) Kimlik Kartı (ilk üç kitaptan seçmeler, 1983) Bu Resimde Kimler Var (1986) Afiş (1991) Direnç Şiirleri (Toplu Şiirler, 1995) Kirlenmiş Kâğıtlar (1999/2009) Dilsiz Dengbêj (2001, 2007), Bir Annenin Notları (Seçme Şiirler, 2002) Akşam Haberleri (2006)


Ekim 2016

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

35

işçi kadını Sennur Sezer Deneme: Şiir Gündemi (1995) İnceleme Araştırma: İstanbul’un Taşı Toprağı Altın (Eski İstanbul Yaşayışı ve Folkloru, Adnan Özyalçıner ile, 1995, kitabın gözden geçirilip genişletilmiş ikinci baskısı Bir Zamanların İstanbulu adıyla, 2005) Osmanlı’da Fal ve Falnameler (1998) Nâzım, Dünya ve Biz, (Şükran Kurdakul ile, 2002) Üç Dinin Buluştuğu Kent İstanbul (Adnan Özyalçıner ile, 2003) 68’in Edebiyatı Edebiyatın 68’i (2008) Çocuk Kitapları: Gerçeğin Masalı (şiirler, 1979/2003) Sümüklü Böceğin Masalı (şiir-masal, 1989/2007) Keloğlan ile Köse (Adnan Özyalçıner ile, 1989/2004) Hasır Ören Padişah (masal, 1991) Robin Hood (1993) Pencereden Bakan Çocuk (1995, 2002, 2006) Anadolu’dan Öyküler (Adnan Özyalçıner ile, 1995) Masal Evi (Masallar, Adnan Özyalçıner ile, 2003) İğne Mızrak Mercimek Kalkan (tekerlemeler, bilmeceler, 2005) 1001 Gece Masalları (2006)

Gurbet içimde bir ok herşey bana yabancı Hayat öyle bir han ki acı içimde hancı Sevmek korkulu rüya yalnızlık büyük acı Hangi kapıyı çalsam karşımda buruk acı

Yıllar yılı gönlümde bir gün sabah olmadı Bu ne bitmez çileymiş neden hala dolmadı Sevmek korkulu rüya yalnızlık büyük acı Hangi kapıyı çalsam karşımda buruk acı

Sennur Sezer

Transatlantiğin Vidası Ufacık Vidacık (Türkçeİngilizce, 2007) Mevlâna Dedem Demiş ki (2008) Anlatı: Türk Safosu Mihri Hatun (Belgesel Anlatı, 1997/2005) Kerem ile Aslı (2005) Şahmaran (2006) Seçki: Uçuk Seçik Şiirler (şiir seçkisi, 1991), Emek Öyküleri I, II, III, IV (Ekmek Kavgası, Grev Bildirisi, Motorize Köleler, Dokumacının Ölümü, öykü seçkisi, Adnan Özyalçıner ile, 1998-1999) Akdenizli Şiirler (2007) Divan Şiirinden Seçmeler (2007, Adnan Özyalçıner ile) Halk Şiirinden Seçmeler (2007, Adnan Özyalçıner ile) Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2007, Adnan Özyalçıner ile) Benim Nasrettin Hocam (2008) Yemek Kitabı: Az Masraflı ve Kolay Yemekler (2001)


36

Kardelen Sanat

Ekim 2016

DOKUNMA ! Seranay İDUĞ Ben ilköğretim eğitimimi mahalle arasındaki bir ilkokulda geçirdim. Takdir edersiniz ki her tür sosyal statüden insan mevcuttu. Lise dönemi yani ergenlik dönemimden önce tiyatro okumak için yırtınıp durdum. Ailem -ki bu konuda şanslı olduğumu söylemeden geçemeyeceğim- bu düşünceme saygı duyup lise de beni bir güzel sanatlar lisesine yazdırlar.Lise birinci sınıf benim için bu yüzden bir uyanış oldu diyebilirim. Çünkü benim düşüncelerime göre lise dönemi her bireyin yaşadığı ilklerden oluşmakta. Buna kesin ve net hatalar da dahil. Uyanış dememin nedeni ise sanat kavramının cehalete ışık tuttuğu kadar insanı büyüttüğünü öğrenmem oldu. Çok fazla kitap okumam, araştırmam, sorgulamam gerektiğini öğrendim. Okuduğum liseden her mezun olan kişi tabiki sanat ile ilgili bir bölüm okumak zorunda değildi. Lakin bir şeylerin farkında olarak lise dönemini bitirmiş bireylerdi.

