Inovatif Kimya Dergisi Sayi 47

Page 1

Kimya Dergisi

İNOVATİF Kimya Dergisi YIL:5 SAYI:47 HAZİRAN 2017

SLİME ASPİRİN KANSERİN YAYILMASINI ÖNLEYEBİLİR BORLA GELEN ENERJİYE BİRİNCİLİK ÖDÜLÜ ODTÜ KKK’DA BOYA DUYARLI GÜNEŞ PİLLERİ PROJESİNİ GELİŞTİRDİ


KURALLARIMIZ

1. İnovatif Kimya Dergisi yazılarını herhangi bir makalenizde veya yazınızda kullanmak için yazısını aldığınız kişiye mail atarak haber vermek, kullanmış olduğunuz yazıların kaynağını ise dergi olarak belirtmek durumundasınız. 2. Dergide yazılan yazıların sorumluluğu birinci derece yazara aittir. Bu konu hakkında bir sorun yaşıyorsanız ilk olarak yazara ulaşmalısınız. 3. Dergide yer alan bilgileri kullanarak başınıza gelebilecek felaketlerden ya da işlerden dergi sorumlu değildir. 4. Dergide yazarların kullanmış olduğu resimlerde, yazılarda kesinlikle kaynak belirtilmek zorundadır. Aksi durum olduğu zaman bunu yazarın kendisine ulaşarak sormalısınız. Çünkü bize yazı gönderen yazarlarımızdan ricamız telif haklarına riayet ederek fotoğrafları dökümanlarına eklemeleri. Buradan çıkacak problemlerden doğrudan yazarlar sorumludur. Dergi sorumlu değildir. 5. Dergide benim de yazım olsun diyen yazarlarımız var ise yazılarınız için Yavuz Selim KART ile konuşabilirsiniz. Dergi ile iletişim kurmak için ise iletisim@inovatifkimyadergisi.com adresine mail atabilirsiniz.

SOSYAL MEDYA

6. Dergimizde yayınlanmasını istediğiniz yazıları info@inovatifkimyadergisi.com mail adresine göndermelisiniz. Bu mail adresine gönderdiğiniz yazılarda bir eksiklik var ise editör tarafından incelenecektir. Eksik kısımları var ise size geri dönüş yapılacaktır. Düzeltmeniz için tavsiyelerde bulunulacaktır. Lütfen geri dönüş yapılınca bunu

kendinizi küçümsemek olarak görmeyin. Amaç daha güzel bir yazı ve daha güzel bir dergi. 7. Tarafımıza çok yazı gelmediği takdirde her yazıyı yayımlamaya gayret edeceğiz lakin başkalarının yazılarını kendi yazmış gibi gönderenler, kaynaksız yazı gönderenler, çok kısa yazı göndenlerin yazılarını maalesef yayımlamayacağız. 8. Dergide dini ve siyasi içerikli yazılar yayımlanmaz. Herhangi bir dini grubu temsil eden ya da herhangi bir siyasi grubu temsil eden söz ve kelimeler yazınızda olursa dergi o kısımları değiştirmeniz konusunda sizi uyarır. Değiştirmezseniz dergi yayımlamama hakkını ya da yazının o kısmını değiştirme hakkını elinde tutar. Bu konuda son söz dergi yöneticisine aittir. 9. Bu dergide kimya ilmi üzerine okuyan, kimya ilmine meraklı, kimya ilmi ile ilgili araştırma yapmayı seven herkes yazabilir. 10. Dergi ekibimiz gönüllü kişilerden oluşmuştur. Bu dergi ilk kurulduğu zamandan beri böyledir. Dergi ekibinde olan herkes bu kuralı kabul etmiş sayılır. Gelen kişilere en başta bu kural söylenir. Görevini yapmayan, dergide anlaşmazlık çıkaran, huzur bozan, dergi yöneticisini dinlemeyen kişiler ekipten çıkarılır. 11. Dergi tasarım ve yönetiminden sorumlu kişi buraya ek maddeler koyup değiştirme yetkisine sahiptir. 12. Dergiyi okuyanlar ve dergi ekibi bu kuralları kabul etmiş sayılırlar.

http://www.inovatifkimyadergisi.com https://www.facebook.com/InovatifKimyaDergisi https://twitter.com/InovatifKimya https://instagram.com/inovatifkimyadergisi http://inovatifkimyadergisi-blog.blogspot.com.tr https://www.youtube.com/channel/UCmIkYbQtd8LtCP6GVL0tVGQ https://plus.google.com/+Inovatifkimyadergisi https://www.linkedin.com/profile/view?id=AAIAABHWzAYBk8n_O2Xp0LJgn9bB-aLM6w0-3pw


Ekibimiz YAVUZ SELİM KART KİMYA MÜHENDİSİ KURUCU-YÖNETİCİ PELİN TANTOĞLU KİMYAGER TWITTER EDİTÖRÜ EBRU APAYDIN KİMYA MÜHENDİSİ FACEBOOK EDİTÖRÜ TUĞBA NUR AKBABA KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ GÜLŞAH TİRENG KİMYA TEKNİKERİ FACEBOOK EDİTÖRÜ PEMBE ÖZÇAKMAK KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ ZEHRA ORUÇ KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ SÜREYYA HELİN AKTURAN KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ DERYA İNCELİ KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ NİLAY ÇABUK KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ EFRAİM KAPLAN KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ ESRA BARUT KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ

HATİLE MOUMİNTSA KİMYA FACEBOOK EDİTÖRÜ GİZEM AYVERDİ KİMYAGER FACEBOOK EDİTÖRÜ CANAN KULA KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ BEGÜM MENEVŞE KİMYAGER INSTAGRAM EDİTÖRÜ MERVE GENCER KİMYAGER FACEBOOK EDİTÖRÜ DAMLA ÖZTÜRK KİMYAGER FACEBOOK EDİTÖRÜ ÖZNUR ÇALIŞKAN KİMYA VE SÜREÇ MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ TARIK BERCAN SARI KİMYA VE BİYOLOJİ MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ ÖZLEM ÖZDEN KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ DAMLA TURA KİMYA MÜHENDİSİ FACEBOOK EDİTÖRÜ SİNAN YENER KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ MERVE ÇÖPLÜ KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ

SİZ DE EKİBİMİZE KATILIN


Ekibimiz SERVET ERDEM KİMYAGER FACEBOOK EDİTÖRÜ ECE ÖZTEN KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ SUDE ÖZÇELİK KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ KARDEN KANIKLI KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ NİHAN ÖZVEREN UÇAR KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ SILA SÖZMEN KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ GÜLENZAR BELLİKAN KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ GİZEM KARABACAK KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ NURSELİ GÖRENER KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ MEHMET TOLGA GARİP KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ MİNE EMİRAL KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ MERVE KARAKÖY KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ

ORHUN KARAKUŞ BİYOLOG ÇEVİRİ EDİTÖRÜ ECE AKYOL KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ BAŞAK KUBİLAY KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ RÜYA ATLIBATUR KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ AÇELYA GÜNER KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ ÖZGENUR GERİDÖNMEZ ECZACI FACEBOOK EDİTÖRÜ ALPER KADİR BALKIS KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ HACER DEMİR ÇEVRE MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ MERVE GÜL KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ RESMİYE ÇAKAR KİMYA VE SÜREÇ MÜHENDİSİ POSTER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ AYŞEGÜL ARI KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ RABİYE BAŞTÜRK KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ

SİZ DE EKİBİMİZE KATILIN


Ekibimiz BUSE ÇAKMAK KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ ŞAHİN CAN ALPASLAN KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ NAİM GÜNEŞ

ELEKTRONİK ÖĞRETMENİ

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ BAŞAK ARIKER KİMYA MÜHENDİSİ FACEBOOK EDİTÖRÜ AYÇA BİLİCİ KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ BENGİSU GEDİKLİ KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ

ÖZGE ERGÜR KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ ELİF AYTAN KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ KÜBRA KILIÇ KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ EMRE BOZKIR KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ MELİS YAĞMUR AKGÜNLÜ KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ ZELİŞ GİRGİN KİMYA MÜHENDİSİ FACEBOOK EDİTÖRÜ

SİZ DE EKİBİMİZE KATILIN


EDİTÖRDEN

47. Sayıdan Herkese Merhabalar, Bize olan ilgi ve alakanız için çok teşekkür ediyoruz. Bu ay e-dergimiz içerisinde birbirinden ilginç ve önemli konular yer almakta. İlgiyle okuyacağınızı düşünüyoruz. Bize her zaman kimya sektörü ya da kimya ile ilgili bir konuda yazıp gönderebilirsiniz. Her zaman dediğimiz gibi. Siz yazın, onbinler okusun.

YAVUZ SELİM KART


İÇİNDEKİLER

ANNE SÜTÜ VE ESRAR BİLEŞENLERİ 8 ARASINDAKİ İLİŞKİ HER TEMASIN BİR İZ BIRAKTIĞINI 11 BİLİYOR MUSUNUZ? BORLA GELEN ENERJİYE BİRİNCİLİK 13 ÖDÜLÜ BÜYÜK SIR : KANSER TEDAVİSİNDEKİ 14 GİZEMLİ MOLEKÜL ASPİRİN KANSERİN YAYILMASINI 17 ÖNLEYEBİLİR KOLON KANSERİNİN TEDAVİSİNDE 20 YENİ BİR BİLEŞİK BULUNDU SLİME 22 BEBEK MAMALARINDAKİ ARSENİK 24 TEHLİKESİ! ODTÜ KKK’DA BOYA DUYARLI GÜNEŞ PİLLERİ PROJESİNİ 26 GELİŞTİRDİ NANOSELÜLOZ 27 BİLİM ADAMLARI KANSERLİ KARACİĞERİ GÖRÜNTÜLEYEN BOYA 30 GELİŞTİRDİLER İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HOCALARINDAN NANOBİLİM VE 31 NANOTEKNOLOJİ ALANINDA ÜCRETSİZ KAYNAK DÜNYAYI YİYEN İNSAN 32 MIT ARAŞTIRMACILARI KİRLETİCİLERİ SUDAN TEMİZLEMENİN YENİ YOLLARINI GELİŞTİRİYOR “ALEV ALMAZ CTP ÜRETİMİ” PROJESİ BİRİNCİ OLDU

34

36


SİNEM ÖZTÜRK KİMYAGER HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİ sinemozturk95@gmail.com

Anne Sütü ve Esrar Bileşenleri Arasındaki İlişki

B

u çalışmada literatür tarama ve ilgili konuda somut verilerin yansıtılması yöntemi izlenmiş ve anne sütü ve marijuhana adıyla bilinen esrar arasındaki ilişki yorumlanmıştır.

benzer özellikler taşır. THC bileşeninin sakinleştirici ve ağrı kesici etkilerine dair bulgular Ulugöl’ün 2014 yılında yayımladığı makalede yer almıştır. Benzer olarak anne sütünün yeni doğanlardaki yatıştırıcı ve ağrı kesici etkileri bilinmektedir.

