100

Page 1

SAYFA

2

TRT’de ‘can›m ailem’ dizisi Halk›n vergisiyle finanse edilen TRT’de ifle al›nanlar›n ço¤u genel müdürün hemfleri ve akrabalar›

SAYFA

9

Direnifli içinden anlat›yorlar Emek sayfas›n›n yeni bir köflesi var. Direniflteki iflçiler anlatacak biz yazaca¤›z

SAYFA

13

Tütünün 500 y›ll›k tarihi Tarih sayfas› tütünü, tiryakili¤ini, tütünde sömürü ve direnifli anlat›yor

SAYFA

15

Recep ‹vedik’in sihri ne? Recep ‹vedik’e karfl›, elefltiri ve sempati kol kola büyüyor. Bu kahraman›n s›rr› ne?

19 fiubat 2010 • 1 TL

Y›l 4 • Say› 100

AKP, halk›n Tekel direnifli etraf›ndaki birli¤inden rahats›z

Civanım korktu Aleviler açılımı yorumladı Hükümetin aç›l›m olarak sundu¤u Alevi çal›fltaylar›n›n ön raporu yay›nland›. Görüfllerini sordu¤umuz Alevi yurttafllar ‘sonuca flafl›rmad›k’ dedi S. 4

AKP var gücünü kullanarak direnifle sald›r›yor, tehditler, davalar, yalanlar arka arkaya geliyor. Bu öfke neden?

AKP öfke duymakta hakl›. Çünkü iktidar›n› sarsacak tek gücün emekçilerin birli¤i oldu¤unu kendisi de biliyor

Kriz varsa grev var ‹flas›n efli¤ine gelen Yunanistan’da kamu emekçileri hükümetin ekonomik önlemlerini protesto etmek için genel greve gitti. 24 saatlik eylem havayollar›ndan hastanelere tüm ülkede hayat› durdurdu S. 5

Halkın Sesi yankılanır sokaklarda Kalkar aya¤a ayaklar, Türkülerle bir halk olur... diyerek yola ç›kal› dört y›la yak›n bir zaman geçti ve iflte Halk›n Sesi’nin 100. say›s› da ç›kt› S. 2

AKP’nin yetimleri

S›n›f iflte, AKP’yi üzüyor, kendi ç›kar›ndan baflkas›n› düflünmüyor ki... Tüm gücümüzle ‘derse kat›lma’ zaman› YOL YAZISI S. 3

AKP’nin saflaştırma operasyonu Dosya: AKP’nin halk› yeniden saflaflt›rma operasyonunun hedefi, ‹slamc›, Kürt ve ulusalc› kimlikleri kullanarak direnifli içeriden parçalamak S. 12 Halk›n Sesi’nden / Sayfa 2

Baflbakan Tekel iflçisine ‘size yetim hakk› yedirmem’ dedi. Fakat Tekel’in arazi ve binalar›n› tarikatlara yak›n sermaye gruplar›na hibe etmekte sak›nca görmedi S. 9

Şükran Soner’le ‘İşçinin Evreninden’ Tekel direnişi

BEDAfi’›n oyunlar›na dikkat Elektrik faturalar›nda kurumsal aldatmaca var. BEDAfi, gecikmifl fatura ödemelerinde hayali icra davalar›n›n paras›n› kesiyor S. 7

Ferda Koç / Sayfa 4

Böyle muhalefet liderine... Tayyip’in gördü¤ü...

Nilgün At›c› / Sayfa 7

Destek e¤itimde Tek-el...

Neydi Tekel iflçisini soka¤a döken ve direniflini bu kadar önemli k›lan fley? Cumhuriyet gazetesi yazar› fiükran Soner’le söyleflimizde bu soruya yan›t arad›k S. 11 Tufan Sertlek / Sayfa 9

‹flçi mücadelesi ve siyaset

8 Mart’›n yüzüncü y›l› 8 Mart Dünya Kad›nlar Günü’nün yüzüncü y›l› kutlan›rken kad›n mücadelesinin yüz y›l›n› hat›rlama zaman› S. 10


2

MEDYA 19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010

Halk›n Sesi

Halk›n Sesi’nden “Senin gibi muhalefet liderine can kurban” aşbakan Erdoğan, kürsüden Baykal’a yükleniyor: Ellerin sosyal demokratları seçim yenilgisinin ardından hemen istifa ediyor. “Sen niye bu kadar direniyorsun ya, bu koltuk ne kadar tatlıymış... Çakıldın, kaldın… Ama ben tabii memnunum bundan… Senin gibi ana muhalefet liderine can kurban; yeter ki orada kalıver...” Erdoğan, Baykal’dan memnun. Neden memnun olmasın? Kendi iktidarının güvenliği ve sürekliliği için, İslamcı liberal iktidara en geri sınırlardan açılmış bir muhalefet bayrağına gereksinimi var. Onun için bu denli kendinden emin, bu denli pervasız davranıyor. AKP iktidarının güvenliği için, Baykal liderliğindeki bir sosyal demokrat partiyi ciddi bir tehlike olarak görmeyen Erdoğan, yalnızca sosyal demokratlar için tasalanıyor. Erdoğan’ın engin demokrat sınırları, sosyal demokratların iktidarını sindirmeye hazır; ne yazık ki onların Baykal’la şansları yok. İşte demokrasi adına buna üzülüyor Başbakan. Baykal’ın genel başkanlığındaki CHP bir türlü yenilenemiyor. Erdoğan liderliğinde, taşlaşmış İslamcı parti geleneği bile yenilendi. Bakın püfür püfür esiyor. Yağıyor, gürlüyor. Mangalda kül bırakmıyor. Yılların Baykal’ı aşağı kalır mı? Erdoğan’a “hak ettiği” yanıtı verdi. Bütün söz ustalığını konuşturdu; taşı gediğine koydu. Anketlere bakılırsa, AKP iktidarının günlerinin sayılı olduğunu söyledi. Erdoğan’ı sandıktan kaçmakla, halkın iradesine güvenmemekle suçladı. Dertleri davaları demokrasi; demokrasinin yerleşmesi için de elbette siyasetin yenilenmesi, temizlenmesi. Başka ne olabilir ki!? Bunca “gerilim”, bunca “çatışma” nasıl açıklanabilir ki!?

B

BURJUVA S‹YASET‹N ‹fiÇ‹ SINIFIYLA SINAVI Bütün bunlar, “köpeksiz köyde değneksiz gezmek” atasözüyle açıklanabilir. İktidarıyla muhalefetiyle toptan düzenin sınırlarını zorlayan ‘devrimci’ bir muhalefetin olmadığı koşullarda, iktidar ve muhalefet düzenini yürütmek ne kadar kolay! Öyle değil mi? Yalancı pehlivanlar gibi boş minderde perdah atmak öyle her babayiğidin harcı değil nasılsa! Demokrat da olursunuz, muhafazakar da. İnançlı da olursunuz, laik de. Sosyal dayanışmacı da olursunuz, cemaatçi de. Hayırsever de olursunuz, barışsever de. Hele özgürlükçülük, siz varken kimseye düşmez… Tekel işçilerinin şahsında meydanda gerçek, somut bir işçi direnişi var. Devrimci bir işçi direnişi var. Devrimci, çünkü hiç kimsenin kayıtsız kalamayacağı sarsıcı etkiler yaratıyor. Ankara Sakarya Meydanı’nda Tekel işçileri direndiği sürece, siz yeterince devrimci olamıyorsunuz. Hep bir şeyler eksik kalıyor. Onlar oradayken, yani Başkentin orta yerinde, devletin merkezinde, siz yeterince iktidar da olamıyorsunuz, yeterince muhalefet de. Siz işçi sınıfının, yani halkın yıkıcı muhalefetiyle karşılaşmaya henüz hazır değilsiniz. İktidar oyunlarında kendi aranızda geliştirdiğiniz hasmınızı minderin dışına sürükleme alışkanlığından olsa gerek, adil bir kavgaya yanaşmıyorsunuz. İşte Baykal, işte CHP, buyur somut bir halk muhalefeti. İlerletilmesi gerekiyor; göster ilericiliğini, göster halkçılığını! Ama ne gezer! İlerletmek bir yana, AKP’nin direnişçileri bölmek ve yalnızlaştırmak için kullandığı “şeytan ve PKK” suçlaması karşısında Baykal’ın yanıtı aynen şöyle: Merek etmeyin; eğer işçilerin arasına gerçekten PKK sızmış olsaydı, AKP tıpkı Habur’daki gibi onların önünü açardı.” İzmir’de CHP’li belediyeden atılan Kent AŞ.’li işçilerin karşısına çıkamayan Baykal’ın direnişçileri sahiplenmek gibi bir niyeti zaten yok. Onun niyeti punduna düşürmüşken Erdoğan’a şoven bir tonlamayla yüklenmek. Direnişi desteklemek, Kılıçdaroğlu-Gürsel Tekin ikilisini vitrine çıkarmaya benzemiyor, değil mi? Ya Erdoğan’a ne demeli? Bir zamanlar hükümet olduğu halde, iktidar olamamaktan yakınan Erdoğan, eskimiş bir iktidar odağına üç beş adım geri attırınca, iktidar olmuş mu oldu? Evet, ama o zamanlar düzenin ileri uçlarından henüz devrimci bir bayrak açılmamıştı. Diyeceksin ki, nerede o devrimci bayrağı açacak tarihsel özneler? Eskiye gönderme yapmayı seversin ya, sana, eski bir iktidar ustası olan Napolyon’un bir sözünü hatırlatalım: “Süngüyle iktidara gelebilirsin, ama üzerinde uzun süre oturamazsın.” Küçük bir örnek: Yıllardır İslamcı direnişin simgesi olan türban, sana iktidar kazandırmış olabilir; ama onun iki tarafı da keskin bıçaktır. Bak şimdi Tekel işçilerinin başında, İslamcı liberal iktidarı zorlayan bir direniş simgesine dönüşüyor…

TRT’de AKP dizisi: ‘Canım ailem’ Devlet televizyonunda kişisel ve siyasi kayırmacılık en uç boyutlara ulaştı. TRT gibi bir kamu kurumu nasıl bir aile şirketine dönüştürüldü? İşte TRT’deki ‘aile dizisi’nin başrol oyuncuları...

Ü

lkemizde devlet yönetiminin personel istihdamında liyakat sisteminin esas alınması değil, kayırmacılık hâkim. Kamu görevlilerinin işe alınmasında, atanmasında, bir yerden başka bir yere tayininde akraba kayırmacılığı, eş-dost kayırmacılığı ve siyasal kayırmacılık egemen. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu TRT’de ise akraba, eşdost ve siyasal kayırmacılık en uç boyutlara ulaştı. İbrahim Şahin başta PTT olmak üzere diğer kamu kurumlarında çalışan yakın akrabalarını ve Amasyalı hemşerilerini TRT’ye aldı. Alınanların 6’sı İbrahim Şahin’in köylüsü, bunların bir bölümü İbrahim Şahin’in ikinci dereceden akrabası. TRT’nin yıllık bütçesi 1 trilyon TL’den fazla. Bu paranın yaklaşık yüzde 80’ini, denetim pulu (bandrol) ve elektrik faturaları aracılığı ile halktan toplanan paralar oluşturuyor. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin halkın parasını adeta babasından miras kalmış gibi har vurup harman savuruyor.

TRT’N‹N BÜTÇES‹ AKRABALARA EMANET Evet, yanlış okumadınız TRT gibi bir kamu kurumu adeta bir aile şirketine dönüştürüldü. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin Amasya’nın merkeze bağlı Akyazı köyünden. İbrahim Şahin TRT Genel Müdürü olduktan sonra üst düzey yönetim kademelerine hemşerilerini ve akrabalarını atadı. TRT’nin bütün alım satım işlerini, ihalelerini yapan Satın Alma Dairesi’nin başkanlığına Akyazılı Selami Karanfil getirildi. İbrahim Şahin, akrabası Ömer Avcı’yı da Satın Alma Dairesi Başkanlığı’nda müdür yaptı. Satın Alma Dairesi’ndeki bir başka Amasyalı yine müdür olarak atanan Hasan Bahçivan.

İbrahim Şahin Amasyalı Hasan Bahçivan’ı da Satın Alma Dairesi Başkanlığı’na müdür olarak atadı. Muhasebe ve Finansman Dairesi Başkanlığı’ndaki üç müdür İbrahim Şahin’in diğer kamu kurumlarından TRT’ye transfer ettiği kişilerden oluşuyor. İbrahim Şahin döneminde TRT’ye alınan diğer Amasyalılar da şöyle; HAKAN KUTLU (Amasya –Akyazı): Özel Kalem Müdürü (Türk Telekom Genel Müdür Yardımcısı ve TCDD Genel Müdür Yardımcısı Şükrü Kutlu’nun akrabası) METİN YILDIRIM (Amasya –Akyazı): Amasya Merkez Milli Eğitim Müdürlüğünde Şube Müdürü iken TRT’ye İnsan Kaynakları Dairesi Başkan Yardımcısı olarak atandı. OSMAN OĞUZ DARÇIN

(Amasya –Akyazı): Makine Kimya Endüstrisi’nde mühendis olarak çalışırken TRT’ye alındı. ALİ GÜNEY (Amasya – Akyazı): 13 Ocak 2009 tarihinde ASKİ Genel Müdürlüğü’nde özel kalem müdürü olarak çalışmaya başladı. 3 Mart 2009 tarihinde TRT’ye geçti. GÖKHAN GÜNAYDIN (Amasya): PTT’de uzman kadrosunda çalışırken Genel Müdür Uzmanı olarak TRT’ye alındı. Şu andaki unvanı araştırmacı MUSTAFA BİNİCİ(Amasya): PTT’de tekniker olarak çalışıyordu TRT’ye naklen geçiş yaptı. MURAT ŞİMŞEK (Amasya): Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi iken TRT’ye mühendis olarak geçti. UĞUR ALICI (Amasya): Kanal 7 Muhabiri iken TBMM TV’ye geçti. Oradan da muhabir

kadrosu ile TRT’ye transfer edildi. AHMET TORUN (Amasya): STV Haber Müdürü iken sözleşmeli personel olarak TRT’ye geçti. Şu anda Haber Dairesi Başkanlığı Merkez Haberler Müdürlüğü’nde editör olarak görevli. ANDA AYVA (Amasya): Kanal A’da spiker olarak çalışırken TRT’ye sözleşmeli personel olarak alındı. TRT’de haber bültenlerini sunuyor. ÜMİT SEZGİN (Amasya): NTV’nin Ankara Haber Müdürü iken sözleşmeli personel olarak TRT’ye alındı. TRT-TÜRK kanalının Haber Sorumlusu olarak görevlendirildi. KADİR GÖKHAN TUNÇEL (Amasya): TRT İstanbul Müdürlüğü’nden Sözleşmeli Yapım ve Yayın Elemanı olarak çalışıyor.

Halkın Sesi yankılanır sokaklarda “Yürüyüşümüzü artık eskisinden daha gür bir sesle, Halkın Sesi’yle sürdüreceğiz. Yolumuz eskisinden daha az zahmetli değil ama, adımlarımızı, daha hareketli yol türküleriyle ve daha büyük bir koronun rengarenk tonlarıyla hızlandıracağız. Şairin dediği gibi halk olacağız… Kalkar ayağa ayaklar Türkülerle bir halk olur.” … diyerek yola çıkalı dört yıla yakın bir zaman geçti ve işte Halkın Sesi’nin 100. sayısı da çıktı. *** Halkın sesi çıkmasın diye, herkes egemenlerin dilinden konuşmaya zorlanırken çıktı Halkın Sesi. Liberaller “özgürlük”, ulusalcılar “bağımsızlık” diye bağırıp halkı kendi arkalarında saflaşmaya çağırırken; Halkın Sesi “insanca yaşam” diye çıkıyor, bağımsızlık ve özgürlük emekçilerin insanca yaşam kavgasından ayrı düşünülemez diyordu. Halkın hak mücadeleleri üzerinden devrimci bir politik çizginin inşasının mümkün olduğunu göstermeye çalışıyordu. Ne gerici liberallere ne generallere güveniyor, ne ulusalcıların hezeyanlarından ne liberallerin rüzgarından medet umuyordu. Umudu, okul kapısında aşağılanan, hastane kapısından geri çevrilen, kondusu başına yıkılan, faturasını ödeyemeyen, güvencesiz çalışan yoksul emekçilerin, neoliberalizmin mağdurlarının mücadelesinde görüyordu. Yola çıktığımızda, başların büyük kavgalarının arasında, ayakların kendi kavgasını bambaşka bir biçimde vereceğine inananlar azınlıktaydı. Biz de, ilk sayılarımızda böylesi bir çizginin mümkün olduğunu göstermeye çalıştık. *** Güvendiğimiz dağlara kar yağmadı. Halkın Sesi, Dikmen

Vadisi’nden yükseldi, “barınma hakkımızı istiyoruz” diye. Sonra yankılana yankılana yoksul mahalleri dolaşmaya başladı. Hastanelerden taşeron işçiler katıldı bu sese, Emek ve Ekmek Meclisleri, Su Meclisleri, parasız eğitim hakkı için yürüyen öğrenciler, parasız sağlık hakkı için yürüyen hekimler, parasız ulaşım hakkını almak için belediyelere

kök söktüren İstanbullular, Ankaralılar, Mersinliler. Trabzonlular… Generallerin sesi kısılıp, liberallerin sesi çatallaşırken artık halkın hak mücadeleleri üzerinden bir başka saflaşmanın yaratılabileceğini, devrimci bir politik çizginin kurulabileceğini dost düşman gördü. Mümkündür dediğimiz mücadele gerçek olmaya, halkın

sesi yükselmeye, sayfalarımızdan taşmaya başladı. Hak mücadeleleri toplumsal muhalefetin ana ekseni haline gelir, Tekel işçileri yeni bir canlanışı ateşlerken sayfalarımız da sokaklarla birlikte yenileniyordu ve 97. sayı itibariyle yeni yüzümüzle çıktık. *** 100 sayı kimin emeğiydi? Ekran başında sabahlayıp, klavyede uyuk-

layarak yazı yetiştirmeye çalışan gelmiş geçmiş onlarca amatör yazarın, çizerin, tasarımcının; işten arta kalan kısıtlı zamanlarını, hatta uyku saatlerini bizimle paylaşan profesyonel gazeteci dostlarımızın; Arjantin’den, Bolivya’dan, ABD’den, Lübnan’dan… yazılarıyla, çevirileriyle bizi destekleyen sınır ötesi yoldaşlarımızın; yazdıkları şiir ve öyküleri çaktırmadan, mesela bir Halkevinde yere düşürerek, bize ulaştıran küçük kardeşlerimizin; bize mücadelenin dilini miras bırakarak aramızdan ayrılanların; yazılanlara bir değer kazandıran hak mücadelesi militanlarının; ama hepsi de bir mücadelenin militan ruhunu taşıyan yüzlerce, binlerce kişinin emeğiydi. *** Dikmen Vadisi halkının Gökçek’e karşı mücadelesinde “Durdurun bu adamı” kapağımızla afiş olduk. Binlerce emekçi kapısının devrimcilere açılmasına vesile, Eskişehir sokaklarında gözaltına alınma gerekçesi olduk. Aklamıyoruz Haklıyoruz kampanyasında, “Halkın Sesi yankılanır sokaklarda” diye şarkı olduk. Aynı dertlerden mustarip emekçilerin haberleşme aracı, hak mücadeleleri için kılavuz, kimi yazılarıyla arşivlik belge, kimi zaman da okunduktan sonra sofra altı olduk. Kimi zaman argonun dozunu kaçırdık, kimi zaman sayfaları yazım hatalarına boğduk, kimi zaman aynı yazıyı üst üste iki kere bastık, isimleri karıştırdık, resimleri karıştırdık… affola. Ama yüz sayıdır, okuruyla, yazarıyla… militan bir kitle gazetesini yaşatma iddiasını diri tutarak yüzümüzü kara çıkartmadığı için bu yolun bütün yolcularının eline, yüreğine sağlık. Nice sayılarda buluşmak dileğiyle…


3

GÜNDEM 19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010

Halk›n Sesi

‘Siyasi cinayetler aydınlatılsın’ H

rant Dink davasının 8 Şubat’ta yapılan duruşmasına, 1948–2007 yılları arasında siyasi cinayetlere kurban giden 23 aydının aileleri topluca katıldı. Daha önce 11 Şubat’ta Meclis’e dilekçe vermeyi kararlaştıran aileler, cinayetlerin arkasındaki güçlerin açığa çıkarılması için davalarının peşinde olduklarını ifade etti. Aileler cinayetlerin aydınlatılması ve bir daha böyle cinayetler olmaması için bir araya geldiklerini belirtiyor. Geçen yıl babalar gününde yapılan “Benim babam bir kahramandı” etkinliğinden sonra siyasi cinayete kurban giden 23 ismin aileleri Toplumsal Bellek Platformu adıyla çalışmalara başladı. Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca’nın serbest bırakıldığı gün platformda bulunan 16 aile bir bildiri yayımlayarak cinayetlerin aradan geçen süreye rağmen aydınlatılamadığının, hapisten çıkan katillere de kahraman muamelesi yapıldığının altını çizmişlerdi. DEVLET‹N GÖREV‹… Hrant Dink davasının 12. duruşmasını takip eden günlerde Meclis’e giden aileler cinayetlerin aydınlatılması için bir komisyon kurulması yönünde Meclis’e dilekçe verdi. Dilekçede hakkında kesinleşmiş yargı kararları olan davalar olsa bile, ikna edici sonuçlar alınmadığı, dava süreçlerinin altında yatan gerçeklerin ve ardındaki güçlerin ortaya çıkarılması gerektiği belirtildi. Daha önce benzeri taleplerle kurulan komisyonların yetkilerinin sınırlı kaldığının ve bir sonuç alınamadığının hatırlatıldığı dilekçede yeni kurulacak komisyonun geniş yetkilerle donatılması gerektiği belirtildi. Yakınlarının

H

rant Dink davasının son duruşmasında bir araya gelen Toplumsal Bellek Platformu 11 Şubat 2010 günü TBMM’ye gitti. Aileler siyasi cinayetlerin aydınlatılması konusunda araştırma komisyonu kurulması için Meclis’e dilekçe verdi

neden katledildiğinin artık açığa çıkarılması gerektiğini söyleyen aileler, somut kanıtlarla cinayetleri aydınlatmanın devletin görevi olduğunu ifade etti. Aileler emir komuta zincirine ulaşılmadıkça, geride kalan, kaçan, kaçırılan, korunan, gizlenen tüm suçlulara ulaşılmadıkça cinayet dosyalarının kapanmış sayılmaması gerektiğini belirttiler. MAHKEME DALGA GEÇ‹YOR Siyasi cinayetlere kurban giden aydınların aileleri şu anda süren tek dava olması sebebiyle Hrant Dink davası etrafında birleşiyorlar.

Geri kalan davalar ya zaman aşımından düştü ya da göstermelik katiller yakalanıp bırakıldı. Zaman aşımına uğrayan veya kapatılan davalarda tetikçiler bile yakalanamadı. Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca’nın karanlık bağlantılarının üstüne gidilmedi. Halen süren ve son duruşması 8 Şubat’ta yapılan Hrant Dink davası da geçmişte görülen davalardan pek farklı değil. Yapılan son duruşmada ifadeleri çok önemli olabilecek bir gizli tanık mahkemeye getirilmedi. Önce polis tanığı getirmeyi unuttu denildi, ardından polise tanığın

getirilmesi konusunda talimat verilmediği söylendi. En nihayetinde de Ermenice bilen tercüman bulunamadığı gerekçesiyle tanığın çağrılmadığı açıklandı. Tüm bunlar Arat Dink’in 19 Ocak 2010’da Agos’un penceresinden yaptığı konuşmada “Mahkeme bizimle dalga geçmedi mi?” sorusunun bir kez daha sorulmasına neden oldu. SINAV D‹NK DAVASI Konuyla ilgili olarak Platformu oluşturan aile fertlerinden Cüneyt Cebenoyan’ın görüşlerine başvurduk. Cebenoyan, aileler olarak böyle bir platformda

buluşmalarının bu davada kendilerini yalnız hissetmemelerini sağladığını söyledi. Cebenoyan, bir araya gelmenin dayanışma duygusunu artırdığını ve bu duyguyla cinayetlerin aydınlatılması için daha güçlü bir şekilde mücadele edebildiklerini belirtti. Şeffaf devlet söylemi altında siyasi cinayetlerin de üstüne gidiliyormuş gibi gösterilmesi konusunda Cebenoyan, “Bunun sınavı, Hrant Dink davası olacak” dedi. Ancak bu davada da hiç iç açıcı gelişmeler olmadığını söyleyen Cebenoyan, davada işlerin kötüye gittiğine dikkat çekti. Ablası Yasemin Cebenoyan’ın kurban gittiği bombalı saldırı davasına da değinen Cüneyt Cebenoyan, katillerin kim olduğu konusunda çok uzun bir süre kafa karışıklığı olduğunu belirtti. İBDA-C’nin üstlendiği bir saldırı sonunda PKK’li bir militanın tutuklanmasının daha sonra da cezası dolmadan serbest kalmasının kendisini yaraladığını söyleyen Cebenoyan, ablasının da kurban gittiği cinayette asıl hedef olan Onat Kutlar’ın eşinin bile içeride kimin yattığını takip edemediğine dikkat çekti. HUKUK DIfiILIKLA YÜZLEfi‹LMEL‹ Siyasi cinayetlere kurban giden aydınların aileleri artık bu hukuk dışılıkla yüzleşebilmenin bir yurttaşlık sorumluluğu olduğu inancıyla hareket ediyor. Bir daha bu tür cinayetler işlenmemesi için çalışmalarına devam edeceklerini vurgulayan aileler “32 yıl önce katledilen savcı Doğan Öz’ün raporundaki son sözleri yineleyerek “Durumu bütün açıklığı ve acılığı ile sunmak için buradayız.” diyerek kararlılıklarının altını bir kez daha çiziyorlar.

Aradığınız sola şu anda ulaşılamıyor A

KP ‘Ergenekon dağını eritmeye’ başlayıp kendi derin ilişkilerinin yolunu açmaya başladığından beri darbecilikle solu ilişkilendirme çabaları da inatla sürdürülüyor. Erdoğankon’un teorisyenlerinden Star yazarı Şamil Tayyar ile Taraf’ın demokrasi aşığı polis yazarı Önder Aytaç’ın davanın başında ‘Susurluk’ta derin devletin sağ kanadı tasfiye olmuştu, Ergenekon’da sol kanadı tasfiye oluyor’ diye çığırmaları boşuna değildi. Hükümet yetkilileri, cemaatin istihbaratçıları, hukukçuları,

yandaş basın bu konuda olağanüstü bir çaba sarfetti. Yeri geldi Taraf yazarı Rasim Ozan Kütahyalı işi teorize edip Deniz Gezmişler’i ve hatta Türk solunu darbeci ilan etti, yeri geldi Türkiye’nin bilinen büyük sol grupları Ergenekon üyesi ilan edildi, yeri geldi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ‘kozmetik odalarda’ arama yapılırken ‘içimizdeki Sovyetler’in çökertildiğini’ açıkladı. Son bir ay içerinde bu çabalar daha da taçlandırıldı. Amirallere Suikast soruşturmasının iddianamesinde

yargılanan askerlerin Devrimci Karargah örgütüyle ilişkisi ilan edildi. Hem de öyle bir iddia edildi ki… Deniz Gezmiş’in youtube’den indirilebilecek videosu, Devrimci Karargah’ın sitesinden kopyalanabilecek yazılar suç delili olarak iddianameye girdi. Ama kirli derin devlet organizasyonlarıyla

solu eşleştirerek sola çamur sıçratma çabasında bugüne kadar en ileri noktaya ikinci Devrimci Karargah iddianamesiyle ulaşıldı. İddianamede 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün tarihçesi ve günle ilgili yazılar suç delili olarak yer aldı. Sanık Volkan Karakuş’u zafer işareti yaparken gösteren fotoğrafı da delil sayıldı. Yine delil olarak ele alınan Eylem Aktivistleri İçin Rehber isimli dosyada Kazım Koyuncu’nun devrimci kişiliğiyle ilgili içerik de bulunuyordu. Hatırlanacağı üzere örgütle ilgili

ilk iddianamede de gazeteci Mehmet Yeşiltepe’nin Orhan Yılmazkaya ile çay içmesi suç delili olarak yer almıştı. Vatan’ın internet editörü de benzer suçlamalar nedeniyle dava kapsamında tutuklanmıştı. Anladığımız kadarıyla sola saldırı cephesi sürekli yeni ataklar peşinde. Her ne kadar süreç artık tam anlamıyla bir komedi şovuna dönüşmüş olsa da en azından kafaları karıştırılan yurttaşlara sorumluluk gereği solun tüm bu davalar sürecinde daha uyanık olmasını ve inisiyatif almasını gerektiren bir süreç bekliyor.

Halkevleri 78. yılını kutluyor Türkiye’nin en köklü ve en genç örgütlerinden olan Halkevleri 19 Şubat 2010’da 78. yaşına girecek. 1932’de bir aydınlanma, eğitim, kültür ve sanat örgütü olarak kurulan Halkevleri ülkenin dört bir yanına götürdüğü tiyatro salonlarıyla, kütüphaneleriyle, eğitim çalışmalarıyla bu topraklara kök saldı. O tarihten bugüne iki kez, Demokrat Parti iktidarı döneminde ve 1980 askeri darbesiyle kapatılan Halkevleri, her yok etme çabasının ardından yeniden diriltildi, her türlü baskıya rağmen bu topraklardan silinip atılamadı, kökleri daha da derinlere ulaştı. Son yıllarda Türkiye’de yaşanan neoliberal dönüşüm süreci karşısında Halkevleri’nin göstediği refleks, bu köklü örgütü Türkiye’nin en genç örgütlerinden birisi haline getirdi. Eğitimden sağlığa, suyumuzdan ekmeğimize kadar her türlü temel ihtiyacımızı piyasanın hizmetine sunan, çalışanlara güvencesizlik dayatan, evimizi yıkıp ormanlarımızı talan eden neoliberal saldırılar karşısında Halkevleri halkın hak mücadelelerinin ve dayanışma ilişkilerinin “odağı” haline gelmeye başladı. Barınma hakkı mücadeleleri, eşit parasız eğitim için yükselen mücadeleler, engellilerin talepleri, su, enerji ve ulaşım alanındaki ticarileşmeye karşı tepkiler, kısacası pek çok yeni toplumsal mücadele dinamiği Halkevleri’nin 78 yıllık çatısı altında buluştu. Halkevleri’nin, çoğunluğu kentlerin yoksul emekçilerinin yaşadığı bölgelerde olan 63 şubesinde bir taraftan hak mücadeleleri yükseltilirken diğer taraftan da halkın dayanışma ilişkileri kuruyor. Okuma yazma çalışmalarından, ilk ve ortaöğrenim öğrencilerine destek çalışmalarına kadar, Halkevleri’nde gerçekleşen eğitim faaliyetlerinde sadece bu yıl binin üzerinde kişi “bilgilerini, öğrendiklerini” paylaşıyor. Sinemadan tiyatroya, müzikten fotoğrafa kadar uzanan kültür sanat faaliyetleri, emekçilerin yaşamını çölleştiren güvencesizlik ve yoksulluk ikliminde daha da önem kazanıyor. Bu çalışmalarda da Halkevleri yüzlerce yaratıcı insana ev sahipliği yapıyor. Halkevleri’nin örgütlediği ve destek verdiği İşçi Filmleri Festivali başta olmak üzere birçok kültürel etkinliğe binlerce insan katılıyor. Halkevleri bu yıl kuruluş yıl dönümü olan 19 Şubat akşamı tüm üyelerini ve dostlarını Türkiye’nin her yerinde Tekel işçilerine destek için Ankara’ya doğru yola çıkmaya çağırdı. Halkevleri 78. yılını otobüslerde, trenlerde kutlamaya hazırlanırken “Bu yolda umut var” diyor.

