Popüler Sağlık Dergisi 55

Page 1

Sağlıklı yaşam dergisi

Yıl: 10 Sayı: 55 Ocak-Şubat 2015 / Özel Sayı

4 Şubat DÜNYA KANSER GÜNÜ

“İMKANSIZ DEĞİL!..”

4 Şubat

Fiyat: 10 TL




KÜNYE Arma Tanıtım Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Danışmanlık San. ve Tic. Ltd.Şti Yayın Sahibi Temsilcisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Cemil DİRİM Bilimsel Editör Op.Dr.Muzaffer YURTTAŞ Genel Yayın Yönetmeni Zeynep ÇETİNKAYA Grafik Tasarım ARMA TANITIM Katkıda Bulunanlar Şebnem CIRIT Hukuk Danışmanı Av. Birol KESKIN İLETİŞİM Yönetim Merkez İzmir 1720 Sok. N:26 D:5 Karşıyaka-İzmir Tel: 0232 465 32 32 Fax: 0232 465 30 94 Faks: 0232 465 30 94 info@populersaglik.com Haber Merkezi( İstanbul) Zeynep Çetinkaya Atatürk Cad Halk Sok Lale Apt 44/2 Sahrayıcedit-Kadıköy iSTANBUL Tel: 216 3550259 Gsm: 532 4700025 zeynep@populersaglik.com zeynep@ populersaglikdergisi.com info@populersaglik.com Arma Tanıtım Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Danışmanlık San. ve Tic. Ltd.Şti 1720 Sok. N:26 D:5 Karşıyaka-İZMİR Tel : 0232 465 32 32 Fax: 0232 465 30 94

Yayın Kurulu Op. Dr. Deniz Arslan Uz. Dr. Fatih Sürenkök Op. Dr.Emin Yılmaz Op. Dr. Tülin Eroğlu Kaynak Op. Dr. Ata Bozoklar Uz. Dr. Didem Dereli Uz. Dr. Arif Baysan Dr. Alpay Gökmen

Op. Dr. Mustafa Erşin Dr. Sevgi Postoğlu Op. Dr.Hilmi Güngör Uz. Dr.Ayşegül Barış Uz. Dr.Erdal Duman Uz. Dr. Aylin Çeçen Aksu Ecz.Vildan Semet Uz. Dr. Mehmet Özgür Niflioğlu

Bilimsel Editör Opr. Dr. Muzaffer YURTTAŞ Yayın Danışma Kurulu Prof. Dr. Fazıl Apaydın Ege Üniversitesi Tıp Fak. KBB Ana Bilim Dalı Prof. Dr. Mete Akısü Ege Üniversitesi Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Prof. Dr. Galip Akhan İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.Okhan Akhan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Ana Bilim Dalı Doç. Dr. Nejat Aksu İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı Doç Dr. Süleyman Bozkurt Bezmialem Vakıf Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Prof Dr. Mustafa Cankurtaran Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları ABD Geriatri Ünitesi Prof. Dr. Tuğrul Dereli Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Dermatoloji Bölümü Prof. Dr. Bilun Gemici İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalılıkları Bilim Dalı Prof. Dr. İhsan Ertenli Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Av. Ümid Erdem HAYAD- Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Necmi Gökay İzmir Diş Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Murat Gültekin Kanser Daire Başkanı Prof. Dr. Zeki Karagülle İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Prof. Dr. Süleyman Kaynak Türk Oftalmoloji Derneği Ege Bölgesi Şube Başkanı Prof. Dr. Gökhan Keser Ege Üniversitesi İç Hastalıkları ve Romatoloji Bilim Dalı Prof.Dr. Oğuz Kılınç Dokuz Eylül Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Doç. Dr. Levent Köstem Spor Hekimi Prof.Dr. Nil Molinas Mandel VKV Amerikan Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü Prof. Dr. Fatih Öktem İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi KBB Hastalıkları Ana Bilim Dalı Prof. Dr. Erdem Özkara Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Prof. Dr. Semih Ötleş Ege Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr.Muhit Özcan AÜ.Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ve Hematoloji Ecz. Tuncay Sayılkan İzmir Eczacı Odası Başkanı Prof. Dr. Fehmi Tabak İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Prof.Dr. Erol Tavmergen Ege Üni. Aile Planlaması ve Kısırlık Araştırma ve Uygulama Merkezi Prof. Dr. Hasan Tekgül Ege Üniversitesi Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Ecz. Doç. Dr. Levent Tuğrul Doç. Dr. Işın Yaprak İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi *İsimler soyadı sırasındadır.

Popüler Sağlık Dergisi Arma Tanıtım Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Danışmanlık San ve Tic. Ltd.Şti tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Yayımcının izni olmadan hiçbir yazı ve görsel alıntı yapılamaz. Popüler Sağlık Dergisi’nde yayınlanan makalelerin sorumluluğu yazarlarına, reklam ve ilan sorumluluğu reklam verene aittir. Yönetim Yeri: Tel: 0 232 465 32 32 (pbx) Tel: 0232 422 08 38 Faks: 0232 465 30 94 info@populersaglik.com www.populersaglik.com Yayın Türü: Yaygın /2 Aylık

Renk Ayrım/Baskı/Cilt:Ar Matbaa / Baskı Tarihi: 07.02.2015 Yıl:10 Sayı: 55 Ocak-Şubat 2015- Özel Sayı

2 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2105



İÇİNDEKİLER KAPAK VE DOSYA KONUSU: KANSER 8 EDİTÖR’den 10 “Tarama, Korunma Ve Yeni Çözümlerle Bir Gün Kanser Yenilecek!” Prof. Dr. Tezer Kutluk 12 Kanserle Mücadelede Artık Çok Daha Güçlüyüz 14 4 Şubat Dünya Kanser Günü: “İmkansız Değil!” 16 Kanser Tanısında Patolojik İncelemenin Önemi Büyük.. 17 Sindirim Sistemi Kanserlerinde Önemli Gelişmeler 18 Meme Kanserinde Yeni Yaklaşımlar 20 Kanser Hücrelerinin Şifreleri Hızla Çözülüyor! 22 İmmünoterapinin Kanser Tedavisindeki Rolü Artıyor 24 Akıllı İlaçlar Tedavi Sürecini Olumlu Etkiliyor. Kozmetik Uygulamalar Hastaya Moral Veriyor 26 Mini Nakiller İle İleri Yaş Hastalara Kemik İliği Nakli Umudu 28 Akciğer Kanserinin Türkiye’ye Özgü Sorunları ve Çevresel Koşullar 30 Beyin Tümörleri Tedavisinde Gama Knife Radyocerrahisi 32 Tümörlere Nokta Atış 34 Kişiye Özel Risk Analizi İle Meme Kanseri Riskinin Arttığı Durumlar Belirlenebilir 36 Europa Donna Türkiye 38 Hekim Gözüyle- Onkolog Olmak 39 Hemşire Gözüyle-Çaresizlik, Korku Umut Birarada 40 Kanserle Savaşta Radyoaktif Tedaviler Etkili Olabilir 42 Kanser Hastaları Nasıl Beslenmeli? 44 Virüsler Kansere Neden Olabilir Mi? 45 Dondurulmuş Embriyo İle Üreme Hakkı Korunuyor 46 Onkoloji Hastaları Drama Terapi İle Hayatı ve Kendilerini Yeniden Keşfediyor 49 KSS “Bağları Kuvvetlendiriyoruz” 50 Janssen Türkiye’de 15. Yılını Kutluyor. 52 Verem Hala Büyük Bir Sağlık Sorunu 53 Ölüm Nedeni ‘Sigara!’ 54 Röportaj: Emre Üstünuçar”Sigarayı Küt Diye Bırakabilirsiniz’’ 56 Köşe Yazısı: Hangimiz Yalancı, Çocuk Mu Biz Mi? 58 Emzirmenin Önemi ve Sık Yapılan Hatalar... 60 Kemik Erimesini Gıda Takviyesiyle Durdurabilirsiniz 61 Aşı Türkiye’de Yılda 14 Bin Hayat Kurtarıyor 62 Trigeminal Nevralji- Soğuk Hava Ani Yüz Ağrısını Tetikliyor 63 Haber-Türk Doktorun Uluslararası Başarısı 64 Karaciğer Hastalıkları Olimpiyatı 24. Apasl Kongresi 65 “3. Fetal Hayattan Çocukluğa “İlk 1000 Gün” Gebe ve Çocuk Beslenmesi Kongresi 66 Kısalar…Sektör Haberleri 68 Kitap Köşesi 69 Kültür & Sanat 70 Kongre Takvimi





EDİTÖR’DEN

Merhaba; Değerli okuyucularımız, bu sayımızda Kanser konusunu ele alacağız. 4 Şubat Dünya Kanser günü. Çevresel faktörler, sanayileşme, beslenme bozuklukları, stres v.b nedenlerden dolayı kanser vakalarının arttığı artık göz ardı edilemeyecek bir gerçek durumuna geldi. Bu konuyu enine boyuna sizler için hazırladık. Koruyucu hekimliğe ve erken tanıya harcanan kaynak gelecekte büyük problemlerle uğraşmamızı ve daha büyük paralar harcamamızı engelleyebilir. Dünya Kanser Kontrol Örgütü Başkanı Prof. Dr. Tezer Kutluk, Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Başkanı Prof Dr. Şuayib Yalçın, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan kanser konusunda ülkemizde ve dünyada yapılan çalışmaların son verilerini paylaştılar,önemli mesajlar verdiler. Dumansız Hava Sahası konusunda ülke olarak büyük bir başarıya imza attık. Gelişmiş ülkelere model olabilecek ve kıskanılacak olan bu başarının ardında Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere toplumun her kesimi yer almaktadır. Bu konudaki başarımızı uyuşturucu ve bağımlılık yapıcı maddelerle mücadelede de gösterebileceğimize inanıyorum. Kapalı alanlardan sonra açık mekanların bazı kısımlarında da Dumansız Hava Sahası çalışmaları var. Özellikle basına ve topluma bu konuda görev düşüyor. Bir düşünür “Bir insanı eğitmeye babaannesinden başlamalısınız” diyor. Toplumsal bilinç ve eğitim anne ve babaların davranışlarından başlıyor. Örnek anne babalar olabilirsek geleceğimiz de daha bilgili, daha çalışkan ve daha saygılı olacaktır. Okul çağındaki çocuklar kendini korumak, savunmak için de yalan söyler, Çocuk önce anne-baba aileyi örnek alır. Çocuğunuzun yalan söylediğini düşünüyorsanız sadece onu izleyin gerekiyorsa bir uzmandan yardım almakta fayda vardır. Başbakanımız Ahmet Davutoğlu tarafından açıklanan “Okul Üzümü & Akıl Üzümü” projesi çocuklarımızın sağlıklı beslenme alışkanlığı elde etmeleri açısından oldukça önemli bir gelişmedir. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Sağlıklı yaşam ve erken tanı toplumda oldukça popüler konular arasında yer almaya başladı. Bu konuda halkımızın duyarlılığı gün geçtikçe artıyor. Sağlık Bakanlığı, Sivil Toplum Kuruluşları ve basının gayretleri ile insanımız sağlıklı yaşam konusunu artık daha fazla önemsiyor. Ancak bu konuda bir uyarıda bulunmak istiyorum. Uzmanından olmayan tavsiye ve önerilere itibar edilmemesi ve sosyal medyada yer alan her habere inanılmaması gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Sağlıklı yaşam için “Hareket edin” kampanyasına herkesi katkıda bulunmaya ve hafta sonlarını dışarıda spor yapmaya, yeni yerler keşfetmeye davet ediyorum. Popüler Sağlık Dergisi ekibi olarak sizlere sağlık ve huzur dolu bir yaşam diliyoruz. Opr.Dr.Muzaffer Yurttaş Genel Cerrahi Uzmanı

8 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015



DOSYA KONUSU

“TARAMA, KORUNMA VE YENİ ÇÖZÜMLERLE BİR GÜN KANSER YENİLECEK!” Prof. Dr. Tezer Kutluk UICC -Dünya Kanser Kontrol Örgütü Başkanı

Prof. Dr. Tezer Kutluk

UICC -Dünya Kanser Kontrol Örgütü Başkanı

Hacettepe Üniversitesi Pediatrik Onkoloji ABD Öğretim Üyesi Dünya Sağlık Örgütü’nün 2030 yılına kadar kanserden hayatını kaybeden insan sayısının 12 milyona yükseleceği yönündeki tahminine dikkat çekiyor. Özellikle son 4 yılda dünya genelinde kanser görülme sıklığının yüzde 11 arttığına işaret eden Prof. Dr. Tezer Kutluk, genetik faktörlerin dışında çevresel etkenler nedeniyle de kanser görülme sıklığının arttığını, Türkiye’de 2012 verilerine göre her yıl yaklaşık 148 bin kanser vakasının görüldüğünü, 92 bini hastanın kaybedildiğini belirtiyor. Kanserden kaynaklı ölümlerde ülkemizde ilk dört sırada akciğer, meme, prostat ve kolorektal kanserler yer alıyor. 4 Şubat Dünya Kanser Günü ve 15 Şubat Çocukluk Çağı Kanserleri Günü olarak tüm ülkelerde etkinliklerle farkındalık yaratılmaya çalışılıyor. UICC-Dünya Kanser Kontrol Örgütü Başkanı HÜ. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tezer Kutluk, sorularımızı yanıtladı. Verdiği mesajında tarama, korunma ve yeni çözümlerle bir gün kanserin yenilebileceğine olan inancını bir kez daha dile getirdi. DÜNYAYI KANSERDEN NASIL KORURUZ? KANSER, giderek büyüyen bir halk sağılığı sorunu. Ancak; her 100 kanser vakasından 30’u önlenebilir.Beslenme, tarama ve tedavi bu üçü çok önemli.Doğru zamanda doğru tedaviyi alırsak bireysel bazda yakalanmama riskimiz düşer. Dünya’da yapılmış

mevcut ulusal kanser programları, tüm teşkilatlar tarafından küresel düzeyde hazırlanmış planlarla ,kanser konusunda daha aktif politikaların uygulanması gerekiyor. Kanser adeta küresel bir salgın haline geldi. Mevcut duruma baktığınızda önlemler alınmadığı takdirde geleceği nasıl görüyorsunuz? Şu anda 14milyon kişi kansere yakalanmakta ve maalesef 8 milyon kişi kanserden ölmekte. Böyle gittiği takdirde 20 yıl sonra her yıl kansere yakalanan insan sayısı sadece nüfus artışının etkisiyle 20 milyona ulaşacak ve maalesef 14 milyonu kaybedilecek. 2030’lu yıllara ulaştığımızda kanser sayımız bugünkü sayımızın iki katına ulaşmış olacak. Siz hep umutlu olduğunuzu ifade ediyorsunuz. Tarama programları ile erken tanıya ve tedaviye ulaşmada olumlu gelişmeler olsa da, nüfusun artışı ile birlikte kanserde görülme sıklığı da artıyor.Ve toplumda kanserin çaresiz bir hastalık olduğu inancını derinleştiriyor. Hayır kansere karşı çaresi değiliz. Kanseri yenebiliriz. Her 100 kanser vakasından 30’u önlenebilir. Örneğin sık görülen 4 önemli kanser grubunda kanser taramaları ile erken tanı ve tedavi mümkün.Kanser dünyada artıyor mu evet artıyor. Öte yandan her zaman söylediğimiz tütün, beslenme ve fiziksel aktivite gibi temel bazı yöntemlerle ve özellikle bu 4 ana kanser olan ; meme, prostat, serviks ve kolon kanserlerinde erken taramalarla korunmak mümkün. Tedavide başarı oranı nedir? 1970’l yıllardan önce yüzde 20-30 civarında olan kanser tedavisindeki tedavi oranları günümüz teknolojisi ile

10 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

neredeyse yüzde 70 oranlarına gelmiştir. Bu oranlara gelinmesi büyük bir başarıdır. Hala yüzde 30’u kaybedilmekle beraber, son 20-30 yıldaki kanser tedavisindeki başarı, önümüzdeki yıllarda daha büyük başarılara çıkacağının ve insanların bu tedavilerden yararlanacağının açık göstergesidir. Bu başarı için de,erken taramaya ve araştırmalara kaynak ayırmak lazım. Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği olarak “Türkiye’de Kanser Bilinirlik Düzeyi ve Davranış Şekilleri” araştırmanızda Türkiye’de kanserin nasıl algılandığı konusunda çarpıcı sonuçlar ortaya çıkmıştı. Bu rapora göre ne kadar farkındayız? Nasıl yorumlamak lazım? GFK Türkiye Araştırma Hizmetleri ile birlikte 7 ilde gerçekleştirdiğimiz araştırmaya 15-65 yaş aralığında yüzde 54’ü kadın yüzde 46’sı erkek olmak üzere toplam 1234 kişi katıldı. Katılımcıların yüzde 53’ü kanserin en önemli sağlık sorunu olduğuna inanıyor ancak yüzde 69’u kansere yakalanacağını düşünmüyor; yüzde 76’lık geniş bir bölümü ise kanserin tedavi edilebilir bir hastalık olduğuna inanıyor. Bu Araştırmanın da ortaya koyduğu gibi insanlarımız kanserin önemli bir sağlık sorunu olduğunun ancak tedavisinin de yapılabileceğinin bilincinde olmasına rağmen, kanserin nedenleri nelerdir sorusuna verilen yanıtlar da ilginç. İnsanların yüzde 97’lik bir bölümü sigarayı birincil neden olarak sayıyor öte yandan yüzde 40’lık bir bölümü tütün kullandığını söylüyor. Kanserden ve birçok hastalıktan korunmak için çok önemli olduğu bilinse de günlük yaşamda spora neredeyse hiç zaman ayrılmıyor. İnsanların yüzde 58’i hareketsiz bir yaşam sürdüklerini kabul ederken, nadiren spor yapanların oranı yüzde 13.


Taramalara katılım sizce beklenen oranda mı? Sıkıntımız, tarama testlerine gösterilen ilginin artırılması ve sunulan imkanların vatandaşlarımız tarafından daha yoğun bir şekilde kullanılmasının sağlanmasında. Biz erken tanı deyince özellikle meme kanseri, rahim ağzı kanseri, kalın bağırsak kanserinde taramalar işe yarıyor, hayat kurtarıyor. Kanser taramalarında erken tanıyla yaşam şansları çok artıyor. Sizinde belirttiğiniz gib kanserle mücadelede kaydedilen büyük ilerlemelere rağmen, bu sinsi hastalığı yenmek için kat edilecek uzun bir yol var. Peki hedeflere nasıl ulaşılacak? Dünya Sağlık Teşkilatı’nın koyduğu hedefler arasında kanserinde arasında olduğu bulaşıcı olmayan hastalıkları yüzde 25 oranında azaltmak gibi bir hedefi var. Elbette yarın her şeyi çözmüş olmayacağız. Ama bu doğrultuda gidersek önemli başarıları kazanmak içten bile değil. 10 sene içerisinde dünya bu yönde kaynaklarını ayırır, önceliklerini kullanır, karar vericiler kararlarını doğru verir, politikacılar politikalarını yapar, sivil toplum bu işi takip eder, insanlarda bu işi uygularsa 2025 yılına kadar kanserin de arasında olduğu bulaşıcı olmayan hastalıkları yüzde 25 oranında azaltmamız mümkün gözüküyor. Kanıtlar göstermektedir ki, kansere karşı alınan önlemler her geçen gün yeni çözümler getirmektedir. İlerlemenin devam ettirilebilmesi için yeni yaklaşımlar kanser kontrol alanlarının tümünde desteklenmelidir.Sağlıklı yaşamayı seçmek, dediğiniz zaman tü-

“Kaynak ayrıldığı takdirde 2025 yılına kadar kanserin de arasında olduğu bulaşıcı olmayan hastalıkları yüzde 25 oranında azaltmamız mümkün”

tünden başlayın kilo fazlalığı, obezite, fiziksel aktivite, beslenme tercihlerine kadar yapılabilir. Bunlar yapıldığı zaman kanserin en az 3’te 1’inden korunabildiğini biliyoruz.

15 ŞUBAT ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİ GÜNÜ Her yıl 15 Şubat Çocukluk Çağı Kanserleri Günü olarak kutlanıyor. Çocuklarda görülme sıklığı tanı tedavi ve tedaviye erişim hangi oranlarda? Çocukluk çağı kanserlerinin tedavisinde son 50 yılda olağanüstü gelişmeler yaşandı. Geçmişte yüzde 10’lar civarında olan iyileşme oranları bugün yüzde 80’lere ulaştı. Ancak bu iyileşme oranı her ülkede aynı düzeyde gerçekleşmiyor. Gelişmiş ülkelerde yüzde 80 civarında olan iyileşme oranı, az gelişmiş ülkelerde yüzde 40, hatta yüzde 10’lara bile düşebiliyor. Aynı ülke içinde bile iyileşme oranlarında farklılık görülebiliyor. Çocuklarda her yıl her milyon çocuktan 120 civarında bir sıklıkta çocukluk kanseri ortaya çıkmaktadır. Çocukluk kanserlerinin erişkin kanserlerinden en önemli farkı kanser türlerindedir. Erişkinlerde akciğer, meme, prostat, kalın barsak gibi kanserler öne çıkarken; çocuklarda lösemiler, beyin tümörleri, lenfomalar, nöroblastoma, Wilms tümörü gibi embriyonik tümörler öne çıkmaktadır. Ülkemizde her yıl 3000 civarında çocuğun kanser yakalanmaktadır. Yakın yıllarda tedavi başarıları % 85’lere ulaşmıştır. Kanseri türü, yaygınlığı tedavi başarısını etkileyen en önemli faktörlerdendir. Hangi türler çocukluk çağı kanserlerinde daha sık görülüyor ve belirtileri nelerdir? Lenfomalar çocuklarda sık görülen kanserlerdendir. Hodgkin lenfoma ve Hodgkin dışı lenfoma olmak üzere iki ayrı alt grubu vardır. Vücutta hernangi bir bölgede şişlik, boyun, koltuk altı, kasıkta bezelerin büyümesi, vücutta morarmalar, düzelmeyen ateş başlıca belirtileridir. Çocuklarda sık görülen kanserlerden olmalarına karşın tedavi başarılarında son yıllarda ciddi gelişmeler yaşanmıştır. Lenf bezleri vücudumuzda yaygın olarak bulunan, bağışıklık sisteminde önemli görevler üstlenen, vücudumuzu dış dünyaya karşı koruyan bezelerdir. Normal koşullarda muayene sırasında farkedilmemelerine karşın,

enfeksiyon, kanser ve diğer bazı hastalıkların seyri sırasında lenf bezleri büyüyebilmektedir. Boyun, çene altı, koltuk altı, kasık gibi bölgelerdeki büyümüş lenf bezleri anne ve babalar tarafından farkedildiğinde bir endişe kaynağı olmaktadır. Büyümüş lenf bezleri vücut boşluklarında olduğunda dıştan farkedilmeyip çoğunlukla radyolojik tetkikler ile bulunurlar. Genellikle hayatı tehdit eden bir durum oluşturmamalarına karşın enfeksiyon ilişkili lenf bezleri, kanser seyri sırasında görülen lenf bezlerin değerlendirilmesnin hızlı ve doğru bir şekilde yapılması önemlidir. Türkiye’de çocukluk çağı kanserlerinde tedavi ile iyileşme oranlarımız nasıl? Türkiye’de çocukluk çağı kanserlerinde iyileşme oranının yüzde 65-70’ler civarında. Bu iyi bir oran, ancak daha yukarılara çekilmesini hedefliyoruz. Çocuklarda beklenen yaşam süresinin uzun olmasının, çocukluk çağı kanserlerinde tedavi başarısının yüksekliğini daha önemli hale getiriyor. Çocukluk çağı kanserleriyle ilgili bu olumlu gelişmelere rağmen, ailelere önemli görevler düşüyor. Doğru yerde, doğru zamanda ve doğru tedaviyi almak en önemli unsur. Prof. Kutluk UICC’nin çalışmaları konusunda bilgi vererek önümüzdeki yıllarda öncü rolünü oynamaya devam edeceğini, “2015 Dünya Kanser Günü” ile birlikte “İmkansız Değil” sloganı ile tüm dünyada aktivitelerin süreceğini belirtti. UICC, Union for International Cancer Control (Dünya Kanser Kontrol Örgütü) kanser konusunda dünya’nın en büyük sivil toplum örgütü. 1933’de kurulan örgütün merkezi Cenevre’de ve 150’den fazla ülkede 800’ü aşkın üye derneği bünyesinde barındırırıyor.

Röportaj: Zeynep Çetinkaya

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015 11


DOSYA KONUSU

‘‘KANSERLE MÜCADELEDE ARTIK ÇOK DAHA GÜÇLÜYÜZ’’ Doç. Dr. Murat Gültekin Türk Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanı “Dünya Kanser Günü” her yıl 4 Şubat ‘ta kanser ile ilgili farkındalık ve bilinç düzeyinin artmasını sağlamak, kansere karşı mücadelede önemli bir adım olan doğru bilinen yanlışlardan kurtulmak ve doğruların herkese ulaşmasını hedeflemek amacıyla dünya genelinde kutlanmaktadır. Kanser beraberinde taşıdığı fiziksel rahatsızlıkların yanı sıra sosyal, maddi ve manevi yönleri ile mücadelesi zor bir hastalıktır. Dünya genelinde de kanser hastalığının yükü her geçen gün artış göstermektedir. 21.yüzyılda kanser konusunda en önemli kontrol stratejisinin korunma ve erken teşhis olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle, kanserojen maddelerin tespiti ve gerekli önlemlerin zamanında alınması oldukça önemlidir. Kanser hem dünyada hem de ülkemizde sebebi bilinen ölümler sıralamasında kardiyovasküler hastalıklardan sonra ikinci ölüm sebebi olması açısından önemli bir toplum sağlığı problemidir. 2002 yılında ülkemizde kanserden ölümler tüm ölümlerin %12’sini oluşturmaktayken bu oran 2009’da %21’e çıkmıştır. Kanserde benzer seyir devam ettiği taktirde 2030 yılına gelindiğinde yıllık 22 milyon yeni vaka ortaya çıkması yani 2008 verilerine göre yeni vakalarda %75 artış olması beklenmektedir. Dünya genelinde her yıl yaklaşık 4 milyonu genç yaşta(30-69 yaş) olmak üzere 7.6 milyon kişi kanserden kaybedilmektedir. Kanser %90 çevresel,%10 oranında ise genetik faktörlere bağlı oluşmakta çevresel faktörler arasında da Tütün, Alkol, Obezite ve Enfeksiyonlar ilk sıralarda

yer almaktadır. Özellikle ortaya çıkışının önlenebildiği, taramalarla ölümün yok edilebildiği ve erken teşhis edildiğinde tedavinin yaşam kalitesine çok şey katabildiği kanser türlerini göz önüne alırsak korunmanın önemi artmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün “25’e kadar 25” olarak tanımladığı hedef; Bulaşıcı Olmayan Hastalıklara bağlı ölümlerin 2025 yılına kadar %25 azaltılmasıdır ki bunun içinde kansere bağlı yıllık 1.5 milyon ölümün engellenmesi de yer almaktadır. 2013 yılında gerçekleştirilen Dünya Sağlık Toplantısı’nda “Dünya Kanser Bildirge” si yayınlanmış ve bu bildirgede global kanser yüküne değinilerek kanser kontrolünün önemi vurgulanmıştır. Öngörülen bu kanser yükü ile başa çıkabilmek için oluşturulan ulusal kanser kontrol programına büyük bir enerji ile çalışmaktayız. Ulusal kanser kontrol programımızın dört ana başlığı olan kanser kayıtçılığı, kanser taraması, kanser önleme ve kanser tedavisi konularında kayda değer gelişmeler kaydettik. a Kanser kayıtçılığında, dünya nüfusunun % 8’i takip edilmektedir. Ülkemizde ise toplam nüfusun yaklaşık % 100’ünün 81 ilimizde kurulumu tamamlanmış olan aktif kanser kayıt merkezleri ile aktif takibe alınmaya başlanmıştır. a İzmir Kanser Kayıt Merkezimiz, Dünya Sağlık Örgütü Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu (IARC) tarafından, kendi ülkelerinin kanser kaydını yapacak yabancı uzmanların eğitimi için Bölgesel Eğitim Merkezi olarak belirlenmiş ve geçtiğimiz yıl, IARC uzmanlarının katıldığı açılışın ardından eğitime başlanmıştır. a Kanser önleme çalışmalarında tütün ve obezite ile mücadele devam edecektir. Ayrıca 2013 yılında, Türkiye

12 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

Radon Haritalandırma ve Eylem Planı hayata geçirilmiş, Türkiye Asbest Kontrolü Stratejik Eylem Planının ise;1. Fazı tamamlanmıştır. Asbest için alınan toprak numuneleri ölçümü ve radon için belirlenen adreslerde ölçüm işlemi tamamlanmasının ardından ıslah ve önleme çalışmalarını başlatılacaktır. a KETEM’lerde yapılan kanser taramalarına Aile Hekimlerinin entegrasyonu sağlanmış olup 2014’te daha da aktif yer almalarına başlanılmıştır. a Gaitada gizli kan testi ile taramalara da devam edilmektedir. a Servikal kanser tarama programında kullanılacak olan HPV testlerinin alımı tamamlanmış olup, Ağustos 2014’de rahim ağzı kanseri taramalarında pap smear ilaveten HPV DNA testlerine geçilmiştir. a Kanser tedavisi olan vatandaşlarımızın ağrı kontrolünde kullanılan morfinlere ulaşabilmeleri için merkezi olarak uluslararası morfin ithalatı ve yerli morfin üretimi sağlanmıştır. Benzer şekilde ilk defa ulusal ilaç firmalarımızca yerli kemoterapiler üretilmeye başlanmıştır. Kemoterapi ve radyoterapi merkezlerimizi 2023 planlamamıza göre yaygınlaştırmaya devam etmekteyiz. Ülkemizde uluslararası standartlara göre uygulanan tedavilere her bir vatandaşımız kolayca ve ücret ödemeden ulaşabilmektedir. Sosyal devletin bir parçası olan bu anlayışımız önümüzdeki yıllarda da devam edecektir. a Ülkemizde kanserle olan mücadelemiz bütün toplumsal unsurların desteği ile devam edecektir. Kanserle mücadele uzun soluklu bir maratondur ve ekonomik güç, siyasal istikrar ile birlikte halkımızın da aktif katılımını gerektirmektedir.


2023 yılı hedeflerimiz 2023 yılı hedeflerimizin için de tedaviye daha fazla yanıt vermeyen son dönem hastaların semptom kontrolünün sağlandığı ev benzeri atmosfere sahip palyatif bakım evi olarak adlandırabileceğimiz birimler kurulması mevcuttur. Bu birimlerin kurulacağı yerler, hasta ve refakatçisinin birlikte kalabileceği özel odalı, hastane kampüsüne bağlı olmakla birlikte çok uzak olmayan bağımsız yerler olarak öngörülmüştür. Diğer bir ifadeyle gerektiğinde konsültan sağlık hizmetlerinin kolaylıkla sunulabileceği lüzumu halinde hastaların naklinin de sağlanabileceği tam teşekküllü genel hastanelere ulaşım kolaylığı hedeflenmiştir. Bu hedefler doğrultusunda Kamu Hastaneleri Kurumu ile ortaklaşa çalışmalara devam edilecektir. Kanser Daire Başkanlığı olarak temel politikalar ve önceliklerimiz Tüm dünyada kanser kayıtçılığı yapılan nüfusun genel oranı %8 iken, ülkemizde 2013 yılında yapılan çalışmalar ile bu oran % 100 e çıkartılmış olup, 81 ilde aktif kanser kayıtçılığı yapılmaya başlanmıştır. İzmir Kanser Kayıt Merkezimiz, Dünya Sağlık Örgütü Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu (IARC) tarafından, kendi ülkelerinin kanser kaydını yapacak yabancı uzmanların eğitimi için Bölgesel Eğitim Merkezi olarak belirlenmiştir. Kanser önleme çalışmalarında tütün ve obezite ile mücadele devam edecektir. Ayrıca 2013 yılında, Türkiye Radon Haritalandırma ve Eylem Planı ile Türkiye Asbest Kontrolü Stratejik Eylem Planı, Akciğer kanserleri tarama projeleri hayata geçirilmiştir. KETEM’lerimizde “Erken teşhis hayat kurtarır!” prensibiyle meme, kolorektal ve serviks kanserlerine karşı tarama hizmetleri ücretsiz verilmektedir. Vatandaşımızın kanser taramalarına daha kolay ulaşabilmesi için mahallelere kadar giderek Mobil KETEM araçlarımızla verilen hizmeti yurt geneline yaygınlaştırmayı hedefliyoruz. Ayrıca kanser taramaları 2015 yılında tüm illerde Aile Hekimliklerimize entegre edilecektir. 2014 yılında KETEM taramaları hiçbir yatırım yapmadan iki misline çıkarılmıştır. 2014 Aralık ayı içerisinde 42 dijital mamografi ve 19 CR hizmete girmiştir. Bu cihazların 2015 istatistiklerinde etkisi olacağı aşikardır. Ancak halen 1. Basamak içerisinde Aile Hekimlerimizin taramalara aktif katılımı yurt genelinde yaygınlaşamamıştır, bu da tarama

oranlarında yıl sonu hedeflere ulaşamamızda en önemli sebeplerdendir. Uygulanan kanser tarama programlarının etkinliğinin artırılması için ulusal standartlar belirlenmiş ve yayınlanmıştır. Bu çerçevede; ülkemizde meme kanserinin daha erken yaşlarda görülmesi nedeniyle meme kanseri tarama yaşı 40’a indirilmiştir. Rahim ağzı kanserlerinin erken teşhisi için 30-65 yaşları arasında devam edilen smear (sürüntü) programına HPV testleri de ilave edilmiştir. Ayrıca bağırsak kanserlerine yönelik ülke genelinde 50-70 yaşlar arasındaki vatandaşlarımızın dışkıda gizli kan testi ve kolonoskopi ile taranmaları sağlanacaktır. Bütün bu taramalar sayesinde bu üç kanser türünde de erken teşhis imkanları artacak ve hastalarımızda ciddi yan etkilere neden olan tedavilerin önüne geçilecektir. Kanser tedavisi olan vatandaşlarımızın ağrı kontrolünde kullanılan morfinlere ulaşabilmeleri için merkezi olarak uluslararası morfin ithalatı ve yerli morfin üretim çalışmaları başlatılmıştır. Benzer şekilde ilk defa ulusal ilaç firmalarımızca yerli kemoterapiler üretilmeye başlanmıştır. Robotik kemoterapi hazırlama ünitelerimizi ve radyoterapi merkezlerimizi 2023 planlamamıza

göre yaygınlaştırmaya devam etmekteyiz. Ülkemizde uluslararası standartlara göre uygulanan tedavilere her bir vatandaşımız kolayca ve ücret ödemeden ulaşabilmektedir. Sosyal devletin bir parçası olan bu anlayışımız önümüzdeki yıllarda da devam edecektir. PALYATİF BAKIM 2023 yılı hedeflerimizin için de tedaviye daha fazla yanıt vermeyen son dönem hastaların semptom kontrolünün sağlandığı ev benzeri atmosfere sahip palyatif bakım evi olarak adlandırabileceğimiz birimler kurulması mevcuttur. Bu birimlerin kurulacağı yerler, hasta ve refakatçisinin birlikte kalabileceği özel odalı, hastane kampüsüne bağlı olmakla birlikte çok uzak olmayan bağımsız yerler olarak öngörülmüştür. Diğer bir ifadeyle gerektiğinde konsültan sağlık hizmetlerinin kolaylıkla sunulabileceği lüzumu halinde hastaların naklinin de sağlanabileceği tam teşekküllü genel hastanelere ulaşım kolaylığı hedeflenmiştir. Bu hedefler doğrultusunda Kamu Hastaneleri Kurumu ile ortaklaşa çalışmalara devam edilecektir..

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015 13


HABER

“SAĞLIKLI YAŞAMAYI SEÇMEK, ERKEN TANI SAĞLAMAK, HERKES İÇİN TEDAVİ, YAŞAM KALİTESİ İMKANSIZ DEĞİL!” 4 Şubat Dünya Kanser Günü dolayısıyla Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği’nde düzenlenen basın toplantısında Dünya Kanser Kontrol Örgütü Başkanı Prof. Dr. Tezer Kutluk, Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Başkanı Prof Dr. Şuayib Yalçın, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan kanser konusunda ülkemizde ve dünyada yapılan çalışmaların son verilerini paylaştılar ve farkındalık yaratmak adına önemli mesajlar verdiler.

İmkansız olmayan ; Sağlıklı Yaşamak,Erken Tanı, Herkes İçin Tedavi ve Yaşam kalitesi “Sağlıklı yaşamayı seçmek, dediğiniz zaman tütünden başlayın kilo fazlalığı, obezite, fiziksel aktivite, beslenme tercihlerine kadar yapılabilir. Bunlar yapıldığı zaman kanserin en az 3’te 1’inden korunabildiğini biliyoruz.

‘‘Bu hafta bütün dünya ‘İmkansız değil’ diye haykıracak.’’

Herkes için tedavi imkansız değil. Genel Sağlık Sigortası kapsamı ile sağlığa erişimde ciddi adımlar atıldı. Elbette eksiklikler, geliştirilecek alanlar var. Dünyanın da ifade ettiği gibi, kanserli hastaların sağlığa erişimi mümkün.

Prof. Dr. Tezer Kutluk Dünya Kanser Kontrol Örgütü Başkanı 4 Şubat Dünya kanser gününde Dünya Kanser Kontrol Örgütü’nün 155 ülkedeki 800’ü aşkın üyesi tarafından bu hafta içerisinde aktivite gerçekleştirilecek. Bu günün amacı; her yıl 14 milyon kişinin yakalandığı 8 milyon kişinin öldüğü ama birçok kişinin kurtarılabildiği, tedavi edilebildiği ve rehabilite edilebildiği bu hastalıkta bütün dünya aynı günde, aynı haftada, aynı mesajı verirse dünya kaynaklarını o yönde kullanabiliyor ve amacına ulaşır.Bu sene konumuz ‘İmkansız değil’.

Erken tanı imkansız değil dediğimizde özellikle meme kanseri, rahim ağzı kanseri, kalın bağırsak kanserinde taramalar işe yarıyor, hayat kurtarıyor. Kanser taramalarında erken tanıyla yaşam şansları çok artıyor.

Yaşam kalitesi derken hastaların ve yakınlarının tedavi aşamasında iş hayatında, aile içinde yaşadığı birçok zorluk var. Tanı aşamasından başlayan , gerek tedavi aşamasında, gerek tedavi sonrası dönemde stresten tedavide yaşadığı güçlükler aile yaşantısına, iş yaşamına, ağrı konusuna kadar birçok yaşadığı sıkıntı var.Bu yolda atılacak adımların insana geri döneceğinin farkında olan dünya ülkeleri ve dernekleri bunun da imkan dahilinde olduğunu ifade ediyorlar.

