POSTA212 - SAYI 56

Page 1

İsrail hükümeti istifa edecek

Amerika Türkiye ilişkilerinde yeni ufuklar

n Arkadaşımız Daphne Barak, görev süresi dolan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in yerine kimin geleceğinin belirleneceği ve önümüzdeki hafta yapılacak seçimleri yerinde izledi, adaylarla konuştu. Görünen o ki seçimlerden sonra hükümet istifa edecek.

n Amerikan-Türk Konseyi Konferansı’nın ardından Başkan James H. Holmes’in istifasıyla sonuçlanan krize, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Victoria Nuland el koydu.

sayfa

9

sayfa

9

Daphne Barak’ın kaleminden ilk kez POSTA212’de

Babalar Günü kutlu olsun sayfa

HAFTALIK ÜCRETSİZ

A M E R İ K A’ D A K İ T Ü R K L E R İ N G A Z E T E S İ

www.posta212.com • YIL 2 • SAYI 56

11 Haziran 2014 Çarşamba

2

‘ANAHTARI ELİNDE TUTAN ADAM’ Başkan Obama’nın 2009- 2013 yılları arasındaki ilk Dışişleri Bakanı olan Hillary Clinton’un Türkiye’den de oldukça geniş yer verdiği ‘Zor Tercihler’ adlı kitabını piyasaya çıkmadan önce POSTA212 ele geçirdi.

Clinton kitabında, Başbakan Erdoğan’dan ‘Anahtarı elinde tutan adam’ diye söz ediyor. Yine kitaba göre Türkiye ile ABD ilişkilerini Bush bozmuş. Ayrıca, Clinton’a göre, Türkiye ‘çok ilgi isteyen bir ülke’.

sayfa

8

TACCI’de Koçak dönemi

Nikah yoksa miras da yok n New York eyalet

sayfa

2

sayfa

3

Einstein gibi bir Türk genci

ABD’de yaşayan Türkler’e bravo

Taliban’ın bıraktığı çavuş sorun oldu sayfa 14

Esrar serbest kaldı suç oranı düştü sayfa 14

Ekonomi çökse de dünyanın sonu gelmez

sayfa

n Soma felaketinin ardından ABD’li Türkler

12

tek yürek oldu. Türkiye’ye yardım yağıyor.

sayfa

15

Şimdi Central Park zamanı n Uzun kışın ardından Central Park soğuk sessizliğini, rengarenk çiçeklere ve kuş seslerine bıraktı.

sayfa

13

Öğrenci kredisi borçlarına Obama’dan müjde geldi

n Güney Amerika’daki kuraklık kahve ürünlerin-

7

4

Göçmenlik reformu hâlâ beklemede 5

de fiyat artışını kaçınılmaz kıldı. Pek çok tanınmış marka en az yüzde 10 zamma hazırlanıyor.

n Yılan hikayesine dönen Göçmenlik Reformu’nun yaz aylarında çıkarılmasıyla ilgili bir gelişme yok ama umudunu koruyanlar var.

Türban taktı okuldan atıldı

sayfa

11

sayfa

10

Yabancı gazeteciler ‘kaynak’tan dertli

Kahvenin de tadı kaçıyor sayfa

sayfa

sayfa

n Harvard Üniversitesi’ni tüm bölümlerin birincisi olarak bitiren

Levent Alpöge’nin başarısının sırrını annesi Simay Alpöge anlattı.

kanunlarına göre vasiyetname ve evlilik olmaması halinde çiftler yasal mirasçı olamıyor.

sayfa

6

n Gezi olaylarının yıldönümünde gözaltına alı-

nan CNN muhabiri Ivan Watson olayı ile daha da belirginleşen sıkıntıyı muhataplarına sorduk.


Toplum Yaşam

11 Haziran 2014 Çarşamba

Mehveş Koçak mehveskocak@posta212.com

Babalar ve Kızları ANNE kelimesiyle birlikte duyguların en güzeli, yaşamın en saf hali dudaklarımızdan dökülür. Baba’ya gelince durup kalır, düşünürüz. Mantık, duygu ve yaşadıklarımız “Baba”yı tarif etmek için vakit ister. Onun hakkında yazılmış, düşünülmüş çok az şiir, makale vardır. Baba, anneden sonra evdeki yabancı olarak uzak kalmıştır. Baba ve oğulları, asker-komuta zincirinde bir ilişkidir. Baba ve kızları arasındaki ilişki ise bir masal gibidir. Kahraman olan babadır, kabarık tüllü elbisler içindeki kızı da prensestir. Baba, evdeki küçük kızın kalbine giren ilk erkektir... Onun kapıdan içeri giremsiyle, evdeki küçük kızın, prensesliği başlar. Kral kaleye gelmiştir artık. Bayraklar açılmış, yemekler hazırlanmış, etraftaki oğlan çocukları savaş gösterilerine başlamıştır. Küçük prenses sessizce köşeye çekilir. Babanın diğerlerinden daha çok özen göstermesi gerekir kızına . Küçük prenses gururla tüm kibarlılığıyla öpülmeyi bekler. Naz ve kur yapma zamanıdır, bütün cilvelerini sergiler. Her bakış, her hareket babanın kalbine giden yoldur, şımardıkça şımarır. O sert ve güçlü ses tonu kullanan baba “ kızım” dediğine kibarlaşır. O büyük ve güçlü elleri kızına dokunurken pamuk gibi yumuşar. O dev cüsseli, geniş omuzlu adam, küçük kızının elinde kırılacak bir oyuncağa döner. Kimsenin gücü ona sakal ve bıyıklarını kestiremez ama küçük prensesi “sakalların batıyor” derse hemen keser. Yaramazlık yapan kızına sadece bir kelime söylerken bile çekinir. Ağzından sert bir harf kaçar. Küçük kızın canını kimse bu kadar acıtamaz, gözyaşları sel olup akar. İşte baba orda ölür. Baba dünyanın en güçlü silahı ile karşı karşıyadır artık. Dayanamaz günlerce akan o gözyaşlarını düşünür. Kızını üzdüğü için kendine lanet okur. Prenseslik, babanın krallığı altındaki evde hiç bitmez. Bu saltanat bir ömür boyu devam eder. Kız çocukları baba evinden çıktıklarında herşeyin bir masal olmadığını anlar. Dünyanın prenslerle dolu olduğu sanan prenses, babası gibi akıllı, güçlü, güven dolu, saygı ve sevginin yıkılmaz kalesinde yeni bir kral adayı arar. Önce aşkı bulduğu yerde saygıyı kaybeder, sevdiği yerde güveni yitirir. Sonunda anlar ki kendisi ne bir prensestir ne de kral olacak prens vardır bu dünyada. Onun masallarına kimse inanmaz , o da masallara inanmamayı öğrenir. Bu dünyada kızları için saltanatın hakim olduğu yer baba evidir . Onları gerçekten çok seven, ölümü göze olan “Babalarıdır” Bu dünyada kral olan tek erkek vardır o da “Baba’dır “ Kalbi sevgi ile dolu tüm babaların babalar günü kutlu olsun.

Babalar Günü de çok özel İlk kez 19 Haziran 1910’da Babalar Günü Washington’un Spokane şehrinde kutlanmaya başlayan Babalar Günü, 1972’de Başkan Nixon tarafından haziran ayının 3’üncü haftası olarak resmen ilan edildi AYSEL TAPAN HABER MERKEZİ - POSTA212

A

nneler Günü’nün yanında biraz sönük kalsa da bir o kadar değerli olan Babalar Günü’ne sayılı günler kaldı. Aslında Anneler Günü kadar eski bir tarihe sahip olan Babalar Günü, babaların onuruna pek çok ülkede her yıl haziran ayının üçüncü pazar günü kutlanıyor. Babalar Günü’nün nereden çıktığı konusunda farklı iddialar olsa da birçok tarihçi, Babalar Günü’nün başlangıç tarihini şu olaya dayandırıyor: FEDAKÂR BABALAR Babalar Günü, 1910’da Washington’da altıncı çocuğunu doğururken ölen annelerinin yokluğunda hayatını çocuklarına adayan bir babayı onurlandırmak için kutlanmaya başlıyor. Amerikan İç Savaşı gazisi William Smart’ın kızı

Sonoro Smat Dodd, kendisi ve beş erkek kardeşini büyük fedakârlıklarla yetiştirmeye çalışan babaları için de Anneler Günü gibi özel bir gün olmasını istiyor. Sonoro Smart Dodd, babasının doğum gününün Babalar Günü olması için çok çaba sarf ediyor. Ama hazırlıklar yetişmeyince bir sonraki yılın haziran ayının üçüncü pazar günü ilk kez 19 Haziran 1910’da Babalar Günü Washington’un Spokane şehrinde kutlanıyor. BABALAR GÜNÜ İÇİN SAVAŞTI Babalar Günü’nün hangi olaydan sonra kutlanmaya başlandığı kesin olarak bilinmese de ve Babalar Günü çok zor kabul görse de ABD’nin bazı eyaletlerinde kutlanmaya devem edildi. Fakat uzun bir süre resmi bir gün olarak ilan edilmedi. 1924 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Calvin Coolidge kutlamaları destekledi ama resmi olarak Babalar Günü ilan etmedi. 1966 yılında Başkan Lyndon Johnson, her yıl haziran ayının üçüncü

pazarının Babalar Günü olarak kutlanacağını açıklayan bir bildiri yayımladı. 1972 yılında ise Başkan Richard Nixon, son noktayı koyarak Babalar Günü’nü yasal olarak ilan etti. BABANIZA ÖZEL HEDİYELER Babalar Günü’nün de diğer özel günler gibi özel bir hediyeyle taçlandırılması gerekiyor. İşte babanız için alabileceğiniz en özel ve farklı hediye önerileri: TAŞINABİLİR HOPARLÖR Babanız için en iyi hediyelerden birisi taşınabilir hoparlör. Çünkü gittiği her yere götürebildiği hoparlörle babanız nerede, ne zaman müzik dinlese her şarkı sizi hatırlatacaktır. Tercih yapabileceğiniz markalardan bazıla-

rı şunlar: Marley Chant: 410 gram olan hoparlörün fiyatı 60 dolar. KitSound Hive: 10 saat batarya süresi olan ve 375 gram ağırlığındaki bu hafif hoparlörün fiyatı 90 dolar Tego Audio CERA Wireless Portable Speaker: Tasarımıyla dikkat çeken bu hoparlörün yaklaşık 5-7 saat batarya süresi var. Fiyatı ise 90 dolar. SEYAHAT KİTİ Eğer babanız sık sık seyahat ediyorsa kişisel bakımına özen göstermesi için mutlaka seyahat kitine ihtiyacı vardır. Babanız seyahatteyken kullandığı bakım ürünlerinde sizi hatırlayıp sizin kokunuzu alacaktır. Baxter of California Travel Kit: Yüz yıkama jeli, nemlendirici, tıraş kremi ve sonrası bakım kremi, şampuan ve özel çantadan oluşan bu kit 50 dolar. Çalışma

Masası Aksesuarları Babanız çalışırken de yanında olmak istiyorsanız kalemlik, dolma kalem ya da fotoğrafınızın olduğu bir çerçeve hediye edebilirsiniz. Aurora dolma kalem çeşitlerinin fiyatları 50 dolarla 500 dolar arasında değişiyor. CÜZDAN Erkekler kullandıkları cüzdana özen gösterirler. Babanıza bir saniye bile olsun yanından ayırmadığı bir cüzdan hediye edebilirsiniz. Coach: Bu özel tasarım cüzdanların fiyatı 50 dolarla 150 dolar arasında değişiyor. Saddleback Leather Co.: Birçok renk ve tasarımın bulunduğu bu cüzdanın fiyatı ortalama 50 dolar. Hugo Boss: Tüm dünyada favori olan Hugo Boss cüzdanlarının fiyatı 60 dolardan başlıyor.

Ali Koçak TACCI Başkanlığı’na seçildi tırmayı panlıyoruz. Misyonumuz iki ülke arşındaki ticareti artırmak için katkıda bulunmak. Bunun için de buradaki işadamlarımızla ya da buraya gelip ticaret yapmak isteyenlere yol göstermeyi amaçlıyoruz. Ayrıca Amerika’daki firmaları Türkiye’deki ticari imkanlar konusunda bilgilendirmeyi düşünüyoruz. Bunun için komitelere oluşturduk. Hep birlikte çalışacağız. Bunları nasıl daha iyi başarırız üzerinde tartıştık. TACCI’nın bütçesinin de daha çok artırılmasını planlıyoruz. “

DİLEK ESKİ BEZİRKAN NEW YORK - POSTA212

E

rmeni asıllı Türk Aret Taşçıyan’ın başkan oduğu seçimlere şaibe karıştırıldığı ileri sürülmüştü. Yeniden yapılan seçimlerde daha önce de aday olan Ali Koçak başkan oldu. Türk Amerikan Ticaret ve Sanayi Odası’nın (TACCI) başkanlık koltuğuna oturur oturmaz birlik ve beraberlik mesajları veren Ali Koçak, “Yaşanan olayları geride bırakıp üye sayımızı artırmayı ve Türkiye ile ABD arasındaki ticaret hacminin yükseltilmesi için katkıda bulunmayı amaçlıyoruz” dedi. Daha önce şaibeli bir seçim yapıldığını ve bunun belgelerle ortaya konulduğunu kaydeden Koçak, “Bu durum ortaya çı-

kınca eski başkan Aret Taşçıyan istifa etti.. Daha sonra yapılan başkanlık seçimlerinde oy birliğiyle seçildim. Birlik ve beraberlik içerisinde yaşanan olayları arkada bırakıp yeni sayfa açıp başarılı ve güzel faaliyetler-

le üye sayısın artırıp yolumuza devam etmek istiyoruz” diye konuştu. Yıl sonuna kada network faaliyetlerini artırmayı planladıklarını belirten Koçak, şunları söyledi: “Bunun için networking faaliyetlerini ar-

“KAPIMIZ HERKESE AÇIK” Türkiye ve Amerika arasındaki ticaretin geliştiğini ve 20 yıl öncesine göre çok daha ilerde olduğunu kaydeden Koçak, “Türkiye’nin Amerika’ya olan ihacatında da bir atış var. Ancak bu ihracatı farklı sektörlere kaydırmak gerekiyor. Bunun için çaba göztereceğiz” dedi. TACCI’nın tüm üyelerinin desteğini alarak tüm hedefleri gerçekleştirmeyi planladıklarını ifade eden Koçak, ‘‘Üyemiz olsun ya da olmasın herkese kapımız açık. Tüm işadamlarımızın katılımı ile birlik ve beraberlik içerisinde hedeflere ulaşılacağına inanıyorum. Ticari menfaatlerimiz doğrultusunda herkesle işbirliğine açığız” diye konuştu.

MERC: 1 YILDA ÜYE SAYISINI 100’ÜN ÜZERİNE ÇIKARACAĞIZ

TACCI yeni yönetiminde başkan yardımcılığına seçilen Mustafa Merc, bir yıl içerisinde üye sayısını 100’e çıkarmayı hedeflediklerini söyledi. Aynı zamanda TACCI’nın geçmiş dönem başkanları arasında da yer alan Merc, seçimlerin heen ardından komitelerde görev dağılımının yapıldığını belirterek, kendisinin de üyeliklere yönelik komitenin başına getirildiğini kaydetti. TACCI’nın Amerika’da ticari şirket olmak üzere 43 üye, Türkiye’de de ticaret ve sanayi odası olmak üzere 13 üyesi, yoplam 56 üyesi olduğunu ifade eden Merc, “İlk hedef olarak 1 yıl içinde üye sayısını 100’ün üzerine çıkarmayı planlıyoruz. Ondan sonra da inşallah bu sayıyı daha çok artırmaya çalışacağız. Arkadaşlarla birlikte bu konuda çalışacağız” diye konuştu. Türk ve Amerika’nın ekonomik ilişkilerine katkı sağlamaya çalışacaklarını kaydeden Merc, “Ticaret Odası olarak da üye sayımızı ne kadar çok artırırsak hem daha çok etkinlik düzenleyebiliriz hem de buradaki toplumun sorunlarına çözüm üretmekte etkili oluruz. Bu üye tabanının büyümesi ile olur” dedi.


Güncel &Toplum

11 Haziran 2014 Çarşamba

TÜRK EINSTEIN

Doğan Uluç

Harvard Üniversitesi’ni birincilikle bitiren Türk genci Levent Alpöge’nin ailesi, 3 yaşında okumaya başlayan çocuklarının küçükken Einstein hayranı olduğunu ve oyun olarak bile matematiği tercih ettiğini anlattılar

doganuluc@aol.com

Tanrılığını ilan etti, kolej arkadaşlarını öldürdü

DİLEK ESKİ BEZİRKAN NEW YORK - POSTA212

D

ünyanın en prestijli okulu olan Harvard Üniversitesi’ni tüm bölümlerin birincisi olarak bitiren 22 yaşındaki Levent Alpöge, bu üstün başarısı ile ailesinin olduğu kadar Türk toplumunun da gururlandığı bir isim oldu. Ailesinin 2 çocuğundan biri olan Levent Alpöge, 3 yaşında okumaya başladı. Liseye kadar üstün zekalıların okulunda eğitimine devam etti. Üstün başarılarından dolayı öğrenim hayatı boyunca aldığı burslarla okudu. Levent Alpöge’nin annesi Simay Alpöge, oğlunun başarısında en büyük etkenin disiplinli bir hayat, okuldaki doğru yönlendirme ve spor olduğunu söyledi. Levent’in küçüklüğünden beri sosyal olduğunu kaydeden anne Simay Alpöge, POSTA212’ye oğlunu anlattı: 3 YAŞINDA OKUMAYA BAŞLADI ■ Küçükken en çok ne dikkatinizi çekti? 3 yaşında okumaya başladı. Biz ona sürekli kitap okuyorduk. Bir gün yorgundum, bi baktım Levent okumaya başladı. Önce her zaman okuduğumuz kitap olduğu için ezberlediğini düşündüm. Sonra hemen gidip onun daha önce görmediği bir kitap aldım. ‘Ben çok yorgunum, sen oku’ dedim. Bir baktım, başladı okumaya. Önce çok şaşırdım. Okul çağına geldiği zaman açıkçası bölgesel bir okula göndermek yerine başka bir okulu tercih ettik. Bu nedenle Long Island’da üstün zekalılara yönelik bir okula gittik. ■ Bu okulun yaklaşımı nasıl oldu? Bu okula durumu anlattık. Bizden IQ testi istediler, biz de yaptırdık. Ancak bunun sonucunu açıklamıyoruz. Levent başladı o okula. Okulun özelliği ilgilendikleri alanlara göre yönlendirmeleri. Çocukların seviyesine göre eğitim veriliyor. Mesela bazı konularda 1’inci sınıf düzeyinde, bazı konularda 4’üncü sınıf seviyesinde olabiliyor. Bu okul ona göre yönlendirme yapıyor. Bu okul 9’uncu sınıfa kadar gidiyor. 9’uncu sınıfa geldiğinde aslında tüm lise derslerini bitirmişti. Ancak okul kesinlikle üniversiteye devam etmemesini, normal liseye devam etmesini tavsiye etti. Biz de normal liseye gittik. Levent bu okuldan da üstün başarı ile

kampına okutman olarak davet edilfi. 11’nci sınıfta da Yale Üniversitesi’ne araştırmaya katıldı. Burada ödül aldı. Çok sayıda arkadaşı var. Yaramaz bir çocuk değildi. Yaşının üstünde davranırdı. Bir şey yapmamasını istediğinizde onu neden yapmamasını anlatmanız halinde ‘tamam’ deyip yapmazdı.

mezun oldu ve çeşitli burslar kazandı. OYUN OLARAK MATEMATİK ■ Küçükken ilgi alanları neydi? Levent başta her şey ile ilgileniyordu. Sonra yavaş yavaş matematiğe yönelmeye başladı. Zaten kız kardeşi Elif, küçüklüğünden itibaren matematik soruları veriyordu. Oyun olarak onu oynuyorlardı. Bu ilgisi büyüdükçe arttı. Fizik ile de oldukça çok ilgileniyordu. Çok küçükken ortaokul, lise kitaplarını alır okurdu. ■ Sosyal bir çocuk muydu Levent? Levent son derece sosyal bir çocuktu. Bölgenin futbol takımında oynuyordu. Liseye geçtiği zaman da okul takımında oynadı. Aynı zamanda okulun tenis takımında da oynadı. Küçük yaşlarda çeşitli spor kamplarına gidiyordu. 9’uncu sınıftan itibaren Ohio Üniversitesi’nin matematik kampına çağrıldı. 10’ncü sınıfta da aynı üniversitenin yaz

MATEMATİKÇİ OLACAĞINA KARAR VERDİ ■ Küçükken ne olacağını söylerdi? Çok küçükken hatırlamıyorum. Ama 9’uncu sınıftan itibaren matematikçi olmaya karar verdi. Ondan sonra da bu kararını hiç değiştirmedi. Aynı zamanda da fizikçi olmak istiyordu. Harvard’da her ikisini de yaptı. ■ Küçükken ya da eğitimi sırasında hayran olduğu ya da kendisine örnek aldığı isimler var mıydı? Bilim insanı olarak en başta Einstein’ı örnek alırdı. Einstein kitapları okurduk. Büyüdükçe başka matematik alanındaki bilimadamlarını örnek alma başladı. ■ Harvard Üniversitesi’ni neden tercih etti? Harvard’ı kesinlikle çok istiyordu. Matematik konusunda bu üniversitenin kendisi için çok iyi olduğunu söylüyordu. Harvard’da daha çok imkanın olduğunu, daha çok araştırabileceğini düşünüyordu. AİLE EĞİTİM İLE İÇ İÇE OLMALI ■ Sizin Levent ile ilgili hayalleriniz var mıydı? İyi bir üniversiteye girmesini çok istiyorduk. Bunun gerçekleşmesi için de çok çaba gösterdik. Lise 1’inci sınıftayken Kolombiya Üniversitesi’nin hafta sonları öğrencilere eğitim veren bir programları var. O sınavı kazandıktan sonra her hafta sonu Levent’i götürüyorduk. Zekasının olması yetmiyor, amacınız için bazı çalışmalar da yapmanız gerekiyor. Bu çalışmalar için bizler de çok fedakarlık yaptık. Spor ve eğitim konusunda da elimizden geleni yaptık. ■ Anne ve babalar çocukları ile ilgili tavsiyeleriniz var mı? Okul çok önemli. Çocuğun seviyesi önemli. Çocuğu çok küçük yaşlardan itibaren disipline etmek gerekiyor. Bunun için de spor çok önemli. Aileler kesinlikle eğitimin içinde olmalı. Ailenin rolü eğitimde çok önemli. Anne baba sürekli çalışan insanlarız. Buna rağmen çok fedakarlıklar

yaptık. Anne ve babanın önce inanması gerekiyor. Başarıyı sürdürmesi için çocuğu yönlendirmesi gerekiyor. Ailelerin eğitim ile içiçe olması çok önemli. “PLAYSTATION’I SEVİYOR” ■ Levent’in başarılı olmasında en büyük etken ya da etkenler ne oldu?

Çok ciddi bir şekilde çalışma disiplini bu başarıda etkili oldu. Belirli saatlerde yatıp uyuması, belirli saatlerde sporunu yapması. Biz kesinlikle sporu bırakmasını istemedik. Ayrıca zamanını lüzumsuz şeylere ayırmamasını öğrettik. Levent çok küçükken korkunç derecede Playstation oynuyordu.Biz kesinlikle onun oynamasını engellemedik. Ancak zamanlama yaptık. Önce okuldan gelip derslerini yapıyordu, ondan sonra bilgisayarda oyun oynayabiliyordu. Takip edilmediği takdirde boşa harcayacağı o kadar çok etken var ki çocuğun, dolayısıyla Levent’in onları kontrollü olarak yapmasını öğrettik. Dolayısıyla zamanını lüzümsüz şeylere değil, daha çok okumaya ve araştırmaya yönelmesini sağladık.

