25 furkan (eski) pdf

Page 1

‫﴾ ُسو َر ُة ْالفُ ْر َقان﷌‬٥٢﴿ 25. FURKAN SURESİ Mekke döneminin ortalarında, Yasin suresinden sonra indirilmiştir. Adını, birinci ayetinde geçen ve doğru ile yanlışı, hak ile batılı birbirinden ayıran ilâhî ölçü anlamına gelen “Furkan” kelimesinden almıştır. 77 ayettir.

﷽ Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla! Beni yoktan var edip üstün yeteneklerle donatan ve kulluk göreviyle yeryüzüne gönderen sonsuz şefkat ve merhamet sahibi yüce Rabb’imin adıyla, O’nun verdiği güç ve yetkiye dayanarak ve yalnızca O’nun adına okuyor, söylüyorum:

َ ‫َت َبا َر َك‬ ُ ‫ال ۪ذي َن َز َل ْالفُ ْر َقا َن َع ٰلى َع ْبد ۪ه ل َي‬ َ ‫كو َن ل ْل َعا َل ۪م‬ ﴾١﴿ ۙ ‫ني َن ۪ذي ًرا‬

1. Bütün insanlığa evrensel bir uyarı olması için kuluna Furkan’ı, yani hak ile batıl arasındaki farkı ortaya koyan ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirlemede en mükemmel ölçüyü, Kur’an’ı gönderen Allah gerçekten ne yüce, ne mübarektir!

َ ْ ‫الس ٰم َوات َو‬ ٌ ‫ك ْن َل ُه َش ۪ر‬ ُ ‫اْل ْرض َو َل ْم َي َتخ ْذ َو َلدًا َو َل ْم َي‬ َ ‫اَ َل ۪ذي َل ُه ُم ْل ُك‬ ‫يك في‬ ﴾٥﴿ ‫خ َل َق ُك َل َش ْي ٍء ف َ​َق َد َر ُه َت ْق ۪دي ًرا‬ َ ‫ْال ُم ْلك َو‬

2. O Allah ki, göklerin ve yerin hükümranlığı O’na aittir. O asla bir çocuk edinmemiştir. Kudret ve egemenliğinde herhangi bir eşi ve ortağı yoktur. Her şeyi yaratan ve evrene yerleştirdiği yasalar çerçevesinde her şeyi mükemmel bir ölçü ve dengeye göre düzenleyen O’dur. Hal böyleyken:

َ ‫َو‬ ُ ‫ات َخ ُذوا م ْن ُدون ۪ه ۪ٓ ٰال َه ًة َْل َيخْ ُل ُقو َن َش ْي ًـا َو ُه ْم ُيخْ َل ُقو َن َو َْل َي ْمل‬ ‫كو َن‬

َ ُ ‫ض ًّرا َو َْل َن ْف ًعا َو َْل َي ْمل‬ ﴾٣﴿ ‫شو ًرا‬ َ ‫ْل ْنفُ سه ْم‬ ُ ‫ح ٰيو ًة َو َْل ُن‬ َ ‫كو َن َم ْو ًتا َو َْل‬ 3. İnkârcılar, Allah’ın yanı sıra hükmüne boyun eğdikleri birtakım ilâhlar ediniyorlar. Hiçbir şey yaratamayan, tam tersine kendileri yaratılmış olan, kendilerine bile herhangi bir zarar veya fayda verebilecek güce sahip olmayan ve ne ölüme, ne hayata, ne de yeniden dirilişe hükmedemeyen düzmece ilâhlara kulluk ediyorlar.


َ ‫ال‬ َ ‫َو َق‬ ۪ٓ َ ‫خ ُرو َ ۛن ف َ​َق ْد‬ ٌۨ ٌ ‫ال ۪ذي َن َكفَ ُر۪ٓوا ا ْن هٰ َذ۪ٓا ا َ ْ۪ٓل ا ْف‬ ٰ َ ‫اف‬ ْ ‫ك‬ ‫جا ُُ۫ؤ‬ َ ‫َتي ُه َواَ َعا َن ُه َع َل ْيه َق ْو ٌم ٰا‬ ُ ﴾٤﴿ ۛ‫ظ ْل ًما َو ُزو ًرا‬

4. İşte bu yüzdendir ki, hakikati inkâr edenler, “Bu Kur’an Muhammed’in kendi kafasından uydurduğu bir yalandan başka bir şey değildir. Başka bir topluluk da ona bu işte yardım etmiştir. Çünkü Muhammed’in geçmiş kavimler, Peygamber kıssaları, kıyamet, âhiret, evrenin ve insanın yaratılışı ve benzeri konularda bu kadar kapsamlı ve isabetli bilgiler verebileceğini, hayranlık verici hikmet ve öğütlerle dolu böyle mükemmel bir kitap hazırlayabileceğini akıl kabul etmez. Demek ki ona bu kitabı, hitabet ve belâgat konusunda hiç kimsenin kendisiyle boy ölçüşemeyeceği ilim ve hikmet sahibi bir kudret öğretiyor ki, bu da olsa olsa, İncil ve Tevrat hakkında bir şeyler bilen bazı kölelerimiz yahut kim olduklarını bilemediğimiz esrarengiz bir topluluktur.” diyorlar. Aslında bu sözleriyle Kur’an’ın insanüstü bir kaynaktan geldiğini itiraf ediyor, ama kibir ve inatçılıkları yüzünden hakikati kabullenmek istemiyorlar. Böylece açıkça zulüm ve haksızlık yapıyor, gerçeği çarpıtarak bile bile yalan söylüyorlar.

ْ ‫ني‬ َ ْ ُ ‫اطري‬ َ ‫اْل َو ۪ل‬ ﴾٢﴿ ‫يًل‬ ً ‫اك َت َت َب َها فَه َي ُت ْم ٰلى َع َل ْيه ُب ْك َر ًة َواَ ۪ص‬ ۪ ‫َو َقا ُل۪ٓوا اَ َس‬

5. Ve insafsızca iftiraya devam ederek, “Bu Kur’an, önceki milletlerin efsanelerinden, masallarından başka bir şey değildir. Muhammed —kendisi okuma yazma bilmediği için— onu başkalarına yazdırmış, bu hikâyeler, gece gündüz ona okunup duruyor. Bu yüzden hepsini ezberden okuyabiliyor.” diyorlar.

َ ‫ُق ْل اَ ْن َز َل ُه‬ َ ْ ‫الس ٰم َوات َو‬ َ ‫ال ۪ذي َي ْع َل ُم الس َر في‬ ‫يما‬ ً ‫ض ا َن ُه َكا َن َغفُ و ًرا َر ۪ح‬ ِۜ ‫اْل ْر‬ ﴾٦﴿

6. Onlara de ki: “Onu Muhammed veya bir başkası uydurmuş değil, tam tersine, göklerin ve yerin bütün gizliliklerini bilen Allah göndermiştir. Ve samimi bir yaklaşımla Kur’an’ı incelediğiniz zaman, siz de bunu açıkça göreceksiniz. Öyleyse, kibir ve inadı bırakın da, Rabb’inizin merhametine sığının. Tövbe etmek için hâlâ geç kalmış sayılmazsınız. Unutmayın ki, Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.”