14 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

Kanser Kontrol Örgütü Başkanı sıfatıyla 150 kadar ülkede verdiğim mesajda da ifade ettiğim gibi her yıl 18 milyar dolarlık kaynak ayrıldığı takdirde 2030 yılına kadar düşük orta gelir düzeyindeki ülkeler yüzde 30 kadar azaltılabilecektir. Yani kanserden her yıl 8 milyon kişi ölüyor diyoruz. Bunun yüzde 30’unu hesapladığımızda 3 milyon civarında insan oluyor. Dünya tedaviye 458 milyar dolar civarında bir para harcıyor. Ama 18 milyar dolar kaynak ayırabildiği takdirde korunma, erken tanı, tedavideki temel bazı değerlere ayrıldığı takdirde erken ölümleri önleyerek dünyada fark yaratmak içten bile değil” “Sadece hastanın değil, hasta yakınlarının da yaşam kalitesini sağlamak önemli” Prof Dr. Şuayib Yalçın Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Başkanı Türkiye Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu’nun 1947 yılında kuruldu. Dünyanın en eski kanser savaş derneklerinden birisidir.Kurulduğundan beri bir çok konuda önderlik yaptı. Özellikle kanser kongrelerini düzenlenmesi, kanser hastanesinin kurulması, kanser istatistikleri, kanser hastaları kongresi gibi ilkleri gerçekleştirerek sivil toplum örgütü olarak öncülük etmiştir.2008


yılında dünya kanser örgütleri arasında derneğimiz en başarılı dernek olarak seçildi ve şimdi de dünya başkanı çıkardık. Bu yılki ilk mesajımız sağlıklı yaşamı seçmek derken her bireye söylüyoruz; sigara içmeyin, egzersiz yapın, ne yediğinize dikkat derken, sivil toplum örgütleri olarak sadece hastaya ve bireylere görev yüklemiyoruz. Devlet, kurumlar, bizler ve basın olarak onlara bu ortamı sağlamakla yükümlüyüz. Bizler sağlıklı yaşamı seçmek konusunda cesaretlendirecek ortamın yaratılmasını sağlamalıyız. Devletin de yanımızda olması bu konudaki kararlılığını gösteriyor. İkinci mesajımız erken tanı sağlamanın en önemli noktası kanser taramalarıydı ve kayıtlarıydı. Artık elimizde kanser istatistikleri var. Sağ kalım oranlarını var. Bu verilerle şunu gördük ki, artık dört başı mağrur kanser kontrol programı oluşturmaya başladık. Bu istatistikler olmadan biz ne yaptığımızı bilemeyiz. Uluslararası karşılaştırmada nerede iyiyiz, nerede eksiyiz, nerede sorunlarımız var ve bu özel sorunlara ne yapabiliriz.Bunları görebilmemiz için bu alt yapılara ihtiyacımız var. Artık ülkemizde herkes büyük ölçüde sosyal güvenlik şemsiyesi altında. Bu ülkede hizmet standartlarını sağlamakla yükümlüyüz. Henüz her şey mükemmel olmayabilir ama daha mükemmel olması için adımlar atılmaya devam edeceğiz. Kanserli hastanın yaşam kalitesi de tedavi kadar önemli. Sadece hastanın değil, hasta yakınlarının da yaşam kalitesini sağlamak önemli. Son zamanlarda kanserli hasta ve hasta yakınlarının özlük haklarında iyileştirmeye atılan adımlar bizi memnun ediyor. Kanser kontrol programları ile bütün buları saptayarak ilerlemek, iyileşme ve neler yapabileceğimiz konusunda bize bir yol haritası çıkartıyor.’’ “Sivil toplum kuruluşları ile birlikte elele ne gerekiyorsa yapacağız” Doç. Dr. Murat Gültekin Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanı “Türkiye’de son verilerimize göre 97bin erkek ve 62 bin kadına kanser teşhisi kondu. Bir miktar düşüş olması sevindirici. Uluslararası verilere göre kanserler içinde üç kanser meme,rahim ağzı ve kolon kanseri tüm dün-

yada taranması isteniyor.2025 yılına kadar üye ülkelere %100 tarama hedefi kondu.Türkiye Halk Sağlığı kurumu yeni bir kurum .3 yılda özellikle 1.basamak ağırlıklı kanserde taramalarında önemli planlama ve yatırımlar yaptık.2018 yılına kadar 280 KETEM’e ulaşacağız. Şu an 8 mobil olmak üzere 127 adet KETEM’imiz mevcuttur. 2015 yılında 40 ketem 16’sı mobil olmak üzere 56 yeni KETEM açmayı planlıyoruz. Meme kanserinde teşhis süresini kısaltmak için Ankara’da üniversitelerimizle işbirliği içerisinde mamografi okuma merkezi kurma gayretini gösteriyoruz. Artık hangi KETEM’de çekinirseniz çekinin görüntüleriniz bir merkezde depolanacak.En az iki radyolog tarafından okunacak, yüksek rezolüsyonlu monitörlerde okunarak tekrar görüntü ve rapor olarak 10 gün içerisinde aile hekiminize gönderilecek. Bunu gerçekleştirdiğimizde en önemli hedeflerimizden birini de gerçekleştirmiş olacağız. KETEM’lerimizin alt yapılarını tamamen dijitalize ettik. KETEM’ lerimizi artık sadece kanser tarama merkezi değil, sağlıklı yaşam merkezine çeviriyoruz. Obezite ile tütünle mücadele veren merkezler haline gelecekler. Bu ivmeyle devam edersek 2023 hedeflerimize başarıyla ulaşabileceğimizi düşünüyorum. Sivil toplum bize yol gösteriyor, devlet alt yapıyı hazırlıyor. Sıra farkındalık ve davranış değişikliği yaratmakta, vatandaşımızın bu hizmetlerden faydalanmasındadır.” “Verilerin kalitesi, strateji ve politika geliştirmemize fayda sağlayacak, sahaya hizmet sunmamızda bizi yönlendirecek.” Prof. Dr. Seçil Özkan Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı “Türkiye’de kanserde erkeklerde ilk sırada trakea, bronş, akciğer, ikinci sırada prostat, üçüncü sırada kolorektal kanserler, kadınlarda ise meme, tiroid ve kolorektal kanserler geliyor. Bazı kanser türlerini tarama programına almak zor. Tiroid gibi. Tarama programına almak için tarama testine uygunluğu, maliyet kriterleri ya da hastalığın bazı kriterleri var.Çok görülebilir olmasının yanı sıra ,taranabilir olması ardından tanı ve tedavi edilebilir olması önemli.Tarama programına alınması önerilen meme, kolorektal ve

rahimağzı kanser taraması bizim için önemli. Sıralamalar ve rakamlar aktif kanser kayıt merkezlerimizden gelen rakamlardır. Örneğin başarılı merkezlerimizden olan İzmir Aktif Kanser Kayıt Merkezimiz dünyadaki kayıt merkezleri içerisinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Eğitim ve Kayıt Merkezi olarak kabul görmüş bir kayıt merkezidir. Verilerin kalitesi, tuttuğumuz veriler strateji ve politika geliştirmemize fayda sağlayacak, sahaya hizmet sunmamızda bizi yönlendirecek. Veriler ve kayıt merkezlerimiz bu sebeple önemli.Tuttuğumuz verilere göre 159bin kanser vakamız var. Tütünle mücadelemiz sonucu tütünle ilişkili kanser oranlarında bir düşüş var.Tütünle mücadelede dünyada birinci seçildik ve bunun etkisini kanserde de görebiliyoruz.Halk Sağlığı Kurumu olarak bakış açımız koruma,maliyet, risk faktörleri ile mücadele etmek. Obezite büyük bir risk faktörü. Özellikle de kadınlarda. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu olarak tüm dairelerimizle birlikte ve çok paydaşlı olarak sağlıklı yaşamı teşvik programına başlanacak. Obezite ile mücadele ve sağlıklı beslenme programımız vardı. Sağlıklı yaşamı teşvik programında bir paket hazırladık. Kurum olarak obezite ile mücadelede öncelikle çocuk yaş grubunda başlamak üzere, çocukları obeziteye götürecek beslenme alışkanlıklarını değiştirmek yada baştan sağlıklı davranışları geliştirmek amaçlı projeler geliştirmek. Milli Eğitim ile beraber okul döneminde sağlıklı öğünler verilmesi, , okul sütü yanında ara öğün olarak kuru üzüm, fındık gibi kuruyemiş verilmesi çocuğun hem beyin ve zihin gelişmesini etkileyecek, hem de bu gıdalara ara öğün gibi alışmasını sağlayacak. Fiziksel aktivite yönünden çevreyi de desteklememiz gerekiyor.Bisiklet projemizin şartları hazır. Müdürlerimizle belediyelerimiz arasında yapılacak protokol sonrasında ilçede bisiklet yolu yapılacak ve belli bir kilometrenin olacağı belli. İlçelerde bisiklet yolları düzenlenecek ve her kilometreye bir bisiklet anlaşması yapacağız. Gençlik ve Spor Bakanlığı ile ülkemizde fiziksel aktiviteyi kolaylaştıracak alanlar oluşturacağız. Daha fazla spor yapmaya teşvik edeceğiz. Üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları ile birlikte 1.basamak, toplum sağlığı merkezleri ve kurum çalışanlarımızla birlikte çalışmalarımıza devam edeceğiz. Kansersiz bir dünya göreceğiz inşallah’’

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015 15


PATOLOJİ

Prof. Dr. Dilek Yılmazbayhan Patoloji Dernekleri Federasyonu Yönetim Kurulu Başkanı

KANSER TANISINDA PATOLOJIK İNCELEMENİN ÖNEMI BÜYÜK...

Herhangi bir ortamda bir kişi doktor olduğunu söylediğinde, ilk soru “ne doktorusunuz?” olur. “Patoloji uzmanı” cevabı, genellikle pek anlaşılmaz, yakınlarında kanserli bir hasta olan kişiler dışında çoğu kişi Patolojinin ne olduğunu bilmez, “yani ne yapıyorsunuz” gibi bir soru gelir.

mörlerin iyi/ kötü huylu olup olmadığı belirlenir. Kanserlerin tipi, derecesi ve evresi, tedavide kullanılacak ilaçların seçilmesinde, örneğin meme kanserinde Her-2 mutasyonu varlığı, ya da akciğer kanserinde EGFR mutasyonu gibi, birçok belirteçin saptanması patolojinin çalışma alanıdır.

Aslında Patoloji Klinik tıbbın en önemli dallarından biridir. Klinik tanının mutfağında çalışan Patolog çoğu zaman hiç görülmez. Oysaki patolog hastalığın tanısını koyan, tedavi kararına ve tedavinin izlemine katkı sağlayan bir tıp doktorudur.

Tümörlerin gidişini belirleyecek makroskopik ve mikroskopik özellikler patoloji raporunun bir parçasıdır. Tedavinin devamı ya da kesilmesi için bazı patolojik bulgular yol gösterici olur.

Patolojinin inceleme alanına, vücuttan alınan her türlü materyal (doku, sıvı) girer ve mutlaka patolojik yöntemler kullanılarak incelenmelidir. İnflamatuar hastalıkların, Tüberküloz gibi spesifik hastalıkların, tümörlerin tanısı Patolog tarafından konulur. Tü-

Patolojik materyal saç telinden ayak tırnağına kadar her şey olabilir. Gelişmiş Patoloji merkezlerinde Patoloji uzmanları değişik konularda özelleşir ve konularında daha derin bir bilgive deneyime erişirler. Böylece çok nadir görülen hastalıkların bile tanısı mümkün olur. Konsültasyon patoloji biliminin geleneğidir. Uzmanlar kendi alan-

16 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

larında ortak toplantılar yaparak bilgi ve deneyimlerini paylaşırlar. O konuda uzman olmayanlar ise büyük bir rahatlıkla bu kişilere danışabilirler. İleri incelemelerin yapılamadığı laboratuarlardan merkezlere materyal akışı ile her türlü inceleme erişilebilir hale gelir. Tanı dışında hastalıkların ve tümörlerin oluşma mekanizmalarının belirlenmesi de temel patolojinin araştırma alanıdır. Tanı ve tedavi yanı sıra, kanser kayıtçılığı ve riskli grupların saptanmasında da patoloji raporları altın standarttır. Patoloji uzmanları kanser tarama programlarında yer alır. Sonuç olarak; Patoloji uzmanları hasta tanı ve tedavisinin tartışıldığı tümör konseylerinin önemli bir parçasıdır ve tümör tanısının merkezinde yer almaktadır.


GASTROİNTESTİNAL SİSTEM

SİNDİRİM SİSTEMİ KANSERLERİNDE ÖNEMLİ GELİŞMELER Son yıllarda gastrointestinal kanserler (sindirim sistemi) konusunda önemli gelişmeler olmuştur. Sindirim sistemi kanserleri özefagus, mide, ince barsak, kolon ve rektum, anüs, karaciğer, safra yolları ve pankreas kanserlerini ve gastroeneteropankreatik nöroendokrin ve gastrointestinal stromal tümörleri içermektedir. Sindirim sistemi kanserleri tüm kanserlerin % 20’sini oluşturmaktadır. Bu kanserler, kanser ölümlerinin de önde gelen nedenlerinden birisidir. Ülkemizde en sık kalın barsak kanserleri görülmektedir, bu kanseri mide kanseri izlemektedir. Maalesef mide kanseri hala ülkemizde önemli, önde gelen bir kanser olmaya devam etmektedir. Ancak son zamanlarda mide kanseri tedavisinde önemli gelişmeler olmuştur. Kemoterapi ajanlarının daha iyi gelişmesine ilave olarak hedefe yönelik ajanlarla mide kanseri tedavisinde çok önemli tedavi başarıları elde edilmiştir.

Bunlardan en önemlisi ileri evre HER2 olarak ifade edilen mide kanserinde HER yolunun hedeflenmesidir. Bu amaçla ileri evrede mide kanserinde kemoterapi ile birlikte “trastuzumab kullanılması ile HER-2 pozitif hastalarda hem tümör küçülme oranını artırmış hem de bu hastaların yaşam süresinde önemli uzama meydana getirmiştir. Bu konuda cerrahi sonrası koruyucu tedavi olarak trastuzumabın kullanımının yararı da araştırılmaktadır. Bu hastalarda TDM-1 molekülünün yeri de klinik araştırmalarda araştırılmaktadır. Mide kanseri tedavisinde araştırılan diğer bir yol/ hedef ise cMet yoludur. Bu yolu hedefleyen yeni ilaçlar ilk sonuçlarının başarılı olması nedeni ile ileri klinik çalışmalarda denenmektedir. Sindirim sistemi kanserleri, grup olarak en sık görülen kanserlerdir. Özellikle kalın barsak, mide, pankreas, yemek borusu, karaciğer, safra yolları kanserlerini, nöroendokrin ve GIST’leri içerir.

Prof. Dr. Şuayib Yalçın Türk Kanser Arastırma ve Savaş Kurumu Derneği Başkanı Bu kanserler genellikle sinsi seyirli olup genellikle ileri evrede belirtilere yol açtıkları için çoğu kez geç aşamada tanı konur ve tedavi şansı azalır. Bu nedenle bu kanserlerden korunmak için tedbirler alınmalıdır. Bunların başında tütünden uzak durma, sağlıklı beslenme, kilo kontrolü ve egzersiz gelmektedir. Ayrıca enfeksiyonlardan korunma, Hepatit B’ ye karşı aşı olma, alkolden uzak durmak gereklidir. Sonuç olarak sindirim sistemi genel olarak korunabilen, erken tanınma ve tedavi şansı olan ve ileri evrede bile yaşam süresini uzatan ilaç seçenekleri olan kanserlerdir. Bu kanserlere karşı korkuyla değil, bilinçle hareket edersek hastalık görülme riski azaltabilir ve tedavi başarısını artırabiliriz.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015 17


EĞİTİM-TOPLANTI

MEME KANSERİNDE YENİ YAKLAŞIMLAR “Meme Kanserinde Yeni Yaklaşımlar Eğitim Toplantısı, İstanbul 2015” 24-25 Ocak 2015 tarihleri arasında İstanbul’da düzenlendi.Toplantıda meme kanserinde yeni gelişmeler, prognostic ve prediktif faktörler, görüntüleme ve onkoplastik cerrahi gibi önemli konular uzmanlarca tüm yönleriyle tartışıldı. Kongrede aynı zamanda Aralık 2014’de düzenlenen “San Antonio Breast Cancer Conference (SABCC)”ında öne çıkan yeniliklerin paylaşıldığı özel bir oturum gerçekleşti. “Meme Kanserinde Yeni Yaklaşımlar Eğitim Toplantısı” Düzenleme Kurulu adına Prof. Dr. Nil Molinas Mandel eğitim toplantısını,San Antonio Breast Cancer Conference’ında öne çıkan konuları anlattı ve tedavide yeni gelişmeler hakkında bilgiler paylaştı. “San Antonio Breast Cancer Conference (SABCC)” Her yıl Amerika Birleşik Devletleri San Antonio şehrinde, dünyadaki en önemli meme kanseri konferansı, ‘’San Antonio Breast Cancer Conference (SABCC)’’ düzenlenir.

Geçtiğimiz yılın Aralık ayının ilk haftasında, bu önemli konferansın 37. si gerçekleştirildi. İlki 1978 yılında ve tek günlük olarak gerçekleştirilen bu toplantı, birkaç yıl içinde 2 günlük bir toplantı haline geldi ve 2014 yılında 5 günlük bir toplantı şeklinde tamamlandı. Sabahın erken saatlerinde poster sunumu ve tartışması ile başlayıp, gündüz yoğun bir programla devam etti ve günün sonunda gene poster sunumları ve tartışması yapıldı. Geçtiğimiz yıl, 106 ülkeden 7403 hekimin katılım olmuştu. Bu yıl da yoğun bir ilgi ve katılım vardı. Konferans, mültidisipliner olarak meme kanserinde tanı ve tedavi, tarama programları, meme kanserinin epigenetik, genetik ve patololojik özellikleri, prediktif faktörleri konusunda geniş tartışma ve bilgi alışverişi için önemli bir platform oluşturdu. “Meme Kanserinde Yeni Yaklaşımlar Eğitim Toplantısı, İstanbul 2015” Çalışma arkadaşım Dr. Başak Oyan Uluç ile birlikte, 8 yıldan beri, bu önemli konferansa katılamayanların

18 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

katılabileceği ve kendimizi de yenileme fırsatı bulduğumuz özet bir toplantı düzenlemekteyiz. Son üç yıldır, meme radyolojisi ile uğraşan radyologlar ve onkoplastik cerrahiyle uğraşan plastik cerrahi uzmanları da bu toplantıda bizlere eşlik etmektedirler. Böylece başlangıçta tek günde tamamladığımız bu özel toplantı, 1.5 güne uzatıldı. İlk gün yoğun bir program halinde, SABCC süresince sunulan ve tartışılan çalışmalara yer verildi. Değerli meslektaşlarımız sunumlarını hazırlarken, özellikle günlük pratiğimizi etkileyecek çalışmaları ön plana çıkarttılar. Önemli posterlerden mesajlar verildi ve yeni gelişmekte olan kanser ilaçları ile ilgili çalışmalara yer verildi. Ortak olarak yapılan genel toplantıdan sonra, eşzamanlı olarak farklı bir salonda meme görüntülemesinde güncelleme ve kongre özetleri sunuldu. San Antonio Meme Kanseri Konferansında sunulan çalışmaların ışığı altında, meme kanserinin tek tip bir hastalık olmadığı ve hücresel özelliklerin yanı sıra, moleküler özelliklere göre alt grupların ortaya çıktığı


dikkat çekiciydi. Bazı hastalarda hormon tedavisinin yeterli olduğu, bazılarında ise yoğun kemoterapi ve gerekirse biyolojik tedavilere yer vermek gerektiği bilinmektedir. Ancak direnç mekanizmaları ve bu direncin kırılması ile ilgili çalışmaların son hızla arttığı görüldü. Yeni mekanizmalar ve yeni ilaçlar… Bu yıl, sonuçları yıllardır heyecanla beklenen bazı çalışmaların sonuçları da bildirildi. Bunlardan IBIS-I (International Breast Cancer Intervention Study-I) çalışmasına göre, meme kanseri için yüksek risk taşıyan kadınlarda, plasebo ile tamoksifen kullanımı karşılaştırıldı. Plaseboya göre 5 yıl tamoksifen kullanan kadınlarda, tamoksifenin meme kanserine karşı koruyucu etkisi olduğu bir kez daha gösterildi. Medyan 16 yıla ulaşan takipte, 5 yıl süreyle tamoksifen kullananlarda, plaseboya göre, meme kanseri gelişme riski %29 daha düşük bulundu. Bu çalışmada, kansere karşı koruyucu olarak kullanılan tamoksifene ait yan etkilerin, hanımları ürküttüğü ve etraflı şekilde açıklamalarla, yarar ve zarar konusunda aydınlatılmaları gerektiği vurgulandı. Sonuçları heyecanla beklenenbir diğer çalışma olan SOFT (Suppression of Ovarian Function Trial) sonuçları da açıklandı. Günlük pratiği değiştirecek nitelikte olan bu çalışma, hormon reseptörü pozitif erken evre premenopoz yüksek riskli meme kanserli kadınların adjuvan tedavisinde, standart tedavi olan tamoksifenle kıyaslandığında, tamoksifen veya eksemestanla birlikte, endokrin tedavi uygulayarak yapılan over supresyonunun sağkalıma katkıda bulunduğunu gösterdi. Bu katkının özellikle 35 yaş ve altındaki kadınlarda belirgin olduğu görüldü. Bu yeni çalışmanın ışığı altında, Avustralyalı araştırıcı Dr. Prudence Francis, “düşük riskli hastaların adjuvan tedavisinde tek başına tamoksifenin yeterli olabileceğini, kemoterapi uygulanmış ve tedavi sonrasında premenopoz olarak kalan 35 yaşından genç kadınlara ise, tamoksifenin yanısıra over supresyonu konusunda bilgi verilmeli ve önerilmelidir” şeklinde yorum yapmıştır. Tamoksifen yerine eksemestan ve over fonksiyonlarını durduran tedavi verildiğinde, 5 yıllık sağkalım oranı daha da

Prof. Dr. Nil Molinas Mandel Amerikan Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölüm Şefi artmaktadır. Ancak, yaşam kalitesi de dikkate alınarak, tedavi planlaması yapılmalıdır. Meme kanserinde immunoterapinin etkin olduğunu gösteren önemli bir çalışmada, pembrolizumab ile, daha önce yoğun kemoterapi almış hastalarda %20’ye yakın yanıt elde edilmiş ve yanıtların uzun süreli ol-

duğu dikkati çekmiştir. Pembrolizumab, metastazlı melanoma hastalarında etkin olduğu gösterilen bir PDL-1 inhibitörüdür. Tolerabilitesi ve güvenirliği ile ümit veren antitümor etkinliği, pembrolizumabın, üçlü negatif ileri evre meme kanserlerinin tedavisinde daha yoğun bir şekilde araştırılması gerektiğini düşündürmektedir.”

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015 19


DOSYA

KANSER HÜCRELERİNİN ŞİFRELERİ HIZLA ÇÖZÜLÜYOR! Prof. Dr. Gökhan Demir Acıbadem Maslak Hastanesi Onkoloji Merkezi

ONKOLOJİDE KİŞİYE ÖZEL YAKLAŞIM' DÖNEMİ Bugün kanserli hücrenin nasıl çalıştığı ve hastalığın hangi genetik bozukluklar nedeniyle oluşmaya başladığını öğreniyoruz. Böylece tedaviyi kişiye özel planlama şansını elde ediyoruz. Artık her kanser türünün altında farklı alt tipler bulunduğunu, bunların genetik ve moleküler yapılarının birbirinden tamamen farklı olduğunu biliyoruz. Bu da yeni bir kavramı gündeme getiriyor; eskiden konfeksiyon tedaviler yaparken yani her akciğer kanseri has-

4Kanserin sıklığı artarken tedavisinde de önemli gelişmeler yaşanıyor. Kanserli tümörlerin genetik özellikleri ortaya çıkartılarak kişiye özel ve hedefe yönelik tedaviler planlanması da bu gelişmeler arasında yer alıyor. Özellikle son 15 yıl içinde moleküler biyoloji ve genetik bilimlerindeki gelişmelerin kanserin şifrelerinin çözülmesini sağladığını belirten Prof. Dr. Gökhan Demir umut vadeden son gelişmeleri anlattı. tasına aynı tedaviyi verirken, bugün tümör içindeki moleküler ve genetik farkları öğrendikçe her hastaya farklı tedavi uyguluyoruz. Buna ‘onkolojide kişiye özel yaklaşım’ diyoruz”. Bu özel tedavileri yapabilmeyi sağlayan ise son yıllarda kanser hücresinin içindeki genetik bozuklukları hedefleyen ilaçların ortaya çıkması.Biz bunlara ‘hedefli tedaviler’ ya da ‘akıllı moleküller’ diyoruz. İlacın hedef aldığı genetik bozukluk tümör hücresinde varsa, bu ilaçlar hastalığı etkin bir şekilde kont-

20 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

rol altına alıyor. Akciğer kanserlerinin belli alt gruplarında hastaya hiç kemoterapi vermeden, sadece akıllı ilaçlar kullanarak kemoterapinin sağladığı düzeyde başarı elde ediliyor. Bu başarının sonuşarı kemoterapisiz kanser tedavisine doğru gidildiğini gösteriyor. TÜRKİYE’NİN KANSER HARİTASI DEĞİŞİYOR. Kanser görülme sıklıkları artarken ortaya çıkan kanser türlerinde de de-


ğişim görülüyor Batı tipi toplum modeline doğru gidiyoruz; yani kalın bağırsak, meme ve prostat kanserlerinin sık görüldüğü bir ülke olmaya başladık. Maalesef sigara tüketimi fazla olduğu için akciğer kanserleri hala önemli bir konu. Tümörün genetik özelliklerine yönelen hedefli tedaviler ile gerçekleştirilen kişiye özel tedavi yaklaşımını akciğer kanserlerinin yanı sıra meme, kalın bağırsak (kolon) ve mide kanserlerinde aktif olarak kullanıyoruz. HEDEFİMİZ: “DRİVİNG MUTATİON (TÜMÖRÜN ŞOFÖRÜ) ” Bu tedavilerin gerçekleştirilebilmesi için tümörün sadece ışık mikroskopisi altında patolojik açıdan değerlendirilmesi yeterli olmuyor; moleküler biyoloji ve genetik laboratuvarında tümörün daha ileri seviyedeki genetik özelliklerini tespit etmek gerekiyor. Bu aşamada yeni bir basamak daha oluşuyor ve tümör hücresinin içerisinde birden fazla genetik bozukluk olup olmadığı, varsa bunlardan hangisinin tümörün büyümesi ya da başka yerlere sıçramasında öncü olduğu tespit edilebiliyor. Bu öncü genetik bozukluğa “driving mutation” yani “tümörün şoförü” deniliyor. Tümörü bir otobüs, içindeki genetik bozuklukları da yolcu olarak görürseniz bunlardan bir tanesi direksiyonda oturmuş tümörü ilerletiyor. Biz bugün yeni dönem kişiye özel tedavilerin yeni basamağında şoförü hedeflemeye, bu genetik bozukluğu tanıyıp buna yönelik tedaviler yapmaya çalışıyoruz. Kişiye özel tedavinin geldiği en üst nokta da burası. TÜMÖRÜN BİR DE GENETİK PARMAK İZİ Son gelişmelerle birlikte tümörün bir de genetik parmak izi çıkartılıyor. Geçmiş yıllarda tüm tümörlerde bir ya

da iki genetik bozukluk araştırılıp, varsa onlara yönelik tedaviler yapılırken, son yıllarda tümörün genetik parmak izi çıkartılarak o tümörde bulunan bütün moleküler bozukluklar ortaya konuluyor ve bunlara yönelik farklı akıllı ilaç kombinasyonu seçenekleri değerlendiriliyor. BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİN TÜMÖRÜ YOK ETMESİ SAĞLANIYOR 70’li yıllara kadar bağışıklık sistemi ile kanser arasında bir ilişki kurulamıyordu. Bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde kanser sıklığının arttığını biliyorduk. Kanser oluşan kişilerde de bağışıklık sisteminin etkin olarak çalışıp kanseri yok etmesi sağlanamıyordu. Bağışıklık sistemi, kanser hücresini yabancı olarak algılamıyor ve ona karşı savaşmıyordu. Genetik şifrelerin çözülmesi ile bu alanda da yeni ilaçlar ortaya çıktı. Önce melanomada (cilt kanseri), daha sonra akciğer ve beyin kanserlerinde bağışıklık sisteminin tümöre karşı saldırganlaşmasını sağlayan ilaçlar geliştirildi. Bu biyolojik ajanların bazıları aşı, bazıları serum olarak kullanılıyor ve vücudun bağışıklık sistemini var olan tümöre karşı saldırganlaştırıyor. Böylelikle bağışıklık sisteminin tümörü yok etmesi sağlanıyor.Melanoma tedavisinde bir arada uygulanan iki ajan yüzde 50’nin üzerinde klinik başarı sağladı. KEMOTERAPİ ONKOLOJİK TEDAVİLERİN BEL KEMİĞİ

larının eşdeğerde .Öyle tümör türleri var ki bunlarda kemoterapinin hiçbir yararı olmadığını biliyorduk. Örneğin böbrek kanserleri, karaciğer kanserleri, gastrointestinal stromal tümör denilen nadir görülen sindirim sistemi tümörü için elimizde tedavi seçeneği yoktu. Çünkü bunlar kemoterapiye dirençliydi. Ama son yıllarda bunlara karşı akıllı moleküller ve hedefli tedaviler var. VE KANSER, KRONİK HASTALIK OLUYOR!

Hastaların yüzde 3-5’inde kemoterapi yerine akıllı ilaçlar, yüzde 20-30’unda kemoterapi ile birlikte akıllı ilaçlar kullanılıyor. Geri kalan grupta en güçlü silah ise yine kemoterapi.Ancak araştırmalar hızla sürüyor ve yakın gelecekte her türlü tümör için akıllı tedaviler geliştirilmesi bekleniyor. Akıllı ilaçlar ile kemoterapinin başarı oran-

Akıllı moleküller ve hedefli tedavilerin sağladığı avantajlardan biri de kanserin kronik bir hastalık haline gelmesini ve uzun yıllar kontrol altına alınmasını sağlayabilmek. İleri evre kanserlerde tam olarak şifaya kavuşmak mümkün olmasa bile bu tedaviler sayesinde uzun yıllar hastalık kontrol altında tutuluyor. Bu tedavilerin kemoterapi ajanlarında görülen bulantı, kusma, saç dökülmesi gibi yan etkileri olmasa da ciltle ve kan değerleri ile ilgili yan etkileri olabiliyor. Hekimin bunları takip etmesi ve hastasını bu konuda bilgilendirmesi gerekiyor.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

21


DOSYA

İMMÜNOTERAPİNİN KANSER TEDAVİSİNDEKİ ROLÜ ARTIYOR

“Son yıllarda, kansere karşı immün

sistemin neden etkisiz kaldığı anlaşılmıştır. Bu bilgi yeni immünoterapi stratejilerinin geliştirilmesini sağlamıştır. Kanserde immünoterapi kullanımı ile ilgili çok sayıda çalışma yürümektedir ve immünoterapinin ileriki yıllarda kanser tedavisinin ana omurgası olması beklenmektedir.

22 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015


Sağlıklı bir immün sistem aktifleştiği zaman, bunun normal dokulara da zarar vermesini önlemek için belli bir süre sonra fren mekanizmaları devreye girmekte ve bağışıklık sisteminin saldırısını durdurmaktadır. İşte bu fren mekanizmalarından en önemlileri CTLA-4 reseptörü ve PD-1 reseptörüdür. CTLA-4 veya PD-1 reseptörü aktifleştiği zaman, bağışıklık sistemi tümöre karşı tolerans geliştirmekte, kanseri yabancı bir hücre olarak algılamamakta ve immün sistemin tümöre saldırısı durmaktadır. CTLA-4’ü hedefleyen ipilimumab ve PD-1’i hedefleyen nivolumab ve pembrolizumab isimli ilaçlar bağışıklık sisteminin başlattığı saldırının frenlenmesini önlemekte ve bu şekilde immün sistem tümöre tolerans geliştirmeyip, tümörü yok etmektedir. Bu ilaçlar immün kontrol noktası inhibitörleri olarak adlandırılmaktadır. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda, immunoterapi ile en olumlu sonuçlar malign melanom ve ileri evre küçük hücreli dışı akciğer kanserinde alınmıştır.

seridir. Akciğer kanserlerinin %85’ini küçük hücreli-dışı akciğer kanseri (KHDAK) oluşturmaktadır ve hastaların %70’i ileri evrede tanı almaktadır.

Malign melanomda immünoterapi günümüzde standart tedavidir

Son yıllarda akciğer kanserinde en umut verici sonuçlar immünoterapi çalışmalarından gelmeye başlamıştır ve kısa bir gelecekte bu ilaçların piyasaya çıkması beklenmektedir.

Malign melanom bugüne kadar immünoterapinin en çok araştırıldığı kanserdir. Metastatik malign melanomda 2011 yılına kadar dakarbazin kemoterapisi veya yüksek doz interlökin-2 tedavisi kullanılmaktayken; 2011 yılında bir immün kontrol noktası inhibitörü olan ipilimumabın kullanımın yararlı olduğunun gösterilmesi ve ilacın ruhsatlanması sonrası malign melanom tedavisisi tamamen değişmiştir. İpilimumab, tümöre karşı immün sistemin tolerans geliştirmesini önlemektedir. Hem ilk kez tedavi alan, hem de daha önce aldığı tedavilere direnç geliştirmiş hastalarda yaşam süresini uzattığı görülmüştür. Dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de bu ilaç melanom tedavisinde standart tedavi haline gelmiştir. İpilimumab tedavisinde direnç gelişen hastalarda nivolumab veya pembrolizumab gibi diğer immünoterapilerle başarılı sonuçlar alınmaktadır. Akciğer kanserinde immünoterapi yakın zamanda kullanıma girecektir Dünyada ve Türkiye’de en sık kansere bağlı ölüm sebebi akciğer kan-

İleri evre KHDAK’de yakın zamana kadar tedavi yalnız kemoterapi iken, son yıllarda tümörde genomik değişikliklerin (mutasyonlar) saptanması ile tedavi yaklaşımında çok önemli değişiklikler olmuştur. Artık akciğer kanserlerinde tanı konulduktan sonra bu değişiklikler (EGFR mutasyonu ve ALK translokasyonu) rutin olarak test edilmekte ve saptanmaları durumunda kemoterapi yerine, bu değişiklikleri hedefleyen ilaçlar kullanılmaktadır. EGFR mutasyonu ve ALK translokasyonu olanlarda tümöre yönelik etkin tedaviler olsa da;, bu değişiklikler KHDAK hastalarının ancak %15’inde saptanmaktadır. Hastaların %85’inde ise halen kemoterapi tek seçenektir ve kemoterapi ile sağlanan başarı sınırlıdır.

Bağışıklık sisteminin kansere karşı tolerans geliştirmesini önleyen nivolumab ve pembrolizumab isimli ilaçlar, immün sistemin tümörü yok etmesini sağlamaktadır. Hem ilk kez tedavi alan, hem de daha önce aldığı tedavilere direnç geliştirmiş olan hastalarda PD-1’i hedefleyen nivolumab ve pembrolizumab isimli ilaçların etkili olduğu klinik çalışmalarda gösterilmiştir ve bazı çalışmalar devam etmektedir. Bu ilaçların en önemli avantajı moleküler değişiklikleri olsun olmasın tüm küçük hücreli-dışı akciğer kanserlerinde etkili olmalarıdır.

