Meramyeniyol6

Page 1

Resim: Paul Klee Temmuz 2015. * Özkaynaklarla word'de ve paint'te hazırlanır; issuu.com'da yayımlanır.


MUHTEVİYAT İÇ KAPAK KIZI Ufuk Akbal - : Yeni Yol'un Soylu Jübilesi Hakkında Rüşdü Paşa - Rüşdü Paşa, Rüşdü Paşa'yı Anlatıyor Ali Sûha - gel ve bana çarp Adab-ı Muaşeret Notları Ufuk Akbal - taş, makas, kağıt Rüşdü Paşa - bir aşk/telefon krizine dair uzun bir cümle Ali Sûha - sevginin reddi Ali Sûha - The Hikâye MUKTESEBAT OLTA Apemohsen Özüsönemez - operada başlayıp pavyonda biten şehir turu için playlist Hakan Kıran - hayırlı işler ARKA KAPAK KIZI

İLETİŞMEK İÇİN: meramyeniyol.blogspot.com rustupasa042@gmail.com ufuk-akbal.blogspot.com Rüşdü Paşa: mülkiyeli. birleşik krallık’taki essex üniversitesi’nden, birleşik devletler’deki amerikan üniversitesi’nden master derecesi aldı. colchester, washington,d.c., madrid ve şili-santiago’da kaldı. roma’da yaşıyor.

Ufuk Akbal: Sosyoloji ve Kültürel İncelemeler tahsil etti. "Sağcılık Şiirleri"ni yazdı.

Ali Süha: dil işçisi. küçükesat'ta yaşadığı düşünülüyor. negatif estetiğe & teklifsiz samimiyete inanlı. bacaklarını uzatarak oturmağı seviyor.


İÇ KAPAK KIZI

Resim: Catherine Abel


Yas Eve dönmek istiyorum! diyebilecek zamanı bulamayacağım yolculuklar yapmak istiyorum yalnızca. [Roland Barthes, Yas Günlüğü, 3 Ağustos 1978]


NECE NECE YILLARA RÜŞDÜ PAŞA....!!!!


: Yeni Yol'un Soylu Jübilesi Hakkında Ufuk Akbal : Yeni Yol Fanzin'in ilk sayısını 6 Temmuz 2014'te çıkartmışız. Önce tesadüfi ardından iradi olarak gelen/getirilen 6 Temmuz 2015 tarihi itibarı ile de fanzimizin yeni bir döneme girdiğini söyleyebiliyoruz. Bundan yaklaşık on gün önce, fanzinin VI. sayısının; bir "jübile" sayısı olacağını kararlaştırmışken yani fanzin sofrasını kaldırmak üzereyken, son günlerde düşüncenin aktığı yeni yataklar; son anda tadına bakmak istediği yeni patikalarla bunun bir "son" sayı olmaktan ziyade, yeni bir periyodlamaya giden yolun kerteriz sayısı olmasına karar verdik. Yani, Meram: VII ve sonrasındaki sayılar, belirlenmiş bir zaman olarak 2 ay aralıklarla değil de; belki bir yıl sonra bir doğumgünü armağanı, bir mevlid, bir anma özel sayısı kıyafetine bürünerek ortalığa çıkabilir (Ali Sûha'ya evlilik armağanı vb.). Sonra araya bir altı ay ya da beş yıl girer; bir kez daha ortalarda salınır. Yeter ki, bir kaldıraç işlevi üstlenecek yeni bir vakıa, bir atmosfer, bir sebep olabilsin. [Tüm bu kalabalık "vesile" kelimesi ile de özetlenebilir ya, neyse!]. Her halükârda, ilk altı sayıda kat edilen bu estetik/etik/epistemik yol, kuşkusuz, burada bitmiyor - yeni bir yola sapıyor. Yeni ve Doğurtucu bir yola: "Yeni Yol'a". : Yeni Yol Fanzin, isminin önünden ilk beş sayıda kullandığı Meram'ı attı. Neden? Meram Proustyen bir imgeydi; bir başlangıç, sadeleşme noktasıydı. Çocukluk günleriydi, masumiyetti. Meram denildiğinde akla son gelecek şey, Konya'nın bir ilçesiydi. Sırf bu nedenle çeşitli mecralarda : Yeni Yol Fanzin'i takip eden onlarca insan kısa sürede vazgeçti. Meram, bizim için yatay değil, dikey zamanda anlamlı ve "İnsanın ana yurdunun çocukluğu" olduğu tezini bir sapan gibi kullanmamıza yardımcı olan bir imgeydi. Ve tüm imgeler gibi (ve dostluklar gibi), zamanla aşınacaktı; aynı derede ikinci kez yıkanılmayacaktı; zaten Meram'a da geri dönüş (fanzinin diğer üyeleri için kendi ana yurtlarına) ve yeniden başlangıç, mükerrer bir "pratikten" ziyade, diyalektiğin sunduğu "aşarak yaşamanın" bir tezahürüydü. Meram hırkasını böyle giyinmiştik, eğnimize. Geldiğimiz noktada da, Meram hırkasını soyunmak en doğrusu. Hem, Meram: Yeni Yol Fanzin manifestosunda dile getirdiğimiz gibi, aynı zamanda Meram bir yeni yoldur, bu nedenle de diğer yeni yollara müsamahakârdır; hatta onları besleme ödevini sırtında taşır. Bu noktada, Meram görevini, : Yeni Yol'a tevdi ederek ifa etmiş görünüyor. Bu bir yıl içinde, fanzin kadrosu olarak birden çok kez sınandık. En başta, V. sayı itibarı ile aramıza twitter'ın " negatif estetiğe & teklifsiz samimiyete inanlı" çocuğu Ali Sûha katıldı. Yine hemen öncesinde, yaklaşık Ocak 2015'ten sonraya tekabül eden günler fanzin kadrosu için zorlu günler oldu. Hayat dinamiklerimiz birbirleri ile yer yer uyuşmadı. Bu uyuşmama durumu aramızda, gerginliklere sebebiyet verdi. Ancak zorlu günlerin üzerine dağınık bir şekilde IV. sayıyı ve neredeyse hiç konuşmazken V. sayıyı çıkarttık. Bugün, VI. ve