Benim okuduğum lisenin içinden girdiğiniz zaman ilk kattan başlayan piyamo sesiyle okula giriyordunuz. Sabahları günaydın dediğiniz sınıf arkadaşlarınızın bazılarında enstrüman bazılarında resim çantası vardı. Yahut benim gibi tiyatro okuyan bir öğrenci iseniz elinizde mutlaka bir kitap olmak zorundadır. Bahsettiğim bu minimal örnekler size çok kötü mü geliyor? Açıkçası lisenin başlarında bize işkence geliyordu. Çünkü bilmiyorduk öğrendiğimiz yaptığımız şeylerin kıymetini. Kanın deli akması durumu vardı hani biraz biraz. Birazdan halllice. Lakin ben eminim ki mezun olduğumuz an farkına vardık önümüze altın tepsiyle sunulan yemeğin lezzetini. Çünkü biz güzel sanatlar lisesinden mezun olmuş, sanatın özgürlüğünde - bu konuda artık şüpheliyim ne yazık ki- düşüncelerimize sahip çıkmayı öğrenen, gören,duyan, ve söylemekten çekinmeyen bireyler olmuştuk. Estetik kavramının içinde hüküm sürdüğü gençleri batakhanelere sürüklemek yerine sanatla yoğuran kurumlardan ne istiyorsunuz? Niçin sizleri rahatsız ediyor tüm bunlar? Ben güzel sanatlar lisesinden mezun bir üniversite öğrencisiyim. Kaybım yok kazancım var. 'Güzel sanatlar liselerine dokunma!'


Ekim 2016

37

Kardelen Sanat

BECKETT 15 Ekim 2016 Cumartesi Karmadrama (prömiyer) 20.30 22 Ekim 2016 Cumartesi Öykü Sahne 20.30

OYUNUN KONUSU : Samuel Beckett tarafından yazılan beş farklı kısa oyunun tek bir döngü içerisinde kullanılarak, birbiri ile harmanlanması sonucunda ortaya çıkmış, performansa dayalı bir oyundur. Oyun, bazen bir karenin içinde; bazen de hareket rotası olarak kullanılan kenarlar üzerinde gerçekleşmektedir. Bu kare, sahnelenen hayat olgusuna kimi zaman bir imgelem olarak sınır koyarken; kimi zaman da çıkışı olmayan ve tekrarlardan oluşan dört köşe ve kenardan ibarettir. ”Zaman” ”Umut”

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

KARDELEN ŞİİR ve MÜZİK GRUBU’NUN AYLIK E-DERGİSİDİR YIL: 1 SAYI: 11

TEMSİLCİLERİMİZ

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Yusuf Ziya Leblebici

Ankara Çorum İzmir Batman Denizli

Demet Akyürek Gamze Höcü Songül Aksankur Hülya Çölgeçen Aysel Menteş

YAYIN KURULU Turan Karatepe- Bedrettin Güreş Murat Karagöz - Can Çalışkan

İLETİŞİM yusufziyaleblebici@gmail.com https://www.facebook.com/groups/31746001219/

Kardelen Şiir ve Müzik Grubu’ nun ücretsiz aylık dergisidir. Ta mamen sanat ve sanat haberlerini içerir, bu amaçla da ücretsizdir. Dergimizde yayınlanan yazılar dan yazarların kendileri sorumlu dur. Siyasi, dini ve mezhepsel bir bağı yoktur. Tamamen bağım sızdır...

"Yaşam" ”Hesaplaşma” "Aile" OYUNUN KÜNYESİ : YAZAN : Samuel BECKETT YÖNETEN :Erkan KILIÇ YARDIMCI YÖNETMEN : Batuhan KOZANOĞLU KOREOGRAF: Erkan KILIÇ DEKOR TASARIM : Sena SONAT KOSTÜM TASARIM : Ela GÜLHAN, Merve AYTEŞ SES ve MÜZİK TASARIM : Batuhan KOZANOĞLU IŞIK TASARIM :Selin ERESİN AFİŞ TASARIM : Erkan KILIÇ OYUNCULAR : Anıl ÇALIM, Ela GÜLHAN, Merve AYTEŞ, Selin ERESİN, Sena SONAT, Sercan ŞEKERCİ