“Biz de alıştık artık” diyeceğim ama bu sözcüğü kullanmaya hala dilim varmıyor. ABD kıta ülke, her şey ‘aile boyu’ bu ülkede. Çevremize göz attığımızda, kendine aşık, ‘en büyük ben, başka büyük yok’ havasında pek çok insan görüyoruz. Son iki haftadır toplum gündemini Elliot Rodger işgal ediyor. Elliot narsist bir katil, aile boyu olanından. Pasifik sahilinde varlıklı kesimin Santa Barbara’sından. Evinde üç okul arkadaşını bıçakla öldürdükten sonra üç silahıyla 400 kurşunu alarak kız öğrencilerin birlikte yaşadığı evlerine gitti. İki kız ögrenciyi Smith Wesson tabancasıyla öldürdü. Kurşun yağmuruna tuttuğu bir kafede tanımadığı bir adam da Elliot’un otomatik tabancasına kurban gitti. Kolej kampusunda arabasıyla turlarken karşısına çıkan 14 kişiyi kanlar içinde bıraktı. Siyah BMW arabasıyla aile boyu cinayetlerini tamamlayan Elliot son olarak 141 sayfalık ‘Günah Cezası Günü’ başlıklı YouTube video bandını geride bırakıp başına bir kurşun sıktı, ‘çarpık dünyam’ dediği hayatına son verdi. 22 yaşındaki narsist cani “Ben, yaşayan bir tanrıya en yakın Elliot Rodger’ım” diye büyüklüğünü ilan ederek muhteşem, yüce, seçkin, üstün, ilahi sıfatlarla süsledi. Ardından insanlığın iğrenç bir safhaya geçtiğini, güçlü bir tanrı olarak kirli olan herkesi cezalandıracağını söyledi. Elliot altı dakikalık kayıtta ‘çarpık dünyam’ manifestosunda şimdiye kadar hiçbir kadınla yatmadığı gibi, öpüşmediğini de açıkladı. İlgisizliğinden şikayet ettiği kızları da, kendisine yaklaşmalarına mani olan erkekleri de pişman edeceğini vurguladı. Pahalı bir kolejde okuyan, babasının Mercedes’i yanısıra annesinin hediyesi spor BMW kullanan Armani, Gucci markalarına alışveriş yapan Elliot çocuk yaşından bu yana ruhsal sorunları ve Asperger hastalığı için tedavi görmüş. Babası Hollywood’da popüler bir film yapımcısı. Elliot’un cinayetleri ABD’de silah kontrolü yasalarının bir kez daha tartışılmasına yol açtı. Dünyada 875 milyon ateşli silahın 270 milyonu Amerikalılarda. Her yıl üretilen 8 milyon silahın 4,5 milyonu ABD’de satın alınıyor. Güçlü silah lobisi “Elliot’un oda arkadaşlarının silahı olsaydı bunca insan ölmezdi” diye savunmaya geçtiler. Politikacılar büyük silah sanayiini hasım yapmaya bu kez de cesaret edemeyecekler. hurriyet.com’ dan alınmıştır


Göçmenlik - Toplum

11 Haziran 2014 Çarşamba

Kazalar ve sigorta şirketleri Nikahsız eşlere Avukat Ayhan Öğmen, sigorta şirketlerine dikkat edilmesi uyarısında bulunurken, bu şirketlerin kaza sonrası söylenen ya da beyan edilen her şeyi ilerde aleyhte kullanabildiklerini söyledi DİLEK ESKİ BEZİRKAN NEW YORK-POSTA212

K

aza sonrası olay şoku ile kimi zaman insanlar yanlış hukuki adımlar atabiliyor. Avukat Ayhan Öğmen, kaza sonrası sigorta şirketlerine dikkat edilmesi gerektiğini belirterek, “Şurası da hiçbir zaman unutulmamalıdır ki genelde bu tip durumlarda sigorta şirketleri sarfedilen tüm sözleri, beyanları ilerde aleyhte kullanabilmekteler” dedi. Kazadan hemen sonra bu konularda uzman bir avukatla temas edilmesi önerisinde bulunan Öğmen, “Böylece özellikle sigorta şirketleri ile olabilecek gerekli tüm işlemler, yazışmalar ve ilgili prosedürleri zamanında tamamlamak ve gerekli davaları eyalet mahkemelerinde zamanında açılabilmek için yapılması gerekenleri yerine getirmek mümkün olacak” diye konuştu.

OTOMOBİL KAZALARI BAŞTA Amerika’da en fazla dava konusu olan kazaların başında otomobil kazalarının geldiği bilgisini veren Öğmen, şunları söyledi: “Bunları, tıbbi uygulama hatalarından kaynaklanan kazalar ile ürün kusurlarından meydana gelen kazalar ve kayma sonucu oluşan istem dışı yaralanmalardan oluşan kazalar takip etmekte. Ayrıca çeşitli derecelerde yaralanmalara sebep olabilen evcil hayvan ısırmaları ve diğer iş kazaları da dava konusu olan kazalar olarak istatistiklerde yerini almıştır. Kazaların oluş sebeplerine göre ortaya bir takım uyuşmazlıklar çıkmakta. Genellikle bu uyuşmazlıkların temel kaynağı ise bu kazaların yaralanmayla sonuçlanmasıdır. Bunların arasında binaların önlerinde veya iç mekanlarında gerekli önlemler alınmadığı için oluşabilecek kayma ve düşme vakalarının olması, mevsim şartlarına göre yürüme yollarında, kaldırımlarda veya merdivenlerde gerekli düzen-

lemeler yapılmadığından dolayı yaralanmalarla sonuçlanan kazaların olması, işyerlerinde olabilecek kazalardan dolayı bir süreliğine iş göremez duruma gelinmesi ve bu yüzden de işe gidilememesi, bir tip doktorunun ya da cerrahin yapmış olduğu yanlışlığın daha sonra yaralanmaya sebep olması gibi vakalar örnek olarak gösterilebilir.”

lirli süreler içinde yasal işlemlerin başlatılması gerektiğini ifade eden Öğmen, şöyle konuştu: “Örneğin bu tip durumlarda kişisel yaralanmalar için dava açma süreleri, Kaliforniya ve İllinois eyaletlerinde 2 yıl ile sınırlandırılmış olmasına rağmen bu süre New York’da 3 yıl ve Flori-

ZAMAN AŞIMINA DİKKAT! Amerika’da kazalar sebebi ile oluşan hukuki yaklaşımlar veya yaptırımların genellikle eyaletten eyalete değişiklik göstermesine rağmen çok da farklı olmadığını kaydeden Öğmen, “Genel hatları ile bu tip

durumlardaki yaklaşım, kişilerin ihmalkarlıklarından, yanlışlıklarından veya dikkatsizliklerinden dolayı başkalarının zarar görmüş olmaları ya da bu sebeplerden dolayı mağdur duruma düşmüş olmalarıdır ve uğranılan zararın da tazmin edilmesi durumunun ortaya çıkarılması” dedi. Tüm bu farklılığa rağmen be-

da’da 4 yıla kadar çıkmakta. Diğer taraftan kazalar neticesinde oluşan maddi zararlar için belirlenmiş dava açma süreleri ise New York ve Kaliforniya eyaletlerinde 3 yıl iken İllinois eyaletinde bu süreç 5 yıl.“

“AVUKAT İLE TEMASA GEÇİN” Kaza şoku atlatıldıktan sonra üzerinde düşünülmesi gereken ilk şeyin sigorta tazminatından ne şekilde faydalanılabileceği ve mahkemelerde ne

RAKAMLARLA KAZALAR

şekilde bir tazminat davası açılabileceği olduğunu kaydeden Öğmen, kaza sonrası izlenmesi gereken hukuki süreç ile ilgili şu bilgileri verdi: “Diğer taraftan kaza mahallinde yapılabilecek beyanat veya açıklamalar, karşı tarafla yapılabilecek anlaşmalar vs., hususlarında da, daha sonradan aleyhte kullanılabileceği düşüncesiyle dikkatli olunması gerekmekte. Tüm bu yasal yaptırımlar veya olası tazminatlar göz önüne alınırsa yapılacak en doğru hareketin, kazadan hemen sonra bu konularda uzman bir avukatla temas etmektir ki böylece özellikle sigorta şirketleri ile olabilecek gerekli tüm işlemler, yazışmalar ve ilgili prosedürleri zamanında tamamlamak ve gerekli davaları eyelet mahkemelerinde zamanında açılabilmek için yapılması gerekenleri yerine getirmek mümkün olacak. Ayrıca ilgili federal yasalar bu tip durumlarda avukatların danışma ücreti alamayacaklarını öngörmektedir ve avukatlar ancak dava neticelendikten sonra avukatlık ücretlerini almakta. Şurası da hiçbir zaman unutulmamalıdır ki genelde bu tip durumlarda sigorta şirketleri sarfedilen tüm sözleri, beyanları ilerde aleyhte kullanabilmekteler. Diğer taraftan da birçok vaka dosyası kısa bir sürede sonuçlanmakta ve hatta daha mahkemede dava açılmadan bile neticelenmekte.”

l ABD’de yılda ortalama 5.5 milyon trafik kazası oluyor. l Trafik kazalarında 40 binden fazla insan hayatını kaybediyor, 3 milyondan fazla kişi de yaralanıyor. l İş kazalarında 300 bin kişi yaralanıyor ve yaklaşık 1000 kişi de hayatını kaybediyor. l Tıbbi uygulama hatalarından yılda 100 bin kişi ölüyor. l ABD mahkemelerinde yıllık 7 binden fazla yaralanma davası görülüyor. l Yine ABD mahkemelerinde yıllık 16 binden fazla tazminat davası söz konusu.

Göçmen nüfusu

15 eyalette toplanıyor NEW YORK - POSTA212

A

BD’de sayıları 40 milyonu geçen göçmenlerin yüzde 79’u, 15 eyalette yaşıyor. Bu eyaletlerin başında Kaliforniya, New York, Hawai, Florida ve New Jersey bulunuyor. ABD’de yaşayan göçmenlerin sayısı son on yıldan beri çok hızlı bir şekilde artıyor. 1990 yılında ABD’de 19.8 milyon göçmen varken, 2012 yılında göçmenlerin sayısı 40.7 milyona ulaştı ve bu göçmenlerin 11.7 milyonu yasa dışı. Pew Araştırma Merkezi’nin Census Bureau (Nüfus İdaresi) verilerine dayanarak yaptığı analizlere göre söz konusu yıllar arasında ABD’deki göçmen sayısı, ABD doğumlu nüfusa göre yaklaşık beş kat daha fazla yükseldi. ABD’deki göçmen sayısı yüzde 106.1 oranında artarken, ABD doğumlu nüfus yüzde 19.3 oranında yükseldi. Göçmenlerin nüfustaki payları ise yüzde 7.9’dan yüzde 13’e çıktı. Kaliforniya, New York, New Jersey ve Florida’da yaklaşık her beş kişiden biri ya da daha fazlası yabancı doğumlu. 2012 verilerine göre ABD’de 15 eyaletin nüfusunun büyük çoğunluğunu göçmenler oluşturuyor. Her 10 göçmenden sekizi (yüzde 79) 15 eyalette yaşıyor.

Göçmen Nüfusun En Çok Olduğu Eyaletler 1990-2012 Yükseldi

Değişmedi Düştü

miras yok

New York Barosu avukatlarından Cahit Akbulut, New York eyelet kanunlarına göre vasiyetname bırakılmamış ise evlilik olmaması halinde çiftlerin yasal mirasçı olamadığını söyledi DİLEK ESKİ BEZİRKAN NEW YORK - POSTA212

A

merika’da öldükten sonra şayet vasiyatname bırakılmamış ise para ve malların nasıl dağıtılacağı konusu miras hukuku tarafından düzenleniyor. New York Barosu avukatlarından Cahit Akbulut, eyalet miras hukukuna göre uzun süre birlikte yaşamalarına rağmen resmi olarak evlilik olmaması halinde çiftlerden birinin ölmesi halinde diğerinin yasal mirasçı olamayacağını söyledi.

ÇOCUKLAR PAY ALIYOR Akbulut, evlilik içi ya da evlilik dışı dünyaya gelen çocukların vasiyetnamede isimleri geçmese bile yine de yasal mirasçı olabildiklerine dikkat çekti. Vasiyetname hazırlamanın yaygın olmadığını kaydeden Akbulut, ancak bu belgenin hazırlanmasının insanların öldükten sonra mal varlığının dağıtımından doğacak sorunların önlenmesi ve malvarlığının istenilen kişilere verilmesi açısından önemli olduğunu ifade etti. Üstelik vasiyetname hazırlamanın çok kolay olduğunu ve bunun için bir avukata bile ihtiyaç olmadığını ifade eden Akbulut, internet üzerinden bile edinebilecek formun iki şahit huzurunda imzalanmasıyla hazırlanabileceğini anlattı. ÖNCE EŞ VE ÇOCUKLAR Miras hukukunun eyaletlere göre küçük farklılıklar göstermesine rağmen genel olarak benzer kanunların söz konusu olduğunu belirten Akbulut, New York eyalet kanuna göre kişinin ölümünden sonra mal varlığının takdimi için öncelikle eş ve çocuklara bakıldığını söyledi. Akbulut, “Eğer çocuk yoksa eş yüzde 100, eğer eş yoksa çocuklar yüzde 100 mirasçı oluyor. Her ikisi de varsa belli bir oranda eş ve çocuklar arasında dağıtılıyor. Çocuk sayısı önemli değil” dedi. Eş ve çocuk olmaması halinde miras dağılımında torunlara bakıldığını kaydeden Akbulut, “Onlar da yoksa anne ve babaya gider. Onlar da yoksa anne ve babadan birilerine bakılır” diye konuştu. KİMSE YOKSA DEVLETE KALIR Tüm bu sayılan kişilerin olmaması halinde devletin yasal mirasçı olacağını ifade eden Akbulut, şunları söyledi: “Ama mutlaka birileri çıkıyor. Kimse-

si olmayan insanlar da var.Örneğin geçenlerde Yunan asıllı Türk bir kadın vefat etti. Türkiye’de 500 bin dolar bırakıyor, haberi yok. Burada yaşıyor. Bankada hareket olmadığı görülünce birisi benimle temasa geçti. Sahibini buldum, ancak kadının olduğunu öğrendim. Para Türkiye’de duruyordu. Yunanistan’da uzak yakınları bulundu. Eğer bulunmasaydı, para Türk devletine kalacaktı.“

EVLİ OLMAK ŞART Akbulut, bazı eyaletlerde uzun süre birlikte yaşamanın miras için geçerli olduğunu ancak New York hukukuna göre bunun mümkün olmadığını söyledi. Çocuklarda ise evli olup olmadığına bakılmadığını ifade eden Akbulut, şunları anlattı: KARISI YÜZDE 50’Yİ ALIR “Anne ile ilgili bir sorun yok da babalığın tanınması gerekiyor. Evlilik dışı ilişkilerde biyolojik baba olduğunu kanıtlarsa mirasçı olabilir. Babanın bunu kabul etmesi gerekiyor, yani doğum sonrası doğum ile ilgili belgeye adını yazdırarak. Ya da çocuk dava açıp daha sonra babalığın kabul ettirilmesi gerekiyor. Evlilik içi ve evlilik dışı olan çocuklar aynı oranda mirastan hak alıyorlar. Vasiyetname yaparsa baba ya da anne miras dışı bırakabilir. Sadece eşin saklı payının olması nedeniyle eş dışarda tutulamıyor. Saklı pay, hiç bir zaman miras dışı bırakılamayacak bir hisse demek. Her halükarda diğer tarafın yüzde 100 almaya hakkı olduğu bir haktır. Örneğin vasiyetname yapılıp eş miras dışında bırakılması durumunda bile onun hakkı yüzde 50’dir. Çocukların saklı hakkı yok. “


Göçmenlik - Toplum

11 Haziran 2014 Çarşamba

Yasayla ilgili kafalar karışık Cumhuriyetçiler’in karşı çıktığı ve yılan hikayesine dönen Göçmenlik Reformu’nun yaz aylarında çıkarılmasıyla ilgili bir gelişme yok. Göçmenlik avukatlarının bazıları yasa ile ilgili hala umut taşırken, bazıları umudunu yitirmiş durumda DİLEK ESKİ BEZİRKAN NEW YORK-POSTA212

A

merika’da 11 milyonu bulan kaçak göçmenin statülerinde değişiklik yapacak Göçmenlik Reformu’nda umutlu bekleyiş sürerken, yaz aylarında yasa ile ilgili gelişme bekenmesine rağmen şu ana kadar herhangi bir girişiminin olmaması kafaları karıştırıyor. Göçmenlik avukatlarının bazıları reformun çıkacağına ilişkin hala umutlu. Bu avukatlar umutlarını 2016 yılında yapılacak başkanlık seçimleri ve yasama yılının yoğun takvimi nedeniyle bu yıl herhangi bir gelişme olmaması halinde yasanın yıllarca çıkamayacak olmasına bağlıyor. Bazı göçmenlik avukatları ise tersini düşünüyor. Şu ana kadar yasa ile ilgili herhangi bir çalışma ya da tartışmanın olmamasını umutsuzluklarının nedeni olarak gösteriyorlar. UMUTLAR AZALDI New York Barosu avukatlarından Cahit Akbulut, söz konusu reformun geçmesi yönünde umutlarının azaldığını belirterek, “Ortak bir çaba göremiyorum. Bunlar oy almaya yönelik konuşmalar” dedi. Sonbaharda yapılacak ara seçimler nedeniyle yasanın en geç temmuz- ağustos aylarında çıkarılabileceğini kaydeden Akbulut, “Haziran’a girdik, birkaç ay içerisinde de böyle bir yasanın çıkması zor görünüyor. En son Romney bir konuşma yaptı ve 2016 yılından sözetti, yasa için bir sonraki seçim konuşuluyor. Düşüncelerim olumsuz yöne dönmeye başladı” dedi. Yasanın bu yaz çıkmaması halinde Obama’nın başkanlık yetkisini kullanarak bazı düzenlemeler yapabileceği yönündeki tartışmalarla ilgili olarak olarak Akbulut, şunları söyledi: “Başkanın yapabileceği yetkiler sınırlı. Onları da yapsa bir türlü, yapmasa bir türlü. O nedenle ne yapıp yapmayacağını şu an için kestiremiyorum. Cumhuriyetçiler’in yasanın çıkması için sınır dışı edilmesi konusunda kararlı olunmasını istemişti. Obama da bu konuda hiç bir dönemde olmadığı kadar çok kişinin sınır dışı edilmesine neden oldu. Ama her defasında başka birşey istendi. Obama’nın Kongre’ye sormadan yapabilecekleri sınırlı. Göçmenlik Reformu gibi bir yasa çıkaracak yetkisi yok. “YASA İÇİN ÇABA GÖSTERECEKLER” Ancak sınır dışı davaları ertelenebilir, hafifletici sebepler yaratabilir gibi geçici çözümler bulabilirler. “

Sınır dışı başvurusunda memurun takdiri önemli DİLEK ESKİ BEZİRKAN-NEW YORK-POSTA212 Herhangi bir nedenle sınır dışı edilenler, Amerika’ya tekrar gelmenin yollarını arıyor. Göçmenlik avukatlarından Gökhan Yazıcı, bu durumdaki kişilerin tekrar Amerika’ya gelebilmek için İ-212 muafiyet/affedilme başvurusunda bulunduklarını belirterek, bu başvuru sırasında Amerikan konsolosluğunda görevli memurun son derece önemli taktir yetkisinin olduğunu söyledi. Göçmenlik avukatlarından Gökhan Yazıcı ise, partilerin ya da politikacıların kendi kişisel politik ilerlemeleri için toplumun ortak yararın gözardı edebildiklerini belirterek, buna örnek olarak da Göçmenlik Reformu’nun olduğunu söyledi. Partilerinde saygın lider konumundaki Demokrat ve Cumhuriyetçiler’in tasarının ağustos başında Temsilciler Meclisi’nde gündeme gelerek geçmesi gerektiği konusunda hemfikir olduklarını kaydeden Yazıcı, “Aksi takdirde söz konusu reform, 2016’da yaklaşan başkanlık seçimleri ve yasama yılının yoğun takvimi nedeniyle daha yıllarca gerçekleşmeyebilir. Bu sebeple, Temsilciler Meclisi üyelerinin tasarının yasalaşması için yoğun çaba göstereceklerini inanıyorum” dedi. Ayrıca Cumhuriyetçiler’in de Latino oyları tekrar geri alma ümitlerini sürdürmek için içlerindeki göçmenlik reformu konusundaki kuvvetli ayrışmanın önüne geçip tasarıya destek vermek zorunda olduklarını ifade eden Yazıcı, şöyle konuştu: “BEKLEYİP GÖRECEĞİZ” “Nihayet, Amerikan iş dünyası da, kapsamlı bir göçmenlik reformunun Kongre’den bir an önce çıkarak yasalaşmasından yana. Çeşitli endüstrilerdeki Amerikan şirketlerinin ihtiyacı olan nitelikli işgücünün rekabet ortamında daha

kolay bulunmasına olanak verecek bu reformun yasalaşması için, iş dünyası liderleri, bu şansı yitirmemek adına, Temsilciler Meclisi üyelerini ikna görüşmelerini önümüzdeki aylarda daha da sıklaştıracaklardır. Göçmenlik reformunun bu yaz sonuna kadar yasalaşması adına önemli bu faktörlerin varlığına rağmen gelişmeleri hep beraber bekleyip göreceğiz. “REFORM ENİNDE SONUNDA GELECEK” Yasamanın söz konusu yasayı çıkarmaması halinde Başkan Obama’nın yetkileri çerçevesinde daha dar kapsamlı yasal düzenlemeler yapmasının beklenebileceğini kaydeden Yazıcı, şu bilgileri verdi: “Ayrıca yine federal seviyede kapsamlı göçmenlik reformu başarıya ulaşmaz ve yasalaşmazsa, bu takdirde odak eyaletlerde yapılacak düzenlemeler için Eyalet Senatoları’na ve şehirlerde şehir konseylerine yöneltilecek. Halihazırda, eyaletler düzeyinde bir takım reformist düzenlemeler son yıllarda zaten yapılıyor: New York’un da aralarına bulunduğu 13 Eyalet Senatosu, belgelenmemiş, yasadışı göçmenlerin Amerika’ya genç yaşta gelmiş belgelenmemiş, yasadışı göçmen çocukları için üniversitelerde, eyelet içinde yaşayanlar ile eşit okul harcı ödemesini öngören yasalar (Tuition Equality Laws)

kabul etti. Federal seviyede göçmenlik reformunun yasalaşmaması, politik aktivistlerinin dikkatlerini eyalet seviyesinde, yasadışı göçmenlere ehliyet verilmesi, eşit okul harcı ve benzeri günlük hayatı kolaylaştırıcı düzenlemelerin yapılmasına yöneltecek. Politikada yerel seviyedeki strateji bütün bir ülkeyi ilgilendiren böylesine önemli bir konuda tamamıyla yerel düzeyde kalamayacağı için, kazanılan bu ivme bütün ülke düzeyinde federal kapsamlı bir göçmenlik reformunu eninde sonunda getirecek” “GEÇİCİ ÇÖZÜMLER GELEBİLİR” Göçmenlik avukatlarından Remzi Güvenç Kulen de, Demokratlar’ın reform konusunda ısrar etttiğini hatırlatarak, ancak Demokratlar’ın bu ısrarına karşılık Cumhuriyetçiler’den hala bir ses çıkmadığını söyledi. Kulen, Cumhuryetçiler’in sessiz kalmaya devam etmesi halinde Başkan Obama’nın kendi inisiyatifi ile geçici çözümler üretmesinin gündeme gelebileceğini kaydetti. Reformun Senato’da kabul edildiği şekilde çıkması halinde yasadışı göçmenlere vatandaşlığa kadar giden uzun bir yol açılacağını ifade eden Kulen, “Ancak bunun geçmesini beklemek su anda pek gerçekçi değil” diye konuştu.