Prof. Dr. Başak Oyan Uluç Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü Başkanı

İmmünoterapinin kullanımı malign melanom ve akciğer kanseri ile sınırlı kalmayacak İmmünoterapinin akciğer kanseri dışında çok sayıda farklı kanser türünde (meme kanseri, böbrek tümörleri, prostat kanseri, mesane kanseri gibi) de etkili olduğu görülmektedir, ancak klinik kullanıma girmesi için daha çok çalışma yapılması gerekmektedir. İmmünoterapiler, günümüzde kanserlerin %3’ünde kullanılmaktaysa da, gelecek 10 yılda kanser tedavisinin belkemiğini oluşturması ve kanserlerin %60’ında kullanılması beklenmektedir.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

23


DOSYA

AKILLI İLAÇLAR TEDAVİ SÜRECİNİ OLUMLU ETKİLİYOR KOZMETİK UYGULAMALAR HASTAYA MORAL VERİYOR Kanser tedavisinde hedefe yönelik akıllı ilaçlar, hemen her kanser türünde kullanılabiliyor. Hastaya çok önemli avantajlar sağlayan ve ağızdan hap şeklinde veya damardan da uygulanabilen türevleri ile tedaviye destek veren ilaçların, klasik kemoterapi gibi yan etkileri de bulunmuyor. Özellikle saçlarda dökülmeye yol açmayan bu tür ilaçlar kemoterapi ile birlikte de kullanılabilmekte ve etkinlikleri oldukça artmaktadır. Saç dökülmesinden dolayı ruhsal olarak çok etkilenecek hastalar için kafa derisine uygulanan özel soğutma işlemleri sayesinde saç dökülmesinin önüne geçilebilmektedir. Tedaviler sırasında hastaların bakımlı olması, hekimlerine danışarak kullanacakları doğal ürünler ile saç boyama ve hatta makyaj yapmaları hastaların kendilerini güzel ve mutlu hissetmelerine ola-

nak tanıyor. Bu da tedavi süreçlerini olumlu etkiliyor. Medstar Antalya Kanser Merkezi Başkanı ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Özdoğan, kanser tedavilerinde hedefe yönelik ilaçların kullanım alanları ve tedavi sürecine olumlu etkisi bulunan kozmetik uygulamaları hakkında bilgi verdi. Akıllı ilaçlar kanserli hücreye hedefleniyor Özellikle 2000 yılına doğru kanser tedavilerinde önemli stratejiler geliştirilerek 2000’lerden sonra kullanıma başlayan ve hızla insanların yaşantısına giren hedefe yönelik akıllı ilaçların, kanser tedavi sürecine olumlu katkıları bulunmaktadır. Kanser hücresine özel ve hücrenin büyümesini engelleyici, onun çoğalma yollarını bloke edici ilaçların kullanılması, gerçekten bu alanda umut ışığı olmuştur. Akıllı

24 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

ilaçlar, kanser hücrelerinin daha iyi tanınmasıyla ortaya çıkmıştır. Hücre grubunu kanserleşmeye iten anormal genetik değişikliklerin belirlenebilmesi, anormal sinyal ve büyüme uyarısının hücrenin yüzeyinden hücrenin içine aktaran çeşitli yolların tespit edilmesi ve bunların çok iyi tanınması sayesinde, kanserin kendisine özel ilaçlar geliştirilmiştir. Bunlar bir hedeftir ve bu hedefe yönelik olarak geliştirilen ilaçlar; hücre yüzeyine bağlanan, hücreye uyarı sinyalini kesen veya hücre içine girerek orada o uyarıyı çekirdeğe doğru ileten mekanizmayı durduran özelliklere sahiptir. Akıllı ilaçlar iki grupta kullanılmaktadır. Antikor özelliği taşıyan ve damardan verilen formları hücre yüzeyine yapışarak, hücre yüzeyindeki algaçları kapatarak ya da algaçların bir takım


fonksiyonlarını ortadan kaldırarak kanserin büyüme uyarısı almasına engel olmaktadır. Çok küçük moleküller şeklinde olan, kanserli hücrenin içine girmeyi başaran ve hücrenin içindeki aktif olan büyüme yolunu durdurmayı hedefleyen ilaçlar; ağızdan hap şeklinde de kullanılmaktadır. Hücreye özel ilaçlarda, klasik kemoterapide görülen ve hastayı çok zorlayan yan etkiler görülmemektedir. Hasta bu ilaçlar sayesinde çok basit ve tolere edilebilir, kontrol altına alınabilir ve konforunu ileri derecede bozmayan yan etkilerle karşılaşır. İlaçlar hastaya hem etkin bir tedavi hem de yaşam kalitesi olarak çok önemli artılar sunmaktadır. Meme ve bağırsak kanserlerinden beyin tümörlerine kadar her kanserde etkili Hedefe yönelik ilaçların en önemli başlangıcı meme kanseri ile olmuştur. 2000 yılı öncesi başlayan bu ilaç kullanımları meme kanserinde gerek yenilemeyi önleyici tedavilerinde gerekse ilerlemiş hastalığın gerilemesini ve hastanın daha uzun yaşamasını sağlamada çok önemli yere sahip olmuştur. Mide ve bağırsak alanlarında ortaya çıkan gastrointestinal stromal tümör isminde son derece güç bir tümörde başarı 2000 yılı öncesi % 8-9’ken, bugün bu oran büyük bir artış göstermiş ve neredeyse hastaların büyük çoğunluğu sağlıklı bireyler olarak yaşamlarını sürdürmelerine olanak sağlamıştır. Akıllı moleküller ve hedefe yönelik ilaçlar birçok kanser türünde çok önemli görevler üstlenmiştir. Özellikle beyin tümörlerinde, baş boyun, akciğer, mide, meme, böbrek ve prostat kanseri gibi birçok kanser türünde kullanılmaktadır. Ancak akıllı ilaç ve moleküllerin varlığı, kemoterapiyi tamamen ortadan kaldırmamaktadır. Özellikle; bir grup bağırsak ve meme kanserleri, beyin tümörleri dahil mide kanserinin bazı türlerinde akıllı ilaçlarla kemoterapi kombine edilerek başarı sağlanabilmektedir. Kozmetik uygulamalar hastaya moral veriyor Kanser tedavilerinde kozmetik uygulamalar da son yıllarda önem kazanmış ve hastaların tedavi süreçlerinde psikolojik açıdan en az etkilenmelerini sağlayacak seçenekler gündeme gelmiştir. Kozmetik yakın bir zamana kadar özellikle kadın hastalar çok önemliydi. Artık erkek hastalarda da

saç dökülme korkusu nedeniyle ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Her iki hasta grubu için de tedavi sırasında saç ve kaş dökülmeleri hastaları en çok yaralayan ve psikolojik olarak etkileyen, kemoterapinin yan etkileridir. Bunu önleyici yöntemler çok önemli olsa da tedavinin seyrini etkileyecek durumlarda bunlardan kaçınmak gerekir. Çünkü kemoterapinin yan etkilerinden olan saç dökülmeleri geri dönüşümü olan bir süreçtir. O periyod sona erdiğinde dökülen saçlar tekrar çıkacaktır. Bu konuda hassas davranan hastalar için bir takım yöntemler geliştirilmiştir. Kafa perfüzyonu saç dökülmesini önlüyor Kafa perfüzyonu adı verilen ve kafa cildine şapka giydirilerek saçlı derinin soğutulması şeklinde gerçekleştirilen işlem, birçok kanser türünde özellikle de meme kanserlerinde kullanılmaktadır. Vakit alıcı ve hasta için sabır gerektiren tedavi, eğer kep uymuş ve kafaya iyi oturmuşsa işlemin başarı oranı % 80-85’lere çıkmaktadır. Hasta ve hekim için bir miktar uğraşıda getiren bu işlem özellikle saç kaybı hastanın ruhsal durumunu ağır şekilde etkileyecekse tercih edilebilmektedir. Makyajın ve saç boyamanın sakıncası bulunmuyor Hastaların tedavi süreçlerinde saçlarını boyamamaları ya da makyaj yapmamaları gibi kısıtlamalarla psikolojik olarak olumsuz etkilenmemeleri gerekir. Özellikle kullanılan perukların kalitesinin gittikçe artması ve kalıcı makyaj seçenekleri, hastaların dış görünüşleri bakımından yaşayacakları travmaları azaltmaya yardımcı olmaktadır. Kaş ve kirpikler saçlara göre daha az etkilense de hastalar yine de tedaviden önceki görüntülerine sahip olmak isteyebilir. Bunun için kalıcı makyaj yaptırılmasında hiçbir sakınca bulunmamaktadır. Saçları beyaz olan ve boyamak isteyen hastalara bunun yasaklanması haksızlıktır. Saç boyasında özellikle geliştirilmiş ve sağlık için son derece uygun olan organik boyalar vardır. Bunları hastadan uzak tutmak ve hastanın görüntüsü için talepleri yüzünden korkular yaratmak uygun değildir. Fiziksel görünüm hasta için çok önemliyse ve hastalığı sürecinde kendi ile barışık olması normal yaşamına dönüş için hızlandırıcı bir etki yaratacaksa, güzel görünmek adına yapmak istedikleri engellenmemelidir. Hastanın mücadele için umudu varsa; kendisiyle aynı durumda bi-

Prof. Dr. Mustafa Özdoğan Medstar Antalya Kanser Merkezi Başkanı Tıbbi Onkoloji Uzmanı reylerin bulunduğunu ve bu sorunun yaşamlarının sadece bir bölümüne ait olduğunu algıladıklarında, çok güzel bir makyaj ve peruk ya da bone ile dış görünümlerini değiştirebilmektedir. Kemoterapiden sonra saçlar kıvırcık ve gür çıkıyor Hasta, hasta yakınları ve ailesi, hastalığı kabullenerek onu rahatlıkla konuşur hale gelirse, kozmetik ve dış görünüş de ikinci plana düşecektir. Kafa şekli çok güzel olduğu için dış görünüşünü önemsemeyen ve kendini özgür hisseden hastalar bir süre sonra hastalıkları ile alay eder hale gelmektedir. Bu durum hastanın moralini de yükseltmekte ve tedavi sürecine olumlu etki yapmaktadır. Bir çok kemoterapi türü saçların dökülmesine neden olmaktadır. Ancak bunun çoğu hastada geçici bir durum olduğu bilinmelidir. Kemoterapi sonrası süreç bittiğinde saçlar eskisinden gür ve kıvırcık çıkmaktadır. Yeni saçın rengi de eskisine göre daha açık olabilmektedir.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015 25


GERİATRİ

MİNİ NAKİLLER İLE İLERİ YAŞ HASTALARA KEMİK İLİĞİ NAKLİ UMUDU Kemik iliğinde bulunan kan yapıcı kök hücrenin genetik yapısının bozulması ve kan hücrelerinin üretiminin kontrol dışına çıkarak, vücutta aşırı birikimine yol açması ile ortaya çıkan kan (kemik iliği) kanserleri, akut ve kronik şekilde kendi gösteren hastalık grubudur. Kan kanserlerinin tedavisinde son yıllarda önemli gelişmeler olmuştur. Hedefe yönelik akıllı ilaçlar sayesinde hastaların yaşam süreleri ve kaliteleri artmakta, mini nakil uygulamalarıyla da ileri yaş hastalara kemik iliği nakli yapılabilmektedir. Prof. Dr. İhsan Karadoğan, kan kanserlerinin tedavisinde hastanın yaşam süresi ve kalitesini artıran nakiller ve akıllı ilaçlar hakkında bilgi verdi. Kan kanserleri hangi hastalık gruplarından oluşuyor? Kan kanserleri; Akut ve kronik lösemiler, lenfomalar (Hodgkin ve Hodgkin dışı), plazma hücre hastalıkları (multiple myelom vb.) ve myeloproliferatif hastalıklar ile bunların alt gruplarından oluşan hastalıklara verilen genel bir addır. Bu hastalıkların klinik seyirleri, hastalarda

ortaya çıkış şekilleri ve tedaviye yanıt durumları önemli farklılıklar gösterebilmektedir. Akut lösemiler hızlı ve ölümcül klinik seyir gösterebiliyor Kan kanserleri arasında özellikle akut lösemiler, diğer kan kanseri türlerine göre daha az sıklıkta görülmelerine rağmen hızlı ve ölümcül seyredebilirler ve tedavileri oldukça zordur. Eğer tedavi edilmezse günler ya da haftalar içinde kişinin yaşamını kaybetmesine neden olabilirler. Hasta hiçbir sağlık sorunu ve şikayeti bulunmasa da bir anda ortaya çıkan yüksek ateş, boğaz ağrısı, öksürük gibi enfeksiyon bulguları veya kanama ile doktora başvurduğunda, önemli bir sorunla karşı karşıya olduğunu öğrenebilir. Yani birkaç hafta öncesine kadar herhangi bir sağlık sorunu olmayan bir kişi, iki gün içinde hastaneye yatacak duruma gelebilir. Bu hastalıkta doğru ve hızlı tanı konması ve tedaviye hızla başlanmasının hasta yaşamı açısından çok önemli olduğu açıktır. Bazı kronik lösemilerde hasta tedavi yerine takip ediliyor

26 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

Akut lösemilerin aksine kan kanserlerinin bir kısmı çok yavaş seyirli olabilmektedir. Örneğin; kronik lenfositik lösemide tanı konulduktan sonra hastaların önemli bir kısmı herhangi bir tedavi gereksinimi olmadan takip edilebilir. Akut lösemiden çok farklı olan bu hastalık, çok yavaş seyirli olduğu için hasta yıllarca tedavisiz yaşayabilir. Hastaya kanser olduğu söylendikten sonra özel bir tedavi önerilmeden hastanın sadece takibe alınması hasta için şaşırtıcı olabilir. Takiplerde ilerleyici seyir gösteren hastalarda ise çeşitli tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Tedavide hedef hastalığı kontrol altına almak ya da tamamen yok etmek Kan kanserlerinin tedavisinde “hastalığı baskı altına almak” ya da “tamamen yok etmek” hedeflenir. Klinik seyirleri hızlı olan kan kanseri türlerinde daha çok tam şifa hedeflenir ve genellikle çok yoğun ve hastaya ağır gelen kemoterapi ve/veya radyoterapiler ön planda tercih edilir. Bu anlamda başarılı olunduktan sonra hasta artık hastalığın tekrarlama riskine karşı takip altına alınmaktadır. Bu risk de genellikle zamanla ilişkilidir. Tedavi bittikten sonra ne kadar uzun süre


geçmişse hastalığın tekrarlama riski de o kadar azalmaktadır. Hastalar ilk 1 yıl içinde çok yakın takip edilirken, bir yıldan sonra herhangi bir problem yoksa takip süreleri giderek uzamaktadır. Hastalar tamamen iyileşmiş olsa bile gerek nüks olasılığı gerekse tedavilerin yıllar sonra ortaya çıkan yan etkileri açısından ömür boyu takipleri gerekir. Yavaş klinik seyir gösteren kan kanseri türlerinin kemoterapi ve radyoterapiye yanıt verme potansiyelleri genellikle düşük oldukları için tam şifa sağlamak genellikle zordur. Bu grup hastalarda daha çok hastalığın baskı altına alınarak hastaya zarar vermesi engellenmeye çalışılır. Tedavi döneminde oluşabilecek yan etkiler önceden bilindiği için; hasta bu açılardan gözlemlenerek yan etkileri kontrol altına alıcı önlemlere başvurulmaktadır. Kemik iliği naklindeki yeni gelişmelerle tam şifa hedefleniyor Kan kanserlerinin tedavisinde kemik iliği (kök hücre) nakilleri de önemli bir yer tutmaktadır. Hastanın kendi kök hücrelerinin kullanıldığı otolog kök hücre nakillerinde hedef kanser hücrelerini daha etkili bir şekilde yok edebilmek için yüksek doz kemoterapi ve/veya radyoterapi verebilmektir. Başka bir kişinin kök hücreleri kullanılarak yapılan allojenik nakillerin otolog nakillerden önemli bir farkı bu nakil işlemi ile hastaya vericinin bağışıklık (immün) sistem hücrelerinin de nakledilmesidir. Bu hücreler hasta ile verici arasında var olabilen doku uyumu farklılıkları nedeni hastanın sağlıklı hücrelerine savaş açarak önemli hasarlar oluşturabilmektedir. Hastanın bu ağır tedaviyi tolere edebilmesi için yaşının nispeten genç ve genel durumunun iyi olması gerekir. Diğer yandan ise nakledilen verici kaynaklı bağışıklık hücrelerinin hasta için olumlu etkisi de söz konusudur. Bu bağışıklık sisteminin savaşçı hücreleri hastadaki kanser hücrelerini hedef alarak onları yok edebilmektedir. Günümüzdeki çalışmalarının önemli bir kısmında allojenik nakillerde, vericinin bağışıklık sisteminin hastaya yaptığı zararlı etki ile tümör hücrelerini yok edici olumlu etkisi birbirinden ayrıştırılmaya çalışılmaktadır. Mini nakillerle vericinin alıcıyı iyileştirmesi hedefleniyor Son yıllarda hastaya yüksek dozda kemoterapi ve/veya radyoterapi vermeden, vericinin bağışıklık sisteminin alıcı

üzerindeki olumlu etkilerinden yararlanmak için “mini nakil” kavramı gündeme gelmiştir. Buradaki beklenti, hastaya nakledilen yeni bağışıklık sisteminin hastadaki tümör hücrelerini yok etmesini sağlamak ve bu şekilde hastalığı kontrol altına almaktır. Mini nakiller sayesinde 45 yaş nakil sınırı 70’e çıkıyor Mini nakiller hasta için bazı avantajlar sağlamaktadır. Nakil öncesi verilen düşük doz kemoterapi sayesinde, yüksek doz tedavilerin yan etkilerinde azalma görülmüştür. Genel durumu düşkün, başka sağlık sorunu bulunan ileri yaştaki kişiler için bu mini nakiller ciddi bir umut olmuştur. Bu nedenle, son 10-15 yılda yapılan nakillerde yaş sınırı gittikçe yükselmeye başlamış, daha önce 40-45 yaş üzerindeki hastalara yapılması önerilmeyen allojenik nakiller, gelişen teknoloji, destekleyici tedavilerin artması, daha etkin ilaçlar ve enfeksiyon takiplerinin önem kazanması ile 60’lı yaşlarda da yapılabilir hale gelmiştir. Otolog nakillerde hastanın performansında bir sorun yoksa 70 hatta 70 yaş üzeri hastaların da nakil şansı doğmuştur. Kan kanserlerinin ilerleyen yaşla birlikte görülme sıklığının arttığı göz önüne alınınca asıl ihtiyacı olan yaşlı hasta grupları da bundan yarar görür hale gelmiştir. Hedefe yönelik akıllı ilaçlarla yan etkiler en aza indiriliyor Kan kanserlerinin tedavisinde son 1015 yılda kullanılan akıllı ilaçlar sayesinde hedefe yönelik moleküller; kanserli hücrelerde olan, sağlıklı hücrelerde ise bulunmayan bir takım mekanizmaları bozmaktadır. Bu nedenle ilaçlar hastaya verildiğinde kanser hücresi çok yoğun bir şekilde, sağlıklı hücreler ise minimal düzeyde etkilenmektedir. Hedefe yönelik tedavilerde kullanılan ilaçların yan etkileri hiçbir zaman klasik kemoterapi ilaçlarının yan etkileri ile aynı değildir. Hastalarda, saç dökülmesi, bulantı, kusma, iştahsızlık gibi kemoterapilerde yaşanan ciddi sorunlar yaşanmamaktadır. Oluşabilecek hafif düzeydeki yan etkiler ise hastalar tarafından iyi tolere edilmektedir. Nakil gerektiren hastalıklar ağızdan hapla kontrol altına alınabiliyor Kan kanserlerinin bazı türlerinde ağızdan hap şeklinde alınabilen bazı akıllı ilaçlar ile iyileşme sağlanmaktadır. Örneğin; KML adı verilen kronik löseminin yavaş seyirli ancak ilerleyici, ölümcül seyreden ve klasik kemoterapilere ya-

Prof.Dr. İhsan Karadoğan Medstar Antalya Hastanesi Kanser Merkezi

nıt vermeyen bir türü 10-15 yıl öncesine kadar allojenik nakillerin en sık yapıldığı hastalık grubuydu. Tedavisi zor ve dirençli bir hastalık olduğu için de allojenik nakil yapılamayan hastalar kaybediliyordu. Artık bu yeni akıllı ilaç sayesinde hastalığın seyri tümüyle değişti. Daha önce yalnızca nakille kontrol altına alınabilen hastalığın tedavisi, artık tansiyon hastalığının tedavisinden farksız hale geldi. Hastaların çok büyük bir kısmı her gün ağız yoluyla alınan bir ilaç sayesinde tümüyle normale dönmektedir. Kötü seyirli olan bu hastalığı bir tansiyondan farksız hale getiren akıllı ilaçlar, yalnızca bu hastalık için değil kan kanserinin birçok alt grubunun tedavisinde de kullanılmaktadır. Akıllı ilaçlar sayesinde son 10 yılda yaşam oranları ciddi bir artış göstermiştir. Antikor tedavileri yalnızca kanseri yok ediyor Son yıllarda doğal bağışıklık sisteminin önemli bir silahı olan antikor tedavileri de kan kanserlerinin kontrol altına alınmasında etkili bir rol oynamaktadır. Antikorlar sadece kanserli dokuda bulunan bir takım antijenik yapıları tanıyıp yalnızca kanser hücrelerini hedefleyerek, bu hücrelerin yok olmasını sağlamaktadır. Hedefe yönelik antikor tedavilerinin en sık kullanıldığı hastalık grupları arasında lenfomalar yer almaktadır. Rutin uygulanan bu tedaviler sayesinde kan kanserlerinin tedavisinde önemli başarılar sağlanmış ve hastaların yaşam süreleri uzamıştır.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

27


DOSYA

AKCİĞER KANSERİNİN TÜRKİYE’YE ÖZGÜ SORUNLARI VE ÇEVRESEL KOŞULLARI

Doç. Dr. Ufuk Yılmaz İzmir Tepecik Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi TAKD Başkanı

SİGARA VE TÜTÜN KULLANIMI Sigara ve diğer tütün ürünlerinin tüketilmesinin akciğer kanserinin en önemli nedenlerinden biri olduğunu artık hepimiz bilmekteyiz. Ancak bu tehlikeyi bilmemize rağmen, sigara azalarakda olsa tüketilmeye devam edilmektedir. Ülkemizin tütün ve tütün ürünlerinin kullanımı ile mücadele konusunda aldığı yol, tüm dünyada takdirle karşılanmaktadır. Mücadelenin aksatılmadan sürdürülmesi, gerekir ise daha kesin önlemler almaktan kaçınmamak gerekliliği açıktır. Ancak, özellikle ikram sektöründe %50 oranında sigara yasaklarına uyumsuzluk gözükmektedir. Bugün için ülkemizde tütün ve tütün ürünleri ile mücadele neticesinde sigara içme oranlarında %4’lük bir azalma elde edilmiştir. Ancak, kadınlar arasında sigara kullanımındaki artış eğilimi, genç yaşta sigaraya başlamış olma (ülkemizde liseli gençler arasında sigara kullanım sıklığı %20-40) mücadelenin

önemini ortaya koymaktadır. Sigaraya hiç başlamamış olmak çok önemlidir. Sigaraya başlamış olanlar için, hangi dönemde olursa olsun, sigarayı bırakmayı başarabilmek ve bunu sürdürebilmek, en az onun kadar önemlidir.Hiç sigara içmeyen kadınlar, hiç sigaraya içmeyen erkeklere göre daha çok akciğer kanseri riskine sahiptirler. Bir başka deyiş ile, kadınlar akciğer kanserine daha hassastır. Kadınlar için sigarayı bırakmak kadar, akciğer kanserine neden olan diğer risk faktörlerinden uzak durmak da önemlidir. Hiç sigara içmiyor olsanız bile, çevresel sigara dumanı maruziyeti ile akciğer kanseri riski erkeklerde %37, kadınlarda %22 artış göstermektedir. Bu nedenle kapalı her türlü mekanda tütün ve tütün ürünlerinin kullanımının engellenmesi çok önemlidir. RADON GAZI MARUZİYETİ, AKCİĞER KANSER RİSKİNİ %8-11 ORANLARINDA ARTTIRMAKTADIR. Radon

28 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

gazı

maruziyeti,

akciğer

kanser riskini %8-11 oranlarında arttırmaktadır. Bu oran, sigara içenlerde veya çevresel sigara dumanına maruz kalanlarda daha yüksektir. Radon gazı doğal kaynaklardan yayımlanmaktadır. Ev içi radon kaynağının önemli bir kısmı (%90), binanın temelindeki toprak ve kayalardır. Dünya Sağlık Örgütü, ev içi radon gazı düzeyinin 300 Bq/mm3’ün altında olmasını önermektedir. T.C. Sağlık Bakanlığı, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Kanser Daire Başkanlığının 13 numaralı Kanser Değerlendirme Raporuna göre, ülkemizde ev içi radon seviyeleri bu değerlerin altındadır. Akciğer kanser riskinde artışa sebep olan bir diğer faktör, asbest maruziyetidir. Asbest maruziyeti akciğer kanser riskini 1,5-5,4 kat arttırmaktadır. Çevresel asbest maruziyeti, ülkemizin bazı yerleşkeleri için önemli bir konudur. Taşocağı veya yeraltında çalışanların maruz kaldığı silika, akciğer kanser riskini 1.6-2.2 arttırmaktadır. Sigara içmeyen kadınlarda, pestisid


(zararlılara karşı kullanılan kimyasallar) maruziyeti akciğer kanseri riskini 3 kat arttırmaktadır. Bu nedenle, ilaçlama faaliyetlerine katılanların maksimum koruyucu önlemi almaları şarttır. Ev dışı hava kirliliğinin sigara içmeyenlerde akciğer kanseri riskini arttığı yönündeki veriler yeterli değildir. Östrojen içeren hormon tedavisi alan sigara içmeyen kadınlarda, akciğer adenokanser riski, %76 artmaktadır. Ailesinde akciğer kanseri bulunan kişilerde akciğer kanser gelişme riskinde, %40-50’lik bir artış vardır. Yeni bir araştırmaya göre, akciğer kanser riski birinci derece yakınlarında akciğer kanseri bulunan hiç sigara içmemiş erkeklerde 2.71 kat, kadınlarda 2.59 kat artmıştır. Akciğer kanserine genetik bir yatkınlık olup olmadığı merak edilen konulardan bir diğeridir. Kansere neden olan maddeleri vücutda metabolize eden enzimlerde oluşabilecek mutasyonlar ya da karsinojenlerin gen yapısında oluşturduğu hasarın onarılmasında görev alan enzimlerdeki bozulmalar, akciğer kanserine bir eğilim oluşturabilmektedir. Ayrıca, genetik çalışmalar hiç sigara içmeyen kadınlarda oluşan genetik değişikliklerin (EGFR gibi) akciğer kanser riskini arttırabildiğini ortaya koymuştur. ERKEN TANIYA BAĞLI BAŞARI ORANLARI Bugün için ülkemizde, akciğer kanserinde erken tanı oranından söz etmek mümkün değildir. Ancak erken evreden söz edebiliriz. Ülkemizde erken evre akciğer kanserli hasta oranı tüm hastaların 1/5’inden daha azdır. Akciğer kanserini erken yakalamak amaçlı bir kitlesel tarama programı, Sağlık Bakanlığı tarafından kabul edilerek hayata geçirilememiştir. Bu nedenle erken tanı yerine erken evreden söz etmek daha doğru olacaktır. Bir tarama programı ile 1 cm’den küçük kanserler teşhis edilebilirken, yakınmaları nedeniyle hekime başvurma sonucunda teşhis konulan olgularda kanser 3 cm civarındadır. Ancak iki farklı boyut arasında şifa şansı yönünden önemli fark vardır. 1 cm den küçük kanserde 5 yıl yaşam şansı %100’e yakın iken, 3 cm’lik kanserde 5-yıl yaşam şansı %65-70 civarındadır. Akciğer kanseri için yüksek risk grubunda olan şimdilik

sağlıklı kişilerde tarama programı uygulandığında akciğer kanserinden ölme riskinde %20 azalma sağlanabilmektedir. TANI KONDUĞU SIRADA AKCİĞER KANSERİNİN EVRESİ ÖNEMLİ Küçük hücreli akciğer kanserli (KHAK) hastalar çoklukla (%70) ileri dönemde teşhis edilirler. Bu hastalarda sistemik kemoterapi uygun tedavi yöntemidir. Hastaların %50-60’ında tedaviye yanıt alabilmekteyiz. Ne yazık ki hastalık bir süre sonra nüks etmektedir. Nüks döneminde etkili bir ilaç bulma yönünden zorluklar vardır. Lokalize hastalığa sahip olgularda kemoterapiye radyoterapinin eklenmesi yaşam süresi kazançları oluşturmaktadır. Cerrahi tedavi, oldukça nadir uygulanır. KHAK’de hasta ve hekim başarı ve başarısızlığı birlikte yaşarlar. İlk tedavi uygulamada oldukça yüz güldürücü bir yanıt oluşurken, radyolojik olarak seçilemeyen, tedaviye dirençli bakiye hücreler çoğalır ve tabloya hakim olurlar. İşte başarısızlık ve zorluklarda burada başlar. Lokalize hastalıkta iyi bir tedavi ile 5-yıl yaşam şansı %25’lere ulaşabilir. Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde (KHDAK), ise durum biraz daha farklıdır. Yeri gelir elimizdeki tüm silahları bir arada kullanmak isteriz. Tedavi tartışmalarının odaklandığı evre, üçüncü evredir. Bu dönemin kendi içinde A ve B olarak 2 ye ayrıldığı düşünülürse de bunlar kendi içinde farklı davranışlı tümörlerden oluşur. Bu nedenle her hastanın hastalığı, ona özgü olarak değerlendirilir ve o hasta için hangi tedavi silahları kullanılacağına karar verilir. Kemoterapi, radyoterapi ve cerrahi müdahale bu dönemdeki tedavi yöntemlerimizdir. 5- yıl yaşam şansının bu dönemde %20-25 civarında olduğunu söyleyebiliriz. Evre I hastalıkta, %65-70 oranında 5- yıl yaşam şansı veren sadece cerrahi tedavi çoklukla yeterlidir. Evre II’de ise cerrahi tedaviye eklenen kemoterapi ile birlikte 5-yıl yaşam şansı %50 civarındadır.Evre 4 hastalıkta tedavi yaklaşımında önemli değişiklikler olmuştur. Eğer hasta, hedef olarak saptanan genetik değişikliklere karşı etkili bir ilaç var ise ilk seçenek bu ilaçlar olmalıdır. Bu nedenle uygun hastalardan alınan tümör örnekleri genetik mutasyon yönünden incelenmelidir. Genetik değişikliklere etkili

ilaç veya ilaçlar var ise tercih edilmelidir. Günümüzde hedefe yönelik bir ilaç kullanılarak tedavi planlanıyor olsa da, yakın gelecekte hedefe yönelik ilaç kombinasyonlarını da uyguluyor olacağız. Eğer tümörde bir genetik değişiklik yok ise uygun hastalarda kemoterapi, bir seçenektir. Hastada hangi kemoterapi ilacı etkilidir sorusuna, ne yazık ki cevap veremiyoruz.“Uygula-değerlendir” yöntemi ile faydalı olup olmadığımıza karar verebiliyoruz. YENİ İLAÇLAR HASTALARIN YAŞAM SÜRESİNİ VE KALİTESİNİ ARTIRDI MI? Evre 4 hastalıkta kemoterapi ile elde edilen yaşam süreleri ortalama 12 ay civarındadır. Hedefe yönelik ilaçların seçilmiş hastalarda uygulanması ise yaşam sürelerini ortalama 24 aya ulaştırdı. Daha geniş genetik değişiklik tahlili uygulanarak, deneysel ilaçlarında uygulanması ile ABD’deki merkezlerde ortalama yaşam süreleri 4 yıla ulaştı. Klasik kemoterapi uygulamalarının, hastanelerde özel hazırlanmış odacıklar veya koltuklarda bazen bir kargaşa içinde uygulanıyor olması, hastanenin oluşturduğu endişeler, korkular, kusma gibi yan etkiler, ailenizin desteği ile hastaneye ulaşma zorunluluğu gibi dolaylı maliyetler, hedefe yönelik tevdilerde bulunmamaktadır. Tablet şeklindeki bu ilaçlar önemli bir kullanım kolaylığı oluşturmaktadır. Ancak, genetik değişikliklerin saptanmadığı hastalarda, kemoterapi seçilecek tedavi olarak gözükmektedir. SİGARA İÇMEYENLERİN AKCİĞER KANSERİ İLE SİGARA İÇENLERİN AKCİĞER KANSERİ ARASINDA FARK Sigara binlerce kanser yapıcı zararlı madde içermektedir. Buna rağmen sigara içenlerin %20’sinde akciğer kanseri gelişmektedir. Sigara ile solunan toksik veya zararlı maddeler vücudun uygun mekanizmaları ile etkisiz hale getirilmeye çalışılır. Bazı kişilerde bu mekanizmaların çalışmasında bozukluk vardır. Bu kişiler akciğer kanseri gelişmesine adaydır. Ayrıca, sigara yanında ikinci bir kanserojene örneğin asbeste maruziyet, kanser riskini daha da arttırmaktadır. Sigara içmediği halde akciğer kanseri olanlar da vardır.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

29


BEYİN TÜMÖRLERİ

BEYİN TÜMÖRLERİ TEDAVİSİNDE GAMMA KNIFE RADYOCERRAHİSİ

Prof.Dr. Selçuk Peker

Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji A.D.

Beyin tümörleri her geçen yıl çok daha fazla sayıda hastada görülmekte. Metastatik tümörlerİ ise en sık görülen beyin tümörleri Prof Dr Selçuk Peker tanı, tedavi ve özellikle altın standart olarak kabul edilen GAMMAKNİFE hakkında sorularımızı yanıtladı. Ne sıklıkta görülüyor en önemli sebebi nedir? Metastatik tümörler en sık görülen beyin tümörleridir. Diğer tüm beyin tümörlerinin toplamından daha çok rastlanmaktadır. Kanserli hastalardaki tedavi olanaklarının gelişmesi ile, daha çok sayıda beyin metastazına rastlanır olmuştur. Otopsi bulguları, kanserli hastaların %20-50’sinde beyin metastazı olduğunu göstermektedir. Bunun en önemli nedeni erkeklerde akciğer, kadınlarda ise meme kanseridir. Kanser nasıl metastaz yapıyor? Beyine kanser hücreleri akciğerden geçerek kan yolu ile gelirler. Akciğerdeki veya vücudun başka bir yerindeki kanser hücreleri kan damarlarına girerek dolaşım ile beyine ulaşırlar. Bu nedenle beynin en çok kan alan bölgesi daha çok sayıda metastaz ile karşılaşır. Beyincik ve omurilik soğanında daha az sayıda metastaz görülür. Tüm metastazların %80-85’i beyinde, %10-15’i beyincikte, %3-5 kadarı da omurilik soğanında ortaya çıkar.Metastazlar genellikle çok sayıda olmaktadır. Metastazların sayısı, tedavinin ne şekilde olacağı konusunda belirleyici faktörlerden birisidir. Hangi belirtilerle ortaya çıkar? Metastatik tümörler kafa içinde basınç

artışına ait belirtiler verirler. Başağrısı, bulantı, kusma dışında tümörün bulunduğu yere göre kuvvetsizlik, dengesizlik, uyuşmalar ve nöbet görülebilir. Bu nedenle kanseri olan bir hastada bu tip belirtiler varsa derhal tomografi veya magnetik rezonans ile tetkik edilmelidirler. Tedavisinde hangi protokol izleniyor. Diğer kanser türleri ile aynı mı? Metastatik tümörlerin tedavisinde radyoterapi, radyocerrahi, cerrahi ve kemoterapi tek başına veya kombine şekilde kullanılmaktadır.Bunların tedavisinde en çok kullanılan yöntem radyoterapidir. Eğer tanı konur ve metastatik tümörler tedavi edilmezlerse yaklaşık olarak 1 ay içinde hastanın ölmesine neden olabilirler. Metastatik tümörlerde cerrahi uygulanarak tümörün çıkarılması yaşam süresini uzatmakta etkilidir. Cerrahi sonrasında hastalarda radyoterapi veya radyocerrahi ile ek tedavi yapmak gerekmektedir. Bu sayede yaşam süresi ortalama olarak 1 yıla yaklaşmaktadır. Radyocerrahide ise yüksek dozda radyasyon kafatası içindeki küçük bir hedef alana yönlendirilmekte ve bu etkiden yararlanılmaktadır. Günümüzde radyocerrahi Gamma Knife veya LINAC ile yapılmaktadır. Kemoterapi beyin metastazlarında kemoterapi genellikle çok etkili olmamaktadır. Ancak bazı tümörlerde yaşam süresinin uzatılmasına katkı getirebilmektedir. Son yıllarda Gamma Knife Radyocerrahisinden başarılı sonuçlar alınıyor. Biraz sisteminden,tedavisinden ve elde edilen sonuçlardan bahsedermisiniz? Beyin metastazlarının tedavisinde özellikle Gamma Knife radyocerrahisi ile hastaların %95’inden çoğunda tümörü etkisiz hale getirmek mümkündür. Hastaların çoğunda beyindeki tümörler bir

30 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

şekilde tedavi edilebilmekte, ancak pek çok hasta primer hastalıklarının ilerlemesi nedeni ile kaybedilmektedir.Radyocerrahi, geçtiği beyin dokusunda bir hasara yol açmayan çok sayıda düşük enerjili ışın demetlerinin kafatası içinde hastalıklı bölgeye yönlendirilmesi ve hastalıklı noktada odaklanıp, sadece bu noktada yüksek enerji sağlayarak dokuda değişiklik yaratılması demektir.Gamma Knife AVM, beyin tümörleri, fonksiyonel hastalıklarda kullanılabilmektedir. Hastalara kansız ve bıçaksız tedavi imkanı sunmaktadır. Yoğun bakım gereksinimini ortadan kaldıran, sadece bir kaç saat süren bir tedavi şeklidir. Tedavi sonrası ertesi gün hastaların çoğu normal günlük yaşantısına dönebilmektedir.invaziv olmayan bir yöntem olması nedeni ile bu ihtiyacı karşılamaktadır. Teknik açıdan nasıl bir sitem? Gamma Knife cerrahisinde temel, stereotaktik çerçeve ile sabit hale getirilen kafatasındaki hastalıklı alanın bilgisayarlarla belirlenmesi ve bu alanın 201 adet kobalt kaynağından çıkan gamma ışınları ile ışınlanmasıdır. Her bir kaynaktan çıkan gücü düşük ışınlar normal beyne zarar vermemekte, 201 adet ışının odaklanmış olduğu noktada ise yüksek miktarda radyasyon etkisi görülmektedir. Gamma Knife nasıl brir etkiye sahip? Stereotaktik radyocerrahi dokuda diğer radyoterapi yöntemleri gibi etki etmektedir. Gamma Knife ile tümör veya hastalıklı doku çıkartılmamakta, bunun yerine hücrelerin DNA’sında hasar oluşturulmaktadır. Bu nedenle tümör hücreleri normal özelliklerini kaybetmekte, bölünme ve beslenme fonksiyonları bozulduğu için ölmektedirler. Tümördeki küçülmenin hızı yaklaşık olarak büyüme hızına eşittir. AVM ismi verilen damar yumaklarının tedavisi ile Gamma Knife damarların duvarlarının kalınlaşmasına ve giderek tıkanmasına yol açmaktadır. Tümörde küçülme veya AVM yumağının kapanması zaman içinde gelişmektedir. İyi huylu tümörlerde ve AVM’lerde bu süre 18 ay ila 2 yıl arasındadır. Kötü huylu tümörlerde ve metastazlar ise hızlı büyüdüğünden Gamma Knife’a cevap birkaç ay içinde ortaya çıkabilmektedir.


Tedavi anestezi altında mı yapılıyor, ve aşamaları nelerdir?

ğı) ve kronik ağrı tedavisinde de uygulanmaktadır.

Gamma Knife tedavisi radyasyon açısından güvenli midir?

Tedavinin en başında Leksell stereotaktik çerçevenin hastanın başına takılması gerekir. Bu işlem lokal anestezi altında yapılır. 10 yaşından küçük hastalarda işlem sedasyon altında yapılmaktadır.Öncelikle nöroradyolojik görüntüleme yapılıyor.Çerçeve takıldıktan sonra hastanın patolojisine uygun görüntüleme yöntemi uygulanır. Günümüzde hastaların tümüne MR yapılmaktadır. AVM olgularında stereotaktik çerçeve ile anjiografi yapılır. Bazen kafa kaidesi tümörlerinde veya MR’a girmesi mümkün olmayan hastalarda bilgisayarlı tomografi de tedavi planlamasında kullanılmaktadır.

Cerrahiye alternatif diyebilirmiyiz? Avantajları nelerdir?

Gamma knife hastalıklı dokunun çok hassas olarak gamma ışınları ile etkilenmesini sağlayan invaziv olmayan bir beyin cerrahisi yöntemidir. Açık cerrahi girişimlerde ortaya çıkabilecek olan kanama, enfeksiyon gibi komplikasyonlar görülmemektedir. Hastanede yatışı gerektirmediği için buna bağlı ortaya çıkabilecek olan problemler görülmemektedir. Kullanılan radyasyon enerjisine bağlı normal dokuda reaksiyon gelişme olasılığı %1-2 kadardır. Bunların çoğu da geçicidir.2009 yılı rakamlarına göre çeşitli beyin hastalıkları olan 500.000 den fazla sayıda hasta Gamma Knife cihazı ile tedavi edilmişlerdir. Her ne kadar X-knife, Cyberknife gibi LİNAC sistemleri de beyin patolojilerinin ışınlanmasında kullanılıyorlarsa da, Gamma Knife’ın hassasiyetine ulaşabilmiş bir cihaz henüz yoktur. Ayrıca bu büyüklükte bir hasta sayısı başka cihazlarda yoktur ve Gamma Knife için radyocerrahinin ‘altın standart’ı diyebilirim.

Bilgisayar programları sayesinde tedavi edilecek hedef doku keskin bir hassaslıkta sınırlanarak uygulanacak olan radyasyon dozu tespit edilir. Hassas yapılara komşu tümörlerde “plugging” uygulaması ile ışınların bazı yönlerden tümöre ulaşması engellenebilmektedir. Planlama için kullanılan bilgisayar programlarının gelişmesi bu konuda önemli yararlar sağlamaktadır. Bu işlemler sırasında hasta yatağında sohbet ederek, TV seyrederek vakit geçirebilmektedir. Bilgisayarda tedavi planı yapıldıktan sonra ayrı bir kısım olan tedavi ünitesinde tedavi uygulanır. Bunun süresi 30’ ile 3-4 saat arasında değişir. Belirleyici olan lezyonun hacmi ve uygulanacak olan radyasyon dozunun miktarıdır.