َ ‫الر ُسول َي ْا ُك ُل‬ َ ْ ‫الط َعا َم َو َي ْم ۪شي في‬ َ ‫َو َقا ُلوا َما لهٰ َذا‬ ‫اق َل ْو َ ْ۪ٓل اُنْز َل ا َل ْيه‬ ِۜ ‫اْل ْس َو‬ ُ ‫َم َل ٌك َف َي‬ ﴾٧﴿ ۙ ‫كو َن َم َع ُه َن ۪ذي ًرا‬

7. İnkârcılar bu tür iftiralarla bir yere varamayacaklarını anlayınca, “Bu nasıl Peygamber ki!” diyorlar, “Sıradan ölümlüler gibi yiyip içiyor, basit insanlar gibi ihtiyacını sağlamak için sokaklarda, çarşılarda gezip dolaşıyor! O gerçekten Peygamber olsaydı, ona Allah tarafından, gözlerimizle görebileceğimiz bir melek gönderilmeli ve onunla birlikte bizi uyarmalı değil miydi?”


َ ‫ال‬ َ ‫ج َن ٌة َي ْا ُك ُل منْ َه ِۜا َو َق‬ ُ ‫اَ ْو ُي ْل ٰق۪ٓى ا َل ْيه َك ْ​ْن ٌ اَ ْو َت‬ ‫الظال ُمو َن ا ْن َت َتب ُعو َن‬ َ ‫كو ُن َل ُه‬ ﴾٨﴿ ‫ج ً​ًل َم ْس ُحو ًرا‬ ُ ‫ا َْل َر‬ 8. “Ya da ona gökten hazineler indirilmeli yahut hiç çalışıp yorulmadan meyvelerini yiyeceği mucizevî bir bahçesi olmalı değil miydi?” Allah’ın nurunu söndürmek için ne yapacaklarını şaşıran bu zalimler, önceki bütün iddialarını çürütecek bir başka iftira ortaya atarak, Kur’an’dan etkilenen insanlara, “Siz ancak küstahlığı nedeniyle ilâhlarımızın lânetine uğrayan büyülenmiş bir adamın peşinden gidiyorsunuz!” diyorlar. Sana “büyülenmiş” diyorlar, çünkü okuduğun Kur’an’dan etkileniyor, bu sözlerin beşer kaynaklı olmadığını, olamayacağını hissediyorlar. Ne var ki, kibir ve inatçılıkları onları imandan alıkoyuyor.

َ ‫اْل ْمث‬ َ ْ ‫ض َر ُبوا َل َك‬ ُ ‫اُ ْن‬ ﴾٩﴿ ‫يًل‬ َ ‫َال ف‬ َ ‫ف‬ َ ‫ظ ْر َك ْي‬ ُ ‫َض ُلوا ف َ​ًَل َي ْس َت ۪ط‬ ۟ ً ‫يعو َن َس ۪ب‬

9. Ey Muhammed! Bak, o zalimler gerçeği çarpıtmak için senin hakkında kimi zaman büyücü, kimi zaman büyülenmiş, bazen zeki bir düzenbaz, bazen deli, bazen da şair diyerek nasıl saçma ve anlamsız örnekler getirdiler de doğru yoldan iyice saptılar. Bu tavırlarından vazgeçmedikleri sürece de, bir daha asla doğru yola gelemezler. Demek onlar, mucizevî bir bahçen olmadığı için sana iman etmiyorlar, öyle mi?

َ ‫َت َبا َر َك‬ ۪ٓ َ ‫ال ۪ذ۪ٓي ا ْن‬ ‫ات َت ْج ۪ري م ْن َت ْحت َها‬ ٍ ‫ج َن‬ َ ‫ج َع َل َل َك‬ َ ‫خ ْريًا م ْن ٰذل َك‬ َ ‫شا َء‬ َْ ﴾١١﴿ ‫ۙر َو َي ْج َع ْل َل َك ُق ُصو ًرا‬ ُ ‫اْل ْن َها‬

10. Dilediği anda sana bunlardan çok daha hayırlısını, içerisinde ırmaklar çağıldayan cennet bahçelerini verebilecek ve senin için köşkler, saraylar yaratabilecek kudrete sahip olan Allah ne yüce, ne mübarektir!

َ ‫السا َعة َواَ ْع َت ْد َنا ل َم ْن َك َذ َب ب‬ َ ‫َب ْل َك َذ ُبوا ب‬ ﴾١١﴿ ‫السا َعة َس ۪عري ًۚا‬

11. Kâfirlerin bunca itirazlarının arkasında yatan gerçek sebep şudur: Aslında onlar, kıyameti ve ölümden sonraki hayatı inkâr ediyorlar. Oysa biz, kıyameti inkâr edenler için çılgın bir ateş hazırladık. Öyle ki:

َ ‫ا َذا َراَ ْت ُه ْم م ْن َم‬ ً ‫ان َب ۪عي ٍد َسم ُعوا َل َها َتغَ ُي‬ ﴾١٥﴿ ‫ظا َو َز ۪فريًا‬ ٍ ‫ك‬ 12. Ateş onları ta uzaktan görür görmez, zalimler onun öfke dolu kükremesini ve harıl harıl yanarken çıkardığı o korkunç uğultuyu duyacak ve korku, pişmanlık ve dehşet içerisinde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayacaklar.


َ ‫َوا َذ۪ٓا اُ ْل ُقوا منْ َها َم‬ َ ‫ضي ًقا ُم َق َر ۪ن‬ ﴾١٣﴿ ‫ني َد َع ْوا ُه َنال َك ُث ُبو ًر ِۜا‬ َ ‫كا ًنا‬

13. Ve orada, elleri boyunlarına zincirlerle kelepçelenmiş bir hâlde cehennemin daracık bir yerine atıldıkları zaman, tek çare olarak ölümü çağıracak ve “Yetiş ey ölüm, kurtar bizi bu azaptan!” diye yalvarıp yakaracaklar.

﴾١٤﴿ ‫َْل َت ْد ُعوا ْال َي ْو َم ُث ُبو ًرا َواحدًا َوا ْد ُعوا ُث ُبو ًرا َك ۪ثريًا‬ 14. Bunun üzerine azap melekleri onlara, “Bugün bir kerecik ölmeyi değil, defalarca ölmeyi isteyin! Çünkü bu azap hiçbir zaman bitmeyecek. Yanıp kavrulan vücudunuz her defasında yeniden yaratılacak ve artık ölmek isteseniz de ölemeyeceksiniz!” diyecekler.

َ ‫ج َن ُة ْال ُخ ْلد‬ ْ ‫ال ۪تي ُوع َد ْال ُم َت ُقو َِۜن َكا َن‬ ‫ج َز۪ٓا ًء َو َم ۪صريًا‬ َ ‫ُق ْل اَ ٰذل َك‬ َ ‫ت َل ُه ْم‬ َ ‫خ ْري ٌ اَ ْم‬ ﴾١٢﴿

15. O hâlde, bu felâkete doğru adım adım yaklaşmakta olan bütün kâfirlere de ki: “Şimdi söyleyin bakalım, bu korkunç son mu daha iyidir, yoksa kötülüklerden titizlikle sakınan kimselere bir mükâfat ve yerleşme yurdu olarak söz verilen sonsuz cennet nimetleri mi?” Öyle bir cennet ki:

۪ٓ َ ‫َل ُه ْم ۪في َها َما َي‬ ﴾١٦﴿ ً‫خال ۪دي َِۜن َكا َن َع ٰلى َرب َك َو ْعدًا َم ْس ُُ۫ؤْل‬ َ ‫شا ُُ۫ؤ َن‬

16. Onlar için orada diledikleri her şey vardır ve onlar, sonsuza dek orada yaşayacaklar. Bu, bizzat Rabb’inin taahhüt ettiği ve yerine getirilmesi istenen bir sözdür. İnkârcılara gelince:

ٰ ‫ش ُر ُه ْم َو َما َي ْع ُبدُو َن م ْن ُدون‬ ُ ‫اّلل َف َي ُق‬ ‫ول َءاَ ْن ُت ْم اَضْ َل ْل ُت ْم ع َب ۪ادي‬ ُ ‫َو َي ْو َم َي ْح‬ َِۜ ‫س ۪ب‬ َ ‫ض ُلوا ال‬ ﴾١٧﴿ ‫يل‬ َ ‫هٰ ۪ٓ ُؤُ۬ َ ْ۪ٓلء اَ ْم ُه ْم‬ 17. O gün Rabb’in onları ve Allah’tan başka kulluk ettikleri melek, Peygamber, evliya gibi kimseleri bir araya toplayacak ve o ilâhlaştırılan kişilere soracak: “Benim kullarımı siz mi sapıklığa sürüklediniz, yoksa onların kendileri mi yoldan çıktılar?”