İnsan vücudunda Kannabinoidlerin reseptörleri mevcuttur. Bazı büyük çaplı araştırmalara dayanılarak söylenebilir ki,anne sütünün marijuhananın yapısındakine benzer özellikte kannabinoidlerin bir çeşidi olan endokanabinoidleri içerdiğine dair bulgular vardır. Bu bileşenler insan gelişimi için hayati önem taşırlar. Kannabinoidlerin bir çeşidi olan Fitokanabinoid yapılı, bitkide bulunan THC maddesi esrarın aktif bileşenidir. Buna ek olarak insan vücudunda salgılanan ve anandamide ve 2-araçidonilgliserol (2-AG) maddelerinin keşfine yol açan endokanabinoidler de mevcuttur ve bu iki grup

İnsan vücudundaki hücre zarlarında bulunan kannabinoidlerle ve besleyici maddelerle aktifleşen kannabinoid reseptörleri hücreyi virüslerden,zararlı bakterilerden,kanserden ve diğer tümörlerden korur.Anne sütü de bebekleri bakteri ve virüslerden koruyan özellikte bileşenlere sahiptir.[9]Ayrıca yeni doğanların yeme ve emme reflekslerinin öğrenilmesinde rol oynayan özel bir nörodüzenleyici lipit yapılı endokannabinoidler açısından zengindir.[8]

8


Kanabinoidler ve Reseptörleri

Kanabinoidler CB1 ve CB2 adlı özel reseptörler ile aktifleşirler ve CB1 reseptörü 1998 yılında

W.A.Davene ve arkadaşları tarafından fare beyninde belirlenmiş ve kimyasal özellikleri tanımlanmıştır.[6]

Kanabinoidlerin Tıptaki Önemi Kanabinoidlerin zayıflatıcı hastalıklardan olan AIDS ve çeşitli kanser türlerinde iştah düzenleyici olarak etkili oldukları bilinmektedir. Ağrı kesici özelliğinin yanısıra Kanabinoidlerin,Parkinson hastalığında semptomları azaltma ve tedavi amaçlı kulllanıldığına 2006 yılında Becker ve arkadaşları tarafından yapılan araştırmalarda değinilmiştir. Buna ek olarak,Journal of Neuroscience adlı dergide 2003 yılında Martin tarafından yayımlanan makalede MS(multiple sclerosis) hastalığında kanabinoidlerin tedavi

edici etkisi irdelenmiştir.Ayrıca MS hastalığının belirtilerinden olan ağrı ve spastisite üzerindeki olumlu etkilerini fareler üzerinde yaptıkları deney ile, Malfitano ve arkadaşları 2008 yılında ortaya koymuşlardır. 2010 yılında Martin,Ovejero ve arkadaşları tarafından yayımlanan araştırmada endokanabinoidlerden olan 2-AG maddesinin omurilik yaralanmalarında aşınmanın ilermesini yatıştırdığına dair bulguları öne sürülmüştür.

Anne Sütü ve Tedavi Edici Özellikleri Anne sütü bebekler için en iyi besin kaynağıdır. Uygun miktarda sağlıklı yağları,karbonhidratları ve proteinleri içerir. İmmun sistemin oluşumu ve gelişiminde önemli yere sahiptir. Anne sütünün mikro içeriğinin bebeğin immune sistemine olumlu katkıları 1997 yılında Emmett ve Rogers tarafından yayımlanan makalede belirtilmiştir. İmmun

sistemi gelişimine desteği ve patojenlerden koruma yönleriyle anne sütü, 2005 yılında Field tarafından da aktarılmıştır.Kolostrum adı verilen ve doğumun ilk 5 gününde salgılanan anne sütünün,mide ve bağırsak hastalıkları tedavisinde kullanımı 2000 yılında Playford,McDonald ve Johnson tarafından yayımlanan makalelerde tartışılmıştır.

Yenidoğanın Emme ve Hayatta Kalma Sürecinde Endokanabinoidlerin Yeri Kanabinoidler insan embriyosunda,gebelikten sonraki 14.haftada görülür. Bu bileşenler iştahın gelişmesinde etkili CB1 reseptörlerini aktifleştirmesiyle bilinirler. Fare yavrularında CB1 reseptörünün etkisi engellendiğinde yavruların ilk haftada kilo alamadığı ve öldüğü gözlenmiştir. Bu ölümlerin sebebinin anne sütünü yutma refleksinin gelişememiş olmasından kaynaklı olduğu açıkca görülmüştür. Bu durum, endokanabinoid CB1

reseptörü sisteminin yenidoğanlarda süt emme refleksinin başlamasında başlıca etken olarak yorumlanmıştır[8]. Marijuhana adıyla bilinen esrarın tedavi edici özelikte yapıtaşlarının belirlenmiş olması,anne sütünün keşfedilen benzer bileşenlerinin tedavi amaçlı kullanılması yönündeki çalışmalara yön verebilecektir.

Kaynaklar [1]Ahmet Ulugöl,(2014).The endocannabinoid system as a potential therapeutic target for pain modulation. Balkan Medical Journal,31(2), 115-120. [2]Angel Arevalo-Martin,Daniel Garcia-Ovejero,Eduard-Holgado,(2010).The endocannabinoid 2-arachidonoylglycerol reduces lesion expansion and white matter damage after spinal cord injury. Neurobiology of Disease,38,304-312. [3]Angel Arevalo-Martin,Jose Miguel Vela,Eduardo Molina-Holgado,Jose Borrell and Carmen Guaza,(2003). Therapeutic action of cannabinoids in a murine model of multiple sclerosis.The Journal of Neuroscience,23(7),2511-2516 [4]Anna Maria Malfitano,Maria Chiara Proto,Maurizio Bufilco,(2008). Cannabinoids in the management of spasticity associated with multiple sclerosis. Neuropsychiatric Disease and Treatment,4(5),847-853. [5]Catherine J.Field,(2005).The immunological components of human milk and their effect on immune

9


development in infants. American Society for Nutritional Sciences,Journal of Nutrition,135(1),1-4. [6]Devane,W.A,Dysars FA 3rd, Johnson MR,Melvin LS, Howlett AC., (1988).Determination and characterization of a cannabinoid receptor in rat brain.Molecular Pharmacology,34(5),605-613. [7]Ester Fride,(2004).The endocannabinoid-CB1 receptor system in pre-and postnatal life.European Journal Of Pharmacology,500(1-3),289-297. [8]Ester Fride,(2002).Cannabinoids and feeding:the role of the endogenous cannabinoid system as a trigger for newborn suckling. Journal of Cannabis Therapeutical,3(4),49-60. [9]Hanson LA,Söderström T.(1981).Human milk:Defense against infection. Progress in Clinical and Biological Research,61,147-159. [10]Lastres-Becker,Isabel;Fernandez-Ruiz,Javier ,(2006).An overview of Parkinson’s disease and the cannabinoid system and possible benefits of cannabinoid-based treatments. Current Medicinal Chemistry,13, 3705-3718. [11]Pauline M.Emmett,Imogen S.,Rogers,(1997).Properties of human milk and their relationships with maternal nutrition.Early Human Development,49,7-28. [12]Playford RJ,Macdonald CE,Johnson WS,(2000).Colostrum and milk-derived peptide growth factors for the treatment of gastrointestinal disorders. The American Journal of Clinical Nutrition,72(1),5-14.

10


Haber Yabancı

HER TEMASIN BİR İZ BIRAKTIĞINI BİLİYOR MUSUNUZ?

Sıkça dokunulan yüzeylerin ve nesnelerin kütle spektroskopisi analizi ile bir odada bulunmuş olan kişiler adli bilim adamları tarafından saptanabilecek.

Ayrıca, önce etkileşime girmelerine izin verilen birkaç gönüllünün giysilerinden, yüzlerinden, ellerinden ve ayaklarından örnekler aldılar.

‘Her temas bir iz bırakır’ düşüncesi adli bilimlerin temel prensiplerinin başında gelir. Şimdi, ABD araştırmacıları, binlerce farklı molekülü tanımlamak için kütle spektrometresi kullanarak, günlük yaşam ortamlarında insan temasıyla bırakılan kimyasal izlerini haritalıyor.

Sonuçta binlerce numune toplandı, daha sonra laboratuara alındı ​​ve sıvı kromatografisi ve kütle spektrometresi kullanılarak analiz edildi.

Bulguları, insanların içinde yaşadığımız ve etkileşimde bulunduğu ortamların kimyasında sahip olduğu muazzam etkiyi vurguluyor. Araştırma ekibi, incelenen alanlarda yiyecek ve içecek izleri, kişisel bakım ürünleri, deterjanlar, biyolojik moleküller ve hatta uyuşturucular bulmuş ve insanların bir bölgenin kimyasal yapısına etkisini göstermek için 3D haritalar oluşturmuştur. ‘Zamanımızın % 90’ını iç mekanlarda geçiriyoruz, ancak mevcut kimyasalları bilmiyoruz.İnsan yaşamında en çok bulunan 10 molekül nedir sorusu sorulduğunda cevap verilemiyor.’ dedi araştırmanın yürütücüsü Pieter Dorrestein,Kaliforniya Üniversitesi. Bazı cevaplar almak için Dorrestein’in ekibi, iki odalı bir daire, iki bisiklet, bir araba, bir bara sahip toplumsal bir sosyal alan ve bir içme suyu çeşmesi bulunan yüzeyleri ve nesneleri altı bölgede taradı.

Kimyasal Alan Ekip haritalama yazılımı kullanarak örnek alanların sanal 3D modellerini oluşturdu.Böylece her numunenin toplandığı hassas koordinatları bilerek, farklı moleküllerin üç boyutlu moleküler haritacılık tekniği kullanılarak farklı spektrumların mekansal dağılımını eşleyebildi. ‘İnsanın insan yaşamında bulunan kimyasallara çok katkıda bulunduğunu öğrendik. Moleküller insan davranışlarıyla ilgiliymiş gibi görünüyor ve bunun mekansal bir biçimde bir resmini veriyor. ‘ dedi araştırmanın yürütücüsü Pieter Dorrestein,Kaliforniya Üniversitesi. Tanımlanabilir maddeler arasında çikolata, özellikle kafein, kateşin ve teobromin gibi çay, kahve ve ortak gıdalardan gelen moleküllerin yanı sıra tatlandırıcılar ve aspartam ve sukraloz gibi suni tatlandırıcılar gibi yaygın katkı maddeleri de vardı.Bar alanında, bira ve şarap bileşenleri ile dihidrokapsaisin yanı

11


sıra, orada servis edilen ve orada yenilen köriler ve salsa gibi yiyeceklerde bulunan kırmızı biber molekülü kapsaisin mevcuttu. Dorrestein, bu gıda moleküllerinin kaç tanesinin tespit edildiğine şaşırdığını söyledi.

vücut yıkama ve diş macununda bulunan kokamidopropil betain idi. Kokain izleri ve yıkım ürünlerinin bazıları incelenen nesnelerin ikisinde – apartmanda elektrikli bir gitar dahil – bulundu. Kokainin çoğu hidrolize olduğu için,son kullanımından daha uzun yıllardır var olduğu düşünülmektedir.