Beyinde ulaşılması güç ve derin bölgelerinde yerleşmiş tümörler, yaş, tıbbi durum, genel sağlık durumu gibi nedenlerle cerrahi girişimi tolere edemeyecek durumda olan hastalar ve açık cerrahiyi reddeden hastalarda da bazı durumlarda Gamma Knife radyocerrahisi kullanılabilmektedir. Avantajlarını işlem sonrası yan etkilerin az olması, genel anesteziye gerek olmaması, tedavinin yapıldığı gün hastanın evine dönebilmesi,nekahat döneminin olmaması, saçlı deri ve kafada yara olmaması, saçların kesilmemesi ve dökülmemesi, çok az rahatsızlık ile büyük oranda yarar elde edilmesi, kısa zamanda işbaşı yapabilmesi ve bazı cerrahi girişimlere göre daha ucuz olması olarak sıralayabiliriz. Yaşlı ve sistemik problemleri olan hastalar için de uygulanabilir mi?

Röportaj: Zeynep Çetinkaya

Gamma Knife radyocerrahisi bu şekilde problemleri olan veya yaşı nedeniyle cerrahiye bağlı yan etkilerin yüksek olabileceği hastalarda önerilen bir tedavi yöntemidir. Genel anestezi almasında sakınca olan hastalarda Gamma Knife tedavisi büyük avantaj sağlamaktadır.

Gamma Knife ne sılıkta ve hangi tümörlerin tedavinde kullanılıyor?

Tedavi ne kadar zamanda etki eder?

Gamma Knife 1968’den bu yana tüm dünyada değişik endikasyonlarla giderek artan sayıda hastada kullanılmaktadır. 2012 yılına kadar tüm dünyada 500.000 den fazla hasta tedavi edilmiştir.Damarsal bozukluklarda, iyi huylu ve kötü huylu tümörü olan hastalarda,hareket hastalığında kullanılıyor.Bunun dışında fonksiyonel hastalığı olan hastalar da trigeminal nevralji, epilepsi(Sara hastalı-

Gamma Knife radyocerrahisinin etkisi birkaç ay ile birkaç yıl arasında değişen sürelerde ortaya çıkmaktadır. Bu her hastalıkta farklıdır. Hastaların izleminde doktorun önermiş olduğu sıklıkta MR, Anjiografi gibi tetkiklerle inceleme yapmak gerekmektedir. Gamma Knife radyocerrahisinde amaç tümör büyüme kontrolüdür ki bu da tümör boyutlarının artmaması veya tümörün küçülmesidir.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

31


GİRİŞİMSEL RADYOLOJİ

TÜMÖRLERE NOKTA ATIŞ

şimsel radyolojinin kanser tanı ve tedavisindeki yeri ile bu alanda uygulanan yeni tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. İĞNE BİYOPSİSİ İLE KANSER TANISI AMELİYATSIZ KONULUYOR

Prof. Dr. Saim Yılmaz Girişimsel Radyoloji Uzm. Medstar Antalya Hastanesi Kanser Merkezi Girişimsel radyoloji klasik radyoloji ihtisasının bir üst dalıdır. Klasik radyolojide doktorlar röntgen, ultrason, tomografi ve emar gibi yöntemlerle insan vücudunu görerek hastalıklara tanı koyarlar. Girişimsel radyologlar ise aldıkları ilave bir eğitimle yine aynı cihazları kullanarak hastalıkları ciltten iğnelerle ya da anjio ile damarın içinden ameliyatsız olarak tedavi ederler. Son yıllarda kanserde tanı ve tedavi alanında sağlanan gelişmelerde girişimsel radyolojik işlemlerin çok önemli bir katkısı olmuştur. Medstar Antalya Hastanesi Kanser Merkezi’nden Girişimsel Radyoloji Uzmanı Prof. Dr. Saim Yılmaz, giri-

Girişimsel radyolojinin kanser tanısında yaptığı en önemli katkı “Görüntüleme kılavuzluğunda biyopsi” kavramını getirmesidir. Eskiden biyopsiler ancak cerrahi bir operasyonla alınabilirdi. Örneğin; akciğer biyopsisi için hastanın göğüs kemiğinin ameliyatla açılıp akciğerinden parça alınması gerekliydi. Oysa günümüzde aynı biyopsi ciltten tomografi ya da ultrason kılavuzluğunda tümöre yerleştirilen minik bir iğneden lokal anestezi altında ağrısız olarak 5-10 dakika içinde yapılabilmekte, hasta da birkaç saat içinde evine gönderilebilmektedir. Böylece kanser tedavisi için elzem olan biyopsi hızlı ve emniyetli biçimde alınmakta ve hekim de zaman kaybetmeden tedaviye başlayabilmektedir. ABLASYONLA KANSERLİ BÖLGE HEDEFLENİYOR Vücuttaki herhangi bir tümöre; ultrason, tomografi ya da MR görüntülemesinde bir iğne ile girerek onu tahrip edici bir takım tedaviler uygulanmasına ablasyon adı verilmektedir. Ablasyon için kullanılan teknikler sürekli

32 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

olarak gelişme göstermektedir. Yıllardır uygulanan alkol ablasyonunda tümörün içine saf alkol enjekte edilmiş ve başarılı sonuçlar alınmıştır. Günümüzde ise ablasyon ya radyofrekans, lazer ve mikrodalga gibi yöntemlerle “yakarak”, ya krioablasyon ile “dondurarak” ya da elektroporasyon gibi yöntemlerle “elektrik akımıyla” uygulanmaktadır. Hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın ablasyonda amaç tümörü çevresindeki 1cm lik bir alanla beraber tahrip etmektir. Bu özelliğiyle ablasyon bazı durumlarda cerrahi operasyona alternatif bazı durumlarda da onu tamamlayan bir işlemdir. Cerrahiden üstünlükleri iğne deliğinden yapılması, hastanın aynı gün evine gidebilmesi ve gerekirse defalarca tekrarlanabilmesidir. RADYOFREKANS DALGALARI İLE TÜMÖR TEK SEANSTA YAKILIYOR Tümör ablasyonu için günümüzde en çok radyofrekans tekniği uygulanmaktadır. Geçmişi 15 yıla dayanan bu tedavi yönteminde, ciltten özel bir iğne ile tümörün ortasına girilir ve tümör radyofrekans dalgaları ile yaklaşık 100 derece sıcaklıkta yakılır. Yöntem en çok karaciğer ve akciğer ile birlikte, yumuşak ve kemik dokularda da kullanılmaktadır. Radyofrekans için tümörün güvenilir bir şekilde yakılabileceği bir üst sınır, 3 santimetredir. Tümör sayısında genellikle bir


sınırlama bulunmamakla birlikte sayısı 5’ten fazla olanlar için işlem pratik olmaktan çıkmaktadır. Hayati damarlara ya da safra yollarına yakın tümörlerde yeterince etkili olmadığından ve bu yapılara da zarar verebileceğinden tercih edilmemektedir. RADYOFREKANS ABLASYON KEMİK METASTAZLARINDA DA UYGULANIYOR Birçok kanser türünde son dönemde tümör kemiklere yayılır ve şiddetli ağrıya neden olabilir. Aynı zamanda kemik dokusu zayıfladığı için kırıklar oluşabilir. Bu gibi durumlarda radyofrekans ile kemik içindeki tümör dokusu yakılarak ağrı azaltılabilir. Aynı seansta kemik içine çimento benzeri bir sıvı enjekte edilerek kemiğin dayanıklılığı artırılabilir. Bu yöntemler özellikle omurgasında metastazı olan ve şiddetli ağrı çeken hastalarda hem tümörün yarattığı ağrı etkisini azaltmakta hem de omurganın çökerek bazı nörolojik problemlerin ortaya çıkmasını engelleyebilmektedirler. PANKREAS KANSERİNDE UMUT ELEKTROPORASYON YÖNTEMİ Radyofrekans gibi klasik ablasyon yöntemlerinin en büyük sıkıntısı damarların ve safra kanallarının çevresindeki tümör dokusuna yeterince etkili olamamaları ve bu dokulara da zarar vermeleridir. Bu da en çok pankreas kanseri gibi erkenden barsak damarlarını saran ve bu nedenle ameliyat edilemeyen ya da safra kanalı kanseri gibi karaciğerdeki safra kanallarına bitişik olan tümörlerde problem çıkarmakta idi. Son yıllarda geliştirilen elektroporasyon yöntemi ile ablasyon yöntemlerinin bu zayıflığı büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır. Elektroporasyonda, görüntüleme teknikleri sayesinde bir takım iğneler tümörün içine yerleştirilmekte ve hasta genel anestezi altındayken bu iğnelere elektrik akımı verilmektedir. Bu sayede kanserli hücre içerisindeki elektrik dengesi bozulmakta ve hücre tahrip olmadan yaşamını yitirmektedir. Bu yöntemle, tümör içindeki damar ve safra yollarına zarar vermeden tümör dokusu öldürülebilmektedir. Özellikle pankreas ve safra yolları kanserlerinde umut haline gelen bu yöntem, büyük damarlara komşu akciğer tümörlerinde de denenmektedir. Elektroporasyon gerekirse cerrahi ile ya da diğer ablasyon yöntemleriyle kombine olarak kullanılabilmektedir.

TÜMÖRE DİREKT KEMOTERAPİ İLE TEDAVİDE İSTENEN YANIT ALINIYOR

rinde pek kullanılmamaktadır. Son yıllarda geliştirilen radyoembolizasyon yöntemi işte klasik radyoterapinin bu problemini ortadan kaldırmaktadır.

Damarın içinden yapılan tümör tedavileri arasında en sık kullanılır olanı, intraarteriyel kemoterapi’dir. Kasık damarından girilerek, tümörü besleyen damarlar anjiyo ile tespit edildikten sonra, o besleyici damarların içine normalde tüm vücuda verilen kemoterapinin direkt olarak enjekte edilir. Böylece tümöre çok yoğun ilaç verildiği için daha fazla etki elde edilebilir, kana da daha az kemoterapi ilacı karıştığı için sağlıklı dokulara yan etki daha az olur. Yöntem genellikle klasik kemoterapiden yeterince yarar göremeyen ya da fazla yan etki oluşan hastalarda uygulanmaktadır. KEMOEMBOLİZASYONLA İLAÇ TÜMÖRE HAPSEDİLİYOR Kemoembolizasyon, girişimsel radyolojide ilginç bir kanser tedavisidir. Bu yöntem karaciğer kanserlerinde ameliyat olamayan vakalarda uygulanmaktadır. Görüntüleme için kullanılan ve yağda çözülebilen kontrast madde kemoterapi ile karıştırılarak karaciğerin atardamarından enjekte edilmektedir. Karışım, kanser hücrelerinin sevdiği bir maddedir ve sağlıklı hücrelerden çok kanser hücreleri tarafından emilir. Kontrast madde ve ilaç tümöre enjekte edildikten sonra tıkayıcı küçük taneciklerle damar tıkanarak bu sayede kemoterapili maddenin tümörden uzaklaşması engellenmekte ve damarları tıkandığı için de tümör dokusunda oksijen azlığı oluşmaktadır. Bu da enjekte edilen maddenin etkinliğini artırmaktadır. İşlem sayesinde, hem tümörü besleyen damarlar tıkanmakta hem de tümörün içerisine normal vücuda verilen dozun çok üzerinde kemoterapi ilacı tek seansta hapsedilmiş olmaktadır.

Radyoembolizasyon yönteminde karaciğerin atardamarına ya da tümörü besleyen damarlara anjio ile girilerek radyoaktif madde yüklenmiş çok küçük tanecikler enjekte edilir. Bu taneciklerdeki radyasyon birkaç milimetrelik bir alanda etkili olduklarından normal karaciğere ve çevredeki sağlıklı dokulara zarar vermezler. Böylece hem tümör içine çok yüksek dozda radyoterapi uygulanmış hem de çevredeki sağlıklı dokular korunmuş olur. Bu yöntem şimdilik sadece karaciğer tümörlerinde kullanılmaktadır, böbrek ve diğer bazı organlarda da deneme aşamasındadır. KEMOSATÜRASYONLA KARACİĞER İZOLE EDİLEREK ÇOK YÜKSEK DOZDA KEMOTERAPİ VERİLİYOR Şu anda yalnızca karaciğer kanseri veya metastazlarında uygulanan kemosatürasyon yönteminde, kasıktan girilerek karaciğerin atardamarına bir kateter yerleştirilmekte, normalde bir insanın alabileceği kemoterapinin çok üzerinde bir doz (yaklaşık 100 katı), karaciğere verilmektedir. Ancak ilacın damar yolu ile kana karışarak hastaya zarar vermemesi için karaciğerin toplardamarı izole edilmekte ve buraya gelen kan bir filtreden süzülüp ilaç alındıktan sonra tekrar vücuda verilmektedir. Böylece kemoterapi ilacının kana karışmadan karaciğere çok yüksek dozda verilebilmesi mümkün olmaktadır. Tamamen anjio yöntemiyle uygulanan bu tedavi diğer yöntemlerle tedavi edilemeyen karaciğer kanserlerinde bir umut ışığı olmuştur.

ATARDAMARDAN RADYOTERAPİ İLE KARACİĞER TÜMÖRÜ YOK EDİLİYOR Radyoterapi birçok karaciğer tümörüne etkili bir yöntemdir ancak dışarıdan verildiğinde cilt, omurilik, safra kesesi, kalp gibi sağlam dokulara da zarar verebilir, bu nedenle karaciğer tümörle

POPÜLER SAĞLIK OCAK-ŞUBAT 2015 33


MEME KANSERİ

“KİŞİYE ÖZEL RİSK ANALİZİ İLE MEME KANSERİ RİSKİNİN ARTTIĞI DURUMLAR BELİRLENEBİLİR”

Doç Dr Hasan KARANLIK Genel Cerrahi ve Cerrahi Onkoloji Uzmanı Istanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Cerrahi Onkoloji Ünitesi Kadınlarda erkeklere göre 100 kat daha fazla görülen meme kanseri, her 8 kadından birini etkilemektedir ve sıklığı artmaktadır. Kişiye özel risk analizi metotları gibi yöntemlerle meme kanseri riskinin arttığı durumlar artık belirlenebiliyor. Erken teşhis ve uygun tedavi yöntemleri ile hayat kurtarıcı oluyor. Doç. Dr. Hasan Karanlık ile meme kanserinde tanı, tedavi ve kendi kendine muayenenin önemini konuştuk. Meme kanserinde risk faktörlerini nasıl değerlendirmek gerekiyor? Meme kanseri için risk faktörlerini iki grupta değerlendirebiliriz. Bunlar bizim kontrolümüz dışındaki ve kontrol edebileceğimiz risk faktörleridir. Kontrolümüzün dışında önemli iki faktör kadınlarda sık görülmesi açısından cinsiyet ve yaş.Yaşın ilerlemesiyle

meme kanseri olma olasılığı da artmaktadır. 30’lu yaşlardaki kadınlar arasında her 227 kadından birinde meme kanseri görülme olasılığı varken, 70’li yaşlardaki kadınlar arasında her 26 kadından birinde meme kanseri görülmektedir. Önceden radyasyon terapisi almış ve kanser geçmişi olan kişilerde de, meme kanseri daha sık rastlanıyor. Genetik yatkınlık özellikle hangi gruplarda daha sık görülüyor? Yapılan araştırmalar ırkın da meme kanseri riskini oluşturduğunu söylüyor. Örneğin, beyaz ırk meme kanserine daha yatkın oluyor. Kalıtım da çok önemli kabul ediliyor. Yakın akrabalarında, özellikle birinci dereceden akrabalarında meme kanseri ya da over kanseri bulunan kişiler artmış riske sahip olmaktadırlar. Özellikle anne, kız kardeş veya kızı gibi 1. dereceden akrabalarında meme kanseri görülen kişilerin, meme kanserine yakalanma oranı diğer kadınlara göre 2 kat yüksektir. Birinci dereceden yakın

34 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

akrabalarda 2 kişinin meme kanserine yakalanmış olması, riski 3 katına çıkarmaktadır. Aynı zamanda ailesinde baba ya da erkek kardeşinde meme kanseri olan kadınların, meme kanseri riskinde artış söz konusudur. Akrabalarında 50 yaş altında meme ya da over kanseri olan kişileri kalıtımsal olarak riskli gruba koyuyoruz. Kontrol edebileceğimiz riskler dediniz, nelerdir? Evet, bu etkenlere biraz olsun dikkat ederek yaşamımız düzene koyabiliriz. Doğum ve emzirme faktörleri meme kanseri oluşması üzerine olumlu katkıda bulunabilir. Ancak bu durum ilk doğum yaşı 30 un üstünde ise ve anne bebeğini uzun süreli emziremezse, tersine dönebiliyor. Bir de hiç hamile kalmayan kadınlarda risk daha fazla oluyor. Östrojen de risk açısından güçlü bir faktör. Östrojene daha fazla maruz kalanlarda meme kanseri riskinin arttığını görüyoruz. Özellikle, küçük yaşta adet görmeye başlayan (12 yaşından önce) ve geç yaşta me-


nopoza girenlerde (55 yaşından sonra) risk daha yüksek oluyor. Beslenme tarzımız kanseri etkiliyor. Yiyeceklerde bulunan hormonlar da meme kanseri için risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Kötü beslenme alışkanlıkları, sigara ve alkol gibi zararlı maddelerin tüketimi ve hareketsiz yaşam tarzı ise meme kanserinin oluşmasında kontrol edebileceğimiz ve değiştirebileceğimiz risk faktörlerindendir. Menopoz kadınlar için kaçınılmaz bir durum. Sonrasında ise vücutta hormonal veya fiziksel değişiklik oluyor. Bu durum meme kanseri riskini arttırıyor mu ? Menopoz sonrasında fazla kilolu veya obez olmak, meme kanseri riskini arttırır.Menopoz öncesinde, östrojenin çoğu yumurtalıklarda, az bir miktarı da yağ dokuda üretilir. Yumurtalıkların çalışmasının durduğu menopoz sonrasında, vücutta üretilen östrojenin büyük bölümü yağlı dokudan oluşturulur. Menopoz sonrasında yağlı doku miktarı daha fazla olan şişman kadınlarda, üretilen östrojen miktarının yüksek olmasına bağlı olarak meme kanseri riski artar.

Meme kanseri erken tanısında kendi kendine muayene önemli. Nasıl yapılmalı? Kadınlarımızın 20 yaşından itibaren, adet kanaması bittikten yaklaşık bir hafta sonra elle düzenli kendi kendini muayene etmesi gerekir. Memede sertlik, ele gelen kitle, cildinde değişiklik, meme başından akıntı geliyor mu? Aynanın karşısında değişiklik var mı , iyi gözlemlenmeli.Örneğim,memede şekil anlamında farklılık ya da koltukaltlarında bir şişlik var mı? Duştayken ya da yatarak parmak uçlarınızla dairesel hareketlerle tüm meme kontrol edilmeli. Sabunun kayganlık vermesi bu muayeneyi kolaylaştırıcı etki yapar. Bu nedenle bu muayeneyi duşta yapılabilir. Bir de şunu vurgulamak isterim, özellikle 40 yaşından sonra her kadının yılda

Özellikle meme kanserinde egzersiz programları tedavi protokollarında yer alıyor, öneriliyor. Egzersiz tedaviye nasıl katkı sağlıyor? Düzenli yapılan egzersiz şeklindeki fiziksel aktivitenin meme kanseri riskini azalttığına dair bulgular her geçen gün artmaktadır. Bu noktada en önemli soru, “ne kadar ve nasıl bir egzersiz meme kanseri riskini azaltmada en fazla etkindir” şeklindedir. Women’s Health Initiative’in yaptığı bir çalışmada, haftalık 1.25 – 2.5 saatlik yürüyüş şeklindeki egzersizin (brisk walking) meme kanseri riskinin %18 azalttığını bildirmişlerdir. Haftalık 10 saatlik yürüyüş ile riskin biraz daha fazla azaltılabileceği belirtilmiştir. Memedeki hangi değişiklikler hekime başvurmak için önemli bir adım olmalı? Memede ele gelen sertlik , meme başından kanlı akıntı, meme cildinde düzensizlikler, pürüzlenme, portakal kabuğu görünümü, meme ucunun içe çekilmesi, meme görüntüsünde değişiklik gibi belirtiler meme kanseri belirtisi olabilir. Ancak bazen hiç belirti vermeyebiliyor. Bazen de kistler ya da enfeksiyonlar da, kanser olmasalar da bu şekilde belirti verebilir. Bunlar ancak tanı yöntemleriyle belirlenebiliyor.

bir mamografi ve ultrasonografi tetkiklerini yaptırması gerekir. Erken tanı açısından evde yapılan kendi kendine meme muayenesi ve düzenli mamografi kontrolleri oldukça önemli.Şüpheli bir durum saptandığında, teşhis, iğne ile biyopsi alınarak netleştirilir. Meme kanseri tedavi süreci nasıl belirleniyor, tümörün özellikleri tedavi programını nasıl etkiliyor? Meme kanseri genel olarak çok agresif bir kanser türü değildir. Genel olarak tedavi planı iki husus dikkate alınarak belirlenir. Tümörün evresi ve tümörün biyolojik özellikleri. Evre ile anlatılmak istenen, tümörün büyüklüğü, koltuk al-

tına yayılıp yayılmadığı, vücudun başka yerine sıçramanın olup olmadığıdır ve bunlara göre hastanın evresi belirlenir. Erken evrede tanı konulan hastalarda, koltuk altındaki tüm lenf bezlerini çıkarmaya gerek kalmaz, memeyi almadan tedavi imkanı bulunabilir. Diğer faktör, tümör biyolojisi dediğimiz, hastaya uygulanacak tedavi şekillerine karar verdiğimiz ve genel olarak tümör özelliklerinin dikkate alındığı durumdur. Burada elde edilen sonuçlara göre, hastaların kemoterapi, hormonoterapi, radyoterapi gibi diğer tedavi şekillerine karar verilir. Meme ameliyatlarından da biraz bahsedermisiniz? Ameliyat planlanan bir hastaya genel olarak iki tür ameliyat yapılabilir. Meme koruyucu ameliyat ve memenin tümünün alındığı mastektomi. Burada yapılacak ameliyat şekline, hastanın memesine, tümörün özelliklerine ve büyüklüğüne, verilmesi planlanan diğer tedavi şekillerine, hasta isteğine, ek hastalıkların varlığına gibi faktörler dikkate alınarak karar verilir. Meme koruyucu cerrahi yapılan hastalarda, estetik olarak mümkün olduğunca hastayı mutlu edecek bir girişim yapmak önemlidir. Gerekli durumlarda bu amaçla onkoplastik cerrahi girişim yöntemleri de kullanılır ve kozmetik olarak kabul edilebilir bir girişim gerçekleştirilir. Memenin alınmasının gerekli olduğu onkolojik açıdan uygun durumlarda, hastaya mutlaka eş zamanlı yeni meme onarımı ile ilgili seçenek hastaya sunulur. Ameliyat sırasında meme dışında koltuk altına da girişim yapılır. Bu amaçla, memeye radyoaktif madde veya özel boyalar verilerek memenin lenfatik haritası çıkarılır, koltuk altından birkaç lenf bezi çıkarılarak inceleme yapılır. Böylece, koltuk altına hastalığın yayılmadığı veya sınırlı bir yayılımın bulunduğu hastalarda, koltuk altı lenf bezleri gereksiz yere tümüyle alınmamış olur ve bu girişime bağlı geri kalan yaşam süresince lenfödem, omuz hareket kısıtlılığı gibi problemlerle karşılaşma şansı minimuma indirilir. Okuyucularımıza bir mesaj iletmek istermisiniz? Kadınların yaptıkları düzenli kendi kendine meme muayenesi, 40 yaşından sonra yılda bir kez yaptıracakları mamografi ile meme kanseri tanısını daha erken evrelerde yakalamamız mümkün. Bu da tedavide yüksek başarı demektir. Toplumun bilinçlenmesi, farkındalık yaratılması ile amaçlanan, meme kanseri tanısını daha erken evrelerde koymak çabası içindir.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

35



DERNEKLER

‘‘Öncelikli amacımız farkındalığın artması’’

EUROPA DONNA TÜRKIYE Violet Aroyo Europa Donna Türkiye Başkanı

Europa Donna (Avrupa Meme Kanseri Koalisyonu) bağımsız ve kar amacı gütmeyen, üyeleri Avrupa ülkelerindeki bağlı gruplardan oluşan bir organizasyondur. Europa Donna’nın Türkiye ayağı olan Türkiye Meme Hastalıkları Koalisyonu Derneği, 2001 yılında kurulmuştur.Şu anda Türkiye dahil 46 üyesi bulunmaktadır. Derneğimiz, Europa Donna’nın amacını Türkiye’de gerçekleştirmek için gönüllü üyeleriyle çalışmalarını sürdürmektedir. Meme kanseri konusunda farkındalığın artırılması, erken tanı ve tedavi olanaklarının yaygınlaştırılması ve tıpta meme kanseri konusunda uzmanlaşmanın artırılması için çalışmaktadır. Derneğimiz bu amaçlar doğrultusunda çeşitli seviyelerde konferanslar ve seminerler düzenlemek, meme kanseriyle ilgili diğer kuruluşlarla işbirliği yaparak ortak projelerde yer almak, üyelerini eğitmek ve bu çalışmaları için gelir sağlamak amacıyla çeşitli faaliyetlerde bulunmaktadır.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015 37


ONKOLOG OLMAK...

Uzm.Dr. Tülay Tüzel Akman İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Onkoloji Kliniği

Bir insanın diğer bir kişiye kötü bir haber vermesi her ne konuda olursa olsun, hep zordur ve mecbur kalmadıkça kimse istemez bu işi yapmayı. Hep kısa tutulur bu haberler, üstü örtülür, geçiştirilir. Zaman her şeye ilaçtır denir, hayatın da sonu değildir ya elbet bir çözüm bulunur denir ve teselli verilir. Düşünün öyle bir mesleğiniz var ki sürekli kötü haberler vermek zorunda kalıyorsunuz. İşte biz onkologlar, çoğu zaman diğer branşlardaki meslektaşlarımızın bile çoğu zaman vermekten çekindiği kötü haberleri hastalarımıza her gün defalarca veriyoruz. İşte tam bu noktada onkologlar, diğer doktorlardan ayrılmaya başlıyor. Hastalarımıza belki de hayatlarının en kötü haberini verirken,ümidin bittiği anda ve ne acıdır ki çoğu zaman ‘hayatın sonu değil’ tesellisini bile veremeyeceğimiz kötü haberleri söyledikten sonra

hastalarımızda ümidi tekrar yeşertmek bizim görevimizdir. Ölümün yakınlığının kalplerde hissedildiği ve karşılıklı nefeslerin tutulduğu o derin sessizlik anlarından sonra hastaların ve yakınlarının elinden tutmak, çekip çıkarmak onları dipsiz, karamsarlık çukurundan... Bu gerçekten çok ağır bir manevi yük hepimiz için, fakat zamanla biz onkologlar ölümün derin nefesinin ağırlığını ve yakınlığını hissetmenin verdiği karamsarlıkla baş etmeyi başarıyoruz. Hastalarımızın bu zor anlarında ellerinden tutabilmek için, her geçen gün bir öncekinden sanki daha da güçleniyoruz. Bütün bu yoğun birliktelik ve maneviyat sürecinden sonra da hastalarımızla aramızda çok daha derin ve yoğun bağlar kuruyoruz. İşte birlikte yaşanan bu yoğun manevi süreç nedeniyle belki de onkologlar da hastaları da biraz farklı diğerlerinden… Biz onkologlar ölümle erken dönemlerde yüzleşiyor, ölümün acısına, kederine şahit oluyor, bu hain pusu kurmuş sinsi düşmanın hayatlara nasıl bir yön verdiğine sessiz tanıklık ediyoruz. Hayatın en zor anında şahit olduğumuz bu hayat

38 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

hikayelerinden farkında olmadan kendi hayatlarımıza dair çıkarımlar yapıyoruz. İşte bütün bunların sonunda da hayata karşı pozitif ve optimistik bir bakış açısı ediniyoruz, geçmişte yaşanmışlıkları değiştiremeyeceğimizi biliyor, geleceğe dair hesaplar yapmanın ne kadar anlamsız olduğunu anlıyor, anda olup, anda kalmaya ve anın hakkını vermeye gayret ediyoruz ve sanki daha az keşkeler ve daha çok mutluluklar sığdırmaya çalışıyoruz hayatlarımıza… Belki de bu yüzden taşıdığımız ağır manevi yük ve işimizin zorluğuna rağmen karamsar ve asık suratlı olmanın aksine genellikle coşkulu ve sevgisini ifade edebilen kişiler oluyoruz. Anlıyoruz ki hayat hafife almaya gelmez ve ciddiye alıp dolu dolu hakkını vermek gerekir yaşanmışlıkların. Ve sonuç olarak onkolog olmak bizlere akademik bir unvan almanın ötesinde, hayata dair farklı bir bakış açısı ve insancıl değerler katıyor ve bizleri farklı kılıyor anlayabilene ya da anlamayı başarabilene. Anda olup, anda mutlu kalmak, hastalarımızla birlikte farklı olarak ve yaşama dair farkındalık katarak yaşayabilmek dileğiyle…


“ ÇARESİZİK, KORKU VE UMUT BİR ARADA’’ Bakımı uzun soluklu, zorlu bir hastalık olan kanser tedavisinde onkoloji hemşireleri önemli bir role sahip. Acıbadem Atakent Hastanesi Uzman Hemşire Ayşin KAYIŞ, onkoloji hemşiresinin gözüyle hastaların duygu durumlarındaki değişimi anlattı. Umudun eksik olmadığı hastalık Kanser yaşamı tehdit eden, korku, kaygı, çaresizlik duygularını içinde barındıran, aynı zamanda şok ve inkarın yaşandığı bir hastalıktır. Ağrı, çaresizlik ve ölümü çağrıştırır. Bununla birlikte hayatın anlamı ve hayata bakış açısını değiştiren, umudun da eksik olmadığı bir hastalıktır. Kanser anlaşıldığı üzere çok karmaşık duygular yaşanmasına neden olur ve birey kaos, kriz yaşar. Neden ben hasta oldum? Niye şimdi? Hayatım ne olacak? Ailem ne olacak? Sorular ve endişeler… Bu soruların cevabını belki veremeyiz ama onu anlayıp, dinleyerek nasıl yardımcı olabileceğimizi bulabiliriz. Hastayı anlamak için, o kişinin hastalığı nasıl algıladığını bilmek gerekir. Hastalandığında ne hisseder, nasıl davranır? Onun için hastalık ne anlama geliri bildiğimizde hastalıkla başetme yöntemlerini de öğrenmiş olacağız. Çünkü hastalığı algılayış biçimi baş etmesini de etkileyecektir. Eğer çaresizlik, güçsüzlük, eksik olma gibi algılıyor ise başetmesi de güç olacaktır. Hastalık algısı elbette kanseri algılamasını da etkileyecektir. Kişinin dünyaya, hayat bakışı, kişilik yapısı, cinsiyeti ve sahip olduğu roller bu algıları etkiler ve değiştirir. Duygularını Gizliyorlar! Bunları yaşayan hasta sevdiklerine, ailesine hissettirmek istemeyebilir. Duygu ve düşüncelerini saklamaya çalışırken, paylaşamadığı ve rahatlayamadığı için duygusal olarak tükenebilir. Aynı şekilde aile ve yakınları da hastayı korumak adına, onu üzmemek adına yaşadığı benzer kaygı ve korkuları dile getiremez ve karşılıklı olarak rol yapıp oyun oynarlar ve sonunda çıkmaza girebilirler. Sanki herşey yolundaymış, hiç bir şey olmamış gibi davranırlar. Adeta evdeki, odanın

ortasına oturmuş bir fili görmezden gelmek, yokmuş gibi davranmak gibidir. Ne yapmalı ve nasıl davranmalıyız? Güven yaratmalıyız, güven en önemli duygudur. Hasta yanında olunduğunu, olunacağını bilmek ister, açık davranılmasını ister. Anlaşıldığını hissettirmek, yalnız olmadığını bilmek tedavi ve bakım kadar önemlidir. Tedaviye ve sonrasındaki sürece uyumu kolaylaştırır. Yanında olduğumuzu sözlerimizle, davranışlarımızla anlatmalıyız. Hasta kaçamak davranışları farkeder ve şüphe duymaya başladığında iletişim zarar görebilir. Bu noktada hastayla hastalığı, tedavisi ve olacaklar hakkında konuşmak için doğru zamanı seçmek ve hazır olmasını beklemek faydalıdır. Hastayı iyi tanıyan aile bireyleri ne istediğini anlarsa güçlü bir başetme başlatmış olurlar. Hastanın öfke ve çaresizliğini anlamak için dinlemek, yanında olarak güvence vermek önemlidir. Ağlayan, kaygılı ve korkan hastaya “bütün bunlar normal”, “üzülme geçecek”, “ sakın ağlama, pozitif ol” gibi cümleler iyi gelmez hatta daha da öfkelendirebilir. Yaşamını tehdit eden bir durum söz konusu iken nasıl pozitif olabilirim diye düşünür. Anlaşılmadığını hisseder. Normal ne demek, şimdi yaşadıklarım normal ise daha önceki yaşantım anormal miydi diye düşünmeden edemez ve panik yaşayabilir, çaresizliği ve öfkesi artabilir. Tüm bunlar da onu depresyona götürebilir. Bunlar yerine ne hissettiğini sormak, anlatmasına fırsat vermek, yapmak istediklerini öğrenip fırsat vermek iyi gelecektir. Hasta evli ise, eşi ile iletişimi ve ilişkisinde eşe büyük görev düşmektedir. Hasta kendisini yetersiz ve eksik hissedebilir. İlişkinin bozulması ve ayrılık bu dönemlerde olabilmektedir. Hastalık ve tedaviye bağlı gelişen eden imajındaki değişiklikler ilişkiyi etkileyebilir (organ, doku, saç kaybı vb). Bu nedenle doktor ve hemşirenin iyi bir danışmanlık yapması ilişkinin devamlılığında yararlı olacaktır. Empati ile yaklaşma ve yol gösterici olunmalıdır.

Uzm.Hem.Ayşin KAYIŞ Acıbadem Atakent Hastanesi Yönetici Hemşire

Kanser sadece bir kişinin hastalığı değildir. Ailesi ve yakınları da “kanser” den etkilenir. Aileden birisi hasta olduğunda hepsinin hayatları değişir. Bir hastamın yakını, eşimin kanser olduğunu öğrendiğimde dünya başıma yıkıldı sandım, şimdi ben ne yapacağım, hayatımız nasıl olacak diye düşündüm, çok korktum ve sanki ben de hasta olmuştum, diye ifade etmişti. Aile bireyleri, yakınları yani eş, çocuk, anne, baba ve yakın arkadaşlarında sevdiği kişiyi kaybetme korkusu, iyileşmeme ihtimali, ağrı ve acı çekmesi düşüncesi anksiyete yaratır. Öte yandan onun iyi olması için ellerinden geleni yapmak isterler ve hayatları bir anda başka bir yönde ilerler. Annelik, babalık, eş ve hatta evlat rollerinin ne olacağı, çalışıyorsa işe gidip gidemeyeceği, gidemezse işinden ayrılma korkusu, para kazanmama korkusu ve geçim sıkıntısı, kendi bakımını yapamama ve başkasına muhtaç olma endişesi tedaviye uyumu olumsuz etkileyebileceği gibi depresyona kadar giden sorunlar ortaya çıkabilir. Yalnız olmak daha zorlaştırır. Anahtar ise anlamak, anlaşıldığını hissettirmek. Belki bazen sadece sessizce yanında olmak ve elini tutmak, dokunmak yeterlidir. Birlikte vakit geçirmek, günlük işlere dahil etmek, yürüyüşte eşlik etmek, sevdiği uğraşıları beraber yapmak iyi gelir her iki tarafa da. Dost ve arkadaşlara da önemli görevler düşüyor. Kapalı kapılar ardında üstüne onlarca kilit vurulmuş gibi yalnız bırakılmamalı hasta da, aile de...

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015 39


NÜKLER TIP

KANSERLE SAVAŞTA RADYOAKTİF TEDAVİLER ETKİLİ OLABİLİR

Nükleer Tıp, radyoizotoplar kullanılarak tanı ve tedavi uygulamaları yapılan bir tıp alanıdır. Günümüzde Nükleer Tıp alanında uygulanan başta PET/CT olmak üzere tıbbi görüntüleme yöntemleri kanser tanısında ve takibinde oldukça önemli ve vazgeçilmez konuma gelmiştir. Ancak görüntüleme kadar, genellikle diğer tedavi seçeneklerine ek olarak uygulanan radyonüklid (atom) tedavileri de kanserli hastaların yaşam süresi ve kalitesini artırmada katkı sağlamaktadır. Radyonüklid tedavilerde tümörlere özel hedeflere yönelik uygulama yapılır, genellikle normal dokular daha az etkilenir. Medstar Antalya Hastanesi Kanser Merkezi’nden Nükleer Tıp ve Radyoloji Uzmanı Prof. Dr. Akın Yıldız, kanser tedavilerinde Nükleer Tıp alanındaki uygulamalar hakkında bilgi verdi. Radyoaktif iyot tedavisi tiroit kanserinde uygulanıyor Radyonüklid tedaviler içinde en yaygın olarak kullanılan ve bilinen tiroit kanserinde uygulanan radyoaktif iyot tedavisidir, halk arasında

atom tedavisi olarak da bilinir. Bu tedavi dünyada 1940’lı, ülkemizde ise 1950’li yıllardan bu yana uygulanmaktadır, başarısı ve güvenilirliliği kanıtlanmış bir yöntemdir.

miz hastalıkta da bu tedavi hasta yatırılmadan uygulanabilmektedir.

Tedavi uygulaması oldukça basittir, ağız yolu ile kapsül veya sıvı şeklinde radyoaktif iyot içirilerek uygulanır. Yüksek dozda radyoaktif madde verilen kanserli hastaların 1-2 gün kurşunla kaplı özel bir odada yatırılması gereklidir. Burada amaç diğer kişilerin gereksiz radyasyon almasını engellemektir. Tiroit kanseri tanısı konulan hastaların büyük çoğunluğuna ameliyat sonrası uygulanması gereken bir tedavidir. Sınırlı hastalığı bulunan hastalarda ise bu tedavi uygulanmadan hasta takip edilebilir. Radyoaktif iyot ameliyatla tüm tiroit bezi tamamen çıkarıldıktan sonra geride kalan hücrelerde birikir. Yaydığı ışınlar ile mikroskobik artıkların da ortada kaldırılmasını sağlar. Nüks eden hastalarda da gerekirse tekrarlayan yüksek dozlarda verilerek uygulanan bir yöntemdir.