‫َقا ُلوا ُس ْب َحا َن َك َما َكا َن َينْ َب ۪غي َل َن۪ٓا اَ ْن َن َتخ َذ م ْن ُدون َك م ْن اَ ْول َي۪ٓا َء َو ٰلك ْن‬ ﴾١٨﴿ ‫سوا الذ ْك َۚر َو َكا ُنوا َق ْو ًما ُبو ًرا‬ َ ‫َم َت ْع َت ُه ْم َو ٰا َب۪ٓا َء ُه ْم‬ ُ ‫ح ٰتى َن‬

18. Onlar, “Sen her türlü eksiklik ve noksanlıktan uzaksın, yüceler yücesisin ya Rab!” diye cevap verecekler, “Senden başka hükmüne boyun eğilecek otoriteler, sığınılacak dostlar


edinmek bize asla yaraşmaz. Dolayısıyla, insanlardan bize kulluk etmelerini istememiz de asla olacak şey değildir. Biz onları kesinlikle saptırmadık. Sen onlara ve atalarına türlü nimetler bahşetmiştin, fakat onlar bu nimetlere şükredip sana kulluk edecekleri yerde, senin gönderdiğin kitapta yer alan öğüt ve uyarıları hayatın dışına itip tamamen unuttular ve böylece, cezayı hak eden bir toplum hâline geldiler.”

َ ‫ف َ​َق ْد َك َذ ُبو ُك ْم ب َما َت ُقو ُلو‬ ‫يعو َن َص ْرفًا َو َْل َن ْص ًر ۚا َو َم ْن َي ْظل ْم‬ ُ ‫ۙن ف َ​َما َت ْس َت ۪ط‬ ُ ْ‫من‬ ﴾١٩﴿ ‫ك ْم ُنذ ْق ُه َع َذا ًبا َك ۪بريًا‬

19. Bunun üzerine Allah kâfirlere seslenerek, “İşte görüyorsunuz ya!” diyecek, “Tanrı yerine koyduğunuz bu varlıklar, ileri sürdüğünüz bütün iddialarınızın yalan olduğunu ortaya koydular. Artık ne başınıza gelecek azabı geri çevirebilirsiniz, ne de kendinize bir yardımcı bulabilirsiniz. İçinizden her kim zulüm işlemişse, ona büyük bir azap tattıracağız!” İşte kâfirlerin tanrılaştırdığı kimseler, onları Kıyamet Gününde böyle reddedecekler. Buna rağmen Peygamberlerde olağanüstü özellikler arayanlar var. Oysaki:

َ ‫ني ا َ ْ۪ٓل ا َن ُه ْم َل َي ْا ُك ُلو َن ال‬ َ ‫َو َم۪ٓا اَ ْر َس ْل َنا َق ْب َل َك م َن ْال ُم ْر َس ۪ل‬ ‫شو َن في‬ ُ ‫ط َعا َم َو َي ْم‬

َْ ُ ‫ض‬ ﴾٥١﴿ ‫ض فتْ َن ًِۜة اَ َت ْصِبُو َۚن َو َكا َن َر ُب َك َب ۪صري ً۟ا‬ َ ‫ج َع ْل َنا َب ْع‬ َ ‫اق َو‬ ٍ ‫ك ْم ل َب ْع‬ ِۜ ‫اْل ْس َو‬

20. Ey Muhammed! Senden önce göndermiş olduğumuz Peygamberler de tıpkı senin gibi yiyip içen ve çarşı pazarda dolaşan ölümlü kimselerdi. Gerçi dileseydik, melekleri de elçi olarak gönderebilirdik. Fakat kulluk ve ibadet konusunda sabır ve sebat gösterebilecek misiniz diye, iyilerle kötüleri karşı karşıya getirerek sizin bir kısmınızı diğerleriyle böyle imtihan ediyoruz. Bu imtihanda karşılaştığın zorluklar seni yıldırmasın. Unutma ki, Rabb’in her şeyi görmektedir. Dolayısıyla, O’nun yolunda gösterdiğin samimiyet ve bağlılığın mükâfatını sana tam olarak verecek, zalimleri de hak ettikleri cezaya çarptıracaktır.

َ ‫ال‬ َ ِ۪ٓ‫جو َن ل َ ۪ٓقا َء َنا َل ْو َ ْ۪ٓل اُنْز َل َع َل ْي َنا ْال َم ٰل‬ َ ‫َو َق‬ ‫ك ُة اَ ْو َن ٰر َر َب َن ِۜا َل َقد‬ ُ ‫ال ۪ذي َن َْل َي ْر‬ ﴾٥١﴿ ‫اس َت ْك َِبُوا ۪ف۪ٓي اَ ْنفُ سه ْم َو َع َت ْو ُع ُت ًّوا َك ۪بريًا‬ ْ

21. Hal böyleyken, Hesap Gününde huzurumuza çıkarılacakları gerçeğini inkâr eden o kâfirler, imtihan hikmetini göz ardı ederek ve göklerde ve yerde Allah’ın varlığını, Rab ve İlâh olarak birliğini, sonsuz kudret ve merhametini gözler önüne seren sayısız mucizeleri görmezlikten gelerek, “Eğer bizim ille de inanmamız isteniyorsa, bize neden uyarıcı melekler gönderilmiyor yahut neden Rabb’imizi gözlerimizle görmüyoruz?” diyorlar. Doğrusu onlar, sıradan bir kul olmayı içlerine sindiremeyerek içten içe kibirleniyor, her biri birer Peygamber makamına yükselmedikçe iman etmeyeceklerini ima ederek büyük bir küstahlıkta bulunuyorlardı. Gerçi istedikleri olacak ve günün birinde elbette melekleri karşılarında bulacaklar, fakat:


َ ِ۪ٓ‫َي ْو َم َي َر ْو َن ْال َم ٰل‬ َ ‫ك َة َْل ُب ْش ٰر َي ْو َمِ ٍذ ل ْل ُم ْجر ۪م‬ ‫ني َو َي ُقو ُلو َن ح ْج ًرا َم ْح ُجو ًرا‬ ﴾٥٥﴿

22. Melekleri gördükleri gün, işte o gün suçlulara hiç de sevindirici haberler verilmeyecek. Tam tersine, melekler, “Artık sevinç ve mutluluk yasak size, yasak!” diyecekler. Yaptıkları sözde iyilikler de —doğru bir inanç ve samimiyet ürünü olmadığı için— onları kurtaramayacak:

﴾٥٣﴿ ‫َج َع ْل َنا ُه َه َب۪ٓا ًء َمنْ ثُو ًرا‬ َ ‫َو َقد ْم َن۪ٓا ا ٰلى َما َعم ُلوا م ْن َع َم ٍل ف‬

23. Çünkü yaptıkları her işin önüne geçmiş, hepsini toz duman etmişizdir. İman edip salih amel işleyenlere gelince:

﴾٥٤﴿ ‫يًل‬ ً ‫س ُن َم ۪ق‬ َ ‫اب ْال َج َنة َي ْو َمِ ٍذ‬ َ ‫خ ْري ٌ ُم ْس َت َق ًّرا َواَ ْح‬ ُ ‫اَ ْص َح‬ 24. O gün cennetlikler harika bir yurda yerleşecek, orada güzelce dinlenip safa süreceklerdir.

