102

Page 1

SAYFA

2

Damad›n iflyerinde grev var Erdo¤an’›n damad›n›n çal›flt›¤› Çal›k’a ba¤l› ATV-Sabah’ta gazeteciler yeniden grevde

SAYFA

7

SAYFA

TOK‹ her tafl›n alt›nda AKP hükümetinin yaratt›¤› neoliberal bir terminatör: TOK‹. Hem y›k›yor, hem kuruyor

13

Ayaklar yerden kesilince Hak mücadelesinin s›cak gündemi olan ulafl›m hizmetinin tarihi rant kavgas›yla dolu

SAYFA

15

Oscar’›n ödüllü askerleri Sineman›n en büyük ödülü Oscar, Irak savafl›n› anlatan The Hurt Locker’e verildi

19 Mart 2010 • 1 TL

Y›l 4 • Say› 102

Hak verilmez al›n›r diyen Ankaral›lar paras›z ulafl›m için sokakta

AKP’ye yol göründü

Ankara’da paras›z ulafl›m eylemleri yayg›nlafl›yor. Topbafl gibi, Gökçek’in de paral› ulafl›m oyunlar› tutmuyor. Zamlar›n geri al›nmas› bile yakalar›n› kurtarmalar›na yetmiyor

Marmaray işçisi patronu masaya getirdi

Gökçek’in komünist ifli dedi¤i paras›z ulafl›m eylemleri ülke çap›nda AKP iktidar›n› zorlayan bir halk muhalefetine dönüflüyor. Hak ve emek mücadeleleri bu çizgide bulufluyor

‹nsanca çal›flma koflullar› için aylard›r direnen Marmaray iflçisi flantiyeyi iflgal edince, patron iflçilerle masaya oturdu. Halk›n Sesi eylem s›ras›nda flantiyedeydi S. 8

Kuflatma s›n›rlar› aflt› Kürt hareketine yönelik operasyonlar Avrupa ülkelerine yay›ld›. Zübeyir Aydar ve Roj TV de bask›nlardan nasibini ald›. Operasyonlar›n uluslararas› bir planlaman›n ürünü oldu¤u anlafl›l›yor S. 4

Dikkat elektrik çarpmasın BEDAfi’ta çal›flan tafleron emekçiler elektrik hizmetinde dönen dolaplar›, aldatmacalar› ve bunlara karfl› abonelerin neler yapabilece¤ini anlatt› S. 11

Art›k yolu açmak yetmiyor büyütmek de gerekiyor. Çünkü art›k o yol dar geliyor... YOL YAZISI S. 3

Kenar Notlar› / Sayfa 2

Ferda Koç / Sayfa 4

Umar Karatepe / Sayfa 9

Deveye sormufllar...

S›n›r›m›z K›z›ldere’dir

IMF ‘defolurken’

Hakan Bayhan / Sayfa 15

Kardefl Bayramlar ve...

Tekel işçisi ‘çoban ateşini’ harlıyor Tek G›da-‹fl Baflkan› Türkel gazetemize 1 Nisan’a haz›rl›k çal›flmalar›n› anlatt› ‘Eylemlerimiz t›rmanacak.’ dedi

Tekel iflçileri kentlerde kurduklar› iflçi komiteleriyle 1 Nisan’a nas›l haz›rland›klar›n› gazetemize anlatt›.

’4/C kalkana kadar AKP’ye rahat yok’ diyen iflçiler her yerde AKP’li bakanlar› protesto ediyor S. 16

Avrupa’da iflçi ayakta Avrupal› hükümetler krizin ac›s›n› halktan ç›kart›yor. Farkl› ülkelerde bafllayan grevler hükümetlerin iflinin kolay olmad›¤›n› gösteriyor S. 5

8 Mart’›n 100. y›l›nda coflkuyla 8 Mart’›n yüzüncü y›l›nda kad›nlar baflka bir dünya için alanlarda bulufltu. Diyarbak›r’dan Giresun’a ülke çap›ndaki mitinglerde kad›nlar›n ortak talepleri adalet, eflitlik, özgürlük ve bar›fl oldu 8 Mart’ta tüm dünyan›n kad›nlar› eflzamanl› olarak 3. Dünya Kad›n Yürüyüflü’nü bafllatt›. Yürüyüflün Avrupa aya¤› haziranda Türkiye’de olacak S. 10

‘Gücümüz birli¤imizdir’ TOK‹ Baflkan› maafl›na zam istedi. “Geceleri h›rs›mdan a¤l›yorum, nefsim istiyor.” dedi.

Deneyimler Ifl›¤›nda Güvencesizlefltirmeye Karfl› Mücadele Forumu, ortak mücadelenin önemini gösterdi S. 12


2

MEDYA 19 Mart 2010 / 1 Nisan 2010

Halk›n Sesi

Kenar Notlar› Deveye sormufllar: ‘Boynun neden e¤ri?’ slamcı medya, Cumhurbaşkanı Gül’le Başbakan Erdoğan’ı övme yarışındalar. İşin içinde yarışma olunca, haliyle rekabet de oluyor. Kapitalizmin öncü düşünürleri buna, “İnsan insanın kurdudur.” demişlerdi. Medyada ‘yer yurt’ edinmiş yeni İslamcı düşünürlerse, “hizmet yarışı” diyor; yani ‘herkesin herkesle rekabeti’. Medyanın, ‘İslamcı mevzilerin savunulması’ adına siyasal iktidarın bütün yaptıklarına övgüler dizmesine bakılırsa, “hizmet yarışında her yol meşrudur.” Yalan söylenebilir, kanlı rekabete girilebilir, ikiyüzlülük edilebilir. İşte size, İslamcı medyadan derlenmiş birkaç örnek. Gül, Kongo’da. Orada, “ülkemizin ekonomik ve siyasal çıkarlarını temsil ediyor.” “Hedefimiz, Afrika ile ticaretimizi 30 milyar dolara çıkarmaktır. Türkiye Afrika kıtasının, dönemin büyük güçleri tarafından sömürgeleştirilmesinin karşısında durmuştur. Kıtada sömürge geçmişi olmayan bir ülke olduğu için Türkiye´ye, Afrika ülkeleri büyük bir samimiyet ve yakınlık göstermektir.” Bu noktada Gül, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi’nin (TİKA) önemine değiniyor. “TİKA da nereden çıktı?” derseniz, bir ipucu verelim. Başkanı Musa Kulaklıkaya anlatıyor: “TİKA olarak yürütülen projelerle, İslam ülkelerinin kalkınmalarına katkı sağlanırken, bölge ülkelerinde faaliyet gösteren Türk firmalarına uygun ortamın sağlanması ve karşılaşacakları problemlerin giderilmesine öncelik verilmektedir.” Gezinin en can alıcı noktası, Abdullah Gül’ün, ekonomik kriz ve IMF üzerine konuşmasıydı: “Türkiye ekonomisi rüştünü global krizde ispatladı. Bir büyük dalga geldi, gemiyi salladı. Gemi sağlam olmasa mahvolurdu. Oysa tabak çanak kırıldı, o kadar. IMF ile anlaşma olabilirdi de olmayabilirdi de. Önemli olan doğru politikaları ülkelerin kendi iradesiyle uygulamasıdır. Doğru politikaları kendi iradesiyle uygulamayan ülkeleri IMF yaptırımları hizaya getiriyor… Yunanistan'ın krizde yaptırım altında yaptığı programı, Türkiye kendi başına yaptı…” Şimdi bu sözlere ne demeli? Neresini düzeltmeli? Deveye sormuşlar: “Boynun neden eğri?” “Asıl sen, yandaki devenin boynuna bak!” demiş. Bizim deve liberal İslamcı ya, rekabeti seviyor. Eskiden sorsalar, mütevekkil boynunu eğerek, “nerem doğru ki!” derdi. Erdoğan’ın deyişiyle, “Dik duruyoruz, ama diklenmiyoruz.” IMF karşısında ne onurlu, ne bağımsızlıkçı tavır! Kendini ezdirmeden, kendi iradenle boyun eğecek; sonra da buna “dik durmak” diyeceksin! İktidara tırmanmadan önce, ömrünü “Batıdan gelen şerre karşı cihada” vakfetmiş ‘İslamcı mücahitlerin’, bu ikiyüzlü devletlerarası siyasetle ne denli övünseler azdır! Üstelik bunu ‘ekonomik kriz karşısında rüştünü ispatlamak’ diye yutturuyorlar. Tabak çanak kırıldı, o kadar.” İşsizliği ve yoksulluğu bir yana bırakalım. Devletin emekçilere baskısını da görmezden gelelim. Memlekette kan gövdeyi götürüyor; kriz cinayetleri, cinnetler… “Tabak çanak kırıldı, o kadar.” Daha ne olsun! Gül, aba altından sopa gösterip, Komşu’yu örnek veriyor: “Hizaya gelmezsen, Yunanistan gibi olursun.” Yunanistan gibi olmak, egemenler için kötü; ama ezilenler için iyi bir örnek. Yunanistan’da o tabak çanaklar, sokaklarda egemenlerin başında kırılıyor! Asıl sen, yandaki devenin boynuna bak!

‘Bizim Çalık’ın kapısında grev Temmuz 2009’da durdurulan Atv-Sabah grevi Yargıtay kararıyla yeniden başladı. Başbakan Erdoğan’ın dünürü Ahmet Çalık’a peşkeş çekilen Atv-Sabah’ta sendikaya savaş açılmıştı

İ

Zaman’ın indirim çilesi

A

nkara’da şehiriçi ulaşım bedellerinin 8 Mart günü 6 yıl öncesine dönmesi Melih Gökçek’i çıldırttı. İktidarın yaptığı her şeyi destekleyen Zaman gazetesini ise gülünç duruma düşürdü. Zaman, halkın 8 -11 Mart tarihleri arasında yarı yarıya ucuz seyahat etmesine son veren ulaşım indiriminin iptal edilmesi haberini “Ankara'nın 'indirim çilesi' kısa sürdü” başlığıyla verdi. 11 Mart’ta Zaman’ın internet sitesinde yer alan haberde Ankara Minibüsçüler Odası Başkanı Hacı Bekir Gani’nin açıklamalarına yer verilirken, ulaşımdaki indirimin minibüsçülere çok büyük maddi zarar getirdiği Gani’nin ağzından vurgulandı. Zaman, haberin sonunda da ucuz ulaşımı halay çekerek kutlayan Ankaralılara nispet yaparcasına, minibüsçülerin ‘sevinç gösterileri’ yaptığını yazdı. Zaman, Ankaralıların indirime sevinmesini ve ucuz ulaşımın okurlarına ‘zarar’ vermesini önlemek için ‘kaos’ kelimesini kullanarak ulaşım zammına sevinenleri ‘bozguncu, anarşist’ gibi göstermeyi de ihmal etmedi. Gazete 12 Mart’ta yer alan “Ulaşım kaosunda son gün” ve “UKOME ulaşım kaosunu resmen bitirdi” başlıklı haberlerinde de yeni ulaşım bedellerini ayrıntılı olarak verdi. Oysa Zaman, ulaşım zammını geri alındığında ulaşım bedellerini ayrıntılı şekilde vermemişti. Zaman’ın haberinde indirime sevinen Ankaralı gösterilmediği gibi eski tarifenin geri gelmesine üzülen Ankaralı da bulunamadı. Zaman ‘sevinç’ kelimesini minibüsçüler için kullandı.

GÖKSU CIKIT

A

şağıdaki söyleşiyi asla ‘büyük’ bir gazetede okuyamazsınız. Mesele basında sendikalaşma olunca en kanlı bıçaklı medya grupları dahi ortak hareket ederek sansür mekanizmalarını sonuna kadar işletiyor. Erdoğan’ın damadının sahibi olduğu Turkuvaz grubunda (Atv-Sabah) 2009 Şubat’ında başlayıp 154. gününde mahkeme kararıyla hukuksuz bir şekilde sonlandırılan grev, Yargıtay’ın kararı bozması üzerine yeniden başladı. İlk gününden bu yana grev sürecini, yaşanan baskıları ve sendikaların grev karşısındaki tutumlarını Uğur Güç ve Mete Öztürk’ten dinliyoruz… Kurumda sendikalaşma çalışmasına başlamanızdan bugüne uzanan süreçte yaşananları anlatır mısınız? U.G: Atv-Sabah TMSF’ye geçtiği zaman sendikaya üye olduk. Haklarımızı muhafaza etmek istedik çünkü her yeni patronda bir hakkımız daha elimizden gidiyordu. 500 kişiyle sendikaya üye olduk. İşveren büyük tepki gösterdi, 10 küsur mahkeme yürüttü. Mahkeme sonucunda yetki alındıktan sonra işveren uzlaşmaz bir tavır içinde toplu iş görüşmelerini sürdürmedi. Yapılacak tek bir şey vardı, greve çıkmak. Grevden önce en az 300 kişi baskılarla sendikadan istifa etti. Grev günü geldi çattı, grev kararımızı astık. 10 kişi greve çıktık. Bu kadar kişinin ardından 10 kişi greve çıkınca kendimizi kötü hissettik ama çok büyük destekler de geldi. 150 gün burada grev nöbeti tuttuk. Eylemlerimizi yaptık, yürüyüşlerimizi yaptık. Ama en sonunda bir mahkeme kararıyla grev durduruldu. Greve çıkmadan önce zaten yanlış greve çıktığımız iddiasıyla işten atılmıştık. Hukuki süreç başladı. Grev yeniden başlamadan önce mahkeme işe dönüşlerimizi kabul etmedi. Yargıtay işe dönüşlerimizi onaylamıştı. Tazminatlarımızı ödeyerek bizi işten attılar. Bir arkadaşımız kaldı “resmi grevci” olarak. O arkadaşımızın işe dönüş davası henüz sonuçlanmadı. Bir tek resmi grevci olarak o durabiliyor. Biz resmi grevci olarak duramıyoruz ama yine de buraya geliyoruz destekliyoruz.

vermek istediler. Durum öyle bir hal aldı ki sendikaya üye olmayanlar bile sendikadan istifa ettiler, noterden istifa belgesi aldılar ve 212’li oldular. Birçok insan bu rüşvete tav olarak istifa etti. Neticede amaç burada bir plazanın önüne grev pankartı asabilmekti. Biz bunu başardık, daha da devam ediyor. Şu anda birçok sendika destek veriyor, burada nöbet tutuyorlar. M.Ö: Şunu da eklemek lazım. Ağustos 2009’da müdürler çağrılıp servislerindeki elemanlar sendikadan istifa etmezse işten çıkarılacakları ve bir daha bu sektörde iş bulamayacakları söylendi. Asıl çözülme orada başladı. Greve çıkarken 10 kişi kaldık. U.G: İnsanlar “Kriz var” diyerek korkularına yenik düştüler. Zamanında buraya 100 kişi inseydi, üretim dursaydı grev amacına ulaşmış olurdu. Toplu sözleşme imzalanırdı. Bu arada işveren hukuku kullanarak birçok hukuksuzluk yaptı. Atv’dekiler bizden önce örgütlenip yetki almıştı. İşveren de Atv süreci üzerinden bizim greve çıkamayacağımızı düşünerek dava açtı. Ondan sonra bu davayı kaybetti. Buna rağmen kanunen mümkün değilken, grevdeyken bizi işten attı. Biz de mahkemelerde hakkımızı aramaya çalıştık. Neticede iç hukuk tükendi. Artık davayı AİHM’ye taşıyacağız. Hakkımızı orada arayacağız.

gerekiyor. İlk 154 günde sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, sendikalar yeterince ilgi gösterdi zaten. Sahip çıktılar, bizim Cumartesi yürüyüşlerimiz hiç boş geçmedi yani bir etki yaratmıştık. Daha fazlasını yapmaya hazırlardı, bu işi ülke çapında geliştirebilirdik. Mahkeme durdurdu grev yarıda kaldı, biz bu işi büyütebilirdik. Küçükçekmece bölgesinde o saydığımız kurumlarla beraber ortak çalışmalar yürüttük. Basın açıklamaları yaptık, bildiriler dağıttık. Gösteriler, eylemler yaptık. Bu Küçükçekmece’de başladı, her yere yayılacaktı. Ama öncelikle bunun bir grev olarak kalması şart. Bugün her güç sahibi patron, parası olan patron bunu örnek alarak işyerlerindeki grevleri bu yöntemle durdurabilecek. Başka bir şey yapmak gerekiyor. Başka bir içtihat çıkarmak gerekiyor. Davalar açmak gerekiyor. Ahmet Çalık hakkında suç duyurusunda bulunduk TCK 118’den. Savcı Ahmet Çalık hakkında kovuşturmaya gerek olmadığına dair bir yazı gönderdi. Bunu bizden önce kanunların yapması gerekiyor aslında. Burada bir suç işleniyor. Ahmet Çalık bunun bir bedeli olduğunu, bedel ödeyeceğini bilmeli. Sendikaların burada sendikal bir suç işlenmiştir diyerek suç duyurusunda bulunması gerekir. Biz bireysel olarak açıyoruz bu davaları. U.G: TCK’nın 118. maddesine göre insanları sendikadan çıkartmak için baskı yapmak, sendikalı olmasını engellemek suç. Herhangi bir kişiye sendikaya girin ve ya sendikadan çıkın demek, hapis

cezası gerektirir. İşçiler kanuna aykırı bir şey yapınca hapis cezası var ama işverenler yaptığı zaman para cezasıyla kurtuluyor. Suç duyurusu yapmak gerekiyordu ve biz de bulunduk grevciler olarak. Ama bunu destekleyen Türk-İş yok arkasında, diğer sendikalar yok.

TRT’de ‘geleceğe dönüş’ devri

Güvenceli sinema

AKP’nin istihbarat birimi gibi çalışan TRT’de Fethullahçı kadrolar arttıkça ‘sezgisel’ habercilik örnekleri arttı

A

Bu süreçte karşılaştığınız baskıları anlatır mısınız? U.G: İçeride toplantılar yapıldı. “Size 212 kadrosu (Basın İş Kanunu kapsamındaki kadro) yapacağız, ikramiye vereceğiz, maaşınıza zam yapacağız” diyerek yasal haklarımızı bize rüşvet olarak

G

ürcistan’da hükümet yanlısı İmedi televizyonun 13 Mart günü “Rus askerleri ülkeye girdi” şeklinde yaptığı ve ülkede büyük panik yaratan yalan haber ülkemiz medyasında “komik haber” şeklinde yer buldu. Ancak benzer bir habercilik anlayışı TRT ile ülkemizde de yaşanıyor. Adım adım AKP’nin istihbarat ve manipülasyon aracı haline gelen TRT oldukça tartışılacak haberlere imza atmaya başladı. TRT’N‹N 6. H‹SS‹ KUVVETL‹ TRT son olarak bomba yüklü araç haberi ile karşımıza çıktı. TSK’nın sivil bir kamyonla yaptığı silah transferi sonrası yaşanan olayları 10 Mart akşamı TRT “patlayıcı ve silah yüklü kamyon ele geçirildi” şeklinde flaş anonsuyla verdi. Haberi “el bombalarının seri numaraları silinmiş” ifadeleriyle Ergenekon’a gönderme yaparak veren TRT, kamyonda askeri

Daha önce durdurulan grev hangi gelişme üzerine yeniden başladı? U.G: Bunlar greve çıkan sendika üyelerinin dörtte üçünün istifa ettiğini iddia ederek mahkemeye başvurdular. Kanun maddesi ‘greve çıkan işçilerden dörtte üçü istifa ederse grev kaldırılır’ diyor. Biz on kişi çıktık greve. Yedi veya sekizimiz istifa etmiş olsak grev kaldırılırdı. Bilirkişi aleyhimize rapor verdi ve grev durduruldu. Yargıtay’a gittik. Yargıtay bu işin böyle olamayacağını söyledi. Altı ay sonra grevin devam edebileceğini söyledi. Biz de tekrar gelip pankartımızı astık. M.Ö: Mahkeme başından itibaren bütün istifalara baktı. Belki de insanların yüzde doksanı istifa etti ama grev kararı asılmasından dava süresine kadar istifa olmadı. İçeriden olmadığı gibi grevcilerde de istifa olmadı. Bizim çözümümüz buydu ama mahkeme bu çözümümüzü bozdu. Sonra Yargıtay da şu tavsiyelerde bulundu: Birincisi, bu tarihler arasına bakmalısın. İkincisi, böyle bir şey olsa bile tek başına yeterli değil. Üçüncüsü kamu yararını düşüneceksin. Dava devam ediyor ama Yargıtay’ın bu tavsiyelerinden sonra bu pankartın bir daha mahkeme kararıyla

yetkilinin olmadığı bilgisini de verdi. Ekranda defalarca dönen haber sonrası kamyonun TSK’ya ait olduğu ve içinde sevkiyattan sorumlu askerlerin bulunduğunun

indirilmeyeceğini düşünüyorum. U.G: İşveren yine de amacına ulaştı. Grevde bir kişi var, o da Yargıtay’dan dosyası dönmediği için. Burada önemli olan şey grevdeki işçinin işten atılamayacağı aslında. İşçiler greve çıkınca sözleşmesi askıya alınır, sigortası ödenmez falan ama atamaz işçiyi işten. Grevdeki işçiyi koruyacak kanunlar yetersiz kaldığı için biz grevimize sahip çıkamıyoruz. Peki sendika greve yeteri kadar sahip çıkıyor mu? M.Ö: Resmi grevci olmadığımızı iddia ediyorlar. Bizim sendikanın da Türk-İş’in de bakışı böyle. Bu, hukuksuzluğu meşru görmektir. Bir anlamda suç ortaklığıdır. Grevdeki işçinin işten atılmasına karşı gelmesi gerekenler işçiler ve sendikalardır. Buraya destek için geliyoruz desek de aslında resmi grevciyiz. Böyle yaparak herhangi bir işkolunda yapılacak bir grevde patronlara el birliğiyle şöyle bir örnek göstermiş oluyoruz: Sen grevdeki işçileri işten at, onlar dava kazansın sen tazminatlarını ver, grevi bitir. O açıdan buna karşı gelmek, direnmek gerekiyor ama maalesef yasa böyle diyor diyerek kurumlardan destek göremedik. Sadece pankartı asmak değil olay. Ben grevciyim diyen on kişiyle yola devam edilmeliydi aslında. Ahmet Çalık grevin altını boşalttı, sendika da doldurmayı düşünmedi. Grevin büyümesi için sendikalardan, kitle örgütlerinden, siyasi partilerden ne tür destekler bekliyorsunuz? M.Ö: Bu grevin büyümesi için öncelikle grev olarak kalması

ortaya çıkmasıyla TRT’nin haberi yalanlandı. TRT daha önce de benzer bir habercilik mucizesine imza atmıştı. Yine flaş haber olarak, Balyoz operasyonu kapsamında Çetin Doğan’ın evinde arama yapıldığı haberi verildi. Bir televizyona telefonla bağlanan Çetin Doğan “henüz arama yok” demesinden bir süre sonra “evet, şimdi geldi-

ler” diyerek haberi doğruladı. Haber TRT’ye Çetin Doğan’dan yarım saat daha önce gitmişti. Aynı olay Sabih Kanadoğlu’nun evinin aranması sürecinde de yaşanmıştı. Tek fark TRT’nin o zaman haberi, aramaların başlamasından 3 saat önce yayınlamış olmasıydı. Son günlerde TRT ve AKP o kadar organik bir görüntü veriyorlar ki artık Erdoğan muhabirlere soracakları soruları da verebiliyor. Hatırlanacak olursa 29 Ocak’ta Erdoğan, Bulgaristan Başbakanı ile basının karşısına geçtiğinde TRT muhabirine kendisine sorulmasını istediği soruyu yazarak vermişti. Durum muhabirin yanlışlıkla soruyu Erdoğan’a değil de Bulgaristan Başbakanı’na sormasıyla ortaya çıkmıştı. Muhabir Türkiye’ye doğal gaz satmayan Başbakan’a “Türkiye’ye sattığınız doğalgaza zam yapacak mısınız?” diye sormuştu. Ergenekon operasyonlarının başladığı sıralarda Kanada’da bulduğu Tuncay Güney ile program yaparak yeni dönemine başlayan TRT kamu televizyonu olma vasfını tamamen yitirmişe benziyor.

Hükümetin size doğrudan bir baskısı oldu mu bu süreçte? Zira Çalık Holding AKP’ye yakınlığıyla biliniyor. M.Ö: O kadar yasal bir şey ki bu yaptığımız, herhangi bir baskı kuramıyor. Bize karşı bir tutumları olmadı, tutumsuzlar. Başbakan’ın bu konuda çelişen tutumları var. Başbakan Aydın Doğan’ı sendikaları bitirmekle suçluyor ya, çok doğru bir eleştiri bu fakat patrona da “Bizim Çalık, bizim Çalık” diyor. Kendi ‘bizim Çalık’ının kapısında da grev var. Aydın Doğan’ı bu konuda eleştirirken insanın biraz sıkılması gerekir yani. Burada pankart asılıyken, 10 kişi grevdeyken tekrar söylüyorum Doğan’a yaptığı eleştiri çok doğru ama diğer taraftan da kendisine iğneyi batırması lazım. O halde bu pankart aynı zamanda Başbakan Erdoğan’ın ikiyüzlülüğünü de göstermiyor mu? M.Ö: Kesinlikle. Ama diğer yandan başbakan bu lafı ederken bu pankart burada asılıydı. Pankarttan önce falan değil. Meclis’e gittik biz, randevu istedik. Bakanlar üzerinden, milletvekilleri üzerinden AKP ile randevu almış gibi yapmaya çalıştık ama hiçbirisi cesaret edemedi. Çünkü Çalık başbakanın Çalık’ı ya…

landaki 30 örgütü bir araya getiren Türkiye Sinema Konseyi, 15 Mart’ta bir basın açıklaması yaptı. Çalışma koşullarının düzeltilmesi, sigortasız çalışmaya son verilmesi ve güvenceli iş talebini dile getiren sinemacılar çözüm önerilerini sundular. Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde bir basın toplantısı düzenleyen Türkiye Sinema Konseyi sinema alanının sorunlarını ve çözüm önerilerini açıkladı. Oyuncular Zafer Algöz ve Janset’in okuduğu açıklamada yaşanılan sorunlara dikkat çekilerek “Günde 16 saat çalışıyoruz. Hiçbir sosyal güvencemiz yok! Setlerde iki yılda beş meslektaşımızı toprağa verdik!” denildi. Sinema alanındaki çalışanların maden işçileriyle benzer koşullarda çalıştığı vurgulandı. Açıklamada sigortasız çalışmaya son verilmesi, dizi sürelerinin kısaltılması, çalışanlara bir SGK standardı ve sinemanın özel bir meslek grubu olarak tanınması ve mesleki örgütlerinin yaratılması talepleri dile getirildi.


3

GÜNDEM 19 Mart 2010 / 1 Nisan 2010

Halk›n Sesi

AKP’nin ‘sıfır sorun’ balonu patladı A

BD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin Ermeni Soykırımı tasarısını kabul etmesinin ardından, İsveç Parlamentosu da aynı yönde bir karar aldı. AKP hükümeti alınan kararlara ilk olarak ABD Büyükelçisi Namık Tan ve İsveç Büyükelçisi Zergün Korutürk’ü Ankara’ya çağırarak tepki gösterdi. Başbakan Erdoğan ise İsveç ziyaretini iptal etmesinin ardından, ABD’de yapılacak Küresel Nükleer Güvenlik zirvesine Başbakanlık düzeyinde katılmayabileceğini açıkladı. TÜRK‹YE’Y‹ S‹LAH TEKELLER‹ DESTEKLED‹ Ermeni Soykırımı tasarısının ABD Dış İlişkiler Komitesi’nden geçmesinin ardından bir yandan lobi faaliyetleri gündeme gelirken, diğer yandan Obama ve ekibinin tasarının Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’na gelmemesi için çaba harcayacağı ifade edildi. İsrail-Türkiye arasında “one minute” krizinin ardından son zamanlarda yaşanan diplomatik soğukluk nedeniyle Yahudi lobisinin Türkiye’yi sadece “üstü kapalı bir biçimde” desteklediği ifade edildi. Diğer yandan Türkiye’yi açık bir biçimde destekleyen lobilerin en önemlisi silah tekellerininkiydi. Lockheed Martin ve Raytheon gibi silah tekelleri tasarının geçmesinin Türkiye’ye askeri ihracatı tehlikeye atacağı uyarısında bulundu.

Kürt taraftar ‘oyun’ bozuyor

Diğer yandan Türkiye lehine açıklama yapan ABD’li yetkililerin hiçbiri 1915’te Ermenilere soykırım yapılmadığını söylemedi. Onun yerine Türkiye’nin Ortadoğu’da önemli bir müttefik olduğunu vurgulayan ABD’li yetkililer, Türkiye’nin küstürülmemesi gerektiğini ifade ettiler. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da Obama yönetiminin, ABD Kongresi’nde, Ermeni iddialarıyla ilgili oylama yapılmasını bloke etmek için ‘’çok sıkı çalışacağını’’ söyledi. Kararın ardından Dışişleri Bakanlığı’na çağrılan ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, hem Clinton’un, hem de Obama’nın böyle bir kararın kongrede alınmasına karşı olduklarını açıkladığını belirtti. ‹SVEÇ HÜKÜMET‹: “KARAR YANLIfi” İsveç’te ise soykırım tasarısının kabul edilmesinin ardından büyükelçi Korutürk Türkiye’ye çağrıldı. Erdoğan 17 Mart’ta İsveç’e yapacağı ziyareti iptal ettiğini açıklarken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise Finlandiya’da İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt ile gerçekleştirdiği görüşmenin ardından “Bazıları için 1915 yılı Ermeni meselesi olarak görülebilir ama bizim için 1915 yılı Çanakkale demektir.” açıklamasını yaptı. Bildt ise İsveç hükümetinin desteklememesine rağmen alınan kararın yanlış

K

ürt halkına yönelik baskılar yeşil sahalara da yansıdı. Baskılar ve halkları düşmanlaştırma çabası son iki maçta ortaya çıktı. Diyarbakırspor’un maçları Süper Lig’in son iki haftasında oynadığı maçlarda çıkan olaylar sebebiyle tatil edildi. 6 Mart’ta oynanan Diyarbakırspor-Bursaspor maçı, ligin ilk yarısında Bursa’da oynanan ve Kürtlere yönelik ırkçı saldırıların yaşandığı maçın rövanşı olması sebebiyle gözleri

S

oykırım tartışmaları, AKP’nin Türkiye’yi dış dünyayla iyi geçinen bir güce dönüştürme ve komşularla sıfır sorun iddiasının kofluğunu ortaya koydu; İslamcı şoven refleksleri tetikledi

olduğunu belirterek, kararın iç siyasi tartışmalar nedeniyle kabul edildiğini ifade etti.