38

kArDElEn ŞİİR ve MÜZİK GRUBU

Kardelen Sanat

Ekim 2016

Hazırlayan: Serenay İDUĞ

Tiyatro Sporu

2 Ekim Pazar KKM Gazanfer Özcan Sahnesi - İstanbul 24 Ekim P.tesi Sabancı KM - Kocaeli Türkiye’de modern doğaçlama tiyatronun öncüsü olan Mahşeri Cümbüş, tiyatroseverler ile buluşmaya devam ediyor. Mahşer-i Cümbüş, 2001 yılı Mayıs ayında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü öğrencileri tarafından kuruldu. Aynı yıl Eylül ayında Ankara Tenedos Kafe'de "Tiyatro Sporu" gösterilerine başladı. Mahşer-i Cümbüş 2003 yılının Ağustos ayında İstanbul’a taşınarak faaliyetlerini İstanbul’da sürdürdü. Mahşer-i Cümbüş kurulduğu günden bu yana Ankara ve İstanbul başta olmak üzere birçok ilde gösteriler sergiledi ve festivallere katıldı. Türkiye’de modern doğaçlama tiyatronun öncüsü olan Mahşer-i Cümbüş, doğaçlama tiyatronun gösteri biçimlerinden biri olan "Tiyatro Sporu"nu Türkiye’de ilk defa seyirci ile buluşturdu. Bugüne kadar 500'ün üzerinde "Tiyatro Sporu", 200’ün üzerinde "Beyin Fırtınası" gösterisi yapan ekip, Türkiye’de bir ilke imza atarak 2007 yılında Türkiye’nin ilk doğaçlama şov programı "Anında Görüntü Show"u ekranlara taşıdı ve Türk televizyonlarında yepyeni bir dönem başladı. Beyin Fırtınası İlk kez 2006 yılında Mahşer-i Cümbüş tarafından geliştirilen ve Hayalhane’de oynanan, yarışma mantığına dayanmayan yeni bir gösteri biçimidir. Modern doğaçlama tiyatro’nun tüm türlerinde olduğu gibi, Beyin Fırtınası’nda da seyircinin katılımı oldukça önemlidir. Çeşitli sayılarda "longform" adı verilen uzun biçim oyunlar yanyana gelir ve tüm oyuncular birlikte oynarlar. Uzun biçim oyunlar, sadece bir anın oynanmadığı, tamamlanmış oyunlardır. Oyuncular, seyirciden alınan yönelimler doğrultusunda öykü, karakter ve temayı ortaya çıkararak tamamlanmış oyunlar sergilerler. Oyuncuların performanslarının dışında, doğaçlama müzik ve ışık da uzun biçim oyunlarda çok etkilidir. Seyirciler tamamlanmış bir öykü seyrederken, farklı mekanları, duygu durumlarını ve karakterlerin etkilerini, oyun sırasında tasarlanan müzik ve ışığın etkisiyle daha da gerçekçi hissederler. Hatta bu etkiyi arttırmak için gerektiğinde oyuncuların sesle yaptıkları efektler de önemli rol oynar. Tiyatro Sporu 1977’de Alberta, Calgary’de Keith Johnstone tarafından geliştirilen Tiyatro Sporu fikri, hararet yaratan ve seyirci tepkisi çeken profesyonel güreş müsabakalarında kullanılan tekniklerin Johnstone tarafından gözlemlenmesiyle icat edilmiştir. Tiyatro Sporu; oyuncuların iki takıma ayrılıp her iki takımın da seyircilerden alınan çıkış noktalarıyla çeşitli “shortform” adı

verilen kısa turlar oynayarak birbirleri ile müsabaka etmesi mantığına dayanır. Her turun sonunda takımlara seyirciler tarafından puanlar verilir ve gösterinin sonunda bu puanlar toplanır. Ortaya bir galip ve bir mağlup çıkar ya da her iki takımın da puanları eşitse gösteri beraberlikle sonuçlanır. Mahşer-i Cümbüş ve diğer Hayalhane gruplarının (Sürç-ü Lisan, Ehl-i Keyf, Ani Etki Ters Tepki, Mevzu Bahis) yaptığı bir Tiyatro Sporu gösterisinde spontane düşünme ve canlandırma, yanılsamayı kırma, kara mizah, ironi gibi unsurlar esastır. Özel bir kostüm olmadan oyuncular gündelik kıyafetleri ile sahnede yer alırlar. Çıplak sahne oyuncunun ve seyircinin hayal gücü ile şekillenir. Seyirci oyuncudan kopuk, karanlık salonda görünmez silüetler değil oyuncunun her an dokunabildiği, hissettiği ve onun gücünden yararlandığı sahne arkadaşıdır. Tiyatro Sporu gösterisi seyirciyle birlikte bir “oyun” un oluşturulmasını sağlar. Tiyatro Sporu, bir müsabaka olmasına rağmen, klişelerin ve esprilerin oyunun niteliğini düşüreceği yönünde bir felsefeye sahiptir. Önemli olan karakterleri yaratmak, spontane ve işbirlikçi öykü anlatımıdır. Komiklikler ve espriler öykünün gidişatını bozucu, bunun yanı sıra hem işbirlikçi çalışmayı hem de sahne oluşturmayı engelleyici olarak görülür. Johnstone tarafından öğretilen diğer bir yöntem ise sahnede ilk önce karakterleri ve arka planı belirleyen bir “ortam” hazırlamaktır. Bu ortam hazırlandığında bazı çatışmalar ve kurnazlıklar (oynamalar) öne sürülmelidir. Bu yönteme göre bir sahne her zaman daralabilecek bir “olasılıklar çemberi”ni içermelidir. “Olasılıklar çemberi”, doğaçlamacıların oyun içinde mantıklı bir şekilde ortaya atabileceği çeşitli öneriler demektir. Bir sahnenin başlangıcında her şey mümkündür fakat birçok öneri oluşturulduğunda ve sahnenin gerçekliği net bir şekilde tanımlandığında olasılıklar çemberi daralır ve doğaçlamacılar önceden kurulmuş olanla tutarsız görünen önerilerde bulunarak olasılıklar çemberinin dışına çıkmamalılardır. Bir “Tiyatro Sporu” gösterisi asla tekrar etmez. Her şey o oyuna ve o seyirciye özeldir. Bu sebeple her oyun birbirinden farklıdır.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.