َ ِ۪ٓ‫الس َم۪ٓا ُء ب ْالغَ َمام َو ُنز َل ْال َم ٰل‬ َ ‫ش َق ُق‬ ﴾٥٢﴿ ‫يًل‬ ً ‫ك ُة َت ْ ْ۪ن‬ َ ‫َو َي ْو َم َت‬

25. Gökleri ve yeri içinde barındıran şu evren bir toz bulutu hâlinde paramparça olduğu ve birbiri ardınca meleklerin mahşer alanına indirildiği Gün;

َ ‫لر ْح ٰم ِۜن َو َكا َن َي ْو ًما َع َلى ْال‬ َ ‫اَ ْل ُم ْل ُك َي ْو َمِ ٍذٌۨ ْال َح ُق ل‬ ﴾٥٦﴿ ‫كاف ۪ري َن َع ۪سريًا‬

26. İşte o Gün kulların tercih ve iradeleri ellerinden alınacak ve gerçek hükümranlık, tamamen ve yalnızca Rahman’ın olacaktır. Bugün otorite sahibiymiş gibi görünenlerin, gerçekte ne kadar zayıf ve aciz oldukları anlaşılacak ve hâkimiyetin yalnızca Allah’a ait olduğu apaçık ortaya çıkacaktır. İşte bunun içindir ki, o Gün kâfirler için gerçekten çetin bir gün olacaktır. Öyle ki:

َ ‫ض‬ َ ‫ول َيا َل ْي َت ۪ني‬ ُ ‫الظال ُم َع ٰلى َيد َْيه َي ُق‬ َ ‫ات َخ ْذ ُت َم َع‬ ُ ‫َو َي ْو َم َي َع‬ ‫يًل‬ ً ‫الر ُسول َس ۪ب‬ ﴾٥٧﴿

27. Dünyada iken zulüm ve kötülük yapmış olan kişi, o Gün pişmanlıktan ellerini ısıracak ve “Ah, ne olurdu!” diye feryat edecek, “Keşke Peygamberin gösterdiği yolu izlemiş olsaydım!”


﴾٥٨﴿ ‫يًل‬ ً ‫خ ۪ل‬ َ ‫َيا َو ْي َلتٰ ى َل ْي َت ۪ني َل ْم اَ َتخ ْذ ف ًَُل ًنا‬ 28. “Yazıklar olsun bana, ne olurdu filancayı kendime dost edinmeseydim!”

َ ‫الش ْي‬ َ ‫جا َء ۪ن ِۜي َو َكا َن‬ ۪ٓ َ ‫ض َل ۪ني َعن الذ ْكر َب ْع َد ا ْذ‬ ً‫خ ُذوْل‬ َ ‫ْسان‬ َ َ‫َل َق ْد ا‬ َ ‫طا ُن ل ًْلن‬ ﴾٥٩﴿

29. “Uyarı ve öğütlerle dolu olan Kur’an tam da bana ulaşmışken, beni nasıl da ondan saptırdı!” İşte şeytan, insanı en zor anında böyle yapayalnız ve çaresiz bırakır.

َ ‫َو َق‬ َ ‫ول َيا َرب ا َن َق ْومي‬ ُ ‫الر ُس‬ َ ‫ال‬ ﴾٣١﴿ ‫ات َخ ُذوا هٰ َذا ْال ُق ْر ٰا َن َم ْه ُجو ًرا‬ 30. Derken, kendilerine şefaat edeceğini umdukları Peygamber veya onun yolunu izleyerek toplumunu hak dine çağıran İslâm davetçisi, “Ey Rabb’im!” diyecek, “Benim halkımdan Müslüman olduğunu iddia eden bazı kimseler, bu Kur’an’ı tozlu raflar içine hapsederek terk ettiler. Kimileri onu anlamak ve uygulamak niyeti taşımaksızın okuyup ölülerin ruhlarına üfledi. Kimileri onun yerine, başka eserleri başucu kitabı hâline getirdi. Kimileri onu üzerinde çalışmalar yapmaya yarayan akademik bir malzemeden ibaret gördü. Kimileri de onun bu çağda geçerliliğini yitirmiş bir çöl kanunu, çağdışı bir kitap olduğunu ileri sürerek hayatın dışına itti. Bütün bunların yaptıklarından sana şikâyetçiyim ya Rab!” diyecek.

ُ ‫ج َع ْل َنا ل‬ َِۜ ‫كل َنب ٍي َع ُد ًّوا م َن ْال ُم ْجر ۪م‬ ‫ني َو َك ٰفى ب َرب َك َهاد ًيا َو َن ۪صريًا‬ َ ‫َو َك ٰذل َك‬ ﴾٣١﴿

31. İşte böylece Biz, ilâhî buyruklara karşı gelerek suç işleyen insan ve cinleri, gelmiş geçmiş bütün Peygamberlerin can düşmanı yaptık. Ama sen zalimlere karşı mücadeleye devam et. Korkma, yol gösterici olarak da yardımcı olarak da Rabb’in sana yeter.

َ ‫ال‬ َ ‫َو َق‬ ‫ت ب ۪ه‬ َ ‫ج ْم َل ًة َواح َد ًۚة َك ٰذل َك ل ُن َثب‬ ُ ‫ال ۪ذي َن َكفَ ُروا َل ْو َْل ُنز َل َع َل ْيه ْال ُق ْر ٰا ُن‬ ﴾٣٥﴿ ‫يًل‬ ً ‫ُف َؤا َد َك َو َر َت ْل َنا ُه َت ْر ۪ت‬

32. Ey Muhammed! Allah’ın ayetlerini inkâr edenler, “Kur’an ona neden toptan bir defada indirilmedi de, yirmi üç yıllık uzun bir süre içinde, bölümler hâlinde indirildi?” diyorlar. Biz Kur’an’ı böyle ayet ayet, sure sure indiriyor ve onu belli bir düzen içinde, ağır ağır ve sindire sindire sana okuyoruz ki, böylece senin imanını sürekli canlı ve taze tutarak kalbini pekiştirelim.


﴾٣٣﴿ ‫س َن َت ْف ۪سري ًِۜا‬ َ ‫َو َْل َي ْا ُتو َن َك ب َمث ٍَل ا َْل ج ِْ َنا َك ب ْال َحق َواَ ْح‬

33. Onlar Kur’an’ı inkâr etmek amacıyla sana ne zaman bir örnek getirseler, Biz mutlaka o meselenin içyüzünü ifade ederek gerçeği ortaya koyuyor ve o konuda yapılması gereken en güzel açıklamayı yapıyoruz. O hâlde, her konuda olduğu gibi tebliğ ve irşat konusunda da kendine Kur’an’ı esas almalısın. Bütün bu açıklamalara rağmen yine de inat edip yüz çevirirlerse, o zaman şunu iyi bilsinler ki:

َ ‫ۙم اُوُ۬ ٰلِ۪ٓ َك َش ٌر َم‬ ‫يًل‬ َ َ‫كا ًنا َوا‬ َ ‫اَ َل ۪ذي َن ُي ْح‬ َ ‫ج َه َن‬ َ ‫جوهه ْم ا ٰلى‬ ُ ‫ش ُرو َن َع ٰلى ُو‬ ۟ ً ‫ض ُل َس ۪ب‬ ﴾٣٤﴿

34. Yüzüstü cehenneme sürülecek olanlar var ya, onlar, inanç ve ahlâk bakımından en kötü yerde bulunan ve doğru yoldan en çok sapan kimselerdir. Oysa insanlık tarihini ibret nazarıyla inceleseler, vahiyden uzaklaşan toplumların akıbetinin ne olduğunu göreceklerdi:

﴾٣٢﴿ ‫خا ُه هٰ ُرو َن َو ۪زي ًر ۚا‬ َ َ‫ج َع ْل َنا َم َع ُه ۪ٓ ا‬ َ ‫اب َو‬ َ ‫وسى ْالك َت‬ َ ‫َو َل َق ْد ٰا َت ْي َنا ُم‬

35. Doğrusu Biz bir zamanlar Musa’ya da Tevrat adındaki kutsal kitabı verdik ve kendisi gibi Peygamber yaptığımız kardeşi Harun’u ona yardımcı kıldık.