Tencere dibin kara, seninki... İsveç’in, 40 yıl süreyle resmi devlet politikası olarak uyguladığı “zorunlu kısırlaştırma” kampanyası 1976’ya kadar sürmüş! Bu süreçte 62,000 İsveçli kadın, “İsveç halkının kalitesini iyileştirmek” amacıyla kısırlaştırılmıştı! Kimler? “Karışık ırklar,” düşük zekâlılar, sakatlar... “İstenmeyen genler”inin gelecek nesillere transfer edilmesini önlemek için, devlet tarafından zorla kısırlaştırıldılar. Kısırlaştırmanın, zapturapt altına alınamayan düzen muhaliflerine, hafif meşreplere, uygunsuzlara uygulandığına dair deliller de ayrıca bol miktardaydı. İsviçre'de de 1928 yılında kabul edilen bir yasayla, doktorlar uzun yıllar boyunca zeka özürlü hastaları kısırlaştırılmıştı. 1.Dünya Savaşı'ndan sonra İsveç ve Norveç'te "saf ırk yaratmak" amacıyla yapılan diğer uygulamayla benzerlik taşıyor. İsveç ve Norveç'in dışında Belçika'da da zeka özürlülerin kısırlaştırıldıkları ortaya çıkmış, ancak sağlık bakanlıklarının kaynakları, zeka özürlülerin vasilerinin rızası alınarak veya onların isteği halinde kısırlaştırıldıklarını açıklamışlardı.

YEN‹ “ONE MUNITE” Ermeni soykırımı tasarısının ABD’de kabul edilmesinin ardından Türkiye’nin “sert” tepki göstermesi üzerine Times gazetesinde yayınlanan bir yazıda

şu ifadeler yer aldı: “NATO müttefiklerini sürekli tehdit eden Türkiye'nin, Ermeni soykırımını öteden beri kabul eden Rusya ile ilişkileri hiç bu kadar sıcak olmamıştı. Türkiye'nin bir numaralı doğal gaz tedarikçisine yakınlaşmada gösterdiği bu pragmatizm, Amerika Birleşik Devletleri'ne gösterdiği yüksek

perdeden tepkiyi gölgede bırakıyor." Ermeni soykırımını kabul eden ülkeler arasında Rusya, Kanada, Arjantin, Yunanistan, Belçika, İtalya, Fransa, İsviçre, Hollanda, Polonya, Almanya, İskoçya ve Galler bulunurken, AKP hükümetinin sadece ABD ve İsveç’e tepki göstermesi

akıllara “Seçimler yaklaşırken, yeni bir ‘one minute’ şovu mu?” sorusunu getiriyor. Davutoğlu’nun Ermeni soykırımı ile Çanakkale gibi milliyetçimuhafazakar kesimlerin dikkatini çekecek bir konuyu ilişkilendirmesi AKP tabanının duygularını okşamaya yönelik hamleler olarak nitelendirilebilir.

üzerine çevirdi. Bursa Valisi’nin “Bursasporluların Diyarbakır’a gitmelerine engel olmayı düşünüyorum.” açıklamasının ardından gerilim yükseldi ve maç Diyarbakır’da 17 dakika oynanabildi. Bursaspor maçının ardından oynanan Diyarbakırspor-İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçı, son dakikalarında Diyarbakırsporlu taraftarların sahaya girmesi sebebiyle tatil edildi. Maçın ardından Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), Diyarbakırspor’a Bursaspor

maçı için önce üç maç seyircisiz ve tarafsız sahada oynama cezası ardından da maçın 3-0 Bursaspor lehine tescil edilmesine karar verdi. Bu kararın ardından İstanbul BB maçı sonrasın Diyarbakırspor’un küme düşürülmesi gündeme geldi. TFF, bu maç için de Diyarbakırspor’u hükmen mağlup sayarsa Diyarbakırspor kurallar gereği küme düşürülecek. Küme düşürme tartışmalarının ardından bir anda devletin tepesi Diyarbakırsporlu oldu.

MHP’lisinden CHP’lisine hemen herkes Diyarbakırspor lehine açıklamalar yaptı. Diyarbakırspor’a verilen cezaların, hakkaniyet ölçüsüne sığmadığını tek dile getiren BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş oldu. TFF, ligin ilk yarısındaki Bursaspor-Diyarbakırspor maçında çıkan olaylar sonrasında Bursaspor’a 100 bin lira para cezası vermişti. Bursaspor taraftarları ligin ilk yarısındaki maçta ırkçı terzahüratlarını maç boyunca sürdürmüş ve Diyarbakırspor taraftar-

larına ve futbolcularına saldırmıştı. MHP, CHP ve AKP Diyarbakırspor’un küme düşürülmesi tartışmalarında Diyarbakır’dan yana olarak ‘duyarlılık’ mesajı vermeye çalışsa da Kürtlere yönelik devam eden ırkçı tezahüratları görmezden gediler. Öte yandan Diyarbakırspor taraftarları egemenlerin sahte duyarlılıklarını akıttığı bir zemine dönen maçlarda işbirlikçi kulüp yönetimleriyle taraftarların kontrol edilemeyeceğini de göstermiş oldu.

Yeni parti Ufuk’suz kuruldu Türkiye’nin en yeni liberal sol partisi Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) aylar süren tartışmaların ardından 10 Mart’ta kuruldu. Yeni parti üç gün sonra olağanüstü genel kurula giden, Hüseyin Ergün liderliğindeki SHP ile birleşti ve genel başkanlığa eski bakan Ziya Halis seçildi. Partinin kuruluş çağrısını yapan Ufuk Uras siyasi yaşamını BDP milletvekili olarak sürdürüyor. Diğer çağrıcılardan Prof. Ahmet İnsel’in yanısıra Prof. Fuat Keyman, Prof. Mithat Sancar, Prof. Gençay Gürsoy ve DSİP parti kurulmadan hemen önce süreçten çekildi. 10 Aralık Hareketi de çok daha önce yollarını ayırmıştı. Kuruluş çalışmaları boyunca partinin çizgisinin “sınıf temelli söylemleri terk eden ve piyasa ekonomisini reddetmeyen bir sol çizgi” olacağı vurgulandı. Fiili iki lider Ufuk Uras ve Hüseyin Ergün, Taraf ve Zaman gibi gazetelerde, devrimcileri, AKP’ye ve emperyalizme karşı mücadeleyi öne çıkardıkları için darbecilik, milliyetçilik, faşistlik hatta “hıyarlık” ile itham eden demeçleri ile iktidar ve sol karşısındaki pozisyonlarına ilişkin unutulmayacak mesajlar vermişti.

Yol açmak yetmez büyütmek de gerek

Siyasi dayatmalara karşı çıktık”, “IMF ile anlaşmadık” “IMF’ye kafa tuttuk”. Bu lafları önümüzdeki dönem (özellikle seçim öncesi) Tayyip Erdoğan’dan bolca duyacağız. Aylar süren uzatmalardan sonra (Oysa ki iki ay önce Ali Babacan, iki yıllık bir stand-by anlaşması yaptıklarının “müjde”sini vermişti) AKP ile IMF karşılıklı olarak, yeni bir stand-by anlaşması yapmayacaklarını açıkladı. Erdoğan, bu durumu “bağımsızlıklarını korumak” olarak adlandırıverdi. Oysa durumun hiç de böyle olmadığını biliyoruz. Sözde ülkenin ve partisinin bağımsızlığına çok önem veren Erdoğan-AKP, iktidara geldiğinde (2002) zaten sürmekte olan IMF ile anlaşmaları aynen devam ettirdiği gibi yeni anlaşmalar yapmakta (2005) hiçbir sakınca görmemişti. Diğer taraftan AKP’nin uyguladığı ve temel esaslarını hiçbir biçimde değiştirmeden uygulamaya devam edeceği ekonomik program kesinlikle IMF’nin (yerli ve yabancı sermayenin) programıyla çelişmemektedir. Kamu harcamalarının başta sağlık olmak üzere kısılması, dolaylı vergilendirmenin arttırılması, enerji dağıtımının özelleştirilmesi, acil olmak üzere tüm enerji alanının yeniden düzenlenmesi, “kiralık işçi yasası” gibi düzenlemelerin bir an önce yapılarak işgücü piyasasının esnekleştirilmesi sürecinin tamamlanması… Bunların siyasi bağımsızlıkla bir alakası yok, denebilir mi? Ekonomik işleyiş siyasal yönelimden bağımsız mı? Ayrıca IMF ile ilişkilerin koparılmadığı da başka bir gerçek. IMF heyeti mayıs ayının başında “ekonomiyi enine boyuna incelemek ve değerlendirmek” için tekrar gelecek ve bu ilişki sürmeye devam edecek. Erdoğan her zamanki gibi

sadece “cam kıran kabadayı” rolünde. Ali Babacan gibilerine de Erdoğan’ın arkasını toplamak için şekilden şekle girmek kalıyor. AKP’nin IMF ile yeni bir stand-by anlaşması yaparak sağlayacağı çıkar; belirli bir miktar sıcak para (ki 10-20 milyar dolar arasında olacağı varsayılan) ve ulus aşırı finans çevrelerine vereceği “denetlenebiliyor” güveni idi. Ancak bu konjonktürde her iki konuyu da ABD gibi bir partnerle aşabilir durumda. Gerek Irak-İran gerekse de Afganistan projelerindeki konumu AKP’yi “vazgeçilemez” kılıyor. Bu durum, çok ihtiyaç duyduğunda kaynağı belli olmayan sıcak para girişini sağladığı gibi finans tekellerine ABD garantörlüğü de oluşturuyor. Tabii AKP’nin ABD’ye kat be kat bağımlılığını da. AKP’nin IMF ile yeni bir stand-by anlaşması yapmayarak sağlayacağı çıkar ise iki yönlü. Vergi idaresinin keyfiyetini sürdürmek (ki bu durum AKP yanlısı ve karşıtı sermaye gruplarını denetimde tutmak için önemli) ve hazineden yerel yönetimlere aktarılacak kaynağın sadece kendileri tarafından kontrolünü gerçekleştirmek. Kısacası bu sistem içinde IMF’li ya da sözde IMF’siz bir süreç ezilen halklar için temel bir değişiklik oluşturmuyor. Bu sistemin diğer sorunlar için de ürettiği çözüm(süzlük)ler benzer saçmalıkları içermekte. Ermeni sorununda her ki yıl klasik kriz bu yıl da benzer biçimde sahneleniyor. ABD temsilciler meclisinde kabul edilen tasarı, aynı polemiklerin yapılmasına neden oldu. Siyasi partiler daha önceki yıllardan kalma, zaten hazır olan açıklamalarını tekrarladılar. Bu yılki fark İsveç’ten geldi. Başbakanlık esefle karşıladı, şiddetle kınadı ve İsveç’e gidilmeyeceğini açıkladı. Aynı kararı alan daha öncekiler gibi bu da

zamanın yumuşatmasına bırakıldı. Erdoğan kabadayılığından ödün vermezse yakında gidecek yer bulamayacak. İsveç’le birlikte 20 ülkenin parlamentoları ‘Ermeni Soykırımı’ iddialarını tanıdı. Bu ülkeler şöyle: Uruguay (1965), Kıbrıs’ın güneyi (1982), Arjantin (1993), Rusya (1995), Kanada (1996), Yunanistan (1996), Lübnan (1997), Belçika (1998), İtalya (2000), Vatikan (2000), Fransa (2001), İsviçre (2003), Slovakya (2004), Hollanda (2004), Polonya (2005), Almanya (2005), Venezüella (2005), Litvanya (2005), Şili (2007), İsveç (2010). T.C.’nin bu iddiaları karşılamak için bulduğu iki yol var. Birincisi; “tencere dibin kara, seninki benden kara” taktiği. Yani “Ermenileri katlettiniz” diyen herkese “senin de tarihin kirli, biz de onları faş ederiz” yanıtı veriliyor. Bu elbette ki bir yönüyle doğru. Emperyalist ülkeler içinde biri yoktur ki tarihi katliamlarla, vahşetlerle anılmasın. Ancak aynı suçu işleyenlere “insanlık tarihinin yargıçları” indirim maddesi mi uygulasın? İkincisi; “tarihi, tarihçilere bırakalım”. Bu uydurmacanın nedeni de belli çünkü tarihçiler, bugüne ilişkin bir yaptırım kararı alamaz. Geçmişini sahiplenmeyen, ondan korkan bir siyaset anlayışı. Bu sistem tarihiyle; şeffaf, bilimsel ve hesapsız bir biçimde karşılaşamaz, bu ancak sosyalizmin işidir. Aynı ikiyüzlü anlayışı burjuva siyasetin her düzeyinde görmek mümkün. Yargı-yürütme, ordusiyaset, belediye-parti ilişkilerinde de bugüne özgü konumlanışlarla geçmişi dizayn etmenin incelikleri sergileniyor. Orduyu, “yeni düzen” içinde “yeniden konumlandırma” süreci artık alışıldığı üzere nerdeyse her hafta yaratılan “yeni fiili durumla” rutin bir hale getirildi. Geçen haftanın manşeti “el bombalarıyla

yüklü” kamyondu. İslamcı basın “darbe yapmak için kayıt dışı silahları topluyorlar” yaygarasına hazırdı zaten. Ancak bu sefer Genelkurmay daha hızlı davrandı. Ve karşı basın atağına geçti. Tüm bu süreçlerde Genelkurmay Başkanlığı, sürecin yürüteni değil yürütüleni konumunda. Başbuğ, göreve geldiğinde “Bundan sonra her hafta düzenli basın bilgilendirme toplantıları yapacağım.” dedi. Bir süre sonra bundan vazgeçti. “Ayaküstü demeç vermeyeceğim.” dedi. Bunu da unutuverdi. Ağırlıklı olarak “Ergenekoncuların” katıldığı (emniyet müdürü, vali, eski genelkurmay başkanları yok, Hurşit Tolon ve Tuncer Kılınç var) “küresel terör sempozyumunda”, “Kendimi teğmen gibi hissediyorum…” diyerek (Teğmen, hücum eden demekmiş) manşet oldu. Bu icraatlarla yetinmeyip Doğan medyanın iki önemli gazetesine, Hürriyet ve Milliyet’e üst üste iki gün özel demeçler verdi (ordu mensuplarının, büyük ihtimalle en çok okudukları gazeteler bunlar olsa gerek). Bu dönemsel değişikliğin “kış tatbikatına” katılmasından sonraya denk gelmesi önemli. Özellikle 3. Ordu komutanının (Ege Ordu’yu da sayarsak ülkedeki dört ordu komutanından biri) içinde bulunduğu konum, yeni hassasiyetlerin ciddiye alınmasını gerekli kılmış olmalı. Başbuğ’un bu süreçte yaptığı bir başka açıklama gerekli ilgiyi görmedi; koruculuk sisteminin önemi ve kaldırılmayacağına ilişkin vurgu. Hatta bu sistemin Irak ve Afganistan için de denenmiş ve “başarılı” olmuş bir sistem olarak örnek alınması gerektiği idi. Koruculuk sisteminin devamından yana olmak, Kürt sorununda nasıl bir çözüm istendiğinin tek başına göstergesidir. Halkı kendi içinde saflaştırmak hatta

düşmanlaştırmak ve bu durumun kalıcı hale getirmek için özel taktikler üretmek, “çözüm”den ne anlaşıldığını çok net göstermektedir. Diyarbakırspor örneği bir başka ilginçlik taşıyor. Kulüp yönetimini elde tutarak kulüp taraftarlarını maniple etme taktiği yeni bir krize girdi. Hem Kürt görünerek Kürtleri kontrol edeceksin hem de Kürtlüğünü reddetmeden sisteme kabul edilmeyi bekleyeceksin. Bursa’da kontrolden çıkmasa başka yerde olacaktı. Ancak Diyarbakırspor Başkanı’nın bu ildekiler için ettiği laf şaşılası komiklikte; "Biz 14 asırdır bu topraklardayız; onlar gibi göçmen değiliz". Kürtlerin Diyarbakırspor taraftarı olarak sahaya inmesi bir başka krizi tetikledi. Bütün muhteremler (Erdoğan, Baykal, Bahçeli hatta Başbuğ) bu konuda tek vücut oldu ve Diyarbakırspor’un kümede kalması gerektiğini belittiler. Artık işi tezgâhına uydurmak futbol federasyonunun işi. Bu sene ligden düşmeyi mi kaldırırlar yoksa yeni çıkanlardan birinin ismini mi değiştirirler bilinmez. Ancak bu iş, bir şeyi daha gösterdi; sisteme karşı mücadelede araçların çeşitliliğini ve zenginliğini. Siyasal mücadele “sadece” bildik siyasal araçlarla yapılmak zorunda değil. Bu sistem ve bu ülke (ve elbette sistemin yöneticilerinin hakkını yememek lazım) siyasal mücadele için zengin olanaklar sunuyor. Sistemin yöneticileri derken nadide örnek Melih Gökçek’i anmamak olmaz. Halkevcileri komünist olmakla “suç”luyor Gökçek. Bunu nereden anladığını da şöyle açıklıyor: Halkevciler, toplu ulaşımın sabah işe giderken ve akşam iş dönüşü parasız olmasını istiyorlar diyor. Bu da komünistlikmiş. Aklı sıra halkımız

komünistliği istemez ya, o yüzden ulaşımın parasız olmasını da istemeyecek. Ya da tersten, ulaşımın parasız olmasını isteyen herkes komünist olacak (İşimiz oldukça kolaylaştı). Artık bütün belediye başkanları buna hükümet de dahil herhangi bir şeye (özellikle kamusal haklar alanında) zam yaparken bir değil yüz kez düşünmek zorundalar. Çünkü karşılarında çok kararlı ve militan bir topluluk mevcut ve her geçen gün hakkını bilen, savunan bir kitleselleşme gelişiyor. Bugün Tekel işçileri hükümetin bakanlarını ve milletvekillerini ülkenin her yerinde kovalıyor, bilet parası olmayan insanlar otobüsü terk eden şoförünün yerine geçebiliyor, herhangi bir talep için yol kesmek sıradan hale geldi… Ortak sorunlar için ortak mücadele etmenin önündeki barajlar bir bir yıkılıyor. Tekel direnişi örnektir. Benzer bir mücadele örneği HES’lere karşı mücadelede oluşuyor. Tüm Karadeniz halkı aynı çizgide birleşip, aynı pankartın altına toplanıyor. Bununla yetinmeyip aynı sorunu yaşayan diğer kardeşleriyle birleşiyor. Kastamonulular, Munzur Çayı’nı kendi derelerinin bir parçası sayıyor. Kuşkusuz bunların hiçbiri bir günde gerçekleşmedi. Bunların yapılabileceğini göstermek için çok emek harcandı. Tekel işçilerinden önce devrimciler onlarca kez bakan kovaladı, konuşturmadı. Tüm Karadenizlileri ortaklaştırmaya yönelik adım “Karadeniz uşağı, Amerikan uşağı olmayacak” kampanyasıydı. Sistem kendi krizini kendi yaratmada ne kadar başarılı olursa olsun, muhalefetin öncü güçlerinin yol açması gerek. Ve yolu açmak yetmez, büyütmek de gerek. Çünkü artık o yol dar geliyor…


4

GÜNDEM 19 Mart 2010 / 1 Nisan 2010

Halk›n Sesi

S›rr›m›z K›z›lderedir irçok konuda derin anlaşmazlıklar içinde bölünmüş olan Türkiye solu için en geniş mutabatak, herhalde bir sorunun yanıtında sağlanır. “Türkiye sosyalist hareketi tarihinin en etkileyici eylemi hangisidir?” Bu soruyu 10 sosyalistten 8-9'u “Kızıldere” diye yanıtlayacaktır. Tabii “mutabakat” bu noktada biter; “Kızıldere Direnişi” veya “Kızıldere Katliamı”nın hangi yönleri bakımından Türkiye sosyalist hareketinin “en etkileyici eylemi” olduğu konusunda neredeyse grup sayısı kadar farklı fikir bulunur. Herkes bu tarihsel olayı, bulunduğu yerden ve yöneliminden hareketle “değerlendirir”. Zaten aksi de mümkün değil. “Geçmiş değerlendirmenizi belirleyen, geleceğe bakışınızdır”. Bu düşünceyi, bundan 23 yıl önce Gaziantep Cezaevi'nde bir ortak çalışma ortamında, “düşünce üzerine düşünme”ye odaklanan bir arkadaşımın yardımı sayesinde edinmiştim. 30 Mart'ın 15. yıldönümünde cezaevinde yapacağımız anma toplantısında okunacak metnin Ferda taslağını hazırlıyorduk. Koç 1987 yılında “geçmiş değerlendirmesi”nin bu bakış ferdakoc@ açıyla yapılması, “yenilginin ve hotmail.com mülteci kokuşmuşluğunun, hapishaneye de sirayet eden, psikopatolojik, boğucu, kötürüm edici ideolojik ortamının” dışına çıkmak için imkan sağlıyordu. 12 Eylül öncesinin devrimci politik-toplumsal hareketin hem siyasi öznesi dağılmıştı, hem de toplumsal ve ideolojik zemini önemli ölçüde değişmişti. 12 Mart sonrasında olduğu gibi “ilerici kitlesel hareketin kaldığı yerden çok daha ileri bir noktadan yükselişe geçtiğini veya geçebileceğini” gösteren bir emare de yoktu. Üstüne üstlük devir “Glasnost” devriydi; sosyalistlerin dünya çapındaki durumu 1960-70'li yıllardakiyle kıyaslanamayacak kadar kafa karıştırıcıydı. Orta Amerika devrimleri tökezlemiş ya da durmuştu. Güney Amerika'da ise sol uzun yıllardır derin bir mezarda yatıyordu. Kısacası 12 Mart sonrasındaki “geçmiş değerlendirmesi” ile 1987'de yapılacak bir “geçmiş değerlendirmesi” arasında epey fark vardı. 12 Mart'ın ardından gelişen sol hareket için “geçmiş değerlendirmesi”nin temel sorusu “geçmiş devrimci hareketi red mi edeceğiz, sahip mi çıkacağız” sorusuydu. 12 Eylül sonrasının ideolojik ayrışma eksenini bu soru oluşturmuyordu. Çünkü üzerinde değerlendirme yapılacak bir “Kızılderemiz” yoktu. Bu “Kızıldere gibi bir kahramanlık eylemimiz” yoktu anlamına gelmiyor. Tam tersine, 12 Eylül sonrasının devrimcileri 12 Mart direnişinin kahramanlarına layık olmakta çok üstün bir başarı gösterdiler. İdam sehpasına yürüyen hiçbir arkadaşımız Deniz'lerin bayrağını yere düşürmedi. Kuşatılan arkadaşlarımızın hemen hiçbiri Mahirler'e verdiği söze ihanet etmedi. 12 Eylül'ün işkence tezgahlarındaki, cezaevlerindeki tutumlarımız konusunda birbirimizi kıyasıya hırpalamamıza karşın, 12 Mart kuşağından daha başarılı olduğumuz tartışılmaz. Ama bizim bir “Kızılderemiz” yoktu, çünkü 12 Eylül öncesinin devrimci politik mücadelesi, 12 Eylül sonrasında yeni koşullara uyarlanarak sürdürülememiş, yeniden üretilememişti. 12 Eylül sonrası direnişte görülen kahramanca fedakarlıklar, “Kızıldere”de ifadesini bulan “örgütsel ve askeri yenilgi ancak politik ve ideolojik zafer” olarak gerçekleşmemişti. Biz 12 Eylül sonrasında hem örgütsel ve askeri olarak, hem de politik ve ideolojik olarak yenilmiştik. İşte bu nedenle “geçmişe sahip çıkmamak”, 12 Eylül sonrasının başarısızlığını “savunmak”la neredeyse eş anlamlıydı. “Kabahat samur kürk olmuş kimse üstüne giymemiş”. Politik bir çaba içinde olan hemen herkes biraz da bu “vebali” üstüne almamak için “geçmiş devrimci çizgisini” (yani 12 Eylül'den önceki çizgisini) sahiplenerek yola çıkıyordu. Dolayısıyla, 12 Mart sonrasının “geçmiş karşısındaki tutum”a ilişkin ayracı, günün devrimci siyasetini belirlemek açısından bir ayrıştırıcı araç değildi. Geçmişle ilişkimizi “sahip çıkmak-çıkmamak” gibi bir “karşılıksız ikilem”den hareketle kurmanın geleceğe ilişkin “yön verici değeri” oldukça zayıftı. “Geçmişin değerlendirmesinde” gerçek bir ayrışmanın tek platformu “günün devrimci görevi”ni temel sorun haline getiren gerçek ve pratik-politik bir tartışma düzlemi olabilirdi. “Geçmiş, ancak gerçek bir ‘devrimci hareket’ tarafından doğru bir biçimde değerlendirilebilir”di. Ortada gerçek bir devrimci hareket yaratma yönünde pratik bir gidiş yokken yapılacak “geçmiş değerlendirmeleri” ancak akademik bir ilgi konusu ve kısmi bir “niyet beyanı” olabilirdi. 1980 sonrasının “devrimci” görevinin, hele de SSCB'nin dağılmaya başlamasıyla birlikte, bir “yeniden kuruluş” süreci içinde tanımlanması gerektiği apaçık ortadaydı. Ve geçmiş devrimci hareketin deneyimi ancak “kurucu özellikleri” bakımından değerlendirildiğinde bugüne ve geleceğe taşınacak gerçek bir “kök” haline gelebilirdi. Bu nedenle biz, “geçmişimizi sahiplenmeyi” “güzellemeler”e sığınmak veya çağrışıma dayalı bir eylem çizgisine yönelmekte görmedik. Dev Genç'ten Kızıldere'ye uzanan THKP-C'yi de, Uşak, Artvin, Sivas, Çorum ve Fatsa gibi örnekleriyle Türkiye'nin dört bir yanında anti-faşist direnişi devrimci toplumsal alternatifin filizlendiği bir toprağa dönüştüren Devrimci Yol'u da Türkiye devrimci hareketindeki “kurucu girişkenlik”lerin en değerli örnekleri olarak bugüne taşımaya öncelik verdik. Bu yüzden devrimci sınıfların ayağına dolanarak onları düzenin sınırları içinde tutan “ökse” benzeri düzeneklerin karşısında olmayı “başında” olmaya tercih ettik; bu yüzden miras yaşatmayı, miras yemeye tercih ettik... Yani, iğneyle kuyu kazmamızın, “içe dönüklüğümüz”ün, “burnumuzun dikine gitmemiz”in, “kimseyi beğenmememiz ama kendimizi de beğendirmeye çalışmamamız”ın, “hayırsever (misyoner) solcular” olmamızın sırrı Kızıldere'dedir... Son yıllarda Türkiye solunun yüzünü aydınlatan yoksul halkın kitlesel, militan hak arama mücadeleleri ve kapıyı artık gümbür gümbür çalan güvencesiz işçiler hareketi şahidimizdir...

B

Kürtlere uluslararası kuşatma A

KP’nin ‘Kürt Açılımı’nı gündemde tutma çabaları çeşitli vaatlerle sürerken, Kürt halkına yönelik baskılar ve operasyonlar Avrupa’ya da sıçradı. Almanya, İtalya, Fransa ve Belçika’da düzenlenen operasyonlar şubatın sonlarına doğru hız kazandı. Türkiye’deki kirli savaş nedeniyle Avrupa’ya gitmek zorunda bırakılan Kürtlerin, kendi kültürlerini yaşatmaya çalıştıkları kültür dernekleri ve kendilerini ifade ettikleri yayın organlarına yoğunlaşan operasyonlarda çok sayıda kişi gözaltına alındı. Kürtlerin siyasal temsilcileri tutuklandı. 4 Mart’ta Fransa ve Belçika’da eş zamanlı operasyonlar düzenlendi. Brüksel ve Charleoir savcılıklarının talimatı üzerine Roj Tv stüdyolarının yanısıra 300 adrese düzenlenen baskınlarda Kongra-Gel Başkanı Remzi Kartal ile Kongra-Gel Başkanlığı üyesi Zübeyir Aydar tutuklandı. Belçika’daki baskınların hemen ardından Yeşiller Partisi Senatörü Geert Lambert, ABD yönetiminin Roj Tv’yi susturması için uzun süredir Belçika’ya baskı yaptığını söyledi. Belçikalı yetkililer de Belçika polisinin operasyonu bir gün önceden Ankara’ya haber verdiğini duyurdu. Türkiye’de ‘açılım sürecinde’ Kürtlere yönelik operasyonların benzerlerinin Avrupa’da da

Kürt halkına yönelik operasyonlar Avrupaya yayıldı. Türkiye’deki baskı uluslararası boyutlara taşınınca Türkiye’deki liberallere timsah gözyaşları döktürdü

Uluslararas› kuflatma alt›nda gerçeklefltirilecek Newroz’un mesaj›n› tutuklanan BDP’lilerin serbest b›rak›lmas› ve gerçek bir demokrasi talebi oluflturuyor Türkiye’nin bilgisi dahilinde sürmesi, operasyonların emperyalist bölge projelerinin bir parçası olduğunu gösteriyor. Türkiye-İsrail ilişkilerinin gerilimli olduğu şubatın son günlerinde Türkiye’nin İsrail’den, Kandil’e yönelik operasyonlarda kullanmak üzere insansız uçak

Heronları hiçbir pürüz çıkmadan alması, bu yönde atılmış diğer bir adım. Bölge askeri kurmaylarının Türkiye’de ‘Terörle Mücadele Sempozyumunda toplanması’ ise başka bir adımı oluşturuyor. Operasyonlara paralel olarak, Türkiye’nin, Afganistan, Irak ve

genel olarak Ortadoğu’ya ilişkin misyonunun pekiştirilmesi, Kürtlere yönelik operasyonların uluslararası boyutlarını gösteriyor.

T‹MSAH GÖZYAfiLARI Avrupa’da Kürt halkına yönelik operasyonların başlaması, liberal

‘TMK değil zihniyet değişsin’ K

amuoyunda taş atan çocuklar yasası olarak bilinen ve Terörle Mücadele Kanunu (TMK) nedeniyle yaşlarının kat be kat üstünde hapis cezası alan çocukların durumunun iyileştirilmesi için hazırlanan yasa tasarısı yeniden Meclis gündemine geldi. Terörle Mücadele Kanunu’nda 2006 yılında yapılan değişikliklerinde beraber 15-18 yaş grubu çocukların özel yetkili ağır ceza mahkemelerde yargılanmalarının ve Terörle Mücadele Kanunu maddelerinin çocuklara da uygulanmasının önü açılmıştı. Bu tarihten beri çoğu Kürt illeri olmak üzere 31 ilde 4 binden fazla çocuk TMK kapsamında yargılandı, 5 yıldan 90 yıla kadar farklı hapis cezalarına çarptırıldı.