5-10 VEYA 20 YIL Amerika’dan sınır dışı edilen kişilerin ilk sorularının çoğunlukla “ne zaman geri dönebilirim” olduğunu kaydeden Yazıcı, Amerika’dan sınır dışı edilen kişilerin şartlara ve sınır dışı edilme nedenlerine göre 5,10 ya da 20 yıl süre ile Amerika’ya girme yasağı ile karşılaştıklarıı dile getirdi. Yazıcı, bu kişilerin İ-212 adı verilen giriş için tekrar başvuru yapmaları gerektiğini hatırlatarak, “Başka bir nedenden dolayı örneğin vize süresinin bitmesinden sonra Amerika’da yasa dışı olarak kalmış olmak gibi, Amerika’ya giriş yasağı bulunan başvuru sahibi muhtemelen İ-212 muafiyet/affedilme başvurusu ile bir arada İ-601 muafiyet/affedilme başvurusu da yapacak” dedi. “MÜLAKATA İYİ HAZIRLANILMALI” Söz konusu başvurunun özel şartlarına bağlı olarak, ya vizeyi verecek Amerikan Konsolosluğu’na ya da orijinal sınır dışı kararını veren bölgede bulunan Amerikan Vatandaşlık ve Göçmenlik Bürosu’na yapılığını ifade eden Yazıcı, “Başvurunun kabul edilip edilmemesi, karar verme mekanizması içindeki görevli memurun son derece geniş taktir yetkisine bağlıdır. Çok defa, kararın olumlu olması için Amerikan Konsolosluğu’nda mülakatı yapan konsolosluk memurunun lehte tavsiyesine ihtiyaç olacak” diye konuştu. Başvurunun başarısının özel durumun bütün şartlarının eksiksiz hukuki analizinin yapılmasını, göçmenlik kanunları ve affedilme politikalarındaki hukuki düzenlemelerin ve ayrıntıların çok iyi bilinmesini gerektirdiğini kaydeden Yazıcı, şunları söyledi: “Bu nedenle konusunu iyi bilen bir göçmenlik hukuku avukatı ile çalışılmasını tavsiye ederim. Ayrıca, sınır dışı edilme nedenlerinin ve giriş yasağı süresinin saptanması bakımından, sınır dışı edilme davası ile ilgili mahkeme kayıtlarının elde edilmesi gerekecektir. Bunun yanı sıra İ-212 muafiyet başvurusunda mülakata çok iyi hazırlanıp gerekli belgeleri eksiksiz hazırlamak başvurunun başarısı için son derece önemli. Sonuç olarak İ-212 muafiyet başvuru paketini eksiksiz hazırlamadan hiç bir suretle Amerikan Konsolosluğu’ndan randevu almayın.” KABUL EDİLME ŞARTLARI Bu başvurunun kabul edilmesi için genel kriterin tatminkar ve lehte faktörlerin aleyhte faktörlerden daha ağır gelmesi gerekliliği olduğunu ifade eden Yazıcı, diğer şartlarla ilgili şu bilgileri verdi: “Belirli aile bireylerinin başvurması gibi bir gereklilik yok, muafiyet başvurusu her bir duruma göre ayrı ayrı değerlendirileceği için, toplayabileceğiniz ilgili bütün deliller göz önüne alınacak. Amerikan Vatandaşlık ve Göçmenlik Bürosu (USCIS) başarılı bir başvuruda; kanunlara saygılı ve iyi ahlak sahibi olmak, Amerika’ya yakın aile ilişkileri ile bağlı olmak ve aile bireylerine karşı sorumluluklarının olması, yabancıya, başvuru sahibine işverenine ya da ailesine yaratacağı olağandışı zorluklar, başvuru sahibininde düzelme ya da rehabilitasyon olduğunu teşvik eden belgeler, sınır dışı edilme üzerinden hatırı sayılır bir zaman geçmiş olması, gibi faktörleri dikkate alacak.” Buna karşılık Amerikan Vatandaşlık ve Göçmenlik Bürosu’nun başvuranın Amerikan Göçmenlik kanunlarına riayet etmemesini ya da bu ihlalleri birden çok kez yapmış olmasını ve buna rağmen karekterinde herhangi bir düzelme göstermemesini son derece olumsuz bir faktör olarak değerlendireceğini kaydeden Yazıcı, “Bunun yanısıra iyi bir ahlak sahibi olmamak ve Amerika’ya yakın aile bağı bulunmamak ya da daha önce Amerika’da çalışma vizesi bulunmadan çalışmak aleyhte faktörler olarak değerlendirilecektir” dedi.


Ekonomi

11 Haziran 2014 Çarşamba

CHP ‘EKONOMİ GÖRÜNÜM RAPORU’ HAZIRLADI

Selim Atalay twitter@SelimAtalayNY

En garantili rüya tabirleri ABD’DE geçenlerde anket yapılmış, 10 kişiden 6’sı -Amerikan Rüyası’nın bittiğini- söylemiş. Amerikan rüyasına ulaştınız mı, sorusuna yüzde 75 -Hayır- demiş. Anayasasında bireyin mutluluğu arama, mutluluğu kovalama hakkına sahip olduğu yazılan ülke için zor bir durum. Rüya bir Anayasal hak, ancak onu gerçekleştirecek para yok... 6 yıldır Amerika -Büyük Resesyonu- konuşuyor ve büyük krizin sonrasında işlerin hâlâ düzelmemesine hem şaşırıyor, hem de homurdanıyor. Amerikan Rüyası denen olayın birkaç boyutu vardı. Biri, ev sahibi olmak, çoluk çocuğa karışmak ve hem çocuklara iyi gelecek kurmak, hem de huzurlu bir emeklilik sürmek idi... Rüyanın diğer boyutu, köyden, kırdan, en altlardan kopup gelip en üste çıkabilmek idi... Yani elinde bir bavul ve birkaç kuruş para ile büyük kente gelip, sonra milyoner-milyarder olabilmek fırsatı. Amerikan Rüyası’nın bir ilginçliği, bu fırsatların ülkeye yeni gelen göçmenlere de açık olmasıydı. Yedi göbek Amerikalı olmak gerekmiyor, sonradan gelenler de rüya sürecine katılabiliyordu... Bu arada Rüya’nın yalnızca mal-mülk olmadığı savunulsa da, arada aşırılıklar yaşandı ve -komşuyu geçme, daha büyük, daha gösterişli, daha şatafatlı olana sahip olma- duyguları ekonomik refahla birlikte arttı. Sonra da kriz oldu... 2007-2008’de rüyanın en önemli unsuru olan konut sektörü patladı. O zaman fark edildi ki, rüyayı yakalayacağım- diye birey, ödeyemeyeceği kadar büyük eve, borca girmiş. Evi teminat gösterip fazladan borçlanmış. Kredi kartlarıyla rüyanın diğer unsurlarını tamamlamış... Kriz, borçla ve krediyle kurulan rüyayı önemli ölçüde bitirdi. Rüyanın en temel unsuru olan iş ve çalışma hakkı da krizle birlikte elden alındı. ABD’de işsizlik, dayanılmayacak kadar yüksek. Şimdi Merkez Bankası FED’in bütün -normale dönüş- manevralarına karşın anket diyor ki: Rüya gitti ve geri gelmez. Buna yürekten inananlar 18-34 yaş kuşağı. Rüya tabirlerinde en umutlu, en kararlı ve başarmaya en açık kesim olmaları gerekirken, umudu kesmişler. Gelecek kuşağın şimdikinden daha fazla zorlanacağına inananlar da yüzde 60’tan fazla.

“En büyük tehlike...” CHP tarafından hazırlanan ekonomi raporunda, konut stoğundaki artışa dikkat çekilerek, ‘İspanya ekonomisini kaosa sürükleyen inşaata dayalı büyüme stratejisini uygulayan hükümet için alarm zilleri çalıyor. Başbakan’ın Merkez Bankası’na yaptığı ‘faiz indir’ baskısının altında konut sektöründeki bu vahim tablo yatıyor” denildi

C

ANKARA - POSTA212

HP Ekonomi Politikaları Genel Başkan Yardımcılığı, Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak’ın koordinasyonunda 94’üncü Ekonomi Görünüm Raporu’nu tamamladı. Raporda, konut sektöründeki ‘balon’ tartışmaları değerlendirilirken, yılın ilk 4 ayında konut satışlarının geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 7.5 gerileyerek 341 bin 463’e indiği vurgulandı. Raporda ’ipotekli konut kredisi’ ile satın alınan konut sayısının aynı dönemde yüzde 33.5 gerileyerek 104 bine düştüğü ifade edildi. Raporda, “Banka kredisiyle alınan konutlar başta olmak üzere, konut talebinde bu yıl ciddi bir yavaşlama olduğu görülüyor” tespitine yer verildi. CHP tarafından hazırlanan ekonomi raporunda konut sektörü ciddi bir sıkışmaya doğru hızla ilerlediği öne sürüldü. Raporda, konutta talebin yavaşladığı, son 15 ayda yapılan evlerin üçte biri elde kaldığı ama yeni binaların yapımı son sürat devam ettiğinin altı çizildi. CHP tarafından hazırlanan raporda konut fiyatlarındaki balonun da giderek şiştiği kaydedildi.

“SAADET ZİNCİRİ SARSILIYOR” CHP tarafından hazırlanan raporda, şu ifadeler yer aldı: “İktidarın müteahhit ve belediyeleriyle kurduğu ’Saadet zinciri modeli’ sarsılmaya başladı. İspanya ekonomisini kaosa sürük-

leyen inşaata dayalı büyüme stratejisini uygulayan hükümet için alarm zilleri çalıyor. Başbakan’ın merkez bankası’na yaptığı ’Faiz indir’ baskısının altında konut sektöründeki bu vahim tablo yatıyor. Konut satışlarındaki yavaşlamanın ardında yatan nedenler masaya yatırıldı. Geçtiğimiz yıl ABD Merkez Bankası’nın tahvil alımlarını azaltma kararını açıklamasının etkisiyle faizler arttı. Bu süreçte 2013’ün ilk yarısında yüzde 8’lere kadar düşen konut kredisi faizlerinin 2014’ün ilk üç ayında yüzde 13’ü aştı. Faizlerdeki artış, konut satışlarının düşüşünde önemli rol oynadı. AKP’nin izlediği büyüme stratejisinin bel kemiğini inşaat sektörü oluşturuyor. Bir dönem İspanya’nın uyguladığı ve küresel krizde çökerek bu ülkeyi büyük bir kaosa sürükleyen modelin, 2007’den sonra hızlı bir şekilde Türkiye’de uygulamaya konulduğu dikkati çekiyor. AKP, yerel yönetimleri üzerinden özellikle büyükşehirlerdeki imar rantlarını kullanarak, havuz müteahhitlerinin inşa ettiği ’yüksek kuleler ve lüks rezidanslardan’ oluşan dışa kapalı bir ’saadet zinciri’ kurdu. Bu saadet zincirinin diğer önemli halkalarını ise ’TOKİ’ ve ’Emlak Konut’ oluşturuyor. TOKİ ve Emlak Konut aracılığıyla yaratılan ’kupon arazilerde’, hasılat paylaşımı modeliyle, iktidarın ’itimadına mazhar’ müteahhitlere kuleler veya lüks alışveriş merkezleri yapılmasının yolu açılıyor. Bu zincirin devamlılığını sağlayan unsur ise; ’dışarıdan ucuz kaynak girişi.’ Bu modelde, bankaların dışarıdan topladığı borçlar vatandaşa kredi olarak kullandırılı-

yor. Böylece aileler hızla borçlandırılarak havuz müteahhitlerine yaptırılan konutlara talep yaratılıyor” denildi.

“KONUTTA ARZ, TALEBİ AŞTI” Raporda, Ak Parti’nin uyguladığı modelin önüne iki engelin çkmış olduğu belirtilerek şöyle denildi; “Bu engellerden ilki, ABD Merkez Bankası’nın tahvil alımlarını azaltma kararıyla ucuz borca erişim kanallarının önümüzdeki dönemde tıkanmaya başlayacak olması. İkinci sıkıntı ise izlenen modelin bizzat kendi içsel kırılganlığı. Konuttaki saadet zinciri modelinde özellikle lüks projeler, bir sonraki projeden gelecek

parayla finanse ediliyor. Modelin ilerleyişi, bu anlamda bisikletin ilerleyişine benziyor. Bisikletin dengede kalması için nasıl pedalın sürekli çevrilmesi gerekiyorsa bu projelerde finansmanın sağlanması için sürekli yeni projelerin uygulamaya konulması ve bu projelere talep yaratılması gerekiyor. Fakat uzun süredir konut arzı konut talebini aşmış durumda. TÜİK’in verilerine göre 2013 ile 2014’ün ilk üç ayı arasında konut piyasasına yeni giren ve kullanma izin belgesi alan daire sayısı yaklaşık 956 bin, yeni konut satış rakamının ise 649 bin 341 oldu. Dolayısıyla, 2013’ün başından bu yana arz fazlası 306 bin 509 konut var. Bu, son 15 ayda üretilen konutların üçte birinin satılamadığını gösteriyor.”

AKP MODELİ BÜYÜME ÇÖKEBİLİR Ekonomi görünüm raporunda, konuttaki arz fazlasına rağmen yeni projelerin hız kesmediği ifade edilerek; şöyle denildi: “2014’ün ilk 3ayında yapı ruhsatı verilen daire sayısı 279 bin 306 ile son 3.5 yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Veriler, konut fiyatlarında ’ciddi bir düzeltme’ olasılığının arttığını gösteriyor. Düzeltmenin boyutu ise konut fiyatlarındaki balonun büyüklüğüne bağlı. Başbakan’ın Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na faizleri indirin baskısının ardında da AKP modeli büyüme stratejisinin çökeceği endişesi var. Konut fiyatlarında oluşan balonun büyüklüğünü ortaya koymak için konut fiyatlarında enflasyonun üzerinde bir artış olup olmadığı mercek altına alındı. 2010’dan bu yılın mart ayına kadar konut fiyatları yüzde 50.8 artarken, enflasyon ise yüzde 32.9’da kaldı. Yani konut fiyatları, genel fiyat seviyesinin 17.8 puan üzerinde arttı. Türkiye çağdaş konut standartlarından uzak. Bu ihtiyaç fırsata da dönüştürülebilir. Ülkenin depreme dayanıklı, enerji tasarrufu sağlayacak inşaat teknolojilerinde uzmanlaşarak bir yandan mevcut konut stokunun niteliğini dönüştürüp bir yandan da başta cari açık olmak üzere yapısal sorunlarına çözüm üretebilir. Dış ticarete açık sektörleri ezmeden inşaat sektöründe atılım yapan Güney Kore örnek gösterilerek, ’Türkiye benzer bir başarıyı yakalamaya muktedirdir. Ancak bunun için iyi bir yönetime ihtiyaç bulunmaktadır.”

ABD’nin bazı dertleri, daha eskiye gidiyor. 2000-2013 arası Amerikalı çalışanın saat başı aldığı ücret ya aynı kalmış ya da düşmüş. Yani son 15 yıldır ücretle, maaşla birşey kazanılmıyor. Ayrıca okuyup adam olma sürecinde arızalar var. Üniversite mezunlarının iyi işe kavuşma garantisi giderek azalıyor. Üniversite diplomalılar, eğitim düzeylerinin altında ya da diploma gerektirmeyen işlerde çalışıyor. Amerikan Rüyası’nın diğer unsuru olan -Borsada yatırım yapmak, hisse senedi yatırımı yapmak- da artık eski tadında değil. Borsa yatırımı olanlar 2000 yılında yüzde 70’lere yaklaşırken, şimdi yüzde 50’lerde... O zaman borsa rekorlardaydı ve güven yüksekti. Büyük Resesyon o güveni de aldı ve şimdiki rekorlar küçük yatırımcıyı borsaya çekemiyor. Zaten yatırımcıda para yok. Köyden kopup kentte birinci olma süreci ve kanalları ABD’de hâlâ açık, ancak kişinin başarı şansı 50 yıl önce ne ise, şimdi de aynı. ABD bireyi bu alanda Kanada ve Danimarka gibi ülkelerden geride. Yani sosyal hareketlilik de tekliyor. Peki ne olacak? ABD alıştıklarından geride kalma ve yaşam standardını düşürme riski altında. Nüfusun altıda biri, devletten gıda yardımı alarak yaşıyor. Kriz daha bitmedi. Kriz öncesine dönmek, iyimser tahminle 5 yıl daha alacak. Borç, milli gelirden fazla. Dolar basılmasa, iş iflasa gider. Çare, siyasi... Siyasi tercihlerin daha net yapılması gerekiyor. Obama krizin enkazını kaldırması için umutla seçildi, ancak 8 yıllık süre buna yetmedi. ABD devleti bütçe çıkaramayıp kepenk kapatacak kadar siyasi bölünmüşlük, kutuplaşma altında. Ekonomik kriz kendi siyasi çaresini getirir- denir, ama her zaman değil. ABD’de siyasi bölünme ve keskin rekabet, çareyi geciktiriyor. İki siyasi kanattan biri diğerine net üstünlük kursa ve Kongre, Yönetim tek partiye teslim edilse, belki çare hızlanır, ama o ihtimal henüz yok. ABD gürültüye uyanıp rüyaya ara verdi, kâbus etkisi de var ve rüyaya ne zaman dönüleceği belirsiz. Star Gazetesi’nden alınmıştır

Kuraklık kahveyi de vurdu Güney Amerika’da yaşanan kuraklık sebebiyle, kahve ürünlerinde fiyat artışına gidiliyor. Bu yıldan itibaren tanınmış çok sayıda kahve markası fiyatlarına en az yüzde 9 zam yapmaya hazırlanıyor SERKAN KALFA NEW YORK - POSTA212

G

üne kahve içerek uyanmayı sevenler için kötü haber. Kuraklık kahve fiyatlarını artıracak. Güney Amerika’da yaşanan kuraklık sebebiyle, kahve ürünlerinde fiyat artışına gidiliyor. J.M. Smucker ürünlerin en az yüzde 9 artacağını söyledi. Özellikle Folgers ve Dunkin Donuts paketlenmiş kahvelerin market satış fiyatlarının artışının altını çizen J.M. Smuckers, K-Cup paketlerinin bu artıştan etkilenmeyeceğini duyurdu.

6 AYDIR DALGALANMA VAR Coffee Enterprises’ın Başkanı Dan Cox ise “Smucker firmasının şu an yüzleştiği şey yıllarca ucuz kahve satarken birden bunu pahalı kahveyle değiştirmek zorunda kalıyor” diye konuştu. Ayrıca Cox, Smucker gibi büyük oranlarda kahve kavuran bir firmaya satılan ham kahve çekirdeklerinin fiyatının son 6 ayda çok büyük dalgalanmalardan geçtiğini ifade etti.

BÜTÜN FİYATLAR ETKİLENEBİLİR Smucker’ın temsilcisi Maribeth Burns yaptığı açıklamada fiyat artışından Dunkin Donuts dükkanlarının etkilenmeyeceğini, fiyatların sadece perakende satış mağazalarında ve toptancılarda etkili olacağını duyurdu. Ama dükkan sahipleri, bu artışın yakında bütün kahve piyasasında etkili olacağı görüşünde birleşiyorlar.


Ekonomi

11 Haziran 2014 Çarşamba

Paranın sonu mu geliyor? Tüm dünyanın yakından tanıdığı finans gurusu James Rickards, POSTA212’ye yaptığı açıklamada, para sisteminin çökebileceğini fakat bunun dünyanın sonu anlamına gelmediğini söyledi

J

MELİKE AYAN NEW YORK - POSTA212

ames Rickards, kendi adını taşıyan jeopolitik ve global sermayenin karmaşık dinamiklerini araştıran projenin kurucusu. New York Times çok satanlar listesinde “Paranın Ölümü” The Death of Money (Penguin, 2014) isimli aynı zamanda “Parite Savaşları” Currency Wars (Penguin, 2011) isimli 2011’de çıkan meşhur kitapların da yazarı. İki kitap da çıkar çıkmaz ulusal çapta en son satanlar listesinde olmuş. Kendisi aynı zamanda yatırım bankacısı, portföy yöneticisi, avukat, ekonomist ve Citibank, Caxton Associates firmalarında üst düzey yetkili olarak çalıştı. 1998 yılında, kriz zamanındaki Fed adına çalışan arabuluculardan da olan Rickards’ın müşterileri kurumsal yatırımcılar ve hükümet direktörleri. Halihazırda Financial Times, Eve-

James Rickards

ning Standard, New York Times ve Washington Post, gibi gazetelere yazan Rickards düzenli olarak BBC, CNN, NPR, CSPAN, CNBC, Bloomberg, Fox, ve The Wall Street Journal tarafından röportajlara çağırılıyor. Johns Hopkins University’de hocalık yapan finans gurusu Rickards’ın tezleri Singülarity University, the Applied Physics Laboratory ve the Los Alamos National Laboratory’deki gibi şirketlerin üstüne kurulmuş. Bizimle son kitabı “Paranın Ölümü” üstüne konuşan Rickards hakkında Financial Times gazetesi: “Finans geleceğine, hızlı bir bakış attıran bu kitapta finansçıların hırsını, Merkez Bankacıları’nın beceriksizliğini ve doların gittikçe yaklaşan kıyametini görüyoruz” diyor. İşte, tüm dünyanın yakından tanıdığı finans gurusu James Rickards ile yaptığımız söyleşi: Bu son kitabınız ‘Paranın Ölümü’, ismiyle de çok çarpıcı bir kitap. Paranın ölümünün ana teması nedir, ne hakkında konuşuyor bu kitap? Bize ne anlatmak istiyor? Bu kitapta uluslararası para sistemi çökmeye çok yaklaştı. Bunu söylediğimde çok provatif olduğumu düşünüyorlar. Ama gerçekte, eğer geçmişe bakarsanız, son 100 senede, para sistemi zaten 3 kere çöktü, yıkıldı. 1914, 1939, ve 1971 yıllarında defalarca yıkıldı, çöktü. Ama yıkıldığında mağaralara gideceğiz, oralarda yaşayacağız, dünyanın sonu

gelecek demek değildir. Sadece belli başlı finansal ve ticari aktörler, güçler, üst düzey yetkililer bir araya gelip kuralları yeniden yazarlar. Oyunun kurallarını yeniden yazarlar. Bu güçler, masada oturup, uluslararası para sisteminin, oyunlarının kurallarını yeniden yazıyorlar. Ben de, bu kitapta öncelikle zaten önceden yaratılmış ve bu çöküntüye sebep olan dengesizlik hakkında bilgi verip onu açıklıyorum. İkinci olarak da yeni sistem nasıl olacak onu çiziyorum, sonra tekrar geri dönüp yatırımcılara bugün için, piyasalar çökmeden önce portföylerini korumak ve kurtarmak için yapabileceklerini, yapmaları gerekenleri anlatıyorum. UFUKTA TÜRKİYE YOLCULUĞU VAR Bu kitapta aynı zamanda Merkez Bankası yöneticilerinin beceriksizliklerinden bahsediyorsunuz. Özellikle gelişmekte olan ülkeler, Merkez Bankaları’nın ve en çok da Fed’in yaptıklarından çok etkilendi. Bu ülkeler, özellikle Fed’in aldığı kararlar ve yaptıkları yüzünden, risk on, risk off dediğimiz volatiliteyi yaşadılar. Bu konuda neler diyorsunuz kitabınızda? Evet, gelişmekte olan ülkeler bu tür aksiyonlara karşı çok hassas. Özellikle Fed, ABD’deki faizleri manipüle edince tüm ülkelerin piyasaları direkt veya dolaylı etkileniyorlar. Çünkü ABD doları, lider rezerv dövizi ve parası. Global rezervlerin yüzde 60’ı ABD doları. Çin’in mesela 4 trilyon dolarlık rezervi var. Rusya, Türkiye de bunlardan. ABD faizleri ile oynayınca, onla-

rı manipüle edince, tüm dünya ülkelerinin ekonomisi, piyasası etkileniyor. Geçen sene mayıs ayında eski Fed Başkanı Ben Bernanke, ilk olarak “tapering” yani para sıkılaştırmayı öne sürünce, herkes dolarla borçlanıp, doları satıp GM olan ülkelere (Türkiye, Brezilya, Güney Afrika) yatırım yapmışlardı. Fed tapering der demez yerel ülkelerin dövizlerini, hisselerini satıp o ülkelerden kaçıp hemen dolara yatırım yapmaya geri dönmüşlerdi. Aniden geçen yaz bir kriz yaşandı işte bu yüzden, ama eylül ayında tapering yapmadılar, vazgeçtiler. Şimdi ise tapering yapalım yani varlıkları satalım diyorlar. Yapıyorlar. Bu da dengesizlik yarattı. Fed’in bunu yapması, digger ülkelerin dezavanatajına oldu. Kontrolden çıktı. Bazen ise bu durumlar daha fazla kontrolden çıkabiliyor. Mesela 1997’de Tayland’dan çıkan paralar ve sermaye daha büyük bir global finansal bir krize sebep olmuştu ve Endonezya ve Kore’ye de sıçramış, sokaklarda kanlar dökülmüştü. Yani bu tür felaketlerle de karşılaşmıştık. Fed’in bunlardan haberi yok. Hassasiyeti de yok. Duydum ki global döviz piyasaları konferansında ana konuşmacı olarak Türkiye’ye gidiyormuşsunuz? Ne zaman gidiyorsunuz? Eylül’de baş konuşmacı olarak katılacağım bu konferans (FOREX and Derivatıves Conference and EXPO- Döviz ve türev konferans ve sergisi) İstanbul’da, 25-28 Eylül tarihlerinde İstanbul Kongre Merkezi’nde gerçekleşecek. Çok heyecanlıyım, bu ikinci gidişim. Güzel ülke ve güzel şehre gidi-

yorum. Başarılı bir konferans olacağından eminim. PARİTE SAVAŞLARI GERİ GELDİ Çin, kendi parasının ABD doları karşısında çok sert şekilde düşmesine izin veriyor. Avrupa Merkez Bankası da faizleri indirdi ve Euro’yu zayıflatmak için aksiyonlar aldı. Sizce bu parite savaşlarının geri geldiğini mi bize gösteriyor? Öncelikle parite, döviz savaşlarının hiçbir zaman yok olmadığını, hiçbir yere gitmediğini belirteyim. Gerçek savaşlarda olduğu gibi savaşlar aslında hiçbir zaman tam anlamıyla bitmez, sadece belli dönemlerde hızları kesilir, ama sonra tekrar toparlanır, devam ederler. Bu parite savaşları, 2010’da başladı. O zamandan beri içindeyiz. Etkisini hep güçlü bir şekilde hissetmekteyiz. Sadece, tam bir fiyasko olan Aralık 2012’de Abenomics’in devreye girmesi ile o tarihlerde sakin bir döneme girmişti. O dönemde Japonlar, Japon yenini ucuzlaştırma politikası içine girmişlerdi ve bu da tam bir sene önceydi. ENFLASYON KONTROL ALTINDA O yüzden, Çin’in kendi paritesinin yukarı çıkmasına izin vermesinin tek sebebi ABD’den aldığı baskı değil, enflasyonist baskılardı. Bunu, kimse anlamıyor tam olarak. 2011’den 2013’ün başlarına kadar Yuan 8’den neredeyse 6’lara düştü. Çok değerlendi. Şimdiki problem ise şu: Çin’de şu anda enflasyon kontrol altında, ekonomi yavaşlıyor, deflasyondan korkuyorlar. Yuan’ı ucuzlaştırmaya çalışıyorlar. Bu da ABD’nin yeniden şikayet etmesine sebep oldu. Öyle görünüyor ki, parite savaşları da tüm hızıyla yine geri geldi, ve başlıyor, başlayacak.