َ ‫ف َُق ْل َنا ا ْذ َه َب۪ٓا ا َلى ْال َق ْوم‬ ﴾٣٦﴿ ‫ال ۪ذي َن َك َذ ُبوا ب ٰا َيات َن ِۜا َفد َ​َم ْر َنا ُه ْم َت ْد ۪مري ًِۜا‬

36. Ve onlara, “Ayetlerimizi inkâr eden Firavunun önderlik ettiği şu topluma gidin ve onları hakka davet edin!” dedik. Fakat Firavun ve halkı, inatla karşı koydular. Biz de onları tamamen helâk ettik.

َ ‫ج َع ْل َنا ُه ْم ل‬ ُ ‫وح َل َما َك َذ ُبوا‬ ‫لناس ٰا َي ًِۜة َواَ ْع َت ْد َنا‬ َ ‫الر ُس َل اَ ْغ َر ْق َنا ُه ْم َو‬ ٍ ‫َو َق ْو َم ُن‬ َ ‫ل‬ َ ‫لظال ۪م‬ ﴾٣٧﴿ ‫يم ۚا‬ ً ‫ني َع َذا ًبا اَ ۪ل‬

37. Nuh kavmini de, Nuh’un şahsında bütün Peygamberleri inkâr ettikleri için müthiş bir tufanın sularına batırıp boğduk ve onları bütün insanlık için ibret alınacak bir örnek yaptık. O zalimlere, âhirette de can yakıcı bir azap hazırladık.

َ ْ ‫الرس َو ُق ُرو ًنا َب‬ َ ‫اب‬ ﴾٣٨﴿ ‫ني ٰذل َك َك ۪ثريًا‬ َ ‫َو َعا ًدا َوث َُمو َدا ُ۬ َواَ ْص َح‬ 38. Ad, Semud kavmini ve Ress halkını da günahlarından dolayı cezalandırdık. Ve bunlar arasında gelip geçen daha nice nesilleri…


َ​َۘ ‫اْل ْمث‬ َ ْ ‫ض َر ْب َنا َل ُه‬ ﴾٣٩﴿ ‫َال َو ُك ًًّل َت َِبْ َنا َتتْ ۪بريًا‬ َ ‫َو ُك ًًّل‬ 39. Biz onların her birine elçiler göndererek misaller verdik ve başlarına gelecek azap ile kendilerini uyardık, fakat uyarılarımızı hiçe saydıkları için hepsini yerle bir ettik.

َ ‫َو َل َق ْد اَ َت ْوا َع َلى ْال َق ْر َية‬ َ ‫ال ۪ت۪ٓي اُ ْمط َر ْت َم‬ ُ ‫الس ْو ِۜء اَ َف َل ْم َي‬ َ ‫ط َر‬ ‫كو ُنوا َي َر ْو َن َه ۚا َب ْل‬ ﴾٤١﴿ ‫شو ًرا‬ ُ ‫جو َن ُن‬ ُ ‫َكا ُنوا َْل َي ْر‬

40. Oysa onlar, kendilerinden önce azap yağmuruna tutulan şehirlerin harabeleri yanından kervanlarla birçok defalar geçmişlerdi. Peki, onların ibret verici halini görmüyorlar mıydı? Hayır hayır, aslında onlar ölümden sonra dirilişe inanmıyorlardı. Zaten bütün kötülüklerin, ahlâksızlıkların asıl sebebi de buydu.

َ ‫َوا َذا َراَ ْو َك ا ْن َي َتخ ُذو َن َك ا َْل ُه ُز ًوا اَهٰ َذا‬ َ ‫ال ۪ذي َب َع‬ ﴾٤١﴿ ً‫اّلل َر ُسوْل‬ ُٰ ‫ث‬ ِۜ

41. Ey Peygamber! İnkârcılar seni her gördüklerinde, “Bu mu Allah’ın elçi olarak gönderdiği?” diyerek seni alaya alıyorlar.

َ ‫ا ْن َكا َد َل ُيض ُل َنا َع ْن ٰال َهت َنا َل ْو َ ْ۪ٓل اَ ْن َص َِبْ َنا َع َل ْي َه ِۜا َو َس ْو َف َي ْع َل ُمو َن ۪ح‬ ‫ني َي َر ْو َن‬ ﴾٤٥﴿ ‫يًل‬ ً ‫ض ُل َس ۪ب‬ َ َ‫اب َم ْن ا‬ َ ‫ْال َع َذ‬

42. Ve “Eğer putlarımıza bağlılık konusunda tam bir kararlılık göstermemiş olsaydık, az kalsın bizi tanrılarımızdan uzaklaştırıp saptıracaktı!” diyorlar. Ama sen üzülme, yakında azabı gördüklerinde, kimin doğru yoldan sapmış olduğunu anlayacaklar.

َ ‫ت َمن‬ ُ ‫ْت َت‬ ﴾٤٣﴿ ۙ ‫يًل‬ ً ‫كو ُن َع َل ْيه َو ۪ك‬ َ ‫ات َخ َذ ا ٰل َه ُه َه ٰوي ُِۜه اَ َفاَن‬ َ ‫اَ َراَ ْي‬

43. Arzu ve tutkularını kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? Zevklerini, çıkarlarını, ihtiraslarını hayatın biricik ölçüsü hâline getirerek bunları kendisine tanrı edinen kimsenin ne kadar zavallı, ne kadar aşağılık hale geldiğini görüyorsun, değil mi? Artık ona sen mi vekil olacaksın? Onun inkârından sen mi sorumlu olacaksın? Ve cehenneme gireceği zaman onu sen mi kurtaracaksın?

َ ْ ‫ب اَ َن اَ ْك َ​َث َ ُه ْم َي ْس َم ُعو َن اَ ْو َي ْعق ُلو َِۜن ا ْن ُه ْم ا َْل َك‬ ‫ض ُل‬ َ َ‫اْلن َْعام َب ْل ُه ْم ا‬ َ ‫اَ ْم َت ْح‬ ُ ‫س‬ ﴾٤٤﴿ ‫يًل‬ ۟ ً ‫َس ۪ب‬


44. Ey Peygamber ve onun izinden yürüyen Müslüman! Yoksa sen, onlardan çoğunun senin öğüt ve uyarılarını dinlediklerini yahut akıllarını kullandıklarını mı sanıyorsun? Hayır, tıpkı hayvan sürüleri gibidir onlar; hatta izledikleri yol bakımından hayvanlardan daha zavallı, daha şaşkın bir durumdalar. Oysa göklerde ve yerde, insana doğru yolu gösteren nice işaretler, deliler var:

۪ٓ َ ‫ف َم َد الظ َۚل َو َل ْو‬ َ ‫ج َع ْل َنا‬ ‫س‬ َ ‫اَ َل ْم َت َر ا ٰلى َرب َك َك ْي‬ َ ‫الش ْم‬ َ ‫شا َء َل َج َع َل ُه َساك ًن ۚا ث َُم‬ ﴾٤٢﴿ ۙ ‫يًل‬ ً ‫َع َل ْيه َد ۪ل‬

45. Görmez misin, Rabb’in ortaya koyduğu şaşmaz bir düzen ve ölçü sayesinde, nasıl da gölgeyi belli saatlerde kısaltıyor, belli saatlerde uzatıyor? Eğer dileseydi, kâinatı durağan bir hâlde yaratarak gölgeyi hareketsiz kılardı. Böylece yeryüzünün bir tarafı sürekli gece ve soğuk, diğer tarafı ise sürekli gündüz ve sıcak olurdu ki, bu da orada hayatı imkânsız hâle getirirdi. Ayrıca Biz, gölgenin varlığını ışığa bağlı kılarak, güneşi ona delil kıldık.