YASA YETERS‹Z Çocuklar için Adalet Çağrıcıları,

uzun süredir yaptıkları eylemler ve düzenledikleri kampanyalarla çocukların mağduriyetinin giderilmesi ve ağır suçlamalarla yargılanmasının önüne geçilmesi için çalışıyordu. AKP hükümeti kendi iktidarı döneminde yapılan yasayı değiştirmeyi ‘Kürt açılımı’nda bir iyi niyet göstergesi olarak Meclis gündemine getirdi. Hükümet, 10 Kasım 2009’da Meclis’e Terörle Mücadele Kanunu’ndan yargılanan çocuklar (TMK mağduru çocuklar) ile ilgili iyileştirici hükümler de içeren “Terörle Mücadele Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nı Adalet Komisyonu’na sundu. Fakat bunun Kürt halkına karşı bir koz olduğu, tasarının aralık ayında yoğunlaşan Öcalan’ın tecrit koşullarını protesto eylemleri sonrası geri çekmesiyle anlaşılmıştı. Adalet Komisyonuna gelen tasarı

Komisyon Başkanı AKP’li Ahmet İyimaya’ya göre çek kanunu gündemi ile çakıştığı için geri çekilmiş ve bu nedenle TBMM Genel Kurulu’na sunulamamıştı. AKP hükümeti tasarıyı bir kez daha Meclis gündemine taşıdı. Adalet Bakanı Sadullah Ergin Mecliste grubu bulunan partilerle görüşerek tasarıya destek arıyor. Ergin’in bu diplomasi girişimi AKP’nin başarılı bir halka ilişkiler kampanyasına dönüşse de bugün sonuçları nedeniyle revize edilecek olan tasarının mimarının AKP olduğu akıllardan çıkmıyor. Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız Çocuklar İçin Adalet Çağrıcılarından Gülçin Avşar AKP’nin hazırladığı tasarıyla TMK mağduru çocukların Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde (Eski DGM) yargılanmasına son verileceğini, şu anda TMK mağduru

çocuklar bakımından yasak olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması, erteleme, paraya çevirme seçeneklerinin uygulanabilir hale geleceğini, terör suçu olarak kabul edilen eylemleri nedeniyle cezalarının her halükarda yarı oranında artırılmasına neden olan maddenin değişeceğini belirtiyor. Avşar çocukları TMK yükünün altından kurtarmak için bu ‘iyileştirmelerin yeterli olmadığını’ belirterek Çocukların örgüt üyesi olmamasına rağmen örgüt üyesi gibi cezalandırılmasının, yüzlerini tamamen veya kısmen kapattıklarında örgüt propagandası yapmaktan ceza almasının engellenmediği, infaz koşullarının çocuklara uygun hale getirilmesinin sağlanmadığı koşullarda çocukların TMK mağduru olmasının önüne geçilemeyeceğini dile getirdi.

Satır dışarı bilim içeri Toplumsal muhalefetin yükselmeye başlaması ve Kürt halkına yönelik baskılarla birlikte üniversitelerdeki faşist saldırılar da artmaya başladı

T

ekel direnişiyle birlikte toplumsal muhalefetin başını kaldırması ve üniversitelilerin bu süreçte aktif görev almasıyla, üniversitelerde 2010 yılı başından beri çok sayıda faşist saldırı gerçekleşti. Poşu taktıkları, Kürtçe konuştukları, bildiri dağıttıkları için saldırıya uğrayan birçok öğrenci yaralandı. Saldırılardan sonra yapılan eylemlere katılan öğrencilere soruşturmalar açıldı. Kütahya’da eylemlere katılan öğrencilerin evleri polis tarafından basıldı, üç öğrenci tutuklandı. En son Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde yaşanan saldırıda polis okula girdi ve 37 öğrenciyi gözaltına aldı.

‘FAfi‹ZM DIfiLANIYOR’ 2010 yılında artan faşist saldırılarla ilgili görüşlerini aldığımız Öğrenci Kolektifleri’nden öğrenciler toplumsal muhalefetin yükselmesiyle faşist saldırıların artış gösterdiğini ifade ettiler. 2010’un sömürüye karşı bir mücadele yılı olarak başladığını söyleyen öğrenciler son dönemdeki faşist baskıların nedenlerini “Toplumsal muhalefette büyük bir yükselme var. Bu yükselme üniversite öğrencileri üzerinde bir etki yarattı. Bunun yarattığı doğal

sonuç olarak üniversite gençliğinde bir canlanma var. Bu canlanmaya karşılık ülkücü faşistler bir varlık mücadelesine girişti ve saldırılara başladılar. Çünkü faşizmin örgütlenme modeli bu. Faşistler saldırsa da üniversitelerde eskisi gibi taban bulayor. Bir karşılık yaratamıyorlar. Kendilerini saldırılarla var etmeye çalışıyorlar.” diyerek açıkladılar. Faşist saldırıların sebebini anlamanın çok zor olmadığını ifade eden öğrenciler, toplumsal muhalefetin kazanımları ve öğrencilerin bu kazanımlarda oynadığı rollerin saldırıları beraberinde getirdiğini söyledi: “Metrobüs zamlarının geri çekilmesi ve halkın yoğun desteğinin sağlanması, Tekel işçilerinin Ankara’daki direnişi, sene başında harç zamlarına karşı verilen mücadeleler karşılık buldu. Üniversitelerde solun temas edebileceği öğrenci sayısı çok arttı. Solun üniversitelerde örgütlenmeye başlaması faşist saldırıları beraberinde getirdi. Öğrenci muhalefeti yükseldiğinde hep faşist saldırılar artmıştır. Üniversite öğrencileri her zaman bu faşist saldırılara karşı mücadeleyi büyüterek cevap verdi. Bundan sonra da böyle olacak.” diyerek Üniversiteliler sessiz kalmayacaklarını belirttiler.

kesimde ‘Açılım bozuldu’ sözlerinin çoğalmasını da beraberinde getirdi. Oysa açılım sürecinde yaşananlar açılımın hedefinin Kürt hareketinin tasfiyesi olduğunu görmek için Avrupa’ya gitmeye gerek olmadığını ortaya koyuyor.

Binler Gazi’de buluştu

G

azi Mahallesi'nde 12 Mart 1995 yılında kahvehanelerin taranmasıyla başlayan ve 22 kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan katliamın yıldönümünde binlerce kişi Gazi Mahallesi’ne aktı. Binlerce kişi katliamı lanetleyerek sorumluların hesap vermesini istedi. Eski karakol önünde bir araya gelen 3 bin kişi yaşamını yitirenlerin mezarlarına yürüdü. Mezarlıkta gerçekleştirilen bir dakikalık saygı duruşunun ardından yapılan konuşmalarda "Koçgiri'den Gazi'ye katliamları yapan kişiler farklı ama zihniyet aynı" mesajı verildi. Eylem, mezarlara karanfillerin bırakılmasının ardından sona erdi. Bir diğer eylem de 12 Mart Gazi Platformu bileşenleri tarafından yapıldı. Eylemciler, Eski Karakol önünde bir araya gelip bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada katliamın sorumluluğunun devlette olduğu belirtildi. 200 kişinin katıldığı eylem daha sonra mezarlığa doğru yürüyüş ve burada yapılan anma ile sona erdi.

Halepçe unutulmadı

B

‘BEYAZIT FAfi‹ZME MEZAR OLACAK’ Beyazıt’ta 16 Mart 1978’de katledilen yedi öğrenci ve Halepçe’de katledilen binlerce insan anıldı. Otuz iki yıl önce okuldan toplu çıkış yapan öğrencilere faşistler bomba atmış ve ardından silahlarla öğrencileri taramışlardı. Yedi öğrencinin ölümü neden olan saldırının yıldönümünde yüzlerce öğrenci Beyazıt’ta bir araya geldi. Öğrenciler, “İnsanlar düşüncelerinden dolayı katledilmeye, Kürt halkı imha ve asimile edilmeye devam ediyor!” diyerek faşizmin AKP eliyle devam ettiğine işaret etti.

Öğrenciler, saldırının yaşandığı gün saldırganların peşinden koşan polislere, ’Dur!’ emri veren polis müdürü Reşat Altay’ın, Hrant Dink cinayetinde de gündeme geldiğini hatırlattılar. 16 Mart davasının AKP tarafından düşürüldüğünü belirten öğrenciler “Onlar ‘AK’ladı biz hesap soracağız!” diyerek davanın peşini bırakmayacaklarını ifade ettiler. Basın açıklamasının ardından saldırının yaşandığı Eczacılık Fakültesi’nin önünde saygı duruşunda bulunuldu. Fakülte kapısının önüne karanfiller bırakılarak eylem sona erdirildi.

DP’liler, 16 Mart 1988’de yaşanan Halepçe Katliamı’nın 22’nci yıl dönümünde ülkenin dört bir yanında eylemler yaptı. İstanbul’un yanısıra BDP Diyarbakır İl Örgütü bir yürüyüş düzenledi. Yürüyüşte “Dün Halepçe ve Qamişlo, bugün siyasi soykırım” pankartı taşındı. Katliam Van, Adıyaman, Şırnak, Batman ve Hatay’da siyasi parti ve ilerici kurumların katılılarıyla düzenlenen etkinliklerle de protesto edildi. Eylemlerde Halepçe Katliamı’nın yanısıra Dersim Katliamı’nın da unutturulmayacağı vurgulanırken “Hepimiz Kürdüz, hepimiz Halepçeliyiz” sloganları atıldı. İran ordusunun ilerleyişini durdurmak için Irak Ordusu’nun Kuzey Cephesi Komutanı Alî Hasan al-Majîd al-Tikritî (Kimyasal Ali) Saddam Hüseyin’in emriyle 16 Mart 1988'de Kürtlerin yaşadığı Halepçe kasabasını zehirli gaz bombalarıyla bombalamıştı. Katliamda 5 binden fazla insan ölürken onbinlerce insan da yaralanmıştı.


5

DÜNYA 19 Mart 2010 / 1 Nisan 2010

Halk›n Sesi

7 Avrupa’da işçiler atakta B

ütçe açığı ve kamu borçlarıyla ekonomisi çöken Yunanistan’da hükümet ekonomiyi “kemer sıkma” politikalarıyla, faturayı halka keserek düzeltmeye çalışıyor. Vergileri arttıran, ücretleri donduran ve emeklilik yaşını yükselten Yunanistan’ın Başbakanı Yorgo Papandreou kaynak bulmak için AB ülkelerinin ve ABD’nin kapısını çalmaya hazırlanıyor. Yunanistan’ın “kemer sıkma” politikalarını yeterli bulmayan AB ülkeleri ise, hükümetin çok daha sert “önlem paketleri” açıklamasını istiyor. Yunanistan krizinin AB’nin geleceğini belirleyeceğini belirten Fransız ekonomi bakanı Christine Lagarde sadece Yunanistan için değil tüm AB üyesi ülkeler için sert tedbirlerin şart olduğunu söyledi. Fransız TV5 televizyonuna konuk olan bakan, var olan ekonomi politikalarının sürdürülemez olduğunu iddia ederek, AB üyesi ülkelerin tek tek reform paketlerini devreye sokması gerektiğini belirtti. Verilen bütçe açıklarının ve varolan borç yükünün sorumluluğu

Küba: Avrupa ikiyüzlü K

üba’da tutuklu bulunduğu hapishanede açlık grevi yapan Orlando Zapata Tamayo 23 Şubat günü öldü. Zapata’nın ölümü ardından ABD ve Avrupa medyası Küba karşıtı kampanya başlattı. Avrupa Parlamentosu da Küba’yı kınama kararı aldı. Küba kınama kararını çok sert dille eleştirdi. Açıklamanın kısaltılmış hali şöyle: “Esas olarak Avrupa'nın güçlü medya şirketleri tarafından sahneye koyulan alçakça bir Küba'ya saldırı kampanyasının ve kirli müzakerelerin ardından AP ülkemizi hedef alan, duyguları manipüle eden, olguları çarpıtan, insanları kandıran ve gerçekleri gizleyen bir kınama kararı aldı… Eğer ülkemizin kendini kelimelerle savunma ihtiyacını hissetmediği tek bir alan varsa, o da insan hayatı için yalnızca Küba'da doğanlar adına değil, başka yerlerde doğanlar adına da verdiği mücadeledir… Bu kınama kararının ardında çok büyük bir iki yüzlülük yatmaktadır. Çünkü AP’de temsil edilen varlıklı ülkelerin kalkınma yardımında bulunma taahhütlerini yerine getirmeme kararları nedeniyle yoksul ülkelerde sayısız yaşam, özellikle de çocukların yaşamları sona ermektedir. Tutukluların hava yoluyla gizlice kaçırılmalarına, yasadışı hapishanelerin kurulmasına, işkencelere ortak olanların ve/veya buna izin verenler, vahşice ablukaya alınan ve eziyet edilen bir halkı yargılayabilmek için gerekli erdemlerden yoksundur. Böylesine ayrımcı ve taraflı bir kınamanın yegâne sebebi, kahraman bir halka boyun eğdirmeye çalışan politikaların başarısızlığı olabilir.”

Yunanistan, İspanya, Portekiz, İngiltere, Fransa... Avrupa’da ekonomik kriz derinleşiyor. Krizden çıkmaya çalışan sermaye yine gözünü çalışanların cebine dikti. Ancak Avrupa’nın dört bir yanında başlayan grevler, yapılan gösteriler mücadelenin çetin geçeceğini gösteriyor şimdiden çalışanların üzerine atılmış durumda. Ancak Avrupalı işçiler bu yükü taşımaya pek niyetli değil. ‘UCUZ, N‹TEL‹KL‹, GÜVENCES‹Z ‹fiÇ‹ LAZIM’ AB ülkelerinin, yaşanılan ekonomik durgunluk, artan işsizlik ve bütçe açıkları karşısında alması gereken önlemler Avrupa Parlamentosu’nda (AP) da tartışıldı. Avrupa Komisyonu tarafından sunulan “yapılacaklar listesi”nde ise neredeyse yok yok. AB üyesi ülkelerin hantal ekonomik yapılarını çağa uydurması gerektiğini savunan Komisyon, istihdamın arttırılması ve borç açıklarının kapatılması için bir an önce “Daha rekabetçi bir Avrupa’nın yaratılması gerekiyor.” tespitinde bulundu. Komisyon beş ayaklı stratejisini; istihdamın

arttırılması, yoksullukla mücadele ederek sosyal adaletin sağlanması, Ar-Ge faaliyetlerine daha fazla bütçe ayrılması, üniversite mezunu sayısını arttırarak kalifiye işgücü ihtiyacının karşılanması ve yenilenebilir enerjiye yatırım yaparak enerji tasarrufunun sağlanması olarak açıkladı. Bu stratejinin gerçekleşebilmesi için Komisyon her şeyden önce iş gücü pazarını esnekleştirmeyi, emeklilik yaşını arttırmayı, işsizlik yardımlarını azaltmayı öngörüyor. HÜKÜMETLER‹N GÖZÜ ‹fiÇ‹N‹N MAAfiINDA Komisyon’un sunduğu bu öneriler AB ülkeleri arasında kısa sürede karşılık bulmuşa benziyor. İngiltere hükümeti bütçe açığını kapatmak için kamu çalışanlarının maaşlarını donduracağını şimdiden açıkladı. Yaklaşık 6 milyon kamu

çalışanını ilgilendirecek uygulamanın nisan ayında başlayacağı duyuruldu. Öte yandan İngiltere işten çıkarmaları önemli oranda zorlaştıran kıdem tazminatlarını düzenleyen yasayı da değiştirmeye hazırlanıyor. Yasa kabul edilirse alınacak kıdem tazminatı en fazla 60 bin sterlin olacak. Böylece 20 yıl çalışan bir işçi yaklaşık 30 bin sterlin kaybetmiş olacak. Benzer gelişmeler Fransa, İspanya, Portekiz gibi ülkeler için de geçerli. Avrupa’da işsizliğin en yoğun yaşandığı ülke İspanya, esnek çalışma koşullarını büyük oranda yaygınlaştırmış durumda. Geçtiğimiz hafta ilan edilen grev hakkında Çalışma Bakanı’nın yorumu yaşanan süreci özetleyecek nitelikte “Sendikalı işçilerin sayısı o kadar azaldı ki, grev hayatı çok etkilemez.” İşsizliğin önüne geçilemediği,

fabrikaların kapandığı, hızla yoksullaşan Avrupa’da halk isyan etme noktasına geldi. Yunanistan’da ilan edilen genel grevlerle hayat, nerdeyse her hafta durma noktasına geliyor. Binlerce kişinin yürüdüğü gösteriler ise giderek şiddetleniyor. Hükümetin “Geri adım atmayacağız!” açıklamasına çok sert yanıt veren sendikalar hükümete, “Parlamentoyu işgal ederiz!” uyarısında bulundu. Fransız hükümeti ise o kadar cesur davranamadı. Hükümet hazırladığı reform paketlerini, binlerce Fransız’ın sokağa dökülmesiyle askıya almak zorunda kaldı. Geçtiğimiz günlerin son büyük eylemi ise İtalya’da gerçekleşti. Berlusconi ve onun politikalarını protesto eden yaklaşık 200 bin kişi Roma’da bir araya geldi. Her kortejin farklı balonlarla katıldığı eylemde oldukça yaratıcı pankartlar taşındı. “Ali Baba’ya oy verin, en azından 40 haramisi olduğunu bilirsiniz” gibi sloganlarla Berlusconi hükümetinin yolsuzluklarını protesto eden İtalyanlar, hükümetin sonunun yakın olduğunu söylediler.

Üçüncü İntifada’nın ayak sesleri A

BD yönetimi, İsrail ile Filistin arasındaki dolaylı görüşmeleri başlatmaya yönelik adımlar atarken, İsrail 1600 yeni yerleşim inşa edileceğini açıkladı. Yeni yerleşimlerin, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın İsrail gezisi sırasında açıklanması ABD-İsrail arasında tansiyonu yükseltti. Yeni yerleşimler konusunda İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile görüşen ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ABD-İsrail ilişkilerinin olumsuz bir biçimde derinden etkilendiğini ifade etti. Clinton-Netanyahu görüşmeleri BBC ve Yahudi lobisi tarafından “azarlama” olarak nitelendirilirken, CNN’e konuşan Clinton “Tam da başkan yardımcısı oradayken yerleşimlerin ilanı aşağılayıcıydı.” dedi. Netanyahu ise ‘özrü kabahatinden beter’ dedirtecek bir açıklama yaparak durumu kurtarmaya çalıştı. Netanyahu, “Biden’a talihsiz zamanlamayla ilgili üzüntülerimi ilettim. Nihai onay süreci bir yıldan uzun sürecektir ve gerçek inşaatın başlaması yıllar alacaktır.” sözleriyle yerleşimlerin genişletilmesini problem olarak görmediğini ortaya koyarken, asıl problemin yerleşim açıklamasının

İsrail, ABD’nin tek şartı olan yerleşimleri durdurmaya bile yanaşmıyor. Doğu Kudüs’te artan gerginlik üçüncü bir intifadaya dönüşüyor

zamanlaması olduğunu iddia etti. Filistin baş müzakerecisi Saib Erekat ise bu koşullar altında dolaylı görüşmelerin sürdürülmesinin mümkün olmadığını belirtirken, Arap Birliği görüşmelerden desteğini

Irak’ta I işbirlikçiler yarıştı Irak seçimlerinde üç eski başbakan yarıştı. Üçünün ortak özellikleriyse işbirlikçi olmalarıydı

rak halkı 7 Mart’ta sandığa gitti. Katılım oranının %62 olarak açıklandığı seçimlerde sonuçlar, sandıkların büyük bir bölümü açılmasına rağmen henüz kesinleşmiş değil. Ancak eski Başbakan İyad Allavi ve şimdiki Başbakan Nuri el Maliki arasında geçen seçimlerden çıkacak sonuçlar Irak halkının kaderini değiştireceğe benzemiyor. 7 Mart’ta gerçekleştirilen ve yaklaşık 19 milyon Iraklının katıldığı seçimler, sandıkların sadece yüzde sekseninin açılması nedeniyle sonuçlanmış değil. Ağırlıkla ülkedeki etnik-dini örgüt ve grupların kendi aralarında yaptıkları çeşitli ittifaklarla katıldığı, 18 ilde 325 sandalye için

çektiğini açıkladı. ABD yönetiminin arabuluculuğunda başlaması planlanan dolaylı görüşmelere 24 aylık bir süre öngörüldüğü, görüşmelerde iki devlet ilkesi çerçevesinde Kudüs’ün durumu, sınırlar,

süren yarış İyad Allavi ve Nuri el Maliki arasında geçiyor. BU TABLO K‹M‹N ‹fi‹NE GEL‹YOR? Irak Başbakanı Nuri el Maliki’nin Hukuk Devleti İttifakı 40 kadar Şii, Sünni ve Hıristiyan gruptan oluşuyor. ABD’nin İran politikalarına üstü kapalı destek veren Maliki özerk yönetimlere karşı merkezi devlet otoritesini savunmasıyla biliniyor. Maliki’nin en büyük rakibi ise eski Başbakan İlyad Allavi. Seçimlere laik Şii ve Sünni aşiretleri içinde topladığı Iraklı İttifakı ile katılıyor. Allavi Arap milliyetçiliğini kullanarak oy almaya çalışırken Arap ülkeleriyle ilişkilerin düzeltilmesini ve İran’ın

iklim 5 kıta

Afrika yine kan gölüne döndü

M

art başında Nijerya’da Müslüman ve Hıristiyanlar arasında çıkan çatışmalarda 200’den fazla kişi hayatını kaybetti. Çatışmaların bir ay önce meydana gelen ve 300 kişinin hayatına mal olan olaylara misilleme olarak yapıldığı belirtiliyor. Somali’de de 15 Mart gecesi kabileler arası çatışma yaşandı. Su bulunan noktaların kontrolü yüzünden çıktığı belirtilen çatışma sonucu 15 kişi hayatını kaybetti. Somali’de 2007’den bu yana yaşanan çatışmalarda yaklaşık 20 bin kişi hayatını kaybetti.

Shinawatra için Bankok’a ak›n ettiler

T

aylan’da eski başkan Thaksin Shinawatra yandaşı yaklaşık 500 bin kişi, Meclis’in feshedilerek seçimlerin yenilenmesi için ülkenin başkenti Bankok’ta eylem yaptı. Ülkenin genelinden sürgündeki eski başkan Thaksin Shinawatra’nın çağrısıyla “kırmızı gömlekler” giyerek Bankok’a giden Taylandlılar hükümete istifa çağrısında bulundu. Şimdiki başkan Abhisit Vejjajiva ise istifa çağrılarını redderek “seçimler gerçek anlamda sükunet sağlandığında yapılacaktır” dedi. Ülkede sıkıyönetim ilan edildiği duyuruldu.

yerleşimler, mülteciler, güvenlik ve su ile ilgili konuların müzakere edilmesi planlandığı ifade ediliyor. Ancak görüşmelerin başlatılabilmesi için ABD tek şart olarak “yerleşimlerin dondurulması”nı öne sürerken, İsrail’in yerleşimlerin inşaatına devam edileceğini açıklaması dolaylı görüşmeleri tehlikeye atıyor. DO⁄U KUDÜS’TE ÇATIfiMA Yeni yerleşimlerin inşa edileceğinin açıklandığı Doğu Kudüs ise İsrail’in El-Aksa camiine uyguladığı ambargo nedeniyle çatışmalara sahne oldu. İsrail güvenlik güçlerinin sadece yaşlıların girmesine izin vererek ambargo uyguladığı El-Aksa camiinde yaşanan gerilimin ardından Eski Kent’in savaş alanına döndüğü, çatışmaların Batı Şeria’da Ramallah ve El Halil gibi diğer kentlere de sıçradığı bildirildi. Yaklaşık 3 bin İsrailli polisin ablukaya aldığı Doğu Kudüs’te yaşanan çatışmalarda 31 kişinin tutuklandığı ve 8 kişinin de yaralandığı ifade ediliyor. Filistin Kurtuluş Örgütü MK üyesi eski başbakan Ahmet Kurey, İsrail’in Doğu Kudüs’teki uygulamalarını eleştirerek, üçüncü bir intifadanın patlayabileceği uyarısında bulundu.

Irak içişlerine müdahalesine son verilmesi gerektiğini vurguluyor. İbrahim Caferi’nin öncülük ettiği Irak Ulusal İttifakının büyük çoğunluğu Şiilerden oluşuyor. Kürtler de bölünmüş durumda. Celal Talabani ve Mesud Barzani liderliğinde kurulan Kürdistan İttifak Cephesi’nin Kürt bölgelerindeki oyların büyük çoğunluğunu alması bekleniyor. Ancak Nuşirvan Mustafa liderliğindeki Değişim Listesi bölgede İttifak Cephesi’nin en önemli rakibi. Bu parçalı tablo Irak’ta hükümetin kurulmasını zorlaştırırken çıkacak sonuçlar hem ABD’nin hem de İran’ın işine geliyor. Irak halkının ise seçimlerden ne kazanacağı tam bir muamma.

‹lk raund sosyalistlerin

F

ransa’da yerel seçimlerin ilk bölümü tamamlandı. Fransızların yarısından fazlasının sandık başına gitmediği seçimlerde Sosyalist Parti oyların yüzde 29,5’ini alarak ilk turu önde kapattı. Fransa devlet başkanı Nicolas Sarkozy’nin partisi UMP seçimleri ikinci sırada tamamladı. Aşırı sağcı Ulusal Cephesi de oyların yüzde 12’sini alarak oy oranını arttırdı. Seçim sonuçları, işsizliğin yüzde 10’lara ulaştığı Fransa’da halkın iktidara sandıkta verdiği ilk tepki oldu.

Cezayir “Africom”a kat›lmak istemiyor

2

006 yılında ABD’nin “terörizme karşı mücadele” başlığı altında yarattığı ve tüm Afrika ülkelerine dayattığı Africom projesine Cezayir dahil olmak istemediğini açıkladı. Africom projesi kapsamında Magrip ülkeleri dahil tüm Afrika ülkelerine askeri üsler kurmaya çalışan ABD’ye Cezayir’den ret yanıtı geldi. ABD’nin ülkede askeri üs kurmasının işgal etmekten farklı olmayacağını ve ülkeyi hedef haline getireceğini söyledi.


6

İNSANCA YAŞAM 19 Mart 2010 / 1 Nisan 2010

Halk›n Sesi

Gökçek’in oyunu sökmedi A A nkara’nın uzun soluklu belediye başkanı Melih Gökçek’in uzun süredir sesi soluğu çıkmıyordu. Ta ki mahkeme ve Danıştay 2004 ve 2008’de yapılan ulaşım zamlarını iptal edene dek. Bu kararla Gökçek yeniden sahnelere döndü. Fakat bu sefer karşısında siyasi arenedaki rakiplerinden daha kuvvetli bir güç buldu: Ulaşım hakkının gaspına karşı örgütlü halk tepkisi. ‘KAMU YARARI YOK’ Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF) tarafından açılan dava sonucu 2004 ve 2008’de yapılan ulaşım zamlarının önce Ankara 9. İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmesi, ardından da kararın Danıştay tarafından onanması Gökçek’i küplere bindirdi. Mahkemenin, “toplu ulaşım olanaklarından, herkesin eşit, güvenli, konforlu ve en ucuz şekilde yararlanması gerektiği ve yapılan zamların kamu yararına aykırı olduğu” gerekçelerine dayanarak zamların iptaline karar vermesi üzerine Ankara, Gökçek eliyle sahnelenen yeni oyunlara sahne oldu. Gökçek’in, Belediyeyi 41 trilyonluk zarara soktuğunu söylediği karara bir tepki de Başbakan’dan geldi. Erdoğan, 10 Mart’ta Ankara’da düzenlenen bir etkinlikte konuşarak Danıştay’a çattı. Danıştay üyelerine “Gel sen yönet!” diyen Erdoğan “ Ankara’da ulaşım ücretleri 6 yıl öncesine döndü. Vatandaşım anlamayabilir. Türkiye’de neredeyse bütün belediyeler işte bu anlayıştan dolayı zarardadır.” sözlerini sarf etti. Oysa TÜDEF’in verilerine göre 2004-2010 yılları arasında enflasyon %70, yakıt fiyatları %77 otobüs fiyatları ise %105 düzeyinde arttı. Ankara ve

Ormanda talan yasası A

KP hükümeti, ormanlık alanlardaki madencilik faaliyetlerinin kapsamını genişleten yasa tasarısını Meclis’e sundu. Tasarının kabul edilmesi halinde orman arazilerine, yol, haberleşme, altyapı, katı atık bertaraf ve depolama tesisleri yapılmasının önü açılıyor, madencilik faaliyeti yapmak kolaylaşıyor. Tasarı açık bir şekilde ağaç kesimini yasalaştırıyor. Hatırlanacağı gibi Erdoğan 2008 yılında yaptığı bir konuşmada “Çevrecilikse evet gene iddiayla konuşuyorum ben çevrecinin daniskasıyım.” diye konuşmuştu. AKP daha önce de ormanlık arazilerin ranta açılmasını sağlayan 2-B yasasını Meclis’ten geçirmiş buralara inşaat izni vermişti.

Bilinmeyen numaralar B ir süredir ekranlarda Balık Ayhan’ın oynadığı bir reklam dönüyor. Bilinmeyen numaralar servisinin yeni telefon numarasının ‘aklımıza kazınsın’ diye sık sık tekrar edildiği reklam PTT döneminin 118 servisinin numarasının artık değiştiğini anlatıyor. Bilinmeyen numara hizmetleri Telekomünikasyon Kurulu tarafından özelleştirildi. Bu hizmeti vermek isteyen çeşitli kuruluşlar da lisans satın alarak ‘piyasaya’ girebiliyor. Artık birden çok bilinmeyen numaralar servisi ve onlara ait telefon numarası var. Üstelik bu hizmeti veren özel şirketler parasız olması gereken bu servisi en yüksek tarifeden fiyatlandırıyor.

nkara’nın ulaşım zamı konusu bir hukuk bilmecesine dönüştü. Art arda yapılan parasız ulaşım hakkını kullanma eylemleri Gökçek’in Ali Cengiz oyunlarını boşa çıkarttı. Halk ulaşım hakkının peşini bırakmıyor

Gökçek kanal kanal dolafl›p belediyenin zarar etti¤ini anlatt›. TRT 2’de kat›ld›¤› bir programda mahkeme karar›n› yerden yere vurdu. “Hiç kimse bu paraya Ankaral›lar› tafl›maz” dedi. Programa bir mesaj ileten ve ulafl›m hizmetinin kar amac› gütmeden verilmesi gerekti¤ini savunan bir Halkevci Gökçek’e flu notu iletti: “O zaman b›raks›n biz tafl›r›z.” İstanbul’da dört kişilik bir ailenin aylık ulaşım bedeli ise asgari ücret kadar tutuyor. Bu kıyas zarar edenin belediyeler değil halk olduğunu gösteriyor. Danıştay kararının acısını halktan çıkartmak isteyen Gökçek, kararın uygulanacağı 8

Mart’ta dolmuş ve özel halk otobüsü şoförlerine kontak kapatma çağrısı yaptı, kendisi de otobüs seferlerini azaltacağını söyledi. Fakat Gökçek kendi örgütlediği eylemi kırmak zorunda kaldı. TRT 2’de katıldığı bir programda itiraf ettiği üzere başta

Halkevleri ve TKP olmak üzere halkın ulaşım hakkı için mücadele edenlerden ve Ankaralıların tepkisinden çekinerek eylem çağrısı yaptığı gün sefer sayısını azaltma yoluna gitmedi. Minibüsçüler odasına açtırdığı

dava ile 11 Mart’ta kendi aldığı indirim kararının yürütmesini durduran Gökçek yeniden zamlı tarifeyi uygulamaya başladı. TÜDEF bu karara karşı yeni bir dava açtı. Yargı süreci adeta bir masa tenisi maçına dönerken Ankara

Halkevleri hukuksuzluğa karşı fiili mücadeleyi örgütlemek üzere harekete geçti. Farklı mahallelerde bildiriler dağıtan Halkevciler 15 Mart günü Mamak’ta otobüslerde Kızılay’da metro istasyonlarında ulaşım hakkının parasız kullanılması

çağrısı yaptı, yüzlerce Ankaralı bu çağrıya kulak verdi. 15 Mart’ta Kızılay Metro istasyonu parasız binen halkın bir saat süren eylemine tanıklık etti. Mamak’ta otobüslere parasız binildi. 17 Mart akşamı da Hacettepe ve ODTÜ öğrencileri parasız otobüse binme eylemleri yaptı. Eylemde 150 öğrenci gözaltına alındı. DURAKTAK‹ YOLCU ANLATIYOR 15 Mart günü Mamak Açıkalın durağında işine gitmek üzere bekleyen Bülent Çoban durağa gelen Halkevcilerin “Gökçek’in oyunlarına pabuç bırakmayalım. Bu sorunu çözmek için kendi gücümüze güvenelim tepkimizi gösterilim” diyerek yaptığı çağrıya kayıtsız kalamayanlardan. Çoban gazetemize, bu çağrı üzerine duraktakilerle birlikte otobüse kart basmadan bindiklerini anlattı. Otobüs şoförünün araçlara parasız binilmesi üzerine “Benim aracımı gasp ettiler.” dediğini belirterek, otobüsü kendi malı zanneden EGO şoförüne de tepki gösterdiklerini, “Belediye otobüsleri bizlerin vergisiyle alındı.” dediklerini aktardı. Parasız bindikleri otobüsün şoförü anahtarı alıp aracı terk edince aynı güzergâhtaki başka otobüslere yöneldiklerini anlatan Bülent Çoban bazı otobüslerin ters şeride girerek kaçmak istediğini fakat yolcuların inerek yolu trafiğe kapattıktan sonra gelen farklı araçlara binerek Kızılay’a ulaştıklarını anlattı. TÜDEF, Halkevleri ve TMMOB Ankara İKK gelişmeler karşısında harekete geçti. Kentte ortak bildiri dağıtımıyla başlayacak eylemler, 27 Mart Cumartesi saat 14.00’da yeni belediye binası önünde yapılacak mitingle sürecek.