Tüm gücümüzle “derse kat›lma” zaman› T

ayyip Erdoğan her fırsatta “En az 3 çocuk yapın” diyor. Tekel işçilerini fırçalarken “Bu ülkede 3,5 milyon işsiz var. Asgari ücretle çalışmak için devamlı kapımızı aşındıranlar var. Bunların olduğu bir ülkede siz neyin peşindesiniz” diyor. 16 Şubat’taki gazeteler şöyle yazıyor: “Bir yılda işsiz sayısı 233 bin arttı. İşsizlik yüzde 13,1 oldu. Genç nüfustaki işsizlik oranı ise yüzde 24,1. Yani her dört gençten biri işsiz.” Bu veriler aslında AKP hükümetinin, Tekel işçilerinin taleplerini neden yerine getiremediğini daha doğrusu neden yerine getirmediğini gösteriyor. Erdoğan’ın amacı, Tekel işçilerine iş bulmak değil tam tersine onları işsiz hale getirmek. Bir işi olanları ise güvencesiz ve “olabilecek” en düşük ücretle çalıştırmak. “En az üç çocuk yapın” fetvası, ucuz işgücü piyasasına siz de katkıda bulunun çağrısıdır. İşsizlikle korkutmak, para almasanız bile çalışmaya devam edin demektir. Misyon, patronlar için ucuz, güvencesiz, örgütsüz, biat kültürünün hâkim olduğu bir “emek cenneti” yaratmak. Biat kültürü demişken MÜSİAD kurucu başkanı Erol Yarar’ı anmamak olmaz. Ona göre “Allah insanları imtihan etmek için, bazısını fakir bazısını zengin etmiştir. Hiçbir kulun, Allah'ın bu hükmüne itirazı olamaz”. Hemen her konuda laf yetiştirmeyi bir görev bilen

TÜSİAD’ın bu konuyu sessizlikle karşılaması onun da tavrını ortaya koyuyor. Tayyip Erdoğan’ın Tekel işçilerinin mücadelesine karşı savaş açmasının asıl nedeni, yaratmaya çalıştığı emek cenneti için onların direnişini en büyük tehlike olarak görmesidir. Bu kadar çok yalana, çarpıtmaya başvurması da bu yüzden. Çünkü Tekel işçileri kazanırsa aynı durumda olanlar ve olacak olanlar da mücadele edecek ve kazanacak (cin artık şişeden çıktı). Emekçilerin kazanması, üstelik mücadele ederek kazanmasından daha korkutucu ne olabilir egemenler için. Korkmakta haklılar çünkü emekçiler kazanırsa (kısa vadede) iki şey olacak. Patronların kar oranları düşecek (ki çok kar etmek var olma nedenleri) ve AKP, iktidarı fiilen “paylaşmış olmak” zorunda kalacak. AKP zihniyetinin, iktidarı paylaşmak konusuna bakışını ise en iyi Abdullah Gül özetliyor: “Bir ülke için en kötüsü nedir bilir misiniz? Yönetimde birden fazla güç odağı olmasıdır! Bir ülkede çok odaklı güç varsa, o ülkede karar almak zorlaşır. Ülkeyi yönetmek de zorlaşır!” (Demokrasi aşığı değil mi?) Tam da bu nedenlerle Tekel işçilerinin direnişi sadece onlarla sınırlı kalamaz, kalmamalı da. Tekel işçilerine verilen/verilecek destek de basitçe bir dayanışma etkinliği olarak

görülemez. Bu direniş, nitelik ve nicelik olarak ilerletilmek zorunda. Artık sınıf mücadelesi için yeni bir dönemin kapıları aralanıyor. Tekel direnişi, yeni direnişlerin de habercisi. Ve siyasi iktidar, işçiler için Ankara’nın bir çadır kent olacağının farkına varmalı. İçinden geçtiğimiz dönem hem öğretiyor hem de eğitiyor. Ve sahip olduklarımızın değerini bir kez daha hatırlatıyor. Sosyalist ideoloji ne kadar alternatifsiz olduğunu “beş vakit komünist” yaparak kanıtlıyor. Sarı sendikacılığın “ince” taktiklerinin en nezih örneklerini öğreniyoruz. Hak-İş’ten “nasıl gerekçe yaratılıp mücadeleden sıvışılır” oyununu izledik. Türk-İş’ten “önde dur ama ilerleme” taktiğini. İnce taktiklerden bir örnek de, toplantı yeri seçimi. Bu sürece yön vermek için Türk-İş’in başını çektiği emek örgütleri çeşitli zamanlarda bir araya gelip toplantı yaptılar ve kararlar aldılar. İlk toplantı Türk-İş merkezinde sonra sırayla Kamu-Sen ve KESK merkezlerinde. Ve dördüncü toplantıyı da 22 Şubat’ta İstanbul’da DİSK’in merkezinde yapma kararı aldılar. Neden? Konfederasyonlar arasında bir “iade-i ziyaret” teamülü mü var? Normal olan “direnişin geleceği ile ilgili kararın, direnişin merkezinde” verilmesidir yani “Tekel çadırında”. Ancak aldığı kararı işçiye beğendiremeyecek yönetici kaçar ve 450 km uzakta

toplanır. Sınıf mücadelesinin, karizmaları da nasıl kalıcı bir biçimde çizdiğini öğreniyoruz. Örnek mi? Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek. Başkalarının bilimsel makalelerini araklayıp profesör olan Ömer Dinçer, öğretim üyelerinin karşısına bile çıkabilir ama işçilerin karşısına çıkamaz artık. Yoksul köylü çocuğu Mehmet Şimşek’i İngiliz vatandaşlığı değil ama işçi düşmanlığı damgalayacak. Sınıf mücadelesi, dışarıdan solcuları ve “işçi sınıfının çıkarından başka çıkarları” olanları da eğitiyor. Mustafa Türkel, “ne olursa olsun son kararı işçiler referandumla verecek” diyor. Bu koşullarda çok da doğru yapıyor. İşçi, kendi kaderini kendi belirlemeli. Buna rağmen bazı solcularımız, işçinin referandum yapmasını doğru bulmuyor; yanlış kararlar çıkabilirmiş. Ancak şimdi “dersi tekrar etmeyi” sonraya bırakacağız. Tüm gücümüzle “derse katılma” zamanı. Erdoğan tarihi 1 Mart’a verdi. Sınıf mücadelesinin Erdoğan’ın biçtiği tarihle sonlanmayacağı kesin. Her gün yeni bir iş yapmanın, yeni bir adım atmanın “zorunluluğunu” sunuyor. Bu zorunluluk; Tekel direnişinin ateşini canlı tutmak, bu direnişi tüm ülkeye yaymak ve mücadeleyi güvencesizlik karşıtı bir hedefe ilerletmek... Çok uzun yıllardan sonra gerçek-

leşen bu kadar önemli bir sınıf mücadelesi sürecinde diğer siyasal gelişmeler “önemini yitiriyor”. Ancak gelişmeleri yine de not etmekte yarar var. Ergenekon operasyonu artık tamamen İçişleri Bakanlığı sürecini bitirip, Adalet Bakanlığı’na girişti. Fethullahçıların yargı alanındaki operasyonu uzunca bir süre daha sürecek. Erzurum ve Erzincan savcılarının kapışması “eskilerin” en azından şimdilik “vuruşarak çekilme” taktiğine örnek. Artık Yargıtay da müdahil. HSYK tarafını belirledi bile. “Kürt sorunu” Mart ayını bekliyordu, ta ki Hatip Dicle’nin Beşir Atalay’ı hedef tahtasına koymasına kadar. AKP, Mart ayında yeniden sıcak gündem haline gelecek sorun karşısında atacağı yumuşatıcı hamleleri hazırlamıştı bile. Bunların başında da “taş atan çocuklar” hakkında yapacağı yeni yasal düzenleme vardı. Ancak Hatip Dicle’nin “Habur’daki hâkimleri İçişleri Bakanı ayarladı” açıklaması, BDP tarafından yalanlanmasına rağmen süreci kontrolden çıkardı. Mart ayı için artık yeni planlar yapılmak zorunda. Dış politikada ise bir süredir varolan sessizlikten sonra tekrar düğmeye basıldı. Neredeyse bütün televizyon temsilcileri Afganistan’a götürülüp Türk ordusunun oradaki varlığı konusunda özel haber yapmaları sağlandı. Aynı dönemde

ABD’nin Taliban’a yeni bir operasyon başlattığını öğrendik. Taliban’ın ikinci adamı yakalandı. Ama diğer taraftan aynı ABD, yine aynı Taliban’la Afganistan’da varolan iktidara katılması için görüşmeler yapıyordu. Klasik bir “uçlardan arındırma” operasyonu. Sözde bir diyalog süreci için de “silahının namlusu yere bakan” Türk askeri biçilmiş kaftan. İstihbarat toplamak için “ara sıra” Türk askeri üniforması bile giyen ABD’liler için daha iyi ve daha ucuz bir partner nereden bulunacak? Erdoğan’ın İsrail’le giriştiği ağız dalaşının iki iktidar arasındaki gerçek ilişkilere yansıması zaten mümkün değildi. Erdoğan döneminde imzalanan insansız uçak (Heron) alımının artık teslimat dönemi geldi. Bu teslimatla birlikte yapısal silah ticareti ilişkisi bir kez daha teyit edilecek ve bu süreçle de AKP yeniden Suriye ile görüşmelerde rol alabilecek. İran işi daha zor. Bu konuda kimin kimi kullandığı şimdilik belirsiz. Türkiye üzerinden kurulan ilişkinin İran’a tampon oluşturduğu aşikâr. Her şeye rağmen AKP, rolünü artık iyice ezberledi. İktidarda kalmanın yolu İsrail, Irak, İran ve Afganistan’dan geçiyor. Bir de Tekel işçisi, Erdoğan’ın bu büyük misyonunu anlasa ne iyi olurdu! Sınıf işte, kendi çıkarından başkasını düşünmüyor ki…


4

GÜNDEM 19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010

Halk›n Sesi

Tayyip’in gördü¤ü bizim görmedi¤imiz ürkiye işçi sınıfının bütün kesimleri açısından her geçen gün prestijini daha da artıran bir büyük direnişin bu “hedef büyütmesi”nin pratik bir anlamı olabilecek mi? Tekel işçisi, kendisini “kazanılmış hakları korumak” çerçevesine hapsetmeyip, güvencesiz çalışmayı karşısına almakla, “cephesini genişletebilecek mi”, örgütlü emek hareketinin gündeminin birinci sırasına “güvencesizlik sorunu”nu yazdırabilecek mi? Bu soruların muhatabı şu an ne kadar “prestijli” olurlarsa olsunlar Tekel işçileri değil. Tekel işçileri şu anda “ateşin düştüğü yerde”ler ve can havliyle haykırıyorlar. Açık konuşalım; yanlış ata oynamış ve sınıf perspektifi ile hareket etmek için gecikmiş durumdalar (Şimdi yeri ve zamanı olmadığı için bu tartışmayı derinleştirecek ayrıntılara girmeyeceğim). Güvencesiz çalışmaya karşı Ferda ulusal çapta bir mücadelenin Koç yükseltilmesi açısından iki temel hareket merkezi var. ferdakoc@ Bunlardan birincisi elbette hotmail.com sendikal düzlem; yani Türk-İş, DİSK, KESK, Kamu Sen gibi sendikal hareket merkezleri ve bağlı sendikalar ile meslek örgütleri. İkincisi ise Türkiye'deki sol, sosyalist hareketler. Güvencesiz çalışmaya karşı mücadeleyi işçi sınıfının sendikal ve siyasi mücadelesinin ön sırasına geçirmenin olanağı, bu iki düzleme nüfuz eden bir siyasal ve toplumsal muhalefet hareketinin, açık bir siyasi bilincin ve güçlü bir siyasi ve sendikal iradeyle adım adım yaratılmasında aranmalıdır. Öncelikle bilinmesi gereken gerçek şudur: Güvencesiz çalışmaya karşı mücadeleyi ön sıraya alan bir mücadele çizgisi, bugünkü sendikal ve siyasal muhalefet düzlemlerinin yeniden yapılanmasıyla birlikte düşünülmelidir. Böylesi bir hareketin, sendikal hareketin ve siyasi muhalefetin verili çerçevelerini “koruyarak” yaratılamayacağı bu süreçte yeniden açıklık kazanmaktadır. Tayyip Erdoğan'ın gördüğünü, geleneksel sendikal ve sol muhalefet anlayışı, görememektedir. Tayyip Erdoğan “orada işçiden çok işçi olmayan, ideolojik gruplar”, “öğretmen olamayan öğretmenler” gibi tuhaflıklar var” diyerek Tekel direnişini “küçümsemeye” çalışırken, aslında kendi zayıf yanının bilinciyle konuşmaktadır. Tayyip Erdoğan, Tekel işçisinin direnişinin, neoliberalizm kurbanlarının genel direnişine dönüşmesinden korkmaktadır. Öyle ya kentsel dönüşüm kurbanlarının, tarımsal yıkım mağdurlarını, turuncu iş elbiselerinin görünmezleştirdiği taşeron işçilerini, savaşa gider gibi domates, üzüm toplamaya, inşaatlarda çalışmaya giden Kürt ırgatlarını, amelelerini, yoksulluğun “abalısı” kadınları, geciktirilmiş işsizliğin bekleme odasındaki üniversite öğrencilerini, “statü manyağı” haline getirilen sağlık, eğitim ve büro emekçilerini, onlara neoliberalizmin dayattığı bu toplumsal konumları içerisinde örgütleyen ve toplumsal hak mücadelelerine sevkeden sendikalar ve üst mücadele birliklerinin, meclislerinin ortaya çıktığı bir Türkiye'yi hayal edin bir... Tayyip Erdoğan'ı böyle “terbiyesiz” bir üslupla konuşturan işte bu hayaldir, bu hayalin gerçekleşmesinden duyduğu korkudur. Yok sayılarak dışlanan öğretmenleri bütün Türkiye için görülür hale getiren “Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu”nun, Gökçek'e Ankara'yı, Topbaş'a İstanbul'u zehir eden Halkevleri'nin, Tayyip Erdoğan'da sokağa çıkma korkusu yaratan Öğrenci Kolektifi'nin Tekel işçisiyle yan yana gelmesi iktidarı endişeye sevketmekte ama hala DİSK'e, KESK'e ve “sol siyaset”e ilham vermemektedir. Büyük güçleri oluşturmanın yolu küçük dünyaları yıkmaktan geçer. 4/a ve 4/b dışındaki çalışanları sendikalarına fahri üye olarak dahi kabul etmeyen kamu çalışanları sendikaları; “kapsam dışı personel” ve işletme içi taşeron uygulamalarını “Allah'ın emri” kabul eden işçi sendikaları; barınma, ulaşım, enerji, sağlık, eğitim, çalışma hakkı için mücadeleyi, sınıf mücadelesinin, sosyalist mücadelenin alanları olarak bir türlü kavrayamayan sol siyasetin kalıplarını Tekel işçilerinin mücadelesi kırabilir mi? Bu sorunun yanıtını Şubat ayının sonunda ya da Mart'ın ilk günlerinde, polis Sakarya'yı işgal etmeye giriştiğinde alacağız…

T

‘Öğrenciyi değil katil İsrail’i yargıla’

İ

srail büyükelçisi Gaby Levy'yi protesto ettikleri için 90 yıla varan hapis cezası istemiyle yargılanan KTÜ Öğrenci Kolektifleri üyesi 31 öğrencinin yargılanmasına 8 Şubat’ta başlandı. Öğrenciler için İstanbul, Ankara ve Eskişehir’de dayanışma eylemleri düzenlendi. Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi, duruşma günü İstanbul’da bir basın açıklaması düzenleyerek, İsrail Büyükelçisi Levy’yi protesto ettikleri için yargılanan Kolektifçi öğrencilere dayanışma mesajlarını gönderdi. Boykot Girişimi adına yapılan açıklamada, öğrencilerin değil İsrail devleti temsilcilerinin ve işbirlikçilerinin yargılanması gerektiği belirtildi. Aynı gün Ankara’da Yüksel Caddesi’nde, Eskişehir’de Adalar Migros önünde Öğrenci Kolektifleri tarafından yapılan basın açıklamalarında AKP’nin ikiyüzlü İsrail politikası eleştirildi. Yapılan basın açıklamalarında Başbakan’ın geçen yıl Davos’taki ‘one minute’ çıkışıyla başlayan İsrail karşıtı şovuna rağmen bu ülkeyle yaptığı özellikle ikili askeri anlaşmalara hız vermediğine dikkat çekildi.

Aleviler açılımı yorumladı K

amuoyuna AKP’nin “Alevi Açılımı” olarak sunulan Alevi Çalıştayı ön raporu yayımlandı. Çalıştay, çağrılan konukları, AKP’nin samimiyetsiz tavrı ve farklı Alevi örgütlerinin birbirleriyle yaşadığı tartışmalarla gündeme geldi. İlk oturumu 3-4 Haziran 2009’da yapılan çalıştay yedi oturumun ardından 30 Ocak’ta sona ermişti. Hükümetin, Alevilerin sorunlarını çözme iddiasıyla başlattığı ve dört yüzden fazla katılımcının görüşlerinden derlediği çalıştay ön raporunda, “Aleviliğin İslam üst başlığı altında ‘Hak-MuhammedAli’ kavramları etrafında oluşan bir inanç ve erkân yolu olduğu” tanımlaması yapıldı. Alevilerin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvedilmesi talebi yerine kurumun gelirleri için sadece Sünnilerden vergi toplanması önerisi olumlu bulunurken, ‘zorunlu din derslerinin kaldırılması’ talebine karşılık da ara formül önerildi. Raporda, derslerin adından “zorunlu” ibaresi kaldırılarak müfredatının genişletilmesi yoluyla sorunun aşılacağını öne sürülürken, Sivas Katliamı’nın yaşandığı Madımak Oteli’nin müze olması isteği ise ‘Park olsa olur mu?’ önerisiyle karşılandı.

‘KAT‹LLER‹M‹Z MASADA’ Hükümet yetkilileri de Alevi örgütlerinin yöneticileri de çalıştaya dair görüşlerini ifade etti. Ön raporla beraber sonucu netleşen çalıştay hakkında ağırlıkla Alevilerin yaşadığı İzmir Gültepe ve İstanbul Okmeydanı’ndan Alevi yurttaşlarla görüştük. Alevilerin yıllardır yaşadıkları sorunları, yaşanan zorunlu kitlesel göçleri, katillerle masaya oturulmasını nasıl karşıladıklarını ve taleplerini sorduk. “Alevi Açılımı”nı bir de onların ağzından dinledik.

“AKP’nin sahte samimiyetinin en iyi göstergesi, katillerle bizi aynı masaya oturtmak. Birisi insanlarımızı katlediyor, diğeri kültürümüzü katlediyor. İkisinin arasında fark yok”

Okmyedanı’ndan Bekir Kabaktaş çalıştayı şu sözlerle değerlendiriyor: “Madımak müze olsun diyoruz bahane arıyorlar, zorunlu din dersi kalksın diyoruz kitaba 2 sayfa Alevilik bilgisi koyuyorlar. Hükümet bizi İslamiyet’e bağlı bir tarikat olarak görüyor.” Kabataş çalıştaya çağrılan isimlere tepki göstererek “Katillerle masaya oturulmasına Alevilere ve katledilmiş canlarımıza ihanet olarak

görüyorum. Kendi katillerimizle masaya oturur hale geldik” diyor.

‘ONLARDAN DOST OLMAZ’ Okmeydanı’ndan esnaf Yüksel Dinç “biz Alevicilik oyunu oynanmasını istemiyoruz. Alevi toplumu inkâr edilemez. Birçok Alevi, memleketinden göç ediyor. Rahat yaşayamıyorsun, bir iş kuramıyorsun, barındırmıyorlar, mecbur göç ediyoruz” diyor ve kendisinin

Sivas’tan göç ettiğini anlatıyor. Çalıştay hakkındaki görüşlerini ise “Görüşümüz belli, onlardan bize dost olmaz” sözleriyle ifade ediyor, çalıştaya davet edilen isimlere tepki göstererek katillerle masaya oturulmasını kınıyor. Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Okmeydanı Cemevinden Kamil Aykanat, yapılan çağrı üzerine Vakfın ilk çalıştayda taleplerini dile getirdiğini

AKP’nin kara kutusu mu? K

amu kaynaklarıyla kirli paraları iktidarın denetimindeki bir havuzda toplayan ve açık-örtülü kanallardan iktidarın çevresine aktaran Vakıfbank, şimdi de Deniz Feneri e.V. davasını geciktirdiği için gündeme geldi. Deniz Feneri e.V davası, Vakıfbank Frankfurt şubesi savcılıkça istenen belgeleri göndermediği için ilerleyemiyor. Olay, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Vakıfbank görevlileri hakkında “görevi ihmal” suçundan soruşturma başlatmasıyla gündeme geldi. Vakıfbank’ta Deniz Feneri e.V.’nin, Kanal 7 şirketinin ve Türkiye’deki Deniz Feneri’nin hesapları bulunuyor. Deniz Feneri e.V. şirketinin para transferleri de Vakıfbank’ın Frankfurt şubesi üzerinden gerçekleştiriliyor. Banka hakkındaki soruşturma, bu işlemlerin belgelerinin savcılık talebine rağmen gizlenmesinden kaynaklanıyor. Başbakanlık kontrolündeki örtülü ödenek hesapları da Vakıfbank'ta bulunuyor.

Frankfurt şubesi, Deniz Feneri soruşturması açıldıktan birkaç gün sonra şube müdürü M.Ö.’nün görev yerinin değiştirilerek derhal Ankara’ya çağrılmasıyla da gündeme gelmişti. Tekel işçilerine yönelik tazminat oyununda da Vakıfbank başroldeydi. İşçilerin tazminatları işçilerin bilgisi dışında bir yatırım hesabına geçilmiş ve bu transferden işçiden önce haberdar olan Başbakan, binlerce işçinin tazminatlarını çektiğini öne sürmüştü. Daha sonra Tek Gıda-İş Başkanı Mustafa Türkel, Vakıfbank'ın bu transfer için işçi başına hesaplardan 30-40 lira çektiğini belirtmişti. Vakıfbank, AKP’ye yakın kişi ve çevrelere verilen tartışmalı kredilerle de gündeme gelmişti. Tayyip Erdoğan’ın dünürlerinin yönetimindeki Çalık grubu, Atv ve

Sabah’ı Vakıfbank’tan sağlanan kredi ile satın almıştı. Ayrıca Bilal Erdoğan’ın ortağı olduğu gemi için sağlanan tartışmalı kredide de adres Vakıfbank’tı. Vakıfbank aynı zamanda Başbakanlığa bağlı TOKİ'nin kredilerine de aracılık ediyor. Erol Çakır, İstanbul Valisi’yken, 9 Nisan 1999 tarihinde, ‘T. C. Başbakanlık Makamına’ adıyla hazırlayıp gönderdiği bir raporda: “...Her ay yaklaşık 3-4 trilyona yakın paranın Fazilet Partisi’ne yakın firmalar tarafından havuz hesaplarına aktarıldığı, bu hesaplardan da adı geçen partinin kuryeleri vasıtasıyla partiye ve Recep Tayyip Erdoğan’a gittiği… Paraların Vakıfbank’ta açılan bir hesapta toplandığı, buradan da denetimi imkânsız kılmak için birçok hesapta dolaştırıldıktan

sonra Fazilet Partisi’ne yakın firma ve şahıslara… Akit, Yeni Şafak ve Kanal 7’ye devamlı kaynak aktarıldığı (...) büyük miktarlarda naylon fatura keserek karşılıksız trilyonlarca lirayı partiye aktardığı”nı belirtmişti. Erdoğan’ın kurdurduğu bu sistem, bugünkü Belediye Başkanı Kadir Topbaş tarafından da devam ettiriliyor. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve belediyeye bağlı İSKİ, Kiptaş, İETT, Hamidiye Kaynak Suları, BİMTAŞ, Hazır Beton başta olmak üzere 30 küsur şirketin mevduat ve kredi hesapları Vakıfbank Valide Sultan Şubesi’nde işlem görüyor. Banka etrafında dönen bu ilişki ağları, Vakıfbank yöneticilerinin soruşturmayı geciktirmelerini de anlaşılır kılıyor. Kamu kaynaklarıyla kirli paraları iktidarın denetimindeki bir havuzda toplayan ve açık-örtülü kanallardan iktidarın çevresine aktaran banka, önümüzdeki günlerde gerek yargı gerek hükümet kanalından yeni operasyonlara maruz kalabilir.

Katsayı, soygunu gizliyor AKP, 10 puanlık katsayı gerilimiyle paralı eğitimi ve sınav soygununu örtmeye çalışıyor

2

1 Temmuz 2009’da başlayan katsayı gerilimi YÖK’ün 15 Şubat’ta Danıştay’ın katsayı kararına dair verdiği yürütmeyi durdurma kararına itiraz etmesiyle yeniden gündeme geldi. YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, itirazlarının reddedilmesi halinde birden fazla formüllerinin olduğunu belirtti. AKP ile Danıştay arasındaki gerilime TÜSİAD da katıldı. AKP meslek liselilerin “eğitim hakkından” bahsederken, Danıştay meslek liselerinin işlevsizleşeceğini öne sürdü. TÜSİAD, meslek liselerinin teşvik edilmesi gerektiğini ve “katsayı kalksın” dedi. Sınav sisteminin değiştirilmesi konusunda yetkinin kendilerinde olduğunu belirten ve neredeyse 2

yılda bir yeni sınav sistemi getiren YÖK, her nasıl olduysa bu sene öğrencilerin bir psikolojisi olduğunu hatırladı. YÖK, gerilimin öğrenci psikolojisinde telafisi imkânsız zararlar doğuracağını iddia etti. Bütün bir geleceği üniversite sınavında alınacak fazladan 10 puana daraltan gerilimin aktörlerinin ezberleri İzmir’den gelen bir eylemle bozuldu. Yaşar Üniversitesi’nde katsayı ve sınav sistemiyle ilgili bir konuşama yapan ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan Liseli Genç Umut’un protestosuyla karşılaştı. Eğitimdeki en büyük hak gaspının paralı eğitim olduğunu söyleyen liseliler üniversite sınavının kaldırılması gerektiğini söyledi. Yarımağan, liselilerin “sınav

kaldırılsın” talebinin “Parasız eğitim” talebiyle birleşmesine tahammül edemedi ve “sınav kalkarsa eğitim sistemi daha da paralı olur” diyerek kendisini savunmaya çalıştı. ÖSYM, eğitim sisteminin giderek sınava bağımlı hale getirdi. SBS, OKS, YGS ve LGS’lerle

sınav sayısını arttıran ÖSYM böylece dershaneyi en az 7 yıla çıkarttı. AKP ne zaman reform dese, yeni bir sınav gündeme geldi. Öğrencilerin ve velilerin sınav stresi eklenen yeni sınavlarla birer kat daha arttı. Her sınav da başvuru paraları adı altında yeni soygunları beraberinde getirdi.

anlatıyor. Kendilerinin önerilerinin kabul görmeyeceğini düşündükleri için daha sonraki çalıştaylara katılmadıklarını belirterek bu girişimin devletin kendi Alevisini yaratma amacı taşıdığını söylüyor. Alevilerin bu topraklarda kendi kültürlerini yaşatmaya çalıştığını dile getiren Aykanat, Alevi-Sünni ayrımının geçmişte bilerek yaratıldığını, bugün de aynı ayrıştırma çabasının Türk-Kürt diye yaratılmaya çalışıldığına dikkat çekiyor. “Biz Kürdü ile Sünnisi ile Lazı ile birlikte yaşamak istiyoruz. Bizleri bölmeye çalışanlar var, onun için dikkat etmeliyiz” diyor.

KÜLTÜRÜMÜZÜ KATLEDEN DE KAT‹LD‹R Hubyar Ocağı’ndan Alevi Dedesi Bekir Kırankaya, AKP’nin tavrını değerlendirirken bir kıyas yapıyor ve “AKP’nin sahte samimiyetinin en iyi göstergesi, katiller ile bizi aynı masaya oturtmak. Birisi insanlarımızı katlediyor, diğeri kültürümüzü katlediyor. İkisinin arasındaki farkı göremiyoruz” diyor. İzmir Gültepe’den Ağa İpek, Cemevlerini tanımadığı, zorunlu din derslerini kaldırmadığı sürece AKP hükümetinin samimiyetine inanmayacağını söylüyor. İpek, çalıştay konusunda muhalefetin tavrını da eleştirerek CHP ve MHP’nin Alevilerin hükümete dönük eleştirilerini istismar ettiğini söylüyor, Aleviler adına çalıştaya katılan Cem Vakfı’nın ise kendisine göre sağ kesimi temsil ettiğini belirtiyor. Gültepeli Murat İrat ise çalıştaydan çıkan kararların kendisini tatmin etmediğini belirterek AKP’nin “Alevi Açılımı”nın amacının, seçimlerde Alevi oylarını da alabilmek olduğu görüşünü ortaya koyuyor ve Cem Vakfı’nın da buna aracı olduğunu belirtiyor.

‘Çözüm dialogdadır’

P

KK lideri Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirilişinin 11’inci yıldönümü Kürt illerinde protesto edildi. Diyarbakır, Batman, Cizre ve İstanbul’da polisin göstericilere saldırması sonucu çatışma çıktı. Barış ve Demokratik Çözüm Platformu’nun İstanbul Taksim’de düzenlediği protesto gösterisine yaklaşık bin kişi katıldı. “15 Şubat komplosu çözmedi, çözüm diyalogdadır” pankartı arkasında yürümek isteyen göstericilere polisin engel olması üzerine çatışma çıktı. Bazı eylemciler gözaltına alındı. Platform sözcüsü Yaman Yıldız okuduğu basın açıklamasında, “Öcalan'ın esaret koşullarında tutulması, Kürt sorunun çözümünü zorlaştıran en büyük etkendir. Öcalan'a yaklaşım, barışa ve çözüme yaklaşımdır” dedi. Milletvekili Sabahat Tuncel ise “Bugün Kütler açısından kara bir gündür. Ancak aynı zamanda barış için bir gün olabilir. Bu ülkenin çocuklarını terörist olarak ilan etmekten vazgeçelim” dedi. Diyarbakır’da düzenlenen eyleme ise milletvekili Bengi Yıldız, Aysel Tuğluk ve birçok BTP yöneticisi katıldı. Yıldız Öcalan’ın yakalanmasını ‘komplo’ olarak nitelendirirken, binlerce kişi Öcalan lehine sloganlar atarak 15 Şubat komplosunu kınadı. Basın açıklamasının ardından polisin biber gazı ve tazyikli su ile saldırması üzerine ara sokaklara dağılan eylemciler, barikat kurarak polise taşlarla karşılık verdi. Öte yandan Batman, Cizre, Nusaybin, Hakkâri, Yüksekova, Ergani, Silvan, Bismil, Lice, Viranşehir, Mersin, Doğubayazıt, Iğdır, Antep, Dersim, Adıyaman, Van, Muş ve Ağrı’da on binlerce kişinin katıldığı eylemlere polisin saldırması sonucu çatışmalar çıktı.