jübile sayısını çıkartırken de bazı tortularla başbaşayız. Fanzinin minimen kadrosunun duvarları su alıyor, biraz da sıva çatlakları var. Ancak, çoktandır bulanık-bungun akan hayatta bu önemli mi? Hayır. Bilâkis, bu tortular, bizim çeşitli koordinatlardan gönderdiğimiz sinyalleri toplayarak bir yayın yapmamıza engel olmadığı gibi, "böyle de olabilir"in istinadı oluyor. Dolayısıyla, suyun akarken bulduğu yatak; evin göçmesine müsaade buyurmuyor. O hâlde, ne mutlu ya bize! Demek; VI. sayı, motto olarak "jübile" sayısı ancak bir jübileden tam anlamıyla bahsedemeyeceğiz. Bir sonraki buluşma ne zaman olur, bilmemekle birlik, bir buluşma olacağı duygusu da, iyi geliyor. Bu nedenle "jübile sayısı" ibaresini kaldırmadığımız bu sayıda tatlı-sert ama her şekilde dikey/dipdikey/deriden içeri kanatarak giren metinler karşımıza çıkıyor. Rüşdü Paşa'nın iki yoğun türler ötesi "iş"i kalbin zarlarını soyarken, Ali Sûha ayağımızın altındaki zemini bize çok gören üç metinle karşımıza çıkıyor. Ufuk Akbal, bu sayıda bir şiirle ve hâli hazırda okumuş olduğunuz yazı ile mevcûd. Geleneksel bölümler dışında, Olta'ya takılanlara göz/kulak kesilmek elzem. Adorno, Lale Müldür, Furkan Cengiz, Yalçın Küçük, Arzu Akbal ve Apemohsen Özüsönemez burada görünüp fanzinin kataloguna isimlerini nakşediyorlar. İç ve arka kapak kızları da girdikleri yeni estetik koridorda arz-ı endam eyliyorlar. İki kutlama görseli. Şunun rahatlığı içinde cümlelerimizi noktalıyoruz. Ne mutlu ki bize; ": Yeni Yol Fanzin", bu gökkubede hoş sâda bırakmıştır. Muhattaplarını bulmuştur. Gündelik hayatı estetize etmek isteyenlere bir ağaç gölgesi, bir patika işaret etmiştir. Tüm bunlardan hareketle; bir sonraki sayıya/zamana görüşmek dileği ile. Geçirdiğimiz zamanın tatlı hatırına kalbi ve yüksek selamlar. Ve bir şarkı ile..

https://www.youtube.com/watch?v=SuFScoO4tb0


Rüşdü Paşa, Rüşdü Paşa'yı Anlatıyor Rüşdü Paşa 10 yaşımda günlük gazete okumaya başladım.bu normal değil. 1974 yılı idi/ankara’daydım/ birisi elime hergün gazetesi tutuşturdu/ bir de mizah dergisi vardı/ adı/ zühdü/ iyi hatırlıyorum/ gazete bayiine gider ve az satan gasteleri satın alırdım/ almaya başladım/ alışkanlığım devam ediyor. ülkücü oldum. sosyalist oldum. gidip geldim ocak ile dernek arasında. birkaç kez gidip geldim. 1978/79 iç savaş yılları idi/ iknâ edici değildi memlekette hava. 1982 yılında siyasal’a girdim/ iktisat bölümüne. 1987 yılında bitirdim. siyasal/ mülkiye’de yalnızca kitap okudum. kızlar yoktu. başka şeyler de. buna rağmen okul uzadı. Resim: Arturo Samaniego prof.dr.yahya sezai tezel/bana asistanlık teklif etmişti/ son sınıftaydım/asistan olacağım varsayımı ile son sene rahat idim/ prof.dr.yahya sezai tezel’in iktisat tarihi dersinde sınıfta kaldım/ okul uzadı/asistanlık yattı. hazine ve dış ticaret müsteşarlığı/ toplu konut ve özelleştirme idaresi başkanlığı/ sermaye piyasası kurulu/ uzman yardımcılığı giriş sınavlarına girdim/ hepsini kazandım/ hazine ve dış ticaret müsteşarlığı’nda uzman yardımcısı olarak işe başladım. hayatta yaptığım en büyük hata idi. aklım üniversitede kalmıştı. müsteşarlık bursu ile ingiltere’ye okumaya gittim/ essex üniversitesi’nde bir yıl okudum/ İngiliz sisteminde ülke dışından gelenler için bir program vardır/ mezuniyet sonrası diploma/ iktisat alanında o diplomayı aldım bir sene sonunda. ingiltere’de bir şey öğrendim/ feci bir şeydi bu/ türkiya’da bir devlet ve bir millet yoktu/ şok oldum/türkiya’da üniversite de yoktu/ feci bir şekilde rahatlamıştım/10 yaşımdan beri hâyâl görüyordum/ 26 yaşındaydım.