‘Susma yoksa susuz kalırsın’ K

aradeniz’den Ege’ye tüm ülkede toprak, orman, su ve yaşamı tehdit eden HES’ler, Dünya Akarsular Eylem Günü olan 14 Mart’ta protesto edildi. HES’lere karşı Artvinliler İstanbul’da, Tuncelililer Eskişehir’de, Hasankeyf gönüllüleri Dicle kıyısında, Muğlalılar ise Yuvarlakçay’daki direniş çadırlarında buluştu. Köylülerin, bölge halklarının ve çevre hakkı mücadelesi veren herkesin talebi açıktı. “HES’leri durdurun.”

ESK‹fiEH‹R’DE TUNCEL‹L‹LER EYLEM‹ 14 Mart’ta Eskişehir Tunceliler Derneği’nin düzenlediği hidroelektrik santrallere karşı çevre ve su hakkı eylemine demokratik kitle örgütleri, sendikalar ve siyasi partiler destek verdi. Yediler Parkı'ndan Adalar’a kadar bir yürüyüşün yapıldığı eylemde “Fırtına Deresi, İkizdere, Gürleyik, Alioni ve Bergama’da yapılanlar çevre katliamıdır” denildi.

100. GÜNÜNDE YUVARLAKÇAY’DA Muğla Köyceğiz’de bulunan ve üzerine HES yapılmak istenen Yuvarlakçay’da 100 gündür nöbet tutan köylüler ve onlara destek veren çevreciler 13 Mart günü bir eylem yaptı. Eylemin yüzüncü günü bir kez de Dünya Akarsu Eylem Günü vesilesiyle kutlandı. Döküm Tepe’de buluşup suyun kaynağı olan Topgözü’ne yürüyen köylüler ve onlara destek veren kurumlar AKFEN’e ihale edilen HES

DÜNYA AKARSULAR EYLEM GÜNÜ NED‹R? Baraj mağduru hareketler, 1997 yılında Hindistan’ın Narmada kentinde bir araya gelerek 14 Mart’ın ortak eylem günü olmasını kararlaştırdılar. 1998 yılından bugüne her 14 Mart’ta dünya çapında baraj mağdurları ve baraj karşıtı hareketler sosyal, kültürel ve ekolojik açıdan yıkım getiren barajlara karşı eylemler düzenliyor, taleplerini dile getiriyorlar.

projesinin durdurulmasını istedi. HEM ARTV‹N’DE HEM TAKS‹M’DE Yeşil Artvin Derneği, Derelerin Kardeşliği Platformu ve Türkiye Su Meclisi, derelerde yapılacak HES’lere karşı 13 Mart günü Artvin Berta Köprüsü’nde bir basın açıkla-

ması yaptı. Çoruh Nehri’ni kelepçeleyen baraj kıyısındaki eyleme çocuklar da katılarak “geleceğimiz için suyumuza sahip çıkacağız” dedi. Aynı gün İstanbul’da bulunan Artvinliler de Taksim’de bir eylem yaptı. İstiklal Caddesi boyunca yapılan akordeonlu, tulumlu yürüyüşün ardından

yapılan basın açıklamasında “derelerimize dokundurtmayız” denildi. D‹CLE’N‹N KIYISINDA EYLEM Hasankeyf Yaşatma Girişimi, 14 Mart 'Dünya Akarsular Eylem Günü' nedeniyle 'Dicle Özgür Aksın' sloganıyla üç

nehrin Dicle ile birleştiği Oymataş Köyü'nde nehir kıyısında eylem yaptı. Girişim, Dicle’nin kıyısında Batman’da bulunan demokratik kitle örgütleri ve sendikaların katıldığı bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Girişim üyeleri basın açıklamasının ardından Dicle'ye balıklar için yem attı.

MEDULA’yla ilaç sistemi kilitlendi Sosyal Güvenlik Kurumu’nun yeni reçete programı MEDULA uygulanmaya başlandı. Fakat eksiklikler ve yetersiz hazırlık yüzünden sistem kilitlenince hastalar ilaca ulaşamadı, eczacılar hizmet veremedi

S

osyal Güvenlik Kurumu, hastaların reçetelerinin girildiği ve ilaçlarını verebilmek için gerekli onayın alındığı provizyon sistemini 1 Mart tarihinden itibaren değiştirdi. Ancak yeterli altyapı oluşturulmadan uygulamaya konan MEDULA Reçete Provizyon Sistemi, ilk günden itibaren krize neden oldu. Daha ilk saatlerinde çöken yeni sistem nedeniyle ülke genelinde ilaç hizmeti durdu. Çoğu zaman hiç açılmayan sistem, aktif olduğu zamanlarda da hatalı veri tabanı bilgileri, eksik rapor

ve hekim bilgi kayıtları gibi sorunlar nedeniyle hata verdi. İşlemlerin çok yavaş yapılabildiği sistemde gerekli onay alınamadığı için hastalar ilaçlarını alamadı, ilaç paralarını ceplerinden ödemek zorunda bırakıldı. Özellikle kanser gibi hastalıklarda kullanılan pahalı ilaçları almak zorunda kalan hastalar mağdur oldu. Sistemin aynı anda hastanelerde de devreye konulması nedeniyle benzer durum hastanelerde de yaşandı. Özellikle eğitim ve araştırma hastaneleri

ile devlet hastanelerinde hastaların tüm raporları sisteme girilemediği için sorun yaşandı. Yoğunluk nedeniyle altyapı yetersizliği bulunan sistem kilitlendi, hastalar uzun süre beklemek zorunda kaldı, pek çok hastanede muayene, tahlil ve tetkik işlemleri aksadı. Sistem sadece hastaları değil eczacıları da mağdur etti. Sisteme çoğu zaman hiç giremeyen eczacılar, hastaları mağdur etmemek için tanıdıkları hastaların ilaçlarını vererek daha sonra sistem çalışınca ilaçları onaylatma yo-

luna gittiler. Ancak tanımadıkları hastalara ilaç veremediklerini, verdikleri zaman da kendilerinin mağdur olduğunu belirten eczacılar, hastalarla karşı karşıya gelmekten ve sistemin sorumlusu olarak görülmekten dolayı sıkıntı çektiklerini ifade ettiler. AKP ÇARES‹Z BIRAKIYOR Eczacılar yeni provizyon sistemini 4 Mart'ta İstanbul Üsküdar Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezi önünde protesto etti. "Hastayı ilaçsız, eczacıyı çaresiz bırakan MEDULA'ya hayır"

yazılı pankartın arkasında toplanan eczacılar adına bir açıklama yapan İstanbul Eczacı Odası Başkanı Ahmet Semih Güngör, sistemden kaynaklanan sorunun halen devam ettiğini, reçete girişleri yapılamadığı için hastaların ilaçlarına ulaşamadığını ve ilaç hizmetinin durduğunu söyledi. MEDULA Sistemi'nin gerekli altyapı hazır oluncaya dek ertelenmesi gerektiğini, SGK'nın, uyarılarını dikkate almaması durumunda ise eylemlerini artırarak sürdüreceklerini belirtti.


7

İNSANCA YAŞAM 19 Mart 2010 / 1 Nisan 2010

TOK‹:

Halk›n Sesi

AKP

‹Ç‹N

TALAN,

YANDAfi

‹Ç‹N

RANT

Her taşın altından çıkıyor A

KP’nin ocak ayında açıkladığı Roman açılımı çalıştayı sonuç bildirgesinde ayrımcılığa karşı önlemler arasında TOKİ’ye ev yapmayı önerdiği görüldü. 8 Mart günü Elazığ’da yaşanan ve 41 insanın hayatını kaybettiği depremin ertesi günü gazeteler TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın bölgede afet konutları yapmak üzere harekete geçtiğini yazdı. Deprem konutlarını Şeker Bayramı’nda halka teslim edeceğini söleyen TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar bu haber tazeliğini korurken ‘nefsiyle’ gündeme geldi. Bayraktar, maaşının artmasını istediğini açıklayarak “paraya ihtiyacım yok ama nefsim istiyor” dedi. GÜÇ ALDI GÜÇ VERD‹ Sözün özü son günlerde deprem ya da kentsel dönüşüm fark etmiyor, nerede bir yıkıntı varsa oranın altından TOKİ çıkıyor. AKP’nin seçim başarısının arkasında bile bu kurumun payı olduğuna dair görüşler vardı. Taraf gazetesi 23 Şubat 2009 tarihli sayısında bu fikri şu sözlerle dile getiriyordu: “Dünyanın neresinde olursa olsun vatandaşını konut sahibi yapan hükümetlerin iktidarları da güçleniyor.” B‹R TERM‹NATÖR TOKİ 1990’da Bakanlar Kurulu tarafından çıkartılan Kanun Hükmünde Kararname ile kuruldu. Fakat bugün sahip olduğu güç ve etkiye kavuşması için 12 yıl beklemesi gerekti. 2002’de çıkartılan yasa ile kurumun faaliyet alanı turizmden avcılığa kadar çok farklı faaliyetleri kapsayacak biçimde genişletildi. 2003’teki bir yasa ile TOKİ’ye ortaklık kurma ve kar amaçlı projeler yapma hakkı verildi. 2004’te çıkartılan yasa ile kamu kaynaklarının kullanım hakkını devralan kurum aynı yıl Kamu İhale Kanunu’nda yapılan değişiklikle denetim dışına çıkartıldı. 2007’de Bayındırlık ve

Elazığ’da deprem yıkıntılarından, ülke çapında kentsel dönüşüm yıkımlarından, hatta Roman açılımından, kısaca son günlerde hangi taşı kaldırsak altından TOKİ çıkıyor

İskan Bakanlığı gecekondu bölgelerine dair görev ve yetkinin tümünü TOKİ’ye verdi. Bu yasal düzenlemeler ile AKP bir neoliberalizm terminatörü yarattı. Çünkü bu düzenlemelerin anlamı TOKİ’nin gözüne kestirdiği Hazine arazisinde denetim süreçlerinden muaf tutularak faaliyet yürütebileceğiydi. Böylece adına kentsel dönüşüm denilen yıkım ve talan projeleri bir bir hayata geçirilmeye başlandı. Yoksulların evlerine el konularak yıkımlara başlandı. Ama bu gerçek AKP’yi ve kurumu yoksullar için ucuz konut yapan bir hayır kurumu gibi tanıtmaktan geri alamadı. Yetkileri bu denli geniş olan kurum yaptığı ortaklıklarla ülke sathına yayıldı. 2003–2009 yılları arasında 81 il, 517 ilçede 350 binden fazla konut yaptı. Tüm bu yapım, döküm ve inşa işlerinin elbette sosyal, siyasi ve ekonomik

SA⁄LIK HAKKI “Kamu Hastane Birlikleri” yasa tasar›s› neler öngörüyor? “Kamu Hastane Birlikleri Kanunu Tasar›s›” Meclis gündeminde. Yasa tasar›s›n›n özü devlet hastaneleri olarak bildi¤imiz sa¤l›k kurumlar›n› iflletme haline dönüfltürmek. Yasa tasar›s› uygulamaya geçerse flunlar olacak: Özerk de¤il siyasal iktidarlar›n belirleyici oldu¤u yönetimler kurulacak. Her ildeki devlet hastaneleri tek tek veya grupland›r›larak Kamu Hastane Birli¤i’ne (KHB) dönüfltürülecek. Birliklerin her biri 7 kiflilik yönetim kurulu taraf›ndan yönetilecek. Yedi kiflilik yönetim kurulu ise ticaret ve sanayi odas›ndan bir, il genel meclisi taraf›ndan belirlenecek iki, Sa¤l›k Bakanl›¤›’n›n belirleyece¤i üç ve valinin seçece¤i bir kifliden oluflacak. Böylece siyasi iktidar›n belirleyici oldu¤u bir yönetim oluflturuluyor. Genel olarak sermayeye ve özel olarak da iktidara yak›n sermaye gruplar›na yeni kâr alanlar› aç›lacak. Ço¤unlu¤u iktidar partisi taraf›ndan belirlenen yönetim kurullar› devasa bütçe, arsa ve binalar›, idari personel ve yüz binlerce çal›flan› yönetecek Sa¤l›k hizmetleri kâr amac›yla ve güvencesiz çal›flanlar eliyle verilecek. Yasa tasar›s›n›n amac› en bafltan aç›klanm›fl. fiu anda

sonuçları oldu. Bu sonuçlar TOKİ’yi neden neoliberal terminatör olarak nitelendirdiğimizin gerekçesini oluşturuyor. YOKSULU KONUTA KAVUfiTURUR MU? Doğrusu TOKİ’nin 6 yılda yaptığı 350 binden fazla konutun sadece %22’si alt gelir grubu içindi. Bu evlerden yüzde %56’sı üst gelir grubu için yapılıp satılan konutlardı. İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) tarafından yayımlanan TOKİ raporunda verilen bu bilgilere yine aynı rapordan şunu da eklemek lazım: 2008 yılında sosyal konutlardan satın alanların %3.4’ü ödeme yapmakta zorlandıkları için iade başvurusunda bulundu. Kentsel dönüşüm nedeniyle Sulukule’den adeta sürülen ve Taşoluk’taki TOKİ konutlarına yerleştirilen 300 Roman ailesinin büyük kısmı bu konutların kirasını/

ödemesini yapamadı. Şu an konutlarda sadece 27 aile kaldı. Başka bir iade sebebi de kalitesiz malzemeler oldu. Tunceli’de TOKİ’den ev satın alanlar kısa sürede evlerin kalitesizliğinin ortaya çıkması nedeniyle, hak ihlali yaşadıklarını düşünerek konuyu insan hakları kurumlarına taşıdı. KENTTEN SÜREREK DÖNÜfiÜM "Parasında değiliz, yeter ki bu vatandaşlarımız insanca yaşama kavuşsunlar." Bu sözler Roman açılımı ödevi konusunda konuşan TOKİ Başkanı Bayraktar’a ait. Fakat Bayraktar’ın kentleri soylulaştırma yani yoksullardan arındırma fikrinin en ateşli savunucusu olduğu biliniyor. İşte Bayraktar’ın 2007’de Radikal gazetesinde verdiği bir mülakattan inciler: “Göçü yasaklayamayız ama parası pulu olmayan insanların İstanbul'da yoğunlaşmasını engelle-

mek için birtakım tedbirlerin alınması gerektiğini, İstanbul'un güvenlik sorununu halletmek suretiyle, yasal olmayan yolları hedefleyenlerin İstanbul'da barınmasını engelleyerek, İstanbul'un kentsel dönüşümüne katkı sağlayabiliriz." TOK‹ - YANDAfi ‹fiB‹RL‹⁄‹ TOKİ bir devlet kurumudur; fakat neoliberalizmin şirket-devlet anlayışının ilk örneklerindendir. İnşaatları ortaklık ve ihaleler yoluyla yapmaktadır. Üstelik açtığı ihaleleri kazanan firmalar ve yaptığı ortaklılıklar AKP’ye yakın isimler ve doğrudan yandaş sermayeyi kalkındıracak cinstendir. Buna inanmak için İMO raporuna kulak vermek yeterlidir: “20042005 yılları baz alındığında, konut ihalelerinin % 68’lik kısmının AKP’ye yakınlığı ile bilinen şirketlere aktarıldığı görülecektir.” Örneğin İstanbul’da BalatFener-Ayvansaray yenileme projesi, Sulukule ve Beyoğlu Tarlabaşı projesinin ortağı Başbakan’ın damadının grubu Çalık. Balat- Fener-Ayvansaray yenileme projesinin bir başka özelliğe sadece yandaş kalkındırma operasyonu değil aynı zamanda bir talan sürecinin de parçası olması. Çünkü bu bölgelerde evlerin çoğu tapulu olan sahiplerinden habersizce yenileme alanı kapsamına alındı. Artık Çalık grubunun evler üzerinde hakkı var. TOKİ hizmet götürdüğü vatandaş kadar işçisini de mağdur etti. 2009 yılında TOKİ işçileri ücretlerini alamadıkları için neredeyse her gün bir eylem yaptı. Önümüzdeki günlerde TOKİ’nin adını daha da sık duyacak gibiyiz. Çünkü 2011 genel seçimleri yaklaşıyor ve tesadüfe bakın ki TOKİ de hedef büyüttüğünü açıklayarak 2010 yılında bugüne kadar yoksullar için tamamladıkları 12 bin evin iki katı oranında ev yapmayı planladıklarını açıkladı.

Kötü fleylere “iyi” isimler vermek Hiroflima’ya at›lan atom bombas›na “Küçük Çocuk” ismini vermek ve bir çocu¤a yüzbinlerce insan› öldürtmek ilk olarak ABD’nin akl›na gelmiflti. Sonras›nda da halk düflman› politikalara “güzel” isimler takmak moda oldu. AKP döneminde siyasetten ekonomiye ve toplumsal yaflama kadar halk düflman› politikalar kararl›l›kla uygulan›r oldu. Sa¤l›k, halk düflman› dönüflümün

yafland›¤› alanlardan biri. Tüm bu dönüflümlere hep güzel isimler tak›ld›. Reform ad›yla sunulan “Sa¤l›kta Dönüflüm Program›”, “Tam Gün Yasas›” olarak sunulan kölece çal›flma yasas›, sa¤l›k hizmetlerinin “tek elden koordinasyonu” ad›yla SSK hastanelerinin tasfiyesi derken flimdi de “Kamu Hastane Birlikleri” yasa tasar›s› gündemde. Kötü fleylere iyi isimler takman›n bir örne¤i daha karfl›m›zda.

“Kamu Hastane Birlikleri” ne de¤ildir? “Kamu Hastane Birlikleri” kelimelerini al›p anlamlar›n› ters çevirirsek yasan›n içeri¤ini kolayca bulabiliriz. Kamu hastaneleri yok edilerek iflletmelere dönüfltürülecek ve birlikler yerine de hastaneler teker teker ya da gruplar halinde parçalan›p sermayeye devredilecek. Birkaç y›l önce SSK hastaneleri Sa¤l›k Bakanl›¤›’na ba¤lan›rken sa¤l›k hizmetinin tek elde toplanmas›n›n etkinlik ve verimlili¤i art›raca¤› ve sa¤l›k hizmetlerinde çok bafll›l›¤›n kötü bir fley oldu¤unu iddia etmifllerdi. fiimdi de tek elden yönetmenin verimsiz oldu¤u ve hastanelerin iflletmelere dönüfltürülece¤i söyleniyor. Gerçi AKP hükümetinin TEK EL’e alerjisi oldu¤unu bu yasa tasar›s›ndan önce de biliyorduk. üçte biri güvencesiz (tafleron) çal›flt›r›lan personelin tamam›n›n güvencesiz çal›flt›r›lmas› hedefleniyor. ‹flletmeye dönüfltürülen hastanelerin kendi gelirleriyle ayakta kalmas› hedeflendi¤ine göre halk›n ihtiyaçlar› de¤il kââr amac› ön plana ç›kacak. Yasa, Dünya Bankas›, IMF ve iflbirlikçi sermayenin “y›k›m politikas›”n›n bir parças›. Çeflitli ülkelerde benzer politikalar baflka baflka isimler alt›nda uygulanm›fl durumda. Amaçlar› sermayenin kâârl›l›k sorununu çözmek üzere sa¤l›k hizmetinin ticarilefltirilmesini sa¤lamak. Mücadelenin bir taraf›nda ilaç, sigorta, t›bbi teknoloji ve sa¤l›k sermayesinin temsilcisi olarak AKP ve di¤er yanda ise sa¤l›k hizmetinin paras›z bir hak oldu¤unu savunan bizler. Mücadele sürüyor...

T›p Bayram›’nda sokaklar beyaza büründü Sa¤lık emekçileri, sa¤l›k haftası boyunca AKP’nin sa¤lıkta dönüflüm masalına karflı sokaklardayd›. 14 Mart T›p Bayram›’nda sa¤l›k hakk› mücadelesinin ilk k›v›lc›m› olan ve bir gelenek haline gelen ‘Beyaz Yürüyüfl’ler düzenlendi. Sa¤l›k emekçileri bir kere de kendileri için kutlanan bu günde “sa¤lık hizme-

tinin tüm yurttafllara eflit ve parasız ulaflmasını; toplum odaklı bir sa¤lık sistemi oluflturulmasını; sa¤lık emekçilerinin eme¤inin hakkının verilmesini istediklerini” belirtti. Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi önünde buluflan sa¤l›k örgütleri buradan S›hh›ye’de bulunan Sa¤l›k Bakanl›¤›’na yürüdü. Hükümetin sa¤l›k politikalar›n› protesto etmek için Bakanl›k önüne siyah çelenklar b›rakt›. ‹stanbul’da Tünel’de buluflan sa¤l›k emekçileri beyaz önlükleriyle ‹stiklal Caddesi boyunca yürüdü. Yürüyüfl kortejinin en önünde, AKP hükümetinin sa¤lık politikalarının sa¤lık sistemini can çekiflir hale geldi¤ini anlatmak için temsili bir sedye taflındı. Ülke çap›nda yap›lan eylemleri aralar›nda Türk Tabipleri Birli¤i (TTB) ve Tabip Odaları, Sa¤lık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Devrimci Sa¤lık ‹fl Sendikası’n›n (Dev Sa¤lık-‹fl) bulundu¤u çok say›da sa¤l›k örgütü düzenledi.

Depremde öldüren kerpiç evler de¤il! Mart 2010 sabah 04:32'de Elazığ'da meydana gelen depremde 41 kişi öldü, 74 kişi yaralandı. Halen arama kurtarma çalışmaları sürdürülüyor. Hasar daha çok köylerde görüldü. 10 köyde evler yıkılırken, Okçular ve Yukarı Kanatlı'da evlerin büyük çoğunluğu yıkıldı. Depremin Richter ölçeğine göre büyüklüğünün 6.0 olarak açıklanmasına rağmen, can kaybının bu düzeyde yüksek olmasının nedenini Başbakan Erdoğan, bölgedeki kerpiç yapılara bağladı. Şili'de 21 Şubat 2010 tarihinde 8.8 büyüklüğünde bir deprem olmuş, 700'ün üstünde can kaybı açıklanmış ve daha sonra bu rakamın 500 civarında olduğu söylenmişti. Halbuki söz konusu deprem, Elazığ'da bugün gerçekleşen depremden on beşbin kere POL‹ daha büyük bir enerji açığa TEKN‹K çıkarttı. bilgi@ Başbakan Erdoğan'ın politeknik.org.tr açıklaması, bir taraftan kendi sorumluluklarını gözden kaçırma çabası olarak görülürken bir taraftan da yeni rant politikalarına alan açmanın adımını atıyor. Bölgenin yeniden imarı için TOKİ'ye talimat verdiklerini açıklayan Erdoğan, yeni sermaye gruplarının palazlanmasında önemli rol oynayan TOKİ'yi devreye sokuyor. Halkın barınma hakkını esas almak yerine, emekçi halktan aldığı parayı sermaye gruplarına aktaran, kentsel dönüşüm adı altında yoksulların konutlarını başlarına yıkarak rant alanları oluşturan ve buralara lüks konut yapan TOKİ'nin bölge insanlarına ne hizmet getirebileceğini kestirmek zor değil.

8

SUÇLU KERP‹Ç EVLER DE⁄‹L Kerpiç evleri suçlamak, teknik açıdan da doğru değil. Kerpiç evler bile gerekli teknik koşullar sağlandığında depreme dayanıklı hale getirilebilir. Bunun için zemin yapısından, malzemenin iyileştirilmesine, deprem riskinden, doğru bir inşaat tekniği kullanmaya kadar bir dizi parametreyle projelendirme yapılabilir. Nitekim İ.T.Ü Mimarlık Fakültesi'nde yapılan araştırmalar sonucu betonarmeden daha dayanıklı kerpiç yapı teknikleri geliştirildi. Bugün, kerpiç evler özellikle ekolojik ve doğal klima avantajları nedeniyle incelenen ve enerji tasarrufu açısından hedef gösterilen yapılar arasındadır. Ancak burada söz konusu olan, yoksul insanların kerpiç evi, zaten alternatiflerini yapacak olanakları olmadığı için bir zorunluluk olarak tercih ediyor olmalarıdır. Herhangi bir teknik destek de söz konusu değildir. Kaldı ki geleneksel yöntemlerle yapılan tüm inşaat tekniklerini bir kalemde kenara atmak da doğru değildir. 1999 Gölcük depreminde görüldüğü gibi, geleneksel yığma binaların ayakta kaldığı, betonarme binaların yıkıldığı örnekler görülmüştü. Bilimi, tekniği ve halkın ihtiyaçlarını değil, kârın arttırılmasını temel alan kapitalist sistemde modern yapı teknikleri uygulanmış gibi gözüken binalar da birer katliam aracına dönüşmüştü. ‹KT‹DAR SORUMLULUKTAN KAÇAMAZ! Asıl görülmesi gereken Türkiye kapitalizminin yüz yıldır halkın konut sorununu çözememiş olmasıdır. Bugünkü AKP hükümeti de öncekiler gibi sermaye ikitidarını sürdürmek için çabalarken, bilim insanlarının ve teknik elemanların uyarılarına kulaklarını tıkıyor. Konut sorununu sermayenin önemli bir birikme alanı olarak değerlendirirken, barınma hakkını karşılayacak adımlar atmıyor. Tam tersine halkın kendi kendine bulduğu çözümleri de, iyileştirmek yerine, rant için yerle bir ediyor. Depremden de bu politikalarını meşrulaştırmak için yararlanmaya kalkıyor. 1999 Gölcük depreminden bu yana 11 yıl geçti ve AKP 8 yıldır iktidardadır. Bu kadar sürede gerekli iyileştirmeler yapılmadığı gibi, önlemler de alınmamıştır. İstanbul halkı mezabahadaki koyunlar gibi, -belediye başkanı Topbaş'ın ağzındaniçlerinden hangi otuzbin kişinin depremde öleceğini beklemektedir. İktidar, daha önce selde ölenleri dere yatağına yerleştikleri için suçlu ilan ederken, şimdi de depremde ölen yoksul köylüleri, kerpiç evde yaşadıkları için zımni olarak suçlu saymaktadır. Yapılan eleştirileri de "takdir-i ilahi" diye savuşturmaya çalışıyorlar. AKP iktidarı laf kalabalığı ile sorumluluktan kaçamaz. Halkın güvenli ve insanca yaşayabileceği konutları sağlayamadığı gibi, doğrudan barınma hakkına saldırmaktadırlar. Bilimi ve tekniği değil, hurafeleri temel almaktadırlar. Halkın ihtiyaçlarına göre değil, sermayenin ihtiyaçlarına göre politikalar geliştirmektedirler. Teknik elemanlara düşen görev, politikaların belirlenmesinde, bilimin, tekniğin ve halkın ihtitiyaçlarının esas alınması gerektiğini usanmadan anlatmak, bilimin ve tekniğin emekçi halkın hizmetine sunulması için mücadele etmektir. *Bu bildiri Elazığ depreminin ardından Politeknik tarafından yayınlanmıştır.

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.