﴾٤٦﴿ ‫ضا َي ۪سريًا‬ ً ‫ث َُم َق َبضْ َنا ُه ا َل ْي َنا َق ْب‬ 46. Sonra güneş yükseldikçe, gölgeyi yavaş yavaş kısaltarak çekip almaktayız.

َ ‫ك ُم‬ َ ‫َو ُه َو‬ َ ‫ج َع َل‬ َ ‫اسا َو‬ ُ ‫ج َع َل َل‬ ﴾٤٧﴿ ‫شو ًرا‬ ُ ‫الن َها َر ُن‬ َ ‫الن ْو َم ُس َبا ًتا َو‬ َ ‫ال ۪ذي‬ ً ‫ال ْي َل ل َب‬ 47. Sizin için geceyi bir örtü, uykuyu dinlenme zamanı kılan ve gündüzü, yeryüzüne yayılıp çalışma zamanı olarak düzenleyen de O’dur.

َ ‫َو ُه َو‬ َ ْ ‫اح ُب ْش ًرا َب‬ َ ‫ني َيد َْي َر ْح َمت ۪ ۚه َواَ ْن َز ْل َنا م َن‬ ‫الس َم۪ٓاء َم۪ٓا ًء‬ َ ‫ال ۪ذ۪ٓي اَ ْر َس َل الر َي‬ َ ﴾٤٨﴿ ۙ ‫ط ُهو ًرا‬

48. Sınırsız lütuf ve rahmetinin önünden, rüzgârları bolluk ve bereket kaynağı olan yağmurların müjdeleyicisi olarak gönderen de O’dur. Böylece gökten sizin için tertemiz bir su indiriyoruz.

﴾٤٩﴿ ‫خ َل ْق َن۪ٓا اَن َْعا ًما َواَ َناس َي َك ۪ثريًا‬ َ ‫ل ُن ْحي َي ب ۪ه َب ْل َد ًة َم ْي ًتا َو ُن ْسق َي ُه م َما‬

49. Ki onun sayesinde ölü toprağı yeşertip yeniden canlandıralım ve yarattığımız nice hayvanların ve insanların kana kana su içmelerini sağlayalım.

َ َ َ ُ ‫وا َفاَ ٰب۪ٓى اَ ْك َ​َث‬ ﴾٢١﴿ ‫الناس ا َْل ُكفُ و ًرا‬ َۘ ‫َو َل َق ْد َص َر ْف َنا ُه َب ْي َن ُه ْم ل َيذك ُر‬


50. Gerçekten Biz, insanı hakikate ulaştıracak delilleri ortaya seren muhteşem bir kitap indirdik ve onu türlü misallerle ve tüm yönleriyle açıkladık ki, bu ayetleri düşünüp ibret alsınlar. Fakat insanların çoğu, bunca öğütlerden yüz çevirerek nankörlükte diretiyor.

﴾٢١﴿ ‫َو َل ْو ش ِْ َنا َل َب َع ْث َنا ۪في ُكل َق ْر َي ٍة َن ۪ذي ًر َۘا‬

51. Eğer dileseydik, her şehre ayrı bir uyarıcı Peygamber gönderirdik. Fakat hikmetimiz gereğince, yalnızca seni elçi olarak seçtik ve kıyamete kadar tüm insanlığın önderi ve rehberi kıldık.

َ ‫ف َ​ًَل ُتطع ْال‬ ﴾٢٥﴿ ‫جاه ْد ُه ْم ب ۪ه ج َها ًدا َك ۪بريًا‬ َ ‫كاف ۪ري َن َو‬

52. Öyleyse ey Peygamber, sakın o inkârcılara boyun eğme! Rabb’inin emirlerine sımsıkı sarıl ve onlara karşı bu Kur’an ile tebliğ ve irşat hareketi başlatarak büyük bir mücadele ver.

َ ‫َو ُه َو‬ ‫ج َع َل َب ْي َن ُه َما‬ ٌ ‫ال ۪ذي َم َر َج ْال َب ْح َر ْين هٰ َذا َع ْذ ٌب ُف َر‬ َ ‫اج َو‬ َ ُ‫ات َوهٰ َذا م ْل ٌح ا‬ ٌۚ ‫ج‬ ﴾٢٣﴿ ‫خا َوح ْج ًرا َم ْح ُجو ًرا‬ ً ‫َب ْر َز‬

53. O Allah ki, bazı okyanus ve denizlerde, biri tatlı ve içilebilir, diğeriyse tuzlu ve acı olan iki su kütlesini birbirine kavuşacak şekilde salıvermiş ve ikisinin arasına gözle görülmeyen bir perde, birbirlerine karışmalarını önleyen aşılmaz bir engel koymuştur. Bu yüzden aynı denizdeki tatlı ve tuzlu sular birbirlerine karışmazlar (27. Neml: 61; 35. Fatır: 12 ve 55. Rahman: 19-22). Ayrıca, göl ve akarsularda bulunan tatlı sular sürekli denizlere, okyanuslara akar ve oradan buharlaşarak kar ve yağmur şeklinde tekrar derelere, ırmaklara dökülür. Buna rağmen, tatlı ve tuzlu sular birbirine karışmaz.

َ ‫َو ُه َو‬ ‫س ًبا َوص ْه ًر ِۜا َو َكا َن َر ُب َك َق ۪دي ًرا‬ َ ‫خ َل َق م َن ْال َم۪ٓاء َب‬ َ ‫ال ۪ذي‬ َ ‫َج َع َل ُه َن‬ َ ‫ش ًرا ف‬ ﴾٢٤﴿

54. Ve O Allah ki, insanı meni denilen bir damla sudan yaratmış ve ona hem nesep yoluyla kan bağı, hem de evlilik yoluyla hısımlık bahşetmiştir. Gerçek şu ki, Rabb’inin her şeye gücü yeter.

َ ‫ض ُر ُه ْ ِۜم َو َكا َن ْال‬ ٰ ‫َو َي ْع ُبدُو َن م ْن ُدون‬ ‫كاف ُر َع ٰلى َرب ۪ه‬ ُ ‫اّلل َما َْل َينْ فَ ُع ُه ْم َو َْل َي‬ َ ﴾٢٢﴿ ‫ظ ۪هريًا‬

55. Böyle iken inkârcılar Allah’ı bırakıp, kendilerine herhangi bir fayda veya zarar veremeyen varlıklara kulluk ediyorlar. Böylece, o varlıklar aracılığıyla Allah’a yaklaştıklarını


sanıyorlar. Oysa Allah’tan başkasına taparak yahut birtakım varlıkları mutlak itaat makamına yücelterek kâfir olan kişi, —bunu Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yapsa bile— gerçekte Rabb’ine isyan etmektedir.