türkiya’ya döndüm. müsteşarlık, ikiye bölünmüştü. dış ticaret müsteşarlığı’nda işe başladım. başka bir gezegenden gelmiştim. ortada bir açıklık vardır. olacaktı/ oldu. ingiltere’de okuduklarımı devlette anlayacak adam yoktu. iyi oldu. iki sene geçti. abd’ye gittim. en iyi 50 üniversiteden biri olan the american üniversitesine/ başkent/ vaşington’da idi okul/ essex’te iktisat bölümü sıkı olduğu için the american’da master programında olmama rağmen iktisat bölümünden doktora derslerini aldım/ okulda zorlanmıyordum/boş zamanım çoğunluktaydı/ sosyoloji ve uluslararası ilişkiler bölümlerinde derslere girmeye/ oturmaya başladım/prof.dr.şerif mardin’in derslerini izledim ve başka bir çok sıkı adamın derslerini/amerikan iktisadi gelişme tarihinden orta doğu’da iktidar kültür ve değişim gibi birçok değişik dersi izledim/ vaşington/ ayrıca/ toplantı seminer açısından oldukça zengin bir yerdir/zamanımı politika/ iktisat/uluslararası ilişkiler konusundaki seminerleri izleyerek geçirdim/dünyanın patronu olan abd’nin başkentinden dünya farklı görünüyordu/ sene 1993 ilâ 1995. ankara’ya döndüm. çalıştığım kurum ile aramda uçurum vardı/ raporlar yazdım/ araştırma raporları/genel müdür/ müsteşar ve bakana takdim ettim/ ses yoktu/ hiç ses olmadı. Yayınlayalım/ dediler/ olur/ dedim/ yayınlanmış çok sayıda araştırmam oldu/ evde. devlette en son daire başkanlığı görevinde bulundum/ dış ticaret müsteşarlığı/avrupa birliği genel müdürlüğü/gümrük birliğinden sorumlu dair başkanlığı/bu görevde üç yıl kaldım/uluslararası toplantılara ve ticaret müzakerelerine katıldım. tecrübe oldu. ne işe yarar bilmiyorum tecrübe işte. daire başkanlığı görevinden sonra diplomat olarak ispanya’ya gönderildim/ üç yıl/ madrid’te ticaret müşaviri olarak görev yaptım/ ispanyolca öğrendim/diplomat deneyimi kazandım/ diplomat tanıdım/ diplomat başka bir insan tipidir/ iyi oldu/ ankara’ya dönüşte/ devlet bakanı kürşad tüzmen/ bana bir görev vermedi/ şaşırmadım/ kürşad tüzmen kendi işine bakıyordu/bana iş vermemesini anladım/evde oturdum/ maaşımı aldım. şili’ye diplomat olarak dört yıllığına tayin edildim. bir ay sonra bir bahane ile geri çekildim. devletin dönüştürülmesi ile irtibatlı bir olaydır. madrid’te iken yeni harman dergisinde yazmaya başladım/ türkiya’ya dönüşte/ gerçek hayat dergisi’nden ismet özel ayrılmıştı/ ayrılmasaydı yazmak istemezdim /ismet özel ayrıldığı için yazmak istedim/ dergi idaresini aradım/ murat menteş/ ile konuştum/ ilk yazımı gönderdim/ beğendi/ haftalık iktisat yazmaya başladım/gerçek gündem/ iyi bilgi/ internet sitelerinde yazmaya başladım/milli gazete ve milat gazetesinde günlük yazdım. yazılar/ rusdupasa.blogspot.com/ isimli sitede yer alıyor. yayınlanmış iki kitabım var.bir. kadınlar ve türkler hakkında bildiğin her şey yanlış/ destek yayınları/ 2007. iki.geçiciyiz ama kurtulacağız/ bu yıl yayınlandı. ufuk akbal ile birlikte internette yayını olan/ meram yeni yol/ isimli bir fanzin yayınlamaya başladık/bu ay/ son sayısı yayındadır. işçi değilim. yazı olsun için yazmıyorum/ kitap olsun için de. sadece yazıyorum/ asya/ avrupa/ amerika’da birçok ülkede yaşadım/ bulundum.


gel ve bana çarp Ali Sûha hiçbir şeye inanamadığımızı kendimizden gizlemek için konuşuyoruz --bunu yazana kadar kelimelere inanmıyordum mesela: yazdım ve o bitti. birazdan bu yazı okunur, istatistiklerden görürüm ve iletişime, anlaşabildiğimize, arkadaşlığa, internete, birer özne olarak sana ve bana inanırım. beni sevme, beni inandır: beni varlık karşısında baştan çıkar --çünkü inanmak sapkınlıktır, sapkınlığı istiyorum. *dil --ve onu üreten zihin- bizi varlık'ın bütünselliğinden kopardı --artık varlık'ın neliğine onlarsız ulaşamayız: sadece inandırılabiliriz. Resim: R. Polidori

inandığımızı doğrulayıp versus yanlaşlayabildiğimiz mekanizmalara sahip değiliz ama yaşam döngüsü karar alıp uygulamaya zorlar bizi. zorlama karşısında ya kendimizi mutlak hareketsizliğe terk edeceğiz ya da inandığımızı doğru kabul edip güdülerimizle hareket edeceğiz. evet, güdüler, evet, başka hiçbir şeyimiz yok: evet, 'hepimiz bir hayvanız', bazılarımız daha sevimli hayvanlar, onları daha çok seviyoruz. * bütün mesele iletişmeye güvensizlik meselesidir --kimse güvenmiyor ama kimse birbirine söylemiyor çünkü mesajının iletilmeyeceğini biliyor. ben söylüyorum çünkü bunu hiç söylememekle söyleyip de iletilmemesi arasında sonuç itibariyle bir fark yok. belki sen de söylemişsindir ama ben duymamışımdır --dünyada hiçbir şey değişmemiştir ve ben tekrar söyleme gereği duymuşumdur. ama benim söylememle de dünyada hiçbir nesne yerinden kıpırdamayacak --işbu yazıdan sonra odanda toz uçuştuysa benden değil: bilesin. * gel ve bana çarp --ya yeni bir hayat doğar bu big bang'den ya da ikimiz de ölürüz.