8

EMEK 19 Mart 2010 / 1 Nisan 2010

Halk›n Sesi

Yaflananlar iz b›rak›r Tekel direnişinin ardından Tekel direnişçileriyle çayını, çorbasını paylaşan, onların mücadelesini kendi mücadelesi gibi gören, umutlanan, heyecanlanan insanlar sanırım şimdi şöyle bir kaygı içerisindeler: Bu insanlar seçim zamanı gidip tekrar AKP’ye mi oy verecekler? Özellikle direnişi sadece seyretmekle yetinen ve sadece AKP’yi sarstığı için sempatiyle bakan demokrat kamuoyunda bu kaygı ve hatta yargı çok yaygın. Şöyle düşünüyorlar: “Onlar kendi çıkarları için bağırıp çağırırlar, sonra gidip yine AKP’ye oy verirler.” Tekel direnişine katılan Tekel işçilerinin siyasal davranışlarında acaba ne tür değişimler olacaktır? Şöyle bir şey mümkün müdür? 3 ay orada kendisinin, ailesinin geleceğini haksız yere tehlikeye atan bir iktidara karşı dişe diş mücadele eden ve orada hayatının hiçbir döneminde yaşamadığı, yaşayamayacağı dayanışma, dostluk ve güzellikle tanışan bu insanlar direnişten sonra hiçbir şey olmamış gibi evlerine dönüp kendilerini 4-C kuyusuna atmak isteyen Tayyip Erdoğan’a aynı bağlılığı duyacaklar, AKP’ye yine sahip çıkacaklar mıdır? Tufan Bu yersiz bir kaygı değildir ancak Tekel direnişini sıradan Sertlek bir eylemle karıştırmamak veya Dev Sa¤l›k-‹fl elektriğe zam gelince sinirGenel Sekreteri lenen AKP’li bir vatandaşımızın tepkisiyle aynı görmemek gerektiğini düşünüyorum. Tekel direnişinin Tekel işçilerinin beyinlerinde bir depreme yol açtığı muhakkaktır. Bu süreçten hiç etkilenmeden çıkmaları ve hayatlarına öyle devam etmeleri mümkün değildir. Özellikle direniş sürecinde dünyanın öbür ucundaki bir felakete yardım etmek için seferberlik ilan eden İslamcı yardım kuruluşlarının Tekel işçilerinin yaşadıklarına kayıtsız kalmaları ve sadece sol-sosyalist kesimlerden yardım görmeleri önemsiz bir şey değildir. Bu haksızlık karşısında, o güne kadar aynı hissiyata sahip olduğunu sandığı kurum ve kuruluşlarla ve hatta okuduğu gazetelerle artık neyi ne kadar paylaştığını sorgulaması kaçınılmazdır. Zira yaşadıkları bu süreç, hayatlarının geçici ve önemsiz parçası değil aksine artık ülkenin bütün emekçi ve yoksulları gibi hayatlarının en can yakıcı sorunu haline gelen güvencesizlik girdabına yuvarlanmalarını tarif etmektedir. Güvencesizlik ve gelecek kaygısı bir kanser hücresi gibi çoğalıp bütün yaşam alanlarımızı kapsarken Tekel işçisi AKP’nin kendisine indirdiği darbeyi ve ona karşı direnişini geçmişinde kalmış sıradan bir olay gibi kabul edemeyecektir. Tekel direnişi, nasıl, işçilerin tek tek ekmek parası için patron kapılarında el pençe dolaşan bir sürüden ibaret olmadığını, aksine gerekli nesnel ve öznel koşullar oluştuğunda toplumun en güçlü ve örgütlü sınıfı haline gelebileceğini göstererek toplumsal-siyasal hayatımıza bir müdahalede bulunduysa aynı şekilde Tekel işçilerinin, ailelerinin ve geniş çevrelerinin de hayatlarına-bilinçlerine derin bir iz olarak kazılmıştır. Bu iz; sigortası olmadığı için hastane kapısından çevrilen her hastada, “borcunu ödeyemediği için intihar eden işçi” haberinde, yurdun herhangi bir yerinde okuldan parmağına bağlanmış “katkı payını hala ödemedin” yazılı kağıtla evine dönen ilkokul çocuğunun babasının yürek ağrısında daha da derinleşecek ve bu vahşi kapitalist düzene karşı her emekçi direnişinde yeniden yeniden tazelenip yeni bir hayatın ışığı olacaktır. Hayatın kendisi bu izin silinmesine izin vermeyecektir. Tekel işçilerinin dinsel-siyasal-etnik aidiyetleri işçi kimliğinin yaşadığı bu depreme direnmek isteyecektir, ancak beyhude bir çabadır bu. Zira artık “işçi zamanları” başlamıştır ve hayat artık işçilerin ve onların mücadelelerini yaşamak istemektedir.

42 sektör, artık ağır işkolu değil Ç

alışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 8 Mart’ta yayınladığı bir yönetmelikle ağır ve tehlikeli işler kategorisine giren 42 iş kolunu bu kategoriden çıkardı. Yönetmelik ağır işkolu olmaktan çıkarılan 42 sektörde güvencesileştirmenin de önü açtı. Yönetmelik daha önce ‘regl izni’ tartışmalarıyla gündeme gelmişti. Yönetmelikle, 18 yaşından küçüklerin 25 iş kolunda çalışması yasağı kaldırıldı. 42 işkolunun ağır ve tehlikeli işler kategorisinden çıkarılmasını öngören düzenlemeyle birlikte yönetmelikten çıkartılan iş kollarında, kadınların regl izinleri de kaldırılmış oldu. ÖN SA⁄LIK RAPORU KALKIYOR 15-18 yaş arası çocukların ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmasının önünü açan yönetmelikle birlikte ön sağlık raporu alınması ve kontrol muayenesi uygulaması gerektiren işler için bu uygulamalar da kaldırılmış oldu. Yönetmelik aynı zamanda, 42 işkoluna alınacak yeni işçilere verilecek mesleki eğitimi de ortadan kaldırıyor. Ağır işkolu olmaktan çıkarılan sektörlerde; önceden var olan ve talep halinde ‘banyo, uyku, dinlenme ve yemek yerleri ile işçi evleri ve işçi eğitimi yerleri yapılması’ da ortadan kaldırılmış oluyor. PATRONLARIN YÜZÜ GÜLDÜ Çalışanlarının büyük kısmı kadın olan tekstil sektörünün patronları, düzenlemeyi sevinçle karşılarken, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Çalışma Bakanlığı'nın 42 işkolunun ağır ve tehlikeli işler kategorisinden çıkartılmasına ve regl izinlerinin kaldırılmasına karşı Danıştay'a başvuracaklarını açıkladı.

‘Yağmur’ İstanbul’un altını üstüne getirdi Marmaray işçileri ‘Yağmur’ eylemiyle şantiyeyi işgal edince patron geldi. Patron “Her şey olur sendika olmaz”, işçiler ise “Sendikasız olmaz” diyor

İ

stanbul’un “altını üstüne getiren” yani İstanbul’un gömülü tarihsel mirasını yeryüzüne çıkartan Marmaray işçilerinin 16 Ocak’ta başlayan direnişi şantiye işgaliyle yeni bir boyut kazandı.

M

ilas Cumhuriyet Savcılığı, Türkiye Kömür İşletmeleri’ne (TKİ) bağlı Milas Yeniköy Linyit İşletmesi’nde çalışan Maden-İş üyesi işçilere, 4 Şubat tarihinde Tekel işçileriyle dayanışma amacıyla kendilerini izinli saydıkları için “yasa dışı grev yapmak” gerekçesiyle 1000’er lira para cezası verdi. Türk-İş’e bağlı Maden-İş Yatağan ve Havalisi Şubesi Başkanı Süleyman Girgin ise işçilerin Anayasal haklarını kullandığını ve karara itiraz edeceklerini belirtti.

F‹‹L‹ TOPLU GÖRÜfiME Direnişleri süresince bağlı oldukları taşeron firma Polat İnşaat, Gama-Nurol İnşaat ve üst işveren konumundaki Ulaştırma Bakanlığı ile görüşen, talep ve şikayetlerini TBMM, Çalışma Bakanlığı ve İstanbul Valiliği’ne ileten Marmaray işçileri hiçbir sonuç alamadı. Görüşmelerden somut bir sonuç çıkmayınca işçiler 4 Mart günü Yenikapı’daki şantiyeyi işgal etti. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın şantiyeyi ziyaret ettiği saatlerde şantiyeye girip ellerinde benzin bidonlarıyla sondaj makinelerinin üzerine çıkan işçiler 2 saat kadar orada kaldı. İşçiler, Polat İnşaat’ın patronu Alaattin Polat’ın görüşme talebinin ardından işgale son verdi. “YA⁄MUR” Bir işçi kendi aralarında “yağmur” adını verdikleri eylemi anlatıyor: “Kadir Topbaş’ın buraya geldiğini gördük. Slogan atmaya başladık ve bunun üzerine Topbaş kaçtı. Bizi görmezden gelmesi üzerine hazırlanmaya başladık. Şantiye kapısından bir kamyon girdi ve kapı kapanmadan 40 kişi içeri girdik. Direk sondaj makinelerinin üzerine çıktık ve işgale başladık.” PATRON OYALIYOR İşçiler işgale son verdikten sonra BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel de şantiyeye geldi ve işçilerin patronla yapacakları görüşmeye katılmak istedi. Direnişteki 60 işçinin tamamının önerilerinin tartışıldığı toplantılarla karar alan işçiler Sebahat Tuncel’le birlikte patrona iletecekleri talepleri ve görüşmeye kimlerin gideceğini belirlediler. Tuncel, direniş boyunca işçilerle birlikte olan Tekstil-Sen temsilcisi, bir avukat ve iki işçi temsilcisi patronla görüştü. Patron Polat,

Marmaray direnifli boyunca Hozan Muzaffer ve Bismilli Çeto’nun flark›lar›yla çekilen halaylar hiç susmad›. fiantiyenin içindeki iflçiler ve arkeologlar da halaylara kat›ld›. işçileri günlük 32 lira yevmiyeyle işe almayı, işçilerin direnişte geçen 55 günlük tazminatlarını geri vermeyi ve işçilerin çalışma koşulları ve ücret zammını garanti altına alacak olan bir protokol imzalamayı kabul etti. Polat, işçilerin hakkında açtığı şikayet davalarını geri çekmesini istedi. İşçiler ertesi gün Polat’a kendi şartlarını söyledi fakat Polat 55 günlük tazminatı hemen ödeyemeyeceğini ve işçilerden kendisine cuma gününe kadar süre vermelerini istedi. ‘SEND‹KASIZ OLMAZ’ Cuma günü geldiğinde iki Tekstil-Sen temsilcisi, iki işçi temsilcisi ve iki avukat Polat İnşaat patronuyla görüştü. Patron Polat, kendisine “yukarıdan” talimat

geldiğini ve işyerine kesinlikle sendika sokmayacağını ve sendika temsilcileri varken işçilerle görüşmeyeceğini söyledi. İşçiler ise “Biz de sendikasız görüşmeyiz” diyerek topluca görüşmeyi terk ettiler. Şantiye önüne gelen görüşmeciler işe iade davalarının ilkinin görüleceği 24 Mart’ta kendilerine destek veren kurumlara Sirkeci Adliyesi’nde buluşma çağrısı yaptı. D‹REN‹fiTEN MANZARALAR Şantiyeye giderek görüştüğümüz işçilerden, şantiyedeki işçilerin perşembe günü patronla direnişteki işçilerin işe alınması için görüştüğünü öğrendik. Şantiyede çalışan işçiler, patronun “bir kerede veremem”

dediği 55 günlük tazminatın “15 gününü biz verelim” demiş ancak direniştekiler bunu kabul etmemiş. Bir işçi de patronlarının kendilerinden kurban parası kestiğini ve işçilere şantiyede giymeleri için getirdiği ayakkabıları bile parayla sattığını aktardı. Bu sırada bir kamyon şantiyenin kapısından içeri girdi. Kamyon çıkarken bir güvenlik görevlisi “patron geliyor şantiyedeki işçileri direniştekilerin yanında görmesin” dedi. Direnişçi işçi, kapıyı kilitlemeye uğraşan şantiyedeki işçiye “boş yere uğraşma o kilit bizi durdurmaz istersek yine gireriz” dedi. O da, “bana kalsa kapatmam” dedi. Gün biterken işçiler bir sonraki gün tekrar buluşmak üzere evlerine gittiler.

Tüm uyarılar kabul, ‘dağılın!’ hariç İ

SKİ’nin sayaç okuma, barkod işlemleri, açma-kapama, ihbar, sayaç değiştirme işlerini yapan taşeron firmayla sözleşmesini bitirmesinin ardından Karel, Sistem ve Elsan şirketlerinde çalışan 600 işçinin işine son verildi. 16 Mart’ta 150 taşeron işçi İSKİ Bölge Müdürlüğü önünde oturma eylemi başlattı. İşçiler, İSKİ Genel Müdürü ile görüşmek ve işlerine devam etmek istediklerini belirtti. İşçiler, görüşme olana kadar bina önünden ayrılmayacaklarını vurguladı. Anadolu Yakası’ndan gelen işçilerle oturma eylemi yapan işçilerin sayısı 200’ü buldu. İSKİ işçilerinin eylemine Marmaray işçileri de destek verdi. ‘DA⁄ILMAYACA⁄IZ’ İşçilerden Adnan Kondak, işe iade edilmedikleri takdirde Sütlüce’deki AKP il binasına gide-

İşten çıkarılan taşeron İSKİ işçileri, işe geri dönme talebiyle Bölge Müdürlüğü’ne yürüdü. İşçilerin eylemi İSKİ önünde sürüyor

ceklerini, durumlarını Başbakan’a ileteceklerini ve bir sonuç çıkmaması durumunda AKP il binası önünde çadır kuracaklarını söyledi. Kondak, İSKİ’nin görüşme yapmak yerine kapısındaki polis ve

güvenlikçi sayısını arttırdığını söyledi ve “Hiçbir güvenlik gücü, insanların vicdanlarını kontrol edemez” dedi. Basın açıklaması öncesinde polisin sık sık işçilerle iletişime geçmeye çalışması dikkat

S

SK’dan emekli olan işçilerin listesi SGK’ya gidiyor, SGK da emeklileri otomatik olarak Türkiye Emekliler Derneği’ne üye yapıyor. Üye aidatları da maaştan kesiliyor. Şubat aylıklarındaki kesinti üzerine şüphelenen emekliler bu uygulamayı ortaya çıkarttı. HaberTürk gazetesi yazarı Ali Tezel’in haberinin ardından SGK, şubat ayı emekli maaşlarından 18’er lira kesinti yapıldığını açıkladı. SGK, ‘dernek üyelerinden kesinti yaptık’

derken dernek, üyelerin form doldurarak üye olduklarını söylüyor. Dernekten istifa etmek isteyen emekliler “siz merkezden üye yapıldınız, istifanızı kabul edemeyiz” cevabını alıyor. Görüştüğümüz Halkevleri üyesi Mahinur Şahbaz, 2009’un aralık ayında derneğin internet sitesinde “1 milyonu aşkın üyemiz var” denildiğini, 10 Mart 2010’daki üye sayısının ise “653 bin 311” olarak gösterildiğini söylüyor. Derneğe

İki madenci daha hayatını kaybetti

B

alıkesir’in Dursunbey ilçesindeki kömür madeninde 23 Şubat günü meydana gelen grizu patlamasında yaralanıp İstanbul’a sevk edilen işçilerden Ramazan Can 28 Şubat’ta, İsmail Yaren ise 8 Mart’ta hayatını kaybetti. Yaralılardan İsmail Yaren’in yakınları ambulansın hastaneye geç gelmesine tepki göstermiş, olayın incelenmesini istemişti. Ambulans şoförü de 55 liralık feribot parası yanında olmadığı için feribota alınmadıklarını bu nedenle 2 saat geç kaldıklarını aktarmıştı.

çekti. Polisin işçilere “eylem alanında sendikacı istemiyoruz” dediği öğrenildi. Basın açıklaması sırasında bir işçi, “polisin tüm uyarılarına uyacağız, yalnız ‘dağılın’ uyarısına uymayacağız” dedi. ZOR KOfiULLARDA ÇALIfiIYORLAR İşçiler, İSKİ’nin sayaç okuma, sayaç değiştirme, kaçak-ihbar, barkod ve açma-kapama işlerini yapıyorlar. İSKİ bu işleri bir müteahhide, o müteahhit de değişik taşeronlara veriyor. Parça başına çalışan işçilerin yanlış okuma, açma işlemine zamanında gitmeme gibi durumlarda maaşlarından 29 lira kesiliyor. İşçilerin belirli bir çalışma saati yok. İşçiler, gece 12’de bile açma işlemi için telefon geldiğini, gidilmezse cezası olduğunu söylüyorlar.

Emeklinin hakkı ‘Derneğe’ verilmiş SGK, emeklinin maaşından yaptığı kesintileri emeklilerin haberi olmadan üye yapıldıkları derneğe vermiş

Bin lira dayanışma cezası

kamu davası açılması için suç duyurusunda bulunduklarını söyleyen Şahbaz, maaşlarından yapılan kesintileri görmek isteyen emeklilerin, SGK’ya dilekçe yazmaları gerektiğini söyledi. Derneğin başkanı Kazım Ergin hükümete yakın bir isim aynı zamanda emeklilerin SGK’daki temsilcisi. Ergin, 2009 nisanındaki “ölüm ödeneği” görüşmelerinde hükümetin 666 liralık önerisine itiraz etmiş ve 289 lira önermişti.

İşsiz kaldı Başkanı vurdu

K

ırıkkale merkeze bağlı Hacılar ilçesi Belediye Başkanı Memduh Bodur, Bülent Koyuncu tarafından silahla vurularak öldürüldü. Koyuncu, 11 Mart günü akşam saatlerinde yolda karşılaştığı Belediye Başkanı MHP’li Memduh Bodur’a 5 el ateş etti. Hastaneye kaldırılan belediye başkanı hayatını kaybetti. Koyuncu yakalandıktan sonra sevk edildiği mahkemece tutuklandı. Bülent Koyuncu, geçici işçi olarak belediyeye alınmış ve 26 Şubat günü işten çıkarılmıştı.


9

EMEK 19 Mart 2010 / 1 Nisan 2010

Halk›n Sesi

40’›ndan sonra maafl için direnifl

M

ersin Toros Devlet Hastanesi’nde 26 Ocak 2010 tarihinden itibaren maaşlarını alamayan taşeron sağlık işçileri 11 Mart’ta bir basın açıklaması yaparak ödenmeyen maaşlarını talep ettiler. İşe 1 saat geç başlayan işçiler, sendikaları Dev Sağlık-İş ve SES’in ortak yaptığı basın açıklamasının ardından Başhekimlik önünde durum-

‹flsizler ‹fiKUR’u bast›

larını görüşmek için beklemeye başladılar. Bir saat sonra Başhekimlik’le görüşen işçiler maaşların ödeneceği sözünü aldı. 28 Şubat 2009’da 40 yaşın üzerinde oldukları için işten atılan işçiler; hem hukuksal hem de fiili mücadele sonucu 26 Ocak 2010’da işlerine geri dönmüş ama bu tarihten itibaren de maaşlarını alamamışlardı.

G

eçen yıl iş için belediyeyi işgal eden işsizler bu sefer de 8 Mart günü İŞKUR’u bastı. Derince ve Körfez’den gelen işsizler, “Bize iş bulacaksınız!” diyerek İŞKUR'da oturma eylemine başladı. Derince ve Körfez'den gelen gençler “Yoksul ailelerin çocuklarıyız. Eğitim seviyemiz yüksek değil diye açlıktan mı ölelim. İş istiy-

Ekonomi işsizlere büyümüyor çalışanların oranı ise yüzde 43’e yükseldi. İşsizlik rakamlarının açıklandığı günlerde Merkez Bankası da ferdi borçlularla kredi kartı borçlularının sayısının ocak ayı itibariyle 1 milyon 938 bin 873’e ulaştığını açıkladı.

M

armara Üniversitesi Maliye Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin 24 Şubat günü düzenlediği “Global Krizin Türk Kamu Maliyesine Yansımaları” konulu toplantıda konuşan Maliye Bakanı Şimşek, ekonominin 2009'un son çeyreğinde tahminen yüzde 4 ile 5 arasında büyüdüğünü söyledi. Krizin geride kaldığına değinen Şimşek, 2010 yılında ekonominin daha da iyiye gideceğini iddia ederken bütçe açığı ile cari açığın arttığını ve iç talepte daralma yaşandığını da sözlerine ekledi. 2009 yılında enflasyonun tekrar iki haneli rakamlara ulaşmasının “Yeniden düşüş yaşanır mı?” endişelerini arttırdığına dikkat çeken Şimşek “Bu endişeler sınırlandırılabilir.” dedi ve ekonominin 2010’da daha da iyiye gideceğini söyledi. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e göre kriz döneminde Türkiye istihdam yaratmış ancak işgücüne katılım çok fazla olduğu için, işsizlik yükselmiş. Afrika gezisini sürdüren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e göre de kriz atlatılmış ve sadece ‘tabak çanak kırılmış.’ EKONOM‹ SERMAYE ‹Ç‹N HOfi Şimşek’in açıklamalarını Zaman gazetesi de destekledi. Zaman, Forbes dergisinin açıkladığı milyarderler listesine giren Türkiyeli milyarder sayısının 13’ten 28’e çıkmasını ekonomi iyiye gidiyor diye yorumladı.

E

nfalasyon, cari açık, bütçe açığı, işsizlik artıyor. Özelleştirmeleri ve güvencesizleştirmeyi tam gaz sürdüren AKP, ‘ekonomi iyiye gidiyor’ diyor

5 BUÇUK M‹LYON ‹fiS‹Z Bakan Şimşek’in “Ekonomik büyüme” tahminlerini, enflasyonun artması ve işsizliğin arttığı yönündeki açıklamalar izledi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 15 Mart günü, 2009’un son dönemine ait işsizlik rakamlarını açıkladı.

TÜİK’in verilerine göre Türkiye 2009 yılını 3 milyon 367 bin işsizle tamamladı. Bu rakama iş aramayan işsizler de eklenince sayı yüzde 20,2’lik işsizlik oranına tekabül eden 5 milyon 428 bine ulaştı. Aralık 2009 döneminde istihdam edilenlerin yüzde 24'ü tarım, yüzde

20,3'ü sanayi, yüzde 5,7'si inşaat, yüzde 50'si ise hizmetler sektöründe yer aldı. TUİK verilerine göre istihdam edilenlerin yüzde 58,7'si “1-9 kişi arası” çalışanı olan işyerlerinde çalışıyor. Aynı dönemde gençlerde işsizlik oranı yüzde 24,1’e kayıt dışı

FATURA EMEKÇ‹YE Ekonomi uzmanları enflasyonun yükselmemesi için siyasetin istikrarlı olması gerektiğini söylüyor. İşsizliğin de toplumsal Bütçe açığının azaltılması için de bir kesim özelleştirmelere devam edilmesini savunurken bir diğer kesim de bütçe açığının azaltılması için ithalatı sınırlandırarak devalüasyona gidilmesini savunuyor. Liranın değerinin azalması anlamına gelen devalüasyon, üretimin arttırılmadığı durumlarda fiyatların artması, dolayısıyla enflasyonun da tekrar artması sonuç olarak işçi ücretlerinin azalması anlamına geliyor. DAHA FAZLA GÜVENCES‹ZL‹K Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) de, 8 Mart’ta açıkladığı Büyümeye Geçiş 2010 raporunda Türkiye’nin emek piyasasının daha da esnekleştirilmesini ve kıdem tazminatının kaldırılarak, asgari ücretin düşürülmesi gerektiğini söyledi. OECD, eğitim sisteminin piyasanın ihtiyacını karşılayacak biçimde yeniden düzenlenmesini, özelleştirmelerin devam etmesini ve sermayeye kaynak aktarılması gerektiğini söyledi.

‹flçi direniflleri ad›m ad›m yay›larak sürüyor Güvencesizli¤e karfl› mücdeleye umut olan Tekel direniflçileri 1 Nisan eylemlerine haz›rlan›yor. fiantiye iflgali sonras› patronla görüflebilen Marmaray iflçileri de ifle iade davalar›n›n görülece¤i 24 Mart’› bekliyor. Türkiye’nin dört bir taraf›nda iflçi direniflleri sürüyor ve bu direnifllere her geçen gün yenileri ekleniyor. n ÇEMEN TEKST‹L ‹fiÇ‹S‹ T‹S’‹ BEKL‹YOR 14 Ocak 2010’da D‹SK Tekstil’de örgütlenen Çemen Tekstil iflçilerinin grevi sürüyor. ‹flçiler, T‹S görüflmelerinin bafllamas›n› bekliyor. Grevin ilk gününde polis sald›rd›, 2 hafta sonra patron grevi k›rmak için 200 yeni iflçi ald›. Grevdeki iflçiler yeni al›nan iflçilerle temas kurdular ve k›sa bir süre sonra yeni al›nan

sendikas›z iflçiler de greve destek vermeye bafllad›. Yetmedi, patron “usulsüz grev” davas› açt› fakat dava düfltü. Gaziantep Organize Sanayi Bölgesi'ndeki Çemen Tekstil Fabrikas›’nda 525 iflçi ad›na sürdürülen toplu ifl sözleflmesi görüflmelerinde anlaflma sa¤lanamay›nca grev karar› al›nm›flt›. n ESENYURT’TA ATILAN ‹fiÇ‹ D‹REN‹fiÇ‹ OLUYOR ‹stanbul’daki Esenyurt Belediyesi, iflçileri sendikal› olduklar› için iflten at›yor, iflten at›lanlarsa direnifle kat›l›yor. 2009’un 19 A¤ustos’unda iflten at›lan 16 iflçiden 7’si 8 fiubat günü iflbafl› yapm›flt›. ‹flçiler “kazand›k” derken, belediye tekrar iflçi ç›karmaya bafllad›. 9 iflçi, ard›ndan tekrar iflbafl› yapan 7 iflçi, sonra 2, sonra… 10 Mart günü at›lan iflçi say›s› 40’›

buldu. Esenyurt Belediye iflçileri her çarflamba yapt›klar› eylemlere yeniden bafllad›lar ve direnifl tüm coflkusuyla devam ediyor. n TAR‹fi ‹fiÇ‹S‹N‹N YARDIMINA ‹LK TEKEL ‹fiÇ‹LER‹ KOfiTU Tarifl iflçileri eyleme çoluk çocuk hep birlikte geliyor. Kad›nlar çocuklar› uyutmada güçlük çekiyor. O kad›nlardan biri anlat›yor: “Tarifl’te çal›fl›rken fabrikan›n krefli vard›. Çocuklar› oraya b›rak›yorduk. fiimdi hem iflsiziz hem de krefl yok. Bundan sonra hayat çok daha zor olacak.” ‹zmir’deki Tarifl iflçileri 1 Mart günü iflbafl› yapma umuduyla gittikleri Çi¤li ‹plik Fabrikas›’nda karfl›lar›nda polisi gördü ve iflten at›ld›klar›n› ö¤rendiler. Bunun üzerine Türk-‹fl TEKS‹F öncülü¤ünde k›dem ve ihbar tazminatlar›n› almak için Alsancak’taki TAR‹fi Bölge Müdürlü¤ü önünde direnifle geçtiler. Tarifl iflçilerinin yard›m›na ilk Tekel iflçileri kofltu. ‹zmir’deki emekçilerin u¤rak yeri haline gelen direnifl alan›nda her gün oturma eylemi yap›l›yor. n S‹NTER ‹fiÇ‹S‹ AÇLIK GREV‹NE BAfiLADI ‹stanbul Dudullu Organize Sanayi Bölgesi’ndeki Sinter Metal’de çal›flan iflçiler ifle dönmek ve haklar›n› almak için direnifle geçtiler. Kriz bahanesiyle iflten ç›kar›lan iflçilerin direnifli iflyeri iflgaliyle bafllad›, haks›z yere iflten at›ld›klar› belgelendi, davalar aç›ld›. Sinter iflçileri direnifle bafllad›klar›nda tarih 22 Aral›k 2008’i gösteriyordu. Sinter iflçileri kar k›fl demeden fabrikan›n önünde bekledi. 2 Mart 2010’da, iflçilerin mahkemesi 7 ay sonraya ertelenince iflçiler Üsküdar’daki Çiçekçi Adliyesi önünde açl›k

grevine bafllad›. n AKKARDAN ‹fiÇ‹LER‹ A‹LELER‹YLE B‹RL‹KTE FABR‹KA ÖNÜNDE Kriz bahanesiyle iflten ç›kar›ld›ktan sonra ifle iade talebiyle bafllat›lan bir baflka direnifl de Kocaeli Gebze’deki Akkardan iflçilerinin direnifli. Birleflik Metal-‹fl üyesi 108 iflçinin aileleriyle birlikte 12 fiubat 2010’da bafllatt›klar› direnifl sürüyor. n TEKST‹L ‹fiÇ‹LER‹ DE DIREN‹fiTE Kriz bahanesiyle iflten ç›kart›lan ‹stanbul ‹kitelli’deki Ayzi Moda iflçileri 20 A¤ustos’tan ve A¤ Tekstil iflçileri de 25 Haziran’dan beri direniyor. ‹flçilerin direnifli Tekstil-Sen öncülü¤ünde sürüyor. n MUTAF AMBAR VE NEMA METAL ‹fiÇ‹LER‹: “‹LLE SEND‹KA” Sendikal› olduklar› için iflten ç›kart›lan Bal›kesir’deki TÜMT‹S üyesi Mutaf Ambar iflçilerinin 31 A¤ustos 2009’da bafllatt›klar› direnifl ve yine sendikal› olduklar› için iflten ç›kart›lan ve Birleflik Metal-‹fl’te ögütlü olan Düzce’deki Nema Makine Tekstil iflçilerinin 4 Kas›m 2009’da bafllatt›klar› direnifl sürüyor. n ATV-SABAH GREV‹ YEN‹DEN Atv-Sabah binas›na yeniden grev pankart› as›ld›. Toplu sözleflme hakk› için bafllayan, sonra mahkeme karar›yla durdurulan AtvSabah grevi de 1 Mart’ta yeniden bafllad›. n E-KART GREV‹ SÜRÜYOR Yine, toplu sözleflme hakk› için 16 Haziran 2008’de bafllayan E-Kart grevinde ise hukuki mücadele devam ediyor.

oruz. Evimize ekmek götürmek istiyoruz. Mahallelerimizde kilitli kaldık.” dedi. Tartışmaların yaşandığı eylem sırasında Şube Müdürü Nazım Balcı gençleri ikna etmeye çalıştı. Sorunlarına çözüm bulunmasını isteyen işsizler, çözüm bulunmadığı takdirde İŞKUR’u tekrar işgal edeceklerini dile getirerek eylemi bitirdiler.