Alanların çoğunda ayrıca deterjanlardan, temizlik malzemeleri veya kişisel bakım ürünlerinden kimyasallar yer alıyordu. En yaygın olanı şampuan,

Kişisel Parmakizi Çeşitli kimyasalların dağılımlarını tespit ve haritalamanın yanı sıra,okumalar, fiziksel konumlar ve kendileriyle etkileşime girdiği bilinen insanlarla karşılaştırılabilir. Araştırmacılar, bireylerin kimyasal profilleri ve işgal ettiği alanlar arasında sıklıkla yüksek düzeyde bir mutabakat olduğunu gösterdi. Örneğin,araba sahibi gönüllüden alınan örnekler sürücü koltuğundan alınan örnekler ile uyuştu ancak yolcu koltuğundan alınan örnekler ile uyuşmadı. Aynı şekilde, dairenin zemini ile iki sakininin ayakkabı tabanı arasında yakın bir eşleşme vardı, ancak diğer gönüllülerden hiçbirinin izi yoktu. Bu durum, bu tür bilgilerin bir kişinin kimyasal parmak izinin belirli bir yerde olup olmadığını anlamak için adli amaçlı kullanılma ihtimalini arttırır.

‘Bu çalışma, çevremizdeki farklı kimyasalların bulunduğu yerde farklı disiplinlerin depolarını yıkma potansiyeline sahiptir. Birincil ve ikincil transferler, olay yeri yeniden yapılanmasında önemli bir husustur ve böyle bir çalışma, araştırmacılar için çok değerli olabilir.’ dedi Glen Jackson,Batı Virginia Üniversitesi. ‘Yüzeylerde kalan insan işaretlerinin zamanla solup gittiğini ve yüzeylerin sık dokunulmasının önemli eser kimyasalları aktarmak için gerekli olduğunu önermektedir. Bir sonraki adım, belirli bir aktarım düzeyine ulaşmak için her bir dokunma sırasındaki her bir kimyasal transfer türünün kaçını ve kaç dokunuşun ve ne tür bir dokunuşun ne kadar olduğunu öğrenmektir.’ dedi Glen Jackson,Batı Virginia Üniversitesi.

Araştırmacılar, odalarda ve öğelerde bulunan farklı kimyasalların düzeylerini (en yüksek kırmızı, en düşük mavi) ısı haritaları oluşturabiliyorlardı. Kaynak: Amerikan Kimya Birliği

12


Yerli

Haber

BORLA GELEN ENERJİYE BİRİNCİLİK ÖDÜLÜ

Bu yıl üçüncüsü düzenlenen ‘Bayer Liseler Arası Bilim Yarışması’nda öğrenciler projeleriyle yarıştı. 458 projenin katıldığı yarışmada İzmir Atatürk Lisesi öğrencisi Zekihan Özerdem’in “Borla Gelen Enerji” adlı projesi birincilik ödülünü kazandı. Liseli gençler bu yıl üçüncüsü düzenlenen Bayer Liseler Arası Bilim Yarışması’nda projeleriyle yarıştı. Yarışmada ilk üç dereceyi alan öğrenci ve okullar, akademisyenlerin oluşturduğu jüri tarafından belirlenirken; Bayer Türk çalışanları tarafından seçilen bir ekip de Bayer Özel Ödülü’nü kazandı. “Daha İyi Bir Yaşam” temasıyla gerçekleştirilen 458 projenin katıldığı yarışmanın bu yılki birincisi, borik asitle çalışan pil geliştiren İzmir Atatürk Lisesi öğrencisi Zekihan Özerdem oldu. İkinciliği, İzmir Özel Türk Koleji Fen Lisesi’nden Aylin Gökmen ve R. Kerem Şahin, hindistan cevizi yağının meme kanseri hücreleri üzerindeki etkisini inceledikleri projeleriyle elde etti. Üçüncülük ödülü ise; “Yapay Zekâ Kullanımıyla Kanser Hücrelerinin Tespiti” isimli projeyle yapay zekâ alanındaki son tekniklerden biri olan derin öğrenme metoduyla kanser hastalarını analiz eden İstanbul Koç Özel Lisesi öğrencileri Gün Kaan Aygen ve İsmet Berkay Çelik’in oldu.

Çocuklarımızı yüreklendiriyoruz Bayer Özel Ödülü’nü de “SBH Hidrolizi İçin İnovatif Yaklaşımlarla Katalizör Sentezleri” isimli projeyle SBH’nin hidrolizinden elde edilen hidrojen gazı geliştiren Yozgat Fatma Temel Turhan Bilim Ve Sanat Merkezi öğrencileri Yunus Alper Bağcılar ve Seyitalp Böyükata aldı. Bayer Türk Kurumsal İletişim ve Kamu İlişkileri Müdürü Nevra Çağman, “Türkiye’nin dört bir yanında bulunan ilköğretim çağındaki çocuklarımızı ve gençlerimizi bilim insanı olma yönünde yüreklendiren çalışmalarımıza devam edeceğiz” dedi.

13


AHMET KÜÇÜKÇALIK KİMYAGER İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ kucukcalik@itu.edu.tr

K

BÜYÜK SIR: KANSER TEDAVİSİNDEKİ GİZEMLİ MOLEKÜL

anser ilacı almak demek vücuda kontrollü zehir vermek demektir. Bununla amaçlanan kanserli hücrenin imha edilmesi yani öldürülmesidir. Ancak hiç kimse kanserli hasta hücrelerin imhası için hedeflendiği sırada sağlıklı diğer hücrelerin de zarar görmediğini ve etkilenmediğini bir başka deyişle ilacın onlara da saldırmadığını iddia edemez. Bu sebepledir ki ilaç hedefleme teknolojileri hala geliştirilemeye açıktır. Öyle ki mikron mertebesindeki yan hücrenin etki alanı dışında kalması nasıl sağlanabilir diye düşünmek oldukça zorlu bir uğraştır.

Epidermal Growth Factor Receptor (EGFR) reseptörü hücreye büyümesini söyler, Kanser tedavisinde kullanılan cetuximab bu reseptörü bloke ederek yani engelleyerek kanserli hücrelerin büyümesine engel olmaktadır. Ancak Queen’s Üniversitesi (Belfast) nde yürütülen bir çalışmaya göre hücre buna karşı ADAM 17 diye isimlendirilmiş bir protein üreterek cetuximab’ın etkisini yok ettiği gözlenmiş. Tabi bu durumda kanserli hücre büyümeye devam edebilecektir. Ancak cetuximab ilacı, ADAM 17 yi inhibe eden (bloke eden – etkisini engellyen) bir ilaç ile birlikte verildiğinde kanser hücreleri ölüyor.

14


Şimdi tam da burada yolumuz Belfast ta bulunan Queen’s Üniversitesinin verdiği bir iş ilanına düşüyor. Doktor Sandra Van Schaeybroeck in yukarıda

anlattığım çalışmasına ait bir iş ilanında diazonamit A ile ilgilindiklerini öğrendim.

Peki bu diazonamit A niye bu kadar önemli ? Filipinlerin Siquijor adası kuzeybatı kıyılarında mağara tavanlarındaki diazona angulata kolonilerinden toplanan bu molekül çok düşük bir konsantrasyonda bile, ki bu değer 5 nanomolar (nM), bağlandığı reseptöründe 0,5 lik bir duyarlılık uyandırmaktadır. Bu tanım tıbbi kimyada IC50=0,5

değerinin açıklamasıdır. Üstelik bu ilacın duyarlılık uyandırdığı reseptörler insanda gözlenen 4 tip kanser hücresine karşı güçlü etki etmektedir. Zira düşük IC50 değeri o ilacın ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir. Konuyu biraz genişletmiş olsa da ilacın reseptörüne olan bu etkisi, birbirine bağlanmasındaki kuvvet ve ne kadar süre ile birbirlerine (ilaç-reseptör) bağlı kaldığına bağlı olarak değişmektedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) “Çörek otu ölümden başka her derde devadır” buyurmuşlardır. Bu durumda çörek otunun kansere de deva olabilme ihtimalini düşünmeliyiz. Bunun için laboratuarda çörek otu saflaştırılarak içindeki yüzlerde molekül birbirinden ayrılmalıdır (Kromatografi).

Her birinin ayrı olarak molekül şekillerinin ve etkilerinin belirlenmesi (nmr) gerekir. Bu maddelerin içinde kanser tedavisinde etkili olduğu Queen’s üniversitesi tarafından tespit edilen diazonamit A molekülüne benzeyen maddeler klinik safhalara alınmak üzere ilaç arge departmanında çalışılmalıdır. Klinik safhaların neler olduğuna bu

yazımdan ulaşabilirsiniz. Bu anlamda tümden gelim yapılarak çörek otu içindeki molekül geometrilerinin bahsedilen üniversitede bulunan molekülleri ile benzerliği ve buna göre daha uygun yapıda yeni ilaçların tasarımı ve sentezlenmesi sayesinde kanser hastalığı tedavisinde bir adım ileri atılmak mümkün olur.

15


Sentetik olarak 24 basamakta sentezlenen bu ürünün Allah’ın bir lütfu olarak çörek otunda olduğunun bulunabilmesi ne büyük bir adım olurdu… Eğer sadece bir yüksek lisans – kimya derecesine sahip, gücü (parası) olmayan biri olarak bunları bulabiliyorsam, ellerinde onca fırsat bulunan bu saygı değer devlet parası yiyen sağlık çalışanların ne

iş gördüklerini merak etmekteyim. Benim tek korkum, bu yazıyı gavurların İngilizceye çevirerek öğrenmelerinden önce bizim sevgili bilim insanı dediğimiz kimselerin tınlarına bile gelmeyecek olmalarıdır. Benim için küçük insanlık için büyük bir adım!