5

DÜNYA 19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010

Halk›n Sesi

Kriz varsa grev de var 7 K

üresel ekonomik kriz nedeniyle çökme noktasına gelen Yunanistan, 10 Şubat’ta kamu çalışanlarının bir günlük grevine sahne oldu. Kamu emekçileri hükümetin kriz nedeniyle kabul ettiği önlem paketinde krizin faturasının kamusal hizmetlere çıkartılmasını protesto etmek amacıyla 24 saatlik greve gitti. Yunanistan Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu (ADEDY) ve Mücadeleci İşçi Sendikaları Cephesi’nin (PAME) çağrısıyla gerçekleştirilen genel greve vergi daireleri, sigorta, belediye, valilik, adliye, arkeolojik alan, müze, havayolu ve denizyolu taşımacılığı çalışanları, doktorlar ve öğretmenler katıldı. Grev nedeniyle devlet dairelerindeki hizmetler durma noktasına gelirken, okullarda dersler yapılmadı, mahkemelerde duruşmalar ertelendi, hastanelerde ise yalnızca acil servisler hizmet verdi. Havaalanı kontrol kulesi çalışanlarının greve yoğun bir biçimde katılım göstermesi nedeniyle gece yarısından itibaren tüm uçuşlar iptal edildi. Demiryolu çalışanları ise gün içinde yaptıkları iş durdurma eylemler ile greve destek verdi. Öğrencilerin de destek verdiği grevle, kamuda maaşların dondurulması, ödeneklerde yüzde 10’luk kesinti, akaryakıtta yüzde 15’lik vergi artışı, emeklilik yaşının yükseltilmesi ve genel vergilerin artırılması kararları protesto edildi. Başkent Atina’da ADEDY üyeleri Klathmonos Meydanı’nda, PAME üyeleri ise Sindagma meydanında miting gerçekleştirdi. ADEDY’nin düzenlediği mitinge katılmak isteyen çöpçülerin polis koridorundan geçmeye çalıştığı sırada polisin saldırması sonucu 2 kişinin yaralandığı bildirildi. Çıkan çatışmada polisin gaz bombası kullandığı ve birkaç işçinin gözaltına

İsrail savaş istiyor İ

srail’in bir süredir Lübnan’ın hava sahasını ihlal etmesiyle tırmandırdığı gerilim sürüyor. Lübnan ordusu hava sahasını ihlal eden İsrail uçaklarına uçaksavar atışıyla yanıt verdi. Lübnan Ulusal Haber Ajansı’nın haberine göre Raşaya bölgesinin batısında, Bekaa Vadisi üzerinde ve İklim El Tuffa bölgesinde alçaktan devriye uçuşu yapan İsrail uçaklarına, Lübnan ordusuna bağlı askerler ateş açtı. İsrail bir aydır Lübnan hava sahasında alçak uçuş yaparak gerilimi tırmandırıyordu. Lübnan hükümeti ise İsrail’in olası bir saldırısına Lübnan’ın bir bütün olarak karşı koyacağını, bu konuda ülke içerisinde herhangi bir ayrım olmadığını açıklamıştı. İsrail Devlet Bakanı Yosi Peled Hizbullah’la yeni bir savaşın yakın olduğunu ifade ederek çatışma halinde Lübnan ve Suriye’yi sorumlu tutacaklarını ifade etti. Filistin’de siyasi tutsaklarla ilgili müzakerelerin tıkanması, Gazze’deki ablukanın ve İsrail uçaklarının Refah Sınır Kapısı’ndaki tünellere saldırılarının devam etmesine, Lübnan-İsrail arasındaki hava sahası krizi eklenmesiyle tırmanan gerilim, bölgede yeni bir savaş olasılığını güçlendiriyor. Diğer yandan İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad “aldığımız son istihbarata göre İsrail bahar ve yaz aylarında savaş başlatacak bir neden arıyor” dedi. İsrail’in son kararını henüz vermediğini söyleyen Ahmedinecad, bu savaşın hedefinde kim olduğunun belli olmadığını belirterek, "Eğer bu gayrimeşru rejim bir şey yapmaya kalkarsa karşısında bulacağı direniş ve bölge ülkelerinin tepkisi onları bitirecek" dedi.

iklim 5 kıta

flasın eşiğine gelen Yunanistan’da kamu emekçileri kamu hizmetlerinde kesintiye giden hükümeti protesto etmek için 24 saatlik greve gitti. Emekçiler 24 Şubat’ta genel grev uyarısında bulundu

Diktatöre 30 y›l hapis

U

ruguay'da 12 yıl süren diktatörlük dönemini başlatan, 1973'teki askeri darbeye liderlik eden eski diktatör Juan Maria Bordaberry, anayasayı ihlalden 30 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bordaberry hakkında adam öldürme ve muhaliflerin kaybolmasıyla ilgili 11 suçlama daha bulunduğu belirtildi. Binlerce muhalifin sürüldüğü, işkence gördüğü ve kaybolduğu diktatörlük dönemiyle ilgili geçen ekim ayı sonunda görülen davada, eski diktatör Gregorio Alvarez 25 yıl hapse mahkum edilmişti.

alındığı ifade edildi. Mitingde konuşan ADEDY Başkanı Papaspiros Spiros, "Hükümetin önlemlerine karşı yeni grevlerle cevap vereceklerini" söyledi. Çalışanların büyük bir yük altında bulunduklarını belirten Spiros, "Toplum ve çalışanların aleyhine olan politikalara hayır diyoruz. 24 Şubat'ta genel greve gidiyoruz." şeklinde konuştu. PAME’ye bağlı sendikalar 65 şehirde yürüyüş düzenlerken, gösterilere binlerce işçi katıldı. Atina’daki mitingde konuşan Yunanistan Komünist Partisi lideri Aleka Papariga işçilerin ekonomik kriz karşısında birlik olmasının önemine değinerek, “işçiler birlik

olamazsa, bir yıl sonra çok daha kötüsü gelecek. Sanayici, bankacı ve büyük sermayedarları kurtarmayı düşünenlere, bir kuruş bile vermeyin” dedi. YUNAN‹STAN ÇÖKÜfiÜN Efi‹⁄‹NDE Yunanistan’ın kamu borcu 300 milyar Avro’yu geçiyor. Avrupa Birliği’ne (AB) göre bütçe açığının en fazla yüzde 3 olması gerekiyor. Üç aydır görev başında bulunan sosyal demokrat PASOK hükümetinin açıkladığı önlem paketi kamu harcamalarında önemli kesintiler öngörüyor. Yunanistan Başbakan’ı Yorgo Papandreu hükümetin öncelikli görevinin bütçe açığının

kapatılması ve ekonominin kurtarılması olduğunu söyledi. Maliye Bakanı Yorgo Papakostantinu ise ekonomik önlemlerle yüksek ücret alan memurların maaşlarının dondurulması, emekliye ayrılan her 5 çalışana karşılık bir kişinin işe alınması, yüksek basamaktaki mükellefler için gelir vergisinin artırılması ve kiliseye ait mal varlıklarının vergilendirilmesinin öngörüldüğünü belirtti. Yunanistan Çalışma Bakanı Andreas Loverdos ise ülkedeki ortalama emeklilik yaşının halen 61 olduğunu, bunun 2015’e kadar 2 yıl artırılmasının hedeflendiğini belirtmişti.

YUNAN‹STAN’IN KR‹Z‹ AB’N‹N KR‹Z‹ M‹ OLACAK? İflasın eşiğine gelen Yunanistan’daki kriz nedeniyle, ülkenin kamu borçlarını ödeyemeyeceğinden korkuluyor. Yunanistan’ın mali durumunun Avro’da ciddi sorunlara yol açabilecek olması yüzünden Avrupa Birliği kamuoyu ülkedeki gelişmeleri yakından takip ediyor. Ancak AB, ekonomik krizden çıkması için Yunanistan’a resmi olarak destek olmayacağını açıkladı. Bu durumun AB üyesi küçük devletlerin Avro sistemini terk etmesine neden olabileceği tartışılıyor.

Sosyalizm yolunda yeni adımlar Y

aşanan tüm problemlere rağmen Venezüella’da sosyalizme doğru dönüşüm süreci devam ediyor. Ülkede yaşanan elektrik sıkıntısı nedeniyle elektrik sektöründe olağanüstü hal ilan edilirken, ülke genelinde sosyalist komünler kurulacağı açıklandı. Geçen yıl başkent Caracas’ta sosyalist komünlerin kurulması kararının ardından, ülke genelinde 184 sosyalist komünün kurulacağı açıklandı. Semt temelli oluşturulacak olan komünler, yaklaşık 400 aileden oluşan komünal konseyler eliyle yönetilecek. Komünal kon-

Venezüella, ABD destekli muhalefetin ülkeyi germe çabasına rağmen sosyalizm yolundaki adımlarına devam ediyor seyler yerel problemleri çözme, yerel projeler geliştirme ve uygulama amacı taşıyacak. Haftalık televizyon programı “Merhaba Başkan”da konuşan Venezüella lideri Hugo Chavez ‘kapitalist pazardan bağımsız üretim’ ihtiyacını vurgulayarak, bu komünlerin ülkedeki mevcut

değişim sürecinin çekirdeği olacağını ve “sosyalizmin kurulacağı yer” olarak görülmesi gerektiğini ifade etti. ELEKTR‹KTE OLA⁄ANÜSTÜ HAL Ülke genelinde yaşanan elektrik sıkıntılarının ardından elektrik sek-

töründe olağanüstü hal ilan edildi. Olağanüstü hal hükümleri, Enerji Bakanı’nın olağanüstü önlemler almasına izin veriyor. Önlemler kapsamında Ulusal Elektrik Kurumu’na altyapı ve yatırım çizelgelerine ivme kazandırma talimatı verildi ve enerji tasarrufu konusunda bir eğitim kampanyası başlatılması kararı alındı. Önlemler ayrıca özel ve kamu kurumlarının borçlarını ödemesi için acil adımlar atılmasını ve “ulusal talebi karşılamak” amacıyla bağımsız kaynaklardan elektrik satın alınmasını içeriyor.

En kapsamlı operasyon N

ATO’ya bağlı Uluslararası Güvenlik Destek Gücü (ISAF) kuvvetlerinin Helmand bölgesinde 15 bin askerle sürdürdüğü “Müşterek Harekât” devam ediyor. Afgan askerleri ve uluslararası işgal güçlerinden oluşan 15 bin askerin sürdürdüğü operasyonun ikinci günü düzenlenen bir füze saldırısı ile 12 sivil hayatını kaybetti. Operasyonun ilerleyen günlerinde ISAF güçlerinin bazı bölgelerde şiddetli direnişle karşılaştığı, Taliban’ın yollara ve evlere döşediği mayınlar, patlayıcılar, bubi tuzakları ve keskin nişancılar nedeniyle zor anlar yaşadığı ifade edildi. ABD deniz piyadelerinin Merce’deki bir bölgede iki kez saldırıya geçip başarısız olduğu ve hava desteği istemek zorunda kaldığı ifade edildi. Operasyon sırasında militanları hedef aldığı iddia edilen iki füzenin bir eve düşmesi sonucu sivillerin ölmesi üzerine NATO yetkilileri Taliban’ın sivilleri kalkan olarak kullandığını öne sürdü. Uluslararası Af Örgütü ise, çok sayıda sivilin ateş hattında kaldığına dikkat çekerek operasyonda şimdiye kadar 19 sivilin öldürüldüğünü tespit ettiklerini bildirdi. Birleşmiş Milletler’e göre 2009 yılında Afganistan’da

Afganistan’daki NATO güçleri 2001’den bu yana başlatılan en kapsamlı askeri operasyona devam ederken, NATO askerlerinin katlettiği sivil sayısı da artıyor. Taliban militanlarının direnişi işgalcileri zorluyor

yaşanan çatışmalar nedeniyle 2 bin 400 sivil yaşamını yitirdi. ABD Başkanı Barack Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı General James Jones, Müşterek Harekat’ın ABD’nin yeni Afganistan stratejisinin tüm

yönlerini bir araya getirmesinden dolayı çok önemli olduğunu ve şimdiye kadarki askeri operasyonlardan farklı olduğunu vurguladı. Jones, “eskiden bölgeleri ele geçirip çekiliyorduk. Bu sefer bölgeleri ele geçirdikten sonra

yeniden yapılanmasına çalışacağız” dedi. Jones, operasyon sonucunda ele geçirilen bölgelerde Afgan hükümetinin kendi egemenliğini korumasının hedeflendiğini belirtti. Obama, Afganistan’daki ABD askerlerinin sayısını 2010’da yaklaşık 35 bin artırmayı, 2011’den itibaren ise kademeli olarak azaltıp güvenliği Afgan güçlerine bırakmayı planlıyor. Ancak düzenlenen operasyonda Afgan kuvvetlerinin geri planda kaldığı, çatışmaların büyük bölümünde ABD askerlerinin rol oynadığı ifade ediliyor. Öte yandan New York Times’ın haberine göre ABD ve Pakistan istihbaratının ortaklaşa düzenlediği operasyonla Taliban’ın iki numaralı ismi Molla Baradar’ın yakalandığı iddia edildi. Ancak bir Taliban sözcüsü Molla Baradar’ın yakalandığı haberini yalanlayarak ABD’yi dikkatleri Afganistan’daki yenilgilerinden başka bir yöne çekmeye çalışmakla suçladı. Molla Baradar 2001’de devrilen Taliban yönetiminin savunma bakanlığını yapmıştı.

'Çal›fl›rken ölün'

F

ransa’da Sarkozy hükümeti ülkede 60 olan emeklilik yaşını yükselterek devletin emeklilik yükünü azaltmak üzere çalışmalara başladı. İşçi sendikaları tasarıya şiddetle karşı çıkarak genel grev uyarısında bulundu. 2009 sonbaharında gerçekleştirilmesi planlanan tasarı tepkiler nedeniyle ertelenmişti. Avrupa ülkelerinden İngiltere'de emeklilik yaşı 68, Almaya ve Danimarka'da 67. Avrupa ülkeleri arasında en düşük emeklilik yaşı Fransa'da. Fransız işçi sendikaları emeklilik yaşında yapılacak değişikliği "Çalışırken ölün" olarak yorumluyor.

‹kea’da grev

F

ransa’nın çeşitli bölgelerinde bulunan İsveçli şirket İkea’nın 26 şubesinden 23’ünde işçiler maaşlarının düşük olması ve sosyal imkânların arttırılması talebiyle 13 Şubat Cumartesi günü greve gitti. Yıllık toplu sözleşme görüşmeleri sırasında açıklanan ücret artışı üç büyük sendika (CFDT, FO, CGT) tarafından ulusal grevle protesto edildi. Sendikalar yüzde 1 yerine yüzde 4’lük bir ücret artışı talep ediyor. Yönetim sözcüsü Catherine Bendayan, talep edilen artışın mümkün olmadığını sadece yüzde 1’lik bir artışın sağlanabileceğini belirtti.

Belçika’da demiryolu grevi

B

elçika’da başkent Brüksel yakınlarındaki Halle kentinde 15 Şubat Pazartesi günü iki yolcu treninin kafa kafaya çarpışması sonucu 18 kişi öldü. Demiryolu çalışanları trenlerde personele ve güvenliğe yatırım yapılmamasını protesto etmek için greve çıktı. Ekonomik kriz gerekçesiyle emekli olanların yerine yeni personel alınmamasını ve fazla mesaiye zorlanmalarını protesto etmek için düzenlenen greve yoğun katılım oldu.


6

İNSANCA YAŞAM 19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010

Halk›n Sesi

Suyun gözünde nöbet B

ütün istekleri insanca yaşamak, çocuklarına insana yaraşır koşullarda yaşayabilecekleri bir gelecek bırakmaktı. Aralık ayında eylemlerine başladılar. Ay sonuna doğru saldırılar artınca eylemlerini geceli gündüzlü yapmaya karar verdiler. Çadırlar kuruldu, direniş başladı. Yılbaşı gecesini bile çadırlarda geçirdiler. Dayanışma için sayısız ziyaretçileri oldu. Herkes seslerini duydu Hükümet ve mülki erkân oralı bile olmadı. Bu direniş öyküsünü okuyanlar Tekel işçilerinin eyleminden bahsedildiğini düşünebilir fakat anlatılan, köylerinin yaşam kaynağı olan Yuvarlakçay Suyu üzerine Hidroelektrik Santrali (HES) yapılmasına karşı 29 Aralık’tan beri direnen Muğla Köyceğiz’in Pınarköy halkı. Köyceğiz’e bağlı bir belde olan Beyobası’nda Pınarköy dâhil altı köye hayat veren Yuvarlakçay suyunu ve etrafındaki doğal yaşamı korumak üzere bölge halkı ve çevre mücadelesi veren kitle örgütleri seferber olmuş durumda. SU F‹RMASINA VER‹LMEYEN AKFEN’E VER‹LD‹ 2009’un son ayında Türkiye’nin önemli sermaye gruplarından Akfen’e Yuvarlakçay üzerine HES yapma ve 49 yıl boyunca işletme yetkisi verildi. Üstelik HES yapımı için izin verilen bölge ‘Anıt Ağaç’lar nedeniyle koruma alanı; burada yaşayan endemik türler ve nesli tükenen canlılar nedeniyle özel çevre koruma alanı olarak ilan edilmiş durumda. Hatta bölgenin bu nitelikleri gerekçe gösterilerek 2009 yılının

K

öyceğiz’de halk iki aydır geceli gündüzlü eylemde. Ormanlarına, sularına ve topraklarına zarar veren HES projesini durdurmak için kadın, çocuk, genç, yaşlı, tüm köy seferber oldu

Ocak ayında yani HES’e izin verilmeden sadece 10 ay önce çaydan su şişeleyerek satmak isteyen Tropikal Ticaret’e Özel Çevre Koruma Kurulu tarafından izin verilmedi. Fakat aynı kurul sermayenin küçüğüne efelenirken tekelcisine karşı durmadı ve 10 ay önce sıraladığı gerekçeleri yok sayarak HES için izin verdi. Üstelik bölgede yaşayan ve bu suyu hem tarım hem de günlük hayatta kullanan yöre halkına konuya dair fikir

sormak ve bilgi vermek bir yana ancak yıkım ve kesim işlemleri öncesi bölgede tapulu toprağı bulunan 15 kadar köylüye tebligatla bildirim yaptı. GECE GÜNDÜZ EYLEM Tebligatların ardından HES’le beraber hem sularından hem de topraklarından olacaklarını anlayan Pınarköy halkı çevrecilere ulaşarak harekete geçti ve 12 Aralık’ta Köyceğiz’de ilk eylemlerini yaptı. 70 kadar

köylü ve 20 kadar çevreci köyden HES’in yapılacağı alana kadar yürüdü. Bu eylemin ardından 15 Aralık’ta Köyceğiz Orman İşletme Müdürlüğü’nün çay etrafındaki anıt ağaçları üstelik de bir kısmını kaçak biçimde kesmesi üzerine bölge halkı eylemlerini sıklaştırdı. 20 Aralık’ta çayın etrafında ikinci eylemlerini yapan köylüler, 21 Aralık’ta projenin durması için bir imza kampanyası başlattı. Ertesi gün de Valilik’le ve

Muğla Üniversitesi Rektörü Şener Oktik’le görüştüler. 23 Aralık’ta ve 27 Aralık’ta köyde binlerce kişinin katıldığı eylemlerin ardından 29 Aralık’ta kaçak biçimde kesilen ve açılan davalarda usulsüzlüğün ispatlanması için delil olan anıt ağaçlar için geceli gündüzlü nöbet tutmaya başladılar. Köylülerin amacı Orman İşletmesi’nin kesilmiş ağaçları götürerek delilleri karartmasını önlemek. Bu amaçla günlerdir çadırlarda

nöbet tutan bölge halkı ve çevre dernekleri birçok tehdide ve zaman zaman yaşadıkları jandarma ablukasına rağmen eylemlerini sürdürüyor. HEP‹M‹Z‹N D‹LE⁄‹ AYNI: SUYUMA, TOPRA⁄IMA DOKUNMA Yuvarlakçay için kurulan platformun sözcüsü Reşat Uygun Halkın Sesi’ne yaptığı açıklamada 6 Şubat günü Orman İşletme Müdürlüğü’nün jandarma eşliğinde ağaçları almaya geldiğini aktararak köylülerin ablukaya rağmen direndiğini anlattı. Uygun, direnişin geleceğine dair bilgi verirken HES projesi durdurulana kadar mücadeleye devam edileceğini belirtti ve yaklaşık bin kişinin kitlesel olarak dava açmak için hazırlandığını, açılan davalarda ilk aşamada HES projesini durdurmak için yürütmenin durdurulmasını talep edeceklerini ifade etti. HES’leri ‘su değil akıl tutulması’ olarak niteleyen platform bileşenleri sularına, ormanlarına ve topraklarına zarar verilmesini istemiyor. Türkiye’de 1601 HES projesi var, bunlardan 673 tanesi lisanslanmış durumda. HES’lerin yapıldığı bölgelerde yaşayan köylüler susuzluk, orman ve çevre tahribatına yol açacağı için santrallerin yapılmasına karşı mücadele ediyor. Karadeniz’de de Derelerin Kardeşliği Platformu yaptığı bilgilendirme toplantıları ve eylemlerle kendi bölgelerinde yapılması planlanan onlarca HES’e karşı çıkıyor. Köylülerin direnişi sorunun ve mücadelenin sadece Karadeniz’le sınırlı kalmayacağını gösteriyor.

‘Cebimizden çıkanı geri alacağız’ İstanbul’da ulaşıma yapılan zamma karşı mücadele zaferle sonuçlandı. Halkevleri Genel Sekreteri Oya Ersoy gazetemize süreci değerlendirirken, bundan sonraki hedeflerinin fazladan ödenilen paraları geri almak olduğunu söyledi tepkinin görünür kılınmasını sağlayan eylemlerin sürekliliği ve tüm bunların yanında yine zamların uygulandığı gün açılan dava ile başlatılan hukuk mücadelesidir” dedi. Ersoy, hak mücadelelerinde önemli olanın halkın haklarına ve kendi davasına sahip çıkması olduğunun altını çizdi.

İ

Ulaşımda yol bir kere açıldı P

arasız ulaşım eylemleri hak aramak için yaygın kullanılan bir yol haline geldi. Ankara’da 10 Şubat akşamı Mamak Ege Mahallesi-Kızılay hattı otobüs seferinde aksama yaşanınca yolcular bir buçuk saatlik beklemeyi kart basmadan otobüse binerek protesto etti. Protesto esnasında orada olan liseli Ayşe S. Yıldız eylemi Halkın Sesi’ne anlattı. Yıldız, seferlerde yıllardır yaşanan aksamanın yarattığı birikimin 10 Şubat akşamı halkı eyleme yönelttiğini söyledi. Dersaneden çıkarak eve gitmek için otobüs durağına gittiğinde bir buçuk saat boyunca durağa hiç otobüs gelmediğini aktaran Yıldız, gelen otobüse binen yolcuların şoföre, protesto için kart basmayacaklarını söylediğini aktardı. Şoförün kontağı kapatarak tüm kapıları açmasının ardından duraktaki herkesin otobüse bindiğini anlatan liseli, yolcuların “hep birlikte otobüste kalacağız, bu otobüs bizim ve bizi evlerimize götürecek” dediğini belirtti. Yıldız’ın anlattıklarına göre yolcuların bir saatten uzun süren eylemi polisin uyarılarına rağmen sürmüş. Polisler çareyi otobüsü karakola götürmekte bulmuş, yolcular sabah 5’e kadar gözaltında tutulmuş.

stanbul Büyükşehir Belediyesi’nin metrobüse yaptığı zammı geri çekmesiyle zafere ulaşılan ulaşım hakkı mücadelesi hız kesmeden sürüyor. Metrobüs zammıyla beraber başlatılan turnikeden atlama eylemleri ve Halkevleri tarafından zammı durdurmak için açılan dava sonrası Belediye Başkanı Topbaş zammı geri çekmek zorunda kaldı. Halkevciler bundan sonra zamlı tarife yüzünden fazladan ödedikleri paraların iadesi için mücadele edecek. TOPBAfi D‹RENSE DE HALK KAZANDI Metrobüse yapılan zamların durdurulması için açılan dava sonucu mahkeme, 8 Ocak 2010 günü zammın yürütmesini durdurma kararı vermiş, Topbaş kararı uygulamamak için direnmişti. Halkevciler her hafta Belediye önünde eylem yaparak Kadir Topbaş’a kararı uygulayarak zamları geri alma çağrısı yapmıştı. Yapılan eylemlerin ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi 8 Şubat günü, 2 TL olan metrobüs kullanım fiyatını yeniden 1,5 TL’ye indirdiğini

duyurdu. Halkevciler ertesi gün Mecidiyeköy metrobüs durağında bir kutlama eylemi yaptı. Ulaşım hizmeti, işe gidiş geliş saatlerinde parasız olana ve zamlı tarifenin fazladan uygulandığı döneme ait zararlar yeniden tazmin edilene kadar eylemlerini sürdüreceklerini dile

getirdiler. Eylemde Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol bir konuşma yaparak ulaşım alanındaki kazanımın bir ilk olduğunu, bundan sonra halkın hakları için omuz omuza vererek mücadele edilmesi gerektiğini söyledi.

Susuz ama arabalı başkan S

u kesintisi Bandırma’da hayatı durdurdu. Salgın hastalık korkusuyla okullar tatil edilirken, heyelan nedeniyle kullanılamaz hale gelen su borularının tamiri adeta yılan hikâyesine döndü. Bandırma Belediyesi beş gün boyunca tamir konusunda halkı oyalarken Belediye Başkanı Sedat Pekel için ısmarlanan yeni makam aracının ilçeye gelmesi halkın tepkisini çekti. Balıkesir’in ilçesi Bandırma'da 7 Şubat Pazar günü yaşanan heyelan sonrası ilçeye su sağlayan Gönen Barajı’na bağlı su hattında patlak meydana geldi.

Yüz otuz bin nüfuslu ilçeye 13 Şubat’a kadar su verilemedi. Susuzluk nedeniyle Bandırma’daki okullar bir hafta tatil edildi. İlçede yaşamı durduracak noktaya getiren arıza ilk değil. Su hattı nedeniyle son bir buçuk ayda bölgede yedi defa su kesintisi yaşandı. Son yağışla beraber kesinti kalıcı bir arızaya dönüştü. Halk by-pass boru hattı adı verilen yeni bir şebeke inşa edilene kadar suya ancak kentte tankerlerle dağıtıldığı kadarıyla ulaşabildi. Su kesintisi için tamiratın sürdüğü dönemde belediye başkanlığı için yeni bir makam aracının alınması ise halkın tep-

kisini çekti. Yerel gazetelere göre belediye başkanının önceliklerinin kendilerinin ihtiyaçlarıyla örtüşmemesi Bandırmalıları öfkelendirdi. SU EYLEMLE GELM‹fiT‹ Hatırlanacağı üzere 2007 yılında benzer bir kesinti de Ankara’da olmuş Gökçek su sıkıntısını gerekçe göstererek yaz boyunca kenti susuz bırakmış, kesintiler nedeniyle hasar gören borular yüzünden tüm kent bir hafta boyunca susuz kalmıştı. Susuzluğa isyan eden Mamaklı kadınların bidonlarla yaptığı eylem hafızalara kazınmıştı.

‘EVET KAZANDIK’ Zamma karşı verilen mücadele sürecini gazetemize değerlendiren Halkevleri Genel Sekreteri Oya Ersoy, “Bilinmelidir ki bu başarının nedeni zamların uygulandığı 16 Kasım’dan itibaren halkın gösterdiği ciddi ve yaygın tepki, bu

‘SIRA GER‹ ÖDEMEDE’ Halkevleri’nin halkın cebinden çıkan paranın iadesi ve işe gidiş geliş saatlerinde ulaşımın parasız olması için mücadeleye devam edeceğini ifade eden Ersoy, 85 gün boyunca Topbaş’ın sadece metrobüs yolcularından 31 milyon 875 bin lira fazla para topladığına, Büyükşehir Belediyesinin İstanbul halkına 28 gün parasız ulaşım sağlayarak bu zararı telafi edebileceğini, Belediyenin fazladan tahsil ettiği parayı halka geri ödemesi için de mücadele edeceklerini ifade etti. Ersoy ayrıca Kaymakamlıklara yapılacak şikâyetlerle halkın 85 gün boyunca fazladan ödediği parasını geri isteyebileceğini söyledi.

Halkın ihaleye teklifi var

B

ursa’da elektrik dağıtım hizmetinin özelleştirilmesi için açılan ihale süreci son evresine girdi. Özelleştirme Karşıtı Platform yaptığı bir eylemle elektrik dağıtımının halk için bir hizmet olduğunu hatırlatarak ihale için sembolik bir teklif sundu. Uludağ EDAŞ’ın özelleştirilmesi için 16 firmanın yeterlilik aldığı ihale için son tekliflerin verildiği 12 Şubat’ta Bursa’da yapılan eylemde platform adına bir basın açıklaması yapılarak özelleştirmenin bugüne kadarki yıkıcı sonuçları hatırlatıldı. Platform adına söz alan EMO Bursa Şube Başkanı Remzi Çınar yaptığı basın açıklamasında özelleştirmeyle beraber emekçilerin işsiz kalacağına, halkın ise elektriğe daha pahalıya ulaşacağına dikkat çekti. İhalede son teklif verme gününde yapılan eylemde sembolik bir teklif verilerek, Uludağ EDAŞ‘ın, gerçek sahibi olan halka verilmesi talep edildi.

Gizli ‘baz’a baskın

B

az istasyonlarının yerleşim bölgelerine özellikle de mahalle içlerine yerleştirilmesi fark edildikleri her bölgede halkın tepkisine neden oluyor. İstanbul Sarıyer’de bulunan Ömürtepe Mahallesi’nde de benzer bir durum yaşandı. 4 Şubat gecesi bir eve gizlice yerleştirilen elektronik cihazları fark eden mahalleli ertesi gün durumu Halkevcilere bildirdi. Olay yerine giden Halkevciler evleri dolaşarak etrafta oturan mahalle sakinlerini konu hakkında bilgilendirip baz istasyonunun kurulduğu evin önüne çağırdı. Kalabalık, Sarıyer Belediyesi’nin aldığı "yerleşim yerlerine baz istasyonu kurulamaz" kararına dayanarak belediyeye haber verdi. Zabıta ekipleri mahalle halkının tepkisi üzerine istasyonun kurulacağı kulübeyi kaldırma kararı aldı. Halk istasyon kurulacak evin yakınında nöbet tuttu.

‘Eğitimde engel olmaz’

M

illi Eğitim ve Maliye bakanlıklarının yaptığı düzenleme sonrası engellilerin eğitim masraflarının ailelerine yıkılması gündeme geldi. Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi 15 Şubat’ta yaptığı eylemle “eğitim hakkımız gasp edilemez” dedi. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü önündeki eylemde konuşan Nilgün Atıcı “engellileri eğitimsiz, özel eğitim alanında çalışan emekçileri ise işsiz bırakacak yeni düzenlemelere karşı Milli Eğitim ve Maliye bakanlıklarını uyarmaya geldiklerini” söyledi. Atıcı engellilerin acil taleplerini şöyle sıraladı: eğitimin parasız ve ulaşılabilir olması, özel eğitim öğretmenlerinin sayısının arttırılması, engellilerin eğitimini sağlayan okulların ve sınıfların sayısının arttırılması, devlet bütçesinden yeterli ödenek ayrılması ve hizmet için yeterli personel atanması.


7

İNSANCA YAŞAM 19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010

Halk›n Sesi

Elektrikte icra oyunu E

lektrik hizmetinin özelleştirilmesi beraberinde sadece pahalı hizmet getirmedi. Elektrik dağıtımından faturalandırılmasına kadar her aşamada binbir türlü yolsuzluk dönüyor. Halkın Sesi geçmiş sayılarında elektrik saatlerinin borç nedeniyle açma kapama yapılmış gibi gösterildiğini ve bu sayede sayaç okuyan taşeron firmaların açma ve kapama hizmeti için para aldıklarını yazmıştı. Elektrik dağıtımında halktan para sızdırmanın yeni bir yolu da icra bahanesi oldu. İstanbul’da abonelik için gittiği BEDAŞ’ta var olmayan bir icra davası gerekçe gösterilerek borcundan fazla ödeme yapması istenen Gazi Demir yaşadıklarını Halkın Sesi’ne anlattı. İstanbul Gültepe’de oturan Gazi Demir, yeni taşındığı evinin geçmişten kalan ve 399 lira olan elektrik borcunu ödemek için 19 Ocak’ta Çağlayan’daki BEDAŞ’ın fatura ödeme merkezine gider. Elinde “gecikme cezası dahil borç tutarı 399 lira 63 kuruş” yazılı kesme ve mühür belgesiyle gittiği kurumda borcun icrada olduğunu ve borç tutarının da 597 lira 41 kuruş olduğunu öğrenir. Demir, bunun üzerine BEDAŞ’tan borçların yazılı olduğu internet çıktısını alır. Bu çıktıda “vekâlet ücreti” kaleminin karşısında 160 lira yazdığını görür. Evin eski sahibini aradıktan sonra herhangi bir icra tebligatı gelmediğini öğrenir. Demir’e verilen kağıtta asıl borçlu olan kendinden önceki abonenin 3 Haziran 2009’da icraya verildiği yazmaktadır. Kağıtta muhatabın Şişli 3’üncü İcra Müdürlüğü olduğu, dosya numarası ve avukat bilgisi de yer almaktadır. ‘YOK BÖYLE B‹R DOSYA’ Demir, kağıtta vekalet ücreti kalemini gördükten sonra “BEDAŞ’ın icra davaları için tek bir vekalet çıkartıp birçok davaya bakabileceğini, böyle bir paranın

Elektrik faturalarında kurumsal aldatmaca var. İstanbul’da BEDAŞ, gecikmiş fatura ödemesi olanlardan hayali icra davasının parasını da kesiyor

görevli de yine isim yanlışlığı olabileceğini söyleyince Demir bu durumu belgelemek için tutanak tutturmak ister. Bu istek üzerine görevli Demir’e “tamam siz normal borcunuzu ödeyin gerisi önemli değil” der. Konuyu uzatmadan kapamak ister. “‹NSANLARIN KAFASINI BULANDIRMA” Normal borcunu ödeyen Demir veznede işi bittikten sonra yaşadıklarını fatura ödemek için sırada bekleyenlere anlatır. Demir’in uyarılarından sonra iki kişinin daha aynı sorundan muzdarip olduğu ortaya çıkar. Demir bu iki kişiyi BEDAŞ tarafından verilen kâğıtlarda yazılı olan İcra Müdürlüğü’ne gidip yazılı dosyayı aratmaları konusunda uyarır. Tam bu sırada BEDAŞ’ın güvenlik görevlileri Demir’in yanına gelerek “Senin işin bitmedi mi niye hala burada duruyorsun, insanların kafasını bulandırma” diyerek onu dışarı çıkartmak ister. Sinirlenerek BEDAŞ’tan çıkan Demir, 22 Ocak günü Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı’na giderek BEDAŞ hakkında kamuoyu adına suç duyurusunda bulunur. Savcılık güveni kötüye kullanma suçlamasıyla dosyayı incelemeye devam ediyor.