IMF “defolurken”... tand by anlaşması görüşmelerinin sona erdiğinin IMF tarafından ilan edilmesi, “Kasımpaşalı IMF’yi nasıl da kapı dışarı etti.” söylemleriyle kutlandı. Akademiden birçok muhalif isim, IMF programında yer alacak hemen her şeyin, en azından emeği etkileyen her şeyin AKP “imalatı” Orta Vadeli Program’da (OVP) yer aldığını vurguladılar. Temel hizmetlerden kesinti yaparak kamu maliyesinde daralma, 2012’ye kadar takip edilecek OVP’de de bulunuyor. OVP’nin “küresel rekabete uyum” hedefi ise esnek çalıştırma biçimlerinin genelleştirilmesini öngörüyor ve son aylarda güvencesizleştirme saldırıları hızla tırmanıyor. IMF programında bulunması beklenen ancak OVP’de yer almayan başlıklar ise daha çok egemenler arası mücadelenin gündemleri. Vergi idaresinin özerkleştirilip “yandaş” sermayenin kollanarak “rakip” grupların zayıflatılmasının önlenmesi IMF’nin istediği ancak OVP’de yer almayan bir mevzu. Belediyelere yönelik kaynak transferlerinin “şeffaflaştırılıp” Umar bir kurala bağlanması da benKaratepe zer şekilde IMF’nin isteyip umar@ AKP’nin ayak sürçtüğü konusendika.org lardan biri. OVP, kamu bütçesinin disiplinini sıkılaştıracak mali kural uygulamasını da IMF’den farklı olarak seçim sonrasına atıyor. Bir diğer fark ise para! Hükümetin OVP çerçevesindeki icraatları, stand by anlaşması kapsamında yapılsaydı tahmini 30 milyar dolarlık kredi alınacaktı. Bu durum, yaklaşık 10 milyar dolarlık dış finansman ihtiyacı konusunda hükümetin güvendiği başka kanalların olduğunu düşündürüyor. Bu konuda belki de en gözden kaçan durum IMF’nin pozisyonuyla ilgili. 2. Dünya Savaşı sonrası kapitalist sistem dünya çapında ABD öncülüğünde yeniden kurulurken Dünya Bankası ile beraber en etkili kuruluş olan; 1980’lerde çevre ülkelerin borç krizlerini yöneterek neoliberal dönüşümde büyük rol oynayan; 1990’larda ise eski sosyalist ülkelerde “geçiş ekonomileri”ni inşa eden ve neoliberal dönüşümü omuzlayan IMF, bugün hem yorgun, hem yıpranmış, inandırıcılığı zayıflamış bir kurum. Daha da önemlisi IMF’nin bir çok alandaki “yükü”, oluşmasında önemli roller oynadığı kurumsallaşmalarca taşınıyor. Yani IMF artık sistemin sürekliliğini sağlayan tek “çıpa” değil. Türkiye açısından baktığımızda, arka arkaya yürütülen stand by süreçleriyle kurumsallaşan kuvvetli iç çıpalar mevcut. OVP bir yana, “bağımsız” Merkez Bankası, neoliberal sistemin temel kriterlerinden taviz vermeyen bir para politikasını -yer yer hükümetle de gerilme pahasına- uyguluyor. Üst kurullar/düzenleyici kurullar ülke ekonomisinin neredeyse tamamına dair geniş yetkilerle kuşatılmış örgütler olarak oldukça etkili bir “çıpa” oluşturuyorlar. Yabancı Sermaye Derneği, MÜSİAD, TÜSİAD, TUSKON gibi sermaye örgütleri kendi aralarındaki tüm mücadele bir yana, neoliberal kapitalizmin giderek güçlenen kaleleri olarak, yasaları birebir hazırlamaya kadar varan faaliyetler yürütüyorlar. Dış çıpa olarak da sadece IMF yok. IMF’nin uluslararası sermaye adına, ülkelerin kredibilitesini ölçmekteki azalan güvenilirliği, bir dizi “Kredi Derecelendirme Kuruluşu”nu öne çıkarmış durumda. Bu kuruluşlardan alınan “kırık” notlar, kuvvetli “piyasa cezalandırmaları”na yol açabiliyor. Bunların dışında Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) "Büyümeye Geçiş 2010” başlıklı raporunda Türkiye’ye önerilenler IMF’yi hiç aratmıyor. OECD geçici işçiliğin yaygınlaştırılmasını, kıdem tazminatlarının kaldırılmasını, erken emekliliği, eğitimin piyasa taleplerine göre yapılandırılmasını, asgari ücretin düşürülmesini içeren bir dizi tavsiyede bulunuyor. AB sürecinin özellikle tarım alanında gerektirdiği düzenlemeler, geniş bir işsiz havuzu yaratarak güvencesizliği derinleştirecek sonuçlara gebe. Dünya Bankası ile belediyelerin yürüttüğü milyarlarca dolarlık projelerde verilen krediler ise hizmetlerin ticarileştirilmesini ve kentsel mekanların emekçilerden arındırılarak soylulaştırılmasını garanti altına alıyor. IMF çıpası da tamamen ortadan kalkmış değil. Stand by görüşmeleri sürdüğü için hükümetin iki yıldır atlattığı, üye olan tüm ülkelerle yapılan geleneksel yıllık “istişareler” hayata geçirilecek. Böylece 2010 ve 2011’de IMF çıpası, fiilen 2009 yılındakinden daha sağlam hale gelmiş olacak. Zira bu istişarelerden çıkacak olası bir “olumsuz” rapor o ülkeyi alt üst edebilecek gelişmelere yol açabiliyor. İşin özü 1980’lerin, hatta 90’ların dünyasında, neoliberal yeniden yapılandırma sürecinin başında değiliz. Artık sistem eskisinden çok daha çeşitlenmiş, inceltilmiş ve kurumsallaştırılmış “çıpa”ya, yani egemenlik aygıtına sahip. Sloganları gözden geçirmenin zamanı gelmedi mi?

S


10

KİBELE 19 Mart 2010 / 1 Nisan 2010

Halk›n Sesi

Kad›n kentinden direnifl kentine 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü, üç günlük Kadın Kenti etkinlik programının yapıldığı Diyarbakır’da geçirdim. Üç gün dolu dolu geçen 8 Mart Diyarbakır Kadın Kenti programı; şehre ayak basar basmaz içine alıyor bütün kadınları, bilbordlardaki afişler üç günün nasıl coşkuyla geçeceğinin habercisiydi... 5 Mart Cuma günü Keçiburcu Diyarbakır Surları'nda başlayan resepsiyon, Ortadoğu'dan ve Türkiye'nin çeşitli illerinden gelen kadınların katılımıyla gerçekleşti. Batıda ancak Newroz’larda ve 8 Mart'larda görmeye alışkın olduğumuz Kürt kadınlarına özgü yöresel kıyafetler geceye ışık oldu. Gencinden yaşlısına, milletvekilinden, belediye başkanına kadar herkesin giydiği renk renk desen desen kıyafetler Kürt kadınlarının renkliliğini ispatlar gibiydi. Gecenin içinde çekilen zılgıtlar, söylenen Kürtçe şarkılar hepimizin yüreğine ortak bir duyguyu işliyordu; kadın yaşamdır, özgürlüktür! 6- 7 Mart tarihlerinde DİKASUM, Kardelen Kadın Dilflat Evi, Epidem Kadın Aktafl Danışmanlık Merkezi, Ceren Kadın Derneği, KADEM, Umut Halkevleri MYK Işığı Kadın Kooperatifi üyesi tarafından düzenlenen eylem ve etkinlikler, Ankara ve İstanbul'dan Kadın Barış Girişimi temsilcileri; TTB, SES, Eğitim- Sen, İHD Diyarbakır şubelerinin kadın yöneticileri ve üyelerinin desteği ile gerçekleşti. İki gün hangisine yetişeceğimizi bilemediğimiz doludizgin bir programla karşılaştık. Kent merkezindeki parklarda, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin salonlarında, mahalle aralarında düzenlenen paneller, söyleşiler, belgesel gösterimleri, tiyatrolar ve konserlerde, tutuklu bulunan kadın ve çocukların serbest bırakılması için gerçekleştirilen kampanyalar anlatıldı. Yoksulluk ve kadın çalışmasında önemli yeri olan Bağlar Belediyesi'nin çamaşırhane ve kadın eğitim- sağlık evi projeleri deneyimleri paylaşıldı. Kadınlar kent merkezinde özgürlük için koştular, barış için "barış noktası" kurdular, şarkı söylediler, ödül törenleri düzenlediler, halaylar çektikler... 7 Mart Pazar günü Sümer Park'ta gerçekleştirilen "Bir Kadın Kenti Nasıl Yaratılır" forumunda yerel yönetimlerde kadınların sayısının artmasıyla kentin nasıl özgürleştiğini anlattılar. Ev işleri, çocuk bakımı gibi yükler yüzünden evden çıkamayan kadınların, belediyelerin açtığı Kadın Evleri’yle toplumsal yaşama katılmalarının önünün nasıl açıldığı anlatıldı. Kadın Evleri’ndeki çamaşırhanelerde çamaşırlar yıkanırken kadınlar, okuma yazma öğreniyor, çocuklar kreşte eğitim görüyor, tandırda ekmekleri pişiyor bir taraftan da kadın sağlığı ve kadın sorunu konulu toplantılara katılabiliyorlar. Söyleşide, kadınlar muhtarların sayısının az olmasına dikkat çeken Diyarbakırlı bir kadın, erkek egemenliğini kıracak temel yerlerden birinin muhtarlıklar olduğunu söyleyerek bütün kadınları aday olmaya davet etti, cezaevinden birkaç gün önce çıkan Emine Teyze, nefes almak için Diyarbakır'a geldiğini söyledi. Bir kentin nasıl bir kadın kentine dönüşeceği konusunda ufuk açan Kadın Kenti Diyarbakır etkinlikleri yüzümüzü hem batıya hem doğuya, kadınların özgürlük mücadelesini yükseltecek acil taleplerimizle dönme zamanı olduğunu gösterdi. 8 Mart günü Diyarbakır sokaklarından zılgıtlarla meydana inen kadınlar, sanki hiç yorulmamışlardı; belli ki üç gün onlara yetmemişti... O kadar çok genç kadın vardı ki; Kürt kadın hareketi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün 100. yılını genç kadınların dinamizmi ile örgütlediler, bu güç kısa zamanda bütün kadınların mücadelesiyle buluşacak, buna inanıyoruz. NOT: 9 Mart Salı günü TEKEL işçileriyle Sur içinde yaptığmız gezide Hasırlı Mahallesi'ne yeni açılan Özgür Yurttaş Derneği Üyesi Ayten Örgün ile kısa bir sohbet yaptık ve bizi kitap kardeşi olmaya davet etti. Diyarbakır'da Kadın Evi'nde okuma yazma kurslarına giden kadınlar, Halkevci Kadınların göndereceği kitapları ve selamları bekliyorlar.

AKP gericiliğinin özgünlüğü CHP’li kadınların Mersin’deki çarşaf eyleminin hatası AKP gericiliğine karşı mücadele ederken, onun ataerkillikle kurduğu ittifakı ve neoliberalizmle uyumlu niteliğini yok saymak oldu ÖZGE YURTTAfi

O bir yeni muhafazakar

C

HP Mersin İlçe Örgütü’nden kadınlar halifeliğin kaldırılışının 86. yıldönümü olan 3 Mart’ta çok tartışılan bir eylem yaptı. Kadınlar gericiliğe karşı öfkelerini gösterdikleri eylemde kara çarşaf yırttılar, yırttıkları çarşafı çöpe attılar. Aynı hafta AKP’nin Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf diziler ve cinsellikten duyduğu rahatsızlığı yineleyen açıklamalar yapıyor, eşcinselliği bir hastalık olarak gördüğünü açıklıyordu. GER‹C‹L‹K TOPLUMSALLAfiIYOR CHP’li kadınların eyleminin odağında olan gericilik Türkiyeli kadınların yaşamı için büyük bir tehlike, üstelik de toplumsallaşan bir siyasal olgu. Halen her üç evlilikten birisi çocuk yaşta yapılıyor ve bu evlilikler dini motiflerle meşrulaştırılıyor. Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü verilerine göre kadınların %41’i şiddete maruz kalıyor. Kuran’a dayandırılan çeşitli ayetlerle kadına yönelik şiddet meşrulaştırılıyor. Yoksulluk kadın bedenini istismara açık hale getirirken taciz ve tecavüzün üstü ataerkillik ve gericiliğin işbirliği sayesinde örtülebiliyor. Kız çocukları ailede

AKP hükümetinin Kad›n ve Aileden Sorumlu Devlet Bakan› Aliye Kavaf bugün AKP’de cisimleflen 60 y›ll›k merkez sa¤ çizginin tüm özelliklerini yans›t›yor. Eflcinselli¤i hastal›k olarak görüyor, Aflk-› Memnu baflta olmak üzere ekranlardaki dizilerde yer alan “cinsel içerikli sahnelerden irite oluyor.” fakat kendi anlatt›¤›na göre Kurtlar Vadisi’ni ilgiyle izliyor. 8 Mart Dünya Kad›nlar Günü’nün resmi tatil ilan edilmesi talebiyle randevu isteyen kamu emekçisi kad›nlar› reddediyor. Bir yandan da kamu kurumlar›nda paras›z krefl isteyen KESK’li kad›nlara “Ben devletin kamu hizmeti alan›ndan çekilmesini destekliyorum.” diyerek paras›z krefl olmaz cevab›n› verebiliyor. ikinci plana itiliyor. Doğumdan itibaren kız çocukları erkek çocuklara göre aileleri tarafından daha az hastaneye götürülüyorlar. Okur yazar olmayanların %79’unu kadınlar oluşturuyor. Sadece bu örneklerde bile gericilik ve ataerkinin işbirliğini görmek mümkün. YEN‹ MUHAFAZAKARLIK Türkiye siyaseti açısından hep bir tartışma konusu ve bundan da öte siyasi bir cephe olarak görülen gericilik AKP hükümetiyle birlikte yeniden gündeme geldi. AKP’nin ‘yeni muhafazakâr’ çizgisi düzen içi siyasette karşıtını otoriter-laiklik olarak yarattı. Bu ayrışma Türkiye siyasetinin bir dönemine damgasını vururken kadın bedeni bu ayrışmanın ana odaklarından birisini oluşturdu. Bu noktada AKP’nin

Türkiye’nin neoliberal yoksullukla mücadele stratejilerinin odağını da kadınlar oluşturuyor. Sosyal politikaların yerine ‘dilencileştirme siyaseti’ sayesinde yoksulluğu tevekkülle karşılayan ve ulaşamadığı kamusal hizmetlerin yerine cemaat ağlarıyla hanesine ulaşan ‘hizmet’e razı olan bir halk yaratıyor. Elbette yoksulluğun yükünü çeken kadınlar bu stratejinin ana hedefi oluyor. NEOL‹BERAL‹ZM GER‹C‹L‹KLE GÜÇ KAZANIYOR Hızla piyasalaştırılan yaşlı ve çocuk bakım hizmetinin olağan koşullarda kadının görevi olduğu fikri ataerkillik ve gericiliğin katkılarıyla hafızalara kazındı. Sırtını ataerki ve gericiliğe dayayarak kök salan “Kadının yeri kocasının yanı ve evidir.” tezi, AKP sayesinde

Yüzüncü yılında çoşkuyla D

ünya Kadınlar Günü bir asrı geride bırakırken, kadınlar başka bir dünya için 8 Mart’ta alanlarda buluştu. Çeşitli illerde alanları dolduran kadınların ortak talepleri adalet, eşitlik, özgürlük ve barış oldu. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Ankara’da kadınlar “dayanışmayla güçleniyoruz, mücadeleyle değiştiriyoruz” sloganıyla yürüdüler. 8 Mart Kadın Platformu tarafından örgütlenen mitingde Tekel işçisi bir kadına Ankara Tabip Odası tarafından plaket verilirken, Eskişehir’de “söyleyecek sözümüz değiştirecek gücümüz var” diyen kadınlar Desa ve Tekel işçisi kadınların zaferiyle sokaklardaydı. Kocaeli’de Halkevci ve Öğrenci Kolektifi’nden kadınların hazırladığı tiyatrolu eyleme 10 aydır direnişte olan Arızlılı kadınların ilgisi büyüktü. Antakyalı kadınların Türkçe, Kürtçe, Arapça sloganları kadınların dayanışma ve birliğinin

Sen misin kadınlar gününde konuşan

E

rzurum’da Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Büyükşehir Belediyesi Kültür Merkezi’nde düzenlenen toplantıda ev kadını Leyla Sözen söz alıp içme suyu sorununu anlatmak isteyince kadının elindeki mikrofon alınarak AKP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler’e verildi. Leyla Sözen Palandöken’den gelen suyun halk tarafından kullanılamadığını, içme suyu ihtiyaçlarını Solakzade Camii bahçesindeki çeşmeden karşıladıklarını söyledi. Sözen “Ellerim kollarım ağrıyor. Ailemiz kalabalık. Para ile su alamıyoruz. Şebeke suyundan çay bile yapamıyoruz. Reis bey suları niye böyle yaptı? Kadınlar Günü olduğu için söylüyorum.” diyerek şikâyetini belirtirken bir yetkilinin işareti üzerine mikrofon elinden alındı. Belediye Kültür Müdürü Güven Gülüm kadının konuşmasına mikrofonsuz devam etmeye çalışmasına arkaya oturmasını söyleyerek engel oldu ve Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler’e söz verildi. Küçükler daha önce içme suyu sıkıntısı olduğunu ancak Palandöken’den gelen suyla bu sorunun ortadan kalktığını iddia etti. Sözen’in şikayeti başta kadınlar olmak üzere milyonlarca insanın sorunu. Dünyada 450 milyon insanın temiz su kaynaklarına uluşma olanağı yok. Temizlik ve beslenme için su bulunup evlere taşınma sorumluluğuysa kadınlara kalıyor.

alâmetifarikasının, bir yandan neoliberalizmin bayraktarlığını yaparken; bir yandan da muhafazakârlığın ve siyasal İslam’ın değerlerini, onun düzenine göre yeniden üretebilmek olduğu da hatırlanmalı. Bu beceri işçi ve emekçilerin hızla güvencesizleştirilmesi ve esnek üretime uyumlu hale getirilmesi sonuçlarını doğurdu. Türkiye İstatistik Kurumu’nun güncel verilerine göre şu an çalışan 21 milyondan fazla emekçinin %43’ü güvencesiz çalışıyor. Aynı veriler çalışan kadınların %58’inin kayıt dışı çalıştırıldığını ve kayıt dışı çalıştırmanın erkeklere oranla kadınlarda daha fazla olduğunu gösteriyor. Bundan da öte yoksulluk AKP ile beraber derinleşiyor. Dünyadaki yoksulların %78’ini kadınların oluşturduğu günümüzde

kadının işyerini “evi veya evine en yakın atölye” olarak örgütledi. En nihayetinde Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’na baktığımızda AKP’nin kadına iş verdiğini ama sosyal güvence vermediğini görürüz. Bu uygulamanın kadınları kocaya babaya bağlı kalmaya ittiğini anlamak zor değil. Özel alandaki iş yükünden kadına dönük şiddete, güvencesizlikten sosyal hakların gaspına dek neoliberal siyaset elinin değdiği her yerde gericilik ve ataerki ikilisinden güç alıyor. Bu nedenle neoliberalizme karşı mücadelenin gericilik ve ataerkiye karşı mücadeleyle iç içe geçirilmesi gerekiyor. Erken yaşta evlilik, kadınların sosyal yaşamdan tecrit edilmesi, ikinci pozisyonun pekiştirilmesi uygulamalarına tavizsiz bir biçimde karşı çıkmalıyız; fakat bunlarla yetinmemeliyiz. Güvenceli iş, kreş, sığınma evi gibi talepler yoksul kadınların AKP gericiliğine itiraz edebilmesinin maddi altyapısını oluşturduğunu görerek, Halkevci kadınların krize karşı kadınların dört acil talebi kampanyasının içeriğinin AKP gericiliğinin zayıflatılmasına da hizmet ettiğinin bilinciyle hareket etmeliyiz. Kadınların eylemini örgütlerken kendi cinsine nefreti pekiştiren her türlü eylemden kaçınarak el ele vermeli birleşerek mücadeleyi büyütmeliyiz.

Kreş için söz alındı

H

alkevci kadınların, krizin yıkımına karşı kadınların 4 acil talebi için başlattıkları çalışma ülke çapında sürüyor. Kadın taleplerini görünür kılmayı hedefleyen kampanya sonuç vermeye başladı. Ankara Dikmen’de ‘İmza ver kreşimiz olsun’ kampanyası kapsamında 11 Mart’ta Çankaya Belediyesi’nin kreşlerden sorumlu yetkilisi, kadınlar ve mahalle muhtarları Halkevi’nde buluştu. Kadınlar, görüşmede Çankaya Belediyesi’nden kreş sözünü aldılar. Sohbet

sonrasında kadınlar kreş olarak kullanılmasını uygun gördükleri yerleri göstererek fikirlerini yetkililerle paylaştılar Dikmen Halkevi’nden kadınlar yaz ayları boyunca mahallelerinde muhtarlarla birlikte toplantılar yapıp dört acil talepten biri olan kreş taleplerini dile getirmişler, imzalar toplayıp, etkinlikler yapmış, esnafın, halkın ve muhtarların desteğini almışlardı. Kadınlar ekim ayında kreş talebini anlattıkları bir dosyayı belediyeye sunmuşlardı.

halkların kardeşliğini güçlendirdiğini gösterdi. Mitinge elleri kelepçeli ve ağızları bantlı katılan Barış Anneleri büyük ilgi gördü. Kadınlar Adana’da “8 Mart’ın 100. yılında özgürlük çığlığımızı büyütmek için yine alanlardayız” pankartıyla yürüdüler. Eylemde Türkçe ve Kürtçe sloganlar atan kadınlar Tekelci kadınların direnişlerini “Tekelci kadınlar onurumuzdur” diyerek selamladı. 100. YILDA YÜZ BALON Mersin’de 8 Mart’ın yüzüncü yılı nedeniyle 100 balon havaya bırakıldı. “Söyleyecek sözümüz, değiştirecek gücümüz var” diyerek sokağa çıkan İzmirli kadınlar, direnen Tekel işçilerini, Urfa’da öldürülen Ceylan Önkol’u ve namus cinayetlerine kurban giden kadınları andı. Artvin’de 8 Mart, kadın-erkek birlikte bir konserle kutlandı. Kentte konser öncesi yapılan yürüyüşe Artvin halkı da alkışlarla

ESK‹fiEH‹R’DE BELED‹YE OYALIYOR Eskişehir’de 12 Mart günü Gültepe, Yıldıztepe, Büyükdere, Yenikent ve Göztepe mahallelerinde yaşayan kadınlar iki aydır sürdürdükleri parasız ve nitelikli kreş hakkı kampanyası boyunca topladıkları imzaları bu mahallelerin bağlı olduğu Odunpazarı Belediyesi’ne teslim etmeye gittiler. Daha önceden Belediye Başkan Yardımcısı Safer Çelen ile görüşen kadınlar 12 Mart gününe görüşme

destek verdi. Kütahya’da kadınlar yaptıkları basın açıklamasıyla AKP hükümetinin politikalarını eleştirdi. YASAKLAR YILDIRAMADI Kadınlar, Bursa’da valilik yürüyüşü yasaklamasına rağmen sokaktaydı. Polisin engellemesine izin vermeyerek, Altıparmak Caddesi’nin bir bölümünü trafiğe kapatan kadınlar “Uyan, diren, özgürleş” sloganlarıyla yürüdü. Giresun’da polis yüzlerce kişinin katıldığı meşaleli yürüyüşü engelleyince arbede yaşandı. Etkinlik kadınların kararlılığı sayesinde sloganlar ve bir skeç ile sürdürüldü. İstanbul’da kadınlar 6 Mart’ta Kadın Platformu’nun düzenlediği mitingde buluştu. Yoğun yağmur yüzünden programın kısa tutulması kadınların coşkusunu eksiltmedi. 8 Mart günü ise Halkevci kadınlar İstiklal Caddesi boyunca bir yürüyüş yaparak krize karşı kadınların 4 acil talebini dile getirdi.

için randevu almışlardı. Görüşme günü imzalarla belediye önüne giden kadınlara, Saffet Çelen’in yerinde olmadığı söylendi. Çelen yerine diğer başkan yardımcısı Mehmet Kepez’le görüşen Halkevci kadınlar Kepez’den “belediye kanununda kreşe dair bir yasa var diye kreş açmak zorunda olmadıkları” cevabını aldıktan sonra belediye önünde bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada belediye başkan yardımcısının tavrı eleştirilerek taleplerinin yok sayılmasını AKP’nin gerici zihniyetine bağlandı.


11

YÜZ YÜZE 19 Mart 2010 / 1 Nisan 2010

Halk›n Sesi

BEDAŞ emekçileri anlatıyor

Elektrik açma-kapama işlerinde abonenin 10 lirasının gaspedildiğini ve BEDAŞ’ın hayali icra davasıyla fazladan 160 lira aldığını Halkın Sesi ortaya çıkarmıştı. Gazetemizin bu sayısında sözü BEDAŞ’ta çalışan taşeron işçilere verdik. BEDAŞ’a bağlı taşeron (…) şirketinde çalışan Mehmet Huzur ve İbrahim Sönmez bizlere çalışma koşullarını, elektrik işlerinde dönen dolapları ve

abonelerin ne yapması gerektiğini anlattı. Konuştuğumuz elektrik emekçilerinin güvenliği açısından müstear isimler kullandık. Ayrıca elektrikçilerin çalıştığı taşeron şirketlerin adı da hem elektrikçilerin güvenliği açısından hem de taşeron şirketlerin sürekli değişmesinden dolayı ve asıl işverenin BEDAŞ olduğunu vurgulamak için (…) şeklinde verdik.

Elektrikte dönen dolaplar B

ize adamın 25 liralık elektriğini kestiriyorlar. Ben gideyim abonenin elektriğini keseyim taşerona para kazandırayım başka bir amacı yok

G

eçenlerde bir diyaliz hastasının bulunduğu evin elektriğini kesmişler. Oysa kesmeden önce haber vermek gerekli ama bize ‘Direk kesin!’ diyorlar

ALP TEK‹N BABAÇ

İ

şe nasıl başladınız? M.H: İşe ilk girerken bize 4 bin liralık bir senet imzalattılar. Zarar verirsek diye, mühür falan kaybolursa diye imzalatıyorlarmış. Ben ilk böyle bir riskin altına girmemek için vazgeçmeyi düşündüm ama sonra bir arkadaş geldi “Bir şey olmaz, herkes imzaladı bunu” dedi ve ben de öyle imzaladım. Sözleşmenin süresi ne kadar? İ.S: Şirketin ihale süresi bitene kadar. Şimdiki (…) ihaleyi yeni aldı daha 2 yıllık süresi var. Başka şirkete geçtiğinde devir oluyor. Mesela 7-8 senelik elemanlar var, ‘Maaşlarımızı düzgün veriyorlar her türlü haklarımızı alıyoruz.’ diyorlar. M.H: Başka şirkete devredilecekken şirketten alacağı 1 buçuk milyar yerine 500 lira alanları duyduk. Bunun sebebi, devir işlemi sırasında işçiye “1 buçuk istiyorsan istifa etmen gerekir.” denmesi. İ.S: İkimizin de imzaladığı sözleşmede, ‘Ayda 2 bin ihbar dağıtacaksın, 200 kesme yapacaksın 300 açma yapacaksın.’ diyor. ‘Bunun altında kalırsan seni işten atabiliriz.’ diyor. (…)’nin patronu bize, ‘Bu işi siz yapmazsanız dışarıda bir sürü işsiz var.’ diyor. M.H: Açma kesme yaptığında bu abonelere 9 lira 70 kuruşa mal oluyor. 5 buçuk lirayı devlet alıyor, 1 lira 10 kuruş bizim. 30 kuruş kesme, 70 kuruş açma, 10 kuruş da ihbar. Gerisi de (…)’nin. Yaptığın işe göre para alıyorsun. Akşam 8’e kadar da çalışıyoruz. Maaşı (…)’den alıyorsun, genelde 900 lira civarı oluyor. İ.S: Bize adamın 25 liralık elektriğini kestiriyorlar. Ben gideyim abonenin elektriğini keseyim, taşerona para kazandırayım, başka bir amacı yok açma kesmenin. Bunun parasız olması lazım. Adam bakıyorsun elektriği kaçak, evinde halısı bile yok. 4-5 milyarlık kaçak elektrik cezasını nasıl ödesin! Yoksul bir yerde elektrik kesmeye gidiyorsun. İnsanlar o sırada tandırdan kete çıkartmışlar, “Gel sen de ye.” diyorlar. Elektriğini nasıl kesebilirsin? Oturmuşsun aynı sofrada yemek yemişsin. M.H: Refah seviyesi yüksek yerlerde çalışmayı sevmiyorum. İnsanların evine gidiyoruz, hırsız muamelesi görüyoruz. Saat 8, ‘elektrik’ diy-

oruz. ‘Bu saatte elektrikçi olur mu?’ diyor. Benim evime gelse ben de derim ‘Bu saatte ne elektrikçisi!’ diye. Cumartesi de çalışıyoruz. “Cumartesi elektrikçi olur mu?” diyorlar. Adres yanlış oluyor bazen, aradığın saat sana verilen adreste yoksa hepten hırsız zannediyorlar. İ.S: Çalışma saatin belli değil. Açma ne zaman biterse o zaman eve gidiyorsun. Bitmezse gimiyorsunuz. Açma bitmezse eve gitmiyorsanız elektrikçilerin sokakta yaşaması gerekiyor, gerçekte ne yapıyorsunuz? M.H: Ben hep bitirdim ama, bitiremeyen arkadaşlar var. Onlar kafalarına göre endeks (Sayaçların üzerinde yazan ve fatura tutarını belirlemekte kullanılan rakamlar) yazıp açma işlemini tamamlıyorlar. İhbar ve kesmede de bunlar oluyor mu? İ.S: Kesme mühürü var yeşil mühür. ‘Kestikten sonra yeşil mühürü takın.’ diyorlar ama onları takması çok zaman alıyor ve kesmeleri yetiştirmen lazım. Yoksa para alamıyorsun, biz de sigortayı indirip, evrağı veriyoruz. Bazı arkadaşlar ulaşamadığı yerler için kesme giriyorlar, kafalarından bir endeks sallıyorlar yani. Kestim diye gösteriyorlar ama kesmiyorlar. Normalde verilen ama yapılmayan kesme işlemleri şirkete dönüyor. Buna ‘iade’ adı veriliyor. Elektrik kesme, yasak değil mi? İ.S: Yok, yasak değil. Saati sök-

Okumacı kayıtsız sayaçtan, kesmeciler ‘kesme’den, saat değiştiriciler delik saatten, Kaçak ihbar yanlış ihbardan para kazanıyor mek yasak. Önceden 5-6 aylık borcu olanların saatini söküyorlardı. Şimdi o kaldırıldı. Önceden 2-3 faturalık borçta kesiyordun elektriği, şimdi tek faturaya indirildi. Elektrik borcu geçtikten 5 gün sonra ihbarname geliyor, 10 gün sonra da elektrik kesiliyor. Bu üç fatura olduğu zaman BEDAŞ sizi icraya veriyor. Bir de avukat parası alıyor üstüne. Kesme, 15 liradan yukarı faturalar için yapılıyor. Aslında bana göre açma kesme olmalı ama bu haber verilerek yapılmalı ve fiyat olarak faturaya yansıtılmamalı. M.H: Geçenlerde duymuştum,

bir diyaliz hastasının bulunduğu evin elektriğini kesmişler. Bu yüzden insanlara elektriklerini kesmeden önce haber verilmesi gerekir. Ama bize ‘Haber vermeyin, panoyu gidin açın kesin.’ diyorlar. Biz de gidip kesiyoruz. Doğal olarak abone elektriğini açmak istiyor. Mühürü koparmamaya çalışıyorlar. Mühür kopmayınca vidalar tam sıkılmıyor. Vida sıkılmayınca da yangın çıkıyor. Öyle yanan bir sürü pano var. İ.H: Bizim kesme yaptığımız yerlerde elektrikçiler bayram ediyor. Bize “Bugün birebir kesme yapın, bize de iş çıksın.” diyor. 10 -15 liralık iş çıkıyor elektrikçiye. Genelde ihbar kağıdına rastlamıyoruz, dağıtılmıyor mu? M.H: Dağıtılıyor. Mesela sana günde 400 ihbar veriyorlar, bir günde yetişmeyeceği için sen de kapıya bırakıp gidiyorsun, o kağıt kapıdan uçuyor ya da çocuklar alıyor. Belediye adresleri güncellemediği için ihbarı bıraktığın yerde o abone oturmuyor. İ.S: Bazı mahallelerde adresler tamamen yanlış. Genelde İstanbul’un kırsal bölgelerinde oluyor bu. 5-6 yıllık olanlara o bölgeler verildiğinde seviniyorlar çünkü evlerine gidip endeksi evlerinde dolduruyorlar. M.H: İstanbul’un köylerinde adresler tutmuyor. Bu aylardır böyle, buralara kimsenin gitmediğini ya da faturaların öden-

mediğini şefler de biliyor. Şefler oraya gitmeden önce ‘Senin şu kadar kesmen var.’ diyor. Gitmiyorsun oraya ancak şef 200 kesme diyorsa onun parasını kendi cebinden şefe veriyorsun. Bazen fatura ödenmiş oluyor ama kesmeye geliyorlar o nasıl oluyor? İ.S: Özel veznelere ödenmişse olur o genelde. Özel vezne pazartesiden cumaya kadar paraları toplar, cuma BEDAŞ’a yatırır. Biz de o arada kesmiş oluyoruz. Faturasını aynı gün getirse bile mühürünü almış oluyoruz. Biz kesmeyip iade versek bile yine kesme faturaya yansıyor. Orada da BEDAŞ’takilerin hatası var. Bizim iade verdiklerimize kesme açma parasını ödetmemeleri lazım. Bunu yapması gereken özel şirket ama denetlemesi gereken de devlet. Açma kapama yapmadığınız zaman ne oluyor? M.H: Sen açma kapama yapmadığın zaman maaş alamıyorsun. Saatin üzerindeki endeksi okuduğun anda kesme girebiliyorsun. Kesme işlemi yapmazsan yani iade götürürsen ve şikayet gelirse 30 kuruş kazanacağın yerde, senden 90 lira kesiyorlar. 10 tane böyle şikayet gelse şirkete borçlu olursun. İade götürünce de bana kızıyorlar, sen de 3-5 tane iade yapıyorsun. Bu yüzden kesenler de dolaylı yollarla para istiyorlar. Abonelerin ne yapması lazım? İ.S: Dava açmak lazım, metrobüste yaptıkları gibi dava açacaksın. İnsanlara tavsiyemiz faturalarına baksınlar. Faturaya bakıp açma kesme gördünüz diyelim. Hemen sayaçta mavi mühür var mı diye bakacaksınız. Mavi mühür üzerindeyse Genel Müdürlüğe “Açma kapama yapılmadı, mavi mühür üzerinde duruyor ama açma kapama parası alıyorlar.” diye dilekçe yazacaksınız. Bizim insanlara tavsiyemiz; kesmeciler kapılarına geldiklerinde kestirmesinler. Kestirmeyince evrağa ‘abone engel’ yazılıyor. Yazıldığında da onlar o 9 lira 70 kuruşu ödemiyor. Kesmeciden önce okumacıya kapıyı açmazsın, mahallede kimse açmazsa okuyamaz. M.H: Bana birisi kapıyı açmıyordu polisi çağırdım. Kadının biri cama çıktı ama kapıyı açmadı. Polis de bir şey yapamadı gitti. Ben de sayacı okuyamadım.