ADÂB-I MUAŞERET NOTLARI

* BAŞKASINA HİZALANMADAN, KALAN GÜNLERİNDE KENDİ HAYATINI YAŞA.


taş, makas, kağıt Ufuk Akbal sen bir şeyi seviyorsan, varsın modası geçsin ister salt mermer yüzeyde ister bütün zamanlar, nesneler içre ocağı yakan, çayı demleyen, kapıyı çeken sahile inensin, taşlar arasından bir taş seçersin o taş kabilesinin sorularını önceden bilen dillerine inen burdan mı günaha günahtan mı buraya gelindiğini kuş bakışı görensin ve sen yordam ve yolla bilenensin oysa bu ikisi hiç ayrılmazmış gibi köyden köye haber taşıyan atmacaya sorulan taştan sorularla pazarı daraltarak niş, butik ve elegan eğilen, bükülen ve kıvrılan asla bitmeyen ve o görkemli o otis redding dinlenen akşamlara inersin kendine çekerek, yerden aldığın bir yumru taşı o hermann hesse okunan akşamlara doğru fırlatıp geçersin !! taşın ulaştığı yerden atmacanın aştığı tepeden ben sorarım sana, sen elinde örgün yerinden kalkmadan fesleğenin dibinde, yanındaki çantadan el yordamıyla cevaplar seçersin bir tırtılsın, şüphesiz marul yaprağından dehlizleri benden daha iyi bilirsin, damarlardan kılcallara bu her şeyin bilindiği teleolojik rüyada yine bir yumru taş oturuyor dünyanın gırtlağına ferahlığa kavuşturmak, nefese yeniden varmak çün' kim dedi sana iskender ol basit ve yeşil bitkinin damarlarını öv


nasırlanmış parmaklarla ikeacıl makası kavra ama sıkıca kavra ve kes gırtlağındaki yumru taşı tam altındaki boğumdan ve gider daralmayı mentollü bir his; uzun kış gecelerinde sanki kraliçe ile buluşuyoruz english home'dan aldığımız battaniyenin altında üzerimizde güneş batmıyor battaniye kanı kapatmıyor. kanamayı, önce bastır sonra ansızın bastıran kırmızı yağmurun yerlerde bıraktığı ıslaklığı sil. sil. sil. şeyhimi dinliyorum; kanamayı önce bastırıyorum, sonra ansızın bastıran kırmızı yağmurun yerlerde bıraktığı koyu, yapışkan, pıhtılaşmış ıslaklığı siliyor. siliyor. siliyorum. battaniyeyi diğer ucundan tut, ama tam karşıma gel, kaytarma elinin kenarıyla iş yapma çiğnediğin marul yapraklarını tükür, kanı tükür, bir işe yara, selam-yoğun bişilerin içinden geç! ortalama ekmek gaygusu ortalanılan ekmek gaygusu olsun, kendine sıklıkla telkin et, bir bengi dönüşün içinde önce taş, sonra makas, sonra kağıdın kaderini seç.


bir aşk/telefon krizine dair uzun bir cümle Rüşdü Paşa ‘titizlik ve kesinlik her zaman güzelliğe yararlıdır, doğru akıl yürütme de ince duygulara’. hume. bu cümlenin yazılmasının dolaysız vesilesi kelimelerin olduğu.

yaşanan bir âşk/telefon krizidir, içinde

8:07 a.m. telefon çaldı, muhteşem, yüce gök tarafından bana bağışlanan sevgili, aradı, ne konuşulduğunun hiçbir önemi yok, nasıl olsa kelime yalan ve insanlar konuşarak hiçbir şekilde anlaşamazlar, konuşulan bir şeyin anlam ile hiçbir ilgisi yoktur, sen-ben meselesi ise çözülebilir bir mesele değildir, o yalnızca bir kaçış planıdır, bencil ve sencil durumların yer değiştirmesi, bir âşkı kelimeler bitirir, çünkü her kelime bir başkasınındır, kelimeleri âşkla irtibatlı hiç kullanmamalı, telefon görüşmesi bittiğinde hava boşluğundaydım, arınmak için uzun bir duş aldım, hiç bitmeyen bir çocukluk şöleni olan hayatımda yeni bir âşk krizinin ilk ânlarında olduğumdan şüphelendim, duştan sonra kelimeler zihnimde silinmişti, ne olmuştu, sezemiyordum, kendimi savunmak durumunda kalmıştım, en rezil insan durumu idi, aklıma birden hâklı olduğum bir başka durumu getirerek the rezil durumdan kurtulmak geldi, ahlâksızlıktı yapmadım, ayrıca, hayatta kalmasam olurdu, zihnimi uyuşturmalıydım, teorik bir kitap aldım kitaplıktan ve evden çıktım, parktan geçerken edip’e rastladım, o’na geceyi bankta geçirip geçirmediğini sordum, sokakta işlerim vardı, dedi, edip, evin çekilmezliğinden yırtmış özgür bir evsizdi, evsiz olduğu için soyut insan hakkında bir teori oluşturmaya çalışıyordu, birlikte bir kafeye gittik, okumaya başladım, edip, yanımdaki koltuğa oturdu, okuduğum kitabı rica etti, eline aldı, açık sayfadaki altı çizili satırları okudu, aktardı, okuduklarımı anlamadığımı anlamış olmalı, haber verdi, aynı ânda kafede oturduğumuz koltuklardan kalktık, kapıya geldik, aynı ânda aynı ve yönde hareket Resim: Janet Ternoff