BEDAfi’›n kesti¤i elektrik faturalar›n›n en az yüzde 40’› vergilere gidiyor. Halk, kullanmad›¤› elektri¤in paras›n› devlete veriyor. Bu flartlar alt›nda kaçak elektrik kullananlar›n kaç›rd›¤› elektri¤in ederi devletin halk›n kullanmad›¤› elektrikten kesti¤i paran›n yan›nda devede kulak kal›yor kullanıcıdan kesilemeyeceğini bildiği için işin aslını araştırmak üzere hiç vakit kaybetmeden Şişli 3’üncü İcra Müdürlüğü’ne gider. Demir, icra dairesinde BEDAŞ’ın verdiği kağıtta yazılı olan dosya numarasını aratınca “böyle bir dosya yok” yanıtını alır. Bir yanlışlık olma ihtimaline karşı bir kez daha arattırır ve yine aynı yanıtı alır. Elektrik borcuyla ilgili herhangi bir icra davası olmadığına

SA⁄LIK HAKKI Domuz gribi balonu söndü Domuz gribi salg›n› ve de afl›lama kampanyalar› tüm dünyada bir fiyasko ile sonuçlanm›fl durumda. Haziran 2009 tarihinde Dünya Sa¤l›k Örgütü taraf›ndan en yüksek tehlike düzeyi ilan edilmesi sonras›nda ülkeler afl› flirketlerine siparifl kuyru¤una girmiflti. Ancak flu anda afl›lar elde kalm›fl durumda. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Sa¤l›k Komitesi’nin önerisiyle soruflturmaya bafllad›. Büyük ilaç firmalar›n›n, Dünya Sa¤l›k Örgütü (WHO) ve di¤er etkili sa¤l›k kurulufllar›n›n içine kendi adamlar›n› yerlefltirerek bilim insanlar›n› ve resmi görevlileri etki alt›na ald›klar›, kamuoyunu alarma geçirip ilaç ve afl›lar›n›n sat›lmas›n› sa¤lad›klar› iddia ediliyor. Gazetemiz bafl›ndan beri salg›n tehlikesinin abart›l› oldu¤u konusunda okuyucular›n› uyard›. Afl›laman›n yüksek risk gruplar› ile s›n›rlanmas› gerekti¤ini ve salg›n takibi yap›lmas›n› önerdik. Önerilerimizi bilimsel bilgilere ve raporlara dayand›rd›k. Afl›r› bilgi kirlili¤inin oldu¤u, her kafadan bir sesin ç›kt›¤› ortamlarda kimin do¤ru kimin yanl›fl söyledi¤inin pek de önemi kalm›yor. Kar amaçl› flirketler taraf›ndan kolayca yönlendirilmeyecek, güvenilir bir

emin olan Demir konuyla ilgili olarak BEDAŞ’ın avukatıyla görüşür. Avukatlar “isim yanlışlığı olmuştur” der. Avukatlar, “Burada bir isim yanlışlığı olmamışsa parayı senden kuruşu kuruşuna alırım” diyerek Demir’i tehdit etmeyi ihmal etmez. Ödemeyi icra bedeli olmaksızın yapmak üzere Gazi Demir bu görüşme sonrası BEDAŞ’ın Çağlayan’daki veznesine tekrar gider.

‘ALMAYALIM OLSUN B‹TS‹N’ Demir, veznede borcunu ödemek istediğini ancak “vekalet ücreti ve ilk işlemler” tutarlarının haksız yere istenen tutarlar olduğu için onları ödemek istemediğini belirtir. Vezne görevlisi “Bu bizim iç hukukumuz, ödemek zorundasınız” der. Bunun üzerine Demir, İcra Müdürlüğü’nde BEDAŞ’ın söylediği icra dosyasının olmadığını anlatır. Veznedeki

‘HAKSIZLI⁄IN ÜZER‹NE BERABER YÜRÜMEL‹’ Demir, bu yanıltmacada BEDAŞ’ın Şişli 3’üncü İcra Müdürlüğü’nün adının kullanıldığını da hatırlatarak olayın BEDAŞ veznesindeki birkaç memurun yapabileceği bir iş olmadığını söylüyor. Her gün birçok İstanbullunun abonelik ve benzeri işlemler sırasında bu paraları ödediğini belirten Gazi Demir bireylerin tek başına bu tür haksızlıkları görmediğini, görse de hakkını arayacak cesareti bulamadığını ifade ediyor. Demir, bu noktada kitle örgütlerinin kamuoyu duyarlılığı yaratması ve haksızlıkların üzerine gitmesi gerektiğini söylüyor.

Neler oluyor neler? Sa¤l›k Bakanl›¤› ‘mesai d›fl› poliklinik' ad›yla yeni bir uygulama bafllatt›¤›n› duyurdu. Gerekçe olarak ‘tatil günlerinde acil servislere daha fazla baflvuru olmas›', ‘acil olmayan hastalar›n da acil servislere baflvurmas›' gösterildi. Acil servise baflvuran hastalar›n bir k›sm› polikliniklere yönlendirilerek kat›l›m pay› al›nmas› hedefleniyor. K›sacas› sa¤l›k hizmetinin ticarilefltirilmesine devam. “Bu ifller nereye var›r” derseniz, benzemeye

çal›flt›¤›m›z ABD’ye bakmak yeterli olabilir. ABD’de sa¤l›k güvencesinden yoksun olan 40 ila 100 milyon kifli, hastaland›klar›nda acile baflvuruyor. Ancak acil serviste acil olmayan hastalar bak›lmad›¤› için hastal›klar›n›n ilerlemesi ve gerçekten acillik hale gelmeleri bekleniyor. Sonuç olarak ticari sa¤l›k hizmeti, paras› olan kesimler için afl›r› sa¤l›k hizmeti tüketimi anlam›na gelirken yoksullar için eksik hizmet veya hizmet yoksunlu¤u anlam›na geliyor.

Tam gün “kölelik” Sendika.Org sitesinde 12 fiubat günü yay›nlanan haberde Tekel iflçileri tüm halk› direniflin yan›nda saf tutmaya, direnifle kat›lmaya ça¤›rd›. Hekimlere de “sen de gel al eline i¤neni” diye seslendiler. Ça¤r›lar›n› “emekçisin, çi¤netme yaban ellere eme¤ini” diye sürdürdüler tüm kesimler için. Dikkatimizi çekti. Bugüne kadar hekimler de hekim olmayanlar da hekimleri emekçi olarak görmez ve hissetmezdi. Tam gün köleli¤e ve 4/C’ye karfl› mücadele ne kadar da özdefl oysa. Bu ça¤r› da bunun ilan›ndan ibaret. kuruma duyulan ihtiyaç sürüyor. Bu özelliklere sahip örgütler ise do¤ru bilgiye ulaflman›n iyi niyet ve ba¤›ms›zl›ktan öte, sorgulay›c›elefltirel bir tutum ve araflt›rma gerektirdi¤ini ö¤renmifl oldu. Nas›l yan›lt›ld›k? Ülkemizde sa¤l›k çal›flanlar› aras›nda, özellikle ilerici kesimlerde Dünya Sa¤l›k Örgütü’nün (WHO) özel bir yeri ve önemi var; 1979 y›l›nda Alama Ata deklarasyonu ile kamusal sa¤l›k hizmetinden yana tav›r alm›fl, güvenilir bir kurum. Ancak, kabul etmeliyiz ki WHO o eski WHO de¤il. WHO art›k sa¤l›kta ticarileflmeye karfl› ç›kmayan ve de bütçesinin yüzde sekseni özel fonlardan karfl›lanan bir örgüt. Yönlendirmeye aç›k oldu¤unu bilip temkinli yaklaflmak yeterli.

AKP’nin yetimi Medipolmufl Türkiye ‹stiflare Toplant›s›’na kat›lan Sa¤l›k Bakanl›¤› Müsteflar Yard›mc›s› Adnan Ç›nal, sa¤l›kta dönüflümle birlikte özel sektör yat›r›mlar›n›n h›zla artt›¤›n›, özel sektörün önünü açacaklar›n›, sa¤l›k hizmetinin yayg›n, kaliteli, adil, ulafl›labilir bir noktaya geldi¤ini söylemiflti. MÜS‹AD Sa¤l›k Sektör Kurulu Baflkan› Uzman Dr. Hakan Bahad›r da bakanl›k politikalar›n› desteklediklerini belirtmiflti. Bu karfl›l›kl› deste¤in son günlerdeki en önemli örne¤i Tekel’in Unkapan›’ndaki binas›n›n sermayeye devri oldu. Tekel iflçileri Ankara’da insanca çal›flma ve yaflam mücadelesi verirken Tekel’in, Unkapan›’ndaki 5 katl› genel müdürlük binas›n›n özel sa¤l›k kuruluflu olan Medipol gruba tahsis edildi¤i ortaya ç›kt›. 4 özel hastane iflleten Medipol Grup, Nakflibendi tarikat›n›n ‹skenderpafla dergâh›na ve AKP’ye yak›nl›¤›yla biliniyor..

Destek e¤itimde Tek-el mücadele flart ngellilerde aylık destek eğitim ders saatleri 6’dan 8’e yükseltildi. Üstelik Bakanlık kendi ödediği ders saati fiyatlarına da yüzde iki zam yaptı. Peki o zaman rehabilitasyon merkezlerinin üzerindeki şaşkınlığın, engelli ailelerinin itirazının ve bu alanda hizmet veren emekçilerin isyanının nedeni nedir?

E

PELER‹N‹N ALTINDAK‹ KAMBUR Bu sorunun cevabını bulmak için engellilerin eğitim sürecini en baştan ele almalıyız. Engellilerin eğitiminde en önemli aşama destek eğitimidir ve bu noktada çocukların toplumsallaşmasında rehabilitasyon merkezleri önemlidir. 2003 öncesine kadar sadece SSK’lı Nilgün ailelerin ve 3 yaş üzeri At›c› çocukların yararlanabildiği bu hizmet 2003 sonrasında Halkevleri Engelli Haklar› Atölyesi doğduğu andan itibaren sosyal güvencesi olsun ya da olmasın her bireyin hakkı olarak tanımlandı. Bu düzenleme engelli eğitiminde bir çığır açtı. Düşlenilen bir şeydi ve gerçekleşmişti. Herkes mutluydu. Bu hizmetle birlikte rehabilitasyon merkezlerinin daha kolay açılmasının da önü açıldı. Rehabilitasyon merkezleri hemen her şehirde pıtırcık gibi çoğaldı. Bakkal sahipleri, muhasebeciler ve inşaat sektöründen amcalar, emlak sektöründen teyzeler artık birer rehabilitasyon merkezi sahibi olmuştu. Hem mali olarak kazanıyor hem de manevi açıdan “sevap kazanılan bir iş” yapıyorlardı. Zaman geçtikçe işin rengi değişti. Rehabilitasyon merkezleri büyük bir sektöre dönüştü. Hem de devlet eliyle beslenen bir sektöre. Devleti topluma yararlı gösteren bu pelerinin altında artık bir kambur oluşmaya başlamıştı. AKP hükümeti bu yükten kurtulmak için 2006’da öğrencilerin eğitim almalarını sağlayan raporların düzenlenmesinden engelli öğrencilerin derslerine giren eğitimcilerin konumuna kadar birçok alanı kapsayan değişiklikler yapmaya başladı. Tebliğler sessiz sedasız Resmi Gazete’de yayınlandı, sorunun muhatapları ise olaya izleyici kaldı. Eee nasıl ses çıkarılabilirdi ki; sonuçta bu sektörün baş mimarı AKP hükümeti ya rehabilitasyon merkezlerini verdiği gibi geri alsaydı? KORKMAK VE SUSMAK KAYBETTT‹RD‹ Bu korku engelli eğitiminin hükümet tarafından yıkıma sürüklenmesine seyirci kalınmasına sebep oldu. Ortalığı boş bulan hükümet 26 Ocak 2010 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlan tebliğ ile destek eğitim seansları ayda 6’dan 8’e yükseldi. Artış olarak ise aylık yüzde iki zam yaptı. Yine aynı genelgenin 2. maddesi buyurdu ki(!), karşılanamayan ihtiyaçlar ilgililerden karşılanabilecektir. Ayda sekiz seanslık ders demek rehabilitasyon merkezlerine yeni alınması gereken eğitimci demek. Ki eğitimci açığından bahsetmiştik. Ki kasım ve aralık öğretmen atamalarında rehabilitasyon merkezleri zaten birçok öğretmenlerini devlete transfer etmişti. Yani zaten bu merkezlerin sorunu olan eğitimci açığı büyüdü. Bu nedenle kurumlarda çalışan eğitimcilerin vermesi gereken ders saati de arttı. Ders saatleri artarken ders saatleri ücretindeki düşük zam nedeniyle kurumlar arada kaldı. Hükümet ders saati ücreti için daha düşük bir maliyet öderken öğretmenler de artan ders saatlerinin karşılığını almak isteyecektir. Bu durumda arada kalmak istemeyen rehabilitasyon merkezlerinin eğitimcilerin ücretlerindeki açığı kapatmak için engelli öğrencilerin ailelerinden para almaya yönelmesi işten bile değil. MASRAFLAR A‹LELERE YIKILACAK Yani burada kapanma eşiğine gelen rehabilitasyon merkezlerinden (ki düzgün işlemese de bir alternatifi yok, kapatılma yerine iyileştirilmeye gidilmeli) güvencesiz çalışacak ya da işsiz kalacak öğretmenlerden ve en can yakan tarafı da eğitimlerini alamayacak, alsa bile bunu ücret karşılığında alacak olan dar gelirli engelli ailelerden ve çocuklarından bahsediyoruz. İşte bunları şimdiden görmüşken, TEK-EL olmaktan ve birlikte mücadele etmekten bahsetmeliyiz. Rehabilitasyon merkezleri hakkındaki şaşkınlık perdesini kaldırmalı; ailelerin ve eğitimcilerin birlikte örgütlenmesini sağlayarak, eğitimdeki bu yeni ama önemli sömürü alanını açmazdan kurtarmalıyız. AKP hükümetine sesimizi duyurmalıyız. “Biz senin oy için kullandığın SOSYAL VİCDANIN DEĞİLİZ!” Nilgün Atıcı - İşitme Engelliler Öğretmeni

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) www. halkinsesigazetesi.net / iletisim.halkinsesigazetesi.net 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.


8

EMEK 19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010

Halk›n Sesi

Sermayenin yeni çat›flma alan›: Bankac›l›k sistemi on günlerde bankaların krize rağmen elde ettiği karlar, büyüme ve uluslararası sermaye S ile birleşme başarıları öykülerinin arkasında kalan bir konu var. Bankacılık sistemine ilişkin yeni ‘reformlar’ kapıda. Bu kez reform yapmanın nedeni ise mevduatların oluşturduğu büyük pastanın yeniden paylaşılmak istenmesi oldu. AKP kolları sıvadı. Gelecek tepkileri bildikleri için şimdilik derinden gidiyorlar. Sorunun tarafları sanayi kökenli holding bankaları ve arkasında Arap sermayesi olan İslamcı bankalar. Sorun ise, toplanan mevduatların “eşitsiz” dağılımı. Şu anda Türkiye’de toplanan mevduatlardan yüzde 10’un üzerinde pay alan dört banka var; Akbank, Garanti Bankası, İş Bankası ve Ziraat Bankası. Sermaye fraksiyonları açısından bankacılık sistemini kontrol altına almak önemli bir strateji haline geldi. Çünkü sisteme egemen olmak, ekonomi politikalarının belirlenmesinde etkin rol almak anlamına Mustafa geliyor. Eberliköse 1980’den bu yana iktidara gelen hükümetler yaptıkları eberli@ hamlelerle sürekli olarak sissendika.org temde değişimlere yol açmıştır. ‘80’lerin başlarında parlatılan bankerlerle başlayan serüven siyasetticaret ilişkilerinin temsilcilerinin (Cavit Çağlar, Demireller, Korkmaz Yiğit, Uzanlar gibi) dahil olmalarıyla yeni bir boyut kazanmıştı. Yine hatırlayacağımız gibi ‘90’lara yolsuzluklar ve banka hortumlamaları damgasını vurmuştu. Ardından sanayi sermayesinin bu alandaki ağırlığını artırmasıyla banka yönetimlerinde hakim olma yarışının yaşandığı bir süreç yaşandı. Aslında bu süreç tam da Lenin'in tarif ettiği gibi banka sermayesi ile sanayi sermayesinin iç içe geçişi şeklinde yaşandı. Türkiye'deki iki sermaye biçimi arasındaki ayrılık ortadan kalkmış oldu. Toplanan mevduatın aslan parçasını alan büyük bankaların denetimi, sanayi kökenli holdinglerin eline geçti. Tüm bu ticaret-sanayi-siyaset çatışmalarının arasında 1983’de yasal olarak önü açılan faizsiz bankacılık sistemi arkasına aldığı tarikat ilişkileriyle yavaş yavaş var olmaya başladı. Işık Cemaati’nin İhlas Finans’ı, Gülen Cemaati’nin Asya Finans’ı, Nur Cemaati’nin Faisal Finansı ve Nakşibendilerin Al Baraka Türk’ü yine bu dönemlerde Arap sermayesini de arkalarına alarak kuruldular. Bugün bunların içinden Gülen Cemaati’ne ait olan Asya Bank büyük bir atılım içinde. 2009’da yayınlanan dünyanın en büyük bin bankası sıralamasında 235 sıra birden atlayarak 520. sıraya yükseldi. 2001’de yaşanan krizin ardından iktidara gelen AKP hükümetinin yaptığı müdahale sistemde yeni değişimler yarattı. O zaman yapılan reformlarla uzun zamandır sisteme dahil olmaya başlayan yabancı bankaların önü açıldı. Bankaların çalışma kodları uluslararası bankacılık sistemine göre yeniden tanımlanırken, bankaların holdinglerle ilişkileri yasal ve kurumsal değişikliklerle yeni bir evreye dönüştürüldü 2001 krizi bu sürecin hızlanmasını sağladı. Krizin ardından çok sayıda bankaya el konuldu. Toplamda el konulan 22 banka ya tasfiye edildi ya birleştirildi ya da satıldı. Bugüne kadar AKP hükümetinin katkılarıyla sanayi ve ticarette yol alan İslamcı sermaye artık bankacılık sektöründe de etkin olmak istiyor. Bunun içinde önünün açılması lazım. AKP hükümet bu talep karşısında harekete geçmiş durumda. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan geçen hafta ağzından baklayı önce çıkardı ardından inkar etti. ABD’nin 'bir banka sektördeki toplam mevduatın ancak yüzde 10'unu taşıyabilir, daha fazla olamaz' diye tedbir aldığını belirten Babacan, Türkiye'de de benzer şeyler düşünülebileceğini söyledi. Sonra “Bankacılıkta ABD'yi taklit etmemiz söz konusu değil” diyerek durumu yumuşatmaya çalıştı. Bankacılık sektöründe elde ettiği başarılarla bilinen Hüsnü Özyeğin hemen hamlesini yaptı ve ucuza yabancı bir banka (Mileniumbank) satın alarak sisteme dahil oldu. Önümüzdeki günlerde bankacılık sektöründe sermaye fraksiyonları arasındaki çatışma büyüyecek gibi görünüyor. Çünkü bugün bankacılık sistemine hakim sermaye grupları hem ulusal hem uluslararası olanaklardan daha fazla yararlanarak büyümesini sürdürebilir.

Polis, temizlik işçilerine saldırdı Ş

işli bölgesinde çalışan temizlik işçileri Piyalepaşa Bulvarı üzerindeki Atlas Katı Atık Arıtma Tesisleri önünde eylem yaparak haklarını istediler. Mesai ücretleri, izin talepleri gibi sosyal haklarının taşeron firma tarafından kendilerine verilmediğini, bu hakları talep edenlerin gerekçe gösterilmeden işten çıkarıldığını söyleyen işçiler firma yetkilileri ile görüşmek istedi. Firma yetkililerinin işçilerle görüşmeyi kabul etmemesi üzerine işçiler tesisin kapılarını tutarak çöp araçlarının dışarı çıkmasını engellediler. Tesis önüne gelen polis ekipleri işçilere müdahale ederek tesis kapılarını açtı. Tesislerden çöp araçlarının çıktığını gören işçiler yeniden kapıları tutarak araçların çıkışını engelledi. Bunun üzerine polis yeniden saldırdı. Saldırı sonrasında bir işçi bayıldı. İşçiler haklarını alıncaya kadar mücadele edeceklerini duyurdular.

PTT A.Ş. postacı değil köle istiyor Kasım’da işsizlik arttı

B

ir gün bir Bektaşi, imama sorar, “Allah nerededir?” diye. Hoca anlatmaya başlar, “Ne yerdedir ne gökte, ne şimaldedir ne cenupta, ne içeridedir ne dışarıda, ne aşağıdadır ne yukarıda…” İmamın sözleri sürerken Bektaşi araya girer, “Sen buna yok diyeceksin ama dilin varmıyor.” Bektaşi fıkrasında olduğu gibi Posta ve Telgraf Teşkilatı A.Ş. Hakkında Kanunla hükümet, PTT A.Ş.’de istihdam edilecek çalışanlara köle diyecek ama bir türlü dili varmıyor. Taslakta PTT A.Ş.’nin kurulduktan sonra istihdam edeceği çalışanların ne olduğu belli değil, ne olmadığı taslakta açıkça yazılmış. Bakanlar Kurulu’nda görüşülen taslağın 11. Maddesi’nde PTT A.Ş.’nin istihdam biçimleri tanımlanıyor. Bu maddede PTT A.Ş.’nin faaliyetlerinin; mevcut PTT personeli, sözleşmeli personel ve kısmi zamanlı personel eliyle yürütüleceği ifade ediliyor. Taslağın ilerleyen maddelerinde sözleşmeli personel ve kısmi sözleşmeli personel tanımlanıyor ve mevcut PTT çalışanlarının tüm haklarının korunacağı yazıyor. KÖLE D‹YECEKLER, D‹LLER‹ VARMIYOR Taslağın 13. Maddesi’nde “PTT A.Ş., 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu ve diğer kanunların sözleşmeli personel hakkındaki hükümlerine tabi olmayan sözleşmeli personel istihdam eder. Bu personel 4857 Sayılı İş Kanunu’na da tabi değildir” ifadesi yer alıyor. Bu maddenin devam eden fıkralarında PTT A.Ş.’nin yeni personellerini sözleşmeli ve bir yıldan az süreyle çalıştırılan kısmi sözleşmeli personel olarak alacağı yazılı. Hiçbir istihdam biçimine tabi olmayan sözleşmeli ve kısmi sözleşmeli personellerin tüm haklarını PTT A.Ş. yönetim kurulu belirleyecek. Bu personellerin ücretlendirilmesinde ise Devlet Memurları Kanunu’nun 4/B maddesi referans alınmış ve PTT’nin çalışanlarını performansa dayalı olarak çalıştıracağı da Yönetim Kurulu kararı olarak ifade edilmiş.

Türk Metal Koç gibi K

riz vesilesiyle birçok işçiyi işten çıkartan patronlar, işçilerin işlerini geri almak için başlattıkları direnişler karşısında değişik taktiklere başvuruyor. Özellikle son aylarda artan direnişler işçilerin kazanımıyla sonuçlanmaya başladıkça patronlar “sarı sendika” kozuna sarılmaya başladı. 2008’in ilk günlerinden itibaren işlerini kazanmak için direnen Kocaeli Çayırova’daki Arçelik fabrikası işçileri, Koç Holding tarafından sendikalarından istifa etmeye zorlanmış, ancak işçileri ikna edememişlerdi. Direniş sürerken Koç Holding işçilerin Türk Metal sendikasına geçmeleri için son gün olarak 9 Ocak’ı duyurdu. Koç Holding, ülke genelinde Arçelik fabrikalarında çalışan 2 bin taşeron işçiyi Türk Metal’e geçirdi ancak Nakliyat-İş üyesi hiçbir işçi Türk Metal’e geçmeyince Koç Holding’in planı suya düştü.

T

ÜİK Kasım 2009 işsizlik verilerini açıkladı. Resmi rakamlara göre Ekim’de %13 olan işsizlik oranı Kasım’da %13,1 oldu. Krizin en ağır yaşandığı 2008 Kasım döneminde işsizlik %12,3 olarak açıklanmıştı. Bu da bir önceki yıla göre 233 bin yeni işsiz anlamına geliyor. Kasım 2008’de %23,9 olan genç işsizlik oranı da %24,4’e yükseldi. TÜİK verilerine göre işsizlik Ekim’e oranla kentlerde 1 puanlık artışla %15,3 olurken, kırsal kesimlerde 0,4 puan azaldı.

H

ükümetin, Bakanlar Kurulu’nda görüştüğü PTT A.Ş. Hakkında Kanun Tasarısı Taslağına göre postacı ne işçi ne de memur, PTT ise özel şirket

POSTANE ÖZELLEfi‹YOR Türkiye genelinde 3 bin 805 PTT hizmet noktası ve 37 bin PTT personeli var. Taslak, PTT çalışanlarını güvencesizleştirirken kamu hizmeti olan PTT’yi de özelleştiriyor. Taslak hayata geçtiği günden itibaren, bundan önce geçerli olan Posta Kanunu ortadan kalkacak ve PTT kamu hizmeti olmaktan çıkacak. Tasarı kanunlaşırsa PTT, artık bir kamu iktisadi kuruluşu olmayacak. Posta ile ilgili işler Ulaştırma Bakanlığı Haberleşme Genel Müdürlüğü’nün görev alanından çıkarılacak. PTT’nin görevlerini tanımlayan 5584 sayılı Posta Kanunu da yürürlükten kaldırılacak. Merkezi Ankara’da

olan ve Türk Ticaret Kanunu’na ve özel hukuk hükümlerine tabi olan PTT A.Ş. adlı bir anonim şirket kurulacak. PTT A.Ş.'nin sermayesinin tamamı Hazine Müsteşarlığı’na ait olacak. PTT’nin taşınır ve taşınmaz tüm mal varlığı ile borç ve alacakları da PTT A.Ş.’ye devredilmiş sayılacak. PTT A.Ş.’nin ilk genel kurulu gerçekleşinceye kadar kurulun görevini Ulaştırma Bakanlığı üstlenecek. POSTACI GÜVENCES‹ZLEfi‹YOR Mart içerisinde Meclis’in gündemine gelmesi düşünülen taslakla ilgili Halkın Sesi’ne konuşan Haber-Sen Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Osman Köse,

taslağın Bakanlar Kurulu’na gitmeden önce kendilerine gösterilmediğini söylüyor. Osman Köse, hükümetin PTT’deki mevcut çalışanları güvencesi olmayan kısmi sözleşmeli personel konumuna geçirmeyi hedeflediğini, böylece PTT’nin içini boşaltmaya çalıştığını ifade etti. Köse, Telekom’un özelleştirilmesi sürecinde de Telekom’un Telekom A.Ş.’ye çevrildiğini hatırlattı. Değişikliğin, PTT A.Ş.’ye alınacak personellerin kamu emekçileri sendikalarına üye olmasının da önünü kestiğini söyleyen Köse, PTT’nin mevcut çalışanlarının başka kuruma geçmeye ya da emekli olmaya zorlanacağını da sözlerine ekledi.

Kendin çal, kendin oyna H

ükümetin gerçekleştirdiği ve Memur-Sen’in de fiilen sözcüsü gibi davrandığı “Kamu Görevlilerinin Sendikal ve Demokratik Hakları Çalıştayı” 11 Şubat günü sona erdi. Çalıştaya katılanların büyük bir kısmını devlet görevlileri ve bürokratlar

oluştururken, Memur-Sen dışında sendikal alandan katılım olmadı. 2009’da yapılan Toplu Görüşme tutanağı gereği gerçekleştirilen çalıştayda grev ve toplu sözleşme hakkının hayata geçirilmesi ve insan haklarına saygı gösterilmesi gerektiği sonucuna varıldı.

Halkın Sesi’ne konuşan KESK Genel Başkanı Sami Evren, kendilerinin yıllardır grev hakkını dile getirdiklerini belirtti. Evren, hükümetin grev hakkı yanında iş güvencesi konusunu da tartışmayı planladığını ancak Tekel işçilerinin direnişi sebebiyle iş güvencesini tartışmaktan kaçındığını söyledi. Evren, çalıştayda hiçbir somut adım atılmadığını ve çıkan sonuçlar için “malumun ilanıdır” dedi. KESK ve Kamu-Sen, daha öncesinde “Var olan hakkın tartışması olmaz” diyerek çalıştaya katılmayı reddetmişti. Başbakan Erdoğan ve AKP’li bakanlar, demokratik haklarını kullanıp bir günlük uyarı grevi yapan kamu emekçilerini insan haklarına saygısızlık yapmakla suçlamış, grevi insanlık suçu gibi göstermeye çalışmıştı. Sonrasında da greve katılan emekçilere çeşitli sebeplerle soruşturmalar açılmıştı.

Belediyeden işsize kölelik protokolü İŞKUR’un imzaladığı protokol Gökçek’e göre “müthiş imkânlar” sunarken, işsizlere kölelik dayatıyor

Ç

alışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Ankara Büyükşehir Belediyesi ve 25 ilçe belediyesi arasında imzalanan protokolle belediyeler İş Bulma Kurumu (İŞKUR) gibi çalışacak. Protokol, iş arayanların bulundukları yere en yakın yerde istihdam edilmelerini karara bağlarken, işverenlerin de kendilerine en

yakın yerden işçi bulmalarını sağlayacak. Protokole göre İŞKUR ile belediyelerin yapacağı “mesleki eğitim çalışmaları”nda “katılımcılara” 15 lira yevmiye verilecek. Protokolle ilgili konuşan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, kamu yönetimi reformu çerçevesinde yeni bir

adım attıklarını belirtirken, ilkelerinin “vatandaşa hizmet” olduğunu söyledi. Dinçer, işsizlerin iş bulma konusunda İŞKUR’dan ziyade belediyelere başvurduğunun farkında olduklarını söyledi. Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı İ. Melih Gökçek ise uygulamayı “müthiş bir imkan” olarak nitelendirdi.

‘Ucuz’ hayatın rehberi

A

nkara Ticaret Odası 13 Şubat günü “Ucuz Hayat Rehberi” başlığıyla bir rapor yayımladı. Raporda sobalı evde oturanların odun parçaları, sebze-meyve kasaları ve karton toplayarak ısınmaya çalışması, kırık yumurta ve peynir alıp kızartma yağını birkaç kez kullanması v.b tasarruf yolları olarak sıralanırken bu yolla şirketlerin yüzde 50, halkın da yüzde 20 tasarruf yaptığı belirtiliyor. Rapor, halkın ucuz yaşadığı referansıyla şirketlerin kalitesiz mal satmasını zımnen öneriyor.

BDDK halkı bankalara karşı uyardı

B

ankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı Tevfik Bilgin kredi kartı kullananları bankalara karşı uyardı. Bilgin, halkın kredi kartı aidatı alan bankalarla iş yapmamasını önerdi. Bilgin bankaların para gönderme konusunda farklı fiyat tarife uygulamasının yanlış olduğunu, fazla para talep eden bankalarla çalışılmaması gerektiğini söyledi. Bu önerilerin ardından belki de BDDK’nın görev tanımını bir kez daha tartışmak gerek.


9

EMEK 19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010

Halk›n Sesi

Yata¤an özellefltirmeye karfl›

Y

atağan Termik Santralinin (YEAŞ) özelleştirilmesinde görev alan konsorsiyumun heyeti Yatağan’da işçilerin direnişiyle kaşılaştı. Maliyet bedellerinin hesaplanması ihalesini alan Citi Grup, OYAK Yatırım, Master Danışmanlık ve Socion Danışmanlık firmalarının oluşturduğu heyet, 8 Şubat günü Yatağan’ı terk etmek

Esenyurt belediye iflçisi kazand›

zorunda kaldı. 9 Şubat’ta ise ilçede kalan 2 temsilci termik santrale gizlice gitti. Olayı öğrenen binlerce işçi eylem yaptı ve temsilciler arabalarını bırakıp kaçtı. İşçilerse özelleştirmeye karşı nöbet tutmaya başladı. Maden-İş Yatağan Şube Başkanı Süleyman Girgin bölgedeki en büyük ekonomik kaynak olan müesseseye halkın sahip çıktığını söyledi.