Karaciğer kanserlerinde hastalıklı bölgeye damar yolu ile radyoaktif işaretli mikroküreler (boncuklar) gönderilerek diğer tedavilere ek katkı sağlanabilmektedir. Radyoembolizasyon veya radyomikroküre tedavisi olarak isimlendirilen işlem Tıbbi Onkoloji, Radyoloji ve Nükleer Tıp bölümlerinin işbirliği ile uygulanmaktadır. Yöntem, karaciğerin kendi kanserlerinde ya da başka organlardan karaciğere yayılmış (metastatik) hastalıklarda uygulanabilmektedir. Tedavide reçine ya da cam üzerine yapıştırılmış mikroskobik boyuttaki radyoaktif yüksek enerjiye sahip yittrium-90 içeren boncuklar kullanılmaktadır. Tedavi hastalıklı bölgeye veya yaygın hastalıkta tüm karaciğer uygulanabilmektedir.

Kanser dışında hipertiroidi veya halk arasında zehirli guatr dediği-

40 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

Radyoaktif boncuklarla karaciğer tümörleri tedavi edilebiliyor

Tümörü besleyen alana yerleşen boncuklar, tümör hücresini ve yakınındaki olası küçük metastazları hücresel düzeyde ışınlayarak yok edebilmektedir. Tedavi, hastalığın


ilerlemesinin engellenmesini sağlayabilmekte, gerilemesine ve hayatta kalım süresinin artmasına yardımcı olmaktadır. Ameliyata hazırlama amaçlı olarak kullanıldığı gibi genellikle günümüzde kanser ilaçlarından yarar görmemiş ve ameliyat şansı bulunmayan hastalarda tercih edilmektedir. İşlemin yapılabilmesi için; hastanın yaşı ve genel durumu, karaciğerin durumu, vücutta başka yayılımların olup olmaması önemli kriterlerdir. Nöroendokrin tip kanserlerde tedavi yaşam süresini uzatıyor Nöroendokrin adı verilen kanser türlerinde de radyoaktif tedavilerden yararlanılmaktadır, bu tedavi peptid reseptör radyonüklid tedavi (PRRT) olarak isimlendirilmektedir. Kısaca NET (nöroendokrin tümör) olarak isimlerdirilen bu tür tümörler kana bazı peptid dediğimiz maddelerin salınmasına neden olarak hastalarda ani tansiyon yükselmeleri ve yüzde alevlenmeler gibi şikayetlere yol açabilmektedir. Genelde mide, pankreas, barsak sisteminden köken alarak karaciğere yayılan kanserler bu grupta yer alır. Kötü seyirli tiroid kanseri, akciğer kanserlerinin bir kısmı da bu reseptörleri taşıyan kanser türleridir. Bu tümörlerin hücre yüzeyinde somatostatin dediğimiz peptid yapıda reseptörler bulunur. Tedavi, görüntüleme, hastalığın dozunu ayarlama ve uygulama aşamalarıyla gerçekleşmektedir. Tedavi öncesi tümörlerdeki bu reseptörlerin yaygınlığı ve dokudaki miktarı PET/CT ile görüntülenir. PET/CT ile bu reseptörler hedeflenerek görüntüleme yapılır ve hastalık yaygınlığı, metastazları da görüntülenmiş olur, aynı zamanda verilecek tedavi dozu için planlama yapılır. Tedavide damar yolu ile verilen radyoaktif peptidler hedeflenen hücrelerin üzerine yapışarak yüksek miktarda ışın yayarlar ve kanserli hücreleri tahrip edebilirler. Hastaların tedaviden sonra birkaç gün hastanede kalması gerekebilir. Tedavinin 3-5 kür uygulaması genellikle gerekmektedir. Cerrahi şansı olmayan, tümörün vücuda yayıldığı ve kemoterapinin yanıt vermediği hastalarda uygulandığında, üç hastadan birinde hastalık tedaviye yanıt verebilmekte hastaların yarısında

hastalık ilerlemesini durdurabilmektedir. Ağrı tedavisi ile hasta konforu sağlanıyor Kemiğe yayılmış kanserlerde kemik ağrısının radyoaktif yöntemlerle giderilmesi, kemik ağrı palyasyon tedavisi olarak adlandırılmaktadır. Samaryum 153 adındaki radyoaktif madde kemikte tutulum gösteren fosfat içeren özel maddeler ile bağlanarak damardan verilir ve hastalıklı kemik alanlarına radyoaktif madde taşınmış olur. Hastalığı geriletici özelliği tam olarak bilinmemektedir ancak tümörün ağrıya neden olan etkisini ortadan kaldırmaktadır. Hastalardaki yaygın kemik metastazları nedeniyle ağrı kesicilerin yeterli olamadığı ya da yan etkiler yüzünden bu ilaçların kullanılamadığı durumlarda, etkin bir tedavi yöntemidir. Verilen bu tedavi ile ağrı kesici kullanım oranı azalmakta, hasta daha konforlu, rahat ve yan etkiye daha az maruz kaldığı bir yaşam süresine kavuşmuş olmaktadır. Prostat ve meme kanserinde etkili

Prof. Dr. Akın Yıldız Nükleer Tıp ve Radyoloji Uzmanı Medstar Antalya Hastanesi Kanser Merkezi

kan hücrelerinin sayısında bir azalma olabilir. Bu durumda hasta kan ürünleri verilerek tedavi edilir. Çocukluk çağının bazı tümörlerinde radyoaktif tedaviler etkin olabilir Çocukluk çağı tümörü sinir hücre kökenli nöroblastoma hücrelerini hedef alan radyoaktif iyot ile bağlı MIBG dediğimiz maddelerle tedavi edilebilmektedir. Radyoaktif iyotla bağlanarak damar yolu ile verilen bu madde cerrahi şansı olmayan ileri evredeki hastalarda hedef kanser hücrelerini tahrip ederek hastaların üçte birinide katkı sağlamaktadır. MIBG tedavisi seçilmiş hastalarda nöroendokrin tümörlerde de etkin olabilmektedir. Lenf düğümü kanserinde de kullanım alanı var

Özellikle erkeklerde prostat kanserinde kadınlarda da meme kanserinin kemik metastazlarında oluşan ağrının ortadan kaldırılmasında etkili bir yöntemdir. Tedavi sonrası ağrılar zaman içinde azalarak 2-3 aylık ağrısız yaşam dönemi sağlanır. Tedavinin üzerinden 3 aylık bir süre geçtikten sonra tekrarlanabilir. Tedavi, kemik iliğini de etkilediği için

Lenfoma adı verilen lenf düğümü kanserinde diğer tedavilerle yanıt alınamayan olgularda radyonüklid tedavi seçenek olabilmektedir. Düşük dereceli lenfoma teşhisi konulmuş hastalardan seçilmiş olgulara uygulanmaktadır. Yttrium-90 veya İyot-131 gibi radyoaktif maddelere bağlı CD20 adı verilen antikorlar kanserli hücrelerde bulunan hedefe yönlenmekte ve hücresel düzeyde ışın yayarak hücreleri tahrip etmektedir. Diğer tedavi yöntemlerine direnç gösteren bu tip hastalıkta olguların yarısından fazlasında yanıt alınabilmektedir.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

41


BESLENME

KANSER HASTALARI NASIL

BESLENMELİ?

Prof. Dr. Özlem Er Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Başkanı Maslak Hastanesi Kanserde doğru beslenmek neden önemli? Bize başvuran kanser hastalarının yarıya yakınının hem beslenme konusunda yetersiz bilgiye sahip olduklarını, hem de o güne kadar pek sağlıklı beslenmediklerini görüyoruz. Oysa kanser hastalığında doğru ve doğal beslenme tedavinin etkinliğini artırarak, hastaların yaşam sürelerinin uzamasında ve kalitesinin yükselmesinde son derece önemli bir role sahip. Çünkü doğru beslenmeyen hastalarda yara iyileşmesinde gecikmeler, enfeksiyonların sıklığında artış ve hastanede kalış süresinin uzaması gibi sorunlar gözlemliyoruz. Bu nedenle kanser hastalarının beslenmelerini, tedaviye başlar başlamaz desteklemek gerekiyor. Hastalar tedavi sürecinde nasıl beslenmeliler? Tedavi sürecinde özel bir diet önermiyoruz, ancak dikkat edilmesi gereken noktalar var. Hastalar tedavi sürecinde ve sonrasında mutlaka ‘dengeli’ ve ‘doğal’ beslenmeliler. Bundan kastettiğimiz şey; çok farklı şeyler yenilmesi veya belli bir besinden çok fazla tüketilmesi değil, her besin öğesinden dengeli miktarda ve doğal ürünlerle beslenilmesi. Çünkü vücudumuz ihtiyacı olan tüm maddeleri aldığında kendini daha iyi yeniler, yaralar daha çabuk iyileşir ve enfeksiyon riski daha azalır. Güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmak ve bağırsakların düzenli ça-

lışması için günde en az 5 porsiyon, her renkten olan sebze ve meyveler tüketilmeli. Kan şekerinin dengede kalması ve metabolizmanın çalışması için küçük porsiyonlar halinde sık sık beslenmeli. Bunun için de günde 3’ü ana diğerleri ara öğün olmak üzere 6-8 öğün yenilmeli. Vücudun kendi kendini tamir etmesi için protein içeriği yüksek bir beslenme şekli benimsenmeli. Protein kaynağı olarak öncelikle balık, ardından tavuk ve kırmızı et tercih edilmeli. Yeterli protein alımı önemli olduğu için beyaz et tüketilemiyorsa kırmızı etten kaçınılmamalı. Nitrat, nitrit gibi katkı maddeleri içeren ürünlerden ( sucuk, sosis, salam vb.) uzak durulmalıdır. Protein her öğünde bulunmalı. Ancak her öğünde mutlaka hayvansal protein bulunması şart değil. Baklagillerden ve peynir veya yoğurt gibi yandaş ürünlerden de alınabilir. Kurubaklagiller, tam tahıllı ekmekler gibi yüksek posa içeren besinler tercih edilmeli. Tüketilen besinlerin çok temiz olmaları gerektiği için hastalar eğer dışarıda yemek yiyeceklerse çiğ sebze, meyve ve salatalardan uzak durmalı. Aksi durumda besinlerde bulunan çeşitli mikroorganizmalar ve parazitler hastalarda enfeksiyon riskini artırır. Evde de bu tür besinler ancak çok iyi yıkandıktan sonra tüketilmeli. Enfeksiyon riskine karşı, kabuklu meyveler, tercihen soyulduktan sonra yenmeli. Doğru beslenebilmek için mümkünse bu süreçte beslenme ve diyet uzmanından destek alınmalı. Kemoterapi sonrasında bulantı ve kusma varsa, bu soruna karşı nasıl önlem alınabilir? Artık elimizde etkili ilaçlar olduğu için kemoterapi sonrasında bulantı ve kusma sorunları eskiye oranla çok azaldı. Ancak buna rağmen şiddetli olmasa da yine bu tür sorunlar ya da ağız tadında değişiklik olabiliyor. Bu sorunla baş etmek için çok yağlı, baharatlı ya da soğan ve sarımsak gibi güçlü kokulu besinlerden kaçınılmalı. Bunların yerine daha az kokulu ve az

42 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

yağlı besinler tercih edilmeli, yemekler haşlama ve ızgara olarak pişirilmeli. Bulantı veya kusmanın ardından bir süre bekledikten sonra ılık ve az yağlı tavuk suyu çorba, komposto veya elma suyu gibi içecekler tercih edilmeli. Tedaviyi izleyen birkaç gün bulantı devam ederse hafif yemekler yemeye devam etmeli. Bulantı varken yenildiğinde bazen en sevilen yemeklerden bile uzun süre hoşlanılmayabiliyor. Hekimin verdiği ilaçlar bulantının daha ilk işaretinde, çok kötü olmasa bile kullanılmaya başlanmalı. Çünkü bulantı iyice yerleşmeden önünü kesmek çoğu kez çok daha kolay oluyor. Ağızda acı bir tat varsa yemekler nane, biberiye ve fesleğen gibi baharatlarla ya da çeşitli soslarla tatlandırılabilir. Hastaların en çok merak ettikleri şeylerden biri de, vitamin destekleri. Hastalar vitamin desteklerinden yararlanmalı mı? Hastalarımızı, herhangi bir vitamin desteği almadan önce mutlaka Onkoloji uzmanına veya diyetisyenlerine danışmaları konusunda uyarıyoruz. Hekim önerisi olmadan, beslenmelerine destek olsun diye aldıkları bu tür ürünler, özellikle de E ve C vitamini içerenler yarar vermek şöyle dursun, zararlı bile olabiliyor. Çünkü hastaların bazı vitaminlere ihtiyaçları varken, bazılarına olmayabiliyor. Biz bunları ancak muayenelerimiz ve tetkiklerimiz sonucu belirliyoruz. İhtiyaç duyulmayan vitamin yüksek dozda alındığında ciddi sonuçlara yol açabiliyor. Çok yüksek doz alınan vitaminler kemoterapi ilaçları ile etkileşip etkilerini kaybetmelerine neden olabiliyor veya yan etkilerini artırabiliyor. Örneğin karaciğer veya böbreklerin fonksiyonları bozulabiliyor ya da bağırsaklarda sorun yaratabiliyor. Ancak bazen kavram kargaşası oluyor, hastalarımız ‘sebze ve meyve yemeyelim mi?’ şeklinde bir soru ile karşımıza geliyorlar. Biz sadece yüksek doz vitamin desteğini öner-


miyoruz. Bunun aksine içeriğinde E ve C vitamini bulunan sebze ve meyvelerden ise bol miktarda yemelerini istiyoruz. Bazı özel gruplar dışında, kanser hastalarına kalsiyum içeren besinleri almalarını özellikle öneriyoruz. Çünkü özellikle meme kanseri ve prostat kanseri hastalarına verdiğimiz hormonal tedaviler kemiği zayıflatabiliyor. Menopoz dönemindeki kadınlarda bu sorun daha belirgin oluyor. Bu nedenle kemikleri güçlendirmek amacıyla, menopoz dönemindeki kadınlara, sadece besinlerle alınan kalsiyum yeterli gelmediği için dışarıdan ek tablet destekleri de veriyoruz. D vitamini eksikliğinde bağışıklık zayıflayabiliyor, bu nedenle kandaki Vitamin D düzeyine göre destek uygulaması gerekebilmektedir. Isırgan otu, köpek balığı kıkırdağı veya kaplumbağa kanı gibi bazı desteklerin kanser tedavisine destek verdiği söyleniyor… Kemoterapi alırken en çok yöneltilen sorulardan biri de, ‘Besleme dışında destek olarak ne alabilirim?” Bunun için de hastalar eş dost tavsiyesi ile veya aktarlara danışarak; ısırgan otu, köpek balığı kıkırdağı, kaktüs suyu ve kaplumbağa kanı gibi aklınıza gelmeyecek şeyler kullanılabiliyorlar. Oysa bunların yarar sağladıklarını ya da hiç olmazsa zararsız olduklarını gösteren hiçbir bilimsel çalışma yok. Bunlar kemoterapinin türüne ve hastaya özel olarak değerlendirilmeli. Aksi halde, önemli sorunlar oluşturabilir. Örneğin karaciğer yetmezliği olan bir hastamız karaciğere etki eden bir ürün kullandığı için sorunu daha ciddi boyutlara ulaşmıştı. Isırgan otunu pişmemiş olarak ve çok miktarda tüketen bir başka hastanın da bağırsaklarında ciddi ülserler oluşmuştu. Bu nedenle kanser tedavisine yaklaşık bir ay ara vermek durumunda kaldık ki bu kemoterapi sürecinde hiç istenmeyen, tedavi sürecinin son derece olumsuz etkilendiği bir durum. Yine bir hastamız, çevresinin önerisi doğrultusunda aktardan aldığı ve içinde ne olduğunu bilmediği bir karışımdan oluşan çayı, uzun süre içmiş. Bu hastamızda da karaciğer fonksiyonlarının bozulduğunu gözlemledik. Bu nedenle hekim önerisi olmadan dışarıdan hiçbir destek ürün kullanılmamalı. Tedavi sürecinde kaçınılması gereken besinler veya içecekler var mı?

rojen yüksekliği hastalığın gelişmesini artıran bir durum. Bu nedenle meme kanseri hastaları, içeriğinde östrojen olan besinlerden kaçınmalı. Örneğin östrojenden zengin soyayı kesinlikle tüketmemeli. Özellikle hayvansal kaynaklı yüksek yağlı gıdaları sınırlanmalı. Az yağlı süt ve süt ürünleri tercih edilmeli. Tuzlanmış, tütsülenmiş ve turşu gibi salamura besinlerden de mümkün olduğunca kaçınılmalı. Alkol alımını da özellikle tedavi sürecinde önermiyoruz. Çünkü alkol karaciğerde metabolize oluyor ve eğer biz de karaciğere yönelik ilaçlar veriyorsak, her ikisi orada yarışa girebiliyor. Bunun sonucunda ilaç vücutta etkisini tam olarak göstermeyebiliyor. Gazlı içecekler de hazımsızlığı artırıp iştahı kapatıyor, böylece hastaların asıl almaları gereken protein, karbonhidrat ve yağları önlüyor. Bu yüzden hastalar sıvı ihtiyaçlarını gazlı içecekler

yerine su, ayran ve meyve suyu ile karşılamalı. Yağ tüketimi azaltılmalı, yağlı etlerden mümkün olduğunca uzak durulmalı. Doymamış yağ asidi içeren zeytinyağı tercih edilmeli. Aşırı tuzdan sakınılmalı. Günlük tuz tüketimi 5-6 gram olmalı. Kimyasal koruyuculu hazır yiyecekler yerine doğal gıdalarla beslenilmeli. Besinleri hazırlarken kızartma, kavurma veya tütsüleme yerine haşlama, ızgara, fırında ya da buğulama, pişirme yöntemleri kullanılmalı. Kızartma yöntemiyle pişirilmesi gerekiyorsa 150 derecenin altında ve çok az yağ ile pişirilmeli.

KANSER HASTALARI

NASIL BESLENMELİ? - Tedavi sürecinde ve sonrasında mutlaka ‘dengeli’ ve ‘doğal’ beslenin. - Bağışıklık sistemini güçlendirmek ve bağırsakların düzenli çalışması için günde en az 5 porsiyon, her renkten sebze ve meyveler tüketin. - Kan şekerinin dengede kalması ve metabolizmanın çalışması için küçük porsiyonlar halinde sık sık beslenin. Bunun için günde 3 ana ve diğerleri ara öğün olmak üzere 6-8 öğün beslenin. - Vücudunuzun kendi kendini tamir etmesi için protein içeriği yüksek bir beslenme şekli benimseyin. Protein kaynağı olarak öncelikle balık, ardından tavuk ve kırmızı et tercih edin. - Bulantı ve kusma sorunuyla baş etmek için çok yağlı, baharatlı ya da soğan ve sarımsak gibi güçlü kokulu besinlerden kaçının. Bunların yerine daha az kokulu ve az yağlı besinler tercih edin, yemekleri haşlama ve ızgara olarak pişirin. - Doktorunuz önermediği takdirde, eş dost tavsiyesi ile vitamin desteği almayın. Aksi halde ciddi sorunlarla karşılaşabilirsiniz. - Günlük tuz tüketimini 5 -6 gramla sınırlayın. - Alkol ve gazlı içeceklerin tüketiminden kaçının. Sıvı ihtiyacınızı su, meyve suyu veya ayran ile karşılayın. Günde en az 2 litre su tüketimi sağlıklıdır. - Besinleri hazırlarken kızartma, kavurma veya tütsüleme yerine haşlama, ızgara, fırında ya da buğulama gibi pişirme yöntemlerini kullanın. - Tedavi sonrasında ideal kilonuzu koruyun ve düzenli egzersiz yapmayı yaşam alışkanlığı haline getirin.

Meme kanserinin bazı tiplerinde öst-

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

43


ENFEKSİYON

Virüsler KANSERE NEDEN OLABİLİR Mİ?

Dr. Elif Hakko Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Anadolu Sağlık Merkezi Radyasyon, ultraviyole güneş ışınları, sigara, kanserojen maddeler içeren besinler, hava kirliliği, ağır metaller gibi bir çok faktörün kansere neden olduğu herkes tarafından biliniyor. Bakteri ve virüsler de risk grubunda yer alıyor mu? Bazı bakteri ve virüslerin risk yarattığını söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Elif Hakko, ‘’insan vücudunda uzun yıllar kalabilen ve hücrelerde değişikliklere neden olan virüsler kansere yol açabiliyor ancak bu, virüslerin mutlaka kanser yapacağı anlamına gelmiyor’’ dedi.

(HPV), Hepatit virüsleri ve mide ülserine neden olan Helicobacter pylori bakterisi. EBV virüsünün yutak kanseri nedenleri arasında. Toplumun yüzde 80-90’ının bu virüsle hayatının bir döneminde karşılaşabiliyor.Virüsün özellikle ergenlik çağındaki çocuklarda ‘öpücük hastalığı’ adıyla bilinen ateşli hastalığa neden oluyor.Genellikle iyi seyirli olan bu hastalık tedavisiz iyileşebiliyor.

Helicobacter pylori

Human Papilloma Virus

Virüs ve bakterilerin yol açabileceği kanser vakalarından korunmak için Hepatit B ve HPV aşıları etkili. Hepatit B aşısı bebeklerde birinci ayda yapılıyor ancak erişkinlerin de bağışıklık durumlarına göre hayatlarının bir döneminde aşılanabilir. HPV aşısının ise ilk cinsel deneyimini yaşamamış kız çocuklarına öneriliyor. Daha önce cinsel ilişkisi olmuş olsa bile bundan sonra karşılaşacağı HPV’ler açısından koruyucu etki göstermesi için 50 yaş altı tüm kadınlara bu aşı uygulanabilir.

Rahim ağzı kanseri olarak ortaya çıkabilecek olan Human Papilloma Virus’ün (HPV) ise daha çok genital siğillere neden oluyor. Cinsel olarak aktif olan her iki kadından biri hayatı boyunca mutlaka bu virüs ile karşılaşır. Anüs ve penis kanserlerinde de bu virüse rastlanabiliyor ve soluk borusu kanserlerine neden oluyor. Hepatit virüsleri Hepatit, sarılık, siroz yani karaciğer yetersizliği oluşturabiliyor. Kronikleşen hepatit karaciğer kanserinin nedenlerinden.

Toplumun büyük bir kesimi kanserden korunmak için yaşam tarzında değişiklik yaparak, hormonlu gıdalar, zararlı güneş ışınları ve sigara gibi etkilerden uzak durulmasın gerektiğini biliyor. Genetik miras, değişen yaşam koşulları gibi birçok neden ile ortaya çıkabilen kansere bazın bakteri ve virüsler de neden olabiliyor. Enfeksiyona bağlı kanserlerin, gelişmekte olan ülkelerde, gelişmiş ülkelerden çok daha fazla görülüyor. İnsan vücudunda uzun yıllar kalabilen ve insan hücrelerinde değişikliklere neden olabilen virüsler kansere yol açabiliyor. Virüs veya bakterilerin yol açtığı rahatsızlıkların seyri her insanda farklı olur ve bazı insanda basit bir enfeksiyona yol açarken, bazı insanda da kansere neden olabilir. Her virüs farklı etki gösteriyor Kansere neden olduğu bilinen başlıca mikroorganizmaların Ebstein Barr Virus (EBV), Human Papilloma Virüs

44 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

Mide ülserine sebep olan Helicobacter pylori bakterisi genellikle iyi bir tedavi ile iyileşebilen bir hastalık ancak uzun yıllar Helicobacter enfeksiyonu ile yaşayan kişilerde mide kanseri daha sık olarak görülüyor. SAĞLIKLI YAŞAM VÜCUT DİRENCİNİ SAĞLIYOR

Sağlıklı yaşam, doğru beslenme, stres ve sigaradan uzak durma gibi koşulları hayatın bir parçası haline getirmek gerekir. Düzenli yaşam bağışıklık sistemini güçlendirerek kanser riskini azaltacaktır.


ÜREME SAĞLIĞI

DONDURULMUŞ EMBRİYO İLE ÜREME HAKKI KORUNUYOR

Prof. Dr. Hakan Yaralı Anatolia Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi Başta kanser olmak üzere üremeyi etkileyen sağlık sorunlarında kadınlar ve erkekler embriyo dondurma kararı vererek üreme haklarını da korumuş oluyorlar. Türkiye’de her 100 çiftten 15’ini etkileyen çocuk sahibi olamama sorununun bir bölümü çiftlerin yaşadığı sağlık sorunlarından kaynaklanıyor.

içerisinde saklanabilmektedir. Elde edilen kaliteli, iyi, fazla embriyolar ise dondurularak saklanmalıdır. Dondurulan embriyoların çözülerek transferi uygulamasında, hastaya minimal ilaç kullanımı ve takiple transfer gerçekleşebilmektedir. Embriyo Dondurmanın Avantajları Tüp Bebek Yönetmeliği ile transfer edilen embriyo sayısının 2 ile yasal olarak sınırlandırılması embriyo dondurmanın önemini artırıyor.Günümüzde tıbbi bilgi, deneyim ve teknoloji desteği ile dondurulmuş embriyonlarla da yüksek gebelik oranları elde edilebiliyor.

Kanser tedavisine başlamadan koruma seçeneklerini mutlaka değerlendirmeliler

Embriyo dondurulmasının iki önemli yararı var:

Üreme organlarını olumsuz etkileyen sağlık sorunları çiftlerin çocuk sahibi olma şansını ortadan kaldırabiliyor. Özellikle kanser gibi sağlık sorunlarında artık çiftlere mutlaka yumurta, sper, testis ve embriyo dondurma seçenekleri hekimler tarafından hatırlatılıyor.

1. Çoğul gebelik riski azalır 2. Bir kez yumurtalıkların uyarımı sonrası hem taze hem de donma-çözme transferi gerçekleştirerek, çiftin toplam gebelik şansı artar.

Yumurta dokuları (kadın over, erkek testis) ve embriyolarının dondurularak saklanmasının tüp bebek uygulamalarında önemli bir yeri var.Tüp bebekte gebelik şansını azaltmadan, çoğul gebelik riskini en aza indirgemek için etkin bir embriyo transferi politikası izlemek gerekir. Çiftlerden izin belgesi alınarak dondurulan embriyolar, Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tarafınca hazırlanan ve yürürlüğe giren bir yasa ile 5 yıl boyunca sıvı nitrojen

Embriyo dondurma ve çözme işlemi, embriyoların kimyasal maddeler (kriyoprotektan) ile dengelendikten sonra kontrollü olarak soğutulması ve –196 °C’de sıvı nitrojen içinde depolanması, çözüldükten sonra da kriyoprotektan ortamından uzaklaştırılarak özel kültür ortamına alınması esasına dayanır. Dondurma, döllenmenin hemen sonrasında, yumurta toplama gününden 1 gün sonra döllenme olan 2-pronükleus safhasında veya 3. günde yapılabilir.

Sperm Dondurulması Bazı durumlarda daha sonra tüp bebek tedavisi için kullanılmak üzere meni sperminin dondurularak saklanması gerekiyor. Tüp Bebek Yönetmeliği’ne göre, erkek üreme organı tümörlerinde cerrahi, radyoterapi kemoterapi öncesi sperm dondurulabiliyor, Ayrıca diğer sistem tümörleri için de sperm yapımını etkileyebilecek radyoterapi, kemoterapi öncesi; ağır sperm bozukluğu söz konusuysa sperm dondurulabiliyor. Psikolojik zorluk varlığında ise yumurta toplama günü eğer masturbasyonla sperm üretilemiyor ise erkekten cerrahi olarak (PESA/TESA veya TESE) ile sperm elde etme gereği doğmaktadır. Elbette dondurulmuş sperm varlığı böyle bir cerrahi sperm elde etme gereğini ortadan kaldıracaktır. Sperm Dondurma-Çözme Sonrası Taze Sperm Kullanımına Benzer Gebelik Oranları Elde Edilebiliyor. Öncelikle tanısal sperm değerlendirmesi yapılır. Ardından sperm sayısında göre 2-4 farklı günde mastürbasyon ile meni elde edilir ve mümkün olduğu kadar fazla tüpte örnek dondurularak saklanır. TESE’de sperm çıktığı takdirde TESE sperminin saklanması daha ileri tarihlerde mikroenjeksiyon uygulamalarında önemli avantaj sağlamaktadır. Bu şekilde saklama ile ileri mikroenjeksiyon uygulamasında tekrar cerrahi müdahale ile TESE gereği ortadan kalkmaktadır.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015 45


SOSYAL SORUMLULUK

ONKOLOJİ HASTALARI DRAMA TERAPİ İLE HAYATI VE KENDİLERİNİ YENİDEN KEŞFEDİYOR...

DRAMA TERAPİ

Uzm.Psk. Elçin Biçer Neolife Tıp Merkezi NEOLİFE-Türkiye Kanserle Savaş Vakfı iş birliği İle hayata geçen Drama Terapi çalışmaları, tedavi görmüş ve halen tedavileri devam eden onkoloji hastalarının kendilerini keşfetmelerini, duygularını daha iyi ifade etmelerini ve içsel bir yolculuk yapmalarını sağlayamaya yardımcı oluyor. Neolife Tıp Merkezi’nden Uzman Psikolog Elçin Biçer, drama terapi çalışmalarını ve hastalara kazandırdıklarını anlattı. “Neolife Tıp Merkezi olarak onkoloji tedavisine bütüncül yaklaşımımızın bir ürünü. Dramaterapi, kanser deneyiminin neredeyse doğasında var olan bu dönüşüm potansiyelini etkin bir şekilde tutan, besleyen, destekleyen bir çeşit sanat terapisidir. Atalarımızdan getirdiğimiz bilinç dışı bilginin yanı sıra, doğduğumuz günden bu yana tüm yaşantılarımız zihnimize ve bedenimize kaydedilir. Ancak, büyük bir çoğunluğunu bilinç düzeyinde hatırlamayız, dolayısıyla

mantık dediğimiz bilişsel işlevimiz bu noktada işlemez. Sanat ise, içimizdeki keşfedilesi zengin dünyayı açığa çıkaran çok etkin bir kanaldır. Bir sanat terapisi olarak Dramaterapi; beden odaklı çalışmaları, doğaçlama teknikleri, yazı atölyesi gibi öğeleriyle kişinin bedeninde, iç ve dış dünyasında olagelen her şeyi ve bunlardan etkilenişini grup içinde kendi kendine fark etmesine yardımcı olan sistematik bir grup terapisidir. Dramaterapinin iskeletini oluşturan oyunlar, bizi günlük yaşantımızdan, takındığımız sosyal rollerden, zorunluluklarımızdan ve baskılardan bir süreliğine uzaklaştırarak, yaratıcılığımızı besleyecek özgür ve güvenli bir ortam sunar. Beden, zihin ve ruhsallık arasındaki bağlantıları kurmaya yönelik oyunlarla farkında olmadığımız kaydedilmiş keşfedilesi zengin kişisel dünyamız ile ilgili yeni farkındalıklar kazandırarak dönüşüme teşvik eder. Kanser deneyiminden sonra, artık hastalık öncesindekinden farklı bir kişi vardır. Dramaterapi çalışması, tedavi sonrası pek çok kazanımla, olumlu bir değişim-dönüşüme katkıda bulunur. Son yıllarda, kanser gibi kronik hastalıkların, yaşam sürecinde ifade edil-

46 POPÜLER SAĞLIK OCAK-ŞUBAT 2015

memiş yoğun duygularla ilişkisi üzerine araştırmalar yapılmaktadır. Oyunlar sayesinde, ifade edemediğimiz duyguları dışarı aktarma fırsatı buluyor, hatta duygularımızın farkına varmayı, onları nasıl ifade edebileceğimizi de öğreniyoruz. Üstelik bütün bunları, oyun oynamanın keyfi içerisinde farkına varmadan deneyimliyoruz. Dramaterapi ile onları zor duruma, krize ya da travmaya sokabilecek duygularından kurtularak rahatlayabilirler.İç dünyalarını keşfedebilir, kendilerini iyi hissetmeleri yolunda gelişebilir ve gündelik yaşamlarını daha zengin bir hale sokabilirler. Buna ek olarak, kişisel bir anlam oluşturarak kişinin kendini tanıması güçlü bir iyileşme sağlar. Neolife olarak bu 3. senemiz ve gelenekselleştirdik. Bu yıl ilkez kez Türk Kanser Vakfı’nın sponsor desteğini adlık. Ücretsiz bir çalışma olduğundan ancak sponsor destekleri aldığımız takdirde yeni gruplarla çalışmalarımızı sürdürebiliriz. Şimdilik Neolife ve TKSV ile bağlantılı tedavi gören veya tedavileri biten hastalarla çalışıyoruz. Neolife adına şartlar uygun olduğu sürece tüm hastalara destek vermek dileğimiz.”


‘‘Kendinizi tanımak farkındalığınızı geliştirmek için drama terapiye katılmalısınız’’ “Drama terapi ile kendimi sevmeyi öğrendim” Ester Hanım 8.5 sene önce ilk tanının ardından 15 gün içinde iki meme ve akciğer ameliyatı sonrası idareyi ele alan Ester Hanım, beyin gücünün özellikle bu hastalık konusunda büyük önemi olduğunu söylüyor. “Farklı terapilere katıldım. Ancak drama terapi ile tanıştıktan sonra farkındalığım arttı, var olduğumu anladım. Drama terapi ile kendimi sevmeyi öğrendim. İnsanları sevmenin kendini sevmekle başladığını kavradım. Asıl önemli olan bu terapilerle arkadaşlarımız ile birbirimize daha çok kenetlendik. Hiç bir yerde bulamadığımız arkadaşlığı birbirimizde buluyoruz ve güveniyoruz. Bundan başka daha ne istenir ki… Drama terapiden evvel önceliklerim, hayat bakışım değişmişti. Drama terapiyle doğanın bir parçası olduğumu idrak ettim. Bunu nasıl yaptığımı aslında bilmiyorum. Doğanın başına ne gelirse sonunda benim de başıma gelecek sanıyorum ve ben bunu idrak ettim.” ‘‘Düşüncelerimin beynime sığmadığı hissine kapıldığım çok zamanlar oldu.’’ Ayşin Hanım “Ben de kanserle 8 yıl öncesi tanıştım. Geriye dönüp baktığımda öncelikle kendime güvenim arttı. Hayata ve dünyaya bakışımda değişti. İnsanın duvara çarpması bazen çok farklı sonuçlara da götürebiliyor. Öncelikle kendi önceliğinizi belirliyorsunuz. Ne yaparsanız gelecekte daha mutlu olursunuz bunu düşünüyorsunuz. Fedakarlıkların yeri değişiyor. Bu yer değişimlerini önce siz hazmedeceksiniz sonra çevreniz ki hayat bu şekilde devam edebilsin. Neolife drama terapisi bizim için bir imkandı. Her kurumda hastanede böyle bir uygulama yok. Daha önce tedavi olduğum hastanenin de kanser hastaları için yaptığı terapi çalışmalarında katıldığımda farkındalık anlamında çok şey öğrenmiştim. Şu an öğrendiklerimi,yaşadığım tecrübelerimi aramıza yeni katılacak hastalara aktarmak isterim. Bu görev misyon olarak verilmedi belki ama, olumlu

Ester-Neşe-Ayşin ve Diana hanımlarla söyleşiden... olarak kazandıklarımdan ve yaşam enerjimiden bir kişi bile fayda görecekse, aktarmak benim için çok büyük mutluluk. Zaman zaman karamsarlığa kapıldığınız anlar, tedavi sürecinde bedenen ve ruhen çok yorgun olduğunuz zamanlar oluyor. Drama terapiyle birlikte aslında bu işin asla bitmeyeceğinin de farkında varıyorsunuz. Bunun sonu yok. Ne kadar kendinize güveniniz farkındalığınız artarsa ve artı-eksi doğrularınız yer değiştirirse, daha iyi hissedeceksiniz. Ben öyle hissediyorum. Bundan dolayı herkesin drama terapisine katılmasını öneriyorum. El vermek inandırıcı ama doğru olmak kaydıyla... Bu çalışmalar beni çok etkiliyor. Örneğin yazı atölyesi çalışmalarımız da dramterapi kadar değerli. Yazı benim çok yapmak istediğim bir şeydi ve bu programın içinde olması sürpriz oldu. Düşüncelerimin beynime sığmadığı hissine kapıldığım çok zamanlar oldu. Yaşadıklarımızı duygularımızı yazarak ifade ettiğimizde eleştirilmekten korkmuyor olmak yazmak daha net ortaya koyabiliyorsun. ‘‘Kendimi daha enerjik hissediyorum.’’ Neşe Hanım Ben de duvara vurdum. Hastalığın başında çok kötü bir dönem yaşadım. Daha sonrasında meme destek

grubunda gerçekten farkındalığımız arttı. Hiç bir şey bilmiyormuşum. Gerek kendimle gerekse insanlarla ilgili, bunu farkettim. Dramaterapiye katıldığım için çok mutluyum. Farkındalığım çok daha arttı. Kendimi daha enerjik hissediyorum. Birilerine yardım eli uzatabilirsek, drama terapiden kazandıklarımızı anlatabilirsek, bu kazanımları daha çok davranışlarımızla ifade edebilirsek ve aldıklarımızı paylaşabilirsek mutluluğumuz büyüyecek. Bir şeyler aldık ve bunu paylaşacağız. ‘‘Her hastanede ve tedavinin içinde olması gerektiğinde düşünüyorum.’’ Diana Hanım 10 senelik bir hastalık geçmişim var ve belli aralıklarla iki kez yaşadım. O an belki anlamıyorsun ama daha sonra aslında olan biteni fark ediyorsunuz. Kendimi içe kapamıştım. Evden çıkmıyordum.Meme destek grubuna katıldım. Dramaterapiyi yapamam diye düşünüyordum. Ama bunun böyle olmadığını şimdi anladım. Drama terapisi içinde b böyle oldu.Önce yazı çalışmasında bir şey yazamam sanıyordum, başlayınca bir şeyler ortaya çıkıyor. Farkı çevremde ben de hissediyorum.Anlatamıyorum ancak yaşamak lazım. Her hastanede ve tedavinin içinde olması gerektiğinde düşünüyorum.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

47


Mana Uygur Kerem Muslugil

layıcı bir alan sunuyoruz aslında.... Şubat ayında sahneleyeciğiniz bir tiyatro oyunu var. Kısaca ondan da bahsedermisiniz? Drama terapiden bağımsız bir çalışma. Amaç güzel bir kapanış yapmak. Başka bir etkinlikte yapabilirdik ancak son üç yıldır yaptığımız gibi o bir tiyatro oyunu performansı ile kapatmak istedik. Biz en çok tiyatro oyununda görebiliriz. Müzikli konuların onkolojiden bağımsız bir tiyatro oyunu sahneliyoruz. Bu yıl sahneleyeceğimiz oyun komedi. ‘Feza galaksiler arası yaşam’ projesi. Kerem Muslugil’in yazdığı gerçek üstü müzikal son derece profesyonel seyirlik bir oyun. “Herkes dünyayı değiştirebilecek kadar güçlüdür...”