Kaynaklar http://www.slideserve.com/yoshi-acosta/diazonamide-a-the-long-story-of-a-misunderstood-molecule http://web.itu.edu.tr/kucukcalik/jenerik_uretim.pdf

16


Haber Yabancı

ASPİRİN KANSERİN YAYILMASINI ÖNLEYEBİLİR

Baş ağrılarını azaltmak ve kalp krizlerini önlemeye ilaveten aspirin, kötü niyetli hücrelerin yayılmasını önlediği de düşünülmektedir. Şaşılacak bir ilaç varsa, bu hiç şüphesiz aspirindir. Söğüt ağacının yapraklarından türetilen bu ilaç, atritten ateşe kadara değişen tedavilerde olduğu kadar, inmeleri kalp krizleri ve hatta bazı kanser türlerini önlemekte de kullanılmaktadır. Bu ilaç dünya genelinde yıllık 120 milyar tablet tüketimine ve oldukça yüksek bir popüleriteye sahiptir. Son yıllarda bilim insanları, aspirinin kullanılabileceği başka alanlar da keşfettiler, tümör oluştuktan sonra, kanser hücrelerinin vücuda yayılmasını engellemek gibi. Araştırma hala devam etmektedir. Bu araştırmalar, aspirinin bir gün günümüzdeki kanser tedavileri için önemli bir katkı sağlayacağını ima etmektedir. Bununla birlikte, her ilaca herkes aynı cevabı vermez ve bazı insanlar için bazı ilaçlar düpedüz bir tehlike yaratmaktadır. Araştırmacılar bu sebepten ötürü, aspirinden uzun süreli kullanımda en çok kimin fayda sağlayacağını belirlemek için genetik testler geliştirmeye çalışıyorlar.

Myriad Mekanizmaları Geçen yüzyılda araştırmacılar, aspirinin

prostaglandinler denilen bazı hormonal benzeri maddelerin üretimini engellediğini göstermiştir. Vücuttaki bu prostaglandinlerin üretildiği yere bağlı olarak, ağrı, inflamasyon, ateş veya kan pıhtılaşmasını tetikleyebilirler. Açıkçası hiçbir insan bu doğal tepkileri sonsuza kadar engellemek istemez. Çünkü özellikle vücuttaki kesiklere, çürüklere, enfeksiyonlara ve diğer yaralanmalara karşı iyileşme sağlıyorlar. Bazen çok uzun süre oyalanırlar ve bu durum insanlara faydadan ziyade zarar verirler. Uzun süren ya da kronik iltihaplanma, kalp krizi ve normal dokularda tekrarlanan hasarlardan dolayı kanser olma riskinin artmasına neden olur. Nihayetinde hasar gören doku, bulunduğu yere ve diğer faktörlere bağlı olarak, koroner arterde damar tıkanıklığı plakası veya vücudun derinliklerinde gizli olan minik bir tümör haline gelebilir. Prostaglandin spigotunu aşağıya çekerek, aspirin her yıl binlerce kalp krizi önler ve muhtemelen önemli miktarda tümör oluşmasını durdurur. 2000 yılında bilim insanları, aspirinin vücuttaki önemli ikinci etki mekanizmasını keşfettiler. İlaç, çözülme adı verilen ve aynı zamanda iltihaplanma atmosferini söndürmeye yardımcı olan moleküllerin üretimini arttırmaktadır. Son zamanlara gelindiğinde araştırmacılar, aspirinin üçüncü bir etki mekanizmasını da keşfettiler. İlaç, kanser

17


hücrelerinin vücuda yayılma veya metastaz yapma kabiliyetine müdahale ediyor. İlginç olarak, bu durumda, ilacın anti-inflamatuar özellikleri oynadığı rolü oynamış gözükmemektedir. Metastaz karmaşık bir süreç olup, bir şekilde karşı karşıya gelmek üzere, tümör hücreleri ve konakçıları arasında belli miktarda işbirliği gerektirir. Bazı habis-kötü- hücreler orijinal tümörden koparılmalı, kan dolaşımına girmek için yakındaki bir kan damarı duvarlarından geçmeli ve vücudun etrafında seyrederken bağışıklık sistemi savunucuları tarafından bulaşmaması için kaçınılmalıdır. Bu eldiveni kurtarmaya çalışanlar, daha sonra başka bir damarın duvarlarını, vücudun farklı bir yerinde geçip orijinal doğum yerlerinden tamamen farklı olan çevre dokularına sokmalı ve büyümeye başlamalıdırlar. Brigham ve Kadın Hastalıkları Hastanesi’nden hematolog Elisabeth Battinelli; kan pıhtılarını tetikleme yeteneği ile daha iyi bilinen trombosit denilen hücrelerin, tümör hücrelerinin yayılmasına izin verilmesinde önemli bir rol oynadığını göstermiştir. İlk malign hücreler, kan damarı duvarı boyunca toplanan trombositlerden gelen bazı kimyasal sinyalleri bir araya getirir. Bununla birlikte, potansiyel bir ihlalin onarımını duvarın içine yönlendirmek yerine, bu yeniden hazırlanmış sinyaller, kanser hücrelerinin bariyerden geçmesini ve kan dolaşımına sızmasını sağlar. Sonra kanser hücreleri, bağışıklık sisteminin devriye gezen nöbetçilerinden saklanmak için kendilerini koruyucu trombosit tabakasında gizlerler. Tümör hücreleri kan dolaşımını uzaktaki bir yere bıraktığında, yeni kan damarlarının gelişimini tetikleyen sözde büyüme faktörleri üretmek için onlarla birlikte gelen trombositleri, şu anki gelişmekte olan ikinci tümörlere besin maddelerini ve oksijeni taşıyan temel yolları öğretirler. Araştırmacılar, farelerin dolaşım sistemlerine, kanser hücrelerinin matestaz sırasında yeni bir ev bulmak için dolaştıklarını gözlemlemek için tümör hücreleri enjekte etmektedirler. Batinelli ve ekibi, fareleri zorlamak için fareleri aspirin ile beslemişlerdir ve ardından habis hücreler enjekte etmişlerdir. Bu araştırmanın sonucunda, bağışıklık sisteminden ayrılan kanser hücrelerinin trombositler tarafından korunmadığı veya kanser hücrelerinin yeni bir lokasyonda büyümesi ve bölünmesi için gereken büyüme faktörlerinin üretilmediği keşfedilmiştir. Böylece, aspirin iki şekilde kanserle savaşır: antienflamatuvar etkisi bazı tümörlerin oluşumunu engeller ve antiplatelet özellikleri bazı kanser hücrelerinin yayılma yeteneğini etkiler.

Plateletsi Değiştirme Aspirin, tek bir bileşiği (örneğin bir prostaglandin) bloke etmek yerine, ilacın tüm kan gruplarını belirli kan hücrelerinin çekirdeklerinde açıp kapattığı görülüyor. Duke Üniversitesi’nden kardiyolog Deepak Voora ve meslektaşları aspirinin bu daha önce bilinmeyen etkisini daha iyi anlamaya çalışmak için trombositlerden oluşturan megakaryosit hücrelerine bakmışlardır. Karmaşık matematiksel ve farmakolojik araçları kullanarak, megakaryositlerde aspirine yanıt olarak açılan veya kapanan yaklaşık 60 gen tespit etmişlerdir. Tüm bu genetik manipülasyonlar sonucunda: megakaryositler tarafından üretilen trombositler bir araya toplanmamıştır, bu da muhtemelen kanser hücrelerini kamufle etmesini engellemiştir. Bu nedenle, prostaglandinleri bloke etmenin yanı sıra, aspirin metastaza yanlışlıkla eşlik etmemesi için temelde “trombositleri yeniden bağlar”. Voora, metastazın önlenmesine yönelik aspirine dayalı bir terapinin fizibilitesinin belirlenebilmesi için yürütülmesi gereken çok sayıda temel araştırmanın halen devam ettiğini belirtmiştir. Sonraki adımlar, bu deneylerin büyük, daha çeşitli insan gruplarında teyit edilmesi ve bu aspirine duyarlı genlerin normal işlevlerini daha iyi anlamak üzerinedir. Bu arada, araştırmacılar bir hastanın aspirin kullanmasından fayda sağlayıp sağlamayacağını söyleyebilmesini sağlayacak bir genetik test oluşturmak için yeterli bilgi edinmeyi ummaktadırlar. İdeal olarak, böyle bir test, ilacın en etkili dozunu değil, aynı zamanda kişinin vücudunun ilacın öngörülen şekilde tepki gösterdiğini de belirleyecektir. Aspirinin kardiyovasküler yararı örneğin, pıhtıların kan dolaşımında oluşmasını engellemek için 81 miligram gibi küçük bir doz kullanılmıştır. 325 kişiden oluşan araştırma, aspirin tüketen hastaların yüzde 5’inde pıhtılaşma süreçleri üzerinde herhangi bir etkisi olmadığını ve %24’lük bir azalma etkisi olduğunu göstermektedir. Ayrıca, bazı insanlarda ciddi yan etkiler (kanama gibi) de görülebilir. Bu nedenle, hiçbir sorumlu klinik hekim, ilacın günlük olarak alınmasını tavsiye etmez. Bugüne kadar, bir hastanın aspirinin antiklot etkisine karşı dirençli olduğundan emin olmanın pahalı olmayan ve pratik tek yolu, birkaç hafta süren tedaviden sonra kişinin kanını test etmek olup, pıhtı oluşumunun bir zamanlar olduğundan daha uzun sürdüğünü görmektir. Tabi genetik testlerin yapılma olasılığı olursa bu daha iyi olurdu. Harvard Tıp Fakültesi’nden bir epidemiyolog

18


Andrew Chan, “Aspirin için tek bir yolun var olmadığı açık bir şekilde ortaya çıktığı için birinin aspirine cevap verip vermeyeceğini size gösterecek tek bir moleküler test geliştirmek zor” diyor. Başka bir deyişle, araştırmacılar ve hekimler, bir hastanın kardiyovasküler hastalık veya kanser açısından aspirin tedavisinden ne derece yararlanacaklarını belirlemek için birçok farklı geni ve bunların karmaşık etkileşimlerini incelemek zorunda kalacaklardır. O zamana kadar, bağımsız sağlık uzmanlarından oluşan ulusal bir panel olan ABD Koruyucu Hizmetler Görev Gücü, kardiyovasküler hastalıkları ve kolorektal kanseri önlemek için düşük doz aspirinin yalnızca çok seçkin bir grupta bulunmasını önermektedir. Eldeki delillere göre en çok fayda sağlayanlar 50 ila 59 yaşları arasında en az bir on yıl daha yaşayacak, o dönemde kalp krizi veya inme riski yüzde 10 veya daha fazla olan yetişkinlerdir. 60-69 yaş arası yetişkinler için, görev gücü, bireysel koşullara bağlı olarak seçici bir şekilde aspirin

tedavisi önerilmektedir. 50 yaşın altındaki ya da 70 yaşından büyük yetişkinlerde günlük aspirin kullanımının muhtemel zararlarına karşı potansiyel yararları tartmak için yeterli kanıt olmadığına karar verilmiştir. Falls Church, Va’daki Inova Tromboz Araştırma ve Translasyonel Tıp Merkezi direktörü Paul Gurbel’e görekalp krizi ya da inme geçiren hastaların çoğu, ancak, yaşlarından bağımsız olarak düzenli aspirin tedavisinden fayda görüyor olduğunu düşünmektedir. Ve eğer şu anda bir kalp krizi geçiriyor olsanız birçok doktor olası herhangi bir pıhtının hasarını en aza indirgemek için 911/112’yi aradıktan sonra 325 miligram aspirin tableti çiğnemenizi önermektedir. Yine de aspirin bir ömür boyu kötü alışkanlıkları telafi edemez. Sigara kullanmamak, sağlıklı beslenmek, vücudunuzun fiziksel olarak aktif kalması; kalp rahatsızlığı da dahil olmak üzere birçok sağlık sorununun üstesinden gelmek için aspirinden daha etkilidir. Aspirin inanılmaz bir ilaç olabilir, ancak yine de sizi rahatsız eden her şeyin tedavisinde kullanılamaz.