Akıllı sayaçların kafası karışık B

irara televizyonlara da çıkmıştı, ‘Elektrik saatlerinizi değiştirmeyin’ diye, sanırım yine BEDAŞ’ın adı geçmişti. O dönemde neler olmuştu? İ.S: Saat değiştirme işleminde de oyunlar dönüyor. Görevli, aboneyi “Bu saati değiştir yoksa cezası var!” diyerek kandırıyor. O dönem ‘değiştirmeyin’ diye haberlerde çıkmıştı, öyle olunca neredeyse bütün aboneler ‘Değiştirmeyeceğim’ diyordu. BEDAŞ görevlisi, saatini değiştirmek istemeyenlere “Kendiniz değiştirin o zaman ama 90 liraya patlar size, ben değiştirirsem 20 liraya patlar.” diyor. Normalde zaten 20 lira tutuyor. Sadece gidip bir elektrik saati alacaksın, işte o da aşağı

yukarı 20-30 civarında. Sonra gidip BEDAŞ’a “Ben bu saati aldım, değiştirmek istiyorum.” diyorsunuz. BEDAŞ gelip değiştiriyor saati. Bir de insanları ‘Akıllı saat daha az yazıyor.’ diye kandırıyorlar. Oysa akıllı sayaç daha çok yazıyor. Çünkü akıllı sayaç elektrikle çalışıyor ve kendi pilini de şebekeden çekiyor. Mekanik sayaçlar manyetik alanla çalışıyor ve çok küçük elektrik kullanımını algılamıyor. Örneğin buzdolabının ampulünü algılamıyor. Akıllı sayaç daha fazla elektrik sarfiyatı algılıyor ve çabuk bozuluyor. M.H: İstanbul’un dışında köy gibi bir yere gittim bir gün. Aboneyle muhabbet ediyorum. Rizeli bir teyze. Dedi ki “Oğlum bizim saatleri değiştirdiler, bunları

taktılar akıllı saat dediler daha az yazacak dediler ama bizimkisi akılsız çıktı daha fazla yazıyor eskisinden, bunları nasıl değiştirebiliriz.” dedi. Mekanik sayaçları niye değiştirdiler peki? M.H: Mekanik saatler dandik. Çerçeveleri içe geçik zor okunuyor Çoğu zaman endeks görülmüyor ve yanlış okunuyor. Kesme evrağı veriyorlar. Tek fatura eve 27 bin lira gelmiş. Evde fabrika işletmediklerine göre bir bakıyorsun endekste bir rakam yanlış girmiş. İ.S: “Akıllı akıllı” diyorlar ama ben pek aklını görmedim. Daha çabuk bozuluyor akıllı saatler. Mesela eski saatleri görüyoruz. 1928’lerden ‘30’lardan kalan saatler

var ve hala çalışıyor. Ayrıca bu akıllı saatleri de delmişler. Tam bir bilgim yok ama haberlerde duymuştum, saatin beyni vardır. Oraya cihaz takıp saatin verilerini alıyormuşsun. Oradaki veri kapağın saat kaçta açıldığını falan gösteriyor. Nasıl yapmışlar bunu? İ.S: Bunun için önce bu saatlerin üreticisi kim ona bakmak lazım. Bunlar sayaçların içine direnç takıyor. Bu dirençler 30 milyar gelecek faturayı 1 milyar olarak gösteriyor. Onun ucunda da kulakçık mühürleri var, Bakanlık mühürleri dediğimiz. Dirençleri takıyorlar sonra Bakanlık mühürlerini takıp o sayaçları insanlara satıyorlar. O saatten kimse şüphelenmez.

Hiç rüşvet aldınız mı? M.H: İlk kesme için çıktığım günlerde yanıma “tecrübeli” birini verdiler işi öğretmesi için. Birlikte kesme işlemi için bir dükkana gittik. Yanımda gelen kişi adamdan 50 lira aldı ve ‘Kesmiyoruz.’ dedi. “Bu ne?” dedim, “Boş ver, olur öyle şeyler.” dedi. Mesela kaçak kontrole de ihbar geliyor. İhbarın olduğu yere gidip rüşvet alıyor ve “Yanlış ihbar.” diyor. Birgün bir arkadaş, kaçak elektrik kullanan bir polis memurunu yakalamış. Dükkan açmış polis ama elektriği kaçak. “Bana bir şey olmaz, ben polisim.” diyor ama elektriğin kesileceğini anlayınca “Bunun başka yolu yok mu, nasıl hallederiz, al şunu beni idare et.” diyor. İ.S: Mesela dükkanın var, elektrik icrada diyelim 12 milyar borcun var. Bu borcu taksitlendirmek için BEDAŞ’ta tanıdığın olması gerekiyor. Ona rüşvet vermen gerekiyor ya da. Benim BEDAŞ’ta çalıştığımı biliyorlar, anneme geliyorlar “Sizin oğlan BEDAŞ’ta çalışıyormuş.” diye işlerini halletmek için araya adam sokmaya çalışıyorlar. İhbar dağıttığım bir gün bir amca sordu bana, “Çok borcum var taksitlendirmek istiyorum ne yapmalıyım.” dedi. “İcralık oldun mu?” dedim. “Yok.” dedi. “Taksitlendirme olması için icralık olman gerekir.” dedim. Adam, “Oh iyi o zaman icralık olayım da taksitlensin borç ancak o zaman ödeyebilirm.” diye sevindi. M.H: Ben de 2 bin lira borcu olan birine denk geldim. Adam bana diyor ki “Yahu bunu taksitlendirelim her gelen açma kapamacıya 50 -100 lira vermekten bıktım.” dedi. BEDAŞ’ın en altından en üstüne kadar rüşvet dönüyor. BEDAŞ’ta en alt katta kantinde sahtekar elektrikçiler var. Borcun mu var, abone mi olacan direk tipinden anlarlar, hemen yanaşırlar. ‘Aboneliğini biz yaptıralım’ derler karaborsa gibi. Geçen bir dükkana gittik. Adam kaydını yaptırdığını zannediyor. BEDAŞ’a gitmiş, sahte elektrikçinin biri yanaşmış. Bu amca evraklarını vermiş bir de 400 lira vermiş. Kaydı yapıldı zannediyor ama kaydı yok. M.H: Sahte elektrikçiler de var. Genelde yoksul mahallerde oluyor bunlar. Geliyor, ‘senin mühürün yok, sana ceza yazacağız!’ diyorlar, abone de ‘Yapma!’ diyor. Öyle para alıyorlar. İ.S: Çalışanlar da birbirlerinden rüşvet alıyor. Mesela kesme yapmamış ama kesme işlemi almış bir arkadaşımız, okumacı da yakalamış bunu, hemen arıyor. Okumacının şikayet etmemesi için kesme yapan eleman ona para veriyor. Bir de bazı insanların elektriğini kestirmiyorlar. Gidiyorsun bir yere, gelir seviyesi yüksek kodamanların oturduğu yerlere, kesme işlemi yapacaksın, BEDAŞ seni arıyor telefonla, “Yok bu şefin tanıdığı, şu şunun tanıdığı dön aç!” diyorlar. Gecekondu mahallesinde ise kimse aramıyor. Sayaç okuma işinde usulsüzlükler oluyor mu? M.H: Olmaz mı! Kayıtsız saatlerde fatura çıkmıyor, okumacı aboneyi buluyor, tutanak tutmak istiyor. O şekilde para alıyor. Kayıtsız saati 4-5 ay kullanıp kilovatı yükseldiğinde söküp atıyorsun. Okumacıya da veriyorsun 30 – 40 lira. Ayda 100 lira gelecek faturaya 30 lira ödüyorsun. Kayıtsız saat genelde işletmelerde dükkanlarda oluyor. Kayıtsız sayacın cezası kaçak elektriğe göre daha az. Kaçak, davalık oluyor; kayıtsız genelde dava olmuyor. Okumacı tanıdık “Esenler otogarının altındaki tüm dükkanların saatleri kayıtsız.” diyor.


12

DOSYA 19 Mart 2010 / 1 Nisan 2010

Halk›n Sesi

GÜVENCES‹ZLER DEV SA⁄LIK-‹fi’‹N FORUMUNDA BULUfiTU

‘Güvence, ortak mücadelede’ Foruma kat›lanlar

“Ş

antiyede elimizi yıkayacağımız helamız yok, elbisemizi değiştireceğimiz yer yok, düzgün bir yemekhanemiz bile yok. Hepsini bildirdik, ama hiçbir şey yapmadılar.” “...‘Stajiyerliğiniz kalkana kadar ilk yıl para yok.’ dediler. Stajyerlik kalkmadı bir türlü. ‘Para verin biraz ailemize karşı yüzümüz olsun’ dedik. 200 lira verdiler.” “…Mesai paralarımızı alamıyorduk ve fazladan çalıştırılıyorduk. Birgün ücretlerimiz düşürüldü ve yol paralarımız elimizden alındı. Bu haksızlık karşısında sendikalı olmaya karar verdik. Yardım istedik. ‘Burada işçiler var gelin’ dedik. Kaç kere telefon açtık ama gelmediler.” ‘Örgütlenemez denen taşeron işçileri sendika çatısı altında örgütlemek üzere yola çıkan Dev Sağlık-İş, son dönemde ortaya çıkan güvencesizliğe karşı mücadele deneyimlerini biraraya getirdi. Dev Sağlık-İş, 7 Mart günü İstanbul Tabip Odası’nda düzenlediği “Deneyimler Işığında Güvencesizleştirmeye Karşı Mücadele Forumu” ile güvencesizliği ve mücadele yöntemlerini tartıştı. Forumda işçiler, sendika temsilcileri, akademisyenler ve sendika avukatları konuştu. Türkiye’nin 22 milyonluk çalışan nüfusunun 10 milyon 25 bini kayıt dışı çalışıyor, kalan 12 milyonun 8 milyonu sigortalı çalışıyor. Sigortalı çalışanların ise 600 bini toplu sözleşmeden yaralanabiliyor ve bu sayı çalışanların yüzde 3’üne tekabül ediyor. Bu yüzde 3’lük dilim ise yüzde 97’lik güvencesizler grubunun kuşatması altında her an güvencesizleştirilme tehlikesiyle karşı karşıya. Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, yaşanan güvencesizlik sürecini şöyle tanımlıyor: “Güvencesizleştirme kazanılmış tüm hakları ortadan kaldırıyor. Mesele örgütsüzlük, temel hedef sendikasızlaştırma. Güvencesizleştirme iki temel üzerinden gidiyor. Tekel, SEKA’da yaşadığımız, Şekerbank’ta yaşayacağımız gibi, sendikalı, güvenceli, toplu iş sözleşmeli çalışan işçi arkadaşlarımız, özelleştirme politikalarıyla kısmen ellerindeki tüm hakları alınarak güvencesizleştirmeyle karşı karşıya kalıyorlar, kalacaklar. Kamu kesimindeki tasfiyeyle güvenceli istihdamın da tasfiye edildiği bir süreç yaşanıyor. Bunun yanı sıra güvencesizlik, örgütlü, güvenceli işçileri doğrudan hedef almıyor, onları kuşattığı güvencesizlikle etkisiz hale getiriyor. Herhangi bir alanda güvenceli işçi arkadaşlarımız, güvencesizleştirme ve taşeronlaştırma süreciyle etkisiz hale getiriliyor.” ‘‹KNA ODALARI KURDULAR’ Sendikaya yönelik saldırıların tanığı

G

üvencesizliğe karşı mücadele, yeni bir sendikal anlayışı ve farklı iş kollarından işçilerin birlikte mücadelesini öngörüyor. Güvencesizleştirme, emekçilerle iktidar arasındaki ana çatışma eksenlerinden biri oluyor

Belediye-İş’te örgütlü itfaiye işçisi Bekir Demirci, sendikasızlaştırma yöntemlerini anlatıyor: “AKP referansıyla işe girdik. Örgütsüzdük. 2009’da 2 bin işçi, Belediye-İş’e üye olduk. Kısa süre sonra baskılar başladı. Bin 500 işçinin 600’ü kadroya geçirilip sendikadan kopartıldı. Biz ilk olarak toplu sözleşme yapmak istedik, ama Büyükşehir bize sözleşmenin devam ettiğini ve yeni bir sözleşme yapmaya ihtiyaç olmadığını söyledi. Sonra çalıştığımız BİMTAŞ, Deniz Feneri yolsuzluğuna adı karışan Macrolapis firmasına peşkeş çekilmek istenince, biz karşı çıktık. AKP’li yetkililer ailelerimizi arayıp ‘Oğlunuz örgütlere bulaşıyor, sendikadan istifa etsin’ dediler. Baskılar sonucunda birçok işçi sendikadan istifa etti, direnenler işten atıldı. Biz de atıldık. Sonra, 43 işçi, işe iade davası açtık. AKP’li yetkililer bizi davadan vazgeçirmek için ikna odaları kurdu.” Demirci ayrıca, Belediye’de sendikaya yönelik saldırıyı anlatırken, kadrolu memurların “İşçiler bizimle aynı haklardan yararlanmasınlar” diyerek sendikadan rahatsız olduklarını dile getirdi.

‘SEND‹KALAR YETERS‹Z’ Arzu Çerkezoğlu, sendikaların eski çalışma alışkanlıklarının yetersizliğini güdeme getiriyor: “Güvencesizleştirmenin önemli özelliği, bir önceki döneme ait işçi sendikalarını ve araçlarını bütünüyle etkisiz hale getirmesi. Bir önceki süreçte, büyük fabrikalar, büyük üretim süreçlerine göre örgütlenmiş sendikalar var. Bugün ise bir iş yerinde 7-8 tane işkolu var. Dolayısıyla her işkolunda ayrı ayrı örgütlenmesi gereken sendikalar da bölünüyor. Önceki döneme göre örgütlenmiş sendikalar tek başına bu süreci karşılayamıyor.” ‘REFORM‹ZM‹N HAREKET ALANI DARALIYOR’ Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Metin Özuğurlu Tekel direnişinin, parçalara ayrılan güvencesiz işçilerin birleşik bir sınıf hareketinin örgütleyici halkası olabileceğini kanıtladığını söyledi. Özuğurlu, farklı istihdam biçimlerinin parçaladığı emekçiler için güvencesizliğin ortak bir sorun olduğunu şu şekilde özetliyor: “Güvencesizleşme, istihdam biçim-

‘İşgal edince patron geldi’

YURTTAfiLIK VE HAK MÜCADELES‹ Güvenceli iş talebiyle verilecek mücadelenin hem bir hak mücadelesi hem de yeni bir yurttaşlık kavgası olduğuna değinen Metin Özuğurlu “ILO, ‘Emek, meta değildir.’ diyor. Adam geliyor ‘Metadan başka bir şey değilsin.’ diyor. Dolayısıyla bunun hak

talebi olarak çıkması kadar anlaşılır ve meşru bir şey yoktur. Hak, esas olarak burjuvaziye bir zırh sağlasa da hak tılsımı el değiştiriyor olabilir. Bu da bizi bir yurttaşlık tanımına götürür. Bugüne kadarki yurttaşlık, yasa önünde eşitlik üzerinden tanımlanıyordu. Bugün neoliberalizmin programı itibariyle yurttaşlık önemli ölçüde çöktü. Güvencesizliğe karşı mücadele, yurttaşlığın da yeniden tanımlanması kavgasıdır.” diyor. Arzu Çerkezoğlu ise güvencesizliğe karşı; güvenceli iş, örgütlenme özgürlüğü, kazanılmış hakların korunması, talebiyla yaşam ve çalışma hakkını ortadan kaldıran politikalara karşı haklar için mücadelenin önemine değinerek, “Bugün bir asgari ücret tartışmasını eğitimin, sağlığın, ulaşımın parasız olmasından ayrı tartışamayız. Hayatı güvencesizleştiren bu süreçte, hak talepleri de güvencesizleşmeye karşı mücadelenin temel taleplerinin yanında sendikal mücadelenin temel hedefleri arasında olmalıdır.” diyor ve güvencesizleştirmenin emekçilerle iktidar arasındaki ana çatışma eksenlerinden biri olduğunu söylüyor.

‘Gücümüz birliğimiz’ Güvencesizliğe karşı mücadele, aynı işyerinde değişik iş kollarından emekçileri bir araya getiriyor ve birlikte örgütlenen emekçiler kazanıyor

G

üvencesiz çalıştırılanlar birbirlerinin direnişlerini örnek alıyor. Güvencesizler deneme yanılma yoluyla doğru direniş biçimlerini buluyor çok hızlı sınıf mücadelesi taktikleri geliştiriyor ve en ufak bir sendikal deneyimin bile direnişe katkısı çok büyük oluyor Tekel direnişçisi Mehmet İnan, Tekel direnişini şöyle özetliyor: “Bir gaz alma eylemi gibi başlayan eylem, 17 Aralık’ta polisin insanlık dışı saldırısı ve AKP’nin söylemleriyle güçlendi. Ankara’daki mitingde genel grev sözü verilmemesi üzerine, önce kürsüyü sonra da Türk-İş binasını işgal ettik. Sonra çadırları kurduk, açlık grevine başladık. Mustafa Türkel de daha ileri bir pozisyon almak zorunda kaldı. Bu süreçte tüm ülkenin gündemi oldu Tekel ve sendika konfederasyonları daha ileri adımlar attı.” SGK’nın protokol feshine karşı eczacılara da ‘Tekel gibi direneceğiz!’ dedirten direniş; Marmaray, Tariş, Akkardan gibi birçok işçi direnişini yüreklendirdi. “Tekstil-Sen olmasaydı hepimiz dağılır giderdik” diyen Marmaray işçisi Osman Can, süreci şu şekilde özetliyor: “Ankara’ya gittik. Bakan’la görüştük; hiçbir şey olmadı. Şantiyeyi işgal ettik. Benzin bidonunu elimize aldık, bu sefer patron görüşmek zorunda kaldı.”

lerinin parçaladığı işçilerin sorunlarını türdeşleştiriyor. Güvencesizlik bu noktada, ‘Proletarya öldü!’ denilen yerde, kompozisyonu farklılaşan ve nicel olarak kat kat büyüyen bir sınıf tanımı getiriyor. Güvencesiz çalışma, dibe vurmuş sendikal hareketin yakalaması gereken ana halkadır. Burada kalmaz; güvenceli iş talebi aynı zamanda politikleşmiş bir sınıf hareketinin örgütleyiciliğini taşır ve bu da reformizm sınırları içindedir. Burada da kalmaz; çünkü günümüz kapitalizminin, özellikleri gereği, bu reformcu talebi dahi karşılaması mümkün değildir. Günümüzde hareket alanı en dar olan şey reformizmdir. ‘Herkese güvenceli iş!’ diye çıktığında birden bire kendini bir ulus gibi örgütlemeye çalışan bir sınıfla karşı karşıya kalınabilinir.”

G

üvencesiz çalıştırmanın en yoğun yaşandığı alanların başında sağlık geliyor. Kamudaki 174 bin taşeron işçinin 110 bini sağlık alanında. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Başkanı Bedriye Yorgun Adana Balcalı’da 1200 işçinin taşerona karşı kazandığı zaferin Dev Sağlık-İş’le birlikte yürüttükleri ortak mücadelenin bir sonucu olduğunu söylüyor. Ortak mücadelenin önemine Arzu Çerkezoğlu da değiniyor: “Yaptığımız işleri kamuoyunda duyuramasaydık; güvencesizliğe karşı mücadeleyi, merkezi olarak sağlık hakkı mücadelesinin bir parçası olarak TTB ve SES’le birlikte örgütlemiyor olsaydık, bugün Dev Sağlık-İş’in Adana Balcalı’da taşeronu kaldırma ve 1200 çalışanı kadroya geçirme doğrultusundaki başarıları olamazdı.”

‘İşçi, işyerini terketmeyecek’ Dev Sa¤l›k-‹fl Hukuk Bürosu avukatlar› K. Erkut Güzel ve Mehmet Ümit Erdem, taflerona karfl› kazan›lan hukuki zaferlerin iflçilerin fiili mücadelesi sayesinde oldu¤unu anlatt›: “Güvencesiz çal›flt›r›lan tekstil iflçisi kriz bahanesiyle iflten at›l›yor. K›dem ve ihbar tazminat› almak istiyor; ancak çal›flmam›fl görünüyor. Tazminat›n› istemek için iflyerine gidiyor; iflyeri yok, patron makineleri kamyonla kaç›r›yor. ‹flçinin haklar›n› almas›, patronu yola getirmesi için hukuk yetmiyor, eylem gerekiyor”

GÜVENCES‹ZL‹⁄E KARfiI NE YAPILMALI? “Tüm işkollarını kapsayacak şekilde güvencesiz çalıştırılanların ortak örgütlenme ve mücadele düzlemlerini kurmak zorundayız. Çünkü güvencesiz istihdam sermayenin dünya çapında yürüttüğü neoliberal saldırı politikalarının temel bir parçasıdır. Sermayenin tercihi

değil zorunluluğudur.” diyen Arzu Çerkezoğlu, güvencesizleştirmeye karşı yapılması gerekenleri şu şekilde sıralıyor: “Tek tek bütün sendikalarımız tüm alanlarda örgütlenirken statü ayrımını ortadan kaldıracak, tek eşit ve güvenceli çalışma hattını tarif edecek bir mücadele sürecini önümüze koymak zorundayız. Güvencesizliğin tek başına kazanılmış hakları koruma mücadelesiyle ortadan kalkması imkansız. Güçlü merkezi inisiyatiflere ve merkezi politikalara ihtiyacımız var. Bu güçlü merkezi inisiyatifler, tüm iş kollarının dışında tüm Türkiye çapında güvencesizliği ortadan kaldıracak merkezi iradeler ortaya çıkartmak zorundadır.” BÖLGESEL MÜCADELE Bilgi Üniversitesi’nden araştırma görevlisi Aslı Odman bölgesel örgütlenmelerin önemine değiniyor. İşçi sınıfının bölünmüşlüğünün bölgesel örgütlenmelerle aşılabileceğini belirtiyor: “Her ne kadar Sendikalar Kanunu bize işkolu ayrımını, işyerleri bize statü farklılıklarını ve sol içindeki bölünmeler de bize sol aidiyet çevreleri bazında ayrımı dayatsa da; doğru örgütlenme ayrımı bunlar değildir: mekandır, bölgedir.”

Forumda Arçelik iflçileri, Okmeydan› ve Kofluyolu hastanelerinde çal›flan sa¤l›k emekçileri, sosyal hizmet çal›flanlar›, itfaiye iflçileri, Tekel iflçileri, Marmaray iflçileri, set emekçileri, 50/D’li akademisyenler, atanmas› yap›lmayan ö¤retmenler, güvencesizli¤e karfl› verdikleri mücadele deneyimlerini anlatt›. 2. oturumda, Dev Sa¤l›k-‹fl Genel Baflkan› Arzu Çerkezo¤lu, D‹SK Genel Sekreteri Tayfun Görgün, Tek G›da-‹fl ‹stanbul 8 No’lu fiube Baflkan› Dursun fiahiny›lmaz, Belediye-‹fl ‹stanbul 5 No’lu fiube Baflkan› Nihat Altafl, D‹SK Sine-Sen Yönetim Kurulu Üyesi Zafer Ayden, Belediye-‹fl 1 No’lu fiube Baflkan› Serdar Özkul, SES Baflkan› Bedriye Yorgun, ‹stanbul E¤itim-Sen 1 No'lu fiube’nden Yunus Öztürk, ‹stanbul Tabip Odas› Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Demirdizen söz ald› ve sendikal alanda güvencesizli¤e karfl› mücadelede yaflad›klar› sorunlar› tart›flt›. Son oturumda da akademisyenler; Bilgi Üni. Ö¤retim Üyesi Ahmet Tonak, Ankara Üni. SBF Ö¤retim Üyesi Metin Özu¤urlu, Maltepe Üni. Ö¤retim Üyesi Atilla Özsever, Bilgi Üni. araflt›rma görevlisi Asl› Odman ve sendika avukatlar›ndan Erkut Güzel ile Ümit Erdem konufltu

Sonuç metni n Neoliberalizmin yıkıcı sonuçlarının açığa çıkmasıyla birlikte son dönemlerde, sınıf mücadelesinde belirgin bir ivme yakalanmış ve bir eşik atlanmıştır. Bu eşiği oluşturan nesnel zemin ise güvencesizliktir. n Güvencesizlik, sadece sosyal güvenlik uygulaması dışındaki milyonlarca emekçiyi değil, sosyal güvenlik uygulaması içindeki belirli ve belirsiz süreli çalıştırılan emekçileri de kapsamaktadır. İstihdam biçimi, vasfı, eğitim düzeyi bakımından nitelikleri farklı olan emekçilerin ortak kaderidir. n Güvencesizlik, geniş çaplı bir işçileştirme, mülksüzleştirme ve yoksullaştırma ile birlikte hayat bulmakta; hayatın tüm alanlarını kapsamaktadır. Temel hedefi; emekçileri örgütsüzleştirme ve sendikasızlaştırmadır. n Güvencesizlik, bir yandan sınıfı farklı istihdam biçimlerine bölerek parçalayıcı bir nitelik sergilerken; bir yandan da istihdamın niteliğinde bir ortaklık yaratarak türdeşleştirmektedir. n Güvencesizlik, tüm kazanılmış hakların sıfırlanmasının somut ifadesidir; dolayısıyla buna karşı yürütülecek mücadele de hak mücadelesi biçimine bürünmelidir. Çünkü hak mücadelesi, bir toplu pazarlık konusu değil, bir şarttır. n Ücret talebine ya da sadece mevcut durumu korumaya odaklanan sendikacılığı sürdürmenin koşulları ortadan kalkmıştır. Yeni dönemde, fiili mücadele yürütecek mekanizmaların tüm Türkiye çapında, bütün alanları ve işkollarını kapsayacak şekilde örgütlenmesi, güçlü merkezi iradelerin oluşması zorunludur. n “Direne direne kazanacağız” sloganı, aslında bir sonucu değil süreci ifade etmektedir. Bugün ilk adımlarını atmaya çalıştığımız süreçte biriktirdiklerimiz, mücadele alanlarına aktarılmalıdır. n Hem bugünkü paylaşımlardan hem de Tekel direnişinden gördük ki, mevcut deneyimler güvencesizleştirme karşıtı hareketin olanaklarını sunmaktadır. Zaten Tekel direnişinin en önemli yönlerinden birisi de “güvenceli iş ve insanca yaşam” talebi etrafında birleşik bir emek hareketinin mümkün ve gerekli olduğunu göstermesinde yatmaktadır. n Bu yüzden, bütünüyle ortaklaşılmış sonuçlara ulaşamamış olsak da ortak gündemi yakaladığımız inancı ve umuduyla, işyerlerimizde ve yaşam alanlarımızda, bu mücadelenin gerekliliklerini yapmak üzere forumumuzu sonuçlandırıyoruz.


13

TARİH 19 Mart 2010 / 1 Nisan 2010

A T L I

Halk›n Sesi

A R A B A D A N

O T O B Ü S L E R E

T O P L U

U L A fi I M

Ayaklar yerden kesilince Osmanlı’nın geç tanıştığı toplu ulaşım, halkla iktidar arasında yeni bir gerilim odağı olur. İngiliz, Alman, Rus ulaşım şirketleri ve işbirlikçi yerli egemenler rant için ulaşıma sarılırken, halkın ucuz ve güvenli ulaşım hakkını gasp ederler işçilerinin başlattığı grevlere halk yoğun destek verir. Öyle ki, direnişi bastırmak için işçilere saldıran polislere taş yağdırıldığı görülür. 1872’de Karaköy’le Taksim arasında ulaşımı sağlayan tünelin açılmasıyla ilk metro yapılmış olur. Daha sonra bu tünelin, tramvaylar için üretilen elektriğin ve otobüslerin işletmesi tek elde toplanır ve bir kamu iştiraki olan İstanbul Elektrikli Tramvay ve Tünel İşletmesi (İETT) kurulur. Bu dönemden sonra toplu taşımada otobüsler ve treleybüsler (elektrik hattıyla çalışan otobüs) en önemli aktörler olur. Kentin düzenlemesi ulaşım araçlarına göre yapılır. Ayrıca bu dönemde banliyö trenleri de kent içi ulaşımda önemli bir konuma sahiptir.