Doların çöküşü yakındır Size döviz kurları, paritelerle ilgili birkaç sorum daha olacaktı. Çin, Doğu Asya’da ABD’yi, Rusya ise Doğu Avrupa’da ABD’yi karşılarına almış durumdalar. Suudi Arabistan da İran yüzünden ABD ile takışmada. Bu tür ayrı ayrı olayların ABD dolarının geleceğine etkisi ne olacak? ABD doları dünyanın lider döviz rezervi olarak kalabilecek mi? Size bir örnek vereyim. Çünkü bunun etkisi çok büyük. Doların üç bacaklı bir sandalye üzerinde oturduğunu düşünün şimdi. O bacaklardan birisi Rusya, birisi Çin, diğeri de Suudi Arabistan. Sizin de dediğiniz gibi Rusya ile ABD’nin Kırım konusunda, finansal bir savaş içinde olduğunu biliyoruz. Rusya Kırım’ı aldı, işgal etti. ABD askeri güçle cevap veremiyor, ekonomik yaptırımla savaşa girdi onun yerine. O da durumu daha da kötüleştirdi. Kimse bunun iyi fikir olduğuna inanmıyordu. Rusya, NY Menkul Kıymetler Borsası’nın içine girip kesebilir, Rusya her yere girebilir,

dolara, para ödeme sistemlerinin içine girebilir. Çin ise binlerce tonlarca altın alıyor. Zaten 4 trilyon dolarlık rezervlerinin çoğu dolar. Onlardan kurtulmak istiyorlar. Ama piyasa o kadar büyük değil, o kadar kolay da değil. Bu paradan kurtulmak için. Altını ona karşı yani dolara karşı önlem alıyorlar. Yani ABD doları çıkarınca, ellerinde tuttukları dolar üze-

rinden tuttukları varlıklarından değer kaybedip altından kazanacaklar. Amaçları o. Suudi Arabistan ise İran konusunda, kendini ABD tarafından arkadan bıçaklanmış gibi hissediyor. ABD, İran ve güvenlik konuları yüzünden Suudi Arabistan’la da gerginlik içinde. ABD İran’a nükleer hedeflerine yeşil ışık yaktı. Bu çok eskiye 1970’lere kadar gidiyor. Suudiler, milli güvenliklerinin garantisi karşılığında, Ruslarla petrol üzerindeki dolar fiyat indirimini kabul etmiş, öyle bir anlaşmaya gitmişti o yıllarda. Bu da onun devamı gibi. ABD, bu güvenlik anlaşması garantisini çıkardı. O yüzden de Suudiler de karşılık olarak dolar indirimini iptal etme konumundalar. Dünyadaki bu tür gelişmelerine bakarsak, bunlar bir gecede olmadı tabi ki. Doların 3 büyük desteği de gittikçe uzaklaşıyor. Dolara güvenin yıkıldığının işareti bunlar.

Çin parası yükseldi Şimdi ise Çin’le ilgili durum ilginç. Yani Çin, 2011’e kadar Yuan’ı ucuz tutmuştu ve tabi bu ihracat ithalat dengeleri yüzünden ABD’nin hiç işine gelmiyordu, şikayet ediyordu ve ABD devamlı şekilde Çin’e bu konuda baskı yapıp, Yuan’ın yükselmesine izin ver diyordu. Sonunda Çin, Yuan’ın yükselmesine izin verdi. Ama bunun yapmalarının gerçek sebebi, ABD’nin Çin’i zorlaması değil, Çin’in yaşadığı enflasyonist sebeplerdi. ABD, devamlı para basıyordu ve tüm dolarlar da Çin’e gidi-

yordu. Dolarla ödeme yapmanız için için dolar almanız lazım. People’s Bank Of China, pariteyi sabit tutmak, korumak için, sabit bir fiyatta dolar almak zorunda kalıyordu. Bunun için de kendi parasını basmak zorunda kalmıştı. Bu da enflasyona sebep olmuştu. Çin’de enflasyon, politik dengesizliğe sebep olur. En korktukları şeydir aslında. Enflasyon yüzünden, 1989 Tienaman Meydanı’nda gösterilere sebep olmuştu, tabi o da toplu katliamlara önayak olmuştu.

Melike Ayan melikea@yahoo.com

FED’İN BEJ KİTABI! GÜNDEMİ yoğun bir haftayı geride bıraktık. G7 toplantıları, Avrupa Merkez Bankası kararı, tarım dışı istihdam rakamlarının duyurusu derken ekonomik veri, aktivite açısından çok yoğun bir haftayı borsalar rallide kapattı. Çarşamba günü Fed’in Bej Kitabı yayınlandı. Fed’in Bej Kitabı genellikle bir sonraki Fed toplantısından iki hafta önce yayınlanır ve Bej Kitap içinde 12 bölgesel Fed’den alınan ekonomik aktivitelerin özetini içerir. Bu rapora göre, tüm 12 bölgeden kademeli, ılımlı yavaş gelişen ekonomik aktivite haberleri geldi. Boston, New York, Richmond, Chicago, Minneapolis, Dallas ve San Francisco bölgelerinde büyümenin hızı orta kademeli olarak nitelendirilirken, geri kalan yerlerde daha ılımlı geçmiş. Bir önceki raporlarla mukayese edildiğinde Cleveland, St. Louis bölgelerinde büyüme hızlanmış ama Kansas City’de yavaşlamış. Yine Bej Kitaba göre, araba satışları hane halkı harcamalarını canlandırmış. Bej Kitap Fed Başkanı Janet Yellen’in yüzde eksi 1’lik ABD büyümesinin sebebi soğuk havalardan, kötü hava koşullarından kaynaklanıyormuş ve önümüzdeki çeyreklerde mutlaka bir toparlanma göreceğiz teorisini destekliyor. Aynı gün, ticari açık ise son iki senenin en üstünde bir rakama, beklentilerden çok yukarılarda geldi. 47.2 milyar dolarlık ticari açığın sebebi, ABD’lilerin araba, cep telefonu, networking araç gereçlerinde yaptıkları ithalatın artışına bağlanmış. Aynı gün fabrikalarda verimlilik de yüzde 3,2 düşmüş. Özel sektör bordoları ise dört ayın en düşüğünde gelerek hayal kırıklığı yarattı. Tüm bu negatif ekonomik verilere rağmen canlanan ralli yapmaya devam eden ABD borsaları, sadece tek iyi gelen imalat dışı İSM hizmet endeksinin canlanmasını kendine bahane etti. Mayıs ayında hizmet sektörü, en son Ağustostan beri gördüğü en yüksek çıkışı gösterdi. Perşembe günü ise Avrupa Merkez Bankası bir ilkle tarihe imzasını attı. Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi, faizleri negatife çekerek, dünyada faizleri negatife kadar indiren ilk kurum olma unvanını kazandı. Bu dramatik duyuruya ek olarak, aynı zamanda varlık alımı gibi likidite enjekte edecek teşvik planlarından da bahsetti. Amacı, daha güçlü bir Avrupa yaratma, deflasyon tehdidini aşma, ekonomik görünümü düzeltme olan Draghi, “Bu kadarla mı kalıcağız? Cevabımız: hayır“ dedi. AMB, Perşembe günü verdiği sözü tuttu, teşvik, likidite getirdi. Haftanın en önemli iki gündeminden birini geride bırakıp cuma günü gözler ABD’ye çevrildi. ABD’den işsizlik ve tarım dışı istihdam rakamları, Normandiya çıkarmasının 70. yıldönümünde, PutinObama tarihi buluşmalarının yapıldığı günde açıklandı ve o rakamlar da borsaları yeşillere bürümeye devam etti. Tarihi günde istihdam, 217,000 gibi bir rakamla beklentilerin üstünde gelerek resesyon öncesi dönemleri hatırlattı. 6 yılın en düşüğünde işsizlik rakamı olan yüzde 6.3’ de korundu. Her şeyden daha önemlisi belki de bu raporun ortalama çalışılan ücretlerdeki artış, uzun dönemli işsizliğin düşüşü, ve işletmelerin daha fazla full time işçiyi işe aldıklarını duyurması oldu. Amerika’da, mayıs ayında 27 hafta veya daha fazladır işsiz kalanların toplan işsizlere oranı da yüzde 34.6 ya düşmüş ki bu rakam en son ağustos 2009’larda görülmüştü. ABD’de en çok işe alan sektörler işe alınmaların ise sağlık sektörü, perakende sektörü, fabrika ve ticari hizmet servisi veren sektörlerde yoğunlukta olduğunu görüyoruz. Bordrolardaki bu artış, toplam istihdamın Ocak 2008’de ulaştığı zirve rakam 138.4 milyondan artık uzaklaştığını gösterdi. Aynı günde yani cuma günü nisan ayı için gelen tüketici kredileri de rekor artış sergiledi. Temmuz 2011’den beri tüketici kredileri ilk defa bu kadar çıkmış ve 26.8 milyar dolara çıkmış. Sebebi de kredi kartı harcamalarının en son Kasım 2001’den beri bu kadar yükselmesiymiş. Tüm bu yükselen ekonomik veriler, borsanın da yükselmeye devam etmesine, rallisine sebep oldu. Tüm bu veriler arasında tek düşen endişe (veya korku endeksi) VİX oldu. VİX , Şubat 2007, yani 7 yılın en düşüklerine 10.73’e gelerek rekor kıranların arasına katıldı. Haftaya gelecek verilen ve beklentiler nedir? Öncelikle her inişin çıkışı varsa, her çıkışın da inişi mi vardır? Bu doğruysa borsa düzeltmelerini yaşayabilir mi haftaya?Haftaya gelecek ekonomik veriler arasında, üretici fiyat endeksi, Michigan güven endeksi, perakende satış rakamları ve ithalat fiyatları var. Tüm bu rakamlarla ilgili beklentiler de yükseltilmiş durumda. Evet önümüzdeki hafta bize rallinin doğrultusunu göstermesi açısından önemli bir hafta olacak. Bol kazançlı, huzurlu günler dileklerimle…


Gündem

11 Haziran 2014 Çarşamba

Türkiye ilişkilerini Bush bozdu Başkan Obama’nın ilk Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un, ‘Zor Tercihler’ adlı kitabını piyasa çıkmadan POSTA212 ele geçirdi. Kitabında Türkiye’den bahseden Clinton, Başbakan Erdoğan’dan “Anahtarı elinde tutan adam” diye söz ediyor. Kitaba göre Türkiye ile abd ilişkilerini Bush bozmuş yahu’yu özür diletme gayretlerim birkaç kez gidip geldi. Birden çok kez kendisi sonunda Türkiye’ye özür dileyeceğini söyledi ama sağ merkez koalisyonunun diğer üyeleri tarafından durduruldu. Ağustos 2011’de Henry Kissinger’i dahi özür dilemenin stratejik nedenini anlatmak için kendisine gönderdim.)

İLHAN TANIR WASHINGTON - POSTA212

B

aşkan Obama’nın 2009 ila 2013 yılları arasındaki ilk Dışişleri Bakanı olan Hillary Clinton, ‘’Zor Tercihler’’ adlı kitabını piyasaya sürüyor. Bu hafta piyasaya sürülecek olan kitabın bir kopyasını POSTA212 önceden ele geçirdi. Clinton, indeksi ile birlikte 630 sayfa kadar tutan kitabında Türkiye’den oldukça geniş bir biçimde bahsediyor. Clinton, aynı zamanda 2016 yılı için de en güçlü başkanlık adaylarından biri olarak görülüyor. Ondan dolayı da Clinton’ın Türkiye ile ilgili kitabında yazdığı bazı çok tartışılacak tespitler, Türkiye’de tartışmalara gebe olacak. Kitabının 212’inci sayfasında Türkiye’den bahseden Clinton’ın Erdoğan ve Türkiye hakkındaki sözleri çok tartışılacak.

TÜRKİYE ÇOK İLGİ İSTİYOR ‘’Avrupa’daki hiçbir ilişkimiz, çoğu Müslüman 70 milyondan fazla nüfusu, bir ayağı Avrupa’da ve biri güney batı Asya’da olan Türkiye ile olan ilişkilerden daha çok ilgi gerektirmedi. Modern Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı sonrası parçalanmasından sonra kurulan, seküler bir demokrasi ile Batı’ya yönelen bir ülke niyetiyle kuruldu. NATO’ya 1952’de katıldı ve Soğuk Savaş süresince güvenlir bir müttefik oldu, ordularını bizim ordularmızla Kore’de savaşmaya gönderdi, ABD güçlerini on yıllar boyu ev sahipliği yaptı. Bununla birlikte Türk ordusu, kendisini Atatürk’ün vizyonunun garantörü olarak görerek, gelen hükümetleri fazlaca İslamist, fazlaca solcu veya fazlaca zayıf olması nedeniyle müdahale ederek, iktidardan düşürdü. Belki bu Soğuk Savaş için iyi idi ama ülkedeki demokratik gelişmeyi erteledi.

Tahran’IN Hileli OyunU Kitabın 429’uncu sayfasında ise Clinton, Tahran Anlaşması’nın neden uygun olmadığını şöyle anlatıyor: ‘‘Anlaşma İran’ın uranyum zenginleştirmeye devam ettiğini ve önceki anlaşmaya göre çok daha büyük bir uranyum stoğu bırakacağını dikkate almadı. Önceki Ekim Anlaşması’na (2009 İran Değiş-tokuş ‘swap’ Anlaşması) benzemez şekilde İran bu kez dışarıya gönderdiği uranyumun sahipliğini elinde tutacak ve istediği zaman bunları geri alabilecekti. En rahatsız edeni ise, İran’ın daha yüksek derecede uranyum zenginleştirmeye devam edeceği ve bu anlaşmada bu zenginleştirmeyi durduracak ve hatta IAEA ile tartışacak sinyale dahi sahip olmaması idi.’’

kulağa hoş geliyordu ve birçok kez de yapıcı bir girişim olarak görüldü. Bununla birlikte (sıfır problem politikası) Türkiye’nin, uluslararası toplumun Tahran’ın nükleer program ile ilgili endişelerini tatmin etmekte yetersiz kalmasına rağmen İran ile olan diplomatik anlaşmayı (2010 Tahran Anlaşma) kabulü noktasında çok hevesli hale getirdi.

BUSH İLİŞKİLERİMİZİ BOZDU Maalesef Bush yılları ilişkilerimizi zorladı. 2007 yılına gelindiğinde ABD’nin beğenilirliği ülkede yüzde 9’a kadar geriledi. Bu rakam Pew Araştırma Merkezi’nin 47 ülkede yaptığı anketlerde en düşük seviyeyi gösterdi. Türkiye’nin ekonomisinin hızlı büyümesi, Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun ekonomilerinin finansal kriz ile duraklaması ile birlikte, Türkiye yeni bir bölgesel güç merkezi olarak belirdi. Endonezya gibi, Türkiye de, demokrasi, modernizm, kadın hakları, sekülerizm ve İslam’ın beraber yaşayıp, yaşamayacağını test ediyor ve Ortadoğu’daki bütün halklar da bunu seyrediyordu. Bu imtihanın başarılı olması ABD’nin çıkarları için çok önemli idi ve bizim ilişkilerimizin de güçlü bir temele sahip olan zamana geri dönmesi de önemli idi. TÜRKLERE UZANMAYA ÇALIŞTIM Avrupa’ya Dışişleri Bakanı olarak yaptığım ilk gezide Türkiye’yi ziyaret ettim. Türk yetkilileri ile görüştüğüm gibi, Türk halkına da uzanmaya çalıştım, her yerde denediğim gibi. Bu el uzatma, hükümetlerin bizimle çalışmak istediği ama halkının büyük kısmının anti-Amerikan ve bize güvenmez olduğu ülkelerde özellikle önemli idi. Ana akım medya ile doğrudan halka ulaşmakla, (halkın) yaklaşımlarına etki etmek ve böylece hükümetlere bizimle beraber çalışmaları için siyasi bir koruma verebilirdi. Katıldığım televizyon programı ‘Haydi Gel Bizimle Ol’ idi ve sonucu oldukça cesaret verici oldu. ERDOĞAN, ETKİLİ VE GÜÇLÜ LİDER Özellikle bir adam, Türkiye’nin geleceğinin ve bizim ilişkilerin anahtarını elinde tututuyordu: Başbakan Erdoğan. Kendisi ile ilk kez İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı zamanında 1990’larda tanışmıştım. Kendisi hırslı, güçlü, dindar ve etkili bir politikacı idi. Türkler onun İslamcı partisini önce 2002’de, sonra 2007 ve 2011’de yeniden seçtiler. Başbakan Erdoğan bütün bu üç seçimi büyük çaplı değişim yapmak için bir ehliyet kazanımı olarak algıladı. Kendi hükümeti asker içinde darbeciler olarak iddia edilenlerin ardından agresif bir şekilde gitti ve daha önceki bütün sivil hükmetlerden daha sıkı bir şekilde güce sahip oldu. Erdoğan’ın Pozitif Değişimleri Erdoğan’ın liderliğindeki bazı değişimler pozitif idi. AB üyeliği koşullarının gerektirdiklerinin motivasyonu ile Türkiye, Devlet Güvenlik Mahkemelerini (DGM) ortadan kaldırdı, Ceza Hukuku’nu reform etti, hukuki danışma ve avukatlık haklarını artırdı, Kürtçe’nin öğrenim dilinde kullanılması ve yayın yapılması konularında önündeki engelleri hafifletti. Erdoğan ayrıca ‘komşularla sıfır problem’ dış politika prensibini takip edeceğini ilan etti. Bölgesel anlaşmazlıkları çözme ve Ortadoğu’da daha aktif bir politika uygulama girişimini, Erdoğan’ın danışmanlarından ve sonrasında dışişleri bakanı olan Ahmet Davutoğlu savundu. Sıfır problem

Halkının Açılması İçin Denemeler İslam ve sekülerizmin kolay olmayan bir dengede yaşadığı bir ülkede dini ve kültürel problemler hassastı ve farklı inanış gelenekleri bazen bu baskıyı hissetti. Ekümenik Patrik Bartholomew Erdoğan’ı yapıcı bir ortak olarak gördü ama halen kilise malvarlığının geri verilmesini ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasını bekliyordu. Patrik’in gayesini destekledim ve okulun yeniden açılması için denemeler yaptım ama maalesef olmadı. Başörtü Hakkı Yaklaşımı Erdoğan’ın kadın öğrencilere başörtüsü giyme hakkını vermekten bahsettiğinde bazıları bunu dini özgürlükler ve kadının seçme hakkı ile ilgili olarak ileri doğru atılmış bir adım olarak gördü. Diğerleri ise bunu sekülerizme karşı darbe ve teokrasinin sonunda kadınların haklarını kısıtlayacak şekilde ortaya çıkış sinyali olarak algıladı. Bu durum 21’inci yüzyıl Türkiye’sinin derin çelişkilerini gösteriyor ve belki de iki görüş de doğru olabilir. Erdoğan kendi örtülü kızlarının başarıları hakkında oldukça gururlu idi ve benden de onların ABD’de yüksek öğrenim görmesi hakkında tavsiyelerimi sormuştu. Davutoğlu: Tutkulu ve Bilgili Erdoğan ile saatlerce konuştuğum oldu ve çoğu zaman Davutoğlu, çevirmen olarak yalnız bulundu. Davutoğlu akademisyenliği çok olan ve sonradan diplomat ve politikacılığa dönmüş, Türkiye’nin yeniden global önemini kazanması hakkındaki yazıları Erdoğan’ın düşünceleri ile uyuşmuş biri idi. Tutkusu ve derin bilgisini bulunduğu pozisyona getiren Davutoğlu ile verimli ve dostça bir çalışma ilişkisi geliştirdik ki bazı zamanlar bu zor anlar yaşasa da hiçbir zaman bu ilişkiler kopmadı. Türkiye: Sinir Bozucu Ortak 4 yıl bakanlık zamanımda Türkiye önemli ve bazen de yıldırıcı bir ortak oldu. Bazı zamanlarda (Afganistan, terörle mücadele Suriye ve

diğer konularda) anlaşırken, bazen de (iran’ın nükleer programı) anlaşamadığımız zamanlar oldu.