E

senyurt Belediyesi’nde Belediye-İş sendikasına üye oldukları için işten atılan işçilerin 176 gündür sürdürdüğü mücadele zaferle sonuçlandı. İşe iade davası açan 16 işçiden 7’si, 9 Şubat günü mahkeme kararıyla işbaşı yaptı. Belediye-İş yetkilileri, konu ile ilgili bir açıklama yaparak "Uzun süreden beri yürütülen mücadelenin başarısı, kriz

Tekel binaları AKP yandaşına T

ekel arazilerinin AKP yandaşlarına verilmesi sürüyor. Son olarak İstanbul Unkapanı’nda bulunan Tekel Genel Müdürlüğü’nün binasının Maliye Bakanlığı tarafından 4 özel hastanesi bulunan Medipol Grup’a bağlı Metropolitan Sağlık Hizmetleri A.Ş.’ye verildiği ortaya çıktı. Haliç ve Marmara’ya bakan 3 bin metrekarelik arsa üzerine kurulu 5 katlı bina ve 2 bin 500 metrekare kapalı alanı olan arazi oldukça değerli. Vatan Gazetesi’nde Necati Doğru’nun 15 Şubat günü köşe yazısında aktardığı bu bilgiyi ertesi gün Maliye Bakanlığı da doğrulamak zorunda kaldı. Başkanlığını Erdoğan’ın yaptığı Özelleştirme Kurulu üyeleri Devlet Bakanları Ali Babacan, Cevdet Yılmaz, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek 22 Mayıs 2009 tarihinde 2009/27 sayılı kararla TEKEL’in Unkapanı’ndaki 5 katlı binasının Maliye Bakanlığı’na hibe edilmesini kararlaştırdı. İşlem, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın, Unkapanı’ndaki Tekel Genel Müdürlüğü binasını Milli Emlak’a devretmesiyle başladı ve binada kalan 300 çalışan, 1 Ocak 2010’da TEKEL’in İstanbul Kartal Cevizli’deki yerleşkesine gönderildi. CEMAAT‹N fi‹FA MERKEZ‹ Medipol grubun adı, İskenderpaşa cemaatiyle birlikte anılıyor. İskenderpaşa cemaati mensuplarının yanı sıra AKP kur-

T

ekel işçileri Ankara’da haftalardır soğukta direnirken, işçileri yetim hakkı yemekle suçlayan AKP, kamu malı olan Tekel arazilerini ve binalarını yandaşlarına hibe ediyor

mayları ve yakınları da grubun hastanelerinde tedavi oluyor. Başbakan Erdoğan’ın annesi Tenzile Erdoğan ve İskenderpaşa cemaatinin şeyhi Mahmut Esat Coşan’ın babası Halil Necati Efendi, Medipol hastanelerinde tedavi görmüş isimler arasında.

Medipol Grup’un İstanbul Göztepe kavşağındaki 12 dönümlük arazisine de İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, belediyenin Şehir Planlama Müdürlüğü’nün karşı çıkmasına rağmen, imar izni vermiş ve Şehir Plancıları Odası, “bu ayrıcalıklı

‘Bir çad›r da biz kurar›z’ ALP TEK‹N BABAÇ - GÖKSU CIKIT

‹stanbul Bo¤az›’n› tüp geçitle denizin alt›ndan geçen demiryolu projesinin ad› Marmaray. Avrupa ve Asya k›talar›n› birbirine ba¤layan ve asr›n projesi olarak addedilen Marmaray Projesi’nde arkeolojik kaz› iflinde Polat Deniz ‹nflaat fiirketi’nde çal›flan iflçilerin direnifli sürüyor. ‹flçiler, sosyal haklar›yla birlikte yeniden ifle dönmek istiyor. Halk›n Sesi olarak iflçilerin direniflin 29’ncu gününde ‹stanbul Yenikap›’daki flantiyeye gittik. ‹flçiler bizi büyük bir coflkuyla karfl›lad›. ‹flçilerden Osman Can, 3 y›ld›r 27 buçuk lira yevmiyeyle çal›flt›klar›n› anlat›yor. Emektar iflçi Osman, 16 Ocak sabah› patronun yevmiyelere 1 lira zam yapmas›n›n kendilerine küfür gibi geldi¤ini söylüyor. ‹flçiler ertesi gün flantiyeye sokulmuyor ve ifl kartlar› güvenlik görevlileri taraf›ndan toplan›yor. Marmaray direnifli de o gün bafll›yor. Direnifl mesai saatlerinde

imar iznidir” diye görüş bildirmişti. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da Belediye Meclisi’nin kararına saygı duyduğunu ifade etmişti. ARAZiLER YANDAfiA Bir kamu yatırımı olan Tekel’in

binaları cumhuriyetin ilk yıllarında yapıldıkları için zamanla bulunduğu kentlerin merkezlerinde kalmış ve şimdi rantları oldukça yüksek. Tekel’in arazileri hükümet yandaşı vakıflara, şirketlere Maliye Bakanlığı aracılığıyla hibe edilirken, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından araziler için açılan ihaleleri de adı sanı duyulmamış şirketler alıyor. Tekel’in İstanbul Cevizli’deki arazisi ise 49 yıllığına Bilim Sanat Vakfı’na verildi. Milli Görüş çizgisine yakınlığıyla bilinen Bilim Sanat Vakfı’nın eski başkanlarından biri de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu. Bilim Sanat Vakfı kendilerine verilen araziye 2008 yılında kurduğu Şehir Üniversitesi’nin kampusunu yapmayı düşünüyor. İstanbul Paşabahçe’deki Tekel fabrikasının ihalesini 300 milyon lirayla satın alan As Asya, ihale teminatını dahi ödemeden araziyi 375 milyon liraya satmanın peşinde. Konuyla ilgili olarak Özelleştirme İdaresi Başkanlığı 30 bin liralık teminatı yatıran her şirketin ihaleye girebileceğini söylerken As Asya’nın ihale bedeli olan 300 milyonu zamanında yatırmazsa ceza alacağını ifade etti.

Hem içerde hem d›flarda ERHAN ALTIPARMAK

devam ediyor. ‹flçilerin hiçbiri sendika üyesi de¤il. Ancak hemflerilik iliflkileri ve yak›n yerlerde oturmalar› iflçilerin birbiriyle dayan›flmas›n› pekifltiriyor. ‹çlerinde eskiden sendika (örne¤in Tekstil-Sen) deneyimi olan az say›daki iflçi, di¤er iflçi arkadafllar›na yol gösteriyor. ‹flkollar›ndaki Yol-‹fl sendikas›n›n direnifle kay›ts›z kalmas›ndan ise flikâyetçiler. Osman Can, direniflin ilk günlerinden itibaren patronun direnifli k›rmak için elinden geleni yapt›¤›n› söylüyor. ‹flçilerin kendisini tehdit etti¤i yalan›n› uyduran patronun bir yandan da iflçileri “sen bizdensin, onlardan ayr›l senin tazminat›n› verece¤im” fleklinde vaatlerle kand›rmaya çal›flt›¤›n› söylüyor. Çaylar›m›z geliyor, Osman devam ediyor anlatmaya, sivil polislerin flantiyede baret ve yelek giyip dolaflt›¤›n› söylüyor. ‹flçilerden biri, her gün 4 polis ekibinin çeflitli vesilelerle kendilerini taciz etti¤ini söylüyor. Direnifl flantiyedeki iflçileri de etkiliyor. Patron direniflin içeriye s›çramamas› için yemekhaneyi iyilefltirip sigorta primlerini tam yat›rmaya bafllam›fl. Polis ve patron bask›s›na karfl› mücadele eden iflçilerin en büyük s›k›nt›s› ise ‘maddiyat’. Ücret alamayan, tazminatlar› verilmeyen iflçiler geçimlerini sa¤lamak için kalem sat›yorlar. Kamuoyu deste¤inin çok az oldu¤unu söyleyen iflçiler duyarl›l›k yaratmak için alt iflveren Polat Deniz ‹nflaat A.fi ve üst iflveren Gama-Nurol firmas›n›n önünde eylemler yap›yor. Sohbet sürerken iflçilere tütün veriyoruz. Sigaralar sar›l›rken Tekel direnifli ak›llara geliyor ve Marmaray iflçilerinin Tekel iflçilerini desteklemek için Ankara’ya gitti¤ini de ö¤reniyoruz. ‹flçiler aralar›nda oluflturdu¤u bir komite ile direnifli yürütüyor. Komitenin içinde yer alan Osman, Valili¤in günde 33 lira yevmiyeyle ifl bafl› yap›n dedi¤ini, kendilerinin ise güvence konusunda ›srarl› olduklar›n› dile getiriyor. ‹flçiler, valilikten olumsuz bir yan›t gelirse “Tekel iflçilerinin yan›na bir çad›r da biz ekleriz” diyorlar.

Ocak ay›n›n 28’inde idari izne ç›kar›lan ertesi gün evlerine gelen tebligatlarla iflten ç›kar›lan Birleflik Metal-‹fl sendikas›na üye 108 Akkardan iflçisi fabrika d›fl›nda direnifle geçti. Çal›flan iflçiler ise arkadafllar›na içeriden destek veriyor. Gebze’de bulunan Akkardan iflçileri 11 fiubat’tan beri fabrika önünde direniflteler. ‹flçilerin ifllerine son verilmesinin gerekçesi ise ekonomik kriz. 360 çal›flan› bulunan Akardan, Valid Faruk Ebubekir taraf›ndan 2004 y›l›nda Sabanc› Holding’ten sat›n al›nm›fl ve 1 y›l önce ekonomik krizle sars›lm›flt›. Bu sürede fabrika yönetimi ‹fiKUR’a baflvurmufl ve iflçiler bir y›lda haftada sadece 3 gün çal›flm›fl, iflçilere yap›lan ödene¤in geri kalan›n› ‹fiKUR sa¤lam›flt›. Akkardan iflçileri 28 Ocak tarihinde ekonomik kriz dolay›s›yla idari izne ç›kar›ld›lar. Ertesi gün ise iflçilerin kâbusu oldu. ‹flçilerin evlerine iflten ç›kar›ld›klar›n› bildiren tebligatlar gelmeye bafllad›. Gebze, Pendik, Dar›ca, ‹stasyon gibi bölgelerde oturan iflçiler kahvehane ve ev toplant›lar› yapmaya bafllad›lar. Bunun ard›ndan Birleflik Metal-‹fl Genel Baflkan› Adnan Serdaro¤lu ile görüflüp sendikay›

biLgilendirdiler. Sendika ile görüflmeler yapan iflçiler, iflten ç›kar›lmalar›n sendikaya da bildirilmedi¤ini ö¤rendiler. Sendika ile fabrika yönetimi hala toplant›lar yaparak uzlaflma sa¤lamaya çal›fl›yor. ‹flçiler, iflbafl› yapmak, fabrika yönetimi ise tazminat› 2 taksite bölerek iflçilerin ç›k›fllar›n› yasal hale getirmek istiyor. Çal›flan iflçilerden destek

Fabrikadaki di¤er iflçiler, direniflteki arkadafllar›na destek verme karar› ald›. Bu nedenle her sabah ifle girifl saatlerinden önce iflçilerle kucaklafl›yor, birlikte sloganlar atarak fabrika yönetimini protesto ediyor, ard›ndan iflbafl› yap›yorlar. ‹flçiler direniflin sertleflmesi durumunda ise fabrikaya yapt›r›m uygulayacaklar›n› söylüyorlar.

gerekçesiyle ya da sendikalaştıkları için işten atılan tüm işçiler için örnek oluşturmaktadır." dedi. Mahkeme kararının Tekel işçilerinin mücadelesine de moral olacağına inandığını söyleyen Belediye-İş, direnişe destek veren herkese teşekkür etti. Belediye-İş, kalan 9 işçinin hukuksal sürecin tamamlanmasını beklediklerini belirtti.

‹flçi mücadelesi ve siyaset eçtiğimiz hafta sonu DİSK’in kuruluş yıldönümü Marmara Bölgesi temsilcileri toplantısı yapılarak kutlandı. Toplantıya Tekel direnişinin yanı sıra Birleşik Metal-İş sendikasının yürüttüğü mücadelenin bir kez daha ortaya çıkardığı gerçeklik damgasını vurdu. İşçi mücadelesi öbek öbek her yerde sürüyor. Sanırım Bursa veya Balıkesir tarafındandı, genç bir işçi kardeşimiz söz aldı. Birleşik Metal’e üye olduğu için işten atılmıştı, üstelik aynı fabrikada işçi olarak çalışan eşi de onunla birlikte atılmıştı. Diğer Birleşik Metalciler gibi onlar da bu zulüm karşısında direnişi seçmişlerdi. Türkiye’nin pek çok yerinde irili ufaklı değişik sendikaların örgütlediği bu tür direnişlerin sayısı az değil ancak sadece kendisini ısıtan, çok uzaktan görülemeyen küçük küçük ateşler olarak kalıyorlar. Diğer taraftan Tekel Tufan işçilerinin mücadelesi ise çok Sertlek başka bir boyutta devam ediyor. Hükümet ay sonunda Dev Sa¤l›k-‹fl Tekel direnişine müdahale Genel Sekreteri edeceğini açıkladı. Sendika Başkanı Mustafa Türkel ise açıkça “Yıkarlarsa yenisini yaparız” diye meydan okudu. Tekel direnişi önce sermaye sınıfının“eski çamlar bardak oldu” diye anlattığı işçi sınıfının küllerinden yeniden doğuşunu müjdeledi. Yaşı 50’yi geçenlerin özlemini giderdi yaşı 30’dan küçük olanlara ise “Aaa, kitaplarda yazılan doğruymuş, meğerse gerçekten işçi sınıfı diye bir şey varmış” dedirtti. Şimdilerde ise Tekel direnişçileri gerçek anlamda hükümetin tek muhalefeti olarak mücadele ediyor. Neye karşı? Vahşi kapitalizmin kurulması için olmazsa olmaz olan “güvencesiz çalışma”ya karşı. Bu, güncel emek siyasetinin ta kendisidir. Hükümet 8 yıldır ilk kez halkla cepheden karşı karşıya gelmiş olmasına, bütün büyüsünün bozulmuş olmasına rağmen saldırı kararı almaktan çekinmedi. Çünkü başka çaresi yok! Vahşi kapitalist bir düzeni yönetmek için taviz vermemesi şart. Tekel işçileri bu tarihi süreci bütünüyle kendi inisiyatifiyle başlattı ve sendikal örgütlülüğünü buna zorladı. Bu sürecin arkasında herhangi bir siyasal parti yok, bu süreç herhangi bir “siyasal” stratejinin parçası değil. Ama çok açık ki, şimdiye kadar hükümeti yıpratan en güçlü muhalefet oldu. Bugünlerde değişik ortamlarda sık sık şu cümle kuruluyor: “Bu mücadelenin siyasallaşması gerek. Ah bir de işçi sınıfının öncü partisi olacaktı..!” Peki bu mücadelelerin siyasallaşmayla ilgisi ne? Tekel işçisinin mücadelesi iktidarın karşısına çıktığı için siyasal, Birleşik Metal işçisinin mücadelesi bunu yapamadığı için siyasal değil midir? Yukarıda bahsettiğim Birleşik Metalci işçi kardeşimiz (muhtemelen aynı gadre uğrayan diğer sınıf kardeşleri gibi) sendikaya üye oldu diye, ailece insafsızca saldırıya uğramasını kabullenememiştir. “Neden?” diye sormuştur. “Neden bu gaddarlık, vicdansızlık?” Oysa sermaye sınıfı gayet bilinçli ve soğukkanlıdır. Zira sendikalı bir işçinin onun can suyu olan artı değer sömürüsüne yönelmiş en ciddi tehlike olduğunu bilir. Yani kapitalizmin özü olan artı değer sömürüsü... Artı değer sömürüsü parasal ifade edildiği yanılsamasıyla ekonomik değil siyasal bir egemenlikle gerçekleşir. Bu anlamıyla artı değer sömürüsünün sınırlandırılması için uğraşan Birleşik Metal işçisinin mücadelesi de esas itibariyle siyasal içeriktedir. Zira sermaye sınıfının siyasal egemenliği işçinin emek gücünü kullandığı bütün sürece içerilmiştir. Kuşkusuz ezilenlerin, yoksulların, emekçilerin mücadelesinin kalıcı bir başarıya ulaşması için bir siyasal programa sahip olması ve iktidara gelmesi şarttır. Ama siyasal mücadele Tekel işçilerinin gösterdiği gibi kimsenin tekelinde değildir.

G


10

8 MART’IN 100. YILI 19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010

Halk›n Sesi

100. YILINDA 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

Kadın mücadelesinin yüzyılı ‘Kızlarımızın kızları bizimle gurur duyacak’ demişti yüzyılın başında kadınların oy hakkı için mücadele eden Sufrajetler. Şimdi oy hakkı için, kendi emeği ve bedeni üzerinde söz sahibi olmak için mücadele eden kadınların torunları tarihe bakıyor, onlara “İyi ki yapmışsınız” diyor

‘Hanımlar herşey bizim olacak’ 8 Mart Dünya Kad›nlar Günü 2009 Kutlamalar› ‹stanbul Binlerce kad›n Kad›köy’de düzenlenen mitingde bulufltu

T

arihte kadının izini sürmek zor. On binlerce yıldır topluma egemen olan erkek, tarihi de kendisi için kendi gözünden yazmış. Bu nedenle kadının özgürlük ve eşitlik hareketinin önemli bir parçası da kendi cinsinin verdiği mücadelenin tarihini öğrenmek. KADINLAR YÜRÜYOR Türkiye’nin ilk feministlerinden Fatma Nesibe 1911’de yaptığı bir konuşmada ardımızda bıraktığımız yüzyılı şu sözlerle karşılıyordu:”Ey yirminci asır! Ey kadın asrı! Bir inkilabın başlangıcında bulunuyoruz” Fatma Nesibe’nin başlangıcını ilan ettiği kadınların asrı, ardında eşsiz kazanım ve deneyimler bırakarak sona eriyor. Yüzyıl boyunca kadınlar, verdikleri mücadele sayesinde seçme seçilme hakkı, bedeni üzerinde söz hakkı kazandılar. Yüzyılda yitirilenleri unutmadan, kazanılanları kaybetmeden mücadele ettiler. Yok sayılmaya karşı “kadınlar vardır” dediler. Dünyanın dört bir yanında buluştular yürüdüler yürüdüler ve yürüdüler: Şimdi kadınlar yürüyor, mücadele büyüyor…

KRONOLOJ‹K B‹R HATIRLATMA 1900 1 Mayıs - İngiltere'de oy hakkı için Lancashire'de dilekçe kampanyası başlatıldı. 1903 - Kadın hakları mücadelesinin dünyadaki ilk öncülerinden Emmeline Pankhurst, İngiltere'de kadınların kurtuluşu mücadelesini yürütmek üzere "Toplumsal ve Siyasal Kadın Birliği"ni kurdu. Pankhurst kadın işçilerin sendikal

alanda örgütlenmesi için önemli bir mücadele yürütmüş, İngiltere’deki büyük tekstil grevi sırasında işçilerin çocuklarını trenlerle ülkenin dört bir yanındaki sosyalistlerin yanına yollayarak çocuk bakımını sınıf dayanışmasıyla kolektifleştirmeyi sağlamıştır. 1906 - Londra'da ilk oy hakkı gösterisi yapıldı. 1908 - Almanya'nın tümünde kadınların siyasi partilere üye olması kabul edildi. 1908 10 Mayıs - Kadın iplik işçileri Bursa'da greve çıktı. 1910 - Kopenhag'da İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Kongresi toplandı. Bu kongrede Clara Zetkin 8 Mart'ın Uluslararası Kadınlar Günü olarak benimsenmesini önerdi. Öneri kabul edildi. 8 Mart kadınların günü oldu. 1911 - Yaz aylarında İngiltere'de 21 fabrikasında 15 bin örgütsüz kadın işçi greve gitti. 18 fabrikada örgütlenme hakkını kazandılar. 1913 28 Mayıs - Osmanlı'da ilk feminist örgüt sayılabilecek Teali-i Nisvan kuruldu. 1915 - Clara Zetkin ve Rosa Lüksemburg Bern'de savaşa karşı Uluslararası Kadın Konferansı’nı düzenledi. 1917 - Ekim Devrimi Petrograd'lı kadın işçiler tarafından başlatıldı. 1918 - İngiltere'de 21 yaşına basan her erkek, 30 yaşına basan her kadın oy hakkı kazandı. Bu karar 1928’de “hem kadın hem de erkekler 21 yaşında oy kullanabilir” şeklinde değişikliğe uğradı. 1923 14 Haziran - Kadınlar Halk Fırkası (Partisi) kuruldu. Nezihe Muhiddin başkanlığında

Yüzy›l›n bafl›nda eflit ifle eflit ücret talepli kad›n grevlerinden birisi Dövizlerden birinde ‘kazanana kadar mücadele etmeliyiz’ yaz›yor

Emeğimizin görünür kılınması nasıl ancak biz kadınların mücadelesiyle sağlanacaksa kadınların mücadelelerine ve tarihlerine sahip çıkmak da yine bize düşer. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün yüzüncü yılı vesilesiyle Kibele, yüzyıllık mücadele tarihinden kesitleri sunuyor kurulan Fırka’nın tüzüğünde “kadın hakları mücadelesi sadece fikri değil fiili bir harekettir” ilkesi yer alır. Parti başvurusu Dahiliye Vekaleti’nde sekiz ay bekletildikten sonra kadınlara olumsuz yanıt geldi. 1926 17 Şubat - Türk Medeni Kanunu kabul edildi. 1930 5 Aralık - Anayasa değişikliği ile kadınlara yerel ve genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı tanındı. 1936 6 Şubat - Nezihe Muhiddin ve Şaziye Berrin genel seçimlerde bağımsız aday oldular. 1960 25 Kasım - Dominik Cumhuriyeti diktatörü Rafael Trujillo’ya karşı demokrasi ve

özgürlük mücadelesi veren Mirabel kardeşler Patria, Minerva ve Maria Teresa öldürüldü. Üç kadının ölüm yıldönümü 1999’da Birleşmiş Milletler tarafından Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü ilan edildi. 1969 - İngiltere'de kadın sendikacıların desteklediği eşit ücret gösterisi düzenlendi. 1968-78 yılları arasında birçok alanda kadınların ücretleri 3 kat ile 7 kat arasında artış gösterdi. 1972 - Şiddet gören kadınlar için ilk sığınmaevi İngiltere’de açıldı. 1973 - Amerika'da kürtaj yasallaştı. 1975 - 8 Mart Dünya kadınlar günü BM tarafından resmen tanındı. 1976 1 Şubat - İlerici Kadınlar Derneği (İKD), 1976 tarihinde Ankara'da "Evlat Acısına Son" mitingi düzenledi. 1983 27 Mayıs - Türkiye’de kürtaj yasallaştı; ancak evli kadınlar kürtaj olabilmek için kocalarından izin almak zorundaydılar. 1987 17 Mayıs - İstanbul’da 2 binden fazla kadın dayağa karşı kampanya kapsamında bir yürüyüş düzenledi. Bu yürüyüş Türkiye kadın mücadelesinin en kritik dönemeci oldu. Kadın hakları konusundaki çalışma ve kadına yönelik şiddete karşı mücadele hız kazandı. 1988 Aralık - Harita Genel Müdürlüğü’nde işe alınacak kadınlardan bekâret raporu istenince Harita Genel Müdürlüğü telgraf yağmuruna tutuldu. Pek çok kadın bu konuda bir kampanya yürüttü. 1989 2 Kasım - Kadınlar, cinsel tacize dikkat çekmek için

"Bedenimiz Bizimdir, Cinsel Tacize Hayır" (Mor İğne) kampanyası başlattı. Kampanya erkeklerin cinsel saldırılarına karşı kuvvetli bir başkaldırı olarak hafızalara kazındı. 1990 3 Kasım - İstanbul'da Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı açıldı. Vakıf feminist bir anlayışla şiddet gören kadınlar için hizmet verdi. 1992 8 Mart - Dünya Kadınlar Günü nedeniyle İstanbul ve Adana'da düzenlenen kutlama yürüyüşlerine polis saldırdı. 1995 Şubat - Milli Eğitim Bakanlığı okul müdürlerine kız öğrencilerin iffet denetimi yetkisini verdi. Bunun üstüne pek çok yerde eylem başladı. Aynı dönemde "kadından sorumlu" bakan bekâret kontrolünü savunan açıklamalar yaptı. 1998’de bekâret kontrolünün mağdurun rızası alınarak, tecavüz gibi suçlarda hâkimin kararı ile yapılabileceğine dair bir genelge yayınladı. 2000 - İlk Dünya Kadın Yürüyüşü başladı. Yürümek için 2000 Haklı Neden sloganıyla 55 ülkeden 4000'i aşkın kadın bir yıl süren eylemler yaptılar. 2001 - Türkiye’de kamu emekçisi kadınlar, başarılı eylemleri sonucu 12 Eylül asker darbesi sonrası kaybettikleri “pantolon giyme” hakkını kazandı. 2005 - İkinci Dünya Kadın Yürüyüşü, İnsanlık İçin Küresel Kadın Şartı sloganıyla 50 ülkede binlerce kadının eylemleriyle beraber gerçekleşti. 2010 - Üçüncü Dünya Kadın Yürüyüşü: Üçüncü Küresel Eylem Yılı ilan edilen yürüyüşte kadınlar ortak çıkar, barış, sivilleşme ve kadın emeği olmak üzere dört ana başlık için eylemler yapacaklar.

Geçmişten bugüne 8 Mart 8

Mart 1857- NewYork’ta kadın tekstil işçilerinin gösterisine polis saldırdı. İki yıl sonra Mart ayında, tekstil işçisi kadınlar ilk Kadın İşçiler Sendikası’nı kurdular. Ağustos 1907- Clara Zetkin, II. Enternasyonal yıllık toplantısında, eşit işe eşit ücret ve tüm kadınlara oy hakkı talepleriyle her yıl uluslararası bir kadın gösterisi yapılması önerisini ilk kez dile getirdi. 8 Mart 1908- NewYork’ta iğne işçisi kadınlar “Ekmek ve Gül İstiyoruz” sloganıyla 15 bin kişilik bir gösteri düzenlediler. Aynı yıl Mayıs ayında, Amerikan Sosyalist Partisi, Şubat ayının son Pazar gününü Ulusal Kadın Günü ilan etti, ABD’deki gösteriler 1913’e kadar sürdü. 1910- Kopenhag’da yapılan

Uluslararası Sosyalist Kadınlar Kongresi, Clara Zetkin’in, her yıl, 1908 gösterileri anısına bir Uluslararası Kadınlar Günü gösterisi düzenlenmesi önerisini kabul etti. Bağlayıcı bir tarih belirlenmedi. Şubat 1913- Rus kadınları, ilk Uluslararası Kadınlar Günü gösterisini düzenlediler. Avrupa’daki gösterilerde I. Dünya Savaşı’na karşı tepkiler öne çıktı. 8 Mart 1917 (Eski Rus takvimine göre 23 Şubat) Petrograd kentinde kadınlar Ekmek ve Gül talep eden bir gösteri düzenlediler. Gösteri, Çar’ın devrilmesi ve Şubat Devrimi’nin başlamasıyla sonuçlanan olayları başlattı. 1921 - TKP, Türkiye’de ilk 8 Mart kutlamasını yaptı. 1922- Lenin, Clara Zetkin’in

önerisiyle Uluslararası Kadınlar Günü’nü Sovyetler Birliği’nde resmi tatil ilan etti. 8 Mart 1968- 2. Dünya Savaşı sonrasında yapılmayan Uluslararası Kadınlar Günü, ABD’nin Chicago kentinde kadınlar tarafından yeniden başlatıldı. 1975 - Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 8 Mart tarihini Birleşmiş Milletler Kadın Hakları ve Uluslararası Barış Günü, aynı yılı Uluslararası Kadın Yılı ilan etti. Meksika, Kopenhag, Nairobi ve Pekin’de yapılan Dünya Kadın Konferansları’nda alınan kararlar, daha sonra kadının insan hakları konulu çalışmaların temelini oluşturdular. 16 Aralık 1977 - İlerici Kadınlar Derneği 8 Mart’ı Düya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutladı.

T

ürkiye’nin ilk feministlerinden Fatma Nesibe’nin 1911 yılında Beyaz Konferanslar adlı kadın toplantılardan birinde yaptığı bir konuşmadan alıntı. Bugün kadın nedir? Erkeklerin kadınlara karşı meşhur-ı alem (dünyaca meşhur) olan nezaketlerine rağmen, sorarım, bir ‘alet-i zevk’, bir ‘çocuk makinesi’, ‘tatlı et’den başka birşey mi? Sizler nispeten kaba, çirkin olsa da oldukça tahammül edilir bir hayata maliksiniz: muhitinizden biraz daha aşağıya baksanız, gözleriniz kararır, tüyleriniz ürperir hanımlar! Oralarda ah oralarda, kadın öyle murdar, siyah paçavralardır ki, en adi, en müstekreh (iğrenç) işler için saklanır, kıskanılır. Evet hanımlar emin olun biz böyle kalmayacağız. Bir gün büyük bir gün gelecek ki, yükseklerde gördüğümüz ve korktuğumuz herşey bastığımız yerlerde sürünecek... Biraz haris olalım (açgözlü) herşey bizim olacaktır. (Kaynak: NTV Tarih, Sayı 11, Aralık 2009)

‘Kadınlar günü de nedir?’ S

osyalist kadın mücadelesinin öncülerinden Aleksandra Kollontai’nin, 17 Şubat 1913’de Pravda gazetesinde kaleme aldığı yazısından: “Kadınlar Günü” de nedir! Gerçekten gerekli midir? Bu burjuva sınıfına, feministlere ve kadınların oy hakkı hareketine verilmiş bir taviz değil midir? İşçi hareketinin birliğine zarar vermez mi? Bu tür sorular, yurtdışında artık duyulmazken Rusya’da hala duyulabiliyor. “Kadınlar Günü” kadın proletarya hareketinin uzun, sağlam zincirinin bir halkasıdır. İşçi kadınların örgütlü ordusu her yıl biraz daha büyüyor. Ne büyük bir güç! Bu dünyanın efendilerinin yaşam maliyetleri, annelik sigortası, çocuk emeği ve kadın emeğini koruma yasaları konusunda dikkate almaları gereken bir güç. (...) Erkek işçilerin sermayeyle mücadele etme yükünü tek başlarına omuzlamaları, ‘eski dünyayı’ kadın milletinin yardımı olmaksızın alaşağı etmeleri gerektiğini düşündükleri bir dönem vardı. Ama, kadın işçiler emeğini satanların saflarına katılmaya zorlandıkça, erkek işçiler de kadınları “sınıf bilinçsiz”lerin safında bırakmaktan sadece zarar gördüklerini anladılar. Ama sobanın yanında oturan, toplumda, ailede ve devlette hiçbir hakkı olmayan kadının ne bilinci olabilir? Kendine ait fikirleri bile olamaz. Ona herşeyi kocası ya da babası söyler...İşçi kadınlar arasında yapılacak her türlü özel, ayrı çalışma kadın işçinin bilincini yükseltmenin ve onu daha iyi bir dünya mücadelesine çekmenin bir aracıdır. Bu yüzden erkek işçiler ne ayrı Kadınlar Günü’nden, ne kadın işçilere yönelik özel konferanslardan ne de özel kadın yayınlarından korkmasınlar. Bırakalım hem ortak davaya hem de kendi kadınsal kurtuluşlarına hizmet etmenin coşkusuyla kadınlar Kadınlar Günü kutlamalarına katılsınlar.


11

YÜZ YÜZE 19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010

Halk›n Sesi

İşçinin evreninden Tekel

Tekel direnişi üzerine çok yazıldı, çizildi. Şu an görünene bakarak yepyeni yorumlar yapmak pek mümkün değil. Öyleyse, yaşananları uzun yılların deneyimine vurarak yorumlayıp daha derin ve geniş bir bakış sunan isimlere başvurmalı. Son 43 yılını sendikacı, araştırmacı, yazar olarak sınıf mücadelesine adayan Şükran Soner de bu isimlerden biri.

“İşçinin Evreninden” adlı köşesinde, yaşananlara sınıfın penceresinden bakan yazılar yazmayı sürdüren Soner’le Cumhuriyet gazetesindeki bürosunda bir söyleşi yaptık. Soner 1963’ten günümüze bütün süreci oldukça duru bir şekilde özetledi. Aşağıda yalnızca bir bölümünü yayınladığımız söyleşinin tam metnini önümüzdeki günlerde Sendika.Org’da yayıMlayacağız.