ediyorduk, kilitlenmiştik, bara doğru hareket ettiğimizi hissediyordum, sürpriz olmadı, içmeye başladık, as’yi aradım, as, geldi, konuşamıyorduk, müzik tıs tak idi, hızlı hızlı bira içiyorduk, kitaptan bir cümle okudum, "diyalektik temelde her insanın doğasında bulunan bir muhalefet yeteneğinin düzenlenmesinden ve yöntemli bir biçimde geliştirilmesinden başka bir şey değildir", cümlesini anlamaya çalıştım, kaçıncı birayı içtiğim konusunda hiçbir fikrim yoktu, temelde, insan doğası, bulunan, muhalefet yeteneği, düzenleme, yöntem, bir biçim, geliştirmek, başka bir şey, cümledeki her bir kelime ne kadar da büyüleyici idi, hayatım boyunca son kadın hariç yanlış kadınlarla birlikte olmuştum ve buna karşılık okuduğum tüm kitaplar doğruydu, düşünce macerasından çekinmemiştim, kendi çıkarlarımı umursamamıştım ve etik, estetik ve epistemik dışında problemim olmamıştı, sevgilim, tek doğru kadındı, sabah telefonda ne konuşmuştuk ki, bir erkek âşık olduğu bir kadınla neden konuşsundu ki, yalnızca ilişki çökerken konuşulabilirdi belki, insan aklı ayrılırken gerekçe arz/talep ediyor, normalde değil, bardan kalktık, edip, parka döndü, as’nin evine giderken taşıyabileceğimiz kadar bira satın aldık, fakirhanede içmeye devam ettik, zaman bir boyut olarak hissedilmez olmuştu, sevgili ile sayısız kez telefonda konuştuk, her konuşma ayrı bir kaza oldu, evdeki iki sandalye kırıldı, yere düştüğümüzde kırık olmadığı için şükrediyorduk, bu şekilde bira içerek üç gün üç gece geçti, sevgilimi aradım, Resim: Buket Savcı

numaram engellenmişti, ne olmuştu, masumdum, sadece ilk kez ve gerçekten âşık olmuştum, gözlerimi açtım, evde bira kalmamıştı, global finans sisteminden borç alabileceğim aklıma geldi, bankaya koştum, açık hesabımdaki tüm parayı çektim, en kral ithal biralardan satın aldım, eve geldim, rahmetli babaannem gözümün önüne geldi, hayatımda tanıdığım ilk gerçek insan olduğunu bildim, mahallenin köpeği öldüğünde üç gün üç gece yas tutmuştu, gece üstümü örterdi, istemeden su getirirdi, sevgilimden tüm istediklerim bunlardı, üstümü örtsün ve gece istemeden su getirsin,


dedem, geceleri soğuk su içerdi, dedem üç şey istemişti benden, bunlarda ikisi, istanbul’lu bir kadın ile evlenmem ve arabanın paşasına binmemdi, sevgilim terk ederse mahvolurdum, teori çökerdi, telefonum engelliydi, babaannem göçmüştü, sevgilim terk etmişti, biralar dolaptaydı, bütün biraları içtim, mi hatırlamıyorum, dördüncü günün sonunda sızmış olmalıyım, bir gün sonra kendime gelmek için bir gün daha bekledim, ne olmuştu, soru buydu, ne yapmıştım, gerekçesiz masumdum, isa, musa, muhammed, nietzsche yolundaydım, sevgilim neden telefonumu engellemişti, âşk yalan ve dünya kurumuş idi, zihnim bulanmıştı, kendimle konuşmak istiyordum, sevgilim kendimdi ve şimdi telefonumu engellemişti, kalbime bakan tek kişi sevgilimdi, o görmüştü, olaylar, olaylar, olaylar nasıl cereyan etmişti, hatırlamıyorum, hayatım boyunca tanıdığım toplam 345 kişiden en iyi iletişim kurduğum the sevgilim beni dilsizleştirmişti, hatırladım, bana, sakin ol, sakin ol, sakin ol, demişti, en az 873423 kez, içki içmeyi abartmamak gerekiyordu, nasıl abartılmayacağını bilememiştim, hayatım boyunca çıkarlarımı gerçekleştirmek için hiçbir şey yapmamış ve tüm enerjimi doğamı korumaya vermiştim, sevgilim beni sevmişti, mutlak sevmişti, razıydık, kendiliğindendik, birlikte ortak bir dil inşaa etmiştik, beklentisiz, sade ve mülkiyetsizdik, hissettirdi, hissettim, yerçekimi pek yoktu, dünya çölleşmişti, kendimi bulmuştum, cehennemden kurtulmuş, cennetlik olmuştum, ilk görüşte âşık olmuştuk, 103 gündür birlikteydik, içki benim atonal saçmalıklarımı tetikliyordu, bu kez öldüm, tam da kendime alıştığım ve ismimi sevdiğim sırada ölmek istemezdim, beni kendime sevgilim alıştırmıştı, ismimi bana sevgilim sevdirmişti, her şey çok güzel olmuştu, abartmadan duramıyordum, sanat yüce gök’e bir tepki idi, bira içmeyi abartmamalıydım, telefon konuşması ne idi ki, takılmamalıydım, anlamaya çalışmamalıydım, beş dakika sakin olsam geçecekti, bira tarafından ele geçirilmiştim, ele geçirilmiş bir insan sakin olamazdı olamadım, the kelime yerine birayı tercih etmiştim, the kelime ile bira, rekâbet hâlindeki iki ayrı şeydi, bira nesneleştirmişti, ölümü değil âşkı özgürce seçmeliydim, kendimi sevgili gözü ile, o kendimdi, sahnede gördüm, sanat yoktu, devrim yaptım, gizli suç ortağı olan bira içmeyi bıraktım, bilgiye ihanet edemem, bir seçme imkânım oluştu, darbe hayırlı oldu, yakın geçmişten kurtuluyorum, cennette olabilirim, muhteşem.