Ermenistan-Türkiye Sıfır Problem Dış Politika iddialı bir hedefti, özellikle Türkiye’nin komşularıyla uzun süreli problemlerle takıntılı birçok anlaşmazlığa muhatap olduğunu düşündüğümüzde… Kafkasya’daki anlaşmazlık, Orta Asya doğal gazlarının Avrupa marketlerine doğal gaz borulaması ile gönderme ve Rusya enerjisine bağlılığını azaltma planlarımız için problemler teşkil ediyordu. Bütün bu anlaşmazlıklar, bizim inşa etmeye çalıştığımız Avrupa yolunda engellerdi. Türkiye’nin sıfır problem stratejisi bizim için bazı donmuş anlaşmazlıkları müzakere etmemiz hatta çözmemiz için bir fırsat doğurucağını düşünerek, Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcım Phil Gordon’a bu konuda ne yapabiliriz sorusuna bakmasını istedim. Birkaç Ayda 30 Telefon Görüşmesi 2009 yılı boyunca İsviçre, Fransa, Rusya ve AB ile yakından çalışarak, Türkiye ile Ermenistan arasındaki müzakereleri destekledik ki bunun sonunda resmi diplomatik ilişkilerin ve sınırların ticaret için açılmasını ümit ettik. İlk aylarımda iki ülkedeki yetkililerle yaklaşık 30 kez telefonda konuştum ve Davutoğlu ve Ermenistan Dışişleri Bakanı Edward Nalbandian ile telekonferans yaptık. Sonunda Zürih Üniversitesi’ndeki imza gününe yaklaştık. Herşey yolunda görünüyordu. Ama bir sonraki öğleden sonra otelimden ayrılıp, Üniversite’deki imza törenine katılmaya giderken, Ermenistan Dışişleri Bakanı’nın engel çıkardığını duydum. Nalbandian, Davutoğlu’nun imza töreninde söyleyeceklerinden endişeleniyordu ve bir anda imzalamaktan vazgeçmişti. Ben arabada beklerken Phil Gordon otele giderek yukarıya çıktı ve İsveçli müzakereci ile Nalbandian’ı bularak imza törenine götürmeye ikna etmeye çalıştı. Ama Nalbandian fikrini değiştirmiyordu. Nalbandian ve Davutoğlu’nu aynı anda aradım ve ikisi ile yaklaşık bir saat konuşarak aradaki görüş ayrılığı farkını kapattım ve Nalbandian’ı odasından çıkmaya ikna etmeye çalışıyordum. ‘’Bu çok önemli, buraya kadar geldik, bunu sonuçlandırmayılız’ dedim onlara. Bizzat Nalbandian’ı İkna Sonunda yukarıya, otele, bizzat çıkarak Nalbandian’ı gördüm. İmza törenindeki konuşma bölümünü tümüyle iptal etseydik ne olurdu? Anlaşmayı imzala ve açıklama yapmadan ayrıl. İki taraf da bu öneriyi kabul etti. Aşağıya yürüdük ve Nalbandian benim arabama binerek beraberce üniversiteye gittik. 1.5 saat daha el sıkışma ve bileğini zorlama hareketleriyle onları imza tören yerine yürümeye ikna ettik. 3 saat gecikmiştik ama imza törenine çıkmıştık. Hızlıca imza törenine geçtik ve sonrasında büyük bir hafifleme ile herkes, mümkün olan en kısa zamanda ortamı terketti. Şimdiye kadar ne Türkiye ne de Ermenistan bu protokolleri onayladı. Ama Aralık 2013’de iki dışişleri bakanı 2 saatliğine buluştular ve ileriye nasıl gidilebileceğini konuştular. Halen büyük gelişme için umutluyum. Havaalanına giderken Başkan Obama arayarak tebriklerini iletti. Olaylar kolay değildi ama ileriye doğru hassas bir bölgede adım atmış olduk. New York Times benim gayretlerimi ‘son dakikaya kadar, limuzin diplomasisi’ olarak tasvir etti. Limuzinim yoktu ama tasvir doğru idi.

Mavi Marmara (Mavi Marmara baskınından sonra) İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’dan acil bir telefon aldım. ‘’Sonuçtan memnun değiliz, ama zor bir karar vermeliydik. Bunu yapmaktan kaçamadık,’’ dedi. ‘’Tahmin edilmesi güç bazı sonuçlar olacak’’ dedim kendisine. İsrail İLe Savaş ÇIKACAK Baskından bir gün sonra Dışişleri Bakanı Davutoğlu beni görmeye geldi ve iki saatten fazla konuştuk. Kendisi oldukça duygulu idi ve Türkiye’nin İsrail’e savaş ilan edebileceği tehdidinde bulundu. ‘’Psikolojik olarak bu atak Türkiye’nin 11 Eylül’ü gibidir’’ dedi ve İsrail’den özür ile kurbanlar için tazminat talep ediyordu. ‘’Nasıl önemsemiyorsunuz’’ diye sordu bana. ‘’Bunlardan biri ABD vatandaşı idi’’ dedi. Ben önemsiyordum, hem de çok. Ama benim birinci önceliğim ortalığı yatıştırmak ve bütün bu savaş ve sonuçları konuşmalarını bir kenara koymaktı. Sonrasında Başkan Obama’ya Erdoğan’ı araması tavsiyesinde bulundum. Bundan sonrasında ise Türklerin endişelerini ve taleplerini Netanyahu’ya ilettim. Türkler ile ilişkileri düzeltmek istediğini söyledi ama kamuoyu önünde özür dilemeyi reddediyordu. (Netan-

Sarkozy Delirtti Fransa, Libya operasyonunda önayak olmak istedi. Sarkozy, Fransa’nın büyük bir dünya gücü olarak kendisini ileri çıkarması adına bir şans olarak gördü. Birçok Avrupalı ve Arap ülkelerini Paris’e acil zirve için çağırdı. Bariz bir şekilde davet edilmeyen NATO müttefikimiz ise Türkiye idi. Sarkozy’nin Türkiye’nin AB ‘ye katılımına karşı çıkmasından ötürü Sarkozy ile Erdoğan arasında zaten tansiyon bulunuyordu. Sonra da Erdoğan, Libya konusunda tedbir yönünde sesini yükseltince Sarkozy onu bu koalisyondan çıkardı. Bu red, Erdoğan’ı delirtti ve kendisini daha kararlı bir şekilde müdahale karşıtı yaptı. Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile konuştuğumda kendisinin kırılmış duygularını hafifletmeye çalıştım: ‘’Öncelikle senin davet edilmen için çok sıkı çalıştığımı söylemek isterim’’ dedim. Korktuğum gibi Davutoğlu’nun canı sıkkındı. ‘’Biz NATO’dan müdahale bekliyoruz, Paris’de aniden bir konferans var ve biz davet edilmiyoruz’’ diye haklı şekilde şikayet etti. Koalisyon içindeki ilişkiler kötüden daha kötüye gitti. Türkler NATO misyonu için dar parametreler istiyordu, Fransızlar ise kontrolü bırakmaya yanaşmıyorlardı. Pazartesi akşamı Başkan Obama Erdoğan’ı arayarak ‘’gerekli olan bütün önlemler’’ teriminin yer alması gerektiğini bunun ‘kara kuvvetlerini işgal için göndermek anlamına gelmediğinin altını çizdi.


Güncel

11 Haziran 2013 Çarşamba

ABD-Türkiye ilişkilerinde umut ATC’nin 10 yıllık başkanı James H. Holmes’in tepkisel istifası üzerine devreye ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya işlerinden sorumlu bakan yardımcısı Victoria Nuland girdi İLHAN TANIR WASHINGTON - POSTA212

T

ürkiye-ABD ilişkilerinin önemli dönemeçlerinden biri olan Amerikan-Türk Konseyi (ATC) yıllık konferansı geçen hafta yapıldı. Konferansa katılımın düşük olması, konferans esnasında ATC’nin on yıllık başkanı emekli Büyükelçi James H. Holmes’un istifasını vermesi, mevcut ilişkilere eklenmiş bir sorun olarak görüldü. ATC, temelde Amerikalı şirketlerin ağırlıkta olduğu, Amerika’da kurulu ve Amerikan bir organizasyon. Bundan dolayı, Holmes’un verdiği istifanın, Amerikalı şirketlerin ağırlığının bulunduğu ATC’nin yönetim kurulunda kabulü gerekiyor. Ankara tarafından ve ATC üyesi bazı Türk şirketlerince istenmeyen adam ilan edilen Holmes’un bu saatten sonra geri dönebilmesi ise düşük bir ihtimal olarak görülüyor.

Nuland Dahil Oldu Bu bağlamda, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya işlerinden sorumlu bakan yardımcısı Victoria Nuland’ın Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç’ı arayarak, Türkiye tarafından Holmes’un istifası ile ilgili olarak bilgi almak istediği iki farklı Washington kaynağı tarafından Posta212’ye doğrulandı. Bu Washington

kaynaklarından biri ise, Nuland’ın sadece Holmes’un istifasını değil, Türkiye’de bir süredir devam eden ve ‘Cadı Avı’ olarak isimlendirilen kavga hakkında da bilgi edinmek istediği iddia edildi. Bu iddia başka kaynaklarca doğrulanamadı. ABD Büyükelçisi Umutlu Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerdeki bu inişli-çıkışlı görüntüye rağmen, bu yaz mevsimi sonunda Ankara’daki görevini sonlandıracak olan ABD’nin Büyükelçisi Ricciardone ise, yine ATC’nin yıllık kapanış akşamında yaptığı konuşmada verdiği umut dolu mesajlar ile dikkatleri çekti. Ricciardone’nin konuşması, ABD’nin yeni Türkiye Büyükelçisi John R. Bass’in adaylığının resmen açıklanmasından sadece birkaç saat sonrasına denk gelmişti. Ricciardone, konuşmasında önce salonda bulunan birçok ABD’li ve Türk aktörlere teşekkür ederek başladı. Görevinin sonlanmasıyla birlikte Washington’daki önemli düşünce kuruluşlarından biri olan Atlantic Council’da, yine Türkiye’yi de içine alacak bir göreve başlayacak Ricciardone’nin bu konuşması, son kez bir Büyükelçi olarak ATC’ye hitap ettiği akşam oldu. “Türkiye’den Vazgeçmiyoruz” Ricciardone, Türkiye ve ABD arasındaki en önemli iş konseyi olarak bilinen ATC’deki konuşmasına iki ülke

arasındaki ticari bağların Obama yönetiminin işe başlamasından beri geliştiğini birçok örnekle anlattı ve iki ülkenin ticaret hacminin 2010 yılından beri yüzde 75 oranında arttığını söyledi. Türkiye’nin ihracatının da aynı şekilde artış gösterdiğine değindi. İki ülke arasındaki iş ve resmi düzeyde sıkı ziyaretleri de ekleyen Büyükelçi, ‘‘Sonuç itibariyle Türkiye’den vazgeçmiyoruz’’ dedi. “Gördüğümü GÖRMÜYORSUNUZ” Ankara’da 3.5 yıl görev yaptıktan sonra sonlandırmaya hazırlanan Ricciardone, iki ülke arasında ilişkiler adına birçok kesimin farklı parametler kurduğunu fakat bunların çoğunun ‘‘Kendisinin ilişkiler adına gördüklerini fark etmediğini’’ iddia etti. Büyükelçi, Türkiye ile ilişkilerde fırsatlar olduğu gibi tehditler ve problemlerin de mevcut olduğunu kabul etti. Basın özgürlüğünün sınırı, özel hayat, devletin gizliliği gibi konularda birçok sorunun Türkiye’de de tartışıldığını ifade etti. Türkiye Geri Gitmiyor Ricciardone’nin ayrıca, ‘’Türkiye geriye gidiş tehdidiyle karşı karşıya olduğunu sanmıyorum’’ demesi dikkat çekti. ‘’Ne kadar Türkiye gelişebilir ve ne hızla gelişebilir’’ sorularının yerinde sorular olduğunu kaydetti.

tatmin olmamalı. Eğer demokrasinin yeterli olduğunu sanırsanız problem vardır. Daha çok demokrasi, daha çok özgürlük ve refah talep edilmelidir. Bunları istediğiniz müddetçe bunlara sahip olabilirsiniz. Bunları istemekten vazgeçtiğinizde ise işte o zaman diktatörlük çökmüş olur.’’

İyimser Ayrılıyorum Türk ve Amerikan şirketlerin her iki ülkede de yatırımlarını artırmasını örneklerle anlatan Ricciardone, bütün bunların sonunda ‘‘İlişkilerde momentum var. Problemler, eleştiriler ve tartışmalar da var ama yapılacak daha çok iş var. Türkiye’den tümüyle iyimser olarak ayrılıyorum’’ sözlerini söyledi. Diktatörlük Çöker Ricciardone konuşması sonrası POSTA212’nin sorularını da cevaplan-

dırdı. Türkiye’nin bir süredir bütün dünya özgürlük indekslerinde geriye gittiği hatırladığında Ricciardone şunları söyledi: ‘’Indeksler önemlidir, insanlar dikkat ediyor ve bu konuların üstüne düşüyor. Türkler demokrasilerine dikkat ediyor. Türkler ayrıca ülkenin nereye gittiği hakkında ciddi tartışmalar yapıyor, nereye gitmesi hakkında görüşlerini söylüyor. Sorumlu demokrasiler de bunu yapar. Hiçbir demokrasi, Amerikan demokrasisi de dahil olmak üzere, demokrasinin seviyesinden dolayı

Türk tarafı da Umutlu ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerden umutlu olan sadece Amerikan Büyükelçisi değil. Türkiye tarafı da Türkiye ile ABD ilişkilerinden umutlu. Ankara’dan POSTA212’ye konuşan bazı diplomatik kaynaklar, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde şu anda görülen bazı aksaklıkların, önümüzdeki aylarda kaybolacağına inanıyor. Türkiye-ABD ilişkileri ile de ilgilenen bu Türk diplomatik kaynaklar, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin nihayete ermesi ile birlikte Türkiye’de seçim döneminden kaynaklanan birçok tansiyonlu konunun normale döneceğini ve dışilişkilerde de Türkiye’nin ABD ile paylaştığı birçok stratejik konularda işbirliği ihtiyacından dolayı da, bu ilişkilerin yeniden rayına oturmasının beklentisi dillendiriliyor. Bu beklentilerin ne oranda gerçekleşeceğini, bu zamanlarda Ankara’yı atlamayı adet haline getiren ABD’li yetkililerin Ankara’yı yeniden durak yapmaya başlayıp, başlamayacağını birlikte göreceğiz.

İsrail’de bir dönem sona eriyor Gelecek hafta salı günü İsrail’de Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. Efsane haline gelen Şimon Peres dönemi sona eriyor. Birinci aday Nobel ödüllü Profesör Dan Scheçtman. İkincisi sağcı politikacı Başbakan Benjamin Netanyahu tarafından desteklenen Rubi Rivlin. DAPHNE BARAK KUDÜS İSRAİL - POSTA212

H

aftaya salı İsrail’de tarihi bir dönem sona erecek. Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in gelecek ay görev süresi doluyor. Salı günü onun boşaltacağı yeri kimin dolduracağı belli olacak. Ancak olay bununla bitmiyor. Seçimlerden sonra hükümetin istifa edeceği de ileri sürülüyor. Peres, İsrail’in en yüksek mevkisini temizlemesi ve oraya eski sihir ve onurunu geri getirmesi ile tanınıyor. Son iki İsrail Cumhurbaşkanı’ndan önceki sihir ve onuru. Pislikler Ezer Weisman ile başladı. O ünlü bir ailenin oğluydu. Bir zamanlar Savunma Bakanı olan popüler Weizman, rüşvet alırken yakalandığı için rezil olarak istifa etmişti. Ancak bu başlıklar İsrail halkını ondan sonra gelen için hazırlamadı ve sağcı politikacı Moshe Kazav’i yerine Cumhurbaşkanı seçildi. Bir kaç yıl sonra, İsrail Cumhurbaşkanı bir kızın ırzına geçmekle suçlandı. Kazav istifaya zorlandı, mahkemeye çıktı ve suçlu bulundu. İsrail halkı Cumhurbaşkanlığı’nın ülke için büyük bir ayıp haline geldiğini artık görüyordu.

Şimon Peres

Dolayısıyla eski başbakan Şimon Peres Cumhurbaşkanlığı’na seçilince hem İsrail’de hem ülke dışında bir rahatlama oldu. Geçen yaz Peres’in 90. doğum günü kutlamaları için Hollywood’dan Robert De Niro, Sharon Stone gibi ünlüler de İsrail’e geldiler. Ben Peres’in uzun yıllardan beri dostuyum. Peres’in sağ kolu Yona Bartal’a

“Peres’den sonraki dönem”i sordum. Yona’yı telefonla aradığımda, bu hafta sonunda, Türkiye’deydi. Bana Peres’in hala haftanın yedi günü günde 24 saat çalıştığını söyledi. Yona, “Son dakikaya kadar... Ben yarın, Cumartesi günü, Türkiye’den dönüyorum ve pazar günü erken uyanacağız... Cumhurbaşkanı ile Roma’ya uçuyorum. Papa orada bizi Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas ile birlikte barış için dua etmeye davet etti” dedi. O zaman, Temmuz ayından sonra Peres ne yapacak dediğimde, Yona gülüyor ve “Çok çok büyük bir açıklama yapacak! Haftaya sana söylerim” SİMON PERES dedi. Peres, önceki dönemlerdeki rezaleti hatırlatırcasına İsrail halkı yine büyük bir skandalla uyandı. Cumhurbaşkanlığı’nın başta gelen adaylarından biri olan Benjamin Ben Eliezer o sabah polis tarafından sorgulanmaya alınmış. Ben Elizer’e satın aldığı bir ev için ödediği paranın neden bir işadamından geldiğine ilişkin soru soruluyordu... Eski rezil günleri hatırlatırcasına! Fuad olarak da bilinen Ben Eliezer böylece Cumhurbaşkanlığı seçiminden çekilmek zorunda bırakılmış oldu. Geriye üç aday kaldı: Biri Nobel ödüllü Profesör Dan Scheçtman. Diğeri sağcı politikacı Başbakan Benjamin Netanyahu tarafından desteklenen Rubi Rivlin. Üçüncüsü eski İsrail parlamento başkanı Dalia İtzik. Dalia seçilirse ülkenin ilk kadın Cumhurbaşkanı olacak. Dalia ile cuma akşamı konuştum... Her ne kadar Ben Eliezer’in adaylıktan çekilmesinden dolayı seçilme şansının artmasına rağmen onu fazla heyecanlı bulmadım… “Daphne, bu işlerin nasıl olduğunu bilirsin … Gidip parlamento üyelerini tek tek ikna etmek zorundayım... Bazıları bana DAN SCHEÇTMAN oy verecekmiş gibi görünüyor, an-

Son olarak da eski İsrail Parlamento Başkanı Dalia İtzik olmak üzere üç aday yarışacak. Şayet Dalia seçilirse ülkenin ilk kadın Cumhurbaşkanı olacak. Arkadaşımız Daphne Barak hem Peres ile hem de diğer üç cumhurbaşkanı adayı ile görüşerek, seçimleri sizin için yorumladı

Dalia İtzik

DALİA ETZİK

cak bekleyip göreceğiz bakalım...” Dalia’ya bazılarının parlamentodaki kadın üyelerin en azından bir başka kadına oy vereceklerini düşünüyorlar diyorum. Bana, “Öyle olacağı umut edilir... Ancak bu işlerin nasıl olduğunu bilirsin… Parlamento üyelerinin, kadın olsun erkek olsun, eski bir bakan ve parlamento başkanı olarak başarılarımdan dolay, bana oy vereceklerini ümit ediyorum. Tecrübelerim yeterli başka bir şey söylemeye gerek yok. Ayrıca unutma, parlamento başkanı olarak, Cumhurbaşkanı ülke dışında olduğunda Cumhurbaşkanlığı benim üzerimdeydi. Başbakan da ülke dışında iken bu sorumluluk bendeydi” dedi. Dalia, Parlamentoya İşçi Partisi’nden girdi. Sonra Ariel Sharon’un partisi Kadima’ya geçti. Orada oynadığı önemli rol sonucu Kadima Partisi ikiye bölündü. Dalia, Sharon sonrası parti başına geçen Tzipi Livni ile geçinemeyince Livni’nin muhalifi Shaul Mofaz ile birlik oldu. Bu karar onun politika hayatına son verdi. Bir sonraki seçimlerde parlamentoya giremedi. Dalia’nın politikası ortanın soludur. Türkiye ile İsrail ilişkisini düzeltecektir! Bunu bana, RUBİ RİVLİN durumun çok hassas

Lilian Shalom

Daphne Barak

olduğu süre zarfında, iki yıl önce söylemişti. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonraki gün ne olacak?

“HÜKÜMET DÜŞECEK” Bunu bana, Netanyahu’ya ve Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’a çok yakın olan üst düzey bir yetkili söyledi. Yetkili, “Avigdor Bibi’den (Netanyahu) bıktı. Artık ona dayanamıyor. Onunla artık çalışamaz… Unutma Netanyahu aslında son seçimleri kazanmamıştı. Lieberman’ın oyları onun oy kaybetmekte olan partisinin bir koalisyon hükümeti oluşturmasını sağlamıştı. O zamanlar Lieberman sahtekarlık suçlamaları ile karşı karşıyaydı bundan dolayı görüşlerini hükümete dikte ettirmemişti. O zamandan bu yana kendini temize çıkardı, dışişleri bakanlığı görevini üstlendi ve artık “Bibi’nin (Netanyahu’nun adının kısa şekli) ülkeyi yönetiş şekline dayanamıyor. Bir de, Avigdor, (Bibi’nin üçüncü karısı) Sarah’nin kafadan sakat olduğuna inanıyor ve Bibi’nin inançlı bir lider gibi hareket etmesine engel olduğunu hissediyor” diyor. Bundan dolayı (POSTA212’de ilk defa siz okuyorsunuz) Lieberman Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar bekleyecek ve hemen ardından hükümetten ayrıldığını açıklayacak. “Bu Netanyahu’yu sonbaharda erken seçime gitme açıklaması yapmaya zorlayacak, iki yılda ikinci kez erken seçim olacak...” Dediğim gibi, bunu ilk duyanlar sizlersiniz


Güncel

11 Haziran 2014 Cumartesi

TURK AVENUE

Cemil Özyurt @cmlzyrtcemil@turkofamerica.com

Ankara’ya Deniz Geldi, Eskişehir’e Vapur Seferleri SON bir haftadır Türkiye’den farklı görüşten arkadaşlar Facebook’ta sel manzaraları paylaşıyor. Hafif dalga geçerek, eleştiriyorlar. Bazıları gerçekten çok yaratıcı espriler. Paylaşımı yapanlar AK Parti’li ise CHP’nin belediye başkanlığını yaptığı yerleri, CHP’li ise AK Parti’nin belediye başkanlığı yaptığı yerlerden fotoğraflar koyup alay ediyorlar. İstanbul, Ankara, Adana, Eskişehir şu ana kadar gördüklerim. Türkiye’de parti fanatizmi gözleri kör, kulakları sağır ettiği için, herkes ‘’Yaa işte falanca belediyeyi, bu zihniyete teslim edersen, olacağı bu’’ demeye getiriyor. Türkiye’de iyi kötü 30’a yakın şehir gezdim. Mimarisi, şehirleşmesi, planlaması ile hayran olduğum bir şehirle karşılaşmadım. Çarpık yapılan, mimari estetikten yoksun binalar, akıl mantık almayan yollar, vs. Yağan yağmurda göle dönen yollar ne CHP’nin, ne AK Parti’nin bugünkü sorunu. Sorun Türkiye’deki zihniyetlerde. 1910 yılında gökdelen yapıp binaya ayrı bir yük-eşya giriş çıkışı yapmayı düşünen ‘’elin gavuru’’ ile, 1990’larda 2000’lerde bina yapıp yangın merdiveni, otopark koymayı ihmal edenlerin zihniyeti. 1950’lerde Bizans ve Osmanlı tarihi eserlerini yıkıp yol, bina, ev yapanlarla, 1970’lerde toplu konut adı altında yapılan garabetleri hiç saymıyorum bile. Siz zannediyor musun İzmir’i sizin partiniz yönetse şehri sel götürmeyecek ya da İstanbul’u karşı parti idare etse ilk selde her taraf dolup taşmayacak? İstediğiniz şehrin en yeni yapılanan semtine gidin yine araçların park edebileceği yolu yok, yine yağmurda lagarlar dolup taşıyor, iki araç yan yana geçerken zorlanıyor. Çünkü yaşanan hiçbir felaket ya da sorun ders alınarak düzeltilmemiş. Bir ihmalin ikinci kez tekrar etmemesi için önlem alınmamış. Bu sağcısında da, solcusunda da aynı. Yani Türkler’in geninde var. İstanbul tarih boyunca defalarca yanmış, ama gidin Tahtakale’de, Eminönü’nde, Üsküdar’da, Beşiktaş’ta saat tutun itfaiye bir yangın yerine hangi yoldan kaç dakikada ulaşabiliyor. Beşiktaş yıllardır CHP’de, Üsküdar yıllardır AK Parti’de. Var mı partilerin mevcut soruna bir çözümü? İstanbul, Bizans döneminden beri sayısız depremle yerle bir olmuş, var mı olası bir depremde şehirde 1 milyon insanın ölmeyeceğinin garantisini veren? Kaldıki İstanbul, Cumhuriyet’ten bu yana şehri 51 yıl sol, 40 yıl sağ görüşlü belediye başkanları tarafından yönetilmiş. 2002 öncesi İsviçre veya Danimarka standartlarına sahip bir ülkemiz yoktu, Santa Monica’yı andıran şehirlerimiz, Paris gibi planlı sokaklarımız bu sürede kayıplara karışmadı. Derdiniz ülkeyi yaşanabilir hale getirmekse, sizin gibi olmayanları yerden yere vurarak, yapılan her işe burun kıvırarak yapamazsınız. İşin kötüsü sizin gibi düşünenler de aynı sıradanlığın bir parçası. Kayıkçı kavgasını bırakıp bakış açısını değiştirin.