19


Yerli

Haber

KOLON KANSERİNİN TEDAVİSİNDE YENİ BİR BİLEŞİK BULUNDU

Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü doktorları, kolon kanserinin tedavisinde yeni bir bileşik bulundu. Türk akademisyenlerin buluşu olan ve hayvanlar üzerinde olumlu sonuçlar elde edilen bileşik, gönüllü insanlar üzerinde denendikten sonra eczanelerdeki yerini alacak. Uludağ Üniversitesi öğretim üyelerinden 3 doktor kolon kanseri tedavisi için 2011 yılında başlattıkları projenin sonuna geldi. Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Veysel Turan Yılmaz, Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ceyda İçsel ve İstinye Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Engin Ulukaya, kolon kanseri tedavisi için 2011 yılında başlattıkları araştırma üzerinde keşfettikleri bileşikleri fareler üzerinde denemeye başladı. Fareler üzerinde denemesi yapılan bileşiğin kolon kanseri tümörünü küçülttüğü ve yan etkisinin daha az olduğu gözlemlendi. Türkiye’nin ilk kanser ilacı olma yolunda hızla

ilerleyen projede hayvanların üzerinde olumlu sonuçlanan bileşiğin insanlar üzerinde denenmesi aşamasına gelindi. Bileşiğin gönüllü insanlar üzerinde denendikten sonra ilaç yapımı için çalışmaların başlayacağını belirten Biyokimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Engin Ulukaya, “Öncelikle ürettiğimiz bir bileşiğin, yani ilaç değil. Bunun adına ilaç demek için henüz erken. Keşfettiğimiz bileşiği fareler üzerinde denediğimizde gördük ki kanserli tümörde küçülme oluyor. Ayrıca bizim bulduğumuz bileşik, şu anda piyasada var olan kanser ilaçlarına oranla çok daha zararsız. Piyasadaki kanser ilaçları insanlarda yan etki yapabiliyor. Ama bulduğumuz bileşik için böyle bir etki söz konusu değil. Ayrıca piyasadaki kanser ilaçlarını farelere yüksek dozda verdiğimizde onların öldüğünü gördük. Ama bizim bileşik farelere yüksek dozda verdiğimizde kanser tümörünün yok olduğunu gözlemledik” şeklinde konuştu.

20


Bileşiğin son aşamasına gelindiğini ifade eden Prof. Dr. Ulukaya, “Şu anda bileşik insanlar üzerinde deneme aşamasına geldik. Elbette gönüllü insanlar üzerinde denemesi yapılacak. Sonuç alınması halinde bileşik ilaç haline getirilecek ve 4 yıl içinde eczanelerde satılmaya başlayacak. Bir ilacın ülke ekonomisine yıllık 10 milyar dolar getirisi vardır. Dünyanın en fazla satan 10 kanser ilacına bakarsanız o ülkeye yıllık getirisi 8 ile 10 milyar dolar” diye konuştu. Bileşik için Türk Patent ve Marka Kurumu’ndan 20 yıl süreyle ‘İncelemeli Patent’ aldıklarını söyleyen Prof. Dr. Veysel Turan Yılmaz ise, “Özellikle Japonya,Güney Kore ve Çin, bizim yaptığımız gibi kendi ilacını üretti ve şu anda kullanıyor. Amerika’dan artık ilaç almıyor. Proje için Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan yıllar önce ‘Bizim de ilacımız olsun’ dedi. Bizde şimdi kendisinden destek bekliyoruz” dedi.

Bileşik ilaç haline gelmesinden sonra Türkiye’nin milli bir ilaca sahip olacağını aktaran Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Ulcay, “Üniversitede yapılan çalışmaların mutlaka sanayiye yansıması da olmalı. Bileşiği yapan arkadaşlarımız patenti aldılar. Patenti almak önemli ama bu patent sağlık sektöründe olduğu için ilaca dönüşmediği sürece bir anlamı yok. Bunu başkalarına kaptırmamak lazım” şeklinde konuştu.

21


SILA SÖZMEN KİMYAGER HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİ silasozmenn@gmail.com

S

SLİME

lime aslında Newton tipi olmayan bir akışkan olarak tanımlanabilir. Bu terim kulağınıza biraz teknik gelebilir fakat bu son zamanların trend “oyuncağının” yapısını anlayabilmek için öncelikle Newton tipi olmayan akışkan terimini incelemek gerekir. Newton, matematik, hareket ve yerçekimi ile alakalı devrim niteliğinde keşifler yapmıştır fakat aynı zamanda akışkanlarla ilgili çalışmaları da oldukça fazladır.

Newton Tipi Akışkanlar ve Viskozite Newton, akışkanların viskozitesinin yalnızca sıcaklığa bağlı olduğunu gözlemlemiştir. Viskozite akışkanın akmaya karşı olan direncini ifade eder. Bir madde ne kadar viskoz ise o kadar yavaş akar. Ketçap sudan daha zor dökülür çünkü daha viskozdur. Viskozite, yoğunluk ile karıştırılmamalıdır. Yağ genellikle sudan daha viskozdur fakat yoğunluğu sudan daha azdır ve suyun üzerinde yüzer.

sebebi Newton’un bu tip akışkanların davranışını anlayamaması değil, gözlemleme şansının olmamasıdır. Newton tipi olmayan akışkanların viskozitesi genellikle “kayma gerilimi” olarak adlandırılan uygulamadan etkilenir. Kayma gerilimine; sıkma, karıştırma, çalkalama örnek olarak verilebilir.

Slime Nasıl Yapılır? Her şeyden önce slime bir kimyasaldır. Evde yapılması sakıncalıdır. Fakat nasıl yapılacağı çok merak edilen bir konu olduğu için adım adım anlatacağım. Yapmamanızı tavsiye etmekle birlikte eğer yaparsanız sorumluluğun tamamen size ait olacağını belirtmek isterim.

Eğer bir akışkan ısıtılırsa, daha az viskoz olma eğilimindedir ve soğutulursa da viskozitesi artma eğilimindedir. Kış aylarında arabanızın daha zor çalışmasının sebebi motor yağının daha viskoz hale gelmesidir.

Newton Tipi Olmayan Akışkanlar ve Viskozite Bazı akışkanlar, Newton’un viskozite modeline uyum sağlamaz. Çünkü viskoziteleri sıcaklık dışındaki faktörlerden etkilenebilir. Bu akışkanlar Newton tipi olmayan akışkanlar olarak isimlendirilir. Bunun

22


1)25 ml suya 1 g boraks ekleyerek doymuş bir boraks çözeltisi hazırlayın. Boraks tamamen çözünene kadar iyice karıştırın. 2)Tek kullanımlık bir plastik kaba 50 ml beyaz tutkal ve 50 ml su ekleyin. İyice karıştırın. (Su ve tutkal arasındaki 50:50 oranını sağladığınız sürece daha az veya daha fazla tutkal kullanabilirsiniz.) 3)İsteğe bağlı olarak birkaç damla gıda boyası ekleyebilirsiniz. Eğer eklerseniz sonrasında iyice karıştırın. 4)Bir damlalık aracılığıyla boraks çözeltisinden birkaç damla tutkal-su karışımına ekleyin ve bir karıştırma çubuğu yardımıyla iyice karıştırın. Slime karıştırma çubuğu üzerinde toplanacaktır. Tutkal-su karışının çoğu slime olana kadar boraks çözeltisinden eklemeye devam edin. Çok fazla boraks çözeltisi eklememeye dikkat edin yoksa slime çok katı olabilir. Burada önemli olan, boraks çözeltisi eklemeyi kabın dibinde hala biraz tutkal-su karışımı varken bırakmaktır.

5)Karıştırma çubuğundaki slime parmaklarınızı kullandığınızda çıkacaktır. Bu aşamadan sonra ellerinizle slime artık çok fazla yapışkan olmayana kadar devam edin. Ellerinizle ne kadar uğraşırsanız, kıvamı o kadar güzel olacaktır. (Eldiven takmayı unutmayın.)

Zararları Boraks borik asidin bir formudur. Deri yanıklarına veya göz tahrişine sebep olabilir. Bu gibi durumlarda cildi bol miktarda su ve sabun ile, gözünüzü de bol su ile en az 15 dakika yıkayın. Yanık ilerlerse mutlaka tıbbi yardım alın. Giysilerinize bulaşırsa onları da tekrar kullanmadan yıkayın. Boraks yutulduğu takdirde sindirim sistemi tahrişlerine neden olabilir. Eğer boraks yutarsanız kusmaya çalışmayın. Ağzınızı su ile durulayıp 2-4 bardak su veya süt için. Her ne kadar nasıl borakssız slime yapılacağına dair yüzlerce video ve yazı olsa da genelde insanların tercih ettiği yöntem olan boraks ile yapmanın size verebileceği zararları bilmeniz oldukça önemli.

Kaynaklar https://www.acs.org/content/dam/acsorg/education/resources/highschool/chemmatters/articlesbytopic/ solidsliquidsgases/chemmatters-dec2004-slime.pdf http://www.livestrong.com/article/136160-borax-health-effects/

23


Haber Yabancı

BEBEK MAMALARINDAKİ ARSENİK TEHLİKESİ!