İncinenlerin ittifakı bu T

ekel’de bir algılama oluştu biçiminden ötürü. İktidar gerçekten çok zalim. Rest çekiyor falan. Çok zalime karşı çok mağdur, ama dayanan birileri var

B

üyük bir şeyin kalmadığı noktada, örgütlülüğün bir refleksi birleştirmesini görüyoruz şimdi. Örgüt ortak sorunlar paydasına bir çatı oluşturuyor

AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN ükran Soner, arada soru sormamıza gerek bırakmadan Tekel direnişine ilişkin gözlem ve analizlerini aktardı. Özal’la başladı, Özal’dan da beter dediği Erdoğan iktidarıyla ve Tekel direnişiyle devam etti. Neydi Tekel işçisini sokağa döken ve direnişini bu kadar önemli kılan şey? Soner’e kulak veriyoruz:

Ş

ÖZAL’IN UMACISI Turgut Özal’ın yarattığı bir umacı vardı: Sözleşmeli çalıştırma. Kamuda çalışıyor ama ne işçi, ne memur. Dünyada örneği yok. Türkiye bu yüzden Uluslararası Çalışma Örgütü’nde (ILO) hesap veriyor. Sözleşmeliyi önce Özal icat etti. O zaman, manşet haberler yaptık. Yeniydi bu. Yasal güvencelere aykırıydı ve kitlesel kullanılıyordu. Şimdi bakıyoruz kamuda sözleşmelilerin sayısı 400 bine yaklaşmış. İşçilerin sayısı da 500 binin altına düşmüş durumda. Geçen yılın istatistiklerine göre, işçiyle sözleşmeli arasında 100 bin kalmış. Böyle bir umacı var. Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) kapandığı için işçi sayısı düşmüş. Yeni işçi alınmamış, sözleşmeli alınmış ya da memur olarak alınmış. Şimdi komediye bakın ki, imamı da memur olarak alıyor, doktoru da, polisi de. Bunlar dünyada hep işçi. Ama öğretmeni işçi olarak değil, sözleşmeli olarak alıyor. Memur olarak da alıyor ama az alıyor. Memur kadrosu açmıyor. Belediyeler kamuya bağlı. Belediyelerdeki kapanan ve emekli olan memur ve işçi kadrolarını çekiyor geriye “Sözleşmeli çalıştır, 4/C’de çalıştır” diyor. 4/C K‹M‹N ‹CADI? Bu hükümet de 4C’yi icat etmiş. Onu da ben kendi adıma, Tekel direnişiyle öğrendim. Oysa 2004’ten beri uyguluyormuş. 2004’ten beri uygularken de diyor ki; “Ben geçici işçi çalıştırırım.” Özelleştirdiği işletmelerde açıkta kalan işçileri, özlük haklarını koruyarak ya özelleştirilen şirkete devretmesi ya da kamuda istihdam etmesi lazım. Bunların dışında çalıştırmak için 4/C’yi çıkarıyor. İşe sürekli aldım diyor ama sözleşme bir yıllık. Özel sektör patronu bile sizi bir yıllık sözleşmelerle alıp çalıştırsa 3 yıl-5 yıl, şirket adlarını değiştirse, yer değiştirse, çalışma koşullarını değiştirse; işçi hakkını aradığında yargıda mahkum olur. Yani yasadışı bir uygulama bu. Bir kararnamesi var 2004’teki, bir de bu yıl çıkardığı Bakanlar Kurulu kararı var hükümetin. Şubat ayında Resmi Gazete’de yayınlandı ve yürürlüğe girdi. Şimdi 4/C’yi 2004’ten beri uyguluyor. Elimde 2 tane istatistik var. 2007’de 4/C’de çalıştırdığı işçilerin sayısı 69 bin. 2009’da onu 18 bine düşürmüş. Bu yıl içinse, Tekel’i de hesap ettiğinde toplam 38 bin 200 diyor. Hani bunlar özelleştirilmiş işyerlerinde açıkta kaldıkları için işe alınıp, emekli olana kadar devamlı çalışanlardı? Her yıl keyfe keder belirliyor rakamı. Çünkü bir yıllık sözleşmeler yapıyor. Yani üç yıl içindeki rakamlara bakın 69 bin, 18 bin, 38 bin. İki yılda 69 binden 18 bine düşürdü ama çoğu insan birbirinden habersiz. Türkiye’nin her yerine dağılmış bu insanlar çünkü.

Geçmişteki özelleştirmelerden haberi yok. Herkes kendi başına geldi zannediyor. Kimse kimseden haberli değil ki. Her yıl istediği gibi oynar. Verdiği sözün yasal hiçbir güvencesi yok, çünkü Resmi Gazete’de sözleşmenin 11 aylık olacağını öngörüyor. Geçtim sosyal devleti, anayasal güvencelere aykırı bir şey. NEREDEN ÇIKTI BU EYLEM? Şimdi burada, bunu duyarak, kulaktan dolma öğrenerek tepki vermiş bir işçi eylemi, Tekel eylemi. Bu eylem bizim alıştığımız eylemlerin hiçbirine benzemiyor. Çünkü önceden onu motive eden bir olay yok. 1980’lerin bahar eylemlerinde, Zonguldak yürüyüşünde onları motive eden bir örgütlülük vardı her şeye rağmen. Bir siyasi algılama vardı. Ama bu arada o kadar çok kopuş oldu ki. İşçinin kimliği değişti. DİSK’liler hapisten çıkıp örgütlenmeye çalıştıklarında ağızlarından düşürmedikleri bir söz vardı: “Tanımıyoruz yeni işçiyi. İletişim kuramıyoruz.” Sınıf kimliği gitmiş. İşçide sendikal bilinç yok. Ama kaybedecek bir şeyin kalmadığı noktada ortaya çıkan sınıf refleksi var sadece. O refleksi nasıl göstereceğini de önceden biliyor değil. Yine dünyada örneği görünmeyen farklı bir eylem biçimi. Gandhi’nin pasif direnişine benziyor bir tek. Ama bir toplumsal geçmişi var. Ne zaman ki iktidarlar özelleştirmeden işsiz kalanları işe yerleştirmedilerse, açıkta kalanlar çaresiz eski sendikalarının ve eski örgütlerinin kapısına dayandılar. Türk-İş’in kapısında toplanmanın böyle bir geleneği var. Ama daha düşük sayılarla. Tekel işçileri önce hükümete ses duyurmak üzere Abdi İpekçi’ye gittiler. Oradan atılınca da daha bilenmiş bir şekilde Türk-İş’in etrafına geldiler. Belli ki, klasik sendika liderliklerinin bu 4/C

“Ben padişahım” diyor, “Her şeyi ben bilirim, ben yaparım.” Bu üsluptan bir gocunma var. Bir incinme var. Bir incinmenin ittifakı bu. uygulaması hakkında fikirleri de yoktu. Herkes kendi başına geldiğinde uğraşmış. Mesela yol iş kolunda toplu işsiz kalmışlardı özelleştirmelerle. Bayram Meral o zaman hem Türk-İş’in, hem Yolİş’in başkanıydı. Hükümetle otururdu, kavga ederdi, pazarlık yapardı. Bunları işe sokmaya çalışırdı, işçiler de Türk-İş’in kapısında toplanırlardı. Pazarlığa bağlı olarak bizim Güven Park eylemimiz kaldırılmaya kalkılırdı, anlaşmış olurlardı onlar için. Ama hükümetle asıl uyuşmazlık konularımız kalmış olurdu. Böyle şeyler yaşadık. Bir geleneği var dediğim şey bu. Ama bu kadar büyük sayılarla olmadı. Efi KADER, Efi ÇARES‹ZL‹K Hani Bakan dedi ya, “bizim suçumuz merhametti” diye, onun kendi mantığıyla doğruluk payı var. Çünkü Tekel’i son dakikada tamamen işçisiz satmak gibi bir vurgun, çıkar hesabı yapılınca, işçi ve sendika bunu engellemesin diye, bunların hepsini işten atmadan sonradan kapatacakları depoların kadrosuna almışlar. Çünkü daha derli toplu bir sendika var, Tek

Gıda-İş görece büyük sendikalardan biri. Ama bu şekilde işçileri bir arada tutmuş oldular. Hepsi için bir işverenlik yaratmış oldular. Bence o hani bizi şaşırtan Ege’den, Güneydoğu’dan, Karadeniz’den, kadın, erkek, hepsi eş dağılımlı Türkiye haritası gibi duran o çadırlar bundan dolayı böyle. Çünkü eş bir kaderi paylaştılar. Otomatik olarak olayların akışı onları eş kaderde, eş çaresizlikte buluşturdu. GÜVENCEL‹ GÜVENCES‹ZLEfiTi Şimdi, “Canım bu kadar işsiz var” falan, derken atlanan bir şey var. Dünyada güvence öncelikle en yukarıdakinin güvencesidir. O kırıldığı zaman herkesinki kırılır. Buradaki olay örnekleme olayı. En garantili işi olan işçi, en garantisiz duruma geliyor. Yani kendiliğinden düşük ücrete de razı oldular biliyorsunuz, yeter ki iş güvencesi olsun dediler. İşte bunların hepsi, bu akışın ürünü. Onun için de özgün, çok farklı bir eylem; bizi şaşırtan bir dayanma biçimi. Oturuyorlar. Eylem de değil, eylemde öfkeniz bilenir deşarj olursunuz. Hayır oturuyorlar. Hiçbir şey yok. Buradaki direnme, giderek beynin sadece o olaya odaklanması… Onun sonrasını düşünemeyecek noktada olmak. Çaresizliğin direnmesi. Ama görüyorsunuz Özal “ben bunu kıracağım” diyor. Özal diyorum (gülerek düzeltiyor), Erdoğan, Özal’ın çok daha kuralsızı. Aralarındaki fark dünyanın ve Türkiye’nin daha kuralsızlaştığı, daha büyük örgütsüzlük, işsizlik, sosyal kırılma ve dampinge gittiği bir süreçte daha acımasız bir noktaya gelinmiş olması. Onun için Erdoğan, Özal’dan daha atak daha vahşi. Dünyada emek hakları bakımından çok daha vahşi bir süreç yaşanıyor. Bu vahşi süreçte konumunu korumaya çalışan insanların refleksi de böyle oluyor.

Kürt işçi neden önlerde duruyor?

S

oner, Kürt işçilerin neden bu kadar ön planda olduğunu ve ailelerin desteğini de çok anlaşılır bir şekilde yorumluyor: “En büyük refleks Doğu’dandı, çok çıplak olarak. Bir sene sonrası için asla güvenemiyor iktidara. Rakamları falan belki bilmiyor ama yaşayarak biliyor. Bu adamı düşünün, Güneydoğu’da Tekel işçisi. Hiçbir işletme yok. Karadeniz’de, hiçbir fabri-

ka yok. Bütün Karadeniz sahil şeridinde tek fabrika özel sektörün bir fındık fabrikası, çikolata fabrikası. Böyle olunca kaybedilen şey çok büyük. Sadece ücreti yüksek olduğu için değil. Emeklilik güvencesine doğru epey bir yol almış. Ailenin bütün yükünü almış. Aynı zamanda ailenin işsizine de, yaşlısına da o bakıyor. Aile çöküyor. Yani o müthiş aile desteği oradan geliyor.”

Mesela 15-16 Haziran Direnişi’nde, sokaklara çıkanların üçte ikisi Türk-İş’e bağlı işçilerdi. Çünkü onlar çoğunluktaydılar ama haklarındaki tırmanışı DİSK’e bağlı küçük sendikalar yapıyordu. Onlar grev yapıyordu, bedel ödüyordu, öbürleri de alıyordu. Hükümler vardı sözleşmelerde aynen uygulanır diye. Şimdi onlar “DİSK kapatılıyor”a tepki vermedi. DİSK kapatılınca haklardaki iyileşme bitiyor. Onu hissettiler. Baktığınız zaman, hep o ortak paydaları görüyorsunuz. Tabii büyük bir şeyin kalmadığı noktada, örgütlülüğün bir işe yaraması, bir refleksi birleştirmesini görüyoruz şimdi. Yani örgütlülük derken, bu bilinçli, örgütlü direnişler anlamına gelmiyor. Örgüt ortak sorunlar paydasına bir çatı oluşturuyor. Zaten ilginçtir, uzun zamandır bir araya gelmeyen konfederasyonlar, iktidarla ya da siyasal İslamla özdeşleşmiş konfederasyonları saymazsanız hepsi buradalar. Hepsi için bir ortak payda var. Sürekli geriye gidiyor her şey. Yok oluş süreci yani. Öyle bir nokta, öyle bir direniş. Doğrusu benim hiç öngörmediğim biçimde doğaya aykırı dayandı işçi. Ben kendi adıma, siyasal kimliğime rağmen falan, o kadar saat o kadar kötü koşullarda dayanamam. Fiziğim kaldırmaz bunu, o beyin konsantrasyonunu yaşayamam. Şimdi o benden çok, kendine yaşam geleceği göremeyen insanın hastalık boyutunda çaresizliğinden gelen bir dayanma. Başka bir şey değil. O dayanma insanları utandırdı. O dayanmadan utanmak, saygı duymak diye bir nokta var. Kamuoyu değişti, renkler değişti… Tekel’de bir algılama oldu, oluştu biçiminden ötürü. İktidar gerçekten çok zalim. Rest çekiyor falan. Çok zalime karşı çok mağdur ama dayanan birileri... Galiba o dayanışmayı yapanlar utanıyor bundan, “ben de gitmeliyim artık” diyor. Çok bilinçli bir seçim değil bu. İkisi arasında kendisine daha yakın gördüğünün yanında olma. Bu nereye götürecek, henüz netleşmiş değil. Ama farklı bir şey, farklı bir algılama. Burada daha fazla bir özdeşleşme var. Çünkü kendi de bir biçimde eziliyor bir yerlerde. En azından işte “ben çoğunluk iktidarıyım” diye onu horluyor. Hakaret ediyor. “İstediğimi yaparım. Yargı kararını da tanımam. Padişahım” diyor yani her şeyiyle. “Her şeyi ben bilirim, ben yaparım.” Bu üsluptan gocunma, bir incinme var. Bir incinmenin ittifakı bu. Bu incinme ittifakı nereye götürecek, bilemiyorum. A⁄ACI FARE DE SÖKEB‹L‹R Sosyolojik olarak hiçbir olayda, şurada şu noktaya varır deme şansımız yok. Sosyal olaylarda dengeleri çok incecik, ayrıntı gibi görünen şeylerin değiştirdiğine inanıyorum. Kişisel inancım değil, bilimsel olarak da bu böyle. Çocukluğum Tito Yugoslavya’sında geçti. Yugoslavya’nın birliğini anlatan okul kitaplarında bir fotoğraf karesi vardı bizim belleğimize kazınmış. Dede ağacı çıkaramaz, çocukları gelir, güçleri yetmez. Bütün aile gelir güçleri yetmez. Sonra fare katılır kuyruğa ağırlık dengesi değişmiştir, farenin gücüyle ağaç sökülür. Bu, sosyal olayların alfabesidir. Dengelerin çakışması meselesidir.

Zonguldak böyle değildi H

er şeyi yok sayan, padişah gibi konuşan, “ben” diye çıkan ve işte oy çoğunluğunu arkasına alıp “ne hukuk tanırım ne kural tanırım” diyen bir yönetime karşı mağdurların bir ittifak refleksi diyelim. Çok da güçlü bir refleks olduğunu düşünmüyorum. Ama evet, büyük bir dayanışma oluyor. Mesela Zonguldak direnişine Türkiye’den gelen dayanışma buna göre daha zayıftı. Çünkü sol benimsemedi Zonguldak’ı, kendine ait olmayan başka bir şey olarak gördü. Bir yörenin insanının, sendikasının, işçisinin başkaldırısı, o sol örgütlülüklerin kafasına uymadı. Yoktular. Bugün o anlamda daha büyük bir dayanışma var. Ama destekleyen örgütlülüklere baktığınız zaman hepsi küçük küçük. Eritilmiş bir süreçteyiz. Göreceli bir araya gelebilenlerin o duygularını paylaşmaya çalışmaları söz konusu. Ama kitlesel dayanışma olsa zaten başka bir yerde olur eylem ve Erdoğan da bu kadar meydan okuyamaz.

Direniş çok şey değiştirdi 2

004’ten beri yapılmış bir uygulamayı sendikaların bilmemesi olanaksız. Ama fark etmemişler bile 4/C’yi. Fark ettiler. Hükümetin öngörmediği Türk-İş liderlikleri de bu olayın içinde motive olup kendilerine göre değişime uğradılar. Bu değişim içinde başka bir noktaya geldiler. Bugün 4/C olmaz diyorlar. Daha önce belki boyutunun ne olduğunun farkında değildiler. Şimdi farkındalar ve sonuçlarının da farkındalar vahim bir sonucu olabileceğinin. İptal olabileceğini de belki yeni keşfettiler. Dünya sendika liderlikleri de görünce bu uygulamayı onlar da bu nasıl uygulama dediler. Ama herkes olayın içinde bir noktaya geliyor. Yani bence Tekel işçisi de başında bir tek şeyi, ona özlük hakları korunarak bir iş verilmesini düşünüyordu. Oradan başladı. Birden bire, sendika liderlikleri baktı “Aaa bu yasadışı bir uygulama”, yani sonradan keşfediliyor onlar. Söylenmese fark etmeyecekler belki de. Şimdi mahkemeye gidiyor iptali için.


12

DOSYA 19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010

Halk›n Sesi

A K P ’ N ‹ N

H A L K I

Y E N ‹ D E N

S A F L A fi T I R M A

O P E R A S Y O N U

Direnişi böl, desteği kes Haz›rlayanlar: Ali Tosun / Özge Yurttafl

AKP’nin operasyonunun hedefi, İslamcı, Kürt ve ulusalcı kimlikleri kullanarak direnişi içeriden parçalamak ve halkın desteğini kesmek

E

rdoğan’ın “Kasımpaşalı” üslubu son haftalarda giderek sertleşti. Son AKP grup toplantısında “biz” ve “onlar” sözleriyle açıkça ifade ettiği gibi Erdoğan’daki bu sertleşme AKP’nin toplumsal saflaştırma operasyonunun “dile gelmiş” hali. AKP bir yandan türban, şeytan, yetim hakkı, Yunus Emre, mazlum gibi İslamcı göndermelere ağırlık verirken diğer taraftan da “devleti şirket gibi yöneteceğiz” şeklinde saf sermaye yanlısı bir dil kullanıyor. Sermaye dili giderek AKP kadrolarının slogan, demeç ve söylemlerinde hayat buluyor. Toplumsal saflaştırma operasyonunun demagoji aracı olarak oluşturulan bu dil AKP’nin nüfuz ettiği her alanda medya, tarikat-cemaat ağları ve AKP il/ ilçe örgütleri aracılığıyla yaygınlaşarak toplumun hücrelerine kadar iniyor. Erdoğan’ın Meclis konuşmasında, emir almışçasına kavga çıkartan AKP milletvekilleri örneğinde olduğu gibi Erdoğan’ın söylemi AKP tabanını ateşliyor. “Kusura bakmasınlar bu ülke yol geçen hanı değildir” Erdoğan’ı bu saflaştırma operasyonuna iten, kendi deyimiyle “partisine

karşı komploya” dönüşmüş Tekel direnişinin iktidarı sallayan etkisi oldu. Tekel direnişi AKP’yi hiç beklemediği kadar derinden sarstı. Her şeyden önce direniş, Erdoğan’ın deyimiyle çok kısa zamanda “hükümete karşı aleni bir kampanyaya dönüştü. İdeolojik bir hal aldı.” Tekel işçilerinin verdiği mücadele kısa zamanda halkın sahiplendiği, yardım kampanyaları başlattığı bir toplumsal destekle buluştu. İkincisi, Tekel direnişi AKP’nin iktidarda dahi mazlum görünebilme özelliğini alt üst etti. Tekel işçilerine “bir kuruşta tüyü bitmedik yetimin hakkı var ve biz o hakkı çar-çur etmeyeceğiz” sözleriyle saldıran Erdoğan’ın mazlum görüntüsünü sürdürebilmesi oldukça zor oldu. Yıllardan beri türban sorunu üzerinden mazlum rolünü oynayan AKP’nin, bu rolü, türbanlı kadın işçiler çadırlarda, onlara kapılarını açan Sakarya Caddesi barlarında sabahlarken sürdürebilmesi olanaksızlaştı. Üçüncüsü Tekel direnişi yine Erdoğan’ın “bunlar planlı programlı işler, bunları yapmazsak sonra nasıl açıklarız” dediği sermaye programına çomak soktu. “İki sene çalışmadan para verdik” Erdoğan, Tekel direnişini

karalamak, işçilere olan desteğin önüne geçerek yalnızlaştırmak ve direnişi etkisizleştirmek için çok ciddi bir çalışma başlattı. “Yattığın yerden para kazanma devri bitti artık” diyerek ilk çıkışlarını yapan Erdoğan, ilerleyen günlerde daha da profesyonelleşti. Sendikalarla görüşmesi sonrası “bunlar istemezükçü, dışarıda bu maaşa çalışacak milyonlarca işsiz” var diyerek işsizler ordusunu Tekel işçilerine düşman etmeye çalıştı. Sendikalarla görüşmeleri sürece yayıp zaman kazanarak yeni taktikler geliştiren Erdoğan Ankara’nın göbeğinde çadır kuran işçilerin, aslında işçi olmadığını iddia etti. Bu söylem aynen Bakan Yazıcı tarafından da devralınarak “işin içine şeytan

karıştı, PKK’lısı dahil herkes orada” sözlerine dönüştü. Bu sözlerin tabandaki yansıması ise işçi ailelerinin sürekli baskı altına alınması, direnişteki işçilerin AKP’liler tarafından iknaya çalışılması oldu. İşçilerin banka hesaplarına tazminatlar aktarılırken, bu işlemi yapan Vakıfbank, bilgileri gizli tutmak yerine Erdoğan’a verdi. Erdoğan ise bu durumu “ 6 bin işçi tazminatlarını çekti” diye kullanırken ilerleyen günlerde “4C’yi imzalamayan sadece 200 işçi kaldı” diyebildi. Açıktan yalan söyleyen Erdoğan elbette bunu bilinçsiz yapmadı. Bu sözler işçilerin moral gücünü zayıflatmaya yönelik olarak sarf edildi. Fakat Erdoğan asıl hamlesini “tür-

ban ve imam hatip” simgeleri üzerinden gerçekleştirdi. Emine Erdoğan’ın GATA’ya alınmayışını gündeme getiren Erdoğan “başbakan bile olsan bu ülkede ayrımcılığa maruz kalıyorsun” sözleri ile türbanlı kadın işçilere kader birliği çağrısı yaptı. Danıştay’ın iptal ettiği katsayı uygulaması sonrası “başbakanınız imam hatipli olduğu için mi böyle yapıyorsunuz” diyerek yaptığı serzeniş ise yaşanan iktidar çatışmasının odağını destek alacağını düşündüğü çizgiye çekmesi anlamına geliyordu. “Sırtımızdaki yumurta küfesini daha fazla taşımayacağız” Erdoğan, Tekel işçilerinin mücadelesini kırmaya çalışırken aynı zamanda bunu sermayenin desteğini arkasına

alacak tüm taahhütleri vererek yapıyor. Erdoğan’ın “bu süreçten geri adım atmayacağız, ödün vermeden yolumuza devam edeceğiz” sözlerinin İslamcı sermayedeki karşılığı Tekel arazileri ve binalarının alelacele satışı oldu. TÜSİAD ile aradaki buzların eridiği de İslamcı basında yer alan TÜSİAD övgülerinde görüldü. Sermayeyi arkasında saflaştırmakta çok problem yaşamayan AKP’nin yumuşak karnının halkın yaşadığı somut sorunlar olduğu bir daha görüldü. AKP işsizlik, yoksulluk, eğitim, sağlık, barınma gibi bir dizi somut soruna çözüm üretemeyeceği için kendi saflarını sıklaştırmayı İslamcı duyarlılıkları harekete geçirerek sağlamayı umuyor.

Tarih tekerrür eder mi? Toplumsal kutuplaştırma bugüne has bir yönetme biçimi değil. Özellikle “dini” ve “milli” kavramlar üzerinden halkı saflaştırarak yönetmek tüm iktidarların belki de tek ortak özelliği

D

emokrat Parti (DP) iktidara “baskı dönemi bitti, gerçek demokrasi kuruldu” sözleriyle geldi. DP köklü bir dönüşümün sinyallerini verdi ve izlediği politikalar da bu yönde gerçekleşti. Başbakan Adnan Menderes, ülkenin dış politikasını ABD eksenli olarak belirledi. ABD politikaları doğrultusunda Türkiye yeni roller üstlenirken Türk askerleri de Kore’ye savaşmaya gönderildi. Bunun karşılığında 1952’de Türkiye NATO’ya kabul edildi. Böylece ABD’nin Sovyetler’e karşı ileri karakolu olma görevi üstlenilmiş oldu. Demokrat Parti’nin ilk yıllarında ekonomi hızla büyüdü. İMF ve Dünya Bankası gibi kuru-

luşlardan borç alınması sağlandı. Yaklaşık 400 milyon dolar ülkeye giriş yaptı. Tarımsal üretimde sıçrama yaşandı. Bin civarında olan traktör ve biçerdöver sayısı altı sene içerisinde 10 binlere dayandı. Topraksız köylülerin sayısı yapılan tapu dağıtımları ile on sene içerisinde yüzde 16’dan yüzde 10’a düştü. Aynı dönemde yüzlerce yeni fabrika kuruldu. İşçi sayısı o döneme kadar görülmemiş bir kitlesellikte artış gösterdi. Diğer taraftan geleneksel devlet bürokrasisine karşı büyük bir savaş başlatıldı. Eski CHP kadroları tasfiye edildi. CHP’nin mal varlığı hazineye devredildi. Çöküfl, sertleflme, saflaflt›rma 54 seçimlerinde de büyük bir oy

oranıyla galip çıkan DP meclisteki gücünü iktidarını sağlamlaştırmak için kullandı. Muhalefete baskıyı arttırırken basına tanınan özgürlük ortamına son verildi. DP’deki bu sertleşme süreci ekonomik büyümenin durduğu, enflasyonun hızla arttığı bir dönemde yaşandı. Ülkeye yabancı sermaye girmezken, dış borç arayışları sonuçsuz kaldı. Ekonomik çöküş sertleşme politikalarını da sistematikleştirdi. Yargıya operasyon yapılarak 23 üst düzey yargıç emekli edildi. Basın yasasında yapılan düzenlemeler ile basın suçları ağırlaştırıldı, basın iktidarın güdümüne sokuldu. Böyle bir dönemde işçi sınıfı ve öğrenci hareketi giderek yükselen

bir muhalefet sergilemeye başladı. Grev ve sendikal hak talepleri, demokrasi ve özgürlük sloganları özellikle tekstil sektöründe yaşanan grevlerle birleşti. DP yükselen muhalefet hareketini bastırmak için antikomünizm söylemiyle toplumsal kutuplaştırma operasyonu başlattı. Ülkenin en küçük birimlerine muhalefete karşı mücadele edecek Vatan Cephesi ocaklarını kurdu. DP politikalarına karşı olan herkes komünist, vatan haini, din düşmanı ilan edildi. Antikomünizm sloganıyla “Büyük Taarruz” başlatıldı. Ne var ki DP’nin uyguladığı sertleşme politikaları başta öğrenci hareketi olmak üzere muhalefeti bastıramadı.

AKP’de taktik de işbirlikçi de çok T

ekel işçilerinin direnişi o denli meşruydu ki AKP hükümeti polis eliyle açık şiddete dayalı ikinci bir saldırıya cesaret edemedi. Bu durumda devreye gayri nizami harp taktikleri girdi. AKP, hüküm eden olarak, polisiye yöntemlerden, tehdide, medya yoluyla iftira atmaktan hukuki incelemeye kadar her yolu deniyor. Hükümet direnişteki işçileri yıldırma gayretiyle hareket ederken bir yandan da Tekel işçileriyle dayanışmanın çözülmesine çabalıyor. Başbakan her fırsatta işçileri tehdit eden açıklamalarla direnişteki işçilerin umudunu ve direnişe verilen desteği kırmaya çalıştı. “Eylemleri ideolojik”, “Yettim hakkı yedirmem”, “açız diye ajitasyon yapıyorlar”, “iki yıldır bunları çalışmadan maaşlarını ödeyerek görevlerinde tuttuk”, Erdoğan’ın direniş süresince sarf ettiği sözlerden sadece bir kaçı. fiEYTAN BUNUN NERES‹NDE? Erdoğan bu açıklamaları yaparken kabinesi de boş durmadı. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek 4

Şubat’ta bir TV kanalının programında Tekel eylemini “hükümete karşı bir siyasi komploya dönüşmekle” itham etti. Bakan Hayati Yazıcı ise 7 Şubat’ta katıldığı AKP Sarıyer İlçe Örgütü’nün toplantısında “eyleme şeytan karıştı” açıklamasını yaptı. İşçilerin PKK tarafından ‘kışkırtıldığını’ öne sürdü. Oysa direniş alanında işçilerden ve onlara destek veren emekçilerden, öğrencilerden, işsizlerden, kadınlardan, kısacası halktan başka kimse yoktu. DAYAK, DAVA, SORUfiTURMA Hükümet var gücüyle Tekel direnişine yüklenirken elindeki olanakları da seferber etti. İşçilere Abdi İpekçi Parkı’ndaki polis saldırısının ardından “polise mukavemet” suçundan dava açıldı. İlk duruşma 11 Haziran’da Ankara 20. Asliye Ceza Mahkemesi’nde. Direnişin 55. gününde Ankara polisinin Tekel direnişiyle dayanışma sergileyen Çankaya Belediyesi ile İstanbul’daki 2 ayrı belediye hakkında tutanak düzenledi. Belediyeler hakkında İçişleri Bankalığı soruşturma başlatırken,

valilik ve emniyet sendikalara periyodik olarak Sakarya Meydanı’nda bulunan direniş çadırlarının kaldırılması için tebligat yolluyor. AKP’L‹ AKRABALAR DEVREDE İşçileri ikna için ise devreye AKP teşkilatı girdi. Başbakan’ın kalk komutuyla Tekel direnişine karşı başlatılan harekatta parti teşkilatı da üstüne düşen vazifeleri yerine getirdi. Çadırlarda direnişteki işçiler AKP’li akrabalarının kendilerini arayıp eylemden vazgeçmelerini, 4/C’yi kabul edip memleketlerine dönmelerini telkin ettiklerini aktarıyor. İşçilerin bulunduğu kentlerde AKP il ve ilçe yöneticilerinin ve kadın kollarının Tekel işçilerini bulup 4/C’ye ikna etmeye çalıştığı, eyleme ara verip memleketlerine dönen bazı işçilerin yine AKP’li akrabalarının 4/C baskı ve ısrarıyla karşılaştıkları çadırlarda sıkça anlatılan vakalardan biri. ‹SLAMCI MEDYA ÇALIfiIYOR Fakat kimse ikna çalışmalarında medyanın eline su dökemiyor. AKP yanlısı yayın çizgisiyle bilinen ve

‘Gülen Cemaati’nin gazetesi’ olarak nitelenen Zaman gazetesi ve Koza grubuna ait Bugün gazetesi direniş karşıtı propagandayı elden bırakmadı. Bugün gazetesi 12 Şubat’ta Bilal Çetin imzasıyla yayınladığı ‘Sendika Tekel işçilerini nasıl soydu?’ başlıklı haberde direnişin örgütlü gücü Tek Gıda-İş’e saldırdı. Sendikanın 2007 yılında başlayan bir davasını gündeme taşıyan gazete sendika yöneticilerinin yolsuzluk yaptığı haberini bir güzel parlatarak okurlarına kıvançla duyurdu. Zaman gazetesinin 15 Şubat’taki bir haberinin başlığı ise ‘Tekel işçilerine var, uzman çavuşlara yok.’ Haberin içeriğinde Habertürk yazarı Umur Talu’nun uzman çavuşların yaşadığı bir soruna dikkat eden yazısı vardı. Yazıda ne Tekel’e değiniliyor ne de herhangi bir kıyas yapılıyor. Fakat Zaman bu yazı bahanesiyle diğer gazetelere Tekel direnişine yer verdikleri için çatıyor. Yargı, polis, medya, parti teşkilatı derken AKP dört koldan Tekel işçisinin direnişini kırmaya çalışıyor. Buna karşın direniş sürüyor, halkın desteği de artıyor.