A M E R İ K A’ D A K İ

TÜRKLERİN

DUYGU GÜVENÇ - İLHAN TANIR NEW YORK - POSTA212

T

ürkiye’de, BBC’nin haberinde kullanılan görüntülerle başlayan polemiği, Spiegel’in, “Cehenneme git” başlığıyla Somalı işçinin ağzından çıkanları başlığına taşıdığı haber izledi. Başbakan Tayyip Erdoğan ise son olarak CNN muhabiri Ivan Watson’ı ajanlıkla suçladı. Watson’ın Gezi Parkı protestolarının yıldönümünde gözaltına alınmasının ardından da polisten “yanlışlık oldu” açıklaması geldi. Biz de Posta 212 olarak, Türkiye’de görev yapan yabancı basına deneyimlerini sorduk:

“HÜKÜMETE ULAŞAMIYORUZ” AFP’nin Türkiye Büro Şefi Philippe Alfroy, Türkiye’de son 1 yılda özel olarak zorlukla karşılaşmadıklarını belirtirken, en büyük sorunlarının hükümet yetkililerine ulaşmak olduğunu vurguladı: “Biz hikayelerimizde dengeli olmak için hükümet temsilcilerine ulaşmaya çalışıyoruz. Ama ulaştığımızda, ‘Sizinle konuşmak istemiyoruz çünkü ne yazacağınızı biliyoruz’ diyorlar.” Alfroy, geçtiğimiz yıl gerçekleşen Gezi Parkı gösterilerinden sonra çalışma koşullarının çok daha güçleşmesini beklediğini ve kurumsal bir problem yaşamadıkla-

rını belirtirken, şunları söyledi: “Başbakanlık ofisi eminim tüm yazdıklarımızı çeviriyor. Ama biz hâlâ çalışabiliyoruz. Biz Türkiye’de çalışırken kendi kadromuzla çalışmayı tercih ediyoruz.”

“HEDEFE KOYMAK ÇOK KÖTÜ” Almanya’da yayın yapan Stern Dergisi’nin Türkiye Temsilcisi Stefanie Ursula Rosenkranz ise tamamen yazılı medyadaki küçülme nedeniyle Türkiye’den ayrılmaya hazırlanıyor. Rosenkranz, haftalık bir dergi oldukları için çalışma koşullarının televizyon ve gazetelerden farklı olduğunu vurgulayarak şunları dile getiriyor: “Ben kişisel olarak polisten veya devletten herhangi bir düşmanlık görmedim, hedef alınmadım. Ama bürokraside büyük zorluklar yaşadım. Resmi kanallara başvurduğumda asla yanıt alamadım. Telefonlarıma, maillerime dönülmedi. Ama resmi olmayan kanallardan kişilere ulaştım. Mesela, ulaşmak istediğim bir yetkiliye tanıdığının tanıdığı aracılığıyla 5 dakikada ulaşabildim. Bir insanı, vatandaşın ağzından çıkan bir kelimeyi kullandığı için hedef haline getirmek çok kötü. Bu yabancılara yönelik düşmanlığı büyütüyor” “ABD’DE DE FARKLI DEĞİL” AP’nin Türkiye Temsilcisi Des-

YIL: 2 SAYI: 56

11 Haziran 2014 Çarşamba

POSTA 212 PUBLISHING LLC ADINA YAYINCI CAN KAMİLOĞLU

GENEL YAYIN YÖNETMENİ

YILMAZ SOYTÜRK

HALDUN ARMAĞAN YAYIN DANIŞMANI

AHMET BUĞDAYCI HABER MERKEZİ - EDİTÖRLER MEHVEŞ KOÇAK, ADNAN ONARAN, HÜSEYİN TUNCER,

BABÜR AKSÜYEK, BANU ÖZTÜRK WASHINGTON TEMSİLCİLİĞİ İLHAN TANIR ANKARA TEMSİLCİLİĞİ DUYGU GÜVENÇ İSTANBUL TEMSİLCİLİĞİ FİGEN ONUR GÖRSEL YÖNETMEN ERDAL ÖZBEK SAYFA TASARIM TUNCAY TAPAR - SERHAN AYDEMİR REKLAM TEMSİLCİSİ BARIŞ TUNCER İDARİ MÜDÜR

MEHVEŞ SÖNMEZ ADRES 31 – 00 47th Ave. Long Island City, NY 11101 TELEFON 347 730 42 36 ABONE SERVİSİ REKLAM SERVİSİ SERİ İLAN HABER MERKEZİ DAĞITIM

abone@posta212.com reklam@posta212.com seriilan@posta212.com haber@posta212.com dagitim@posta212.com

POSTA 212 GAZETESİ ANKA HABER AJANSI ABONESİDİR

TÜRKİYE KARŞITI LOBİ YOK! Hollandalı gazeteci ve Ankara’da serbest gazetecilik yapan Peter Nut ise, Türkiye’de şartların dikkate değer oranda değiştiğini ifade etti. Nut’a göre, Türkiye’de geçen yıldan beri kötü giden herşeyde yabancı parmağı aranmakta. Nut, son zamanlarda artan yabancı düşmanlığı retoriğinden, yabancı basın mensubu olarak kendisinin de etkilendiğini ifade etti. Nut şunları söyledi: ‘’normalde Türk toplumunun misafirperverliği sınırsız ama aynı zamanda bir değişim de farkediliyor. Bazı insanlar için oldukça meşru hale gelen bir soru: ‘yabancı bir lobi mevcut mu’ sorusu. Her ne kadar çok sıkça sorulmuyorsa da bu soru duyuluyor. Emin olsunlar ki böyle bir lobi yok,’’’ diyor. Nut, Türkiye’nin liderlik kadrosundan gelen yabancı düşmanlığı temalı siyasi konuşmaları ise tehdit edici buluyor. Nut, son olarak da, kendi ülkesi Hollanda’nın neden Türkiye’ye ilgi duyabileceğini şöyle anlattı: ‘’Ben büyük bir Türk toplumun olduğu bir ülkedenim ve yaklaşık Hollandalıların yüzde 7’si her yıl Türkiye’yi ziyaret ediyor. Bundan dolayı da Türkiye’ye ilgi olması gayet doğal ve aramızdaki sıkı bağın altını çiziyor.’’

T

HABER KOORDİNATÖRÜ

SERKAN KALFA, DOĞUCAN CÖMERT, JOHNPAUL JASON,

herhangi bir sorun yaşamıyorum,’’ diyor.

NEW YORK - POSTA212

AHMET RAVALI

DİLEK ESKİ BEZİRKAN, ERTAN BEZEN, AYSEL TAPAN,

HEDEF GÖSTERME TEHLİKELİ 4 yıldır Türkiye’de yaşayan ve TIME, Financial Times ile Foreign Policy gibi kalburüstü yabancı yayın organlarına Türkiye ile ilgili yazılar yazan Piotr Zalewski, Türkiye’de çalışırken karşılaştığı zorluklar hakkındaki sorulara cevap verdi. Zalewski, ‘normal vatandaşlarla ilişkilerimizde, açıkça bir düşmanlıktan ziyade, gazetecilerin motiflerine dair olarak artan bir süphe var. Bununla birlikte, yetkili ve bazı haber sitelerinden ise artan bir oranda hedef gösterme ve saldırı farkedilebilir oranda bir artış var,’’ dedi. Zalewski, Gezi olaylarından beri Türkiye’de yabancı medyaya dair hedef gösterme ve aşağılama katlandı diyor ama ‘’yabancı gazeteciler halen Türk meslekdaşları ile karşılaştırıldığında onların hergün karşılaştıkları baskıdan müstesnalar’’ demeyi de unutmuyor. Zalewski, Ivan Watson’ın hedef gösterilme olayını ve kendisini nasıl etkilediğini de sorduk. Zalewski, ‘’herhangi bir gazeteciyi, Ivan (Watson, CNN) veya Selin (Girit, BBC Türkçe) olsun, ajan olarak hedef göstermek hem sorumsuz hem de tehlikelidir’’ diyor. Zalewski, herşeye rağmen, ‘’sokakta herhangi bir açık düşmanlıkla yaşamadım. Bu açıdan kendimi gazeteci olarak tanıtmakta

‘Kırık kalp’, ‘Yaralı’ya karşı

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

MELİKE AYAN, DEMET DEMİRKAYA, SONER MEZGİTÇİ,

mond Oates Butler’a göre, Türkiye’de gazetecilik dünyanın en zor işi değil. Türkiye’deki görevine yaklaşık 1 önce başladığını belirten Butler, zaman zaman sahaya çıktığını ancak daha çok ofisten çalıştığını söyledi. Butler, Soma’daki deneyimi aktarırken, “Zaman zaman çalışmalarımız kısıtlandı. Madene ulaşmamıza izin verilmedi. Bazı meslektaşlarım da çalışırken halktan tepkiyle karşılaştı. Ama bu tepkileri gösterenlerin hepsinin Somalı olduğunu düşünmüyorum” dedi. Butler, şöyle devam etti: “Türkiye bir yabancı gazeteci için en kötüsü değil; Afganistan veya Irak gibi zor değil ama İsveç veya Hollanda da değil. Ben de Türkiye’de daha fazla ifade ve basın özgürlüğü olmasını isterim ama ... Başbakanın ya da bakanların benim telefonlarıma dönmemesi normal zira ABD’deki Türk gazeteciler de çok kolay şartlarda çalışmıyor. Onlar da birçok talebine yanıt alamıyor”

“KİMSEYLE ÇALIŞMIYORUZ” İsveç’in devlet kanalı SVT’nin Haber Koorrdinatörü Olov Carlsson kendi yöneticileriyle ilişkisini şöyle anlatıyor: “Artık Türkiye’de hiçbir kurumla işbirliği yapmıyoruz çünkü basının durumu ortada. Türkiye’de sadece kendi muhabirlerimizle çalışıyoruz. Şu anda Türkiye’de sürekli temsilcimiz yok. Ancak böyle dönemlerde kendi kriterlerimizle haber yapmak için Türk televizyonlarından görüntü ya da haber almıyoruz.”

CNN muhabiri Ivan Watson

GAZETESİ

İMTİYAZ SAHİBİ EKMEL ANDA

“Ulaşamıyoruz” BBC, SPIEGEL VE CNN’DEN SONRA YABANCI GAZETECİLERİN ORTAK KAYGISI ‘KAYNAKLAR’

Türkiye ve Ermenistan sözde soykırımın 100’üncü yılı için film savaşına hazırlanıyor. ‘Kırık Kalp’ adlı filmin çekimlerine Iğdır’da 1-2 ay içinde başlanacak. Ermeni diasporası da Steven Spielberg’un yönetmenliğinde, Allain Delon ve Dustin Hoffman oynacağı ‘Yaralı’ filmi için çalışmalarına devam ediyor

BMM Dışişleri Komisyonu, 'Ermeni soykırımı iddiaları' özel gündemiyle toplandı. Komisyona Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı İbrahim Kalın ile Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Erdoğan İşcan, 1915olaylarının 100. yıldönümü nedeniyle yapılması planlanan Türkiye karşıtı eylemler ve Ankara'nın karşı adımları içeren brifing sundu. Steven Spielberg

KALBİMİZDEKİ DELİK

Komisyon üyelerine, Ermeni lobisinin büyük bütçeli bir film çekme girişimine aynı yöntemle karşılık verileceği anlatıldı. Filmin "Kırık Kalp” adını taşıyacağı ve Iğdır'da yapılacak çekimlerine birkaç ay içerisinde başlayacağı belirtildi. MHP'li Sinan Oğan, "Filme verilen isim Ermeni meselesini çağrıştırmıyor. Aşk filmi ismi gibi" diye tepki gösterdi.

GOMIDAS ALAIN DELON MU?

Ermeni lobisi ise 1915'in 100’üncü yıldönümünde dünyada ses getirecek bir film için ünlü yapımcı, senarist ve yönetmen Steven Spielberg'e teklif götürmüştü. Spielberg'in yanıtı net-

Dustin Hoffman

Alain Delon

lik kazanmasa da, Ermeni Ulusal Sinema Merkezi'yle masaya oturdu. Ermeni lobisi 'Patient' (Yaralı) isimli diğer film içinse hazırlıklarını tamamladı. Seneryoda 'Gomidas' adıyla tanınan 1869 Kütahya doğumlu

Ermeni din adamı ve besteci Salomon Salomonyan'ın, 1913'te bir Alman bankasında açtırdığı hesaptan yola çıkılarak, Alman bankalarının 'sözde soykırım' sırasında ve sonrasında Anadolu Ermenileri'nin paralarına el koyması süreci işlenecek. Gomidas rolü için ise Alain Delon'a teklif götürüldü. Adrien Brody ve Dustin Hoffman'ın da rol alması planlanan filmin müziklerini System Of A Down topluluğundan Serj Tankian yapacak.


Güncel

11 Haziran 2014 Çarşamba

NSA’den fotoğraf avı Amerikan İstihbarat Servisi NSA’nın her gün sosyal ağlardan milyonlarca insanın fotoğrafını topladığı ve yüz tanıma programları ile yüz taraması yaptığı ortaya çıktı NEW YORK – POSTA212

E

ski NSA çalışanı Edward Snowden’ın belgelerine dayanılarak ortaya atılan, Amerikan İstihbarat Servisi NSA’nın hergün internetten topladığı milyonlarca fotoğrafı kimlik tespiti için yüz tanıma yazılımlarıyla kontrol ettiği iddiası ortaya çıkmıştı. Bazı çevreler ise NSA’nın “Teknolojinin yardımıyla aradıkları kişileri bulmayı amaçlıyor” olabileceklerini söylemişlerdi. NSA’in 2011 yılı belgelerinde ise her gün milyonlarca fotoğraf toplandığı ve bunların ortalama

55 bininin taramaya uygun kalitede olduğu bilgisinin yer aldığı kaydedilmişti. NSA’in kullandığı en önemli yüz tanıma programı olduğu ileri sürülen ‘Tundra Freeze’in, herhangi bir kişiyi saçı ya da sakalı kesilmiş olsa bile tespit edebileceği belirtiliyor. İddialarla ilgili olarak NSA’dan herhangi bir açıklama gelmezken, NSA sözcüsü, Dışişleri Bakanlığı’nın veri bankasına ulaşımlarının olup olmadığı ve vize başvurularındaki fotoğrafların taranıp taranmadığı sorularını ise yanıtsız bıraktı.

Başörtüsü okuldan attırdı

ABD'nin Georgia eyaleti DeKalb bölgesinde Dalisha Barnett isimli öğrenci, başörtüsünü çıkarmayı reddettiği için okuldan atıldı. Olay üzerine okul önünde protesto gösterileri yapıldı (NEW YORK - POSTA212)

A

BD’nin Georgia eyletine bağlı Dekalb County bölgesinde Müslüman bir öğrencinin başörtüsü nedeniyle okuldan atıldığı öğrenildi. Fox5’te yer alan habere göre Pro Way Hair School isimli okulda okuyan Dalisha Barnett isimli öğrenci, başörtüsünü çıkarmayı reddettiği için okuldan atıldığını söyledi.

PROTESTO DÜZENLENDİ Dekalb Güney Hıristiyanları Konferansı (The DeKalb Southern Christian Leadership Conference, SCLC) isimli sivil toplum kuruluşu da bir basın toplantısı düzenleyerek Barnett’in anayasal hakkının ihlal edil-

diğini ve konunun takipçisi olacağını söyledi. Adı geçen STK okul önünde de bir protesto gösterisi düzenledi. Protestoya katılanlar tepkilerini ortaya koydular. Okul yöneticileri henüz konuyla ilgili olarak bir açıklama yapmadılar.

PENTAGON’DA BİLE SERBEST ABD Savunma Bakanlığı, sakal, uzun saç, baş örtüsü ve kipa gibi dini inançlardan kaynaklanan uygulama ve kıyafetleri serbest bırakmıştı. Bakanlığın ocak ayında yayınladığı düzenleme, sorumluluklarını eksiksiz yerine getirmeleri kaydıyla askerlerin bu gibi dini uygulamalarına izin veriyor.

“Uzaya da bilet satışı yapacağız” NEW YORK - POSTA212

G

emi yolculuğundan balayı turlarına kadar aklınıza gelebilecek her konuda hizmet veren bir seyahat şirketi olan Merit Travel, 1994 yılında Tülin Şahinöz tarafından kuruldu. Teknolojinin bütün imkanlarını kullanarak sınırlarını zorlamaya çalışan Merit Travel ailesi, hizmet verdikleri sektörün durmaksızın gelişeceğini düşünüyor. Biz de hem Merit Travel’ı biraz daha yakından tanımak, hem de Türkler’in tatil alışkanlıklarını öğrenmek için Merit Travel’ın kurucusu Tülin Şahinöz’ün kardeşi Tülay Şahinöz ile söyleşi yaptık. İşte söyleşimizin devamı: ■ Merit Travel ne zaman kuruldu? Bize Merit Travel'dan bahseder misiniz? Ben ve kardeşim Tülin 1988 yılında New York’a gelerek burada kalmaya karar verdik. Merit Travel adını verdiğimiz şirketimiz 26 Mayıs 1994'te Tülin Şahinöz tarafından New York'ta

kurulmuştur. İki kardeş el ele vererek hem New York'un baş döndürücü temposuna ayak uydurup, hem de etraflarını saran dev rakiplerimize karşı güzel bir mücadele vererek bugün 20’nci yılımızı başarı ile doldurduk. Eylül 2001'de Florida Keys denilen Miami'nin güneyindeki adalardan biri olan İslamorada'ya taşıdığımız şirketimiz teknolojinin bütün imkanlarını kullanarak buradan da bizi bu günlerimize kadar getiren değerli müşterilerimize, her türlü seyahatlerinde zevkle yardımcı olmaya devam ediyor. ■ Hizmet verdiğiniz sektörün gelişeceğini düşünüyor musunuz? Evet, hizmet verdiğimiz sektör devamlı gelişmekte. Eskiden seyahatler genelde ya tatil ya da ticari amaçlı idi. Şimdilerde ise özellikle hava taşımacılığının da çok ilerlemiş olmasıyla yolculuklar kolaylaşmış olup, seyahat amaçları da çok yönlü olmaya başlamıştır. Eğitim ve sağlık tedavileri gibi. Artık birçok insan doğduğu yerde kal-

mayıp başka ülkelerde fırsatlar aramaktadır. Dolayısıyla da yolculuklar sonu gelmeyecek maceralardır..Bu da bizim işlerimizi geliştirerek devamlı kılma durumuna getirmektedir. ■Türkler tatile giderken genellikle hangi bölgeleri tercih ediyorlar? Tatil deyince genelde ilk akla gelen deniz ve güneş olduğundan

dolayı Türkler tatile giderken güzel yurdumuzun cennet köşeleri olan Ege ve Akdeniz bölgelerini tercih ediyorlar. ■ Hangi aylarda işleriniz daha yoğun oluyor? Türkler hangi aylarda tatile gidiyorlar? İşlerimizin en yoğun olduğu aylar mart ve eylül arası olup Türkler’in tatile gittikleri aylar ise mayıs eylül arasına denk geliyor.

■ Merit Travel'ın yeni bir projesi var mı? Uzaya da bilet satışı gerçekleştirmek istiyoruz. (Gülüşmeler) Bir seyahat şirketi olduğumuzdan dolayı seyahatle ilgili aklınıza gelebilecek her konuda (Gemi yolculuğu, otel rezervasyonları, araba kiralama, balayı turları, Hajj turları gibi) gereken hizmeti verdiğimiz için bunun dışında henüz başka bir projemiz yoktur.

İlhan Tanır @Washingtonpoint

ABD’de ön seçim demokrasisi işliyor AMERİKALILAR bu yıl ara seçimler için sandık başına gidecek. ABD Kongresi’nin Temsilciler Meclisi ayağındaki milletvekillleri, her iki yılda bir seçimlere giderek, yeniden seçiliyorlar. Yani bir anlamda Temsilciler Milletvekilleri, sürekli kampanya halinde, seçim kazandıkları gibi bir sonraki seçime hazırlanmaya başlıyorlar. Bundan dolayı da ABD’de bilindiği gibi kampanya ve bağış müessesi bundan dolayı çok önemli. Kongre üyeleri sürekli bir şekilde bağış toplama toplantılarına katılmak ve oy verenlerini dinlemek zorundalar. Kongre’nin diğer kanadı olan Senato’daki seçimler ise her altı yılda bir yapılıyor. Bununla birlikte, Senato’nun üçte biri de, Amerikan Temsilciler Meclisi üyeleri gibi bu yıl Kasım ayının ilk Salı günü seçime gidecekler. 33 senatörün ön seçimlerine de yaklaşık bir ay kadar önce start verildi. Bu şekilde, her iki yılda bir tümüyle değişen Temsilciler Meclisi kanadı ile üçte biri değişen Senato kanadı, hızlı bir şekilde ABD’de değişen oy tercihlerini Kongre’ye yansıtıyor, iktidardaki başkanı, doğrudan olmasa da dolaylı olarak cezalandırabiliyor. Ara seçimler, yukarıda belirttiğimiz nedenden dolayı iktidardaki Amerikan partisi ve başkanları için oldukça önemli. Bir anlamda, her ne kadar Kongre üyeleri seçilse de, iktidardaki partinin ve Beyaz Saray’daki Başkanın performansı da bu seçimlerde test edilmiş oluyor.

DEMOKRAT PARTİ KAN KAYBEDECEK

Kasım ayında daha çok kan kaybetmesi beklenen iktidardaki Demokrat Parti. Bunun en önemli nedenlerinden biri de, Başkan Obama’nın yönetimi ile ilgili olarak Amerikalıların mutsuzluğu. Obama, ABD’nin son yıllardaki ekonomisindeki iyileşmelere, enerji fiyatlarındaki düşüşe rağmen, başta Sağlık reformundaki aksaklıklar olmak üzere, göçmenlik veya genel olarak yavaşlık ve etkisizliğinden dolayı gözden düşmüş durumda. İkinci olarak ise 5.5 yıldır iktidarda bulunan Demokratlara, iktidar yorgunluğu olarak da tabir edilen şekilde performanslarındaki düşüşün etkisi veya halkın bir değişime olan ihtiyacı. Mayıs ayındaki Washington Post ve ABC Haber kanalının anketlerine göre Obama’nın beğenirlik oranı %41’e kadar düştü. Dış politika konularında da Obama beğenilmiyor.

TOPAL ÖRDEK OBAMA?

Hali hazırda ABD’nin Temsilciler Meclisi kanadı Cumhuriyetçilerin elindeyken, Senato ise Demokratların elinde. Cumhuriyetçilerin Meclisteki çoğunluğu korumalarına kesin gözüyle bakılıyor. Senato’da ise şu an Demokratların 53 senatör bulundururken, 2 bağımsız senatör ve 45 de Cumhuriyetçi senatör bulunuyor. Cumhuriyetçilerin Senato’da birkaç koltuk daha kazanmaları beklenirken, bunun Senato’daki çoğunluğun el değiştirmeye yetip, yetmeyeceği halen belirsiz. Kongre’nin iki kanadını da Demokratların kaybetmesi halinde ise, Beyaz Saray’daki başkan, Demokrat Obama’nın, başkanlığının son iki yılında tamamen topal bir ördek haline dönüşecek. Kongre ile hiçbir zaman iyi ilişkilere sahip olamamış Obama, eğer Senato kanadını da muhalefet partisine kaybederse, istediği bir yasayı Kongre’den geçirmesi neredeyse hayal olacak.