“DRAMA TERAPİNİN TEMELİNDE SPONTANLIK VAR...” MANA UYGUR Dışa vurumcu sanatlar terapisinin kollarından biri. Teknik olarak dansı, yazıyı resim çizgi herşey kullanılabilir. İyileşme algısıyla işe başlar ama iyileştirme hedefini birincil tutmaz. Hedef, kişinin kendi farkındalığını istediği ve izin verdiği kadarı ile yeniden yapılandırmaya çalışmasıdır. Örneğin ‘Çok mutsuz bir kişiyi mutlu edeceğim’, ya da hasta olan birine ‘Seni iyileştireceğim’ diyemez gibi…” Tek başına bir tedavi değil yardımcı destek tedavidir. Oyunculukla karıştırlmamalıdır. Bir performans değildir. Bu beklenmez. Bir beceri, yetenek sanat kabiliyeti aranmıyor. Öğrenme beklenmiyor. Dışa vurum yöntemi. Dışa vurum bir ihtiyaç herkes farklı bir yöntem seçebilir. Drama terapi de bunlardan biri. Drama terapi herkesin kendi düşüncesini yeniden kurmasına inşa etmesine yardımcı oluyoruz. Yeniden yapılanma süresince gerekli olanların kalması ile ilkel öz halimize dönmek aslında. Bu bir ihtiyaç aslında. Her şeyin bakımını yapıyoruz. Araçlarımızı, saçımızı, vs gibi... Drama terapi kendi içimize bakım yapmamızı sağlıyor. Spontan, çünkü bir sonraki an’da ne geleceğini biz de onlar da bilmiyor. Hayat içinde de bizi yıkan üzen olaylara çoğu zaman hazırlıksız yakalanıyoruz. Dolayısıyla reflekslerimiz de hazırlıksız oluyor. Burada da yeniden deneyimleme ve kurgulama drama terapi için anahtar, kilit sözcükler. Ye-

nideni de mümkün oldukça spontan yapmakta, grup içinde gerçek üstü gibi gözüken grup içi oyunların aslında gerçek olduğunu fark ediyoruz. Dramaterapi çalışması, 16 haftalık sistematik bir programdır. Kanser deneyimine ve grubumuzun özelliklerine göre planlanıyor. Bir grup maksimum 12 kişi olabiliyor. Grupları oluştururken öncelikle gruplarla ilgili bir ön değerlendirme yapıyoruz, daha sonra belli olan katılımcılarımızın dinamiklerine uygun özel bir süreç hazırlanıyor. Minimum 12 hafta ile başlanıyor. Hafta da 1 gün 2 saat çalışıyoruz. Terapi süresince başlamış bir gruba arada yeni kişileri almamayı tercih ediyoruz. Tedavi ekibi , hasta ve hasta yakının katıldığı bir başka çalışma grubu yok. İki şey var. Yoğun duyguların kontrollü ve güvenli bir şekilde dışa vurmasını sağlıyor olması ki biz bunun için aslında oyun dediğimiz şey güvenli bir laboratuar ortamı diyebilir belki. o ortamda üzüntümüz öfkemiz kızgınlığımız gücenmelerimiz neyse yaşadığımız duygu, oyun üzerinden çıkıyor v e bu da bir rahatlama sağlıyor.İkincisi kişiye istediği miktarda farkındalık kazanması.Burada bize hep soruyorlar bunun sonucunda bize bir değerlendirme yada yorum yapıyormusunuz Ala yapmıyoruz. Herkesi takip ediyoruz boş mu dolu mu görüyor. Önemli olan kişinin kendi ile ilgili algıladığı kısım olduğu için , dışarıdan birinin söylemesi yorum yapması kabul edilebilir bir şey değil. Yargılama , eleştiri, yorum yapılmayan güvenli, kucak-

48 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

YAZI ATÖLYESİ KEREM MUSLUGİL Yazı ya da yazarlık atölyesi dramaterapi içinde yer alan bir çalışma.Yola çıkarken bir hedefimiz vardı. Bu atölyede,unutulan yaşam deneyimlerini hatırlatmak... Bazen hayatın akışında,nahoş gelişmeler içinde nefes aldığımızı, yaşıyor olabildiğimizi bile unutuyoruz.Herkes dünyayı değiştirebilecek kadar güçlüdür, ama bazen bu gücümüzü unutabiliyoruz.Bu çalışmada o güçleri tekrar hatırlatmaya çalışıyoruz ve güçlerini bu çalışmada hatırlamaları bizi mutlu ediyor. Yazı atölyesinde 1-1.5 saatlik zaman diliminde belli konularda spontane olarak çalışılıyor. Eleştiri, düzeltme ve olumsuz değerlendirme yok.Bir süre sonra onlarda fark ediyorlar ki aslında günlük yaşamlarında söyledikleri,söyleyemedikleri ya da söylemeyi unuttukları yazıya dökülmüş. Bununla bir nevi aydınlama da yaşıyorlar. İşte asıl yazı ile yapmak istediğimiz karşılık rahatlamaları ve huzurlu olmaları.Yazar olmalarını beklemiyoruz ama yazabilir olmaları kendilerinde bir yaşam görüşü haline geliyor. Felsefi bakış açısı kazandırıyor.Yazarken bilinçaltında kendinizin bile farketmediği şeyler ortaya çıkıyor. Bu atölyede de çok güzel yazılar ortaya çıktı. Belki bu yazıları bir blog haline getirebiliriz.


SOSYAL SORUMLULUK

ONKOLOJİ HASTALARININ HAYATINA YENİ BİR PENCERE AÇILIYOR

O

nkoloji alanında uzman kadro ve ileri teknolojilerinin yanı sıra sosyal, kültürel ve sanatsal projeleriyle de adından söz ettiren Neolife Tıp Merkezi, kanser tanı veya tedavisi almış ebeveynlere yönelik olarak Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilen “Bağları Kuvvetlendiriyoruz/ Kanser Tedavisinde Aile İçi İletişim Programı”nın startını verdi.

Bu yıl İstanbul, Adana ve Eskişehir’de ücretsiz olarak uygulanacak program ile toplamda 100 aileye ulaşılması hedefleniyor. Neolife Tıp Merkezi, Washington Üniversitesi profesörlerinden Frances Marcus Lewis ile ekibi tarafından geliştirilen ve ABD, Orta ve Doğu Avrupa, Güney Amerika ile Japonya’da uygulanan “The Enhancing Connections (EC) Programme”ın (Bağları Kuvvetlendirme Programı) Türkiye ayağını gerçekleştirmek üzere düğmeye bastı. Projenin ilk bölümünde Lewis ve Ellen Zahlis, aileler için geliştirdikleri danışmanlık programını alandaki psikologlara tanıtmak ve uygulayabilir kılmak adına 17-18-19 Eylül 2014 tarihleri arasında 10 gönüllü uzman psikologla üç günlük

bir workshop yaptı. Bu eğitimin ardından 10 uzman psikolog İstanbul, Adana ve Eskişehir’de kanser tanı/tedavisi almış ve 5-18 yaş grubunda çocukları bulunan toplam 100 ebeveyne 10 hafta sürecek 5 seanslık danışmanlık hizmeti vermek üzere yola çıkıyor. ‘İLETİŞİM HAYATI KOLAYLAŞTIRIYOR’ Programın amaçları şöyle sıralanıyor: • Kanserle mücadelede, aile bağlarını ve çocukları psikososyal olarak desteklemek ve korumak, • Tedavi sürecinin ebeveyn ve çocuk için psiko-sosyal bakımdan daha konforlu geçmesini sağlamak • Hastalık sonrası, bu travmatik yaşantıya dair kalıntıların en aza indirgenmesini sağlamak • Aile bütünlüğünün korunması ve desteklenmesi, • Ebeveynlerin çocuklarını doğru anlamaları ve uygun müdahalelerde bulunmalarının sağlanması, • Aile için kalıcı iletişim becerilerinin kazandırılması. Programın çocuklar üzerinde ciddi faydalar sağladığını belirten uzmanlar, çocukların hastalığı internetten araştırıp

zihinlerinde kötü senaryolar yaratabileceğine dikkat çekerek “Çocuk, artık onunla daha az oynandığını, daha az konuşulduğunu, daha az vakit geçirildiğini, ilgilenildiğini fark eder. Hastalığın kendisi yüzünden olduğunu düşünebilir, hatta anne/babaları tarafından sevilmediklerini zannedebilirler” uyarısı yapıyor. Amerika’da 6 eyalette uygulanmış, bilimsel olarak ebeveyn ve çocuklarda kısa ve uzun vadede anksiyete ve depresyonu azalttığı kanıtlanan program, tüm aile bireylerinin hastalıkla baş etme becerilerini olumlu yönde etkilediği gibi, çocukların davranışsal ve duygusal işlevselliğini arttırarak hastalıkla başa çıkmasını da kolaylaştırıyor. ‘Zor sorular’ın yanıtları... Program kapsamında kanser tanı ve/ veya tedavisi alan ailelerin “Hastalığı çocuğuma nasıl anlatmalıyım, ne kadar anlatmalıyım; çocuğum beni gördüğünde neler yaşıyor, çocuğumun sorduğu sorulara nasıl cevap vereceğim” gibi yanıtlanması güç sorularına uygun cevaplar bulması, hastalıkla ilgili anne-babanın çocuklarıyla uygun iletişimi kurabilmesi, karşılıklı olarak birbirlerini anlayıp, birbirlerine en iyi şekilde destek olabilmeleri için bir dizi danışmanlık hizmeti veriliyor. Projenin önümüzdeki yıllarda da devam ettirilmesi hedefleniyor.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

49


SEKTÖR’DEN

DAHA SAĞLIKLI TÜRKİYE İÇİN YENİLİKÇİ ÇÖZÜMLERİ

BİRLİKTE GELİŞTİRİYORUZ Johnson & Johnson ilaç grubu Janssen Türkiye’de 15. yılını kutluyor. İnovasyona odaklı olan şirket, bu alanda yaptığı yatırımlar ile dikkat çekiyor. Janssen, özellikle son yıllarda Asya-Pasifik ve Avrupa’ da kurdukları inovasyon merkezlerinin yanı sıra ilaç sektörü dışında medikal cihaz ve tüketici ürünlerine de odaklanıyor. Araştırma şirketleri ve büyük biyoteknoloji şirketleriyle iş birliği içinde olan Janssen, global araştırma platformlarına da sahip. Janssen Türkiye’de 230 çalışanı ile faaliyet göstermektedir. Janssen Türkiye’nin 15. yılında Genel Müdür Asgar Rangoonwala, İnsan Kaynakları Direktörü Demet Akman, Medikal Direktör Dr. Yeşim Uğur ve Kurumsal İlişkiler Direktörü Dr. Fatih Sarıöz geçmişten bugüne Jannsen’i, faaliyetlerini, yeni ilaçlar ve projelerini anlattı.

ÖNCELİKLERİMİZ;

Hastalarımız, Çalışanlarımız ve Kalite Asgar RANGOONWALA Sağlık sektöründe global önceliklerin başında sağılığa erişim gelmektedir. Gelişmiş pazarlarda; Amerika, Fransa, Almanya gibi ülkelerde sağlığa erişim büyük bir sorun değil ama diğer gelişmekte ve gelişmemiş ülkelerde hastaların yeterli sağlık hizmetlerine erişimi çok düşük seviyelerde. Türkiye’ye baktığımızda bazı bölgelerde hastaların hastaneye erişiminin çok zor olduğunu biliyoruz. Bu nedenle hükümetle iş birliği yapmak ve hastaların sağlık hizmetlerine erişimlerini sağlamayı istiyoruz. Janssen olarak üç önceliğimiz var birincisi her zaman hastalarımızdır. İkinci önceliğimiz çalışanlarımız ve çalışanlarımızın gelişimi, kalkınması, çalıştıkları ortam bizim için çok önemlidir. Üçüncü önceliğimiz ise kalite. Biz mümkün olan en iyi kaliteyi sunmaya çalışıyoruz. Andımız, vizyonumuz bizim yol göstericimizdir.

“Çözümlere ve İnovatif Ürünlere Odaklanmış Bir Şirketiz’’ Diğer bir öncelik ise inovasyon. İnovasyon mutlaka hastalara, tüketicilere katma bir değer kazandırmalı. Bu bizim önemli bir ilkemizdir. Bu önceliklere ilave olarak entegre bakıma inanıyoruz. Johnson & Johnson’ın hastalıktan koruma programları ve aşı programı bulunmaktadır. Satın aldığımız şirketlerle aşı platformları oluşturmaya çalıştık. Örneğin diyabetten korunma üzerine çalışmalar yapıyoruz.Çünkü sağlıklı yaşam tarzı sayesinde komplikasyonları engelleyebileceğimizi biliyoruz. “Enerjimizi 5 alana odaklıyoruz” Merkezi Sinir Sistemi, Onkoloji, Bulaşıcı Hastalıklar, İmmünoloji ve Metabolizma alanına odaklanıyoruz. Dr. Paul Jannsen’in başlatmış olduğu, MSS’de özelikle şizofreni tedavisinde çok önemli bir mirasımız var. Hepatit C de hastaları iyileştiren tam kürle tedavi sağladık. HIV de çalışmalarımız var. Güçlü olduğumuz alanlara odaklanmak bizim başarı faktörümüz. Şu an devrede ebola ile mücadelemiz var. Tüm çalışmalarımızı bu alanlarda yapıyoruz ve bu alanlarda dünyanın en iyileriyle çalışıyoruz. Eğer siz en iyi iseniz en iyiler de sizinle çalışmak istiyor. Hem araştırmacılar hem enstitüler daha kariyerlerinin başlarında bizimle çalışmak istiyor, bu başarılara ortak olmak istiyorlar. Dr. Yeşim UĞUR Hepatit C bizim için önemli tedavi alanlarımızdan biri. Ürünümüzün etkisi %90. Bu olumlu gelişmenin ardından hastaları olumlu yönde etkileyecek değişimleri ve gelişmeleri gördük. Bu tedavi alanında önemli bir adımdı. İnanıyorum ki yeni gelişmeler ile birlikte dahi iyi noktalara gelinecektir. Hepatit C bir çok ilacı birleştirmeniz gereken bir tedavi alanı, bizim ürünümüz de bu tedavi kombinasyonuna dahil edildiğin-

50 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

de % 80 -% 90’ a ulaşan olumlu sonuç alınabilir. Bu hepatit C tedavisi için çok önemli bir gelişmedir. Yeni moleküller üzerinde çalışıyoruz. Çığır aşan moleküllerimiz çok yakında gelecek. Hematolojide, onkolojide ve psikiyatride .Örneğin; şizofrenide şu an ayda bir olarak kullanılan cilt altına uygulanan bir ilacımızın 3 aylık olanı üzerinde çalışılıyor. Majör depresyonda kullanılan esketamine nazal sprey olarak geliştiriliyor. Türkiye’de klinik çalışmalarımıza başlayacağız görüşmelere devam ediyoruz. Yenlikçi ilaçlardan da zaman içinde ruhsat beklediklerimiz var. Hematoloji alanında kan kanserlerinin tedavisinde kullanılacak bir ilacımız var. Türkiye’de klinik çalışmaları devam ederken, Türk Eczacılar Birliği üzerinden de hekimlerimiz Sağlık Bakanlığı’ndan hastaları için talep edebiliyorlar. Onkolojide 2013’de tedaviye sunduğumuz prostat kanseri ile ilgili bir ilacımız var. Kanser hastalarında tedavide kür yok. Amaç yaşamlarını uzatmak ve bu süreyi de kaliteli geçirmelerini sağlamak. Prostat kanserinde tedaviye sunduğumuz molekülümüz, son evreye gelmiş başka bir tedavi şansı olmayan hastalara ciddi anlamda bir yaşam şansı verdi. Yine prostat kanserinde gelecek olan daha erken evrede kullanılacak ve hali hazırda klinik çalışmaları devam eden moleküllerimiz var. Psikiyatri alanında gelecek olan oldukça yenilikçi ve çığır açan molekülün klinik çalışmaları devam ediyor. Türkiye’de bu moleküle ile ilgili görüşmelerimiz devam ediyor ve yakın zamanda çalışmalarını başlatıyor olacağız. “Yenilikçi ilaçlarda en büyük sorun hastaların ilaca ulaşımı” Klinik araştırmalar Türkiye’de araştırmacıların sorumluluğunda olan bir konu. Bu klinik araştırmalara tedavi almamış, uygun hastaların dahil olması gerekiyor. Türkiye tedavi almamış has-


Demet Akman, Asgar Rangoonwala, Dr. Yeşim Uğur ve Dr. Fatih Sarıöz taların bulunduğu önemli bir ülke. Çok iyi kliniklerimiz, iyi klinik uygulamaları bilen medikal uzmanlarımız,iyi araştırmacılarımız var. Bütün bunları iyi molekülle birleştirirseniz Türkiye çok ileriye gidecektir. Hepimizin amacı hastalarımızı en hızlı tedaviye ulaştırmak. Klinik araştırmaların ne kadar önemli olduğunu toplumumuza anlatamadığımız ciddi bir durum. Türkiye klinik araştırmalar için çok iyi bir ülke. AIFD’ nin bünyesinde bulunan çalışma grubu toplumu bilgilendirmek için çalışmalar yapıyor. Hastalar klinik araştırmaları iyi bir fırsat olarak görmeleri lazım. Ne yazık ki Türkiye’de klinik araştırmalar hastalar katılmıyor. İki konu çok önemli; klinik araştırmalar sonucundaki inovatif ilaçlar ve hastaların bu ilaçlara erişimi. Bu araştırmaların ülkeye erken girişi, ruhsatlandırma her daim uzun zaman alan bir süreç. Ancak bu süreçleri hızlandıracak ve hayat kurtarmaya yönelik kritik ilaçların önceliğine ilişkin yeni politikalar da var. Sektör, hükümet çalışıyor ve bizim gidecek daha çok yolumuz var. Sağlık Bakanlığı’nın da konu desteklediğiniz biliyoruz. “Toplum Ruh Sağlığı Merkezlerini önemsiyor ve destekliyoruz” Dr. Fatih SARIÖZ Hatırlarsanız daha önceki dönemlerde hastane odaklı bir psikiyatri tedavi sistemimiz vardı. Gelişmiş ülkelerde ise kriz dönemi hariç hastalar yaşadıkları yere yakın merkezlerde tedavi ediliyor.

Türkiye gelişen bir ülke ve 4-5 yıldır toplum ruh sağlığı merkezlerimiz var. Bu merkezlerde idame ve takip hastalarının hastaneye gitmeden günlerinin belli bir bölümlerini geçirerek, uyum programı ile hastaların kliniklere gitmesinden çok, bu merkezlerde sosyalleşmeleri ve tedavilerinin devam etmesi sağlanıyor. Şu an 80 civarında toplum ruh sağlığı merkezi var. Hükümet ülke çapında 200’e yakın merkez açmayı hedefliyor. 2006’dan beri bu merkezlerin açılması ve geliştirilmesi yönünde hükümet ile işbirliği içindeyiz ve çalışmaya devam ediyoruz. Toplum ruh sağlığı merkezlerine sahip olmak zorundayız. Çünkü psikoloji alanında gidilebilecek doğru yol bu.

TEDAVİ İŞ BİRLİKTELİĞİ PROGRAMI Dr. Yeşim UĞUR Tedavi devamlılığı tüm kronik hastalıklar için problem. Tedavi devamlılığını sağlayamadığınızda komplikasyonlardan ya hastayı kaybediyorsunuz, ya da komplike sorunlarla yaşamına devam ediyor. Psikiyatride tedavi devamlılığı anlamında 2007‘den beri yürütmekte olduğumuz şizofreni tedavisinde sadece ilaç değil bütünsel bir bakış açısıyla tedavi iş birliği içindeyiz. Şizofrenide damgalanma çok önemli bir konu. Tedaviyi etkiliyor ve biz buna önem veriyoruz. Bu işbirliği farklı paydaşlarımızla dernekler, hekimler ve sağlık yetkilileri-

nin dahil olduğu bütünsel bir program çerçevesinde yürütülüyor. Programı talep eden merkezlerin hastalara ulaşmalarını sağlamak için bir sistem kuruluyor. Bu sistemle gerek tedavi gerekse randevu gibi önemli hatırlatmalar yapılıyor. Önemli bir program ve Janssen olarak desteklemekteyiz. Asgar RANGOONWALA Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri sayesinde hastalarının %40’ıoranında, ikinci defa psikiyatriste gitmediğini gördük. Bulundukları yerlerde aile hekimlerine gidiyorlar ancak şizofreni böyle tedavi edilemez. evde oturan, hastaneye, psikiyatriste erişimi olmayan hastaların bu merkezlere gidip gereken tedaviyi alabileceklerini onlara göstermemiz gerekiyor. Johnson & Johnson ve Janssen olarak Türkiye’de sadece ürün tedarik etmek bizim için yeterli değil, daha fazlasını yapmak istiyoruz. Bütün paydaşlarla iş birliği içinde kalarak, destekleyerek daha sağlıklı bir Türkiye için hizmet edeceğiz.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

51


GÜNCEL SAĞLIK

HALA BÜYÜK BİR SAĞLIK SORUNU

Tüberküloz yani verem, insanlığın en eski ve en çok öldüren hastalıklarından. Günümüzde tedavisi mümkün ve ucuz olmasına rağmen, hala dünyada büyük bir sağlık sorunu. Türk Toraks Derneği adına, 68. Verem Savaşı ve Propaganda Haftası dolayısıyla açıklama yapan Türk Toraks Derneği Tüberküloz Çalışma Grubu Başkanı Doç. Dr. Tülin Sevim, tüberkülozu(verem), insanlığın en eski, en çok öldüren hastalıklarından biri olarak tanımladı. Veremin tedavisinin günümüzde mümkün ve ucuz, ancak buna rağmen hala dünyada büyük bir sağlık sorunu. Tüberküloz mikrobu (basili) hava yolu ile hasta kişiden sağlıklı kişiye bulaşır. Öksürük, hastalığın yayılmasında önemlidir. Basil bulaştıktan sonra aylar içinde hastalanma olabileceği gibi yıllar sonra da hastalanma olabilir. En çok akciğerleri tutan hastalık tüm organlarda görülebilir. Tedavisi en az 6 ay sürer ve tümüyle iyileşir. Tedavi ile kısa sürede bulaştırıcılık sona erer. Bu nedenle düzenli ilaç kullanan hasta bulaştırıcı değildir. Tedavisiz kalan ya da düzensiz tedavi alan hastaların bulaştırıcılığı sürer, hastalık ilerler ve ölümlere neden olabilir. Dünya Sağlık Örgütü 2013 yılında dünya genelinde 9 milyon yeni tüberküloz hastasının ortaya çıktığını hesapladı ve bunlardan 1,5 milyonu kaybedildi. Günümüzde hala her gün 4.100 kişi verem hastalığından ölmeye devam etmektedir. Veremin kontrol altına alınamamasının en önemli nedenleri arasında yoksulluk, sağlık personeli sayısının yetersiz oluşu gibi önemli yapısal sorunlar nedeniyle hastalara tanı konulamaması, ilaç yokluğu, yetersiz tedaviler ve ilaç

direnci. Uygun olmayan tedaviler, ilaçların düzensiz kullanılması gibi durumlar tüberküloz mikrobunun ilaçlara karşı direnç geliştirmesine neden olur. Tüberkülozda ilaç direnci, tedaviyi zorlaştırır; yan etkileri fazla, daha pahalı, çok sayıda ilaçla 2 yıl tedaviyi gerektirir. Bu hastalarda kullanılan tedavi rejimlerinin başarı oranı düşüktür. Umut verici bir gelişme olarak iki yeni verem ilacı bulunmuştur. Yeni tedavi rejimleri araştırılmaktadır. Ancak yine de dirençli tüberküloz sorunu önemini korumaktadır. Her yıl dünya genelinde 480.000 yeni çok ilaca dirençli tüberküloz hastası ortaya çıkmaktadır. Bu hastaların 210.000’i ölmektedir. TÜRKİYE’DE VEREM GÖRÜLME SIKLIĞINDA DÜŞÜŞ VAR Ülkemizde verem savaşı dispanserleri ücretsiz çalışmaktadır. Tüberküloz hastalarının hastanede ya da ayakta tetkikleri, tedavileri ve diğer tıbbi hizmetleri ücretsiz yapılmaktadır. Tüm tüberküloz hastalarına ilaçları da ücretsiz olarak verilmektedir. Türkiye’de 2013 yılında 13.409 verem hastasına tanı konulmuştur. Bu rakam, yüzbin nüfusta 17,5 olgu hızına karşılık gelmektedir. Tanı konulan ÇİD-TB sayısı ise 228’dir. 2005 yılında 20.535 tüberküloz hastasına tanı konulurken, 2013 yılında 13.409 hastaya tanı konulması gösteriyor ki, 8 yılda hasta sayısında anlamlı bir düşüş yaşanmıştır. Bu 8 yılda nüfus artışı da olduğu dikkate alınırsa, verem savaşının başarılı olduğu görülmektedir. Bu başarıda yüksek olgu bulma hızı, %90’ları geçen tedavi başarı oranları, temaslı muayenesi ve koruyucu tedavi uygulamaları ile verem savaşı dispanserlerinin rolü büyüktür. Bu başarının devamlılığının sağlanabilmesi için verem savaşı dispanserleri güçlendirilmeli, bu

52 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

kurumlardaki sağlık çalışanları desteklenmeli ve aile hekimleri de hasta takibinde gerekli rolü üstlenmelidir. HASTALAR TOPLUMDAN DIŞLANMAMALIDIR Tedavisine başlanan ve düzenli ilaç kullanan tüberküloz hastalarında bulaştırıcılık hızla azalıyor ve kısa süre sonra da ortadan kalkıyor.Bu hastalar artık toplum için bir risk oluşturmamakta.Toplumun tüm kesimleri bu konuda eğitilmeli ve tüberküloz hastalarının damgalanması, toplumdan dışlanması, işlerini, sosyal statülerini kaybetmeleri önlenmelidir. VEREM SAVAŞINDA TEK BAŞINA İLAÇ TEDAVİSİ İLE BAŞARILI OLMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR. Hastaların maddi ve sosyal ihtiyaçları da karşılanmalıdır. Ülkemizde tüberküloz hastalarının gerek hastane ulaşımları, gerekse günlük yaşamlarını idame ettirebilmeleri için gereken maddi, sosyal ve diğer desteklerin sağlanmasında eksiklikler vardır. Hastaların bu ihtiyaçlarının sağlanması, verem savaşının başarısı için gereklidir. Bu sayede, tedaviyi terk eden hastaların tedavisinin sürdürülmesi sağlanabilir. Yine bu sayede verem hastalığına yakalanmış kişinin ve ailesinin, bu nedenle acı çekmesi önlenmiş olur. Türk Toraks Derneği, göğüs hastalıkları uzmanlık derneği olarak verem savaşı hizmetlerine tanı ve tedavi sunan hekimlere ve Sağlık Bakanlığı’na eğitim, araştırma ve bilimsel destek anlamında yardımcı olmayı sürdürmektedir. Dünya Sağlık Örgütü, 2015 yılı ve sonrası için yeni bir tüberküloz kontrol stratejisi geliştirdi ve Dünya Sağlık Asamblesinde kabul edildi.


GÜNCEL

ÖLÜM NEDENİ ‘SİGARA!’ “ESRAR VE EROİNDEN 8 KAT FAZLA BAĞIMLILIK YAPIYOR” 4 binden fazla kimyasal maddeyi içinde barındıran sigara nedeniyle her yıl 4.5 milyon insan yaşama veda ediyor. 30 yıl içinde ise bu rakamın 10 milyona çıkması bekleniyor. Amerika’da sigara içenlerin sayısı yüzde 30 azalırken, Türkiye’de yüzde 80 arttı. Deneyen her üç gençten biri bağımlı hale geliyor. Tütünün esrar ve eroinden 8 kat daha fazla bağımlılık yaptığını belirten Medical Park Tarsus Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. K. Adnan Usalan, sigara hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı. “SİGARA TİRYAKİLİĞİ, EN ÖLDÜRÜCÜ TOPLUMSAL ZEHİRLENME OLAYIDIR” Vücut için zehirli, tahriş edici, kanser yapıcı ve kanserin ortaya çıkmasını kolaylaştırıcı sigara, 4 binden fazla kimyasal maddeyi içinde barındırıyor. Bunlardan en az 81 tanesinin doğrudan kansere neden olduğu ispatlandı. İnsanları sigaraya bağımlı hale getiren nikotin, kalp atışlarını hızlandırmasının yanı sıra tansiyonu yükseltir ve kanın pıhtılaşma riskini arttırır. Dumanındaki karbon monoksit gazı ise kanın oksijen taşıma kapasitesini azaltır. Dokular yeterince oksijen alamadığından da egzersizde çabuk yorulma ortaya çıkar. Erkeklerde tüm kansere bağlı ölümlerin yüzde 50'sinin, kadınlarda ise yüzde 35'inin nedeni sigaradır. Akciğer kanserine bağlı ölümlerin yüzde 90’ının sebebidir. Bunun dışında da ağız, dil, dudak, gırtlak, yemek borusu, pankreas, mesane, böbrek, prostat ve rahim ağzı kanseri riskini de 30 kat arttırıyor. Sigara içmek bir hastalık olarak görülmeli ve bu durum tedavi edilmeli. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre her yıl yaklaşık 4.5 milyon insan sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle ölüyor. 20-30 yıl sonra bu sayının 10 milyona ulaşması öngörülüyor. Bu ölümlerin de yaklaşık 7 milyonunun azgelişmiş ve gelişmekte

olan ülkelerde olacağı tahmin ediliyor. Tütün, esrar ve eroinden 8 kat daha fazla bağımlılık yapıyor. Sigaraya başlama yaşının 11’e düştüğü günümüzde, sigarayı deneyen her üç gençten biri bağımlı hale geliyor. KALP KRİZİ RİSKİ 10 KAT FAZLA Sigara içenlerin kanserden ölüm oranı, içmeyenlerinkine oranla 15 ile 25 kat fazla. Sigara içmeyen ancak dumanına maruz kalanlarda ise akciğer kanseri riski 3 kat artıyor. Kronik bronşit ve amfizem gibi nefes darlığı yapan akciğer hastalıklarının en önde gelen sebebi olmasının yanı sıra sigara içenlerin kalp krizi geçirme riski 10 kat daha fazladır. Kan dolaşımı ve damarlar üzerine etkileri nedeniyle beyin damar hastalıkları ve felç riskini arttırır, bacak gangrenine ne-

Dr. K. Adnan Usalan Medical Park Tarsus Hastanesi Türkiye’de yüzde 80 arttı. 17 milyon sigara içenin bulunduğu ülkemizde her yıl 70 ile 100 bin arası ölüm sigaraya bağlı nedenlerden dolayı yaşanıyor. Bu da günde ortalama 200-250 ölüm anlamına geliyor. Sadece bir sigara içildiğinde, ortalama 10 saniye gibi kısa bir sürede yanaktan emilen nikotin, beyne ulaşıyor ve eroin, kokain gibi maddelerin etkilediği merkezi uyararak bazı hormonların salınmasına neden oluyor. Bu da zevk alma, gevşeme, sakinleşme, konsantrasyon artışı gibi değişikliklerin ortaya çıkmasını sağlıyor. Ödül gibi gelen bu değişikliklerin devam etmesi için vücudunuz daha çok nikotin istemeye başlıyor. Bu nedenle içilen sigaranın sayısı da giderek artıyor. İÇENLERİN YÜZDE 70’İ BIRAKMAK İSTİYOR

den olur. Sigara içen kadınlarda; düşük yapma, erken doğum, düşük ağırlıklı bebek doğurma, kısırlık, doğum kontrol hapı kullanan grupta ise kalp krizi geçirme riski yüksektir. Erkeklerde kısırlık ve iktidarsızlığa neden olurken ülser riskini arttırır. Öte yandan ciltte kuruma, sedef hastalığı, gözde katarakt ortaya çıkmasını da kolaylaştırır. TÜRKİYE’DE TÜKETİMİ YÜZDE 80 ARTTI Son 20 yıla baktığımız zaman sigara tüketimi Amerika’da yüzde 30 azalırken,

Sigara içenlerin yüzde 70’i sigarayı bırakmak istese de nikotin, psikolojik bağımlılığın yanı sıra fiziksel bağımlılık da yapıyor. Yaklaşık üç hafta süren bırakma sürecinde huzursuzluk, uykusuzluk, bazen uykuya eğilim, sinirlenme, aşırı tepki verme, kabızlık, konsantrasyon güçlüğü gibi sorunlar yaşanabiliyor. Bu dönem aynı zamanda sigara içme isteğinin en yoğun olduğu dönemdir ve genellikle kişi en çok bu dönemde zorlandığı için sigaraya yeniden başlayabiliyor. Ayrıca bu sık tekrarlanan sigara içme eylemi, günlük hayattaki çay, kahve, yemek sonrası, eğlence, arkadaş ortamı gibi birçok faaliyeti ile ilişkilendiriliyor. Dolayısıyla sigarayı bırakmaya çalışırken günlük hayattaki bazı şeyler, kişiye sigarayı hatırlatarak istek uyandırabiliyor. Bu nedenle sigarayı bırakacak kişinin bu sorunları tanıması ve nasıl çözeceğini öğrenmesi gerekiyor.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015 53


RÖPORTAJ 9 ŞUBAT DÜNYA SİGARA BIRAKMA GÜ NÜ “Sigara içmenin bir alışka nlık olduğu ve alışkanlıkların değiştiril mesinin zor olduğuna inanmamız konusunda beynimiz yıkanmıştır. Bu aldatmacaların gücünü hafife almamam ız ve etkilerinin farkında olmamız gerekir. Hepimiz uyuşturucudan bu denli korkarken bağımlılık yar atan bir numaralı uyuşturucunun esiri olm amız ne büyük bir çelişki!.. İyi haber şu ki: bu hayattan keyif alabilmeniz için bu kanser çubuklarını ağzınıza sokmak zorunda değilsiniz! ’’

9 Şubat Dünya Sigara Bırakma Günü. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre her yıl yaklaşık 4.5 milyon insan sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle ölüyor. Kanser başta olmak üzere kronik hastalıklarında sebeplerinden biri olan sigara bağımlılığı zararları saymakla bitmiyor. Ancak bir grup var ki, çok istese de bırakamıyor. Ya da bırakmak için büyük çaba harcıyor. Bağımlılar çeşitli bahanelerin ardında aslında yaşamları boyunca bu soruların cevaplarını bulmaya çalışıp, duruyor. Bırakanlar ise bunun ‘beyinde’ bittiğini söylüyor.

sonrasında bir daha da hiç içmedim. O güne kadar hiç bırakamamış biri olarak o kadar kolay bıraktım ki, eğitmenliği bırakıp Allen Carr terapisti olmaya karar verdim. İşin ilginç yanı çok sigara içen ve hiç bırakamamış eşim de, Berlin’de bir Allen Carr semineriyle bıraktı. Sonra birlikte Allen Carr Türkiye’yi kurduk 2004’ün başında.

Nikotin bağımlılık mı alışkanlık mı? Bırakamayanlar iradesiz mi? Herkes bırakabilir mi?... sorularımın yanıtı kısa ve öz oldu aslında. ‘‘Evet “küt” diye bırakırsınız, ben bu metotla bıraktım’’ dedi. Emre Üstünuçar ile,düşündürücü, sorgulayıcı, bir o kadar da keyifli sohbette,sigara bırakamamayı ve Allen Carr’ı konuştuk .

- Ne yapıyoruz dan çok aslında ne yapmıyoruz kısmını anlatmak lazım gibi geliyor bana. Mesela kimseye zekasına hakaret eder gibi sigaranın zararlarını anlatmıyoruz. İçersen ölürsün, kanser olursun demek bu bağımlılıkta hiçbir işe yaramıyor. Nasıl yan etkileri olabileceğini bilmediğimiz hiç bir makine, araç, ilaç kullanmıyoruz, çünkü sigaranın % 90-95 psikolojik bir bağımlılık olduğunu çok iyi biliyoruz. Aslında nikotin bağımlılığı sigara sorunun çok küçük bir kısmıdır. En önemlisi “sorunun ne olduğunu” tespit etmektir. Allen Carr yöntemi asıl sorun olan bu psikolojik bağımlılığı bitiren tek yöntemdir. Hani halk arasında ‘bu iş kafada biter’ denir ya. Ama kimse kafada nasıl bittiğini bilmez ya, işte biz içenlere bu işi kafada bitirmenin kalıcı yolunu öğretiriz. Bu yüzden de 32 yıldır insanları sigaradan kurtaran tek ve en tecrübeli yöntemiz.

Küt diye! Bu kadar kolay mı ? - Neden zor olsun ki? Doğru yöntemle bırakınca sigara içmeyen bir insan olmanın ne kadar harika olduğunu ilk andan itibaren anlayacaksınız. Birden diğer bağımlıları sigara içmemenin ne kadar mükemmel olduğuna ve sigarayı bırakmanın ne kadar kolay olduğuna ikna edememek sizi şaşırtacak. Siz nasıl bıraktınız? - Allen Carr’in adını çok sigara içen ama bir seminerle çok kolay bırakan iki Alman arkadaşımdan duydum. Genelde sigarayı bırakmalarına alışkınım ama bıraktıktan sonra “mutlu” olmalarına alışkın değildim. Eğitmen ve sigara içen biri olmanın merakıyla Londra’daki seminere katıldım. Çıktım,

Sigarayı bırakmak isteyen bir kişi kapıdan girdikten sonra “bırakana kadar” neler yaşıyor? Sigaranın zararlarını mı anlatıyorsunuz ? Ne yapıyorsunuz?