2016 yılı Haziran ayında Avrupa Birliği, hayati tehlikeleri azaltmak için üretici firmalara kullanabilecekleri maksimum inorganik arsenik limiti koydu. Queen’s Üniversitesi Global Food Security Enstitüsü araştırmacıları, yasanın yürürlüğe girmesinden bu yana az miktarda değişime uğradığını ve bebek mamalarının % 50’sinin hala bu maksimum limiti aştığını buldular. Yapılan bu araştırmanın öncülüğünü üstlenen Queen’s Üniversitesi Bitki ve Toprak Bilimi profesörü, Profesör Meharg ” Bu araştırma, Avrupa Birliğinin sağlık sorununa özel olarak yön vermek için yapmış olduğu düzenlemeye rağmen bebeklerin yasa dışı limit içeren inorganik arseniğe maruz kaldığının kesin kanıtıdır. Bu yüksek dozajda kullanılan inorganik arsenik, bebeğin sağlıklı gelişimini – IQ ve bağışıklık sistemi gibiönlemektedir. ” demiştir. Normal gıdalardan on kat inorganik arsenik içeren bebek mamalarının, gelişmeye yönelik sağlık problemleri; kalp hastalığı; şeker hastalığı; sinir sistemi hasarları gibi sağlık problemlerine yol açmaktadır. Bebekler hızla büyüdükçe hassas bir gelişme dönemindedirler ve bu dönemde arseniğin, bebeklerin gelişmelerine engel olan; uzun vadeli sağlık problemlerine sebep olan zararlı etkilerine karşı daha hassastırlar. Bebekler ve 5 yaşının altındaki çocuklar yetişkinlere göre üç kat daha fazla öğünle besleniyorlar; bu da demek oluyor ki

inorganik arsenik içeren besinlere üç kat daha fazla maruz kalıyorlar. Bugün PLUS ONE dergisinde yayınlanan araştırma bulguları, anne sütü ile beslenen bebeklerin ve mama ile beslenen bebeklerin idrarlarındaki arsenik miktarlarını karşılaştırdı. Mama ile beslenen bebeklerde arsenik derişimleri daha fazla bulundu. Bilhassa bu bebekler süt içermeyen, pirinç mamalarıyla beslenen bebeklerdir. Sütten kesme süreci sonrası bebeklerde beş kat daha fazla arseniğe maruz kalındığı gözlemlendi; bu da arseniğe maruz kalınma ile pirinç mamaları arasındaki belirgin bağı göstermektedir. Bu yeni çalışmada, Queen’s araştırmacıları maksimum inorganik arsenik limitini belirleyen yasanın öncesi ve sonrasında pirinç içeren bebek mamullerini karşılaştırdılar ve yeni düzenlemeler yürürlüğe girdikçe ürünlerde daha yüksek seviyede arsenik bulunduğunu keşfettiler. Özellikle bebekler ve küçük çocuklar için pazarlanan pirinç esaslı ürünlerin yaklaşık yüzde 75’i, Avrupa Birliği yasalarıyla öngörülen standarttaki arsenik düzeyinden daha fazlasını içeriyordu. Pirinç ve pirinç bazlı ürünler ebeveynler için en çok tercih edilen ürünlerdir. Özellikle sütten kesilen bebekleri ve küçük çocukları -besin değeri ve düşük alerjik etki potansiyelinden dolayı tercih edilirbeslemek için kullanılıyor. Profesör Meharg “Bebeklerin ve çocukların

24


beslenmesinde pirinç patlağı ve pirinç unu daha yaygın olarak kullanılmıştır. Bu çalışma, bebek bisküvilerinin dörtte üçünün maksimum arsenik miktarını aştığını ortaya koydu.” demiştir. Profesör Meharg’ın öncülüğünde yürütülen araştırma, basit bir pirinç süzme işlemi ile arseniğin yüzde 85 oranına kadarının yok edilebileceğini ve ürünlerdeki arsenik miktarını önemli ölçüde azaltmak için basit önlemler alınabileceğini belirtti.

Profesör “Üreticiler, AB standartlarına uyan ürünleri satmalı ve şirketler, yasadışı miktarda arsenik içeren ürünlerin satılmaması için ürünlerin arsenik seviyelerini yayımlamalıdır. Bu, tüketicilerin bilinçli bir karar vermesine olanak tanıyacak ve arsenik içeren ürünleri tüketmeden önce ortaya çıkabilecek riskleri ortadan kaldıracaktır.” diyerek açıklamada bulundu.

25


Yerli

Haber

ODTÜ KKK’DA BOYA DUYARLI GÜNEŞ PİLLERİ PROJESİNİ GELİŞTİRDİ

Dünyanın artan enerji talebi ve tüketimine paralel olarak başta güneş ışığından faydalanma olmak üzere alternatif enerji kaynakları üzerinde çalışmalar yapılıyor. ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü Kimya Grubu öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa Özser de bu çerçevede düşük maliyetli ve sürdürülebilir boya duyarlı güneş pilleri projesini geliştirdi. Dünyanın enerji talebi ve tüketimi giderek artıyor. Bu nedenle, uzmanlar, temiz, ucuz ve yenilenebilir yakıtlara sorunsuz geçişi sağlayacak yollar bulmanın gerekliliğine dikkat çekiyor. Son dönemlerde gezegenimizdeki en bol enerji kaynağı olan güneş ışığından faydalanma ve buna bağlı olarak güneş ışınlarını elektrik enerjisine dönüştürecek aygıtların geliştirilmesi yönünde artan bir ilgi sözkonusu. ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü Kimya Grubu öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa Özser, düşük maliyetli ve sürdürülebilir boya duyarlı güneş pilleri projesini geliştirdi. Özser, projenin detaylarını ve hedeflerini BRT’ye anlattı.

ölçüde zararlı sonuçları bulunan fosil yakıtlarla karşılandığına dikkati çekti ve projedeki amaçlarını sıraladı. Projede amaçlarının boya duyarlı güneş pillerinde kullanılabilecek boyar maddeler geliştirmek olduğunu kaydederek, bu amaçla labaraturlarında sentetik çalışmalar yaptıklarını söyledi. Özser’e göre boya duyarlı güneş pilleri çok avantajlı. “Boya duyarlı güneş pilleri ucuz üretimi ve çevreye daha az zararlı olması açısından avantajlıdır.Bu tür teknolojiler günlük hayatımızda her alana girebilecek potansiyele sahiptir.” Projedeki moleküllerle ilişkili boya malzemelerinin sentezi üzerine çalışmalar yürütüldüğünü anlatan Özser, bu çalışmaların yapısal değişiklikler arz eden fakat birbiriyle ilişkili moleküllerin özelliklerini karşılaştırmaya ve anlamaya yardımcı olacağını belirtti. Özser, kampus araştırma fonundan desteklenen projenin, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu bünyesinde işlevsel bir sentetik organik kimya araştırma laboratuvarı kurma imkanını sağladığına da işaret etti.

Özser, dünyanın enerji ihtiyacının büyük

26


AHMET ERGUN DOĞAN KİMYA MÜHENDİSİ YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ ahmetdogan92@gmail.com

NANOSELÜLOZ S

elüloz ağaç, pamuk gibi doğadaki bitkilerde bulunan lineer yapılı bir biopolimerdir. Doğada en bol bulunan polimer çeşidi olan bu malzeme, biyolojik olarak uygunluk, düşük maliyet, düşük yoğunluk, yüksek dayanıklılık ve oldukça iyi başka mekanik özellikler göstermektedir. Mekanik ya da kimyasal işlemler aracılığıyla selüloz selüloz

nanofiber (CNF) ya da selüloz nanokristal (CNC) gibi selülozdan çok daha üstün özelliklere sahip malzemelere dönüştürülebilir. Ayrıca kevlar, çelik tel gibi güçlendirici maddelerle kıyaslanacak özelliklere sahiptir [1].

Şekil 1: Nanoselüloz Fibril ve Kristalin Yapısı [1] Selüloz nanoyapıları (CNC ve CNF) bir çok kullanım alanına sahip olabilmektedir. Bunları kısaca şöyle özetleyebiliriz: Enerji : Selüloz nanokristaller saydam bir film yapısındadır ve güneş enerjisini elektriğe çevirebilen kompozitlerde kullanılabilmektedir. Hemen akla evlerin pencerelerinin elektrik üretebileceği fikri gelse de acele etmeyin! Bu malzemenin bir dezavantajı da suda çözünmesidir.

Kağıt, karton ve ambalaj: Nanoselüloz yapıların kağıt, karton sektöründe fiber-fiber bağlarının dayanımını arttırmak ve kağıdı güçlendirecek bir etkisi olduğu bulunmuştur [1]. Kompozit malzemeler: Nanoselüloz malzemeler özgün özellikleri ile kompozit yapılarda dolgu ya da biokompozitlerde güçlendirici olarak kullanmaya uygundur[1].

27


Gıda endüstrisi : Nanoselülozların emülsiyon ve süspansiyon oalrak gıdalarda kıvam arttırıcı ve stabilizatör olarak kullanılabileceği keşfedilmiştir [1]. Gerçekten de sadece %0.8 katı madde içeren

nanoselüloz fibril ya da kristaller şekil Xte de görüebileceği gibi oldukça katı bir görüntü sergilemektedir.

Şekil 2 : Homojenize edilmiş %0.8 katı madde içeren nanoselüloz karışımı Sağlık ve hijyen ürünleri : Nanoselüloz malzemeler oldukça iyi absorbsiyon özellikleri göstermektedir. Bu da onları peçete, dokusuz ürünler ve günlük hijyenik ped, bebek bezi gibi ürünlere aday yapmaktadır [1]. Bu malzemenin özellikle doğal olması da konumunu güçlendirmektedir. Bilindiği üzere günümüzde günlük hijyenik ürün ve bezlerde geri dönüştürülmüş PET kullanılmaktadır.

istediğiniz renkte güçlü bir ışık yaymaktadırlar. Güney Kore’de yapılan bir araştırmaya göre [2] yüzeyine fosfor emdirilmiş ve gümüş nanokablolarla eşit bir elektrik akımı dağıtımı sağlanmış nanoselüloz kristal film kaplı bir kağıt, Şekil X'teki sonucu elde etmelerini sağlamış. Üstelik sadece elektrik akımının frekansıyla oynayarak ışığın rengini istediğiniz gibi ayarlamanızın da mümkün olduğunu keşfetmişler.

Aydınlatma : Gelelim asıl en ilginç konuya! Nanoselüloz kristallerden üretilmiş kağıtlar

Şekil 3 : Bioluminesans Kağıt [2]

28


Şekilde de görüldüğü gibi oldukça esnek bir yapıya sahip bu malzeme belki de gelecekte cep telefonu,

televizyon ekranları, ev aydınlatmalarımızın ta kendisi olabilir.