ÖN SEÇİMLER (PRIMARY ELECTION)

Ön seçimler, Kasım ayında partileri temsil edecek adayları belirlemek üzere eyaletlerde yapılan seçimler. Bu seçimler geçen ay başladı ve önümüzdeki haftalarda da, yine her Salı günü birkaç eyalette yapılarak devam edilecek. ABD Kongresinin adaylık süreci, tamamiyle parti liderlerinden bağımsız olarak işleyen bir süreç. Kasım ayında partilerin adayları olarak sandıkta ismi geçecek partilileri, bu ön seçimlerde halk belirliyor. Ondan dolayı da Kongre üyeleri, parti liderinden çok, seçimine borçlu olacağı halka bağlı kalıyor. Bölgesindeki seçmenlerin karşı olduğu bir yasaya evet diyecekse, 2 yıl sonraki seçimde bunu oy verenlerine ikna edici şekilde anlatması gerekiyor. Bu Kongre’yi daha da yavaşlatırken, halkın talep ve düşüncelerini ise öne çıkarıyor. Bu yavaş, hantal ve zor bir süreç olsa da, demokrasi böyle işliyor.

ÇAY PARTİSİNİN RÜZGARI BİTTİ Mİ?

Obama’nın göreve geldiğinden beri özellikle ABD’nin orta ve güney bölgelerinde ortaya çıkan Tea Party (Çay Partisi) hareketi ve bu hareketin destekliği adaylar, geçtiğimiz yıllarda ciddi bir rüzgar estirmişti. Bu adaylar daha çok bütçe denkliğini öne süren, Demokratların borçlanmasına karşı çıkan, ABD çapında da gelir adaletsizliğinden dem vuran bir hareketi temsil ediyordu. Bu hareket, özellikle Obama yönetiminin Sağlık reformu ile daha da ayaklanmış, bu grubun birçok adayı, Amerika’nın serbest kapitalist sistemden, sosyalist düzene kaydırılmaya çalışıldığını iddia etmişti. Bu yıl ise Çay Partisi’nin rüzgarı sönmüş gözüküyor. Şimdiye kadar Çay Partisini temsil ettiğini iddia eden adaylar büyük bozgunlar yaşadı ön seçimlerde ve establishment olarak bilinen Cumhuriyetçi Parti üyeleri ise kazançlı çıktılar.

ÖN SEÇİM DEMOKRASİSİ

Bu ön seçimlerle birlikte, Amerikalılar Kasım ayındaki ara seçimlere 7-8 ay kala, kendi temsilcilerini tanıma, seçim sözlerini dinleme imkanı buluyor. Duydukları bu sözleri de sonraki 2 yıl hatırlatmak için birçok fırsat bulmaktalar. 7-8 ay boyunca rakip adaylar tarafından da geçmişi didik didik edilen bu seçim adayları, böylece Kasım ayına gelindiğinde sürpriz ihtimalini en aza indirmiş oluyorlar. Amerikan halkı kimi seçtiğini biliyor. Geçmişini öğreniyor. Gelecek adına adaylarının vaadlerini duyuyor. Adayların vizyonunu öğreniyor. Yolsuzluk ile ilgili olarak hemen bütün iddialara vakıf oluyor. Kısacası kendi eyaletlerindeki bölgelerde bu adayların içini dışını öğrenmiş oluyorlar. Türkiye’de ise Cumhurbaşkanlığı seçimlerine 2 aydan az bir süre kaldı. Halen adayların öne çıkmaları bekleniyor.


Güncel

11 Haziran 2014 Çarşamba

Acının resmini çizdiler! Soma’da 301 işçinin hayatını kaybetmesinin ardından psiko-sosyal uzmanların bölgedeki 70 bin çocuğa yönelik eğitimleri devam ediyor. Bu eğitimlerde çocukların Soma faciasını resimlerle anlatıyor, kaybettikleri yakınlarına mektup yazıyor. Acıyı yenmeyi ise bir aslan gibi ateş çemberinden atlayarak öğreniyorlar DUYGU GÜVENÇ

İlkokul çağındaki bir kız öğrenci göçük altında kalan ağabeyine yazdığı mektubunda, kendisini mezarının başında çiçeklerle anlatıyor ve şu satırlara yer veriyor:. “Abi ben seni çok özlüyorum. Hep yanımda olmanı istiyorum. Keşke ölmeseydin. Sen madende çalışmasaydın. Seni çok özlüyorum”

“ÖLÜM GELDİ…”

ANKARA - POSTA212

S

oma faciasının ardından bir yandan soruşturma süreci, diğer yandan da yaraları sarmak için çabalar devam ediyor. Soma’da hayatını kaybeden 301 işçinin çocukları için verilen eğitimler, çocukların acıyı nasıl resmettiğini de ortaya çıkarttı. Soma’da maden faciasında hayatını kaybeden 301 işçiden geride 432 yetim çocuk kaldı. Bu çocukların 178’i okul çağında. Ancak sadece babasını kaybedenler değil, bölgede eğitim gören ve faciada tanıdıklarını veya akrabalarını kaybeden 70 bin öğrencinin de kazanın ardından psikolojileri bozuldu. Çocukların büyük bölümünün babaları ise hala bölgedeki madenlerde çalışmaya devam ediyor. Facianın izlerinin kalıcı olmasını önlemek için bölgeye giden Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı psiko-sosyal hizmet uzmanları çocuklarla yaşadıkları deneyimi Posta212’yle paylaştı. Psiko-sosyal uzmanlar, Soma ve çevresindeki okullarda yaptıkları çalışmalarda çocuklara acılarla mücadele etmeyi, resim, müzik, yazı ve oyunlarla öğretiyor. Çocuklar, kimi zaman resimlerinde

“KEŞKE MADENDE ÇALIŞMASAYDIN…”

Bir başka öğrenci ise ruhundaki travmayı şiirle anlatmayı seçmiş: “Ölüm geldi madende çalışkan işçiler öldü Mezarlar dopdolu oldu Çoluğu çocuğu vardı Onlara yazık oldu”

ASLAN OLMAYI ÖĞRENİYORLAR Çocuklara oyunlarla verilen eğitimler ise genellikle okulun bahçesinde yapılıyor. Önce yabancılardan korkan kaplumbağa olan çocuklar daha sonra ateş çemberinden atlayan aslan oluyor.

yan yana ölüme giden yakınlarını çizerken, kimi zaman da oyunlarla bir aslan gibi zorluğu aşmayı öğreniyor.

BABAM ÖLDÜ AMA YARIN GELİR Facia ile erken tanışan çocukların bir kısmı arkadaşlarından utanarak okula gitmek istemezken, bazıları ise arkadaşları arasında içine kapanmayı tercih ediyor. Çocuklarda acıyı kabullenmeyle birlikte, “Babam öldü ama yarın gelir” gibi savunmalara da rastlanıyor. RESİMLERDE ACI VAR Facianın etkileri ve çocuklarda bıraktığı izler bu eğitimler sırasında da hem resimlerine, hem

ÖĞRETMENLERE DE EĞİTİM

Psikolojik desteğin en önemli ayağını ise öğretmenler oluşturuyor. Öğretmenlere verilen eğitimlerde de şu mesajlar veriliyor: “Çocukların tepkileri normal. Onlardan gerçekleri saklamayın. Kazayı söyleyin. Hayatta bazen zorluklar olur, acılar yaşanır ama geçer. Onları dinleyin ama normalden farklı davranmayın. Etiketlemeyin. Aşırı ilgi ya da dışlamaya maruz bırakmayın”

de yazılarına yansıyor. Çocuklar mektup, şiir ve resimlerinde madeni, ambulansları, göçük altında kalan ele ele tutuşmuş işçileri ve ağlayan kadınları çiziyor.

Örnek olacak yardım

ABD’nin en büyük ikinci dini İslam oluyor Harita 1

BTF ailesi, Soma'da hayatını kaybeden madencilerin çocukları için 131 bin dolar topladı (NEW YORK - POSTA212)

S

oma’da hayatlarını kaybeden madencilerin çocuklarına yardım icin Amerika’daki Bridge to Türkiye Fund (BTF) organizasyonunun “Be The Light For Soma Children” kampanyası çerçevesinde toplanan bağışlar 130 bin doları aştı. BTF ailesi, Soma’da yaşanan acı olayda babasını kaybeden çocuklara aydınlık bir gelecek sağlamak için başlattıkları kampanyada 13 Mayıs’tan bugüne kadar 131 bin dolar topladığını açıkladı. Bağışların hepsi Türkiye’deki Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği üzerinden gönderilerek 432 babasız kalan çocuğa eğitim bursu olarak verilecek.

50 ÖĞRENCİYE DAHA EĞİTİM BTF bünyesinde 115 kız öğrenci okutuluyor. Bu burslar ÇYDD üzerinden veriliyor. BTF, 50 öğrenciye daha burs vermeyi planlıyor. Türk-Amerikan Toplumu Soma faciasından sonra babasız kalan 432 çocuk için seferber olmuştu.

Harita 2

BENZER BİR KAMPANYA Türkiye’de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği(ÇYDD) ile işbirliği içerisinde hareket eden BTF, bundan 5 yıl önce de Bursa Mustafa Kemal Paşa’daki madende meydana gelen kaza sonrasında babalarını kaybeden 22 çocuk için de benzer bir yardım kampanyasına imza atmıştı. Yardımseverlerin desteği ile Bursalı çocuklara halen burs sağlandığına dikkat çeken BTF, Soma’daki çocukların eğitimlerini destekleyebilmek için Türk-Amerikan toplumuna bağış çağrısı yapmıştı.

Harita 3

Washington DC’den Soma’ya 25 bin dolar (WASHINGTON-POSTA212)

S

oma maden faciasını çok insanın unutmasına karşın ABD’de yaşayan Türkler hiç akıllarından çıkarmadı. Washington DC’de yaşayan Türkler de sadece üzülmekle kalmadılar, onlarca dernek olarak bir araya gelerek yardım kampanyaları düzenledi-

ler. Yardımlar madende yaşamını yitirenlerin yakınlarına gönderilecek. ATA-DC Baskanı Gizem Salcigil White ve ekibi başta olmak üzere Kardelen Grubu ve Bridge to Turkey olmak üzere Washington DC’deki dernek üyeleri, Soma’ya yardım için etkinlikler düzenlediler. Düzenlenen etkinler sonucu da 25 bin dolar toplandı.

ABD MADENCİLER BİRLİĞİ

Öte yandan Amerikan Madenciler Birliği de Soma maden faciasında yaşamlarını yitirenlerin yakınları için 5 bin dolar verdi. Çok anlamlı olan bu dayanışma timsah gözyaşları dökmek yerine ne yapılmasını göstermesi bakımından güzel bir örnek.

(WASHINGTON-POSTA212)

Y

apılan anket ve çalışmalara göre, ABD’nin doğu kesiminin büyük çoğunluğunda İslam, Hıristiyan’lıktan sonraki ikinci büyük din haline geldi. Amerikan Din Kurumları İstatistikçileri Derneği’nin yaptığı Din Nufüs Sayımı’nın açıklanan sonuçlarına göre; Amerikalılar’ın dörtte üçünden fazlası kendisini ‘Hıristiyan’ olarak tanımlıyor. Yarısından

fazlası ise kendisini ayrıca Protestan olarak tanımlarken, yüzde 23 Katolik ve yüzde 2’si de kendisini Mormon olarak kabul ediyor. Diğer taraftan, ABD’nin güney ve doğusuna doğru bulunan 20 eyaletinde ise en büyük ikinci dinin İslam olduğu ortaya çıktı. Ülkenin batı yakısında ise, Hıristiyan’lıktan sonra gelen en büyük ikinci inanış Budizm. Daha çok kuzeydoğuda bulunan 15 eyalette ise, Yahudi dini mensupları en büyük ikinci dini temsil ediyor.


Güncel

11 Haziran 2014 Çarşamba

Öğrenci kredisi krizi büyüyor ABD’de genç ailelerin yüzde 40’ının öğrenci kredisi borcu var. Üniversite eğitimi alan genç ailelerin; öğrenci kredisi, mortgage, araç ve kredi kartı dahil toplam borçları ortalama 137 bin doları buluyor versite mezunu olmayan ve öğrenci kredisi borcu olan ailelerin ise toplam kredi borcu 28 bin 300 iken öğrenci kredisi borcu olmayanların 2 bin 500 dolar.

AYSEL TAPAN İSTANBUL - POSTA212

Ö

ğrenci kredisi borçları, genç Amerikalı ailelerin ekonomisini zorluyor. Öğrenci kredisi borcu olan gençler, birikim yapamıyor ve bu durum ülke ekonomisini olumsuz yönde etkiliyor. Ülke genelinde öğrenci kredisi borcu olan yaklaşık 40 milyon kişi bulunuyor. Öğrenci kredisi borçları 1,2 trilyon dolara ulaştı. Birçok ekonomist ve siyasetçi, öğrenci kredisi borcu krizinin her geçen gün daha da kötüye gittiğine dikkat çekiyor. Senatör Elizabeth Warren (Demokrat-Massachusetts), öğrenci kredisi borçlarını yeniden yapılandırma imkanı sağlayacak olan bir yasa tasarısı sunmayı planlıyor. ABD’de okumak cep yakıyor ABD’de üniversite harçları ve yurt ücretleri çeşitlilik göstermesine rağmen harç, oda ve kitapların dahil olduğu ortalama eğitim maliyeti 2012 yılında 17 bin 474 dolardı. The College Board verilerine göre 2013-2014 eğitim maliyeti ise 22 bin 826 dolara çıktı. Ortalama özel bir üniversitenin maliyeti ise 44 bin 750 dolar. Pew Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir araştırmaya göre

her on Amerikalı aileden dördü (%37) yetişkin gençlerden meydana geliyor ve bu kişilerin yüzde 40’ının ortalama 13 bin dolar ödenmemiş öğrenci kredisi borcu var. KREDİ ÖDEYEN GENÇLER ZORDA Tüketicinin Mali Durumu Anketi’nden çıkan sonuçlara göre herhangi bir öğrenci kredisi borcu olmayan üniversite eğitimi almış gençler tarafından idare edilen aileler, öğrenci kredisi borcu olan ailelere göre yaklaşık yedi kat daha faz-

la servete sahipler. Öğrenci kredisi borcu olmayan ailelerin birikimleri 64 bin 700 dolar iken olanların 8 bin 700 dolar. Ayrıca, üniversite mezunu olmayan gençler tarafından idare edilen aileler arasında da gelir uçurumu çok yüksek. Üniversite mezunu olmayan ve öğrenci kredisi olmayan genç ailelerin birikimi, kredisi olanlardan neredeyse dokuz kat daha fazla. Kredisi olmayanın birikimi 10 bin 900 dolar iken üniversite mezunu olmayan ve öğrenci kredisi borcu ödeyen genç ailelerin bin

200 dolar. Öğrenci kredi borcu ödeyen genç ailelerin yaklaşık olarak 13 bin dolar ödenmemiş kredi borcu var. Öğrenci kredisi ödeyenlerin birikim yapamamasının nedenleri arasında araba kredisi, kredi kartı borcu gibi diğer borçlarında eklenmesi yer alıyor. Genç üniversite mezunu olan kişilerin öğrenci kredisi, mortgage, araç, kredi kartı dahil toplam borçları (137 bin 10 dolar) öğrenci borcu olmayanlardan (73 bin 250 dolar) neredeyse iki kat daha fazla. Üni-

GIRTLAĞA KADAR BORÇ National Association of Realtors tarafından yapılan bir ankete göre Amerikalılar’ın yüzde 49’u, öğrenci kredisi borcunun ev sahibi olmanın önündeki en büyük engel olduğunu söylüyorlar. Pew Araştırma Merkezi’nin verilerine göre ise hem öğrenci kredisi borcu olanların hem de olmayanların morgage kredisi oranı yüzde 56. Fakat öğrenci kredisi olanların daha çok araba kredisi ve kredi kartı borcu var. Üniversite mezunu olan ve okul kredisi hem ödeyen hem de ödemeyen ailelerin morgage kredisi oranı yüzde 56. Öğrenci kredisi olanların araç kredisi yüzde 43 iken olmayanların yüzde 27. Kredi kartı borçlarında da öğrenci kredisi olanların durumu kötü. Öğrenci kredisi borcu olanların kredi kartı borç oranı yüzde 60, kredisi olmayanların borç oranı ise yüzde 39.

Öğrenci kredisi ödeyenlerin toplam borcu Üniversite mezunu Öğrenci kredisi borcu olan

137.010 dolar

Öğrenci kredisi borcu olmayan

73.250 dolar

Üniversite mezunu olmayan Öğrenci kredisi borcu olan Öğrenci kredisi borcu olmayan

28.300 dolar 2.500 dolar

Öğrenci kredisi olanların daha çok araba kredisi ve kredi kartı borcu var Üniversite mezunu

Öğrenci kredisi borcu olan Öğrenci kredisi borcu olmayan

Mortgage Araç Diğer taksitler Kredi kartı Diğer

Üniversite mezunu olmayan Mortgage Araç Diğer taksitler Kredi kartı Diğer

Abd’de Ahıska Türkleri’nin başarısı Amerika, Ohio’da yaşayan ve Dayton ekonomisinin kalbi haline gelen Ahıska Türkleri, New York Times gazetesinden sonra Time dergisine de konu oldu ERTAN BEZEN NEW YORK - POSTA212

A

merikan'nın Ohio eyaletine bağlı Dayton kentinde yaşayan Ahıska Türklerinin başarı hikayesi, New York Times'dan sonra, Time dergisinde de yer aldı. "Amerika İçin Çözümler" başlığı altında kullanılan makalede, son 5 yıl içinde Ahıska Türkleri’nin bulundukları bölgelerde hem yerel hem eyalet bazında siyasi, ekonomik ve sosyal başarılara imza atmalarından bahsedildi. İlk olarak New York Times Ahıska Türkleri hakkında bir makale yayımlamasının ardından Time dergisi de yeni sayısında "Amerika İçin Çözümler" başlığı altında Dayton'daki Ahıska Türkleri’nin bölgeye katkıları ve başarılarından bahsetti. Time dergisinden Alex Altman hazırladığı makalede, son 5 yılda 3 bin

Türk mültecinin Dayton'a yerleştiğini ve bu "yok olmuş bölgeyi" yeniden inşa etmeye başladıklarından bahsetmişti. Ahıska Türk Amerikan Toplum Merkezi (ATACC) Başkanı İslam Şahbendarov'un açıklamalarına yer veren Time dergisi, Ahıska Türkleri'nin "Amerikan rüyasını gerçekleştirdi" ifadelerine yer verdi. Dayton'da yabancı ülkede doğmuş bölge sakinlerinin oranı ABD'nin diğer şehirlerine kıyasla az olsa da, Ohio'nun güneybatısındaki Dayton'ın hiç bir zaman bu derece bir kaynaşma noktası olmadığı belirtildi. Altman, Time'deki yazısında, Dayton'da 1960 yılından bu yana nüfusunun yüzde 40 azaldığı ve üretime bağlı işlerin azalmasının orta sınıfı zayıf bıraktığı ifade etmişti. Kentin yöneticisi Tim Riordan'ın durumla ilgili, "Biz gerçekten sert çarpıldık" sözüne yer veren Time, 2009 yılında Dayton’un

ekonomisini yenileme ve büyütme yönünde farklı bir yol izlemeye başladığını kaydetti. Rusya'daki şiddetten kaçarak mülteci statüsü ile ABD'ye gelen Ahıska Türkleri'nin 2006 yılında ucuz konut ve iş cazibesi nedeniyle Dayton'a yerleştirilen Ahıska Türkleri, Dayton'daki Türk toplumunun ve Dayton'un en iyi destekçileri oldu. Yabancı yatırımcılara yaptıkları davetler ve kendi paralarını taşımacılık, lojistik ve gayrimenkul işletmeleriyle yerel ekonomiye yatıran Ahıska Türkleri'nin ekonomiyi canlandırdıkları belirtildi. Dayton'da Ahıska Türkleri dışında Orta Afrikalılar, Hintliler ve İspanyolların da yaşadığı belirtildi. NEW YORK TIMES: SAHİPSİZ ŞEHİRLERİ AYAĞA KALDIRDILAR New York Times gazetesi yayımladığı makalede, Amerika'nın can çekişen Orta Batı şehirlerine göçmenler yerleştirildi-

ği ve bunlar arasında Ahıska Türkleri’nin Kuzey Dayton'da "kıyamet sonrası manzaralı", sahipsiz şehirleri ayağa kaldırdıklarından bahsetmişti. ATACC Başkanı İslam Şahbendarov ile konuşan New York Times, Şahbendarov'un "çok iyi kabul gördüğümüz yerlere yatırım yapmak istiyoruz ve Dayton'da biz iyi kabul gördük" açıklamalarına yer vermişti. TÜRKLER’E GÜÇ KATIYORLAR Türk toplumu için de önemli bir diaspora gücü sağlayan Ahıska Türkleri, Ermeni yasa tasarısına karşı mücadeleler başta olmak üzere birçok konuda Türkiye'nin yanında yer alıyor. Dayton, Louisville, Seattle, Atlanta, Philadelphia, St. Louis, Portland, Chicago, Denver, Houston ve New York şehirlerinde yaklaşık 20 bine yakın Ahıskalı Türk yaşıyor.

Chp’nin New York pikniği coşkulu geçti (SERKAN KALFA – NEW YORK – POSTA 212) CHP Amerika Temsilciliği geçtiğimiz günlerde bir piknik düzenleyerek, New York’ta yaşayan Türk vatandaşlarla buluştu. Central Park’ın Great Lawn bölümünde bir araya gelen vatandaşlar, burada hem dostlarıyla bir araya geldi hem de sunulan ikramlarla güzel bir gün geçirdiler. “YENİ DOSTLUKLAR KURACAĞIZ” Piknikte POSTA212’ye açıklama yapan CHP Amerika Temsilcisi Yurtar Özcan, “Biz bu temsilciliği kurarken iki amacımız vardı. Birincisi

Washington ile sürekli irtibat halinde kalarak gelişmeleri takip etmek, ikincisi de Amerika’daki Türk toplumunu örgütleyebilmek. Yaptığımız toplantılara ek olarak sosyal olarak da insanları bir araya getirmek için bugün bu pikniği yapıyoruz. Onlarla sadece siyasi birliktelikler kurmak istemiyoruz. Yeni dostlar edinmek ve kişisel dostluklarımızı pekiştirmek bizim en büyük amaçlarımızdan biri” dedi. Sözlerinin sonunda etkinliklerin artarak devam edeceğini vurgulayan Yurter Özcan, daha sonra dostlarıyla güzel bir zaman geçirdi.

Obama'dan 5 milyon öğrenciye müjde ABD Başkanı Barack Obama, yeni kredi yardımının borcu olan 5 milyon üniversiteliye yardımcı olacağını söyledi NEW YORK - POSTA212

B

eyaz Saray, yapılacak öğrenim kredi yardım planının borçlu olan 5 milyon öğrenciyi rahatlatacağını duyurdu. Adı "Ne kadar kazanıyorsan o kadar öde" (PAYE PLAN - Pay as you earn) olan yardım sayesinde borçlu olanlar, kazançlarından her ay yüzde 10 geri ödeyecek. Eğer 20 seneyi aşmasına rağmen hâlâ borç kalmışsa devlet tarafından affedilecek. Söz konusu plan hükümetin daha önceki Standart Geri Ödeme Planı "Standard Repayment Pla-

nı’ndan çok daha farklı. Bu planda halk belli bir ücret ödeme zorunluluğuna maruz kalmıyor.
 Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada ayrıca Aralık 2015'te yeni planlarında geleceği de duyuruldu. Paye planı Ekim 2007'den beri kredi almış ya da Ekim 2011'den beri ikinci ödemesi gelmiş olan herkes için geçerli. Eğer bu başkanlık emri başarılı bir şekilde ilerlerse, Ekim 2007'den önce borç alanlar ya da Ekim 2011'den beri borç almayanlar önceden belirlenmiş bir oran yerine gelirlerinin yüzde 10'u kadar bir ödeme seçeneğine sahip olacaklar.