sevginin reddi Ali Sûha

içimde nesnesiz bir sevgi taşıyorum: sevildiğini idrak edemeyen bu topluluktan kime yönelteceğimi bilemediğim bir sevgi --insanlar sevgi talebinde bulunmuyor: kendilerine seçtikleri beden tasarımı sevilmeği kaldıramayacak kadar zayıf. hep daha azını isteyen, daha azıyla yetindikçe dünyayı çirkinleştiren sevilmekbilmezler sürüsü: dışarıyı reddediyor, dünyayı yadsıyor, içine gömülü, sınırları katı, esnemiyor, esnemekten korkuyor, kendine yöneltilen her duyguyu tehdit olarak algılıyor,temassızlığı kutsuyor, kuracağı temasın kendisini aşındıracağından korkuyor, temassız kaldıkça çürüyor, bilmiyor, yavaş yavaş azalıyor, tükeniyor, tükenmeğe razı. kendini insan olmaktan ısı kaybeden bir parçacık olmaklığa indirgiyor, insan olmağa karşı, reddiyeci ve indirgemeci: sevildiği söylendiğinde 'neden?' sorusunu soruyor -tüm benliği kaplamış bir duyguyu dil ile ifade edilebilecek alelade bir sebebe eşleyecek kadar barbar. soruya cevap veremiyorum, korkuyorum, bu nesnesiz sevgiyle ne yapacağım konusunda bir fikrim yok, gel ve Resim: Christian Schad

onu al, onu gezmelere götür.


The Hikâye Ali Sûha hikâye tektir ve anlatılmamış bir hikâyedir: Anlatılamadığı için mi? Olabilir. O halde hissettirmek gerekir. İşbu yazı anlatılamayan o biricik hikâyeyi hissettirebilmeği amaçladı. Hikâye anne rahminden koparılmayla başlıyor. Henüz sevip sevilmediğimiz, nefret edip kin gütmediğimiz, henüz 'inadına' demediğimiz, birkaç oksijen molekülünden başka -ki ciğerlerimiz beceriksizdi ve aldığımızı çabucak geri veriyorduk- hiçbir şeye sahip olmadığımız, gitmenin en az kalmak kadar kolay olduğu o an. Tam o anda, nasıl bir yerle karşılaşacağımızdan haberdar edilip gitmek ya da kalmak seçenekleri tanınsaydı adaletten söz edebilirdik. Böyle bir şey olmadı ve ilk ve tek ve en büyük adaletsizlik olarak kaydettik.

Resim: Fulya Çetin

Zaman geçiyordu ve etrafımızdakiler konuşmak diye bir şeyden bahsediyordu. Konuşmak denen şey dil ile yapılıyordu. Dile inandık. Etrafımızda konuşulanlara bu inançla kulak kabarttık. Artık biz de konuşuyorduk --yahut öyle sanıyorduk: konuşamadığımızı


sayısız defa iletişemeyince anladık. Dil işlevseldi ve işlevin anlaşmak olduğu söyleniyordu fakat biz anlaşamıyorduk: O halde dil işlevsizdi ve neye yarardı? Hiçbir şeye. Bizi mekandan ve zamandan koparıyordu anlaşamamak: Yoktuk veya var sayılmıyorduk. Var olan her şey bir şekilde var sayılmıştı zamanında: Bir pantomim oynanıyordu ve biz tiyatro salonuna geç kalmıştık --kapılar kapanmıştı. Artık tavanda asılı bileğinden kesik ve kocaman bir elin avuç dışındaydık yalnızca. Kesik bileğin kan damlaları ardında sizi takip etmekte zorlanıyorduk: gözlerimizin önünde kırmızılar vardı ve zaten ses yoktu --öfkeleniyorduk. Orada ya da burada değildik fakat tümüyle yok da değildik. Hiç var olmamışçasına yok olabilmenin yollarını aramak için sürekli yer değiştiriyorduk: Her yeni mekân anlaşabileceğimize dair ümitlerimizi tazeliyor ve ümit anlaşamamanın sürdürücüsü oluyordu. Bazen aranızdan şöyle biri çıkıyor ve diyordu: “Gel benim küçük çocuğum, seni kurtaracağım.” Ve sarılıyordu. Bu kez sevgi diye bir şeyin varlığına inanacak oluyorduk fakat tam bu sırada az önceki sesin pantomim sessizliğinde sanrıdığımız şizofrenik iç sesimiz olduğunu keşfediyorduk. Sevgi, sevilenin sevildiğini anlamasıyla beden kazanmış olacaktı, oysa biz zaten anlaş(ıl)amamaktan muzdariptik. Böylece iletişememenin yanına bir de sevgisizliği koymuştuk ve devam ediyorduk. Daha çok başka yerler vardı ve belki onların birinde iletişebilirdik. Hayal kırıklığımızı büyütmeğe uğraşıyorduk: hiçbirinizin sevilmeğe değer olmadığından emin oluncağa dek hepinizi çok ama çok sevecektik. Avuç dışı daralıyordu ama hâlâ ümit vardı. Başımızın üzerindeki el, parmaklarını dışarı doğru geriyordu. Hâlâ ümit vardı ama acele etmeliydik. Sahneye atlayıp yakaladığımız ilk oyuncunun yakasına yapışarak: “Beni anlıyor musun?” sorusunu yalvarır gibi sorduk. Oyunun bir parçası sanmış olacak ki, “Evet.” dedi ve biz inandık. İnanmak zorundaydık: Dışarı doğru gerilen parmaklar artık kırılacak gibi duruyordu. Yukarıdaki görüntüyü görmeyecek ve pantomimin sessizliğini duymayacaktık. Bizi anladığını iddia eden oyuncuyu arkamızdan sürüklemeğe başladık. Fakat bu kapı nasıl açılıyordu? Bilmiyorduk. Sıkışmıştık. Avuç dışı büsbütün daralmıştı. Parmakların dayanmağa güçleri kalmamıştı. Zaten damlayıp duran kandan sırıl sıklamdık. Bir silah patladı. Parmakları parçalanan dev elin altında ezildik. Kimin hayatta kaldığı bilinemedi. Hikâye, anlatılamamış olarak kaldı.