Kaynaklar [1] Börjesson M., Westman G., Crystalline Nanocellulose — Preparation, Modification, and Properties,Cellulose – Fundamental Aspects and Current Trends, 2015 [2] Park N. et al, Electroluminescent nanocellulose paper, Elsevier, 2017

29


Haber Yabancı

BİLİM ADAMLARI KANSERLİ KARACİĞERİ GÖRÜNTÜLEYEN BOYA GELİŞTİRDİLER

NUS (Singapur Ulusal Üniversitesi)’ta Singapur Kanser Bilimi Enstitüsü’nden Baş Araştırmacı Yrd. Prof. Edward Chow (sağda) ve NUS Yong Loo Lin Tıp-Farmakoloji Departmanı başkanlığında bir araştırma ekibi, nanodiamond esaslı yeni bir kontrast madde geliştirdiler. Bu ajan, MRI (Manyetik Rezonans Görüntüleme) ile karaciğer kanseri tümörlerinin görüntülenmesini geliştiren kimyasal ‘boya’dır. MRI, kanserin tanısında yaygın olarak kullanılan ve tedavi sonrasında hastaların gelişimlerini izlemek için kullanılan bir tıbbi görüntüleme tekniğidir. Günümüzde, MRI’nın T1 ve T2 ağırlıklı olmak üzere iki çeşidi vardır ve görüntü kalitesini artırmak için hastalara sıklıkla kontrast madde verilir. Her bir görüntüleme modu, birlikte kullanılamayan belirli bir kontrast madde gerektirir. Buna göre karaciğer kanseri tanısında, T2 ağırlıklı görüntüleme halen güvenilir sayılamamaktadır ve T1 ve T2 ağırlıklı görüntüleme, tümör vaskülaritesi ile karıştırılabilir. Manganez tabanlı, yeni ikili modlu kontrast madde, nanodiamond kulanılarak mevcut klinik ajanlara göre daha büyük görüntüleme sağlar. Böylece MRI kalitesi artar. Araştırma ekibi ayrıca, kontrast madde olmadan görüntülenemeyen karaciğer tümörlerinin yeni bileşimde düşük dozlarda bile kolayca izlenebileceğini buldu. Kontrast maddeler, yanındaki su moleküllerinin manyetik özelliklerini değiştirerek çalışırlar ve MR

görüntü kalitesini artırırlar. Nanodiamond, 2-8 nanometre çapındaki karbon bazlı parçacıklardır ve su moleküllerini çeken eşsiz kimyasal özelliklere sahiptir. Bu, su molekülleri ve paramagnetik iyonlar (kontrast maddeler gibi) arasında proton değişimini sağlar. Sonuçta T1 ve T2 genişlemesi artırılarak daha kaliteli görüntüler elde edilir. Bu, mevcut nanoteknoloji yaklaşımlarından farklı olarak nanomalzemelerin, paramagnetik iyonların spesifik tümör bölgelerine iletilmesini geliştirmek için kullanılır. Chow’a göre; ‘Tecrübelerimiz ikili mod kontrast maddenin, karaciğer kanseri görüntülenmesini geliştirmede umut vaat etmektedir. Nanotıp alanındaki bu gelişme sayesinde karaciğer kanseri teşhisi daha güvenli hale gelecektir. Çalışmamızdaki nihai hedef, klinik çalışmadır. Ayrıca, gliom ve yumurtalık kanseri görüntülemeyi geliştirmek için kontrast maddelerimizi kullanmaya çalışıyoruz.’ Bu çalışma, NUS Karşılaştırmalı Tıp Görüntüleme Tesisi ve Bilim Teknoloji ve Araştırma Ajansı’nın Singapur Bio Görüntüleme Konsorsiyumu ile işbirliği içinde gerçekleştirildi. Çalışma sonuçları Nisan 2017’de Nanoteknoloji, Biyoloji ve Tıp dergisinde yayınlandı.

30


Yerli

Haber

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HOCALARINDAN NANOBİLİM VE NANOTEKNOLOJİ ALANINDA ÜCRETSİZ KAYNAK

İstanbul Üniversitesi Hocalarından Nanobilim ve Nanoteknoloji Alanında Ücretsiz Kaynak yayınladı. İstanbul Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Ayben Kilislioğlu ve Yard. Doç. Dr. Selcan Karakuş tarafından Nanoteknoloji alanında Uluslararası kitap olan “Molecular Self Assembly in Nanoscience and Nanotechnology” yayınlandı. Nano alanında çalışan öğrenciler, araştırmacılar ve eğitimcilere yararlı bir

kaynak olacak. ISBN 978-953-51-3158-8, Print ISBN 978-953-51-3157-1, 140 sayfa, Yayınevi: InTech, (2017) Bağlantıya aşağıdaki adresten erişebilirsiniz. https://www.intechopen.com/books/molecular-selfassembly-in-nanoscience-and-nanotechnology

31


GAMZE SULTAN KİMYAGER YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİ gamze.sultannn@gmail.com

Dünyayı Yiyen İnsan

D

ünyamızı tamamıyla çerçeveleyen gaz ve buhar tabakasına atmosfer denir. Bu gaz tabaksının %78’ini azot, %2’sini oksijen oluşturuyor. Yüzdelik kısmın geri kalanını da karbondioksit, neon, helyum, kripton, ksenon ve hidrojen gibi gazlar oluşturmaktadır. Bu gaz karışımlarından oluşan tabakalar; - İklim olaylarını meydana getirir - Canlıların yaşamını devam ettirebilmesi için gerekli gazları içerir - Zararlı Güneş ışınlarını filtreler - Dünyanın ısı dengesini düzenler - Dünya’nın dönme hareketinde sürtünmeden meydana gelebilecek aşınmayı önler - Tam karanlık gölgelerin oluşmasını engeller - Işığın, sıcaklığın ve sesin iletilmesini sağlar.

Kısacası yaşamın devam etmesini sağlar. Atmosferin katmanları arasında bizi en çok ilgilendiren ve yeryüzündeki canlılar için en önemli olanı ise ozon tabakasıdır. Neden ozon tabakası bu kadar önemlidir? Çünkü, adından da anlayabileceğimiz gibi bu tabaka ozon gazlarını bulundurur. Güneşten gelen tüm zararlı ultraviyole ışınlar (UV), ozon gazları tarafından tutulur. Yani ozon tabakası canlılar için koruyucu tabaka görevindedir. Bizim için bu kadar önemli olan tabakaya nasıl zarar verdik ve bu zararı vermeye nasıl devam ediyoruz? Son zamanlarda CFC’ler (kloroflorokarbon gazları) endüstrinin bir çok alanında soğutucu ve sabun yapımında kullanıldı. Dünya yüzeyine yayılan bu gaz çeşidi, kuvvetli rüzgarlar ile atmosferin ozon tabaksını bulundurduğu Stratosfer’in içerisine taşındı. Burada UV ışınları tarafından parçalanıyor ve içindeki klor atomlarını çıkarıyor. Her bir klor atomu ozon moleküllerine saldırır ve yok eder. Bunun dışında diğer ozon yiyici kimyasallar; metil bromür, yangın söndürücülerde kullanılan halonlar ve işletmelerde kullanılan metil kloroform gibi pestisitlerdir. Günlük hayatımızda kullandığımız deodorant ve türevleri de ozon yiyici kimyasal sınıfındadır.

32

Bilim insanları ise ozon tükenişinin 2000 yıl içinde zirveye ulaşacağını düşünüyor. Bu gözümüze çok uzun bir süreymiş gibi gözükebilir. Ancak insanlık tarihini düşününce çok kısa bir zaman aralığı içinde milyar yıllık dünyanın sonunu getirebileceğimizi gösteriyor. Peki, bu durumu nasıl engelleyebiliriz veya yavaşlatabiliriz? Dünya çapındaki kontroller ile CFC gazlarının ve diğer ozon yiyici kimyasalların kullanımı azaltıldığında, mucizevi doğamız


ozon tabaksını tamir edecektir. Maalesef, bu tamir tabakanın yıpranıp yok olması kadar çabuk olamayacaktır. Tüm dünya şu anda ozon yiyici gazlarının kullanımını durdurursa eğer yaklaşık olarak 60 yıl sonra ozon tabakası 1980’deki haline geri dönecektir. Tabi ki buda tahmini bir yaklaşımdır. Bizler tamir gerçekleşse bile, o zamana kadar dünya yüzeyinde UV radyasyonunu çok yüksek seviyelerde yaşayabiliriz. Kısacası, geleceğimizde bizleri yüksek oranda kanser ve çeşitli rahatsızlıklar

bekliyor olabilir. Bu gerçeği görüp, önlemler almaya çalışan ülkeler yok değil. Ozon tabaksını korumak için ülkemizde dahil birçok ülke kendi aralarında anlaşmalar imzaladı. Bu süreçte ozon tabakasının ne kadar korunacağı ve iyileşeceğini tahmin etmek zor. Bu durumda yapmamız gereken UV ışınlarından önemle kendimizi korumak. Kalıcı çözümler içinse ozon yiyici gazları ve kimyasalları hayatımızdan çıkarıp yerlerine yeni alternatifler üretmek olacaktır.

33


Haber Yabancı

MIT ARAŞTIRMACILARI KİRLETİCİLERİ SUDAN TEMİZLEMENİN YENİ YOLLARINI GELİŞTİRİYOR

Araştırmacılar, sudan düşük seviyelerde bile istenmeyen bileşiklerin uzaklaştırılması için yeni bir yöntem geliştirdiler. Yeni yöntem pestisitler, kimyasal atıklar ve farmasötik maddeler gibi organik kirleticileri seçici olarak uzaklaştırmak için elektrokimyasal bir işleme dayanıyor.

Sistem, pestisitler, kimyasal atıklar ve farmasötik maddeler gibi organik kirleticileri, küçük ancak tehlikeli konsantrasyonlarda bile olsa seçici olarak uzaklaştırmak için elektrokimyasal bir işleme dayanan yeni bir yöntem kullanmaktadır. Aynı zamanda bu yaklaşım, asitlik dalgalanmaları ve rekabet eden yüzey reaksiyonlarının bir sonucu olarak ortaya çıkabilecek performans kayıpları gibi geleneksel elektrokimyasal ayırma yöntemlerinin kilit sınırlamalarını da ele almaktadır.

Elektrokimyasal yöntem, çok küçük miktardaki kirliliği bile uzaklaştırabilir

Xiao Su, “Bu gibi seyreltik kirleticilerle uğraşan mevcut sistemler, düşük konsantrasyonlarda pahalı ve düşük etkililiğe sahip membran filtrelemeyi ve genellikle yan reaksiyonlar üreten yüksek gerilimler gerektiren elektrodiyaliz ve kapasitif deiyonizasyonu içeriyor” diyor. Bu işlemler, fazla arka plan tuzlarıyla engellenir.