Toplum Yaşam

11 Haziran 2014 Çarşamba

D-Day Özgürlük Heykeli’nde anıldı Normandiye Çıkarması’nın 70’inci yıl anma etkinlikleri kapsamında New York’ta yapılan törene çok sayıda tarihçi, savaş gazisi ve ordu mensupları katıldı

New York köprüleri artık bakım istiyor! New York City Eyalet Kontrolörü Thomas DiNapoli, New York’ta köprü denetimlerinin tam yapılmadığını ve bazı köprülerin tehlikeli hale geldiğini belirtti

JOHNPAUL JASON NEW YORK - POSTA212

F

ransa’nın Nazi işgalinden kurtulması için ABD ve İngiltere başta olmak üzere 7 müttefik ülkenin, ‘D-Day’ olarak bilinen 6 Haziran 1944’de başlattığı Normandiya Çıkarması’nın New York’ta yapılan 70’inci anma töreninde yüzlerce tarihçi, 2. Dünya Savaşı gazisi ve görevde olan ordu üyeleri New York Lima-

nı’nda bir araya geldi. Cuma günü yapılan etkinlikler boyunca üç helikopter 1 milyon gül yaprağını Özgürlük Heykeli’ne yağdırdı. Bir Fransız fırkateyni, The Lafayette, Fransa tarafından ABD’ye hediye edilen Özgürlük Heykeli’nin yanına demir attı. Biri Amerikalı biri Fransız iki çocuk, iki dev bayrağı dalgalandırdı, iki ülkenin ulusal marşları çalındı. Törende ayrıca savaş gazilerini onurlandırmak için 21 pare top atışı yapılır-

ken bir başka grup “The French Will Never Forget”i okuyordu. 70’inci yıldönümü onuruna New York’taki tüm hükümet binalarındaki bayraklar da yarıya indirildi. Amerikan askerlerinin Normandiya sahillerindeki Ohama Beach’e çıkarma yaptığı 6 Haziran 1944’ün 70’inci yıldönümü için Fransa’da düzenlenen anma törenine ise 20 dünya lideri katıldı. Başkan Barack Obama, 9 bin 387 Amerikan askerinin

yattığı mezarlıkta düzenlenen törende yaptığı konuşmada, Normandiya Çıkarması’nı “Amerika’nın özgürlüğe bağlılığının güçlü bir göstergesi” olarak nitelendirdi. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande ise, “Onlar bizi özgürleştirenlerdi. Fransa, bu askerlere ve ABD’ye olan borcunu asla unutmayacak. Fransızlar’ın, Amerikalılar’ın en sevdiği özelliği özgürlük tutkularıdır. İki halk özgürlük için bir araya geldi” dedi.

Taliban’ın bıraktığı çavuş sorun oldu Afganistan’da Taliban’ın esir tuttuğu Amerikalı Çavuş Bowe Bargdahl, Guantanamo Cezaevi’ndeki 5 Taliban üyesi ile takas edildi. Ancak bu takasın tartışması bitmek bilmiyor İLHAN TANIR WASHINGTON - POSTA212

A

merikan uzman çavuş Bowe Bargdahl’ın Taliban ile yapılan bir anlaşma sonrası rehinelikten kurtarılarak ABD’ye getirilmesi üzerinde yapılan tartışmalar dinmek bilmiyor. Pazar günkü Amerikan haber kanallarının tartışma programlarının ilk konusu yine Bargdahl’in geri getirilişi ve karşılığında 5 önemli Taliban liderinin Guantanamo hapishanesinden salıverilmesi oldu. Çavuş Bargdahl, halen Almanya’daki Amerikan askeri üssündeki bir hastanede tedavi ediliyor. 5 yıl Afgan direnişçilerinin elinde kalan Bargdahl’ın halen kendi askeri bölğünden hangi şartlarda ayrılışı tartışılıyor. Ayrıca karşılığında verilen Taliban figürlerinin önemi. John McCain gibi bazı siyasetçiler, Taliban liderlerinin serbest bırakılmasının hata olduğunda ısrarcı. KENDİSİ TERK ETTİ İDDİASI Bargdahl’in bölüğünden olan birçok Amerikalı gazi, Bargdahl’ın kendisinin Amerikan Kuvvetleri’ni terk ettiğini ileri sürmekteler. Diğer taraftan, Başkan Obama ile birlikte Beyaz Saray’ın Rose Garden’indan basına seslenen Bargdahl’in babasının Paştun dilinde hitap etmesi ve Selamün Aleyküm ile başlaması da, ABD’li muhafa-

zakar ve sağcı kesimin eleştirilerine neden oldu. Bu kesim, Bargdahl’in babasının müslümanlığa geçtiğini de iddia ediyor. KAHRAMAN MI? SORUMSUZ MU? Diğer taraftan Bargdahl’in Idoha’da yaşayan ailesinin birçok ölüm tehditleri aldığı da basına yansıdı. Amerikan toplumu içinde yıllarca Taliban’ın elinde kalmış çavuşun kahraman mı yoksa bölüğünü sorumsuzca terk eden ve cezalandırılmaya müstehak biri mi olduğu yönünde farklı yaklaşımlar mevcut. Bazı anlatımlara göre diğer bazı Amerikalı askerler Bargdahl’ı bulmaya çalışırken öldürüldüler. ABD Dışişleri Bakanı Kerry ve diğer yönetim yetkilileri ise, hiçbir Amerikalı as-

kerin savaş meydanında bırakılmaması ilkesini tekrarlamaya devam ediyor. Kerry, Bargdahl ile ilgili olarak yukarıda sayılan bazı şüpheler ile ilgili yorum yapmamayı seçmesi de dikkatleri çekti. Kerry, hangi şartlarda çavuşun kaybolduğu hakkındaki soruşturmaların devam ettiğini söylemekle yetiniyor. AİLESİ İLE GÖRÜŞMÜYOR AP’nin bildirdiğine göre ise, Bergdahl, Almanya’da kendini tedavi edenlere, rehinelik zamanında işkence gördüğünü, dövüldüğünü ve bir kafes içinde tutulduğunu söyledi. Wall Street Journal gazetesine göre ise, beş yıldır rehin tutulan Bargdahl, Almanya’ya ulaştığından beri kendi ailesi ile görüşmeyi reddediyor.

Esrar serbest olunca suç oranı da düştü COLORADO - POSTA212

C

olorada eyaletinde esrar satışını ve bulundurmasını serbest bırakan yasanın, suç oranlarını artıracağı düşünülürken, Denver’deki yetkililer tarafından yapılan istatistikler, 2013 yılının Ocak-Nisan dönemine göre, 2014 Ocak ayından bu yana şiddet, hırsızlık, cinsel taciz ve cinnayet gibi suçlarda

yüzde 10 düşüş yaşandığı ortaya çıkardı. Bu düşüş, esrar satışından 3,5 milyon vergi toplayan Colorado yönetimi başta olmak üzere, esrar satışını destekleyenleri ve satıştan para kazanan işletmeleri de memnun etti. Hatta Colorado Senfoni Orkestrası gibi bazı yerel işletmeler, geliri artırmak için reklamların içinde marijuanaya yer vermeye başladı.

ERTAN BEZEN - NEW YORK - POSTA212 - New York City Eyalet Kontrolörü Thomas DiNapoli, New York ve New Jersey eyaletleri arasındaki köprü, tünel ve bazı yolların bakım çalışmalarını yürüten Port Authority kurumunun bakımları düzgün yapmadığını ve durumun ciddi oldugunu açıkladı. 2008 - 2013 yılları arasında eyalet tarafından yaptırılan denetleme çalışmalarında, köprülerin bakımlarında eksikliklerin olduğu, özellikle her gün binlerce aracın kullanıldığı George Washington Köprüsü’nün daha tehlikeli hale gelebileceği konusunda uyarı yapılmıştı. Öte yandan Port Authority yetkilileri ise "Köprü bakımlarına milyon dolarların harcandığını, denetimlerinin ise zamanında tamamlandığını ve herhangi bir tehlikenin olmadığı" savunmasını yaptı. Geçtiğimiz yılın (2013) Eylül ayına kadar özellikle George Washington Köprüsü'nde hummalı bir çalışma yaptıklarını belirten Port Authority yetkilileri ise açıklamaları kabul etmediklerini söylediler. New York ve New Jersey eyaletlerinde toplamda 116 köprü, 2 havaalanı, bir tünel ve 4 otoban köprüsünün bakım ve onarım çalışmaları Port Authority'nin sorumluluğunda. George Washington Köprüsü’nün en tehlikeli durumda olduğunu belırten yetkililer, köprünün baglantı noktalarındaki kirişlerin, betonların ve bazı çelik aksamların aşırı yorgun olduklarını söylediler. Yine bu bağlamda Verrazano-Narrows Köprüsü, Manhattan köprüsü, Brooklyn köprüsü ve Queensboro köprüsü gibi bir

çok köprünün ve tünelin daha sıkı bakım çalışmalarına ihtiyaç duyduğu yetkililer tarafından kaydedildi. Bakımların ve önlemlerin bir an önce tamamlanmasını belirten yetkililer, her yeni gelen günün beraberinde tehlikeyi de getirdiğini söylediler. New York, New Jersey ve Staten Island'ı birbirine bağlayan ve her gün binlerce aracı treni ve yayayı ağarlayan köprülerin, tünellerin ve yolların bakımlarını bir an önce en iyi şekilde yapılması ve New York eyaletine yakışır şekilde tamamlanmasının gerektiğini kaydettiler.


Güncel

11 Haziran 2014 Çarşamba

Central Park canlandı Uzun kış mevsiminin yerini bahara bırakması ile, her yerde olduğu gibi Central Park da o soğuk sessiz ve çıplaklığını, rengarenk çiçeklere, kuş seslerine ve yaz boyunca hiç bitmeyecek olan etkinliklerine bırakıyor BARIŞ TUNCER İSTANBUL-POSTA212

B

irkaç hafta önce parkın güney doğu kısmında yer alan ve bir lunapark olan Victorian Garden’in yaz sezonunu açmasıyla Central Park sadece yetişkinlerin değil, çocukların da gitmek için can attıkları bir yer oldu. Ailelerin, çocuklarıyla Central Park’ta vakit geçirebilecekleri en eğlenceli yerlerden diğer ikisi ise Central Park Hayvanat Bahçesi ve New York’un en eski atlıkarıncalarından olan Central Park Carousel’dir.

GÜZEL BİR ANI YARATIN Şehrin en ünlü restoranlarında biri olan Tavern on the Green de yıllar süren tadilat çalışmalarının ardından bu yaz tekrardan kapılarını açarak hizmete girdi. Yeni menüsüyle fiyatları daha uygun hale gelen Tavern on the Green artık Central Park sevenlerin yeni uğ-

rak yerlerinden biri olacağına hiç şüphe yok. Parkın içinde yıllardır faaliyet gösteren ve parkın en büyük ikinci gölünün hemen yanında bulunan bir diğer restoran Boat House Cafe’de yemeğinizi yedikten sonra sandal turu atarak gününüzü güzel bir anıya çevirebileceğiniz eşsiz yerlerden biri. Parkın en büyük açıklık alanlarından biri olan Sheep Medow, hafta sonunu piknik yaparak ve güneşin tadını çıkararak geçirmek isteyenler için muhteşem manzarasıyla misafirlerini beklemekte. 1869 yılında inşa edilen ve Türkçesi “güzel manzara” anlamına gelen Belvedere Castle parkın en yüksek konumuna sahip olmasından dolayı eşsiz bir manzaraya sahip ve fotoğraf tutkunları için Central Park’ta gidilmesi gereken en öncelikli yer.

BİSİKLET KİRAYABİLİRSİNİZ Parkta bisiklet veya paten kiralamak isteyenler için en uygun gün ise hafta sonu. Bugünlerde kaldırılma-

sı gündemde olan faytonlar, bir asırdan fazla süredir Central Park’ı gezmeye gelenler tarafından tercih edilen en eğlenceli seçeneklerden. Eğer parkı gezerken aynı zamanda gerek park hakkında gerekse parkın içinde çekilen filmler ve etrafında yaşayan ünlüler hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız, Pedicab sizin için en iyi seçenek olacaktır. Pedicab turlarını parkın güney batısında bulunan Colombus Circle’dan alabilirsiniz. En çok tercih edilen bisiklet kiralama, parkın her köşesini ucuza görebileceğiniz tek seçenek. Bisiklet seçeneğini tercih edenler 117 west 58 street’te bulunan ve bir Türk işletmecinin sahibi olduğu Sayat Bicycle’dan kiralayabilirler. Eğer parkı yürüyerek gezmeyi tercih ediyorsanız giyeceğiniz elbiselerin ve ayakkabıların kesinlikle yürüyüşe uygun olduğundan emin olun. Central Park için yürüyüş turuna başlayacağınız en iyi nokta 5. Cadde ve 59. Sokak olacaktır.

New York’un ikinci el pazarları New York’ta keşfedilmeyi bekleyen olağanüstü ucuz ikinci el pazarları bulunuyor. Bu pazarlarda 500 dolarlık bir ürünü 100 dolara bulabilirsiniz ERTAN BEZEN NEW YORK - POSTA212

B

uffalo Exchange, Beacon’s Closet ve Monk Vintage adındaki üç mağaza birbirinden farklı bir çok konsepte ev sahipliği yapıyor. Dünyaca ünlü markalardan Galatasaray’ın UEFA Kupası ve Fenerbahçe’nin Rifle reklamı olan klasik çubuklu formasına kadar birçok şaşırtıcı ve ilginç ürünü çok ucuz fiyata bulmanız mümkün. Pahalı aksesuarların çok ucuza bulabildiğiniz bu pazarlarda ayakkabıdan çantaya, iç çamaşırından takım elbiseye, dağcılık ürünlerinden akvaryuma kadar aklınıza gelen her ürünü bulmanız mümkün. Zaman zaman savaş topu, şövalye gibi figürleri de görebileceğiniz bu yerler birbirinden şaşırtıcı ve görülmeye değer. Aylarca hatta yıllarca arayıp ta bulamadığını bir ürünü veya kıyafeti bulabileceğiniz bu mağazalar şaşırtıcı olduğu kadar da gizemli. Uzun yıllardır bir kültür haline gelmiş bu sektörün çalışanlarıyla ve mağaza yöneticileriyle yaptığımız söyleşilerde ise, bir noktada insanlara doğru kullanımı öğretmekle kalmıyor insanları israf konusunda da eğitildiğini düşünüyorlar. Aynı zamanda, “birilerinin eskisi ötekinin yenisi” mantığından yola çıkarak aşırı bilinçsizce tüketimin de önüne geçeceğini ve bir nevi çevreci bir girişim olduğunu düşünüyorlar.

“Recycled Fashion” Rüzgarı “Recycled Fashion”la ürünlerinizi takas edebiliyorsunuz. Mağazalara getirdiğiniz ürünlerinizin karşılığında size kredi veriliyor. Bu kredilerinizle dilediğiniz ürünü alabiliyorsunuz, krediniz yetmese bile üzerini nakit olarak ödeyerek istediğiniz ürünü alabiliyorsunuz. Bazı mağazalar zaman zaman kimi ürünlerin karşılığında nakit ödeme yapsa da genel olarak mağaza-

lar bu tarz alışverişlere girmeye pek yanaşmıyorlar. Ayrıca kredinizle yapacağınız alışverişlerde herhangi bir kısıtlama yok, ister yeni ister eski beğendiğiniz her ürünü alabiliyorsunuz. Bu mağazalarda dikkat etmeniz gereken tek şey hızlı karar vermek, kararsız kaldığınız ve kafanızı başka yöne çevirdiğiniz an beğendiğiniz ürün bir başkası tarafından alınmış olabilir. İkinci el ürünlerden maksimum iki adet bulabildiğiniz bu mağazalarda zaman en değerli tarafınız.

Buffalo Exchange Karavanı Kendi sektörünün eskilerinden olan ve bu sene 40’ıncı yılını kutlayan Buffalo Exchange’in karavanı ise zaman zaman Amerika’nın farklı yerlerine giderek alışverişi eğlenceli yol maceralarına dönüştürüyor. İçi tamamen mağaza gibi diyazn edilmiş karavanda ise yine hemen her şeyi bulmanız mümkün. Konseptleri birbirinden farklı olmayan bu mağazalarda hafta sonları adım atacak yer bulmanız biraz zorlaşsa da inanılmaz fiyatlara inanılmaz ürünler bulabileceğiniz New York’taki eşine az rastlanır bu yerler kentin bize ne kadar sıra dışı bir şehir olduğunu hatırlatıyor. Toplam 50 dolara birkaç farklı kaliteli ürün alabileceğiniz ve insanların yoğun ilgi gösterdiği bu mağazalar New York’un hemen her bölgesinde bulunuyor. Bir gün yolunuz düşerse zararlı çıkmayacağınız kesin.

Eğer parka bu noktadan giriş yaparsanız hemen sağınızda Central Park Hayvanat Bahçesi ve hayvanat bahçesinin biraz ilerisinde sol tarafınızda ise parkın en eski yapıtlarından olan ve günümüzde hediyelik eşyaların satıldığı bir yer olan The Dairy House’ı göreceksiniz. Turunuza, Amerikan karaağaçlarının büyük bir koleksiyonu ile çevrili ve birçok filmin çekildiği yer olan The Mall ile devam edebilirsiniz. Uzun ve geniş bir yürüyüş yolu olan The Mall’un sonu sizi Bethesda Fountain denilen çok güzel bir köşeye çıkaracak. Bethesda Fountain’in hemen yanında yer alan Strawberry Field, John Lennon sevenlerinin gitmesi gereken bir yer. John Lennon’un anısına yaptırılmış olan mozaiği gördükten sonra Central Park West ve 72. Cadde’de bulunan ve yine bir zamanlar John Lennon’ın yaşadığı yer olan parkın batı yakasında inşa edilmiş en eski yapıtı olan Dakota’yı görerek Central Park’taki yürüyüş turunuzu bitirebilirsiniz.


Koleksiyonerler Long Beach’te buluştu

Kulakların pası silindi NEW YORK - POSTA212

K

emanın ruhuna en fazla hitap eden enstrüman olduğunu her fırsatta dile getiren Burcu Göker, geçtiğimiz cumartesi günü iki Güney Koreli klasik müzik sanatçısı ile birlikte harika bir konser verdi. Charlotte'da TürkAmerikan Derneği çatısı altında gerçekleşen konser sanatseverler tarafından ilgiyle karşılandı. Burcu Göker, etkinlikten sonra yaptığı açıklamada bu konserin en büyük özelliğinin diğer iki Güney

Koreli müzik sanatçısı ile Türk bestecilerinin tanıtılıyor olması dedi. Göker konuşmasına şöyle devam etti: "Doktora tez konum olan Türk bestecileri ve Türk ezgilerimizi bu konserde sadece Türk dostlarımızla değil, Amerikalı ve Güney Koreli dinleyicilerimizle de paylaşıp müziğimizi daha geniş kitlelere duyurmaya çalışmamız çok önemli" diye konuştu. KAZANDIĞI BURSLARLA BUGÜNLERE GELDİ Henüz ilkokul 4. sınıftayken kemanla tanışan, bundan sonra da elinden asla düşürmeyen Burcu Göker, 14 yaşında kazandığı bursla müzik eğitimi için Paris'e gitmişti. Göker'in eğitim hayatı daha sonra Amerika, Kanada ve tekrar Amerika'da devam etti. Hemen her eğitim gördüğü okulda birinciliği ve ödülü bulunan Göker, kazandığı burslarla bugünlere gelebilmiş genç bir yetenek. Kemandaki yeteneğini derslerindeki başarılarıyla birleştirmesini bildi. Türkiye ile olan bağlarını da hiçbir zaman koparmadı.

merika’nın Long Beach şehrinde gerçekleştirilen ‘Koleksiyon Fuarı’ dünyanın farklı bölgelerinden madeni para ve pul meraklılarını Long Beach Convention Center’da buluşturdu. 500 koleksiyoncunun stand açtığı fuarda madeni para ve pul gibi popüler koleksiyon ürünleri dışında tarihi değer taşıyan banknot, imzalı spor ürünleri, mücevher, fotoğraf ve plaklara da yer verildi.

Çin ve Hong Kong’dan gelen uzman ekip tarafından verilen seminer ve ücretsiz madeni para tetkiki ziyaretçilerden ilgi görürken bir milyon doların üzerinde değer taşıyan 19’uncu ve 20’inci yüzyıla ait altın ve gümüşten yapılma Çin madeni paraları fuar kapsamında açık arttırmaya sunuldu. 1964 yılından bu yana düzenlenen fuarın 50’inci yılında ayrıca çocuklara özel pul ve para kolleksiyonu aktivitelerine yer verildi. AA

Fotoğraf: Mintaha Neslihan Eroğlu -AA

A

11 Haziran 2014 Çarşamba

HAFTALIK ÜCRETSİZ

YIL 2 • SAYI 56

www.posta212.com

Metroda oyun keyfi New York’ta evden işe veya işten eve dönmek çoğu zaman bir eziyet halini alıyor. Çalışanların zamanının büyük bir bölümü yolda geçiyor. Ama iyi ki akıllı telefonlar var

SERKAN KALFA NEW YORK - POSTA212

H

er gün on binlerce kişi metroları kullanarak işlerine, evlerine gidiyor. Bazen saatler süren bu yolculuk bir süre sonra sıkıcı bir hal alabiliyor. Eskiden sadece müzik dinleyerek zaman geçirmeye çalışan yolcuların artık ellerinde başka bir oyuncak var. Akıllı telefonlar size birbirinden ilginç oyunları sunarak hoşça vakit geçirmenin yollarını sunuyor. İşte bir metro oyuncusunun telefonunda olmazsa olmaz 5 oyun: ANGRY BIRDS Birbirinden sevimli ama bir o kadar da kızgın kuşların yumurtalarını çalan domuzlardan intikam aldığı bir oyun olan Angry Birds, bir mancınık yardımıyla nişan aldığınız ve karşı tarafta değişik şekillerde dizilmiş domuzları yok etmeye çalıştığınız bir oyun. Çıktığı günden beri milyonlarca hayranı olan oyunun kahramanlarının oyuncakları bile yapıldı. CANDY CRUSH SAGA Üç aynı renkteki şekeri bir araya getirip patlatmanın bir hastalık haline geleceğini kimse tahmin edemezdi herhalde. Önceleri bir Facebook oyunu olarak başlayan, daha sonra akıllı telefonlara sıçrayan oyun, size her bölümün başında bir görev veriyor. Gittikçe zorlaşan hatta imkansızlaşan oyun, bir süre en kötü bağımlılığınız oluyor.

2048

TEMPLE RUN Bu oyunda yaptığınız tek şey sonsuza kadar koşmak. Oyun bir tapınağın kapısından arkanızda bir tür yaratıklar koşar halde çıkmanızla başlıyor. Ondan sonra tek yaptığınız karakterinizi yönlendirerek sizin koşmanızı engelleyecek her türlü tuzaktan uzak durmaya çalışmak ve düşmemek. Koşarken topladığınız paralarla da size kolaylıklar sağlayacak özellikleri satın alabiliyorsunuz. SUBWAY SURFERS Temple Run oyununun kadınlar tarafından tercih edileni olarak da bilinen oyun, trenler arasında bir sörfçünün macerasını konu alıyor. Yine sonsuza kadar koştuğunuz bu oyunun çizgi film havasındaki grafikleri ve dünyanın değişik ülkelerinde geçiyor olması onu rakiplerinden ayıran özelliği. Ayrıca değişik özelliklerde sörfler alabilir ve yolunuzdaki engelleri daha rahat aşabilirsiniz.

Tek bir ekrandan oluşan ve sadece iki ve katları sayılarını diğer eş sayılarla toplayarak 2048’e ulaşmaya çalıştığınız bir oyun ne kadar bağımlılık yapabilir ki? Sadece ilk çıktığı hafta 5 milyon kez indirilen oyun, aslında “Threes” adlı oyunun daha basit hali. Ama o kadar çok sevildi ki, şimdilerde hemen hemen herkesin telefonunda bulunuyor.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.