Türban elden gidiyor mu? B

aşbakan Tayyip Erdoğan katıldığı bir televizyon programında eşi Emine Erdoğan’ın türbanı nedeniyle Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne (GATA) alınmadığını söyledi. 3 yıl önce gerçekleşen bu olayı Erdoğan’ın yeniden aklına düşüren ve bu sefer susmayıp dillendirmesine neden olan neydi peki? Kendi ifadesiyle “bazı şeyleri söylemek zaman istiyor ama bunun zamanı gelmişti.” Erdoğan haklıydı; bir kez daha türban yüzünden mağdur olduklarını anlatmanın zamanı gelmişti. Çünkü ülkenin dört bir yanında neoliberalizmin yarattığı vahşi ve güvencesiz çalıştırma biçimleri emekçileri isyan ettirmiş, Tekel işçileri iki aydır Ankara’nın göbeğinde güvencesizleştirmeye karşı mücadelenin simgesi haline gelen bir direnişi sürdürmekteydi. Bu direnişte Başbakanın 3 çocuk doğurmasını istediği türbanlı kadın işçiler eylemlerde en önlerde yer alıyor, mücadeleyi sürüklüyordu. GATA olayıyla ilgili “biz sadece eşimin gözyaşlarına mahkûm olarak kaldık” diyen Erdoğan aslında siyasal arenanın en gerilimli süreçlerinde AKP’nin tabanını bir arada tutan en önemli kozunu kaybet-

menin korkusuyla konuşuyordu. Başbakan’ı rahatsız eden, siyasal İslamcı hareketlerin temel meselesi olmuş ve ‘hareketin simgesi’ haline gelen türbanın artık sınıfın eylemlerinin bir unsuruna dönüşmesiydi. AKP için türban elden gidiyordu. Oysa bu durum hiç de şaşırtıcı değildi. AKP hükümetinin bayraktarlığını yaptığı neoliberalizmin çalışma düzeni 1980’den beri güvencesizleştirme ve çalışma yaşamının esnekleştirilmesinde siyasal İslamı işlevli bir biçimde kullanmıştı. Neoliberalizm evlerde, fason atölyelerde, taşeronda daha ucuz olan kadın iş gücünü tercih etmiş; bu çalıştırma biçimleri de siyasal İslamın kolaylaştırıcılığında sağlanmıştı. Güvencesizliğe karşı mücadele Tekel işçisiyle buluşmadan önce İstanbul’da DESA’da, MEHA Tekstil’de, Okmeydanı Hastanesi işçilerinin eyleminde yani güvencesizlerin eyleminde türbanlı kadın işçileri çoktan en ön saflarda yerlerini almıştı. Erdoğan da sınıfsal çelişkilerin üstünü örtmek için siyasal kıvraklığını konuşturarak kendine mal olan bu simgenin sınıf direnişinde yarattığı etkiyi kırmak üzere GATA çıkışını yapıyordu.


13

TARİH 19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010

T Ü T Ü N

Halk›n Sesi

T ‹ R Y A K ‹ L ‹ ⁄ ‹ , T A R ‹ H ‹ N

E N

Y A Y G I N

S Ö M Ü R Ü

A ⁄ I

Bütün dünya dumanaltı F

arkına varmadan Amerika’yı ‘keşfeden’ ünlü gezgin Kristof Kolomb, gene farkına varmadan dünyanın en çok gelir getiren tarımsal ürünü olan tütünü ‘keşfeder’. Ne denir: Ocağın tütsün Kristof Kolomb!

Y

asaklandıkça cazibesi artan tütün tiryakiliği, Osmanlı topraklarında vazgeçilmez bir alışkanlığa dönüşür. Kısa zamanda tütünden kazanmayı öğrenen devlet ve egemen sınıflar kanlı ve sömürücü bir miras bırakır

AR‹F BEHLÜL DURMUfi

Yabancı sermaye tekeli: Reji Şirketi

Y

ıl 1498. İspanyol sömürgeciliği yeni kaynaklar arayışında. Dümende ünlü gezgin Kristof Kolomb var. Yer Venezüella açıklarında bulunan Tobago Adası. Adalılar, bir bitkinin yapraklarını sarıp yakarak dumanını içlerine çekiyorlar. Sömürgeci ‘kaşifler’ çok şaşırıyorlar. Adalılar bu dumanlı keyif veren alışkanlığa ‘tabaco’, yani ‘tütün’ diyor. Kimi hastalıkları tedavi ederken, barış törenlerinde kutlama yaparken ve dinsel ibadetlerini yerine getirirken kullanıyorlar. Kristof Kolomb, ilerde dünyanın en çok kar getirecek tarımsal ürünlerinden birini sırf ilginçlik olsun diye Avrupa’ya götürüyor. Elli altmış yıllık kısa bir zamanda tütün, Avrupa’nın büyük sömürgeci devletlerine, oradan bütün dünyaya yayılıyor. ZENG‹NE GÜMÜfi TABAKA, FAK‹RE TÜTÜN KESES‹ Tütün Osmanlı’ya 1600’lerin başlarında İzmir ve İstanbul limanlarından gemiciler eliyle getirilir. Yenice, Kırcali, Manisa ve Biga yörelerinde ekimi yapılır. Çay, şeker, kahve, çikolatanın tersine tütün, önce egemen sınıflar arasında kullanılan bir alışkanlık olmaz. Onun tiryakiliği egemen, ezilen bütün sınıfları aynı anda sarar. Kadın erkek, zengin fakir her kesimden tütün bağımlıları oluşur. Tek fark, zenginler gümüş işlemeli tabaka kullanır, fakirler tütün kesesi. Ekicisinden işçisine, esnafından içicisine kadar insanların yaşam biçimlerini önemli ölçüde değiştiren tütün tiryakiliği daha yüzyıl bitmeden sektörünü ve kültürünü yaratır. Ekici ve işçi olarak üretici sınıflar; egemen ve ezilen sınıflar; kahvehaneler, nargile salonları gibi tütün içim mekanları; nargile, enfiye, tabaka, çubuk, lüle, pipo gibi kültürel unsurlar; burundan çekme, çiğneme, sararak içme, nargile içme gibi tiryakilik biçimleri yaratır. Asıl önemlisi önemli tarımsal ürünlerden biri haline gelir. Ticaretini ve piyasasını yönetenler hızla zenginleşir. Devletin ne zaman eli dara düşse tütün vergisini artırır.

Tütünün ekonomiye ve istihdama önemli katk›lar› var. Tar›m alan›nda 500-550 bin aile, yani yaklafl›k 2,5 milyon insan tütünden ekonomik gelir elde ediyor. Tütün ve tütün mamulleri sektöründe yaklafl›k 50 bin insan çal›fl›yor. Önemli ihraç ürünüdür. 1960’lara kadar d›fl sat›m gelirinin yüzde 2540’›n› oluflturur. Bugün genel ihracat›n yüzde 2’sini, tar›m ürünleri ihracat›n›n da yüzde 23’ünü oluflturur. Kaynak: Tekel tütün Enformasyon Bülteni, May›s-A¤ustos 1997 YASAKLASAK DA MI ‹ÇSEK, YASAKLAMASAK DA MI? Keyif ve tiryakilik bir yana, tütün, önce tıbbi gerekçelerle hastalıkların tedavisinde kullanılıyor. Ya da en azından öyle sunuluyor, öyle meşrulaştırılıyor. Haliyle itirazlar da önce tıp dünyasından geliyor. Tıpçılar karşıt tezler etrafında kümeleşiyorlar. En ciddi itiraz din adamlarından (ulema) geliyor. Tütünün camilere dek girmesiyle, ibadeti engellediği ve ilkel yerli inançlarının ibadet alışkanlığı olduğu itirazlarıyla yasaklanması isteniyor. Kampanyalar yürütülüyor. Örneğin: “… Tütün o kadar rağbet gördü ki, ayak takımından insanların elinden lüle düşmez oldu… Dumandan kahvelerde insanların birbirini görmesi güçleşirdi… Birbirinin yüzüne gözüne puf ederek sokakları ve mahalleleri kokuttular. Tütün üzerine münasebetsiz manzumeler yazdılar… Külü, kömürü, katranıyla her tarafı kirletti… En önemlisi, insanların elleri iş görmekten geri kaldı… Tütünü, uyku

getirmediği için sadece gemi tayfasının içmesi uygundur… (Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, 15201640). Kampanyalar bir yana, bütün tütün yasakları ciddi ekonomik ve siyasal gerekçelere dayanıyor. Dinsel ya da tıbbi itirazlar işin bahanesi oluyor. İlk ciddi tütün yasağı Sultan 1. Ahmet tarafından 1614’te konuyor. Tıbbi nedenlerle ve özellikle Saray çevresinde aydınlatmada kullanılan balmumu üretiminde daralma ve pahalılık görülüyor. Fatura tütün ekicilerine kesiliyor. Büyük ölçüde Manisa Sancağı’nda yapılan balmumu üretimi, buralarda giderek yaygınlaşan tütün ekimi nedeniyle düşüyor. En büyük tütün yasağı 1635’te Sultan 4. Murat tarafından konuyor. Yasak koymak için ünlü Cibali yangını bahane ediliyor. 1633’te Cibali Limanı’nda başlayan ve yaklaşık 20 bin evi ortadan kaldıran yangına gemi tayfasının ya da limanda çalışan tütün işçilerinin sigara ateşinin yol açtığı iddia ediliyor. Ardından yaygın yasak-

lamalar ve cezalandırmalar geliyor. Örneğin yasağı delenlerin burnuna uzun tütün çubukları sokuluyor ve İstanbul sokaklarında teşhir ediliyor. Yangına yol açan tütün bahanesi bir yana, yasağın gerçek nedeni kahvehaneler. HALKIN MUHALEFET EVLER‹: KAHVEHANELER Dünyada ve Osmanlı’da kahve üretimi ve tüketimiyle birlikte yaygınlaşan kahvehanelerden zamanla devlet yöneticileri rahatsız olur. Çünkü buralar kısa zamanda ‘muhalefet merkezlerine’ dönüşür, siyaset yapılır, devlet yöneticileri eleştirilir. ‘Doğal olarak’ kahvehaneler sık sık kapatılır. Kahvenin yanına tütünün eklenmesiyle, bir toplanma mekanı olarak kahvelerin, toplumsal ve siyasal etkinlik derecesi iyice artar. 4. Murat’ın tütün yasağının birincil hedefi kahvehanelerin kapatılmasıdır. Ne var ki, yasaklar tütün tiryakiliğinin önüne geçemez. Yasaklar tütünün cazibesini daha da

artırır. Tiryakilik alabildiğine yaygınlaşır. BAfiBAKAN ERDO⁄AN KAT‹P ÇELEB‹’DEN Ö⁄REN‹YOR Ortalık toz duman içindeyken en akılcı ve pratik öneri Katip Çelebi’den gelir. Ona göre, yasakla sorunlar çözülemez. Devlet tütün işinden her koşulda kazançlı çıkmasını bilmeli: “Osmanlı İmparatorluğu ülkelerinde her yerde tütün yaprağı için ağır mukataalar ihdas edip, eminler koysunlar ve okka başına yarımşar kuruş vergi bağlamaya tahammülü vardır. Ve her şehirde belli bir yerde satılıp sokaklarda satılması yasaklansın, yılda bin yük akça elde edilir.” (Katip Çelebi, Mizanü’l-Hakk li-İhtiyari’lEhakk) Öyle de oldu. Devlet tütün işine el attı. Ticaretini yapanlardan gümrük vergisi (resmi), ekiciden önceleri dönüm vergisi (resmi), sonraları öşür vergisi aldı. Son yıllarda ise içicilerin dolaylı vergileri devlet için önemli bir kazanç kapısı oldu.

Kaçakçılık: yaygın direniş biçimi Bugün Ankara sokaklarında direnen tütün işçileri, modern işçi sınıfının bir üyesi olarak, modern sınıfsal direniş taktikleri kullanıyorlar. Oysa Osmanlı İmparatorluğu’nda tütün kaçakçılığı, on yıllar boyu, Reji’ye karşı direnişin en yaygın ve kanlı çatışmalarla dolu biçimini temsil etti

R

eji’nin İsviçreli genel müdürü Lui Ramber anlatıyor: “Vali, hükümet merkezinin kendi emrine verdiği az sayıda jandarmayı emrimize amade bulundurmaktadır. Bundan başka birtakım haydutları, pervasız ve cesur gençleri, Reji kolcusu yapmıştır. Bunlar gayet sadıktırlar, verdiğimiz az para ile yetinirler” dedikten sonra, Trabzon Valisi Kadri Bey bu esnada yanına çağırdığı Reji kolcularından birinden bahsederek, “Bu şimdiye kadar dört beş kişiyi öldürmüştür. Hususi bir şey yaptırmak istediğim zaman buna havale ederim. Söylediğimi sessizce ve maharetle yapar.” (Lui Ramber, Gezi Notları)

KOLCULARLA KAÇAKÇILAR (AYINGACILAR) ÇATIfiIYOR Tütün Rejisi’yle tütünde yabancı sermaye tekelinin oluştuğu 1884-1925 yılları arası, sömürünün ve baskının arttığı karanlık bir tarihsel dönemi temsil eder. Reji-devlet işbirliğiyle yaklaşık 10 bin kişiden oluşan bir ‘kolcu’ teşkilatı oluşturulur. Rejinin ve devletin bütün kirli işlerini yapan bu küçük ordunun asıl kuruluş amacı tütün kaçakçılığının önlenmesidir. Tütün kaçakçılığı (‘ayıngacılık’) tütünden geçimini sağlayan ekiciler, tüccar, işçi, hatta içicilerden oluşan hemen bütün halk kesimlerinin zorunlu olarak başvurduğu bir geçim kapısıdır. Reji ve devlet işbirliğiyle

oluşturulan tütün tekeli, bu kesimler üzerine ağır baskı ve sömürü koşulları dayatır. Geçim araçlarının ellerinden alınmasından, açlığa mahkum etmeye, hatta kanlı cinayet vakalarına kadar varan baskılar karşısında halkı bir direnme ve yaşama biçimi olarak kaçakçılığa başvurur. Kaçakçılık öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, Reji’nin denetiminde bulunan yasal miktarlardan daha büyük miktarlarda tütün, kaçak piyasalarda değerlendiriliyordu. REJ‹’N‹N BASKISI Reji’nin ekicileri ruhsata bağlaması, yasal mevzuatın zorlukları ve pahalı olması, “yol parası, pul

parası, arzuhalci parası, vekaletname parası” gibi giderler, çoğu okuma yazma dahi bilmeyen köylünün bu belgeleri tasdik ettirmek için mahalle imamına, muhtarına da ek para ödemesi gibi bezdirici işlemler sürekli artıyordu. Buna Reji’nin düşük fiyat politikası da eklenince yoksulluk iyice artıyordu. Üstelik Reji’nin ekim miktarına uyulmadığında ya da tütünler zamanında Reji depolarına teslim edilmediğinde tütüne el konuyordu. 1884-1925 arası kanlı Reji tarihinde ağır baskılar ve kolcularla kaçakçılar arasında çıkan çatışmalar sonucu bazı tahminlere göre 20 bin, bazı iddialara göre ise 60 bin kişi ölmüştür.

Kerimo¤lu Eyüp Efe, zalim kollukçulura karfl› isyan›yla türkülere konu oldu

1

600’lerden 1800’lerin sonlarına dek yüksek gelir getiren bir sektöre dönüşen tütüncülük, herkesin iştahını kabartır olmuştu. En başta vergi gelirleri devletin en büyük kazanç kapılarından biriydi. Tütün üretimi Osmanlı’nın pek çok tarım alanına yayılmıştı. 18. yüzyılda, Osmanlı topraklarının 1/5’inde tütün ekimi yapıldı. İlk başlarda ithal edilen tütün, en önemli ihraç kalemi haline gelmiş; bunun için ülkenin değişik yerlerinde 30 gümrük oluşturulmuştu. Tütün esnafı lonca ocaklarında örgütlenmiş, 1860’lardan sonra ise bütün süreci düzenleyen nizamnamelerle kapsayıcı bir tütün mevzuatı oluşturulmuştu. TÜTÜNDE TEKELLEfiME Sıra tütünün tekelleşme sürecine gelmişti. İlkin, Hristaki Zografos ve Zarifi Efendi’nin 1873’te sadece birkaç ay süren ‘özel şirket eliyle yürütülen tekelleşme’ denemesi görülür. Ardından 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Galata bankerlerinden alınan yüksek miktarlarda borca karşılık, 1879’da Tütün İdaresi, Osmanlı Bankası’yla Galata bankerlerinin oluşturduğu bir yönetime bırakılır. Fakat idarenin ömrü olmaz. Osmanlı 20 Aralık 1881’den itibaren Avrupa emperyalizminin mali denetimi altına girer. Bundan böyle tütün tekeli, tuz, alkollü içkiler vergisi, pul resmi, ipek öşrü ve balık vergisi emperyalizmin bir denetleme düzeneği olarak ‘Duyun-ı Umumiye’ yönetimine verilir. Böylece tütünde yabancı sermaye tekeli dönemi başlar. Tütün Rejisi, Avusturyalı, Alman ve Fransız sermayeli üç bankanın ortaklığıyla kurulan ‘Osmanlı Şirketi’dir. Osmanlı Bankası, Credit Anstalt (Viyana) ve Bleichröder (Berlin) bankalarının ortak noktası, İngiliz sermayesinin büyük bölümünü temsil eden dev Rothschild ailesidir. Aile, aynı zamanda, Osmanlı’ya ilk borç verenler arasında bulunur. TÜTÜNDE REJ‹ TEKEL‹ Reji şirketi 14 Nisan 1884’te tütün idaresini 30 yıllığına devraldı ve meşhur reji dönemi başladı. Reji, çoğu yerde iç tüketime ayrılan tütünleri satın almak, imal etmek ve satmak, sigara üretimiyle satışı haklarına sahipti. Bu muazzam tekelden elde edilen gelir, Reji, devlet hazinesi ve Düyun-ı Umumiye arasında bölüştürülecekti. Reji, ilk olarak, o güne kadar sigara üretimi gerçekleştiren 900 tütün atelyesini kapattı. Buralarda çalışan işçiler ve tüccarlar işini kaybetti. Pek çok vilayette yeni sigara fabrikaları kuruldu. Aynı yıl kurulan Cibali Sigara Fabrikası, bunların ilki ve en büyüğüdür. Tütün üreticisi olan çok sayıda köylü ise artık tütünlerini Reji’ye teslim edecekti. Ancak Reji’nin şartları, geçimini tütünden sağlayan geniş bir köylü kesimi için çok acımasızdı. 1913’te, imtiyazı sona eren Reji’nin sözleşmesi 1,5 milyon lira borç karşılığında 15 yıl daha uzatılır. Bu para Balkan Savaşı’nda Edirne’nin geri alınması için gerekli savaş masraflarını karşılamak üzere kullanılır. Cumhuriyetin kurulmasının ardından Reji’nin imtiyaz sözleşmesi iptal edilir, malvarlığı, 1925 yılında 4 milyon lira karşılığında satın alınarak devletleştirilir.


SPOR BİLİM

14

19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010

Halk›n Sesi

İki yaka tek yürek T

ekel işçilerinin direnişlerine destek amacıyla 4 Şubat günü on binlerce kişinin iş bırakarak alanlara çıktığı İzmir’de tam anlamıyla hayat durdu. Tekel işçilerinin direnişi karşıt tribünleri bir araya getirdi. Karşıyaka ve Göztepe futbol takımlarının taraftarları Tekel işçilerinin direnişine destek vererek omuz omuza aynı sloganları attılar. Kolay kolay biraraya gelmeyen İzmir'in iki yakasının bu iki takımının taraftarları sınıf mücadelesi için yanyana gelebileceklerini gösterdiler. Karşıyaka tarafındaki Egekent Mahallesi’nden gelen Karşıyaka taraftarları ile İzmir’in diğer yakası Göztepe’den gelen Göztepe taraftarları Tekel işçilerine destek eyleminde karşılaştılar. Daha önce birbirlerinin renklerine dahi tahammül edemeyen taraftarlar eylem sayesinde yan yana geldiler. Aynı sloganları attılar ve birbirlerinin atkılarını taşıdılar. REKABET‹N ÖYKÜSÜ Karşıyaka ile Göztepe arasındaki rekabet aslen 1980-1981 sezonunda başladı. Bu tarihte ikinci ligde mücadele eden iki takım, lig şampiyonluğu için yarışmaktadır. Birinci Karşıyaka ikinci ise Göztepe’dir. Ligin bitimine bir hafta kala oynanan maç Türkiye tarihindeki en kala-

zmir’in sporda iki ezeli rakibini Tekel işçileri biraraya getirdi. Tekel eylemine katılan Karşıyaka ve Göztepe takımlarının taraftarları birlikte yürüdüler

balık maçlardan biri olarak tarihe geçer. Biletli seyirci sayısının 61 bin olduğu maçı, izleyen sayısının 80 bine yaklaştığı iddia edilir. Maç gergin ama olaysız geçer ve 0-0

biter. Lider Karşıyaka şampiyonluğu ilan etmek üzereyken son hafta sürpriz bir şekilde Bandırmaspor’a yenilir ve Balıkesir’i yenen Göztepe şampiyon olur.

İki takım da kendisini farklı tarzlarda tanımlıyor. Biri 35,5 der, diğeri tam 35, biri Göz-Göz’dür diğeri Kaf Sin Kaf. Karşıyakalılar kendini İzmir’den soyutlayarak “İzmirli değiliz,

Karşıyakalıyız” diye tanıtır, İzmir’in plaka kodunu 35,5 olarak değiştirir. Göztepeliler ise kendilerini İzmirli olarak tarif ederek “tam 35” sloganını kullanır. İki takım taraftarı da birbirlerinden hiç haz etmez. Karşıyakalılar Göztepe’ye Göztepeliler ise Karşıyaka’ya kolay kolay uğramazlar. Karşı karşıya gelmeleri onlar için kavga sebebidir. Aslında kavga edecek sebepleri yoktur. İki taraf da bu düşmanlığın nereden geldiğini bilmez. Bugüne kadar meydana gelen sayısız kavgada hayatını kaybedenler de olmuştur. İki farklı yakanın iki takımının rekabeti uzun süreden beri maç yapmasalar da aynen devam ediyor. DOSTLUK MÜMKÜN Bugüne kadar iki yakanın bu iki ünlü takımı sadece iki kez biraraya geldi. İlk buluşma Karşıyaka taraftarı Özgür Soylu'nun hayatını kaybetmesinden sonra Göztepe taraftarının KarşıyakaDiyarbakırspor maçına pankartlarıyla gelmesi ile gerçekleşti. İkinci buluşma ise Tekel direnişine destek amacıyla gerçekleşti. Umarız Tekel işçilerine destek vermek üzere biraraya gelen bu iki takımın taraftarları eylem alanındaki kardeşliklerini tribünlerde de gösterir.

Hem rakiple hem yoksullukla mücadele Amatör futbolcular hem sahada rakip takımla hem de imkansızlıklarla savaşıyor. Çamurlu sahanın futbolcularının sorunları futbolun öteki yüzünü gösteriyor

E

n son yayın ihalesiyle gündeme gelen Süper Lig yatırımları milyon dolarlara ulaşırken amatör kulüplerde yaşanan sıkıntılar insanı güldürecek cinsten. Amatör Lig kulüpleri çoğu zaman futbolcularına eşofman ve krampon bulamıyor. Süper Amatör Lig takımları, Çiğli Belediyespor örneğinde olduğu gibi futbolculara paralarını dahi ödeyemiyor. Süper Amatör Lig’de oynayan bir futbolcu 8 ay süren sezon için bin 500 lira para alıyor. Geçtiğimiz sene profesyonel futbol liglerine veda eden Aydınspor’un kulüp binasının elektriği borçlarından dolayı kesik durumda. Genel kurul yapabilmek için yakınlardaki bir binadan elektrik almak zorunda kalan Aydınspor’un

Bilimsel düflüncenin do¤uflu - 1 ‹nsano¤lu varoluflundan beri “evrenin s›rr›, kendisinin bu evrendeki yeri” konular›nda düflünmektedir. ‹lk dönemlerinde daha çok geleneksel düflüncelerin etkisiyle bu sorular›n yan›tlar›n› bulmaya çal›fl›r ve gündelik hayat›n› yönlendirirdi. Ancak insan›n yüzy›llar süren hayat›n›n birikimi, deneyimi art›k karfl›laflt›klar› sorunlar› sadece bir tak›m tanr›larla iliflkiledirerek veya büyücü vb. geleneksel bilgi tafl›y›c›lar›n›n aktard›klar›yla yetinerek yan›tlamay› tatmin edici bulmaz. Hayata ve olaylara daha farkl› bir bak›fl aç›s›n›n olmas› gerekti¤i fikri kendisine filozof ad›n› takan baz› insanlarda oluflmaya bafllar. Filozof Yunanca philosophiadan türer ve “bilgiyi, bilgeli¤i sevmek” anlam›na gelir. Arapça karfl›l›¤› felsefedir. Evrene ve hayata bak›fl aç›s›n› tanr›lardan, dinsel dogmalardan, geleneksel düflünme biçimlerinden ve o dönemin siyasal otoritelerinden ba¤›ms›z olarak oluflturma çabalar› bilimsel düflüncenin temellerini atm›flt›r. Bu dönemin M.Ö. 6. yüzy›l civarlar› oldu¤u tahmin edilmektedir. Bu yöndeki çabalara tarihte ilk kez bugünkü ‹zmir karfl›s›nda yer alan adalarda rastl›yoruz. Bir tak›m düflünürler yapt›klar› çal›flmalara peri physeos (do¤a üzerine) ad›n› veriyorlar. Bu yap›tlar do¤ay› ve evreni bilimsel yoldan anlamaya çal›flan bir baflka deyiflle dini dünya tasar›mdan ayr›lan ilk denemelerdir. Ancak flunu ifade etmeden geçmemek gerekir. Yaflan›lan olaylar karfl›s›nda dinsel-geleneksel düflünme biçimlerinden kurtulma çabas›, Yunan’dan çok daha önce medeniyetin befli¤i Mezopotamya özellikle M›s›r-Babil co¤rafyas›nda görülmüfl ve hatta bahsetti¤imiz Yunan düflünürleri bu bölgedeki düflünürlerden çokça etkilenmifltir. Ancak do¤udaki bilimsel düflünme çabas› genel bir teorik soyutlama düzeyine ulaflmam›fl, daha çok yaflan›lan pratik sorunlar›n çözümüyle s›n›rl› kalm›flt›r. Yunan düflünce yöntemini k›ymetli k›lan fley, tek tek olaylardan elde edilen bilginin genellefltirilmesi ve teorilefltirilmesidir. Buna dayanak olan en önemli husus ise bilime uzanan tart›flmalar›n otoritenin d›fl›nda ve hatta onun elefltirisiyle birlikte yapabilme becerisidir. Bu anlam›yla tarihte bilinen ilk bilim adam› ve filozof Thales’tir. (*) Bilim sayfas›n›n “Bilim Tarihi” bölümü Bilim ve Gelecek Dergisi’nden Ender Helvac›o¤lu’nun deste¤iyle haz›rlanm›flt›r.

Bilim: Aksi ispat edilene kadar...

akşam saatlerine sarkan antremanlarında ise aydınlanma, sahanın dört tarafına çekilen arabaların farlarıyla sağlanıyor. Ayrıca amatör liglerde mücadele veren kulüplerin birçoğu futbolcularına lisans çıkartmakta zorlanırken parasızlık sebebiyle deplasman maçlarına gidemeyen takımlar da oldukça fazla. ÇAMUR SAHA, SO⁄UK DUfi Amatör kulüplerin futbolcuları az sayıda ve sağlıksız soyunma odalarındaki duşlarda soğuk suyla duş almak zorunda kalıyor. Birçok takımın toprak sahası bulunuyor, yağmurlu havalarda çamurlaşan zeminde hem rakipleriyle hem de sahaya karşı mücadele etmek zorunda

kalıyorlar. FUTBOLCULAR fiANS ESER‹ YAfiIYOR Amatör liglerde oyanan maçların çoğunda sporcuların sakatlanması durumunda müdahale edecek herhangi bir sağlık ekibi bulunmuyor. Sporcular sakatlandıklarında sedye yerine tahta kapılarla karga tulumba taşınarak ambulans bekliyorlar. 2009 Eylül ayında Zonguldak'ta Ereğli Belediyespor - Saltukova Belediyespor arasında oynanan maçta Saltukovalı Erkan Akçaoğlu'nun burnu kırılmış, ambulans şoförünün maç sırasında sahada olmamasından dolayı Akçaoğlu yarım saat hastaneye götürülmeyi beklemişti.

Deniz aslanlar› Galapagos’u terk etti Suda Yaflayan Hayvanlar› Araflt›rma ve Koruma Örgütü, Galapagos Adalar›'ndaki deniz aslanlar›n›n yükselen ›s› yüzünden Peru'nun kuzey kesimlerine yüzdüklerini duyurdu. Ekvador'un yaklafl›k 1000 km. bat›s›nda yer alan Galapagos Adalar›, ‹ngiliz do¤a bilimci Charles Darwin'in 150 y›l önce ilk kez ziyaretinden bu yana bir canl› evrim müzesi olarak biliniyor. ‹klim de¤iflikli¤i yüzünden adalardaki eflsiz çevresel düzen, umulmad›k de¤iflimlere tan›k oluyor.

4 yumurta kaç kitap tafl›r? Bu deney için 4 adet yumurta, bir bant ve kitaplara ihtiyac›m›z olacak. Dikkatlice yumurtalardan birinin dar olan ucunu 1cm çap›nda delin ve içini boflalt›n. Amac›m›z, yumurtadan bir yar›m küre elde etmek. Ancak, bunu düzgün yapmak kolay de¤il. Bu nedenle yap›flkan bant kullanaca¤›z. Yumurtay› dünyaya ben-

zetecek olursak, yumurtan›n “Ekvator” bölgesine çepeçevre bant yap›flt›r›n. Delik açt›¤›n›z taraftaki yumurta kabuklar›n› yap›flkan bant s›n›r›na kadar kopar›n. Bu ifllemi, di¤er yumurtalara da uygulay›n. fiimdi elimizde dört kubbe var. Bunlar› sanki bir dörtgen çiziyormufl gibi köflelere yerlefltirin. Ancak, bu dört köflenin birbirlerine uzakl›klar›n› öyle ayarlay›n ki, üzerlerine bir kitap konabilsin. Art›k deneme yapmaya bafllayabiliriz. Yumurta kabuklar›n›n üzerine birer birer kitaplar›n›z› koymaya bafllay›n. Kabuklar kaç kitab› tafl›yabilecek? ‹nan›n, tahmin etti¤inizden fazla kitab› tafl›yacak. Çünkü yumurta kabu¤undan bile olsa kubbe flekli, kitaplar›n a¤›rl›klar›ndan kaynaklanan kuvvetin, kabuklar›n belirli birer noktas›na yo¤unlaflmak yerine, her noktas›na eflit olarak da¤›lmas›n› sa¤l›yor.

Düz bir yolda yürüyor olsayd›n, tüm ilerleme iste¤ine ra¤men hala gerisin geriye gitseydin, o zaman bu çaresiz bir durum olurdu; ama sen dik, senin de afla¤›dan gördü¤ün gibi dik bir yamac› t›rmand›¤›na göre, ad›mlar›n›n geriye do¤ru kaymas›, bulundu¤un yerin durumundan ileri gelebilir, o zaman da umutsuzlu¤a kap›lmana gerek yoktur. KAFKA

Deryaları aştı, kirada boğuldu T

ürkiye’nin en ünlü yüzücüsü hiç şüphesiz Derya Büyükuncu. İlk kez 1992 Barcelona Olimpiyatlarına katılan Büyükuncu ardından 1996, 2000, 2004 ve 2008 olimpiyatlarına da katıldı. Bugüne kadar Dünya Yüzme Kupası'nda altın madalya, Avrupa Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası'nda gümüş madalya, 2000 FINA Dünya Kısa Kulvar Şampiyonası'nın 100 metre sırt üstü kategorisinde bronz madalya kazandı. Büyükuncu son olarak Abdi İpekçi Spor Salonu'nda yapılan 2009 Avrupa Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası'nda, 200 metre sırtüstünde 1.51.08 ile Türkiye rekoru kırarak finale çıktı ve finalde 5. oldu. Büyükuncu yarıştığı tüm alanlarda Türkiye rekorunun sahibi. Neredeyse hiç yardım almadan yarışmalara katılan ve Amerika’da master yapan Büyükuncu, Türkiye’nin yüzmedeki başarısızlığını şöyle açıklıyor: “Futbolcu ya da basketçi gibi para kazanmıyorsan istikbalin başka bir meslekten geçiyor. Biz 12 yaşında dünyadaki çocuklarla aynı seviyedeysek, 16 yaşımızdan sonra geriye gitmek zorunda kalıyoruz.” 34 yaşındaki Büyükuncu aynı zamanda 2009 Akdeniz Oyunları’na da yaş barajı gerekçesiyle götürülmedi. Halbuki tam bir sene önce 2008 Pekin Olimpiyatları’nda 41 yaşındaki Amerikalı kadın yüzücü Dara Torres 3 madalya kazanmıştı. Büyükuncu tüm bu olumsuzlukların yanısıra Amerika’daki evinden de kirasını ödeyemediği için atıldı. Devlet yetkililerinin imkânsızlık gerekçesiyle yardım etmediği Büyükuncu, son olarak yüzmeyi bırakabileceğini açıkladı.