Çok seyreltik konsantrasyonlarda kirliliklerin sudan uzaklaştırılmasına gelince, mevcut ayırma yöntemleri enerji -ve kimyasal- yoğunluk kazanma eğilimindedir. Şimdi, MIT’de geliştirilen yeni bir yöntem, aşırı düşük seviyelerde bile istenmeyen bileşiklerin alınması için seçici bir alternatif sağlayabilir. Yeni yaklaşım, MIT doktora sonrası araştırmacılar Xiao Su, Ralph Landau, Kimya Mühendisliği Profesörü T. Alan Hatton ve MIT’de ve Almanya’daki Darmstadt Teknik Üniversitesi’nde diğer beş kişi tarafından Energy and Environmental Science dergisinde tanımlandı.

Yeni sistemde su, pozitif ve negatif elektrot olarak işlev gören kimyasal olarak işlenmiş veya “işlevselleştirilmiş” yüzeyler arasında akar. Bu elektrot yüzeyleri, pozitif veya negatif yüklenmeye tepki verebilen Farada malzemesi olarak adlandırılan maddeler ile kaplanır. Bu aktif gruplar, ekibin ibuprofen ve çeşitli pestisitleri kullandıklarını gösterdiği gibi belirli bir kirletici molekül türüne

34


kuvvetle bağlanacak şekilde ayarlanabilir. Araştırmacılar, bu işlemin milyonlarca parçacık konsantrasyonunda bile bu tür molekülleri etkin bir şekilde uzaklaştırabildiğini bulmuşlardır. Önceki çalışmalar genellikle iletken elektrotlara veya sadece bir elektrot üzerinde işlevselleştirilmiş plakalara odaklanmıştır, fakat bunlar çoğunlukla kirletici bileşikler üreten yüksek voltajlara ulaşır. Araştırmacılar, asimetrik konfigürasyonda hem pozitif hem de negatif taraflarda uygun şekilde işlevselleştirilen elektrotlar kullanarak, bu yan reaksiyonları hemen hemen tamamen ortadan kaldırdılar. Ayrıca, bu asimetrik sistemler ot ilaçları (paraquat ve quinchlorac) ile kanıtladığı gibi aynı zamanda hem pozitif hem de negatif toksik iyonların seçici olarak uzaklaştırılmasına izin verir. Xiao Su, “Ayrıca, aynı seçici işlem kimyasal veya farmasötik bir üretim tesisinde atık olan yüksek değerli bileşiklerin geri kazanılmasına uygulanmalıdır” diyor. “Sistem, çevresel iyileştirme, toksik organik kimyasal uzaklaştırma ya da katma değerli ürünleri kurtarmak için bir kimyasal tesiste kullanılabilir çünkü azınlık iyonunu karmaşık birçok iyonlu sistemden çıkarmak için kullanılan aynı prensibe dayanmaktadır.”

Araştırma ekibi, J-WAFS Solutions ve Massachusetts Clean Energy Catalyst yarışmalarının hibeleri dâhil olmak üzere su arıtma teknolojisinin devam eden geliştirilmesi için şimdiden bir onur serisi kurdu ve geçen yıl MIT Su Yenilikçiliği Ödülü sahibi oldular. Araştırmacılar yeni süreç hakkında patent başvurusunda bulundular. Hatton “Bunu gerçek dünyada kesinlikle uygulamak istiyoruz” diyor. Bu arada, prototip cihazlarını laboratuvarda ölçeklendirme ve kimyasal sağlamlığı geliştirme üzerinde çalışıyorlar. Bu işte yer almayan İsrail’deki Technion Teknoloji Enstitüsünde makine mühendisliği asistanı Matthew Suss, “Bu teknik, temelde seçici olmayan elektrokimyasal sistemlerin özelliklerini önemli kirleticilerin uzaklaştırılmasına doğru genişletildiği için oldukça önemlidir” diyor. “Gelişmekte olan birçok su arıtma tekniklerinde olduğu gibi, gerçek dünya koşulları altında uzun süre dayanıklılığını kontrol etmek için hala test edilmelidir. Bununla birlikte, prototip sistemi 500 döngü üzerinde gerçekleşti, bu son derece umut vericidir.” Bu konuyla ilgili olmayan Illinois Üniversitesi’nde Mekanik ve Mühendislik Profesörü olan Kyle Smith, “Bu araştırmacılar, sistematik olarak çeşitli cihaz konfigürasyonlarını ve çeşitli kirleticileri araştırdılar” diyor. “Bu süreçte, kirleticilerin seçici olarak uzaklaştırılabilmesi için genel tasarım ilkeleri belirlediler. Bu bağlamda, Hatton ve meslektaşlarının çalışmasını çok titiz ve düşünceli buluyorum. Diğer araştırmacıların rekabet edebilecekleri bir çerçeve veya paradigma sağlar.” Fakat “Bu teknolojilerin büyütülmesi geriye kalmış önemli bir sorundur.” diye ekliyor.

Xiao Su, “Sistem, doğası gereği son derecede seçicidir ancak pratikte, uygulamaya bağlı olarak sırayla çeşitli bileşiklerin ele alınması için çok aşamalı olarak tasarlanmıştır” diyor. “Bu tür sistemler en sonunda yararlı olabilir,” diyor, “dünyada gelişmekte olan uzak alanlardaki su arıtma sistemleri için pestisit, boyalar ve diğer kimyasallardan kaynaklanan kirlilik su kaynağında genellikle bir sorundur. Yüksek verimli, elektrikle çalışan sistem, örneğin kırsal alanlardaki güneş panellerinden güç alabilir.” Hatton, “Yüksek basınç gerektiren membran temelli sistemlerin ve yüksek voltajda çalışan diğer elektrokimyasal sistemlerin aksine, yeni sistem nispeten iyi huylu düşük voltaj ve basınçlarda çalışıyor” diyor. Yakalanan bileşiklerin salınması ve emici maddelerin yenilenmesinin kimyasalların eklenmesini gerektirdiği geleneksel iyon değişim sistemlerinin aksine, “bizim durumumuzda elektrotların polaritesini değiştirerek aynı sonuca ulaşmak için bir anahtarı çevirme”nin mümkün olduğuna dikkat çekmektedir.

Ayrıca, Kai-Jher Tan, Johannes Elbert ve Robert R. Taylor, MIT’de Kimya Profesörü Timothy Jamison ve Darmstadt Teknik Üniversitesi’nden Christian Ruttiger ve Markus Gallei de ekipte yer almaktadır. Çalışma, MIT’deki Abdul Latif Jameel Dünya Su ve Gıda Güvenlik Laboratuvarı’ndan (J-WAFS) alınan bir hibe desteği ile desteklendi.

35


Yerli

Haber

“ALEV ALMAZ CTP ÜRETİMİ” PROJESİ BİRİNCİ OLDU

araştırmacıların bir araya getirilmesi, proje önerileri geliştirilmesi ve bunların hayata geçirilmesi gerekiyor. Üniversiteler olarak bizler de araştırma geliştirme faaliyetlerine hız vermek zorundayız.” diye konuştu.

Abant İzzet Baysal Üniversitesi (AİBÜ) ev sahipliğinde düzenlenen ve 84 projenin değerlendirildiği Ar-Ge projeleri yarışmasında dereceye girenler belli oldu. İzzet Baysal Kültür Merkezi Pembe salonda gerçekleştirilen ödül töreninde, “Alev Almaz CTP Üretimi” projesiyle Düzce Üniversitesi Teknoloji Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Ahmet Beycioğlu ile Yüksek Lisans Öğrencisi Eda Yılmaz birinci seçildiler.

İkincilik ve Üçüncülük Ödülleri

Proje hakkında bilgi veren Eda Yılmaz, proje fikrinin yanabilir özellikteki polimer kompozit borularından ortaya çıktığını belirterek, bu sorunu gidermek için alev almaz malzeme üreterek ilk prototipi tasarladıklarını anlattı. Birinci olan proje sahiplerine ödülleri Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erol Ayaz tarafından takdim edildi. Ayaz, burada yaptığı konuşmada, üniversitelerin eğitim öğretim faaliyetlerinin yanı sıra araştırma geliştirme çalışmalarının olduğunu vurgulayarak, “Bu tür etkinliklerin artmasını temenni ediyorum. Farklı disiplinlerdeki

Marmara Üniversitesi Teknoloji Fakültesi Tekstil Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. İsmail Usta, Doç. Dr. Muhammet Uzun ve Seda Sargın’ın “Atık Ürünler ile Fantazi İplik Geliştirilmesi” projesi ikinci oldu. Proje sahiplerine ödülleri Bolu Ticaret ve Sanayi Odası Başkan Yardımcısı Fatma Lebibe Özçağlar tarafından verildi. Düzce Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü’nden Doç. Dr. Hüsnü Gerengi’nin “İnhibitör İçeren Pas Sökücü” projesi ise üçüncülüğe layık görüldü. Gerengi adına Doktora Öğrencisi Mine Kurtay’a ödülü, Düzce Üniversitesi Teknoloji Fakültesi Dekan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Uğur Hasırcı verdi.

36


REKLAM İÇİN iletisim@inovatifkimyadergisi.com

BİNLERCE KİŞİNİN OKUDUĞU DERGİMİZE ONBİNLERCE KİŞİNİN ZİYARET ETTİĞİ WEB SİTEMİZE REKLAM VERİN

BİNLERCE KİŞİYE ULAŞIN


Ekibimiz BUSE ÇAKMAK KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ

ÖZGE ERGÜR KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ

YAZARIMIZ OLUN

ŞAHİN CAN ALPASLAN KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ NAİM GÜNEŞ

ELEKTRONİK ÖĞRETMENİ

ÇEVİRİ EDİTÖRÜ

KÜBRA KILIÇ KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ

BAŞAK ARIKER KİMYA MÜHENDİSİ FACEBOOK EDİTÖRÜ AYÇA BİLİCİ KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ

ELİF AYTAN KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ

EMRE BOZKIR KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ MELİS YAĞMUR AKGÜNLÜ KİMYAGER ÇEVİRİ EDİTÖRÜ

BENGİSU GEDİKLİ KİMYA MÜHENDİSİ ÇEVİRİ EDİTÖRÜ

ZELİŞ GİRGİN KİMYA MÜHENDİSİ FACEBOOK EDİTÖRÜ

KOŞULLAR 1-) KİMYA VEYA KİMYA SEKTÖRÜ İLE İLGİLİ BİR KONUDA KAYNAKLARINIZI BELİRTEREK YAZIN 2-) HER AYIN 20. GÜNÜNE KADAR info@inovatifkimyadergisi.com adresine AD-SOYAD SIK KULLANDIĞINIZ MAİL ADRESİ BİTİRDİĞİNİZ/OKUDUĞUNUZ OKUL İSMİ PROFİL FOTOĞRAFI YAZINIZIN WORD FORMATI İLE GÖNDERİN. BİR SONRAKİ AY BİLGİLERİNİZ İLE YAZINIZI YAYIMLAYALIM

SİZ DE EKİBİMİZE KATILIN


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.