﴾٢٦﴿ ‫َو َم۪ٓا اَ ْر َس ْل َنا َك ا َْل ُم َبش ًرا َو َن ۪ذي ًرا‬ 56. İşte bunun içindir ki, ey Muhammed, Biz seni ancak bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.

۪ٓ َ ‫ك ْم َع َل ْيه م ْن اَ ْج ٍر ا َْل َم ْن‬ ُ ‫ُق ْل َم۪ٓا اَ ْس َـ ُل‬ ﴾٢٧﴿ ‫يًل‬ ً ‫شا َء اَ ْن َي َتخ َذ ا ٰلى َرب ۪ه َس ۪ب‬

57. Onlara de ki: “Ben Kur’an’ı sizlere açıkça tebliğ ediyorum ve buna karşılık sizden bir ücret değil, ancak Rabb’ine doğru yol tutmayı isteyen kimseler olmanızı istiyorum.”

َ ‫َو َت َو َك ْل َع َلى ْال َحي‬ ‫وت َو َسب ْح ب َح ْمد ۪ ِۜه َو َك ٰفى ب ۪ه ب ُذ ُنوب ع َباد ۪ه‬ ُ ‫ال ۪ذي َْل َي ُم‬ ﴾٢٨﴿ ۛ‫خ ۪بريًا‬ َ

58. Ve bu mücadelende, asla ölmeyecek olan o Hayat Sahibine güven. En içten minnet ve şükran duygularıyla Rabb’ine bağlanarak O’nun sınırsız kudret ve yüceliğini övgüyle an. Unutma ki, kullarının bütün günahlarından haberdar olan hikmet ve adalet sahibi bir kudret olarak Allah yeter. Öyle ki:

َ ْ ‫الس ٰم َوات َو‬ َ ‫خ َل َق‬ ‫اس َت ٰو َع َلى‬ ْ ‫ام ث َُم‬ َ ‫اَ َل ۪ذي‬ َ ‫اْل ْر‬ ٍ ‫ض َو َما َب ْي َن ُه َما ۪في س َتة اَ َي‬ َ َ‫ْال َع ْرشۛ ا‬ ﴾٢٩﴿ ‫خ ۪بريًا‬ َ ‫َس َـ ْل ب ۪ه‬ ْ ‫لر ْح ٰم ُن ف‬

59-Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunan bütün varlıkları altı evrede yaratan, fakat sonra bir kenara çekilip mahlûkatı kendi kaderiyle baş başa bırakmayan, aksine, gerek tabiat kanunları, gerekse hukuk ve ahlâk kurallarıyla ilgili bütün işleri yönetmek ve yönlendirmek üzere kâinatın mutlak hâkimi olarak Egemenlik Tahtına oturan O’dur. O, sonsuz şefkat ve merhamet sahibidir. Eğer hakikati en doğru kaynaktan, en doğru şekilde öğrenmek istiyorsan, onu her şeyden haberdar olan Allah’a sor.

َ ‫َوا َذا ۪ق‬ َ ‫لر ْح ٰمن َقا ُلوا َو َما‬ َ ‫اس ُجدُوا ل‬ ‫الر ْح ٰم ُُۗن اَ َن ْس ُج ُد ل َما َت ْا ُم ُر َنا‬ ْ ‫يل َل ُه ُم‬ ﴾٦١﴿ ‫َو َزا َد ُه ْم ُنفُ و ًر ۟ا‬

60. Ne var ki, onlara “Sonsuz şefkat ve merhamet sahibine, O Rahman olan Allah’a yürekten boyun eğin ve yalnızca O’na secde edin!” denildiği zaman, “Rahman da neymiş? Senin bize emrettiğin şeye hiç secde eder miyiz?” derler ve bu davranışları, hak dinden iyice uzaklaşmalarına sebep olur. Hem de, Rahmanın mucizelerini her an her yerde gördükleri hâlde:


َ ‫َت َبا َر َك‬ َ ‫ج َع َل في‬ ‫اجا َو َق َم ًرا ُم ۪نريًا‬ َ ‫وجا َو‬ َ ‫ال ۪ذي‬ ً ‫ج َع َل ۪في َها س َر‬ ً ‫الس َم۪ٓاء ُب ُر‬ ﴾٦١﴿

61. Gökyüzünü yıldız kümeleriyle donatan ve oraya, bir kandil gibi ışık saçan bir Güneş ve o kandilden yayılan ışığı yansıtan aydınlatıcı bir Ay yerleştiren Allah ne mübarek, ne yücedir!

َ ‫ج َع َل‬ َ ‫َو ُه َو‬ َ ‫ال ْي َل َو‬ ُ ‫الن َها َر خ ْلفَ ًة ل َم ْن اَ َرا َد اَ ْن َي َذ َك َر اَ ْو اَ َرا َد ُش‬ ﴾٦٥﴿ ‫كو ًرا‬ َ ‫ال ۪ذي‬ 62. O Allah ki, öğüt alıp Yüce Yaratıcıya kul olmayı arzu eden yahut O’na şükretmek isteyen kimseler için, gece ile gündüzün mükemmel bir sistem hâlinde birbiri ardınca gelmesini sağlamıştır. İşte bütün bu ayetlerden ibret alan kullar:

َ ‫الر ْح ٰمن‬ َ ‫خا‬ َ ْ ‫شو َن َع َلى‬ َ ‫َوع َبا ُد‬ ‫ط َب ُه ُم ْال َجاه ُلو َن‬ َ ‫اْل ْرض َه ْو ًنا َوا َذا‬ ُ ‫ال ۪ذي َن َي ْم‬ ﴾٦٣﴿ ‫َقا ُلوا َس ًَل ًما‬

63. O Rahmanın kulları ki, yeryüzünde kibir ve gösterişten uzak, son derece ağırbaşlı, saygılı ve alçakgönüllü olarak yürürler. Rab’lerinin emirlerini tanımayan cahiller kendilerine sataştığı zaman, onurlu ve efendi bir tavırla karşılık vererek, “Selâm sizlere! Biz sizlerle bir olmayız!” derler.

َ ‫َو‬ ﴾٦٤﴿ ‫ال ۪ذي َن َي ۪بي ُتو َن ل َربه ْم ُس َجدًا َوق َيا ًما‬ 64. Onlar ki, Rab’lerinin hoşnutluğunu kazanmak için gece vakitlerinde secdeye kapanarak ve namaz için kıyama durarak ibadet ederler. Bütün ibadet ve iyiliklerine rağmen, “Allah’ın özel ve ayrıcalıklı kulları” oldukları ve cehennem azabının kendilerine dokunmayacağı şeklinde boş bir inanca, aptalca bir gurura kapılmazlar:

َ ‫َو‬ ﴾٦٢﴿ ‫ج َه َن َُۗم ا َن َع َذا َب َها َكا َن َغ َرا ًم ُۗا‬ ْ ‫ال ۪ذي َن َي ُقو ُلو َن َر َب َنا‬ َ ‫اب‬ َ ‫اصر ْف َع َنا َع َذ‬

65. Onlar ki, “Ey Rabb’imiz!” diye yalvarırlar, “Cehennem azabını bizden uzaklaştır, çünkü onun azabı çok korkunçtur.”

۪ٓ َ ‫ا َن َها‬ ﴾٦٦﴿ ‫سا َء ْت ُم ْس َت َق ًّرا َو ُم َقا ًما‬ 66. “Gerçekten o ne kötü bir yurt, ne kötü bir duraktır.”