Semineri kimler veriyor? - Katılımcılar, seminer boyunca eskiden sigara içicisi olan ve Allen Carr ile sigaradan kurtulmuş ve ortalama 1 senelik yoğun bir eğitimden geçmiş bir terapistle çalışıyor. Terapist de eski

54 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

bir içici olduğu için sigara içenlerin neler hissettiklerini çok iyi biliyor. Ayrıca seminere katılan herkesten yanlarında sigara getirmelerini istiyoruz. Çünkü seminer boyunca 40-50 dakika da bir sigara molaları veriyoruz. Bu yöntem için çok özel bir durum. Zaten seminer boyunca sigara ile ilgili tüm sorularına yanıt buluyorlar ve terapistlerinin yönlendirmesi ile son sigara törenlerini yapıyorlar. Son olarak bir derin rahatlama seansı yapılır. 15-20 dakika süren çok etkili bir bölümdür. Günün özetini bilinçaltına yerleştiren özel bir bölüm. Şu kafada biter sözünü anlayamıyorum.Biraz daha açarmısınız,yöntemin ‘püf noktası’ nedir? - Sigara içenlere neden sigara içmemeleri gerektiğini değil, nasıl kurtulacaklarını gösteriyorum. Sigarasız hayat için çok güçlü ve donanımlı olmalarını sağlıyorum. “Bu işi kafada bitirmenin” ne demek olduğunu ve nasıl yapıldığını anlatıyorum, asla zararlarından bahsetmeden, korkutmaya çalışmadan, ya da iğrendirme taktiklerine başvurmadan. En güzeli ise irade gücü kullanmak zorunda kalmadan kurtulmalarını sağlıyorum. Yöntemin başarı oranı nedir ? - 30 yıldır dünyada 12 milyon tiryakiyi kurtarmış olan dünyanın en tecrübeli ve başarılı sigara bırakma yöntemiyiz. Bu kadar tecrübeliyiz diye bizden %90-95 gibi başarı oranı beklemeyin. Çünkü bu başarı oranı kesinlikle imkansızdır. Kanser çubuğundan kurtulmak için mücadele eden kimseyi kandıramam, kandırmayalım! Allen Carr yöntemiyle ilgili yapılmış bağımsız araştırmalar var. Birinci yılın sonunda


12 ay sonraki başarı oranının % 62 ile % 78 arasında değiştiğini gösterir. Kişinin kendi kendine bırakmadaki başarı oranı % 2-3. Yani kendi kendine bırakmak yerine allen carr yöntemiyle bırakırsa başarı oranı 30-40 katına çıkar. Bıraktıktan sonra tekrar başlarsa ? - Bıraktıktan sonra tekrar başlarsa da katılabileceği 3 saat süren iki destek seminerimiz var. Tüm bu seansları almasına rağmen hala içmeye devam ediyorsa ücretinin tamamını da iade alabilir ayrıca. Yani kaybedecekleri hiçbir şey yok ama kazanacakları çok şey var. Ücret iade garantimizin şartlarını da bizi aradıkları zaman kendileriyle paylaşıyoruz. Sigara yüzünden sosyal ilişkileri bozulanlar var. İçmeyenlerin bulunduğu ortamlara eleştiri yüzünden gitmeyenler, eş-dost toplantılarına katılmayanlar, kapalı alanlara gitmeyenler var. Sigara sağlık başta olmak üzere maddi – manevi yaşamı da etkliyor. - Evet. Toplumun insana yaşam boyu cüzzamlı bir hasta olarak bakmasına, daha da kötüsü gerçekte akıllı ve mantıklı olan bir kişinin ömür boyu aşağılanmasına yol açan etken sigaradır. İnsan farkında olmadan sigara paketinin üzerine ufacık yazılmış uyarıyı okuduğunda, nefes darlığı çektiğinde, göğsünde bir ağrı olduğunda, sigara içmeyenlerden oluşan bir grubun içinde bulunduğunda ya da kansere veya ağız kokusuna karşı bir kampanya sırasında kendisini yine aşağılanmış hisseder. Genellikle bırakamama bahaneleri neler oluyor? - Bazısı sigaranın eksikliğini şiddetli bir şekilde duymaktan korkar. Aslında nikotin eksikliğinin yarattığı özlem duygusu o kadar hafiftir ki birçok tiryaki uyuşturucu bağımlısı olduğunu fark etmeden yaşayıp ölür. Bazısı sigaranın çok eğlenceli olduğunu söyler. Bu doğru değildir. Sigara pis ve iğrenç bir şeydir. Sigarayı yalnızca zevk için içtiğini sanan bir tiryakiye sigarası bittiğinde içtiği marka yoksa onun yerine hiç sevmediği bir markayı içip içmeyeceğini sorun. Sigara tiryakileri hiçbir şey içmemektense en nefret ettikleri markayı bile “keyifle” içerler. Bunun keyifle bir ilgisi yoktur. İnsanlar dondurma yemekten zevk alırlar ama

hiçbir zaman günde yirmi tane dondurma yeme gereksinimi duymayız. “Herkesin önünde bir emzik emmek zorunda olsak utancımızdan ölürdük.” - Hayatta zevk aldığımız başka şeyleri yapmadığımız zaman çaresizlik içinde kıvranmayız. Bazısı sigara içme nedenlerini psikolojinin derinliğine inip, “Freudyen sendromlarda” veya “anne kucağındaki bebek” dönemlerde arar. Aslında durum tam tersidir. Sigara içmeye başlamamızın asıl nedeni yetişkin ve olgun olduğumuzu göstermek istememizdir. Herkesin önünde bir emzik emmek zorunda olsak utancımızdan ölürdük. Kansere yol açan katranı ciğerlere doldurmak ise çok daha saçmadır. “Bahaneler bahaneler…” Bazısı, “El alışkanlığı” der. Öyleyse neden ucunu yakıp içine çekiyorsun? Bazısı, “Ağız alışkanlığı,” der. Öyleyse neden yakıp içine çekiyorsun? “Dumanın ciğerlerime girerken verdiği duygu,” derler. Berbat bir duygu o ve adına “boğulma” denir. Birçok kişi sigara içmenin can sıkıntısını geçirdiğini savunur. Nerdeyse saat başı gün be gün aynı şeye yapmaktan daha sıkıcı ne olabilir? Sigaranın ilgi çekici bir tarafı yoktur. Yoksa şöyle birşey hiç duydunuz mu: “vay canına, dün bir sigara içtim, acayip heyecanlıydı.” Bazıları sırf arkadaşları içiyor diye içtiklerini söylerler. Kimse gerçekten o kadar aptal olamaz. Eğer öyleyse, dua etsinler de arkadaşları baş ağrısından kurtulmak için başlarını kesmeye kalkmasın! ‘Alıştım bir kere...’ diyenler çoğunlukta. Bağımlı olduklarını kabul etmeleri de oldukça zor. Alışkanlıkta bir tür bağımlılık sayılamaz m? Hayır değildir.Bu konuya biraz kafa

yoran tiryakilerin çoğu sonunda bir alışkanlık olduğu sonucuna varır. Bu gerçek sebep değildir ama bütün mantıklı nedenleri eledikten sonra geriye kalan tek mazeret budur. Fakat ne yazık ki bu açıklama da aynı derecede mantıksızdır.Yaşamımızda pek çok alışkanlığımızı değiştiririz, bunların bazıları çok da eğlencelidir. Sigara içmenin bir alışkanlık olduğu ve alışkanlıkların değiştirilmesinin zor olduğuna inanmamız konusunda beynimiz yıkanmıştır.İğrenç bir tadı olan, bizi ölüme sürükleyen, bir servete mal olan, aslında bırakmak için can attığımız ve istesek bir anda keserek kurtulabileceğimiz bu pis ve tiksindirici alışkanlığı bırakmak neden bu kadar zor geliyor? Cevap sigara içmenin bir alışkanlık olmamasında yatıyor: SİGARA İÇMEK NİKOTİN BAĞIMLILIĞIDIR! İşte bu nedenle “bırakmak” zor gelir. Sigaradan gerçek bir zevk ve/ veya destek aldıklarına eminlerdir ve eğer bırakırlarsa gerçek bir fedakarlıkta bulunacaklarını zannederler. Böyle düşünenler için sigarayı bırakmak gerçekten çok zordur. Son olarak ‘bağımlı’ okuyucularımıza nasıl bir mesaj vermek istersiniz? - Bir şeyden yoksun kalan sigara içmeyenler değil, tiryakilerdir! Bütün yaşamı boyunca sağlık, enerji, varlık, iç huzur, özgüven, cesaret, özsaygı, mutluluk ve özgürlüklüklerini kaybederler. Bu verdiği şeylerin karşılığında ise ne alır? Hiç ! Sigara içmeyenlerin sürekli sahip oldukları iç huzur ve özgüvene kavuşma hayalinden başka kesinlikle hiç bir şey. Güzel olan şu ki, neden sigara içtiğimizin gerçek sebeplerini ve nikotin bağımlılığını anladığınız zaman, sigara içmeyi bırakacaksınız.Evet “küt” diye bırakacaksınız. Kısa bir süre içinde anlayamadığınız tek şey neden bunca zaman içmek zorunda hissettiğiniz olacak. Röportaj: Zeynep .Çetinkaya

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015 55


KÖŞE YAZISI

ÇOCUĞUN YANINDA

Sedar ERTAŞ Uzm. Klinik Psikolog İz Psikoloji

Çocuklara hep yalanın ne kadar kötü olduğunu anlatan masallar anlatırız, pinokyo gibi burnu uzar mesela yalancının, herkes anlar yalan söylediğini, utanır. Ya da yalancı çoban gibi başına kötü şeyler gelir ve üzülür. Bu yüzden yalan kötüdür, çocuk yalan söylememelidir. İyi peki o zaman biz niye yalan söyleriz çocuklara, burnumuz uzamadığı için mi,yoksa başımıza yalan söylediğimizde üzücü şeyler gelmediği için mi? Ama bizimki masum yalanlar diyenleri duyar gibiyim. Peki öyle olsun. Gelin beraber yalana ve çocukların neden yalan söylediğine bakalım. Baştan özetleyeyim, siz neden yalan söylüyorsanız çocuğunuz o yüzden söylüyor olabilir. Yalan birini aldatmak, kandırmak için söylenir ve bir amacı vardır. Ya ceza almamak, eleştirilmemek için ya da beğeni, övgü almak için olabilir amacı. Çocukların yalan söylediğini düşünmeden önce ise dikkatli olmak ve bazı şeyleri bilmek çok önemlidir, mesela 5

YALAN SÖYLEMEYİN! yaşına kadar çocuğun yalan söylediğinden endişe etmek gerekmez. Evet doğru okudunuz 5 yaşına kadar çocuk biz yetişkinlerin düşündüğü anlamda yalan söyleyemez, çünkü henüz soyut düşünme yeteneği dediğimiz karmaşık düşünce yeteneği gelişmemiştir. Soyut düşünmenin olmadığını daha küçük çocuklarda rüyalarını anlatırken de görürüz. Buna bir örnek vereyim; mesela rüyasında “Seninle evdeydik” diye başlar anlatmaya, biz de “Ne yapıyorduk” diye sorarız, çocuğun cevabı sen de oradaydın ya olur. Küçük çocuklar rüya ve gerçek ayrımını yapmakta zorlanabilir ve rüyadaki kişilerin de aynı şeyi yaşadığını zannedebilir. Bu yaşlarda çocuk hayal gücüyle olmamış şeyleri olmuş gibi de anlatabilir, gerçekle hayali ayıramayabilir, gördüğü-duyduğu şeylerden etkilenmiş olabilir. Bu yüzden okul öncesi dönemde çocuğun yalan söylediğini düşünmeden önce bunları hatırlamak

56 POPÜLER SAĞLIK OCAK-ŞUBAT 2015

gerekir. Çocukla gerçek ve hayal ayrımını konuşmak gerekebilir. Sonra çocuk büyümeye başlar ve taklit etmeye çalışır etrafındakileri, böylece sosyal ilişkileri çevresindekilerin davranışlarından öğrenmeye başlar. Unutmayın çocuk sizi örnek alır, anne-baba aileyi örnek alır. HANGİMİZ YALANCI, ÇOCUK MU BİZ Mİ?

Düşünün ki sizi ziyaret etmek isteyen biri telefon açıyor, siz hiç hazırlıklı değilsiniz ve çocuğun yanında “Hastayım” diyorsunuz, ya da okula çağıyorlar sizi ve siz çocuğunuzdan hiç işiniz yokken okula gelemeyeceğinizi söylemesini istiyorsunuz, çocuktan yalan söylemesini istiyorsunuz. Biz yetişkinler buna benzer şeyler yapıp sonra çocuktan yalancı çoban masalına inanmasını beklersek veya çocuğu yalanlarımızı taklit ettiği için cezalandırır ona kızarsak, hata etmiş oluruz.


Ailenin yalan söyleme şeklini izleyen çocuk elbette bunu taklit edecektir. Hastayım diye yalan söyleyip işe gitmediğinizde veya işe geç kalmanızı trafiğe bağladığınızı evde anlattığınızda çocuğa da okula gitmemesi veya geç gidince söyleyebilmesi için bu tür bir yalan söyleyebileceği mesajını verirsiniz. Çocuğunuzun yalan söylediğini düşünüyorsanız sadece onu izleyin ve ne kadarı evde diğer aile üyelerinin mazeret ve beyaz yalanları siz karar verin. Okul çağındaki çocuklar kendini korumak, savunmak için de yalan söyler, yukarıda yazdığım gibi amaç ceza almamak için de olabilir. Beklentisi yüksek aileler çocuğu sık sık eleştirir, kızar, başka çocuklarla kıyaslar ve bazen doğruyu da söylese “yalan söylüyorsun” diye azarlar, hatta maalesef çocuğu fiziksel olarak incitir. Bu çocuklar tüm bunlara karşı kendini savunmak için yalana sığınabilir ve tıpkı sıcak demirin dövüle dövüle sertleşmesi gibi alışkanlığa dönüşebilir. Örneğin sınavlara hazırlanan bir çocuğu düşünün. Eğer aile yüksek beklentisi olan bir aile ise sık sık evde şu cümleler duyulabilir: “Benim oğlum/kızım çok akıllı, sınıfının birincisi olacak. İleride doktor olacak, çok para kazanacak.” Beklentisi yüksek aileler çocuğa sürekli baskı uygular, bu baskı bazen sözle değil davranışlarla da olabilir. Sık sık ders çalışıyor mu diye bakmak, komşu veya akraba çocuklarıyla kıyaslamak gibi. Birçoğunuza bu son cümle tanıdık gelebilir, “Komşunun oğlu Mehmet sınavda sadece bir yanlış yapmış…” Bu sözden ailenin mesajını almayan ve sıkılmayan var mı? Peki ya çocuk bu beklentiyi karşılayamıyor veya illa ailenin istediği mesleği seçmek istemiyorsa ne yapar? Savunma türü yalanlar burada kendini gösterebilir.

Ona yalan söylettirmeyin Çocuğa katı, sert, kaba ve aşırı otoriter davranmayın Başaramayacağı şeyler istemeyin Kardeşleriyle, diğer çocuklarla kıyaslamayın Sevin, onaylayın, kucaklayın, onunla oynayın Çocuklar mayasını sizin davranışlarınızdan alır bunu unutmayın

Asıl bam teli ise şu; Siz çocuğunuza neyi ne kadar söylüyorsunuz?

- Beğeni ve onay alarak mutlu olmak içinse beğenilme anahtar kelimeleri aklınızda bulunsun lütfen.

Sürekli eleştiri duyduğu ve övgüyü az aldığı için beğenilmediğini düşünen çocuk onay almak için bu yalanlara başvurabilir.

Tüm bu yazdıklarım olmadığı halde çocuk yalan söylüyorsa bir uzmandan yardım almakta fayda vardır.Bu çocuklar etrafına ilgisi az, duygusal olarak kayıtsız ve gelişmemiş olabilir, bu çocukların yalanları bencilce bir amaca yönelik bilerek ve planlı olabilir.

- Çok küçük çocuklarda ve okul öncesi dönemde hayal. - Aileyi ve çevreyi model alma ile ortaya çıkan sosyal yalanlar, - Baskıdan kurtulma ve ceza almamak için savunma

Aileden, okuldan, çevreden yeteri kadar onay, takdir, beğeni almayan çocuklar da bunlara sahip olmak için yani kısaca beğenilmek için yalan söylebilir. Kültürümüz maalesef eleştirmekte eli çok açık ama güzel şeyler söyleyip onaylamakta cimri. Mesela kendi çevrenize dikkat edin; ne kadar olmamalı, kötü, yapma, etme gibi olumsuz şeyler duyuyorsunuz ve ne kadar güzel, iyi, bravo, aferin gibi iyi şeyler duyuyorsunuz?

POPÜLER SAĞLIK OCAK-ŞUBAT 2015 57


ANNE-BEBEK

EMZİRMENİN ÖNEMİ VE SIK YAPILAN HATALAR...

Uzm. Dr. Pınar Boncuk Dayanıklı Yeni Doğan Çocuk Hastalıkları Uzmanı Liv Hospital

ANNE SÜTÜ EN DEĞERLİ İLAÇ Anne sütü sadece bir besin maddesi değildir. Anne sütü damarlarda dolaşan kan gibi oldukça kompleks, yaşayan bir sıvıdır ve mikroplarla savaşan ve sağlığı destekleyen özellikleri bulunur. Bu özellikleri anne sütünün bebekleri her türlü enfeksiyondan korumasına yardım eder. Bir damla sütte yaklaşık 1 milyon beyaz küre vardır. Makrofaj denen bu hücreler mikropları etkisiz hale getirirler. Sütte ayrıca Immunglobulin A denen ve bebeklerin bağırsaklarını kaplayarak mikropların kana sızmasını ve alerjik reaksiyon gelişmesini engelleyen önemli mad-

deler vardır. İlk günlerde salgılanan kolostrum özellikle fazla miktarda IgA içerir. Erken dönemde mikrop ve yabancı hücrelerden koruma sağlar. Kolostrumda olgun sütten daha fazla lökosit ve enfeksiyondan koruyucu maddeler vardır. Anne sütü, hem bebeğin hem de annenin, fiziksel ve ruhsal gelişimini etkiler. Bebekte enfeksiyon riski azalır. Anne sütüyle beslenen bebekler genellikle aşırı kilolu olmazlar. Bu da ileri yaşlarda obezite riskini azaltan bir faktördür. Anne emzirirken salgılanan oksitosin hormonu aslında mutluluk hormonudur! Aynı zamanda annenin doğum öncesi haline dönmesini kolaylaştırır, hem rahim toparlanması, hem de alınan kiloların verilmesini kolaylaştırma açısından... Kaç yaşına kadar emzirmek gerekli? Aslında bu biraz da anne ve bebeğin ortak alması gereken bir karar! Dünya Sağlık Örgütü, UNICEF ve Amerikan Pediatri Akademisi gibi kurumlar bebeklerin doğumdan itibaren ilk altı ay boyunca sadece anne sütü ile beslenmesini, 6 aydan sonra uygun ek gıdalar eşliğinde en az 1 yaşına kadar devam edilmesini öneriyor. 1 yaşından öte emziren anneler de var, 6 ayda sütü kesenler de. Eğer bebek ve anne istekliyse, emzirme 2 yaşına kadar da devam edebilir ancak en erken ne zaman kesebilirim diye soran annelere genellikle yanıtımız 1 yaş oluyor. İdeal emzirme süresi ve sıklığı nedir?

Süt üretimini artırmak için üretilen sütün tamamını kullanmak yani depoyu boşaltmak gereklidir. Sık ve doğru emzirmek önemlidir. Bebeğin emme isteksizliği veya becerisinin azlığı veya memeyi tam olarak boşaltamaması beklenen süt artışını geciktirir. Emzirme sıklığı günde 8-12 kez olabilir ve olmalıdır. Bebek ilk haftalarda 3 saatten fazla uyumamalı ve istedikçe emzirilmelidir ki süt üretimi artsın. Emzirme İlk günlerde 30-40 dakika sürebilir ancak bebek ustalaştıkça ve emmesi kuvvetlendikçe bu süre 5 dakikaya inebilir. Daha az emzirme genellikle süt üretiminde beklenen artışı engeller.

58 POPÜLER SAĞLIK OCAK-ŞUBAT 2015

Anne sütünün tek başına yeterli olup olmadığı nasıl anlaşılır? Bebeğin yeterli beslendiğinin en net göstergesi kilosunu ölçmektir. Bunun yanı sıra, aktif olarak emmesi, yutkunması, ağız kenarında süt görülmesi, memenin dolu başlayıp boşalması gibi bulgular da bebeğin süt aldığının göstergeleridir. Karnı doyan bebek genellikle 1.5-2 saat rahat uyur ve yine istekli bir şekilde uyanır. Emdiği kadar bez ıslatır ve hatta her bezinde kaka da olabilir. 1 ayın sonunda kaka sıklığı da azalır ama zaten o zamana dek birkaç kez tartılmış ve beslenmenin ne yönde gittiği anlaşılmış olur. Yeterli beslenen bebekler İlk ay 750-1000 gram almış olur. 3. Aydan sonra ayda 700-800 gram beklenir. Emzirmede sık yapılan hatalar nedir? Emzirmeye başlarken bebeğin memeyi doğru aldığından emin olmak gerekir. Bebek kendi sebepleriyle veya memenin anatomik özelliklerinden ötürürü areola denen esmer bölgeyi ağzına tam alamıyor ve memeyi sağamıyorsa, yeterli süt alamaz, bir de meme ucunu tahriş ederek zarar verir. Bu durumda anne meme acısından emziremez duruma gelir, bebek ise aç kaldığı için ya devamlı ağlar ya da halsiz düşüp uykudan uykuya geçer ve kilo kaybeder. Meme acıyorsa mutlaka bir problem vardır, bunu doktor veya emzirme uzmanıyla çözmek gerekir. Bebek ağlıyor diye emzirmenin peşinden lüzumsuz verilen mama, mideyi dolduracağı için bebeğin emme isteğini baltalar ve giderek süt yapımının da azalmasına neden olur. Mama vermek, doktora sorulmadan, emzirme dikkatli gözlenmeden ve değerlendirilmeden alınacak bir karar değildir. İşe başlamak emzirmeyi bitirmemelidir. Kısa süre öncesinde yapılacak bir plan, süt sağma ve emzirme sıralarının belirlenmesi hem bebeği hem de anneyi mutlu kılacak bir çözüm getirebilir. Emzirirken evde olmak şüphesiz en rahat ve emzirmeyi en uzun soluklu yapan etkenlerdir ama günümüz şartlarında birçok anne çalıştığı halde emzirmeyi de devam ettirebilir.



ORT0PEDİ-TRAVMATOLOJİ

KEMİK ERİMESİNİ GIDA TAKVİYESİYLE DURDURABİLMEK MÜMKÜN

KEMİK ERİMESİNİ ÖNLEMEK İÇİN Doç. Dr. Çağatay Öztürk Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı

Daha az kemik dokusuna sahip oldukları için kadınların osteoporoza yakalanma riskinin yüksek olduğu biliniyor. Uluslararası Osteoporoz Vakfı verilerine göre dünyada 200 milyon kadının ortak derdi olan osteoporoz, 60-70 yaşlarındaki kadınların üçte biri, 80 yaşlarındaki kadınların ise üçte ikisinde görülüyor. Kemik kalitesi ve yoğunluğunun azalması ile kemiklerin kırılgan hale gelmesine neden olan osteoporozu (kemik erimesi) doğru beslenme ile durdurmak ya da önlemenin mümkün. KALSİYUM, MAGNEZYUM VE MİNERAL AÇISINDAN ZENGİN OLAN BESİNLERİN KEMİK YAPISINI GÜÇLENDİRMEYE FAYDA SAĞLIYOR Kemik sağlığı için en önemli mineral kalsiyumdur. Bu nedenle kemik erimesinden koruyan en önemli besinler de süt ve süt ürünleridir. Peynir ve diğer süt ürünleri kalsi-

yum bakımından zengin içeriğe sahiptir. Bunun yanı sıra yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller, kuruyemiş, D vitamini içeren gıdalar ve tahıl bakımından zengin besinler de kemik erimesini korumak için tüketilmesi gereken besinlerdir. OSTEOPOROZUN VÜCUDUMUZDA EN ÇOK OMURGAMIZI ETKİLİYOR Osteoporotik kemiklerdeki kırıklar sıklıkla omurga, kalça ve el bileğini içerir. Kalça ve el bileğindeki osteoporotik kırıkların aksine omurgadaki kırıklar sıklıkla düşme veya travma ile ilişkili değildir. Vücutta sessizce ilerleyen ve kırık oluşmadığı sürece belirti vermeyen osteoporoz vakalarının sadece yüzde 30’u klinik şikayetler ile belirlenirken, geri kalan kısmın çoğu rastlantısal olarak saptanıyor. Hastalığın yaygın bulguları ise bel ve sırt ağrıları, boyda kısalma, omurgada kırık, sırtta kamburlaşma olarak ortaya çıkıyor.

60 POPÜLER SAĞLIK OCAK-ŞUBAT 2015

• Yüksek oranda kalsiyum ve magnezyum içeren kayısı tüketmek, • Vücuttaki D vitaminini aktif hale getirmek için en az 15 dakika güneş ışığından faydalanmak, • Her gün D vitamini kaynağı yumurta sarısı tüketmek, • Çay, kahve gibi kafein içeren içeceklerden uzak durmak, • A, E ve C vitaminleri bakımından zengin olan ve bol miktarda kalsiyum içeren brokoli, marul gibi yeşil sebzeler tüketmek, • Kalsiyum ve D vitamini deposu süt içmek, • Haftada iki gün kalsiyum bakımından zengin olan istiridye, karides gibi deniz ürünlerini tüketmek, • Kemik erimesine neden olan proteolitik enzimleri azaltıcı etkisi bulunan üzüm çekirdeği özütü tüketmek, • Sigara ve alkolden uzak durmak, İdrarla kalsiyum atılımını artırarak kemiklerdeki kalsiyum miktarını azaltan tuzu azaltmak…


GÜNCEL HABER

AŞI TÜRKİYE’DE YILDA 14 BİN HAYAT KURTARIYOR Novartis tarafından Ankara’da düzenlenen koruyucu tedaviler ve aşılama konulu bilgilendirme toplantısında açıklama yapan Hacettepe Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı’ndan Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, ülkemizde hiçbir hastalığa karşı aşılama yapılmasaydı bunun neye mal olacağını açıkladı. Buna göre aşılama yapılmasaydı Türkiye’de her yıl 14 bin ölüm gerçekleşecek, ortaya çıkacak hastalıkların ülkeye toplam 23 trilyon TL’nin üzerinde maliyeti olacaktı. Novartis, koruyucu tedaviler ve aşılamanın önemine dikkat çekmek amacıyla Ankara’da bir bilgilendirme toplantısı düzenledi. Toplantıda, Prof. Dr. Ceyhan koruyucu sağlık hizmetlerinde aşının önemini verilerle aktarırken, özellikle meningokok kaynaklı menenjit hastalığıyla ilgili yeni bilgileri paylaştı. Aşılamanın bir sağlık çalışanının insan sağlığına verebileceği en büyük katkı olduğunun altını çizen Ceyhan, aşı sayesinde çiçek hastalığının ortadan kalktığını, polio virüsü kaynaklı çocuk felcinde eradikasyon (hastalığa son verilmesi) noktasına yaklaşıldığını ve kızamık eliminasyonunda (virus dolaşımının durdurulması) da önemli bir mesafe kaydedildiğini söyledi. Sağlık Bakanlığı bünyesindeki Aşı Danışma Kurulu’nun aldığı kararlar ile bölgesindeki diğer ülkelerle kıyaslandığında en zengin aşı takvimine sahip referans ülkeler arasında gösterildiğini belirten Ceyhan, bugün itibari ile tüberküloz, difteri tetanoz, boğmaca, çocuk felci, Hib enfeksiyonu, kızamık, kabakulak, kızamıkçık, hepatit B, hepatit A, zatürre (pnömokok), suçiçeği aşıları rutin

olarak her çocuğa ücretsiz, risk grupları için ise grip, erişkin tipi zatürre ve ve menenjit aşısı uygulandığını belirtti. Ceyhan, ekibiyle yaptığı bir araştırmanın çarpıcı sonuçlarını da paylaştı. Ceyhan; “Araştırmamız ülkemizde aşılama olmasaydı her yıl ciddi kayıplar yaşanacağını gösteriyor. Buna göre her yıl, difteriden 1.055, hepatit A’dan 5, hepatit B’den 3.348, kızamıktan 832, kabakulaktan 18, boğmacadan 1.255, çocuk felcinden 2, kızamıkçıktan 189, tüberkülozdan 390, tetanostan 91, suçiçeğinden 24, pnömokok menenjitinden 227, zatürreden 6.806 olmak üzere toplam 14.296 ölüm gerçekleşecekti. Aynı araştırmada yaptığımız hesaplamalara göre aşılama olmazsa ortaya çıkan hastalıkların ülkemize 15.607.841.958 TL doğrudan, 7.430.571.462 TL dolaylı olmak üzere toplam 23 trilyon TL’nin üzerinde maliyeti olacaktı. Halbuki tüm bu ölümleri, hastalıkları ve maddi kayıpları yaklaşık 418 milyon TL’lik bir aşı maliyeti ile önleyebiliyoruz” dedi. MENENJİT HASTALIĞINDA AŞILAMA Ceyhan toplantıda menenjit hastalığıyla ilgili yeni gelişmeleri de aktardı. “Ülkemizde çocukluk çağı menenjitlerinin yarısından çoğu meningokok denilen bakteri türüdür. Meningokok menenjit aşı ile korunabilen hastalıklar arasında en ağır seyredenlerin başında geliyor. Şimdiye kadar 13 meningokok tipi tanımlanmışsa da bunlardan beşi (Serogrup A, B,C, W ve Y) insanda sık görülen tiplerdir. 4 tipe (A,C,W,Y) karşı geliştirilen 3 farklı aşı ülkemizde ruhsat almış, B tipi için geliştirilmiş olan aşı ise ruhsatlandır-

Prof. Dr. Mehmet Ceyhan Hacettepe Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı ma aşamasındadır. Her yıl dünyada yaklaşık 500.000 meningokok kaynaklı ağır hastalık ve 50.000 ölüm olduğu tahmin ediliyor. Aşı çalıştayı 2014 raporunda ülkemizde meningokok kaynaklı menenjit görülme sıklığı yüz binde 3,98 olarak bildirilmiştir. Ülkemizde yaklaşık olarak çocuklarda yılda 1.500 vaka ve 350 ölüm olduğu rapor edilmiştir. Belirtiler başladıktan 24 saat sonra ölüme neden olabilen bu hastalık, bağışıklık sistemi henüz tam gelişmemiş süt çocuklarında en ağır haliyle görülmektedir. Menenjit vakaları tedaviye rağmen %20’ye varan oranlarda yaşamını kaybetmektedir. Hayatta kalanların %10-20 sinde sakatlılar görülmektedir. Özellikle erken koruma göz önünde alındığında Sağlık Bakanlığının aşı takvimi ağırlıklı olarak 1 yaş altı çocukları korumayı hedeflemektedir. Yeni geliştirilen aşılar ile de hem bebeklere hem de erişkinlere faydalı, kapsamlı koruma fırsatı verilmesi hedeflenmektedir.” Ceylan, bugün itibarı ile son geliştirilen aşıların; konjuge menenjit ACWY, rotavirüs, human papilloma ve menenjit B aşıları olduğunu sözlerine ekledi.

POPÜLER SAĞLIK OCAK-ŞUBAT 2015

61


GÜNCEL SAĞLIK

Trigeminal Nevralji SOĞUK HAVA ANİ YÜZ AĞRISINI TETİKLİYOR

Prof. Dr. Ersin Erdoğan Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi ABD

Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ersin Erdoğan, hastaların trigeminal nevraljiyi “ani, bıçak saplanır gibi olan ve yüzün bir tarafını tutan çok şiddetli, saniyeler süren ağrı” olarak tarif ettiğini söyledi. Ağrının genellikle yüzün alt ve üst çene bölümünde görüldüğünü belirten Erdoğan, daha çok 50 yaş üzerinde görülen hastalığın, çocuklarda bile olabileceğini belirtti. Erdoğan, “Hastalık çok sık görülmemesi nedeniyle genellikle diş hekimleri ve diğer hekimler tarafından atlanmakta ve teşhis genellikle nöroloji ya da beyin cerrahi uzmanlarınca konulmaktadır. Hastalık yüzün duyusunu sağlamanın yanında çiğneme kaslarının çalışmasını sağlayan trigeminal sinirde bir problem olması sonucunda oluşmaktadır. Trigeminal nevralji ağrısı sürekli, yakıcı veya sancılı bir ağrıdır, bu da hastayı sıkıntıya sokabilmektedir. Bazı hastalar bu ağrı nedeniyle yemek yiyemez, su içemez

hale gelmektedir” dedi. Hastalığın gerçek sebebinin ne olduğunun bilinmediğine işaret eden Erdoğan şunları söyledi: ”Bir damarın beyin sapından trigeminal sinirin çıktığı yerdeki teması nedeni ile olduğuna inanılır. Damarın her nabızda sinire vurması ile hastalığın ortaya çıktığı düşünülür. Bir diğer inanış ise beyin sapında duyu sinirinde olan beyin sapı bağlantısında anomalilik olduğudur. Sinire bası yapan tümör veya kitlelerin de bunu yapabileceği de düşünülür’’ diye konuştu. “RÜZGARA, KLİMA VE HAVALANDIRMAYA DİREKT MARUZ KALINMAMALI” Soğuk hava, soğukta yüzün rüzgara maruz kalması ya da yemek yemenin ağrıyı tetikleyebileceğine dikkati çeken Erdoğan, soğuk havaya çıkılması durumunda yüzün atkı ile korunması gerektiğini söyledi. Klima ve havalandırmaya da direkt maruz kalınmaması gerektiğini ifade eden Erdoğan, çok sıcak ya da soğuk içecekler içilmemesi, içilmesi durumunda da ağzın hassas bölgesine değmemesi için pipet kullanılması

62 POPÜLER SAĞLIK OCAK-ŞUBAT 2015

gerektiğini kaydetti. Erdoğan, şöyle devam etti: “Yemek yemek, diş fırçalamak, su içmek, traş olmak ya da makyaj yapmak gibi faaliyetler ya da soğukta yüze temas eden esinti, ağrının aniden başlamasını tetikleyebilir. İlk zamanlarda ağrı atakları çok sık olmayabilir, bazen aylarca, yıllarca ağrı olmaz ama tekrar başlar. Hastalık ilerledikçe bazı hastalarda zeminde devamlı ağrı ile beraber arada sık olarak şimşek çakar tarzda ağrı olmaktadır.” “İLACA DİRENÇLİ YÜZ AĞRISINA DİKKAT” Tedavide daha çok epilepsi ilaçlarının kullanıldığını anlatan Erdoğan, ilaca rağmen hastanın şikayetleri devam ediyorsa, cerrahi alternatiflerden yararlanıldığını söyledi. En sık kullanılan cerrahi yöntemin de mikrocerrahi teknikler kullanılarak damarın yaptığı bası ortadan kaldırılması işlemi olduğuna işaret eden Erdoğan, ilaca dirençli dayanılmaz yüz ağrısı çekilmesi durumunda mutlaka beyin cerrahisi uzmanlarına müracaat edilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.


GÜNCEL HABER

TÜRK DOKTORUN ULUSLARARASI BAŞARISI

Prof. Dr. Fatih Şendağ Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum & Tüp Bebek ve Üreme Sağlığı Merkezi Direktörü

Türkiye’den Portekiz’e canlı yayında tek delikten laparoskopik cerrahi ile ameliyat yapıldı. Portekiz Lizbon’da düzenlenen Jinekolojik Endoskopi Kongresi’ne katılan hekimler, kongreye davet edilen tek Türk Jinekoloğun başarılı operasyonunu izledi. İstanbul’da gerçekleştirilen, tek delikten laparoskopik cerrahi yani izsiz kapalı ameliyat bu alanda dünyada otör olarak kabul edilen Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum & Tüp Bebek ve Üreme Sağlığı Merkezi Direktörü Prof. Dr. Fatih Şendağ tarafından yapıldı. Ameliyat, eş zamanlı olarak Lizbon’daki Jinekolojik Endoskopi Kongresi katılımcıları ile canlı yayında paylaşıldı. Ameliyat, 42 yaşında ve miyom hastası olan ancak ilaç tedavisine yanıt vermeyen, miyomlardan dolayı şiddetli kanamalara maruz kalan bir hastaya yapıldı, yaklaşık 1 saat süren operasyon başarıyla sonuçlandı. Sadece göbek çukurundan girilerek yapılan izsiz kapalı ameliyat Şendağ, izsiz kapalı ameliyat tekniği ile ilgili şu açıklamalarda bulundu: “Kapalı ameliyat tekniğinde; ameliyat sonrası daha az ağrı, daha az enfeksiyon riski, daha kısa süre hastanede kalış, daha kozmetik ve daha erken işe dönüş söz konusudur. Dolayısıyla hastaya çok önemli avantajlar sağlamak-

tadır. Klasik laparoskopik operasyonda 3-4 delik söz konusu iken bu yeni teknikle sadece göbek çukurundan girilerek ameliyatlar yapılmaya başlanmıştır. Böylece karında başka bir kesi olmaksızın yara izsiz ameliyat yapılabilmektedir. Kapalı ameliyat olamayan bir hasta açık ameliyat olması gerekirken robot yardımıyla kapalı ameliyat olabiliyor. Bu teknik, kadının hızla iyileşmesi, daha az ağrı çekmesi, kozmetik sonuçları, işine ve evine erken dönmesi nedeniyle kadın dostu bir operasyon tekniğidir. Sonuçta, geldiğimiz noktada cerrahi teknik anlamında dünyadan geri kalmadığımız gibi teknolojiyi çok yakından takip ediyor ve hatta önderlik de edebiliyoruz. Bundan dolayı da son derece gururluyuz.” Şendağ laparoskopi ameliyatları, avanatajları ve uygulama alanları hakkında da şu bilgileri verdi: “Laparoskopi genel anestezi altında yapılan ve göbek deliğinden ince bir teleskopun karın içine sokularak karın içi organlarının görüntülenmesini sağlayan bir ameliyattır. Laparoskopi ile karın alt bölgesinde açılan 3 - 5 mm'lik deliklerden içeri sokulan aletler ile rahim, yumurtalık ve tüpleri ilgilendiren hastalık veya problemleri doğrudan gözlemleme ve cerrahi girişim yapma olanağı vardır. Yumurtalık kistleri, dış gebelikler, myomlar, gebe kalabilirliği artıran tüp cerrahisi ve endometrioz laparoskopik olarak kolayca tedavi edilebilmektedir. Kapalı Ameliyatın Avantajları Göbek deliği altında açılan milimetrelik bir delikten girilerek uygulanan kapalı yöntem tedavinin sonucunda, ameliyat sonrası çok daha az ağrı kesiciye ihtiyaç duyulur, hastada ameliyat izi kalmaz,

hastanede yatış gerektirmez ve enfeksiyon kapma riski azalır, normal hayata dönüş süresi kısalır ve yumurtalık kanallarının tıkanarak kısırlık oluşmasına engel olunur. Çoğu hasta 3 - 4 gün içinde normal yaşamlarına dönebilmektedir. Laparoskopinin bir diğer üstünlüğü ise karın kesisine bağlı komplikasyonlardan (enfeksiyon, yara açılması ve fıtık) sakınılmasıdır. Birçok kadın hastalığının tedavisinde kullanılan kapalı yöntem, ameliyat sonrası kadınlarda oluşan kısırlık riskini de azaltmaktadır.” Kapalı Ameliyatın Uygulama Alanları Halk arasında 'kansız' ya da 'kapalı' ameliyat olarak bilinen modern cerrahi yöntemi laparoskopi; en sık olarak kısırlık araştırmalarında, gebe kalmada güçlük çeken infertil hastaların takip ve tedavileri esnasında gebe kalmalarına engel olacak bir problemin var olup olmadığını araştırmak amacıyla yapılır. Kadın daha önce yumurtalık veya rahimle ilgili iltihaplı bir hastalık geçirmişse veya karın bölgesinde herhangi bir ameliyat uygulanmışsa yumurtalık kanallarındaki durumu değerlendirebilmek için laparoskopi yapılabilir. En sık yapılan operasyonlar, yumurtalık kistleri, çikolata kistleri, miyom ve yumurtalık kanallarıyla ilgili operasyonlardır. Gerektiğinde sebebi belli olmayan kronikleşen kasık ağrıları veya belli hastalarda kısırlık sebebinin araştırılması ve tedavisinde laparoskopi uygulanmaktadır. Günümüzde laparoskopinin sınırları oldukça genişlemiş; rahmin çıkartılması (histerektomi), kanser ameliyatları, rahim sarkması ve hatta idrar kaçırma operasyonları da yapılabilmektedir.