MUKTESEBAT


OLTA Jübile sayısında oltaya takılanların sayısı birden fazla; öncelikle bu tesadüf için Furkan Cengiz'e teşekkürler..

Görsel Şiir: Furkan Cengiz


Yalçın Küçük'ün Ali Sûha'ya imzası

Bir akşam Büyükçekmece koyunu izlerken (Fotoğraf: Arzu Akbal)


Ve oltaya takılan bir başkası;

Doğumunun 100. yılında Adorno anısına Almanya'da yayınlanan İlk Gün Zarfı (2003)Kaynak: twitter.com/Eksikhikayee

Lale Müldür, "Tierra Del Fuego"yu okuyor: https://vimeo.com/65913580


operada başlayıp pavyonda biten şehir turu için playlist Apemohsen Özüsönemez Allah intikam için çok büyük bir şey boyanıyor truva isyan adlı bir soluğa hıçkırık güftelerinden bakılan fallar bakılıp bırakılan oraya buraya şuraya ne zaman ölsem seni çalıyor kulağım aşiran bir çocuk sesini kimden alırdım yüzüncü ad güneş olsun bildiğim bir iki ashâb var ayrıca ölümü üstlenmem gereken şeyler de sola açılan eller gibi kalbin çerağı ben de içimde taşıyorum sizin gibi ölümü arama Allah intikam için çok büyük bir şey bağlanacak direk kalmadı günahla ipimizi hınçla kırmış zehirli deve kuşları gibi sokaklardayız kim ne yutkunsa taş tıkıyoruz evler zelzele son itiraftan bu yana ki son itiraf işe yaramadı itiraflar işe yaramaz bakılacak sperm falı kalmadı gül yorgun olduğunu uludu neredeyse karar sesi ile sokaktayız biz; günah ve gül kuyruk sokumumuz yumuşamıyor Allah intikam için çok büyük bir şey tırnak parmak bilek diz sıralı biyolojik kader zarı hepyek dünya acır acırsa acı da acıyı perdeler nefsderken parmakların hala titriyor mu? masaj yapayım istersen


  ah var ikiye bölünebilir  ekmek gibi    acı acıyı perdeler hala istiyor musun  daraltmayı boş ver şerh kalsın sehvetin kenarında  perdenin  ilmine anasonla düşüyorum dimağa dimağa tertemiz    beni düşündüğünde hiç gerekmez gûsül  perdeler acı acıyı eğilmedi boynum bilmediğini  ne varsa sustuğum  eksik hep  kulağa gedik  oku sen oku  karışsın acı acıya kgül kgüle taşa sürülen eldir gurbet hiç sarılmamış gibi üşümek parkında delinin yanına itinayla oturdun acillerin arkası etli izmarit sen gülün yanındasın peygamber görecek seni hadi gülümse ezanlar gitsin Allah intikam için çok büyük bir şey çok bir acıya özenmiştik o gece arayıp da bir sürü playlist hani bulamamıştık ve ilk defa kullanmıştık tesadüfü ihtiyaç sahibi bir acı bulmuştuk da nasıl sevinç Sevinç nasıl sahi çocuk oldu mu? çocuk oluyor çocuklar oluyorlar rahmi boş ver ol var ve tesadüf tesadüfi bir acıya sürülmüştük o gece yarim saati ve üç birası olan bir insan bulaşana dek playliste mecbur mecbur nihavend mecmu’ düşülüp düşmek ne acıayip *Konstantinopolis’te Rebiülevvel 1436 da Mekteb-i Sultânî mevkiinde iki gölgenin düştüğü rivayet edilir

mecburi yön


o şehirde kimse bu şehirde değil hiç olmamış erikleri ağrıyan cadde elledimdi çok sıkılmış kapılar tren garına gasilhâneye falan bakan bir kahveden çok sıkıldıklarını için için ondan utandım da anlattım eski hikayeleri kapılara hiç çocuk oturmamış merdivenlere tuttu üstü başı bir ağlamak en beleş çiçek dürbünü çünkü bil istendi çare ama elleme o şehirde kimse şu şehirde de değildi olmamış erikler gibi ağrıdı cadde ben elledim ellerim ellerim ben anne ellemedim elim pembeyken