َ ‫َو‬ َ ْ ‫ال ۪ذي َن ا َذ۪ٓا اَنْفَ ُقوا َل ْم ُي ْسرفُوا َو َل ْم َي ْق َُت ُوا َو َكا َن َب‬ ﴾٦٧﴿ ‫ني ٰذل َك َق َوا ًما‬


67. Onlar ki, Allah yolunda bir harcama yaptıklarında, ne kendilerini ve ailelerini muhtaç duruma düşürecek şekilde her şeylerini harcayıp savurganca davranırlar, ne de mala mülke aşırı bir tutkuyla bağlanıp cimrilik ederler. Bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar.

َ ‫س‬ َ ‫َو‬ ٰ ‫ال ۪ذي َن َْل َي ْد ُعو َن َم َع‬ َ ‫خ َر َو َْل َي ْق ُت ُلو َن‬ ‫اّلل ا َْل‬ َ ‫اّلل ا ٰل ًها ٰا‬ ُ ٰ ‫ح َر َم‬ َ ‫ال ۪تي‬ َ ‫الن ْف‬ ﴾٦٨﴿ ۙ ‫ب ْال َحق َو َْل َي ْز ُنو َۚن َو َم ْن َي ْف َع ْل ٰذل َك َي ْل َق اَ َثا ًما‬

68. Onlar ki, Allah ile birlikte başka bir tanrıya kulluk etmezler. Kısas, ırza tecavüz, meşru müdafaa gibi haklı bir gerekçeye dayanmadıkça, Allah’ın kutsal ve dokunulmaz kıldığı bir cana kıymazlar ve asla evlilik dışı veya sapıkça ilişkilere yönelmezler. Zira çok iyi bilirler ki, her kim bunları yaparsa, günahının cezasını muhakkak çekecektir. Şöyle ki:

﴾٦٩﴿ ‫يه ُم َها ًن ُۗا‬ َ ‫ُي‬ ۪ ‫اب َي ْو َم ْالق ٰي َمة َو َيخْ ُل ْد ۪ف‬ ُ ‫ضا َع ْف َل ُه ْال َع َذ‬

69. Kıyamet Günü, işlediği günahlar oranında azabı kat kat artırılacak ve orada sonsuza dek aşağılık bir hâlde azap içinde kalacaktır.

۪ٓ ‫ات‬ ٍِۜ ‫س َن‬ ُ ٰ ‫اب َو ٰا َم َن َو َعم َل َع َم ً​ًل َصال ًحا َفاُوُ۬ ٰلِ َك ُي َبد ُل‬ َ ‫ح‬ َ ‫اّلل َسي َـاته ْم‬ َ ‫ا َْل َم ْن َت‬ ﴾٧١﴿ ‫يما‬ ُ ٰ ‫َو َكا َن‬ ً ‫اّلل َغفُ و ًرا َر ۪ح‬ 70. Ancak kötülüklerden vazgeçip tövbe eden, Allah’ın ayetlerine yürekten inanan ve bu inancın gereği olarak iyi ve yararlı işler yapanlar bunun dışındadır. Allah böyle kimselere tertemiz bir hayat nasip ederek onların kötülüklerini iyiliklere dönüştürecektir. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

ٰ ‫وب ا َلى‬ ﴾٧١﴿ ‫اّلل َم َتا ًبا‬ َ ‫َو َم ْن َت‬ ُ ‫اب َو َعم َل َصال ًحا فَا َن ُه َي ُت‬ 71. Evet, her kim içtenlikle tövbe eder ve ardından güzel davranışlar ortaya koyarsa, muhakkak o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a dönecektir.

َ ‫الزو َر َوا َذا َم ُروا ب‬ َ ﴾٧٥﴿ ‫الل ْغو َم ُروا ك َرا ًما‬ ۙ ُ ‫َوال ۪ذي َن َْل َي ْش َهدُو َن‬

72. Onlar ki, yakın dost ve akrabalarının cezalandırılması söz konusu olsa bile, asla yalancı şahitlik yapmazlar. Boş ve yararsız işlerle uğraşan kimselerle karşılaştıklarında, onları yararlı işlere yönlendirmeye çalışırlar. Bunu yapamadıkları takdirde, Müslüman’a yakışan edepli ve onurlu bir tavırla oradan uzaklaşırlar.

َ ‫َو‬ ﴾٧٣﴿ ‫ال ۪ذي َن ا َذا ُذك ُروا ب ٰا َيات َربه ْم َل ْم َيخ ُروا َع َل ْي َها ُص ًّما َو ُع ْم َيا ًنا‬


73. Onlar ki, Rab’lerinin ayetleri kendilerine hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır kesilmezler. Batıl önyargıları, anlamsız gurur ve kibri bir tarafa bırakır ve Kur’an’ı doğru değerlendirmeye çalışırlar. Allah’ın ayetlerini okurken veya bir başkasından dinlerken anlamaya çalışır, üzerinde düşünüp öğüt ve ibret alırlar. Kör veya sağırmış gibi, ayetlerin anlamı üzerinde hiç durmadan, öylesine okuyup geçmezler.

َ ‫اج َع ْل َنا‬ ْ ‫ني َو‬ ٍ ُ ‫َوال ۪ذي َن َي ُقو ُلو َن َر َب َنا َه ْب َل َنا م ْن اَزْ َواج َنا َو ُذر َيات َنا ُق َر َة اَ ْع‬ َ ‫ل ْل ُم َت ۪ق‬ ﴾٧٤﴿ ‫ني ا َما ًما‬

74. Onlar ki, “Ey yüce Rabb’imiz!” diye yalvarırlar, “Bize yüzümüzü güldürecek, gözümüzün aydınlığı olacak tertemiz eşler ve çocuklar bahşet ve bizi kötülüklerden sakınan kimselere, kulluk görevini yerine getirme, iyilik ve güzellikleri yayma konusunda örnek ve öncü kıl.”

﴾٧٢﴿ ۙ ‫اُوُ۬ ٰلِ۪ٓ َك ُي ْج َز ْو َن ْالغُ ْر َف َة ب َما َص َِبُوا َو ُي َل َق ْو َن ۪في َها َتح َي ًة َو َس ًَل ًما‬

75. İşte onlar, Allah yolunda giriştikleri çetin mücadelede güçlüklere cesaretle göğüs gererek sabrettiklerinden dolayı, cennette harikulâde nimetlerle donatılmış muhteşem saraylarla, yüce köşklerle ödüllendirilecek ve orada melekler tarafından hoş geldin törenleriyle, sağlık ve esenlik dilekleriyle karşılanacaklar.

ْ ‫س َن‬ ﴾٧٦﴿ ‫ت ُم ْس َت َق ًّرا َو ُم َقا ًما‬ َ َ ‫خال ۪دي َن ۪في َه ِۜا‬ ُ ‫ح‬

76. Ve sonsuza dek orada yaşayıp gidecekler. makamdır!

O ne güzel bir yurt, ne üstün bir

ُ ‫َس ْو َف َي‬ ُ ‫ُق ْل َما َي ْع َب ُؤُ۬ا ب‬ ﴾٧٧﴿ ‫كو ُن ل َزا ًما‬ َ ‫ك ْم َر ۪بي َل ْو َْل ُد َع ۪ٓا ُؤُ۬ ُك ْ ۚم ف َ​َق ْد َك َذ ْب ُت ْم ف‬

77. Ey Peygamber! Tüm insanlığa İslâm’ın özünü ve esasını bildirmek üzere de ki: “Sizin Allah’a ibadetiniz ve ibadetin özü olan duanız olmasa, Rabb’im size ne diye değer versin? Fakat siz ey inkârcılar, O’nun ayetlerini yalanladınız. Öyleyse, cezaya çarptırılmanız artık kaçınılmaz olmuştur.”


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.