POPÜLER SAĞLIK OCAK-ŞUBAT 2015

63


KONGRE HABERLERİ

Türk bilim insanlarının araştırmalarının sonuçları

KARACİĞER HASTALIKLARI OLİMPİYATI 24.APASL KONGRESİ’nde uluslararası arenaya sunulacak

HEPATİT B VE C ENİNE BOYUNA TARTIŞILACAK

Prof. Dr. A. Kadir Dökmeci APASL Başkanı AÜ Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi

APASL Başkanı ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. A. Kadir Dökmeci, Mart ayında İstanbul’da düzenlenecek Kongre ile ilgili şu bilgileri paylaştı: “Daha önce, 2009 yılında 1000’e yakın katılımcı ile İstanbul’da yapılan 5. APASL STC toplantısının çok başarılı olması, bizleri APASL ana kongresinin ülkemizde düzenlenmesi için cesaretlendirmiştir. İstanbul 2009 APASL STC toplantısı bilimsel başarısı yanında organizasyon ve sosyal program olarak da katılımcılardan tam not almıştır. İşte bu deneyim ve başarımız ile APASL yıllık ana kongrenin de ülkemizde yapılabilmesi için arkadaşlarımızla birlikte yoğun bir çalışma ve gayret içerisine girdik. APASL seçici komitesi APASL yıllık kongresinin 1215 Mart 2015 tarihinde İstanbul’da yapılmasına karar verildi ve bu şekilde ülkemizde Gastroenteroloji ve Hepatoloji alanında uluslararası düzeyde bir ilki başarmış olacağız. Bu önemli toplantının Türkiye’ye alınması ve organizasyonunda Prof. Necati Örmeci, Prof. Selahattin Ünal ve Prof. Hasan Özkan, Doç. Mehmet Arhan ve Prof. İsmail Balık’ın da değerli katkıları olmuştur. Ülkemizden çok sayıda bilim adamının da konuşmacı olarak yer alacağı bu kongrede özellikle Asya, Avustralya, Avrupa, Amerika ve Afrika’dan 170’e yakın çok değerli bilim adamlarının bu kongrenin bilimsel seviyesini çok üst düzeye çekeceği inancındayız. Bu kongrenin başarısında Türk Bilim adamlarının katkıları, yardımları ve çabalarının da önemli rol oynayacağına inanıyoruz” diye konuştu. Türk Hepatolojisinin bilimsel aktivasyonunun arttırılması,

ülkemizde yapılan bilimsel çalışmaların sunulması ve ülkemizin hepatit ve karaciğer hastalıkları profilinin yapılacak epidemiyolojik çalışmalarla ortaya konulması bu kongrenin getireceği önemli katkılar olacağını ifade eden Prof. Dr. Dökmeci şöyle devam etti: “Tabii ki bu kongrenin ülkemiz açısından bir diğer önemi de değerli bilim adamlarımızın yapacağı araştırmalarının sonuçlarının bu uluslararası arenaya sunulmasıdır. Kongre Başkanı ve aynı zamanda APASL Başkanı olarak, bu kongrenin, ülkemizde bugüne kadar karaciğer hastalıkları alanında gerçekleştirilmiş en büyük bilimsel etkinlik olacağına, ülkemizin gerek coğrafi yapısı olarak gerekse de bilimin her dalında cevherler bulundurması açısından önümüzdeki yıllara bizlere ışık tutacağına inanmaktayım. APASL tarihinde ilk defa, Avrupa’ya köprü olan İstanbul gibi bir merkezde düzenlenmesi, sadece Asya-Pasifik bölgesine değil, Avrupa, Afrika ve hatta Amerika kıtasına hitap eden bir etkinlik haline gelmesine imkan vermektedir. Kongre düzenleme kurulu ve bilimsel program kurulu da bu doğrultuda 5 kıtayı kucaklayan bir program hazırlamıştır. Kapsadığı alan itibariyle, ülkemizden Gastroenteroloji ve Hepatoloji konusunda çalışan arkadaşlarımızın yanı sıra İnfeksiyon, İç Hastalıkları, Çocuk Gastroenterolojisi ve Cerrahi Gastroenteroloji alanlarında çalışan hekim arkadaşlarımızın da katılımı ile Türkiye’den 1.500, toplam 6000 katılımcı ön görülen APASL 2015 Kongresi için, değerli ilaç endüstrisi temsilcilerinin de görüş, katkı ve desteğini almak bizleri mutlu etmektedir. Kongre çok geniş bir bilimsel program içeriyor.

64 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

Bu kongrede ülkemizde de önemli bir sorun olan Hepatit B ve C enine boyuna tartışılacaktır. Ülkemizde de Hepatit B’den korunmada uygulanan aşı programı Hepatit B’nin önlenmesinde en önemli yoldur. Ayrıca Hepatit B tedavisinde etkin ilaçlar da mevcuttur. Hepatit C’de yeni çıkan ilaçlar, çok yüksek oranda bu hastalıkla savaşta etkindir. Karaciğer sirozu kanseri tedavisinde karciğer naklinin önemi vurgulanacaktır. Ülkemizde özellikle canlı vericiden yapılan karaciğer transplantasyonu sayısı dünyada ilk sıralarda olması karaciğer transplantasyonu konusunda ülkemiz deneyimlerinin ortaya konulması açısından da bu kongre önemli bir fırsat olacaktır. Avrupa ve Amerika karaciğer dernekleri ile ortak toplantılar düzenlenmesi ile bu kongre Dünya Karaciğer Kongresi hüviyetini kazanmıştır. Ülkemize gelecek katılımcılara en üst düzeyde bilimsel ziyafet sunarken Türk misafirperverliğini de göstereceğiz. Önümüzde 2 aylık bir süre kaldı ve biz bu kongreye Türk hepatolojisinin başarısı için çok yoğun, bilinçli ve programlı bir şekilde hazırlanmaktayız” dedi. Kongre ile ilgili detaylı bilgi için http://www.apasl2015.org


KONGRE HABERLERİ

“3. FETAL HAYATTAN ÇOCUKLUĞA “İLK 1000 GÜN” GEBE VE ÇOCUK BESLENMESİ KONGRESİ” Bebeğin geleceğini etkileyen ilk 1000 gün 13 - 14 Mart 2015 tarihinde Ankara Rixos Hotel’de düzenlenecek “3. Fetal Hayattan Çocukluğa “ilk 1000 gün” Gebe ve Çocuk Beslenmesi Kongresi”nde masaya yatırılacak. Üreme sağlığı alanında uzun yıllardır çalışmalar gerçekleştiren Yükseliş İktisadi ve Stratejik Araştırmalar Vakfı (YİSAV) tarafından gerçekleştirilen kongrede, bilimsel programın dışında Türkiye’deki anne ve bebek beslenmesine dair sorunlar da tartışılacak. Yükseliş İktisadi ve Stratejik Araştırmalar Vakfı Başkanı ve Kongre Başkanı Doç. Dr. Ferit Saraçoğlu kongre programı ve vakıf çalışmaları hakkında bilgileri verdi: ‘‘Bir çocuğun gelecekteki sağlığı büyük oranda konsepsiyondan sonraki ilk 1000 gün içerisinde, yani gebelikl süreciyle birlikte ilk iki yaşta belirlenmektedir. Bu dönemdeki doğru beslenmenin, özelliklede anne sütü almanın çok önemli olduğu, pek çok bilimsel çalışmayla desteklenmektedir. İlk 1000 gündeki yetersiz beslenme sadece kronik hastalıkların, psikiyatrik bozuklukların artmasına, fiziksel, beyinsel ve metabolik fonksiyonların bozulmasına değil, immün sistemin zayıflamasına dolayısıyla pneumoni, diyare vb. enfeksiyonların artmasına da yol açmaktadır. Ülkemizde de tüm sosyoekonomik ve kültürel değişimlere rağmen, doğru ve yeterli beslenmeyle ilgili sorunlar olduğu bilinmektedir. Fazla sayıda doğum yapma, erken ve geç yaş gebelikleri,

gebelikler arası sürenin kısalığı, beslenme ile ilgili bilgi eksiklikleri, gerekli besinlere ulaşma zorlukları, gebelikte anemi, diabet gibi sorunların yaygınlığı, anne sütünü verme ve yeterli süre devam ettirebilmedeki sıkıntılar çözmemiz gereken sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Yükseliş İktisadi ve Stratejik Araştırmalar Vakfı Yükseliş İktisadi ve Stratejik Araştırmalar Vakfı (YİSAV) uzun yıllardır üreme sağlığı alanında çalışan bir sivil toplum örgütüdür. YİSAV ilk 1000 gündeki beslenmenin önemini vurgulamak, toplumda ve meslektaşlarımız arasında bu bilinci yerleştirmek ve sürekliliğini sağlamak amacıyla da çalışmalar yapmaktadır. Bu amaçla YİSAV 2013 yılı başında, T.C. Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun desteği ile bu konudaki ilk kongresini ve 2014 yılı başında ikinci kongresini düzenlemiş ve çok olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Bu toplantılara tüm illerin Halk Sağlığı Müdürlüğü temsilcileri, T.C. Sağlık Bakanlığı Bürokratları, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları, Çocuk Hekimleri, Aile Hekimleri, Halk Sağlığı Uzmanları ve Beslenme Uzmanları katılmıştır. Kongre bilimsel program Kongremizin bilimsel programı oldukça önemli konularda hazırlandı. Bu kongrede de ikincisinde olduğu gibi programda yabancı konuşmacılar da yer alacaktır. Ayrıca sözlü sunumlar, olgu ve poster sunumlarına da yine yer verilecektir. Türk Tabipler

Doç. Dr. Ferit Saraçoğlu Yükseliş İktisadi ve Stratejik Araştırmalar Vakfı Başkanı

Birliğince (TTB) kredilendirilecek olan kongremizde; Türkiye’de Anne Çocuk Sağlığı, İlk 1000 Günde Beslenme ve İmmün Fonksiyonların Gelişimi ,Ülkemizde Ana Çocuk Sağlığının Durumu, Ülkemizde ilk 1000 Günde Beslenme Politikaları ve Gelecek Nesillere Etkileri, 2010 Türkiye Beslenme Araştırmasına Göre İlk 1000 Günde Beslenme ve Beslenme Alışkanlıkları, İlk 1000 Gündeki Beslenmenin Beyin Fonksiyonlarına Etkileri,Besinlerdeki Katkı Maddeleri ve Çocuk Sağlığına Etkileri, Prematüre Bebek Beslenmesi gibi önemli oturumlarda meslektaşlarımız bilgi ve tecrübelerini paylaşacaklar. Kongremize yine benzer alanlardan katılım söz konusu olacağı gibi ayrıca diğer ilgili devlet kurumlarından ve pek çok Sivil Toplum Kuruluşundan katılımlar olacaktır. Kongrede ayrıca 2010 Türkiye Beslenme Araştırmasına Göre İlk 1000 Günde Beslenme ve Beslenme Alışkanlıkları, İlk 1000 Gündeki Beslenmenin Beyin Fonksiyonlarına Etkileri , 2013 Türkiye Çocukluk Çağı Obezitesi Araştırması Sonuçları ve Kongrede ayrıca Bebek Dostu Hastaneler Projesi ve Sonuçlar açıklanacak. Üreme sağlığı , gebe ve çocuk beslenmesi ile ilgili veya ilgi duyan tüm meslektaşlarımızı değerli katkı ve katılımları ile aramızda görmek bizi mutlu edecektir. Kongre hakkında detay bilgi için : www.annecocukbeslenmesi.org

POPÜLER SAĞLIK OCAK-ŞUBAT 2015 65


SEKTÖR HABERLERİ Novartıs Türkiye Ülke Başkanı ve İlaç Sektörü Genel Müdürü Güldem Berkman’a global görev 1 Ocak 2008 tarihinden bu yana Novartis Türkiye Ülke Başkanı ve İlaç Sektörü Genel Müdürü olarak görev yapmakta olan Güldem Berkman, 1 Şubat 2015 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere, Novartis’in Basel’deki ana merkezinde, Novartis Değişim Projesi İlaç Divizyonu Global Liderliği görevine getirildi. Berkman yeni görevinde Novartis İlaç Divizyonu Ticari Operasyonları Global Başkanı’na direkt rapor edecektir.

Güldem Berkman’dan boşalan Türkiye Ülke Başkanı ve İlaç Sektörü Genel Müdürlüğü görevine ise Peter Catalino atanmıştır. Peter Catalino, Novartis Türkiye’ye katılmadan önce Çin Bölgesi Hepatit ve Osteoporoz İş Bölümü Direktörü olarak görev yapmaktaydı.

otoriteleriyle aşı rejiminin klinik testleri, geliştirilmesi, üretimi ve dağıtımı için yakın işbirliği yapıyor.

İlko İlaç,Kanserin Palyatif Tedavisinde Kullanılan İlk Yerli Morfin Tableti Üretti Bugüne kadar ilaç endüstrisinde Anadolu’ya yapılan en büyük üretim yatırımını gerçekleştiren İLKO İlaç, sektörde bir ilki daha gerçekleştirerek Türkiye’nin ilk yerli morfin tablet üretimini gerçekleştirdi. Özellikle ileri evre kanser hastalığında karşılaşılan kronik ağrıların giderilmesinde büyük görev üstlenen morfin tabletin Türkiye’de üretilmesi sayesinde, hastalar daha etkin tedaviye artık hızlı ve düşük maliyetle ulaşabilecek. “Hızlı ve Uzatılmış Etki Sağlayan Morfin Sülfat Tabletlerinin Geliştirilmesi, Üretilmesi ve Ruhsatlandırılması” amaçlı sosyal sorumluluk projesi kapsamında gerçekleştirilen çalışma sonrasında, Türkiye piyasasında bulunmayan morfin tabletler artık İLKO İlaç tarafından Türkiye’de üretilecek. Bu sayede; ileri evre kanser hastalığında karşılaşılan ağrıların giderilmesinde büyük görev üstlenen morfin tablete hastalar daha hızlı ve düşük maliyetle ulaşabilecek.

66 POPÜLER SAĞLIK OCAK-ŞUBAT 2015

Johnson & Johnson Ebola Aşısı Geliştirme Çalışmalarını Hızlandırma ve Üretimi Önemli Ölçüde Artırma Taahhüdünde Bulundu! Johnson & Johnson tarafından yapılan açıklamada, Johnson & Johnson’ın ilaç şirketi Janssen bünyesinde yürütülmekte olan Ebola aşısı geliştirme programını hızlandırmak ve üretim ölçeğini önemli ölçüde artırmak için firmanın 200 milyon dolara kadar bir bütçe ayırma taahhüdünde bulunduğu duyuruldu. Firma; Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü’nün (NIAID) yanı sıra diğer kilit paydaşlarla, hükümetlerle ve sağlık

Ulusal Sağlık Enstitüleri (NIH) ile ortak bir araştırma programı sonucunda keşfedilen aşı tedavisi Janssen’e ait koruyucu bir aşı ile Bavarian Nordic adlı Danimarka merkezli biyoteknoloji firmasının bir aşısının birleştirilmesinden oluşuyor. Klinik öncesi çalışmalarda elde edilen sonuçları umut vaat eden kombinasyon aşı tedavisinin güvenliliğinin ve immünojenisitesinin (aşırı duyarlılık reaksiyonu oluşturma potansiyelinin ölçülmesinin) Ocak ayı başlarından itibaren artık Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri ve Afrika’da sağlıklı gönüllülerle klinik testlerinin yapılması planlanıyor. Janssen’in 2015 yılında üretmeyi hedeflediği bir milyon dozun üzerinde aşı tedavisinin 250,000’inin 2015 Mayıs ayında klinik çalışmalarda geniş bir biçimde uygulanmak üzere kullanıma sunulması bekleniyor.


SEKTÖR HABERLERİ Türkiye’de anne bebek beslenmesi alanında bilinç geliştirmek ve sağlıklı nesillerin yetişmesine katkıda bulunmak amacıyla faaliyet gösteren Nutricia Anne ve Bebek Beslenmesi’nin Satış Direktörlüğü’ne 5 Ocak itibariyle Murat Ekşioğlu getirildi.

Toplum sağlığına katkıyı amaç edinmiş, hızlı büyüme grafiği ve inovatif ürünleriyle dikkat çeken Berko İlaç, OTC Grubunu kurdu. OTC (Takviye Edici Gıda Ürünleri) alanında Türkiye’de öncü ve lider olan Berko İlaç, OTC Grubunun kurulmasıyla bu alandaki liderliğini sürdürerek daha da büyümeyi hedefliyor. OTC Grubunun kurulmasıyla birlikte üretim tesislerinde gece vardiyası uygulamasına geçilerek üretim kapasitesi artırıldı. Saha kadrosu ve üretim olmak üzere 100’ü aşkın yeni çalışanın istihdam edildiği OTC Grubu için yönetici atamaları tamamlandı.

“Daha iyi Bir Yaşam İçin Bilim” BAYER LİSELER ARASI BİLİM YARIŞMASI BAŞLIYOR Sağlık, beslenme ve ileri teknoloji ürünleri alanında uzmanlaşmış küresel bir şirket olan Bayer, Türkiye’deki 60. yıldönümü vesilesiyle, lise öğrencilerine yönelik bir yarışma düzenliyor. “Bayer Liseler arası Bilim Yarışması” ile Bayer, öğrencileri fen ve bilim alanında çalışmalar yapmaya teşvik ederek ve çalışmalarını yönlendirerek bilimsel gelişimlerine katkıda bulunmayı amaçlıyor. Türkiye genelinde lise ve dengi okul öğrencilerinin katılabileceği ve “Kent için Bilim” teması altında gerçekleştirilecek yarışmada öğrencilerden kent yaşamını kolaylaştıran ve vatandaşların

Murat Ekşioğlu, 5 Ocak’tan itibaren Milupa, Bebelac, Aptamil markalarını çatısı altında bulunduran, Türkiye’de sağlıklı nesillerin yetişmesine katkıda bulunma vizyonuyla faaliyet gösteren Nutricia Anne Bebek Beslenmesi Satış Direktörlüğü görevini yürütüyor.

Nutricia Anne ve Bebek

Beslenmesi Satış Direktörü Murat Ekşioğlu oldu.

gündelik ihtiyaçlarına çözüm sunacak projeler oluşturmaları isteniyor. “Engelliler için Bilim Projesi”, “Atık Yönetimi ve Geri Dönüşüm Projesi”, “Yaşlılar için Bilim Projesi”, “Enerji Tasarrufu için Bilim Projesi” ve “Ulaşım için Bilim Projesi” gibi konu başlıklarına çözüm üreten projelerin değerlendirmeye alınacağı yarışmada son başvuru tarihi 16 Şubat 2015. Projelerin; “özgünlük”, “bilimsel yöntem”, “yararlılık”, “uygulanabilirlik”, “sunum” ve “sonuç” kriterlerine göre değerlendirileceği yarışmanın sonuçları ise 2 Mart 2015 tarihinde bayer.com.tr adresinde açıklanacak. T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın izniyle gerçekleştirilen ve gençleri günlük hayatlarında merak ettikleri şeyleri sorabilen, sorgulayabilen, doğada olan olayları gözlemleyebilen ve anlamaya çalışan bireyler haline getirmeyi hedefleyen “Bayer Liselerarası Bilim Yarışması” hakkında daha detaylı bilgi için www.bayer.com.tr/ liselerarasibilimyarismasi adresi ziyaret edilebilir.

DÜNYAGÖZ İCRA KURULU BAŞKANI KORAY ÖZBAY OLDU Türkiye’nin önde gelen sağlık gruplarından Dünyagöz Hastaneler Grubu, bünyesine üst düzey isimleri katmaya devam ediyor. Uzun yıllar uluslararası şirketlerde üst düzey yönetici olarak görev yapan ve iş dünyasının başarılı ismi Koray Özbay, Dünyagöz Hastaneler Grubu İcra Kurulu Başkanı oldu Prof. Dr. loannis Pallikaris’i Dünyagöz Medikal Direktörü olarak transfer eden ve son olarak da sektörün önemli isimlerinden Oğuzhan Süral’ı bünyesine İş Geliştirme ve Pazarlama Başkanı ve İcra Kurulu Üyesi olarak atayan Dünyagöz, son olarak Koray Özbay’ı Dünyagöz Hastaneler Grubu İcra Kurulu başkanlığına getirdi. POPÜLER SAĞLIK OCAK-ŞUBAT 2015 67


KİTAP TÜM HASTALIKLARIN ŞAHI YAZAR: SIDDHARTHA MUKHERJEE DOMİNGO YAYINLARI

Time Dergisi “SON 100 YILIN EN ÖNEMLİ 100 KİTABI” seçkisinde Kanserin öyküsü, insan yaratıcılığının, direncinin ve azminin öyküsü olduğu kadar kibrin, paternalizmin ve yanlış algılamanın da öyküsüdür. Mukherjee kitabında, inanılmaz ölçüde becerikli ve sınırsız kaynağa sahip bir düşmana karşı sürekli uyanık kalmak durumunda olmuş selefleri ve çağdaşlarının gözüyle, yüzyıllar boyunca karşılaşılan engeller, kazanılan zaferler ve ölümlerin hikâyesini anlatıyor. Kitap kanserin başkahraman konumunda olduğu bir macera romanı gibi akıyor. Tüm Hastalıkların Şahı, kötü huylu tümörü olasılıkla Yunanlı kölesi tarafından çıkarılmış Pers Kraliçesi Atossa’dan, ilkel radyasyon terapisi ve kemoterapi yöntemlerine maruz kalan 19. yüzyıl hastalarına, hatta Mukherjee’nin kendi lösemi hastası Carla’ya kadar, hayatta kalabilmek için hırpalayıcı tedavi programlarını cesaretle sürdüren ve bu ikonlaşmış hastalıkla ilgili anlayışımızı geliştirmek için mücadele veren insanlar hakkında.Kanserin gizemini çözme peşindeki insanlara umut ve berraklık sağlayan, büyüleyici, sürükleyici ve fazlasıyla önemli bir kitap. TIBBİ MUCİZELER Yazar: Eugene W. Straus ve Alex Straus DOMİNGO YAYINLARI

Tıp Tarihinden Yaşamı Değiştiren 100 Gelişme Dr. Rosalyn S. Yalow, Nobel Tıp Ödülü sahibi

“En temel bilimsel kuralların yeniden tartışıldığı günümüzde, bilimi kutlama amacını taşıyan bir kitap okumak insanın yüreğine su serpiyor. Tıbbi Mucizeler bilimsel anlayışın hayatlarımızı nasıl değiştirdiğini gözler önüne seren oldukça etkileyici bir araştırma. Ayrıca kısa, eğlenceli ve bilgilendirici biyografiler kaleme alma konusunda da çok iyi bir örnek kitap. ”Peter Rothberg, The Nation “..Olağanüstü bir kitap. Fazlasıyla kolay okunur, bilgilendirici, açık fikirli ve düşündürücü ”William T. Golden, “American Museum of Natural History” Onursal Başkanı “Tıbbi Mucizeler, tıptaki gelişmeleri yanyana dizen basit derlemelerden biri olmaktan çok, sağlık, hastalık, tedavi ve hekim kavramlarını sosyal, kültürel ve insani boyutlarıyla ortaya koyan, bugünü daha iyi anlamak için kurgulanmış, sizi düşünmeye itekliyen bir belgesel çalışma.” Journal of the American Medical Association (JAMA) Bugün belki farkında olmasak da, torunların düğününü görmek sadece 200 yıl önce bile bir mucizeydi. Bugün ise tıp biliminde yaşanan sürekli gelişim sayesinde biraz şans yeterli. ŞEFKATİN BİLGELİĞİ Kutsal Dalai Lama, Victor Chan AYA / Kişisel Gelişim Dizisi

“Gerçek şefkat kendi öngörülerimize ve beklentilerimize değil, diğer insanların haklarına dayanır: Bir insan yakın arkadaşımız ya da düşmanımız olsun, fark etmez. Barış, mutluluk ve kurtuluş istediği sürece onun sorunlarına içten ilgi göstermeliyiz. Diğer insanların mutlu olmasını istiyorsanız, şefkatli olmayı öğrenmelisiniz.”-Kutsal Dalai LamaBu kitap, şefkatin bilgeliği ve diğer insanlara gösterdiğimiz ilginin bizi derin kökleri olan bir iyilik düzeyine nasıl taşıdığı hakkında yazılmıştır. Dalai Lama’nın şefkati nasıl kucakladığı ve uyguladığı konusunda benzersiz bir örnek sunmaktadır. Aslında bu kitap Dalai Lama’nın kendisidir: canlı canlı, önceden yazılmamış ve olanca samimiyetiyle gözler önüne serilmiştir.Kitapta yer alan üç bölüm şefkat olgusunu düşüncede (“Sıkıntıları Yenme”), konuşmada (“Kalbi Eğitme”) ve harekette (“Şefkatli Davranış”) göstermektedir.

68 POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015


SANAT EGELİ SANATÇILAR İş Sanat İzmir Galerisi, geçtiğimiz sezon Kent-Mekân-Süreç Sergisi’nde İzmirli usta ressamların eserlerini ağırlamasının ardından bu kez Egeli sanatçıları bir araya getiren özel bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Farklı alanlarda yetkin, birikimli ve yeniliğe açık sanatçıları aynı çatı altında toplayan Ege Bölgesi Görsel ve Plastik Sanatlar Derneği’nin (EGESDER) desteğiyle hayat bulan sergide tabu teması çerçevesinde ortaya konulan eserler sergilenecek.

SİNEMASENFONİ ORKESTRASI SERDAR YALÇIN & HALİT ERGENÇ 06 Şubat 2015 20:00 SERDAR YALÇIN şef HALİT ERGENÇ vokal Sinema Senfoni Orkestrası’nın sinemanın büyülü dünyasına yaptığı yolculuğa Halit Ergenç de film ve sahne dünyasından en sevdiği şarkılarla eşlik ediyor. İş Sanat’ta bu ay İstanbullu müzikseverleri sürpriz bir konser bekliyor. Yer aldığı sinema ve televizyon projeleriyle hem yurtiçinde hem de yurtdışında büyük ilgi gören oyuncu Halit Ergenç, bu kez müzik ve sahne dünyasından en sevdiği şarkıları seslendireceği

RAVI COLTRANE QUARTET 27 Şubat 2015 20:00 RAVI COLTRANE saksafon DAVID VIRELLES piyano JONATHAN BLAKE davul DEZRON DOUGLAS kontrbas

seramik, grafik, enstalasyon ve geleneksel el sanatları gibi sanatın farklı disiplinlerinden eserleri ziyaretçilerle buluşacak. Sanatın genç kuşak nezdinde de benimsenmesi için eğitim faaliyetlerinde bulunan derneğin üyeleri sergi bünyesinde ortaokul ve liselere yönelik çeşitli atölye etkinlikleri de gerçekleştirilecek.

Birçok sanat dalının bir arada izlenmesine imkân tanıyan sergiye, 47 sanatçı 80’e yakın eseri ile katılıyor. Sergide sanatçıların resim, heykel,

Genç sanatçılara eserlerini sergileyebilecekleri yeni platformlar sağlamak amacıyla 2014 yılında temelleri atılan EGESDER bünyesindeki sanatçıların katılımıyla açılacak bu karma sergi, 21 Ocak 2015 – 13 Şubat 2015 tarihleri arasında İş Sanat İzmir Galerisi’nde ziyaret edilebilir.

bir konser için İş Sanat sahnesine çıkacak. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Operet ve Müzikal Tiyatro Oyunculuğu bölümleri mezunu olan Ergenç, TV ve sinema projeleri dışında bugüne kadar aralarında The Adventures of ZAK-New York, Kiss Me Kate, Tatlı Charity, Beni Seviyor, Kral ve Ben, Amphitrion, Evita, Hayalet ve Ötekiler ve Şarkılar Susarsa’nın bulunduğu önemli müzikal, opera ve bale projelerinde yer aldı. Şef Serdar Yalçın’ın yönetiminde gerçekleşecek konserde Ergenç’e alanında Türkiye’de bir ilk olan Sinema Senfoni Orkestrası eşlik edecek. Repertuvarını sadece, kaynağı neredeyse sonsuz olan film müzikleri ve müzikaller üzerine odaklayan bu özel topluluk, Avrupa’da ve dünyada çok az rastlanabilecek bir orkestra olma yolunda ilerliyor. Unutulmayan filmlerin akıllarda kalan

melodilerini sanatseverlerle paylaşma tutkusunu taşıyan Sinema Senfoni Orkestrası ve Halit Ergenç, 6 Şubat 2015 Cuma akşamı sanatseverleri sahne ve beyaz perdenin büyülü dünyasına götürecek.

İş Sanat’ın caz kuşağında bu ay Ravi Coltrane Quartet caz severlerle buluşuyor. Saksafoncu, band lideri, besteci, prodüktör ve bağımsız plak şirketinin kurucusu olarak etkileyici ve çok yönlü bir kariyer süren Ravi Coltrane, babası efsanevi saksafoncu John Coltrane’in izinden giderek daha şimdiden adını altın harflerle caz tarihine yazdırdı. Jack DeJohnnette, Carlos Santana, Wayne Shorter, Herbie Hancock, Chick Corea, John McLaughlin ve Steve Coleman gibi yıldız sanatçıların otuzdan fazla albümünde kendini ispatladıktan sonra lider olarak yer aldığı ilk albümü Moving Pictures’ı 1997’de çıkaran Coltrane, bu

albümüyle caz severlerde kuvvetli bir ilk izlenim bıraktı. Deneyimli saksafoncu 2005 yılında Grammy’e aday gösterilen dördüncü albümü In Flux’den sonra 2009 tarihli Blending Times ile günümüzün en yeniliğe açık caz müzisyenlerinden ve doğaçlamacılarından biri olarak yerini sağlamlaştırdı. Band lideri olarak toplam 6 albüme imza atan Coltrane, Blue Note etiketiyle Haziran 2012’de piyasaya çıkan ve müzikal yolların hem ayrıldığı hem de kesiştiği bir doğaçlama kuartet düzenlemesinden oluşan son albümü Spirit Fiction ile dinleyicisini büyülemeye devam ediyor.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

69


KONGRE TAKVİMİ

OCAK 2015

3. Fetal Hayattan Çocukluğa “ilk 1000 gün” Gebe ve Çocuk Beslenmesi 13-14.MART 2015 Ankara Organizasyon:FTS Turizm

13. Hepatoloji Sempozyumu 17.Ocak 2015 Ramada Plaza Ankara Organizasyon : Flap Tour

EHOK-Ege Hematoloji Onkoloji Kongresi 13-15 Mart 2015 Çeşme-İzmir Organizasyon:Lovi

Meme Kanserinde Yeni Yaklaşımlar Eğitim Toplantısı 2015 24-25Ocak 2015 Wyndham Grand İstanbul Levent Otel Organizasyon: Humanitas Turizm

3. İlaç Kimyası: İlaç Etkin Maddesi Tasarımı, Sentezi, Üretimi ve Standardizasyonu Kongresi 20-22.MART 2015 Kemer

Türk Oral İmplantoloji Derneği 26. Uluslararası Bilimsel Kongresi 16-17 Ocak 2015 Raffles Otel-Zorlu Center W İstanbul Organizasyon: Prime Kongre 6. Ulusal Obezite Kongresi 27-29.Kasım 2014 Radisson Blu Şişli Otel İstanbul Organizasyon: Consensus Kongre

ŞUBAT 2015 ISCO’15 Istanbul Symposium on

Children’s Orthopaedics 6-7 ŞUBAT2015 İstanbul Organizasyon:Topkon Turizm

Kardiyovasküler Akademi Derneği %100 Pratik Kongresi 6-8 ŞUBAT 2015 K.K.T.C. Organizasyon:Serenas Turizm 2. Marmara Pediatri Kongresi 12-14 ŞUBAT 2015 İstanbul Organizasyon:Prime Kongre 9th Annual Educational Symposium on Epilepsy and Multiple Sclerosis12-15 ŞUBAT 2015 İstanbul Organizasyon:ICOM Group 4. Ulusal Sağlıklı Yaşam Sempozyumu- “Anoreksiyadan Obeziteye Yeme Bozuklukları” 12-15 ŞUBAT 2015 İstanbul Organizasyon: Selinay Turizm Ulusal Aritmi Toplantısı 13-15 ŞUBAT 2015 Konya Organizasyon:GenX Kongre 5. Ulusal Hücresel Tedavi ve Rejeneratif Tıp Kongresi 20-21.ŞUBAT 2015 Diyarbakır Organizasyon:Dalya Turizm

EBMT 2015 “41. Avrupa Kan ve Kemik İliği Nakli Kongresi” 41st EBMT Annual Meeting 22-25.MART 2015 İstanbul Organizasyon: K2 Kongre 8. DAS (Dezenfeksiyon Antisepsi Sterilizasyon) Okulu 15-20.ŞUBAT 2015 Belek / Antalya Organizasyon:Humanitas Turizm

3. Karadeniz Meme Kongresi (Uluslararası Katılımlı) 25-29.MART 2015 Samsun Organizasyon:DMR Kongre

1. Ege Endokrin Hastalıklar ve Genetik Sempozyumu 25-27.ŞUBAT 2015 İzmir Organizasyon:Motto Organizasyon 2. Nadir Tümörler Sempozyumu 27.ŞUBAT-1.MART 2015 İzmir Organizasyon: Dalya Turizm

MART 2015 7. Nöroimmünoloji Okulu 5-8.MART2015 Antalya Organizasyon: Flap Tour 12. Ulusal Geriatri Kongresi & 10. Geropsikiyatri Sempozyumu 6-8. MART2015 Kemer/Antalya Organizasyon: Benn Kongre

KLİMİK 2015 “17. Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Kongresi” 25-29.MART 2015 Belek / Antalya

APASL 2015 “24. Asya-Pasifik Karaciğer Araştırmaları Birliği Kongresi” 24th Conference of the Asian Pacific Associaton for the Study of the Liver (APASL) 12-15.MART 2015 İstanbul Organizasyon:Serenas & Dekon Konsorsiyumu

11. Türk Romatoloji Sempozyumu 26-29.MART 2015 Cornelia Diamond Otel Belek / Antalya Organizasyon: Opteamist Turizm

12. Nöropatik Ağrı Sempozyumu 13-15.MART 2015 Antalya Belek Organizasyon: Flap Tour

2. Ulusal Klinik Araştırmalar Kongresi 27 – 28 Mart 2015 İstanbul Organizasyon : SERENAS

70 POPÜLER SAĞLIK OCAK-ŞUBAT 2015

10. Girişimsel Radyoloji Yıllık Toplantısı 26-29 MART 2015 Belek / Antalya Organizasyon: Serenas Turizm


KONGRE TAKVİMİ 2. Türk Hepatopankreatobilier Cerrahi Kongresi 3. HPB Cerrahi Hemşireliği Kongresi 1-4.NİSAN 2015 Cornelia Diamond Otel Belek / Antalya Organizasyon: Plaza Turizm

NİSAN 2015 Türk Toraks Derneği 18. Yıllık Kongresi 1-5.NİSAN 2015 Titanic Deluxe Belek Otel Belek / Antalya Organizasyon: Serenas Turizm

International Basic Neurosurgery Course, Term I, Course IV, “Neurovascular Surgery” 14-17.NİSAN 2015 Kaya Palazzo Otel Belek / Antalya Organizasyon: Con-Trust Turizm 11. Ulusal Parkinson Hastalığı ve Hareket Bozuklukları Kongresi 15-19 NİSAN 2015 Rixos Premium Otel Belek / Antalya Organizasyon: Flap Tour 1. İstanbul Ulusal Beslenme ve Diyetetik Kongresi 16-18.NİSAN 2015 WOW Convention Center- İstanbul Organizasyon: Figür Kongre 12. Ulusal Hemofili Kongresi 16-19.NİSAN 2015 Sentido Zeynep Otel Belek / Antalya Organizasyon:Serenas Turizm 10. Ulusal Çocuk Alerji ve Astım Kongresi 16-19.NİSAN 2015 Güral Sapanca Otel Sakarya / Sapanca Organizasyon:Serenas Turizm

5. Ulusal Alzheimer Kongresi 2-5.NİSAN,2015 Rixos Lares Otel Lara / Antalya Organizasyon :K2 Kongre Hedef Kanser 2015 2-5.NİSAN 2015 Acapulco Otel Girne / K.K.T.C. Organizasyon: Serenas Turizm 6. Ulusal Lenfoma-Myeloma Kongresi 2. Kök Hücre Üretiminde Yeni Teknikler Kursu 9-12.NİSAN 2015 Spice Otel Belek / Antalya Organizasyon: NGlobal Turizm HİEP 2015 “Hastane İnfeksiyonları Eğitim Programı” 9-12.NİSAN 2015 Radisson Blu Otel Şişli / İstanbul Organizasyon: Serenas Turizm

11. Ulusal Acil Tıp Kongresi & 2nd Intercontinental Emergency Medicine Congress & 2nd International Critical Care and Emergency Medicine Congress 16-19.NİSAN.2015 Rixos Sungate Otel Kemer / Antalya Organizasyon: GenX Kongre 11. Türk Rinoloji Kongresi:Türk Rinoloji Derneği 16-19.NİSAN 2015 Maxx Royal Otel Belek / Antalya Düzenleyen Organizasyon:Serenas Turizm 29. Türk Nöroşirurji Derneği Bilimsel Kongresi Nöroşirürji Hemşireliği Kongresi 11. Nöroşirürji Asistanlığı Oturumu 17-21 NİSAN 2015 Kaya Palazzo Otel Belek / Antalya Düzenleyen:Türk Nöroşirurji Derneği Organizasyon: Con-Trust Turizm

21. Ulusal Kanser Kongresi 22-26.NİSAN 2015 Kaya Palazzo & Riu Otel Organizasyon: DMR Kongre 51. Ulusal Diyabet Kongresi Ulusal Diyabet Hemşireliği Sempozyumu Ulusal Diyabet Diyetisyenliği Sempozyumu- Adacık Kursu 22-26.NİSAN 2015 Rixos Sungate Otel Kemer / Antalya Organizasyon:Consensus Kongre 12. Ulusal Endoskopik Laparoskopik Cerrahi Kongresi 22-26.NİSAN 2015 Cornelia Diamond Otel Belek / Antalya Organizasyon: Topkon Turizm 25. Ulusal Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kongresi 22-26.NİSAN 2015 Maxx Royal Otel Belek / Antalya Organizasyon:Opteamist Turizm 8. Ulusal Göğüs Cerrahisi Kongresi 23-26.NİSAN 2015 Susesi Otel Belek / Antalya Organizasyon:Serenas Turizm 2015 Perinatal Tıp Kongresi 2015 Perinatal Medicine Congress 23-25.NİSAN 2015 Grand Cevahir Otel & Kongre Merkezi Şişli / İstanbul Organizasyon: FTS Turizm 23. Ulusal İmmünoloji Kongresi (Uluslararası Katılımlı) 26-30.NİSAN,2015 Titanic Lara Otel Lara / Antalya Organizasyon: Serenas Turizm

4. PUADER (Pediatrik Uzmanlık Akademisi Derneği) Kongresi 29.NİSAN-3.MAYIS 2015 Kaya Palazzo Otel Belek / Antalya Organizasyon: Serenas Turizm

POPÜLER SAĞLIK OCAK-ŞUBAT 2015

71





Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.