Allah intikam için çok büyük bir şey sürü yüzümü dökülü olana sürü bu yağmur bir yer arıyor sabahtır marizine kaymadığı romantik kadife sesli pezevenk kalmadı sürü getir yüzünü içine almalısın bunu bu sarı bu kızıl yaprakları bu bankları bu orospuçocuğu martıları yutmalısın kusmalısın sürü şehvette kurtarılacak dile bir din indi sürü saçların hüzün diyenlerin vergi kaçakçısı olmadığı zamanlar kokuyor bu yağmuru alman lazım en azından plase bu yağmuru öpmen lazım en azından plase babamı öpmüştüm gasilhanede çünkü sürekli downloading sürekli update hep güldümdüm dövdüler al bak cv şehvette ilk kurtarılacak şeyler çoğalmalı ters parantez yağmur noktalı virgül flunetflu bir bezirgân bak bağırıyor şehrin kapısı sıcak uzak durmaların en fiyakalısı koşmalı şimdi berbat berbat kapat kapat ariycam ben


Allah intikam için çok büyük bir şey nasıl pas kokuyor gamzen özürlerin en güzelini dilerim sana özürlerin en çiçeklisini dikerim sana özürlerin en tazesini yediririm sana özürlerin en tesirlisini okurum sana pas kokuyor gamzen sevgi sözjükleri gibi kedi bir ışık yalanıyor ansiklopedilerden son suyu iki kişi gördüğümüz ışık su görünürdü o gerinmeğe namzet sular gülsen bir ölüm doğacak ne etsek bileğiye katre dikiş tutmuyor gece su akıyor tuz uyuyor Allah intikam için çok büyük bir şey gülme gülme yeter

Resim: Neslihan Eren


hayırlı işler Hakan Kıran "bu haftasonu dünya dünyayı yüzüme kapadı. kapıyı üstümden kilitledi. penceresi yok bu. bugün pazar oldu. uyandım kahvaltı yaptım. bulmaca çözesim yok. hiç güleceğim de yok. iki sabahtan bu yana arabesk dinliyor dudaklarım. içimde bir örümcek tek başına sek sek oynuyor. sakalları batıyor bu salsızlığımın. adımı attığım her yerde bir köygöçüren sizlere ömür. geçen hafta bu saatleri hatırlıyorum. saati sorduğumda kendime dünkü vakit cevabını almamla birlikte boynum tutuluyor. boynum bükük diyorum rüzgâra. ama sigara içmek için balkona çıkmıyorum mesela. çoraplarım terk edildiler birer birer. hişşt çocuk yazıyor masamın üzerinde, koluma kazıyorum bir çukur bir çukur daha. hiçbir şeyden çekmedi kolum çinden çektiği kadar. yarın pazartesi olur mu dersiniz. bilmiyorum çeşitli. tarihi geçmiş bir tiyatro oyununa iki kişilik biletim var. ben de maksadını aşan cümleler kurmak istiyorum. bak sabah olmuş gene, hem de bütün gece yağmur yağarak bir sabah olmuş. allah ne vardıysa yığmış. azot döngüsü gibi, karbon döngüsü gibi bir döngüm olsa benim de, fena mı olurdu, yok canım bana su döngüsü iyi giderdi eminim. allah başımızdan bizzat eksik olmasın. bugünün ne değerli, ne zorlu ama güzel olacağı konusunda gökle bir teminat mektubu imzalayalım, sen yaz ben imzalarım. aslında bir maruzatım var, bıraksalar ben şu alelade mühendisliğimden kurtulup fevkalade mümtaz bir şahsiyet olabilirdim ilçemizin yetiştirdiği. salıncağın ipleri dolaşmış, gel de ayıkla şimdi. müzik kutusu, tahta kukla, kar küresi, patates püresi. game over. siz hiç bir kar küresinin… siz, hiç, bir kar küresinin içine girdiniz mi? benim, girip müebbet gripli bir arkadaşa bakıp çıkmışlığım var. çelimsileri çok sevdiğimi de biliyor olmalısınız baylar bayanlar. siz hiç peki o kar küresinin içine girip önündeki karları kürediniz mi? hımm. duyduğuma göre bu aralar yazdıklarım kimsenin içine kirişmiyormuş, umrumda elbet, hem de çok. size peki birisi hiç kar küreleri alıp raflarınızı onunla doldurmayı düşledi mi? ya da ne bileyim işte. benim sevdiğim bir tonu vardır müzik kutularının ve şimdi bunu örneklendirmek isterdim. rafları var di mi hepinizin, bunda mutabık mıyık, raflarınızı nelerle dolduruyorsunuz, kitaplarınızı saymıyorum elbette. kitaplarınızın önünde ya da üstüne duran şeyler. georges perec’in "uyuyan adam" adlı metis’ten çıkan kitabının başında çok değerlendirdiğim bir alıntı vardır, hatırlayamadım ve kitap da yanımda yok, lütfen biri bana hatırlatsın. geçen sene bugün: a: kuantum nerde? kuantumun suçu bu. b: kuantumu siktim öldü afedersin."


NECE NECE YILLARA UFUK AKBAL....!!!!


襤smail Pelit'in yeni kitab覺 raflarda ve internette....


Heterotopya Yay覺nlar覺'ndan iki s覺k覺 kitap birden raflarda ve internette...


ARKA KAPAK KIZI

Resim: Nezihe Karakaya KAPANIŞ ŞARKILARI:

-

Pedro the Lion - Of Up and Coming Monarchs

-

Lightspeed Champion - Romart

-

Ian Brown - Time is My Everything

-

R.E.M - E-bow the Letter

-

The Feelies - Loveless Love


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.