201. yafl›nda Darwin’in anlam› üzerine Şubat 2010 günü İngiliz doğa bilimci Charles Darwin’in 201. doğumgünüydü. Bugün saygın bilim çevrelerinin tümü Darwin’in teorilerinin geçerliliğini kabul ederken, tüm dünyada gericilerin evrime karşı olan saldırısı da devam ediyor. Ülkemizde ise 12 Eylül cuntasının bilinçli olarak hayata geçirdiği, AKP iktidarında doruk noktasına ulaşan muhafazakarlaştırma projesinin sonucunda evrim karşıtlarının sayısı oldukça fazla. Peki nedir evrim teorisini ve Charles Darwin’i bu kadar önemli kılan? Charles Darwin Türlerin Kökeni’ni yayınladığında aslında teorisinde bir sürü boşluk vardı. Ancak ortaya koyduğu vizyona ve gelecek nesil bilimcilerin teorisinin eksiklerini kapatacağına inanıyordu ve öyle de oldu. Bunun yanı sıra aslında evrim düşüncesini ilk dillendiren de Darwin değildi. Darwin’in özgünlüğü evrim mekanizmasını, yani doğal seçilimi keşfetmesiydi. Doğal seçilim teorisi gezegendeki tüm canlıların ortak bir atadan türediğini ileri sürüyordu. Aslında Darwin insanın evrimi üzerine pek birşey yazmamıştı, muhtemelen yazmaktan çekinmişti. Buna rağmen doğal

seçilim tezi tutucu çevrelerde tam manasıyla bir infial yarattı ve onu gericilikle mücadelenin simgesi haline getirdi. Tabii ki Darwin’in insanlığın düşünce dünyasında açtığı çığır gericilik ile mücadele çerçevesine sığmayacak kadar büyüktür. Darwin’e kadar insanlar kutsal kitapların kendilerine öğrettiği gibi dünyanın ve onun içindeki canlıların kendilerine hizmet etmek için yaratıldıklarını düşünüyorlardı. İnsanın da doğanın bir parçası olduğunu düşünmüyorlardı. Doğayı insanlığa sunulmuş bir nimet olarak algılıyorlardı. Ancak evrim teorisi ile beraber insanın da doğanın bir parçası olduğu düşüncesi insanlığın gündemine geldi. Dolayısıyla ilk andan itibaren gericilerin saldırısına uğradı. Hatta Darwin tepkilerden çekindiği için Türlerin Kökeni’ni yayınlamayı mümkün olduğu kadar erteledi. Bunun yanı sıra Darwin’in dinamik doğa anlayışı ile diyalektik-materyalizm arasındaki uyum da Darwin’i gericilerin hefedi haline getirmiştir. Türlerin Kökeni’nin yayınlanmasından 151 yıl sonra evrim hala gericilerin korkulu rüyası, bilimsel düşüncenin ise kalesi olmaya devam ediyor.


KÜLTÜR SANAT

15

19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010

Halk›n Sesi

Bilim ve Gelecek kitabevi Bilim ve Gelecek dergisi, İstanbul Kadıköy Zuhal Sokak’ta Bilim ve Gelecek Kitabevi’ni açtı. Bilim meraklıları, Kitabevi’nde bulunan Türkiye’de bugüne kadar çıkan bilim dergilerinin arşiviyle toplum ve doğa bilimleri ile ilgili kitaplardan faydalabilecek.

Kardefl bayramlar

‘Yasak gereksiz’

Akdoğan Özkan’ın Kardeş Bayramlar ve Özel Günler kitabı İnkılap Kitabevi tarafından yayımlandı. Kitap, 36 farklı dilin konuşulduğu Türkiye’deki değişik inanç ve kültürlerin bayramlarını ve aralarındaki benzerlikleri inceliyor.

AİHM Guillaume Apollinaire'in ‘On Bir Bin Kırbaç’ kitabının ‘cinsel arzuları tahrik ve istismar ettiği’ gerekçesiyle Türkiye'de yasaklanmasını gereksiz buldu. Hades yayınları tarafından basılan kitap toplatılmış ve yayınevi sahibi para cezasına çarptırılmıştı.

K›sa film uzun muhabbet İstanbul Halkevi Film Atölyesi kısa filmleri 6 Mart’ta uzun metraj film yönetmenleriyle buluşturuyor. Genç yönetmenler hem kısa filmlerinin izleyiciyle buluşmasına, hem de konuk yönetmenlerin eleştirileriyle kendilerini geliştirmeye olanak bulacak.

Ne sihirdir ne keramet R

ecep’te farklı bir şeyler var… Cem Yılmaz’a da gülerken kendisini bayağı bulduğumuz, ukalalıklarından rahatsız olduğumuz, bazen sıkıldığımız ve yaptıklarıyla haksız yere inanılmaz paralar kazanmasını içerlediğimiz oluyordu. Recep’te de oluyor ama ‘Recep İvedik’ serisinde ‘GORA’da, ‘AROG’da ve son olarak ‘Yahşi Batı’da hissetmediğimiz bir şeyler var. Kendisinden en hazzetmeyenimiz bile Recep’e içten içe bir sempati besliyor. Ortada sinema namına bir şey yok. Kemal Sunal örneğindeki gibi bir oyuculuk ya da sosyal meseleler hiç yok. O halde nedendir bu yakınlık hali? Türkiye’de yeni orta sınıfların ’90’lı yıllarda parlamasına paralel kültürel ortamda da bu sınıfsal gelişmelere uygun değişiklikler olmuştu. Tam da bu dönemde mizah anlayışı da geçmişteki tarzdan kopmuştu. Özellikle Leman dergisinde en billur hali görülebilecek bu anlayış ‘yurdum insanı’ tipolojinin peşinde, ‘Türklük halleriyle’, ‘magandalıkla’, ‘kırolukla’ vs. dalga geçmeye koyulmuştu. Ancak bol kıllı erkek göğüslerini, şiveli konuşmaların, ajda bardaklı çayların, şıpıdık terliklerin, çizgili pijamaların bolca içine serpiştirildiği bu türde, tasfiye olan geleneksel orta sınıflar ve daha da fazla yoksulların yaşamlarıyla dalga geçiliyordu. Bu izleğin en önemli temsilcisi, Leman’dan yetişme Cem Yılmaz yıllardır malzemelerini sokaktaki insandan çıkarmaya devam ediyor. İşte Recep’in farkı

Müziksiz filme müzik ödülü Y

önetmenliğini Orhan Eskiköy ile Özgür Doğan’ın yaptığı ‘İki Dil Bir Bavul’ geçtiğimiz sene boyunca çok sayıda ödül toplamıştı. Son aldıkları ödül ise epey şaşırtıcı. ‘İki Dil Bir Bavul’, son olarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından düzenlenen ‘1. İlk Yönetmen Uluslararası Film Festivali’nde ‘en iyi müzik’ ödülünü kazandı. Plaket, yönetmenlere postalandı. Şaşırtıcı olan ise filmde müzik kullanılmaması. Özgür Doğan konuyla ilgili bir açıklama yaptı: “Aralık başında Bayındırlık Bakanlığı’ndan aradılar, bir festival düzenlediklerini söyleyip, bizden jüriye sunmak üzere filmin DVD’sini istediler. Bir süre ses seda çıkmadı. Daha sonra bakanlıktan bir sekreter aradı, ‘Size bakanlıktan bir şey yollayacağız, adres verir misiniz?’ dediler. Ödül plaketini gönderdiler. ‘En iyi müzik ödülü’ vermişler filmimize. Filmimizde hiç müzik yok. Bakanlığı aradım, kimseye ulaşamadım. Çok şaşırdık. İmkansızı başardık ve hiç müzik kullanmadan en iyi müzik ödülü aldık.” Bir öğretmenin Güneydoğu’da bir köyde görev almasıyla birlikte yaşadığı olayları yaşayanların oyunculuğuyla anlatan belgesel-film, Adana Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz Güney ve SİYAD ödüllerini almıştı.

O

rtadaki bayağılığın farkındayız. Yine de Recep’e çok gülüyoruz ve kendisine belli bir sempati besliyoruz. Peki neden?

tam da burada ortaya çıkıyor. Recep tabii ki bunun tam olarak dışında değil. Onun nezdinde de yine ‘yurdum insanı’ esprilerini görmek mümkün. Ama Recep asıl olarak başka bir şey yapıyor.

Leman’ın karikatürlerinde, Cem Yılmaz’ın filmlerinde kendisiyle dalga geçilen küçük insan bu kez kendisiyle dalga geçenlerle dalga geçiyor. Recep ilk filmden bu yana üst orta sınıfların yaşam tarzlarına

saldırmaktan çekinmiyor. Belki izleyiciler olarak Recep’in ortadan birleşen kaşlarını yukarı kaldırmasına, şivesine, giyim tarzına vs. yine gülüyoruz ama asıl olarak golf oynayanların üzerine domates

atıp levyeyle saldırılmasına, pozitif enerji hikayeleriyle yoga hocalarına, plazalardaki yöneticilere, façası bozulan tertemiz giyinmiş, takım elbiseli iş adamlarına, erkekleri her şekilde etkileyebileceklerine inanan, çekici kıyafetler giyen güzel kadınlara, Starbucks ortamlarına patlatıyoruz kahkahaları. Aslında bütün bu anlayışı serinin ikinci filmindeki bir sahne çok iyi anlatıyor. Recep işadamlarının katıldığı ödül töreninde konuşma yapmak zorunda kalınca hiç ezilip büzülmüyor. Onların paralı olmalarını, statülerini, giyim kuşamlarını hiç mi hiç önemsemeden konuşmaya başlıyor: “Güzel Türkiye’mizin İstanbul’unda bu kadar kodaman olduğunu görmek, ensesi kalın olduğunu görmek beni çok sevindirdi, hepiniz ip gibi dizilmişsiniz, efendi olun, adam olun lan!” Recep serinin üçüncü filminde de bu kez biraz ehlileşmiş halde olsa da yine orta sınıfların değerlerine çekinmeden, hesapsız kitapsız sert tarzıyla saldırıyor. Yeri geliyor bir saatlik seans başına hastasından 150 dolar alan psikiyatrın, yeri geliyor ukala bir profesörün, yeri geliyor kendine çok güvenli karate hocasının ‘karizmasını çiziyor’. Ama unutmamak gerek ki Recep bunları ne bir bilinçle, ne belli bir hakkaniyet-adalet duygusuyla yapıyor. Öyle olunca da karşımıza ırkçılık, cinsiyetçilik gibi bilumum belaya bol bol palazlanma imkanı tanıyan lümpen kültürün yeniden ve yeniden üretilmesinden başka bir şey çıkmıyor.

Vakit’ten sanat düşmanlığı Vakit gazetesinin sanata ve sanatçılara yönelik provakasyonu devam ediyor. Daha önce bale yapan ilkokul öğrencilerini ve Topkapı Sarayı’ndaki piyano konserini hedef gösteren gazete bu sefer İstanbul’daki Kumbaracı50 tiyatrosunu hedef gösterdi. Özen Yula’nın yazdığı ‘Yala Ama Yutma’ adlı oyunun ‘dine hakaret içerdiğini’ iddia eden gazetenin haberi hemen etkisini gösterdi. Vakit’in ‘habervaktim.com’ sitesinde haberi yorumlayanlar ‘illa sopayla basmamız mı gerekiyor’ sözlerini sarfetti. Vakit’in haberinin ardından Saadet Partisi’ne yakınlığıyla bilinen Milli Gazete de oyuna saldıranlar arasına katıldı. Gazetenin haberlerinin hemen ardından Beyoğlu Belediyesi yangın merdiveni olmadığı gerekçesiyle Kumbaracı50 Tiyatrosu’nu mühürledi. Mühür tepkiler üzerine kaldırılırken tiyatrocular ‘Yala Ama Yutma’ oyununu provokatif yayınlar durana dek

Vakit gazetesi tiyatro ve opera oyunlarına ‘dine hakaret ediliyor’ bahanesiyle saldırdı. Vakit’in hedef gösterdiği tiyatro mühürlendi

erteleme kararı aldı. VAK‹T DURMUYOR Vakit, ‘Yala Ama Yutma’ oyunun ardından Garajistanbul’da sergilenen

‘Dar-Ül Love’ adlı operayı da hedef gösterdi. "Böyle sanat olmaz olsun" manşetiyle bir haber yapan gazete operanın, ‘Müslüman-Türk milletinin manevi değerlerini bozarak

yıpratmaya’ çalıştığını iddia etti. Vakit, bir travestinin hikayesini anlatan operayla ilgili haberde "Türkiye'deki medya, sanat adına maneviyat düşmanlığını görmezden gele dursun, Vakit yaşananları tüm çıplaklığıyla sunmaya devam ediyor" sözleriyle yaptığı saldırılarla övünmekten de geri durmadı. S‹C‹L‹ KABARIK Vakit gazetesinin Şubat ayı saldırıları bu olayla son buldu. Vakit, daha önce de defalarca konserleri veya oyunları hedef göstermişti. 2009 yazında ‘kutsal mekânlarda içki içilecek’ yaygarasını çıkaran Vakit, Alperen Ocakları üyelerini harekete geçirmiş ve Topkapı Sarayı’ndaki İdil Biret konserini basma girişimlerine ön ayak olmuştu. Vakit gazetesi 2007 yılında ‘Allah Korkusu’ isimli karikatür sergisini benzer sebeplerle hedef göstermişti. Gazetenin bale yapan küçük çocukların resimlerini mozaiklemesi uzun süre akıllardan çıkmamıştı.

Türkülerle ‘Yaşam Evi’ ‘W

ernicke Korsakof’, hapishanelerde açlık grevi ve ölüm orucu süreçlerinde uzun süreli açlığa bağlı olarak ortaya çıkan bir hastalık. Wernicke Korsakof’lu eski mahkumların barınabilecekleri ve sosyal aktivitelerde bulunabilecekleri ‘Yaşam Evi’ kurulması amaçlanıyor. “Çeliğe su verenlerle el ele”

sloganıyla Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi'nde Wernicke Korsakoflular ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Girişimi tarafından düzenlenen geceye yoğun ilgi gösterildi. Kardeş Türküler’in katıldığı gecenin sunuculuğunu şair Sezai Sarıoğlu yaptı. Gece, hastalığa yakalanan eski mahkumlarla yapılan video röportajlar, girişim

üyelerinden Çetin Durukanoğlu kuruluş amaçlarını anlattığı konuşması, Wernicke Korsakof hastaları Fadime Akalın ve Yusuf Can’ın konuşmalarıyla devam etti. Kardeş Türküler’in konseriyle son buldu. Geceden elde edilen tüm gelirle "Yaşam Evi" projesi için ihtiyaç duyulan kaynağın bir kısmı elde edilmiş oldu.

Bilmeyen ba¤›ms›z san›r Türkiye’de 9 yıldır bağımsız sinemanın bir adresi var: !f İstanbul. Adı ile müsemma film festivali İstanbul ve Ankara seyircileri ile buluşarak bağımsız filmleri Türkiye seyircisine ulaştırmaya çalışıyor. Festival maalesef sadece iki şehirde gerçekleşiyor ve gittikleri şehirlerin en ‘VIP’ salonlarında görücüye çıkıyor. ‘Ne yapalım sadece bu salonlar sponsorluk anlaşmalarını kabul edebiliyor.’ Olsun, çıtayı yüksek tutuyor ve 81 şehrin hiç olmazsa iki büyüğüne uğruyor şimdilik. Tabii festivalin 9 yıllık geçmişini düşününce şimdilik sözcüğü pek ikna edici olamıyor. Gelin görün ki bu metropollerimizin sinema seyircisi durumdan pek keyifli ki gündüz seansları, yani işte ve okulda olduğumuz seansları, 5 Liraya takip edebiliyor, aksilik bu ya daha müsait olduğu akşam saatlerinde ise 1213 ve 15 Liraya biletlerine kavuşabiliyor. Bağımsız film ne demek de festivali oluyor bir de onu düşünelim. Bağımsız sinema her şeyden önce tekellerden, şirketlerden ve sermayeden uzak durur. Mehmet Filmler ticari kaygılar duyulZubaro¤lu maksızın çekilir. Bağımsız filmlerin yönetmeni kendini Halkevleri Kültür Sanat Atölyesi sansür ve denetim mekanizmalarının dışında tutmaya çalışır ve genelde çektiği filmlerde anlatmak istediği bir derdi vardır. Tanımlar pek sıkıcı elbet ama bir de film festivalleri ne işe yarar onu da konuşsak mı? Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de film festivalleri belli bir kıstasa göre seçilen filmleri bir iki haftalık süreler içerisinde seyirci ile buluşturan etkinliklerdir. Zaman içinde göremediğiniz ve muhtemelen pek çoğu da ülkemizde vizyona giremeyecek filmleri izleyiciyle buluşturur. Sinematografik açıdan değeri olan filmlerin tekrar gösterime girmesini sağlar. Şimdi !f İstanbul’u neden çok sevdiğimizi ve merakla beklediğimizi söyleme zamanı: “Çünkü biz sinemaya sanat, sanata da toplumu dönüştürebilecek etmenlerden biri gözü ile bakanlar, bu süre içinde mesela 10 film görebilmek için 120-150 lira para ödemekten müthiş bir haz duyuyoruz. Ve bu festivalde de mümkün olduğunca film kaçırmıyoruz” diye bir cevabı verebilmeyi isterdim. Fakat adı bağımsız olan bu festival 31 ayrı sponsorun desteği ile gerçekleşiyor. Buna rağmen el yakan fiyatlara sahip biletlerle bağımsız filmleri izleyenlerle buluşturuyor. Üstüne üstlük adında ki ‘bağımsız’ kelimesinin önüne AFM adlı sinema firmasının ismini konduruveriyor ve hala kendisini bağımsız film festivali olarak sunabiliyor.

Leyla Gencer Müzesi açılıyor D

ünyanın en ünlü sopranoları arasında gösterilen Leyla Gencer için yapılan müze Mayıs ayında açılacak. İstanbul Kültür Sanat Vakfı bünyesinde açılacak Leyla Gencer Müzesi'nde sanatçının Milano'daki evinden getirilecek özel eşyalar sergilenecek. Müze aynı zamanda Türkiye’deki ilk kadın müzesi olma özelliğini de taşıyor. Batı ülkelerinde ‘La Diva Turca’ ismiyle anılan Gencer 1928’de İstanbul’da doğdu. Operada sanat hayatı boyunca 23 bestecinin 72 yapıtında oynadı. 10 Mayıs 2008’de Milano’daki evinde kalp yetmezliği sebebiyle hayatını kaybetti.


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ

19 fiubat 2010 / 4 Mart 2010

16 Halk›n Sesi

Yalan söylemek kötü bir şeydir Recep

Tekel kazanacak

R

halk kazanacak Türkiye haftalardır güne Tekel’le başlıyor. Milyonların kalbi Ankara’da atıyor. 20 Şubat’ta tüm Türkiye Ankara’da Tekel işçileriyle çok el olmak için buluşuyor

ürkiye’nin her yerinde Tekel direnişine destek eylemleri sürüyor. Yapılan eylemlerde Tekel direnişinin tüm halkın mücadelesi olduğuna işaret ediliyor. Güvencesizler, Adana Balcalı’da taşeronu yenen Dev Sağlık-İş’li sağlık emekçileri, Marmaray işçileri, atanması yapılmayan öğretmenler, metrobüs zammını iptal ettirenler ve daha niceleri Tekel işçileriyle ya Ankara’da buluşuyor ya da herhangi bir hak mücadelesinde talepleri buluşturuyor. Sakarya Caddesi’nde sık sık işçilerle dayanışma eylemleri yapılıyor. Binler, “Tekel kazanırsa halk kazanır” diyor.

Niğde, Konya, Artvin, Manisa, Burdur, Adana, Sivas, Zonguldak Çaycuma, Mersin ve Samsun’da Tekel direnişine destek eylemleri yapıldı. Eylemlerde Tekel direnişinin tüm halkın direnişi olduğu ifade edildi. Ağrı Dağı’na tırmanan ODTÜ’lü dağcılar da 5 bin 137 metre yükseklikten Tekel işçilerinin direnişini selamladı.”Tekel işçileri üşümüyorsa biz de üşümüyoruz” yazılı pankart açan dağcılar Tekel işçilerinin direnişine destek oldular. Diyarbakır’da yapılan eylemde yaklaşık üç yüz kişi Tekel işçilerinin mücadelesini sahiplenerek 4/C’ye karşı yürüdü.

HER YER TEKEL HER YER D‹REN‹fi İstanbul’da 5 bin kişi meşaleli yürüyüş yaptı. Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu da her gün Galatasaray’da oturma eylemleri yapma kararı aldı. Polis Kartal’da direnişe destek olmak için çadır açanlara saldırdı ve Dev Sağlık-İş Örgütlenme Uzmanı Ethem Demir’i gözaltına aldı. SDP ve TÖP üyeleri Tekel direnişine destek için 17 Şubat’ta İspanyol Cervantes Enstitüsü’nü işgal etti. İzmir’de bir araya gelen ilerici kurumlar, “bugün herkes güvencesiz herkes geleceksiz, o yüzden hepimiz Tekel işçisiyiz hepimiz Tekel direnişçilerinin yanındayız” dedi. Eylemde konuşan Tekel işçisi Sevim Ulaş AKP’yi korkutanın emeğin birleşmesi olduğunu ifade etti. Bursa, Eskişehir, Trabzon,

‹fiÇ‹LER‹N B‹RL‹⁄‹ AKP’Y‹ YENECEK Hükümetin tüm tehditlerine rağmen Tez Koop-İş sadece 20 Şubat’ta değil işçilere tanınan son gün olan 28 Şubat’ta da Ankara’da olacaklarını söyleyerek olası bir saldırıya karşı Tekel işçileriyle yan yana olacaklarının mesajını verdi. Tez Koop-İş’in desteği bir tek AKP’yi üzdü. Tez Koop-İş 16 Şubat’ta bir bildiri yayımladı. Tekel direnişinin işçi sınıfının sembolü haline geldiğini söyleyen bildiride Tekel direnişinin sonuna kadar yanında olunacağı ifade edildi. Tez Koop-İş 4/B ve 4/C uygulamaları tamamen kaldırılıncaya kadar mücadele edeceklerini belirtti.

T

KORKUN, KAÇACAK DEL‹K ARAYIN! 14 Şubat’ta Halkevleri, ÖDP ve TKP Ankara’da “Tekel işçisi kazanırsa halk kazanır” mitingi

düzenledi. Yaklaşık beş bin kişinin katıldığı mitingde güvenli iş güvenceli gelecek vurgusu yapıldı. İşçilerin çadırlardan çıkarak katıldığı eylemde binler hep bir ağızdan “Her yer Tekel her yer direniş” diye slogan atarak direnişin her yerde aynı kararlılıkla sürdüğünü haykırdı. Tek Gıdaİş Genel Başkanı Mustafa Türkel ve sendika yöneticilerinin yanı sıra TMMOB Başkanı Mehmet Soğancı da eyleme destek verdi. Mitingde konuşan Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, Ankara’da iş, ekmek, onur mücadelesi veren emekçilerin haklı davasının sürdüğünü, bu mücadelenin AKP’yi titrettiğini söyledi. “Sınıf ayağa kalkıyor; korkun, kaçacak delik arayın! Bu sınıf ayağa kalktığında elleriyle yazacak yeni güzel günleri” diyerek sözlerine devam eden Birol, 20 Şubat’ta tüm Türkiye’den herkesin Ankara’ya akacağını, meydanların, sokakların dolacağını, direnişin büyüyeceğini belirtti. Tek Gıda-İş Sendikası adına konuşan Servet Akbudak Türküyle, Kürdüyle, işçilerin hakları için birlikte mücadele ettiğini söyleyerek, açılımın bu çadırlarda gerçekleştiğini ifade etti. ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, Başbakan’ın “Bu çadırlar Ankara’ya yakışmıyor, kaldıracağız” sözlerini hatırlatarak, “Bu çadırlar Ankara’ya o kadar çok yakıştı ki. Çünkü bu çadırlar demokrasi, dayanışma, kardeşlik çadırı” dedi. TKP Genel Başkanı Erkan Baş da “AKP bilsin ki halkın, bütün emekçilerin iki eli

yakasındadır” diyerek; kararlılıkla, sabırla, mücadeleyle bu direnişin başarıya ulaşacağını vurguladı. 20 fiUBAT’TA ANKARA’YA Tüm bu eylemler devam ederken sendika konfederasyonlarının çağrısıyla ülkenin her köşesinden binler 20 Şubat’ta Ankara’da buluşacak. Özelleştirmelerle güvencesizleştirilen, hakları elinden alınan işçiler ve onların sınıf dostları AKP’nin merhametini başına çalıp haklarını almak için Ankara’da bir araya

geliyor. AKP’nin tüm sindirme çabalarından daha da güçlenerek çıkan direniş, Ankara sokaklarında emek düşmanlarının dizlerinin bağını çözecek. Güvencesizleştirilen, yoksullaştırılan, parasız eğitim, parasız sağlık, parasız ulaşım hakkı gasp edilenler Ankara’ya, hesap sormaya gidiyor. Çünkü Tekel işçileriyle birlikte sıkılacak yumruklar paralı sağlığa, paralı eğitime indirilecek birer balyoz olacak. İnsanca bir yaşam isteyen herkes o gün Ankara’da olacak, çünkü Tekel kazanırsa halk kazanacak.

ecep Tayyip Erdoğan, Tekel işçilerinin direnişini ve direniş etrafında büyüyen dayanışmayı altedemeyince yalana sarıldı. Kendisine yalan söylemenin kötü bir şey olduğunu hatırlatmak ve yalanları karşısında doğruları yüksek sesle söylemek gerek. İşte Erdoğan’ın yalanları ve gerçekler. Yalan: ''Burada belli bir sendika her ay 600-650 milyarlık bir geliri kaybediyor. Tabii bu gizleniyor, söylenmiyor ayrı mesele...” Doğrusu: TEKGIDA-İş Sendikası bir yıldır TEKEL işçilerinden sendika aidatı almıyor. Tekel işçilerinin mücadelesi kazanımla bitse yani işçiler özlük haklarıyla başka bir kamu kuruluşuna gittiklerinde TEKGIDA-İş’in örgütlü olduğu gıda iş kolundan çıkacaklar ve Tekel işçileri artık TEKGIDAİŞ'e üye olmaları mümkün olmayacak. Ve dolayısıyla aidat da vermeyecekler. Yalan: “İşçiler 4-C’ye geçerlerse sendika haklarını kaybetmeyecekler.” Doğrusu: İşçi sendikalarına üye olma haklarını kaybedecekler. Toplu sözleşme yapma, grev yapma hakkı olmayan kamu çalışanı sendikalarına üye olabilecekler. Toplu sözleşme yapma, grev yapma hakkı olmayan sendika fiiliyatta zaten dernek statüsünde. Yalan: “Bunlar fabrika değil, depo çalışanı.” Doğrusu: Tekel, “istihdam artacak” vaadiyle özelleştirildi, ancak birçok ilde bu işletmeler kapatıldı. Bu işçiler, depo çalışanı olarak işe başlamadı ki. Hepsi fabrika işçisi iken AKP tarafından depo çalışanına dönüştürüldü. Yalan: “Bu eylem bindirilmiş kıtalarla yapılıyor.” Doğrusu: Bu eylem AKP’nin haklarını gasp ettiği binlerce Tekel işçisi ve onların örgütlü olduğu sendika tarafından yapılıyor. Yalan: “Bu eylem gazeteciler sayesinde gündemde tutuluyor.” Doğrusu: Bu eylem Fehmi Koru, Can Dündar, Ahmet Altan gibi gazetecilere; Zaman, Yeni Şafak, Vakit, Sabah, Akşam gibi gazetelere rağmen gündemde tutuluyor. Yalan: “Bu eylem yasal değil.” Doğrusu: Mustafa Türkel’den: “Ücretlerinin düşürülmesini, sosyal ve sendikal haklarının kaybını ve kölelik düzeni içinde çalışmayı kabul etmeyerek, uluslararası ve iç hukuk kuralları çerçevesinde hakkımızı arıyoruz...”

Ezgi Tekel direnişinin kitabını yazdı F. GONCA fiAH‹N Ezgi Deniz Karabudak, işçi bir ailenin kızı, tüm ülkeyi saran Tekel direnişi onun da dünyasını etkilemiş. Kendini direnişteki bir Tekel işçisinin yerine koyarak ‘Grevcinin Kızı’ kitabını yazmış. Üstelik kitabını resimlemiş de. Ezgi’nin kitabında resmettiği dünyasını daha yakından tanımak için evine konuk olduk. Genç yazar annesi ve babasıyla Ankara’nın işçi mahallesi, Mamak’ta oturuyor. Ezgi çok küçükken hak aramak, direnmek nedir öğreniyor. Annesi ve babası emekçi, onlarla birlikte hak aramak için meydanlara

çıkıyor. Annesi ve babası Alevi, yok sayılmaya karşı onlarla birlikte pankartın ucundan tutuyor. 2007 yazında iki hafta su akmıyor, su hakkı için ellerinde boş bidonlarla yollara dökülüyorlar. Ezgi bu ülkede haksızlıklara karşı mücadele etmek istemeyen insanları anlayamıyor. “Mücadele etmeden nasıl yaşanır ki? İnsanın hayatı çürür.” Ezgi kendisini Tekel işçilerinin çocuklarının yerine koyarak bir kitap yazdı. Bu kitabın hikayesi bir ödevle başlıyor. Öğretmeni tatilde o sırada hayatlarında en önemli şey neyse onun kitabını yazmalarını istiyor. Ezgi de Tekel işçilerinde karar kılıyor.

-Nereden geldi aklına Tekel işçilerini yazmak? Nasıl haberin oldu? -Haberlerden gördüm, polis saldırınca çok üzüldüm. Sonra mahallemize geldi Hataylı işçiler, bize dertlerini anlattılar. Biz de dinledik, sorular sorduk. -Peki onların çadırları var şimdi, gördün mü? -Babamla birlikte gittik, ziyaret ettik. Kış olduğu için soba kurmuşlar. Geçen ay iki gün çok soğuktu havalar, üşümediler mi acaba? Keşke yazın direnselerdi… Direnişteki Tekel işçilerinin çocukları iki aydır annelerine, babalarına hasret yaşıyor. Ezgi de kitabında

evden ayrılıp Ankara’ya doğru yola çıkan babasına “Gitme, seni çok özlerim” diyor ama haklarını alıp döneceğini öğrenince rahatlıyor. Ezgi’ye “Peki senin baban da işini kaybetseydi destek verir miydin?”diye soruyoruz? -Tabii ki verirdim. Ama ben de giderdim yanında. -Okulun ne olacak? Ya uzun süre beklemek zorunda kalırsa? -Olsun, ben de onunla beklerim, yoksa göndermem. “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz” Ezgi ikinci sınıfa gidiyor; ama okumak, kitaplar onun dünyasına yeni girmemiş. Okumayı çok seviyor. Müzikle ilgileniyor, şiir okuyor, oyun

oynuyor. Yorulmuyormuş pek, sevdiği her şeyi yapmak istiyor. Notlarını sorunca “Sormaya gerek var mı, hepsi 5” diyor. Sevdiğin bir şiiri oku diyoruz, “Kapıları çalan benim, kapıları birer birer. Gözünüze görünemem göze görünmez ölüler” diye başlıyor. -Kimin şiiri bu, biliyor musun? - “Nazım Hikmet yazmış bu şiiri, Hiroşima’da savaştan zarar gören çocukları anlatıyor.” Ezgi bizimle sohbet ederken o kadar düzgün cümleler konuşuyor ki demeden edemiyoruz. -Ne güzel konuşuyorsun sen… -Benim kelime dağarcığım geniştir. Doğru söze ne denir…


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.