GÖKSU CIKIT

K

ent içi ulaşımın yaşamsal bir ihtiyaç haline gelmesi kentlerin büyümesiyle başlar. Osmanlı’da halk bu hakka oldukça geç kavuşur. 1825 yılına kadar fayton sadece padişahın imtiyazındadır. İki yakaya ayrılan İstanbul’da kayıklarla yapılan ulaşım çok yavaş kalır. Bu ihtiyacı karlı bir iş alanı olarak gören yabancı sermaye (İngiliz ve Rus şirketleri) İstanbul’da vapurlarla ilk toplu ulaşımı başlatır. Osmanlı’da kent içi ulaşım büyük oranda yaya olarak ve kısmen binek hayvanlarıyla yapılır. Tanzimat’la birlikte araba kullanımının başlaması yeni bir ulaşım biçiminin ortaya çıkmasını sağlar. Ancak Osmanlı’da yaya odaklı bir kentleşme olması arabaların hareketini kısıtlar. Zaten zenginlerin kullanabildiği arabalar bu sıkıntı yüzünden ulaşım için bir alternatif olamaz. fi‹RKET-‹ HAYR‹YE’DEN ATLI TRAMVAYLARA İstanbul’da ilk zamanlarda, birkaç kişinin ulaşımını sağlayabilen tek araç kayıklardır. İlk toplu taşıma sayılabilecek seferler ise 1837’de boğazda bir İngiliz ve bir Rus vapurunun çalışmaya başlamasıyla olur. İstanbul’un vapurlarla tanışması sıkıntılı olur. Çok gürültülü ve dumanlı oldukları için halk önceleri vapurlara sıcak bakmaz. Daha sonraları şehrin bir parçası haline gelen vapurlar çok önemli bir ulaşım aracı olur. 1851 yılında devlet erkânına hisse verilerek ilk anonim ortaklık olan Şirket-i Hayriye kurulur. Şirketin karı devlet büyüklerine gidecektir. Şirket-i Hayriye’nin kurulmasıyla vapur seferleri sıklaşır. İlk zamanlarda iskele

‹stanbul’un nüfusunun artmas›yla ulafl›mda ve ticaret ak›fl›nda ciddi s›k›nt›lar ortaya ç›kt›. Bunun üzerine Haliç’i enine kesen köprüler yap›ld›. Köprülerin yap›lmas›yla kentin ticaret merkezi Beyaz›t’tan Taksim’e tafl›nmaya bafllad›. olmadığı için boğaz kenarındaki yalı bahçelerine yanaşılır. Vapurların nereye yanaşacağının belli olmaması halkın tepkisini çeker. Vapurların yayılması ise kayıkçıları isyan ettirir. Bu isyanlar çok büyük çapta olmasa da idarecileri rahatsız eder. Tek toplu ulaşım aracı vapur olunca sahil bölgesinin kıymeti artar. Dağınık bir şehrin zor kontrol edileceği düşünülerek kara ulaşımının sağlanması gerektiğine karar verilir. 1860’ların sonunda altı tramvay hattı

yapılmasına başlanır. Böylece ulaşımda yeni bir perde açılır. 1869’da Konstantin Krepano Efendi’ye bu hatların yapılması için imtiyaz verilir. Dersaadet Şirketi kurulur. İlk yapılan hatlar Eminönü-Aksaray ve AzapkapıBeşiktaş hatları olur. Tramvay hatları gün geçtikçe çoğalır ve kent içi ulaşımın büyük bölümünü üstlenir. Önceleri atlarla çekilen tramvaylar daha sonra elektrik fabrikaları kurularak elektrikle çalıştırılmaya başlar.

‹LK D‹REN‹fiLER Hat yapımı için düzenlenen sözleşmelerin gereği yerine getirilmez. Örneğin sözleşmede olmasına rağmen tramvay hattı Ortaköy’den Bebek’e kadar uzatılmaz. İşçilere ücretleri zamanında ödenmez. İşçiler kötü koşullarda çalıştırılır. Tüm bunlar işçilerden ve halktan büyük tepki çeker. İşçi direnişleri başlar. 1908 yılında yapılan grevlerin bir kısmı kazanımla sonuçlanırken, bir kısmı da kanlı bir şekilde bastırılır. Genellikle tramvay

Kılavuzu rant olanın

T

Menderes, sahil; Özal, çevre yollarıyla vurgun yaptı. Erdoğan vurgunu duble yollarla devam ettiriyor

oplu ulaşımda çok önemli bir konumda olan cadde tramvayları 1950 yılından sonra Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle gözden çıkarılır. 1955’ten sonra Menderes hükümeti inişe geçer. Yeni parke taşları döşenir, asfaltlar yapılır. Durumu kurtarmak için geniş çaplı bir imar operasyonuna başlar. İnşaatları üstlenen şirketler ciddi sermaye birikimi yaparlar. Yabancı sermayenin yoğun baskılarıyla Menderes hükümeti otobüs yığınağı yapmaya başlar. 1957–1959 arasında Mercedes, Büssing ve Skoda firmalarından 417 otobüs alınır. Ucuz, çevreye zararsız en önemlisi güvenli yolculuk sağlayan

ANKARA’YA ‹LK OTOBÜS SOVYET KRED‹S‹YLE Otobüslerin kent içi ulaşıma girmesi, 1927’de Kadıköy’de başlar. ModaKadıköy arasında özel girişimlerle seferler başlar. Bir nizamnameyle otobüslere fiyat tarifeleri çıkarılır ve ilk basılı bilet uygulaması başlar. Bunlar özel halk otobüslerinin ilk deneyimleri olur. Bu yıllarda Ankara’da kale etrafında öbeklenen ve toplu ulaşıma fazla ihtiyaç duymayan halk giderek bağlık bölgelere yerleşmeye başlar ve ulaşım talebi artar. Ankara’da kamunun bu yıllardaki tek girişimi Ankara-Kayaş arasında banliyö seferlerini başlatmak olur. Ankara’da ulaşım 1930’da SSCB’nin verdiği kredilerle alınan otobüslerle yaygınlaşır. 1950’de EGO’nun kuruluşuna kadar ulaşımda pek bir gelişme olmaz. İzmir’de toplu taşıma girişimleri tramvay hatları üzerinden yürütülmeye çalışılır.

tramvayların yerini akaryakıtla çalışan, daha pahalıya mal olan, yaydığı gazlarla yaşam kalitesini düşüren otobüsler alır. Bu otobüslerin seyahatini sağlayacak olan yollar kentin mimari dokusunu tahrip eder niteliktedir. Yol yapmak için önemli tarihi eserlerin bahçe duvarları yıkılır. Mimarlar Odası etkin bir muhalefet yürütse de yolların yapımına devam edilir. Bu şekilde otobüs ve özel araç kullanımı büyük oranda artar ve trafik keşmekeş olur. Menderes ekolünden gelen Özal döneminde benzer uygulamalar görülür. Özal, Menderes’in kentin ruhunu tahrip ederek yaptığı yollara yenilerini ekler. O dönemde yapımı

Yangınla açılan yollar Osmanl›’da kent içi ulafl›m araçlar› olmad›¤›ndan kent yap›s› yayalara göre düzenlidir. 1860’ta arabalar›n Osmanl› kent yaflam›na girmesiyle araçlara uygun yollar yap›lmas› gerekir. Bu yollar›n zamanla yap›lmas›ysa ancak yaflanan büyük yang›nlarla mümkün hale gelir. Çok say›da evin yanmas›ndan sonra yap›lan imar çal›flmalar›nda binalar, araç trafi¤ini kolaylaflt›rmak için birkaç metre geriye yap›l›r ve ulafl›ma uygun hale getirilir. 1800’lerin sonunda ‹stanbul’un önemli caddelerinden biri haline gelen ‹stiklal Caddesi de bu flekilde oluflur. 1801’deki yang›nda Taksim’den Galatasaray’a giden yolun önce sol taraf› aç›l›r. 1891’de bin evin yanmas›na neden olan yang›ndan sonra da yolun sa¤ taraf› aç›larak Cadde-i Kebir (‹stiklal Caddesi) oluflturulur. Cadde tünelle Taksim’i birbirine ba¤lad›¤› için çok önemli bir konuma gelir. Tophane r›ht›m›na indirilen mallar en k›sa yol olan tünelden hemen ‹stiklal Caddesi’ne ulaflt›r›l›r ve bu bölge ticari olarak çok önemli bir duruma gelir.

çok tartışılan TEM Otoyolları yabancı sermayenin baskısıyla yapılır. İstanbul’un çevresinde iyiden iyiye azalan yeşillik alanlar tahrip edilerek çift şeritli yollar yapılır. Petrol üreticilerinin baskılarıyla petrol türevi kullanan araçların artırılması için en büyük yatırımlar Özal döneminde yapılır. Bu araçlar trafiğin hakimi olur. Menderes’le Özal’ın mirasını kimseye kaptırmayan Erdoğan, bir yandan, tüm ülkede yapımına soyunduğu duble yollarla, halkın parasız, güvenli ulaşım hakkını gasp ederken; öte yandan, ülke kaynaklarını sermayeye sınıflarına aktarıyor.

Halkın öfkesi vurguna: Diyarbakır ekmek isyanı Önceleri Diyarbakır’da Newroz kutlamaları, sadece Kürt aydınlarının ilk kıvılcımlarını çaktığı bir uluslaşma ateşiydi. Şimdi, Kürt yoksullarının harladığı büyük bir şenlik ateşine dönüştü. Yoksullardan gelen bu ilginin, derinlerde yatan ciddi tarihsel nedenleri var. 1880 ‘Diyarbakır ekmek isyanı’ sadece küçük bir örnek

B

ir savaş, bir kıtlık ve birkaç tüccar yan yana gelirse ne olur? Yanıt çok basit: Ekmek fiyatları 16 katına fırlar, halk isyan eder. İşte bu yan yana geliş, 1880’in ocak haziran ayları arasında Diyarbakır’da gerçekleşti. Osmanlı-Rus savaşı (1877–1878) bitmesine karşın, yokluk ve yoksulluk, halkın yaşamını her geçen gün daha da çekilmez kıldı. Van’dan Musul’a uzanan bölgede büyük bir kıtlık yaşandı. Zaten savaş yıllarında insanların ve ekonomik kaynakların kaybı çok ağır olmuştu. Şimdi bunlara bir de ekonomik kriz ve artan vergi yükü eklenince halkın yaşadığı sefalet iyice derinleşti. Ekmeklik buğday dahi bulunamaz oldu. Dönemin İngiliz konsolosu Herbert Chermside’ın raporuna (Nisan 1880) göre, “açlıktan ölen 10 bin kişinin yüzde doksan sekizini, tek geçim kaynakları olan hayvanlarını kaybeden Kürtler oluşturdu.” KITLI⁄A PAD‹fiAH ÇÖZÜMÜ: YA⁄MUR DUASI Olaylar, tanıdık bir iktidar refleksiyle karşılanır. Kıtlığı derinleştirerek bir felakete dönüştüren ve bundan kaynaklanan çatışmaları

körükleyen unsur, ‘yağmurun ve buğdayın azlığı’ olarak gösterilir. İstanbul’da, Padişah II. Abdülhamit’in emriyle Ayasofya imamı Hafız Efendi din adamlarıyla yağmur duasına çıkar. Bazı okullarda toplu yağmur duaları düzenlenir. YA⁄MA YOK, KARDEfiL‹K VAR Yiyecek, geçim ve ticaret kaynaklarını kaybeden Van yöresinde bazı Kürt aşiretleri, Ermeni köylerini yağmalar. Ermeniler, Kürtler ve hükümet arasında çatışmalar çıkar, kayıplar verilir. Bunun tersine, Diyarbakır halkı etnik ve dinsel bölünmelere teslim olmaz; kardeşlik temelinde çözüm arayışlarına girer. Kürt, Ermeni, Müslüman, Hıristiyan Diyarbakır halkı sorunun asıl kaynağını çabuk keşfeder. “Sorun buğdayın ve yağmurun azlığı değil, halkın geçim kaynakları üzerinde hangi sınıfların söz sahibi olduğudur.” Halkın öfkesi Diyarbakır İdare Meclisi’ne yönelir. Bunun nedeni meclis üyelerinin sadece siyasal yöneticiler olmaları değil, aynı zamanda tahıl ve buğday stoklarını oluşturmakla görevli ticaret burjuvaları olmalarıydı. Sivas ve

Harput’tan getirtilen büyük miktarlarda buğday ticari çıkarlar için kullanılır. Buğdayların nerelere harcandığı belli olmadığı gibi, halka, kirli ve bozuk unlardan yapılan kötü ekmekler çok yüksek fiyatlara yedirilir. Halk örgütlenmeye başlar. Öncelikle, buğday vurguncularından Oseb Efendi, Hacı Mehmet, Serkis Ağa, Minasyan Ohannes Efendi ve birkaç kişinin meclisteki görevinden alınması, ekmek sözleşmelerinin iptal edilmesi ve ekmeğin fırıncıların inisiyatifiyle sağlanması taleplerini içeren bir dilekçe yazarlar. Dilekçe, sadrazamlığa ve akabinde Rusya, Prusya, İngiltere, İtalya, Fransa, Nemçe (Avusturya) devletleri ve sefaretleriyle Ermeni ve Rum patrikhanelerine, Yahudi Hahambaşılığı’na ve Masis gazetesine hitaben “Umum Müslim ve gayr-i Müslim Diyarbakır ahalisi” imzasıyla yazılmıştır. Ne var ki, dilekçeli eylemlerden sonuç alınamaz. ‘B‹R AVUÇ ÇAPULCU’ EKMEK ‹Ç‹N ‹SYAN EDER Dilekçecilerle görüşmeyi reddeden Vali İzzet Paşa, dilekçeyi

NEWROZ her sabah senin için diziliyorum yol boylar›na her sabah saç›l›yorum ya¤murlara her sabah insan do¤uruyor dünya patika ve yol çocuk ve halk huzur ve bar›fl mücadele ve zafer (Yeralt›ndan fiiirler sitesinden)

yeniden sunmak isteyen iki Müslüman ve iki Hıristiyan’ı tutuklatır. Yerel iktidar, nüfuz sahibi Katolik Ermeni Oseb Kazazyan ve Müslüman Hacı Mehmet gibi vurguncu tüccarları koruyan bir tavır alır. Müslüman ve gayr-i Müslimlerden oluşan halk isyan eder. Valinin bildirdiğine göre, 14 Haziran 1880’de Müslüman ve Hıristiyan tebaadan “yüz elli kadar çapulcu, toplanıp fırınlarda ekmek bulunmuyor, fiyat âlidir” diyerek

isyan başlattı, çatışmalı bir günün sonunda içlerinde çok sayıda kadın ve çocuğun bulunduğu 700–800 kişilik bir kalabalık Oseb Efendi’nin evini kuşatır. Sonuç; 2 ölü, 15 yaralı. ÖNCE EKMEKLER DÜZEL‹R Ertesi gün önce ekmekler düzelir. Böylece halkın tepkileri biraz yatıştırılır. İdare Meclisi toplanır. Valinin bütün çabalarına karşın vurguncular ya sürgün edilir ya da gizlice kaçmak zorunda kalırlar. Böylece meclis yolsuzluklarını biraz

örter. Harbiye Nezareti aracılığıyla Dersim’den bölgeye bir tabur asker gönderilir. Padişah II. Abdülhamit Diyarbakır’daki ‘fesat hareketine’ karşı ağır önlemler alır ve basını suçlar. Padişaha göre, “En önemsiz, küçük olaylar dahi büyük meselelere dönüştürülüp gündem yaratılmaktadır.” Kaynak: Özge Ertem, Toplumsal Tarih s.194, Şubat 2010


SPOR BİLİM

14

19 Mart 2010 / 1 Nisan 2010

Halk›n Sesi

BEYO⁄LU HALKEV‹ SALONU’NDAN OL‹MP‹K SALONA

Türkiye’de basketbolun öyküsü Ulusal Basketbol Ligi’nde (NBA) oynadığı oyunla adından söz ettiren Mehmet Okur. Mehmet Okur’un yanı sıra pek çok oyuncu Avrupa’da ve Türkiye’de başarılı performanslar sergiliyor. Türkiye’de ‘90’ların sonundan itibaren kadın basketbolunda da büyük gelişmeler oldu. Yine ABD ve Avrupa’dan getirilen başarılı oyuncular, yetenekli Türk oyuncularla kaynaştırılarak kulüp ve ülke düzeyinde Türkiye’nin basketbolda söz sahibi olmasının önü açıldı. Bu çalışmaların meyvesi 2009 yılında Galatasaray Bayan Basketbol Takımı’nın Avrupa Şampiyonu olmasıyla toplandı.

T

ürkiye 2010 yılının yaz aylarında yapılacak Dünya Basketbol Şampiyonası’na ev sahipliği yapıyor. İstanbul, Ankara, İzmir ve Kayseri’de oynanacak maçlarda 24 takım 4 ayrı grupta mücadele edecek. Türkiye’nin bulunduğu C grubu maçları Ankara’da, dünyanın en iyi basketbolcularının yer aldığı, basketbolun rüya takımı olarak adlandırılan ABD’nin maçları İstanbul’da oynanacak. Türkiye daha önce 2001 yılında Avrupa Basketbol Şampiyonası’na ev sahipliği yapmıştı. Bu turnuvada son saniye basketleriyle finale kadar yükselen Türkiye finalde Avrupa’nın en güçlü takımlarından biri olan Yugoslavya’ya finalde yenilerek olmuştu. Turnuvada Türkiye’nin takım olamadığı, ev sahibi olduğu için finale kadar gelebildiği eleştirileri yapılmıştı. HALKEV‹ BASKETBOLUN EV‹ Amerika’da 1800’lü yıllarda bulunan ve ilk zamanlarda beysbol oyuncuları için salonda kış aktivitesi olan basketbol Türkiye’de ilk kez 1904 yılında Robert Koleji’nde oynandı. Türkiye’de lig usulü basketbol ilk kez 1927 yılında İstanbul’da oynanmaya başladı. Karşılaşmalara ilk yıllarda Yahudi sporculardan kurulu Maccabi takımı damgasını vurdu. 1933 yılında Galatasaray Spor Kulübünün basketbolla ilgilenmeye başlamasıyla Maccabi’nin üstünlüğü sona erdi. Galatasaray Lisesi Beden Eğitimi Öğretmeni Ahmet Robenson basketbol kurallarını Türkçe’ye çevirerek, basketbolun yayılmasına çalıştı. İlk denemede iki duvara kâğıttan yapılan potalar asıldı. Onar kişiden oluşan iki takım kuruldu. Maçtan sonra tüm oyuncuların sakatlanması basketbolda aşılması gereken çok yol olduğunu gösteriyordu. 1933 yılından itibaren Beyoğlu Halkevi’nin salonunda oynanmaya başlayan maçlarda Galatasaray üst üste şampiyonluklar elde etti. Türkiye ilk uluslararası müsabakasını 1936’da Yunanistan’la Beyoğlu Halkevi’nin Tepebaşı’ndaki salonunda oynadı. Yunanistan maçını

B

eyoğlu Halkevi’nin Tepebaşı’ndaki salonundan olimpiyatlara uzanan Türkiye basketbolu, ağustos ayında Dünya Basketbol Şampiyonası’na ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor

Türkiye’ye basketbolu sevdiren devler ‘90’lar›n ortalar›nda Türkiye’de basketbol oynayan oyuncular basketbolun sevilmesinde önemli rol oynad›. Uzun y›llar ligde say› kral› olan Petar Naumoski, Pegasus lakapl› Harun Erdenay ve antrenmanda kalp krizi geçirerek hayat›n› kaybeden Conrad Mc Rae gibi isimler basketbolun seyir zevkini art›rarak spor salonlar›na daha fazla seyirci çekmeyi baflard›lar ve Türkiye’de basketbol kültürü oluflmas›nda büyük rol oynad›lar. Burada Mc Rae’yi özel olarak anmak kazanan Türkiye Berlin Olimpiyatları’na katılmaya hak kazandı. Böylece Türkiye basketbolda ilk uluslararası organizasyonuna çıkıyordu. L‹GE RENK KATAN ATLET‹K AMER‹KANLAR ‘90’lı yıllara kadar Avrupa ve dünya çapında gerek kulüp gerek

Bilimsel düflüncenin do¤uflu - 3 Pisagor: Dünyan›n evrendeki yeri nedir?

Pisagor, M.Ö. 580 y›l›nda Sisam adas›nda do¤mufltur. 529 y›l›nda göç etti¤i ‹talya’da sahip oldu¤unu iddia etti¤i mistik güçlerin yaratt›¤› gizemli hava ve kiflisel etki gücüyle bir okul kurdu. Matemati¤e ilgisi bu dönemde de vard› ancak onu bugünkü ünlü Pisagor Teorimi’ni yaratan matematikçi mertebesine yükselten süreç M›s›r’da bafllar. T›pk› Thales gibi o da yaflad›¤› dönemde bilimsel yaflam›n canl› oldu¤u Mezopotamya topraklar›ndan feyz almak için M›s›r’a gitmifl, M›s›r Babiller taraf›ndan iflgal edilince matematik çal›flmalar›yla ünlü Babylonya’ya göçmüfl ve çal›flmalar›n› orada sürdürmüfltür. Pisagor’un matemati¤e olan ilgisi onu say›larla buluflturmufl, say›lar›n evrenin düzenini anlamakta önemli bir anahtar oldu¤una inand›rm›flt›r. Bazen say›larla olan iliflkisi abart›l› bir mistisizme bürünse de as›l amac› evrenin iflleyiflinin kavramsal bir aç›klamas› olup olamayaca¤›n› anlama çabas›yd›. Pisagor’u Pisagor yapan okul y›llar›ndan bildi¤imiz Pisagor Teoremi gibi görünse de bilim tarihindeki esas önemi evrendeki gezegen ve y›ld›zlar›n hareketleri üzerindeki düflünceleridir. Pisagor dünyan›n hem kendi etraf›nda hem de güneflin etraf›nda döndü¤ünü söyledi¤i bilinen ilk bilim adam›d›r. Bu anlam›yla o güne kadar dünyay› evrenin merkezi olarak gören anlay›fltan kopulmufl ve Kopernik’te (yaklafl›k 2000 y›l sonra) somutlaflan dünya-günefl ve gezegenlerin hareketlerine iliflkin bilimsel anlay›fl›n öncülü¤ünü yapm›flt›r. Pisagor’a göre evrenin hakimi say›lard›r, say›lar evreni yönetmektedir. Pisagor’un say›larla kurdu¤u bu iliflki abart›l› gibi görünse de ilk kez matematikte “ispat” fikrini getirmesi bilimsel düflüncenin kurulufluna son derece önemli bir kat›d›r. Pisagor sadece bilimsel çal›flmalarla s›n›rl› kalmam›fl felsefe alan›nda da de¤iflik görüflleriyle ilgi çekmifltir. O günkü egemen yaflay›fl biçiminin d›fl›nda bir yaflam biçimini bir tarikat kurarak yerlefltirmeye çal›flm›flt›r. Ancak tarihin her döneminde oldu¤u gibi yenilikçi bilimsel fikirler ve egemen yaflam tarz›n›n d›fl›ndaki aray›fllar o dönemde de statüko sahipleri taraf›ndan tepkiyle karfl›lanm›fl o dönemin yobazlar› taraf›ndan M.Ö. 500 y›l› civar›nda ö¤rencileriyle beraber kurmufl oldu¤u okulda atefle verilerek öldürülmüfltür.

gerekir. Oyuncu henüz NBA’da ‘alley oop’ (topu havada yakalayarak smaç yapmak) yeni keflfedilirken bu hareketi ters smaçla bitirebiliyordu. 1992 ve 1996 olimpiyatlar›nda ‘rüya tak›m’ olarak nitelendirilen ABD basketbol tak›m›n›n performans› ve ard›ndan Amerikan Ulusal Basketbol Ligi (NBA) maçlar›n›n Türkiye’de gösterilmeye bafllamas› basketbola olan ilgiyi iyiden iyiye art›rd›. Özellikle Michael Jordan ve Magic Johnson’›n hayran kitleleri olufltu ve basketbol Türkiye’de sokaklarda oynan›r hale geldi.

ülke bazında pek çok organizasyona katılan Türkiye en büyük başarıları bu dönemden sonra yaşadı. Avrupa’dan ve ABD’den basketbolu şova dönüştüren oyuncular getirildi. Basketbolu amatör ruhla oynayan profesyonel ABD’li basketbolcular, Türkiye’de daha önce görülmemiş atletik hareketler yaparak basketbola olan ilgiyi

Bilim: Aksi ispat edilene kadar...

artırdılar. Basketbolun gelişmeye başlamasıyla kulüpler alt yapı yatırımları yapmaya başladı. Özellikle Bursa’da kurulan Tofaş Spor Kulübü alt yapıya büyük önem verdi. Bu yıllarda Tofaş alt yapısından yetişen birçok oyuncu üst düzey basketbolcu oldu. Bunlardan birisi şu anda Amerikan

KITALARIN fiAMP‹YONU ENGELL‹LER 2000’li yıllarda tekerlekli sandalye basketbol takımlarına önem verilmeye başlandı. Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Ligi’nde iki sezon üst üste namağlup şampiyon oldu. Avrupa Ligi’nde aynı başarıyı gösteren engelli basketbolcular, Kıtalararası Basketbol Şampiyonası’nda da şampiyon olarak başarılarını perçinlediler. Hırslarıyla, saha içinde sadece takım arkadaşlarıyla değil rakip oyuncularla da büyük dayanışmalarıyla sporu spor yapan tekerlekli sandalye basketbolcuları hak ettikleri ilgiyi yine de göremiyorlar. Türkiye tüm dünyanın yakından takip edeceği 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’na ev sahipliği yapmak için son hazırlıkları yapıyor. Karşılaşmalar 28 Ağustos’ta başlayıp 12 Eylül’de sona erecek. Karşılaşmalar İstanbul’da Abdi İpekçi Arena ve yeni yapılan Sinan Erdem Olimpik Spor Salonu’nda, İzmir’de Halkapınar Kapalı Spor Salonu’nda ve Kayseri’de Kadir Has Spor Salonu’nda oynanacak. Turnuva için bitirilecek olan Sinan Erdem Spor Salonu 22.500 kişilik kapasitesiyle Avrupa’nın en büyük üçüncü salonu olacak. Türkiye C grubunda Yunanistan, Porto Riko, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti ve Fildişi Sahili’yle bir üst tura çıkma mücadelesi verecek.

Deney: Is›nan hava nas›l yükselir? Is›nan hava yükselir. Bu s›rada havan›n kendisi de¤ilse bile kimi zaman onunla birlikte gökyüzüne yükselen ka¤›t parçalar›n› ya da yapraklar› görebilirsiniz. Günefl ›fl›nlar›yla ›s›nan hava yukar› do¤ru ç›kar. Bu s›rada topraktan ve denizden ald›¤› su buhar›n› da gökyüzüne tafl›r. Daha sonra bu su buhar› so¤uyunca ya¤mur olarak yeryüzüne düfler. Is›nan havan›n yükselmesini basit bir deneyle gözlemleyebilirsiniz. Ka¤›t mendil ya da çok ince bir ka¤›d› bir elektrik sobas›n›n üzerine do¤ru tutun. Soban›n ›s›tt›¤› hava yükselirken ka¤›d› da yukar› do¤ru itecektir.

Deprem an›nda ne yapmal›y›z? Unutmay›n, önceden bir eylem plan›n›z olmas› size zaman kazand›r›r. Aile olarak, mutlaka önceden nerelere kimlerin s›¤›naca¤›n›n plan›n› yap›n. Buzdolabi gibi devrilme riski olmayan beyaz eflyalar›n önleri en iyi s›¤›nma mekanlar›d›r. Banyoda çamafl›r makinesi veya

döküm küvet önü gibi eflyalar bina çöktü¤ünde yere yap›flacak kadar ezilmez ve size bir yaflam alan› sa¤larlar. Bu alana yaflam üçgeni ad› verilir. Kurtarma ekiplerinin öncelikle bakaca¤› yerler, mutfak ve banyo olacakt›r. ‹nsan›n en yaflamsal bölgeleri bafl, kar›n ve gö¤üs bofllu¤udur. Bu yüzden yaflam üçgeni içinde cenin pozisyonunu al›n. Salon ve yatak odalar› en riskli s›¤›nma yerleridir. Buralarda da yatak yan› görece güvenli bölgelerdir. Deprem sonras›nda do¤algaz, aç›k ocak, tüp ve sigortalar› mutlaka kapat›n. Bürolarda ve okullarda masan›n veya s›ran›n alt›na de¤il yan›na s›¤›nmak gerekir. Kolon altlar› depreme karfl› güvenli bölgeler olarak bilinir, oysa bu büyük bir yanl›flt›r.

“Hiç bir ordu, vakti gelmifl bir fikir kadar güçlü de¤ildir.” Victor Hugo

İsinbayeva çıtayı yükseltiyor Y

elena İsinbayeva 1999’da ilk altın madalyasını dünya gençler atletizm şampiyonasında kazandığında kimse onun 24 dünya rekoru kıracak bir “sırıkla yüksek atlama” atleti olacağını kestirememişti. İsinbayeva sırıkla atlamanın efsane ismi Sergey Bubka’nın 35 dünya rekorunu geçmeyi en büyük hedefi olarak gösteriyor. İsinbayeva 5.20’yi geçmeyi çok istediğini ve bunun için her yarışta en iyisini yapmayı denediğini söylüyor ancak İsinbayeva’nın rekoru “rekor başına” 50 bin dolar aldığı için yavaş yavaş geliştirdiği fikri de çok yaygın. 5 yaşında jimnastiğe başlayan Yelena boyu çok uzun olduğu için 15 yaşında bu sporu bırakmak zorunda kaldı. Fizik yapısının sırıkla yüksek atlamaya çok uygun olduğu bir antrenör tarafından fark edilince bu spora yöneldi. İlk şampiyonasına 1998’de Fransa’da katıldı. Burada sırıkla atlama için çok büyük bir fark olan 10 cm gibi bir farkla dereceye giremedi. 2003 yılında ilk dünya rekorunu 4.82 metre atlayarak kıran İsinbayeva’nın geleceği bu atlayıştan sonra sırıkla yüksek atlamaya ilgi duyan herkes tarafından konuşulmaya başladı. 2004–2005 arasında salon ve pist yarışlarında bu rekoru 19 kez geliştirdi. 2005 yılında Helsinki’deki Dünya Şampiyonası’nda 5.01 metre atlayarak 5 metre barajını geçen ilk kadın atlet oldu. Bu başarılarından sonra 2004 ve 2005 yıllarında Uluslararası Atletizm Federasyonları Birliği (IAAF) tarafından yılın kadın atleti seçildi. Oldukça hırslı bir sporcu olan İsinbayeva müsabakalardan önce rakipleriyle polemik yaratarak konsantre oluyor. 2009’da Berlin’de yapılan Dünya Atletizm Şampiyonası’nda “0” çeken İsinbayeva bu şampiyonadan sonra çok iyi çalıştı ve Atina’da yapılan atletizm oyunlarında 5.06, daha sonra da Şangay’da 5.07 atlayarak dünya rekorlarını her zaman olduğu gibi birer cm geliştirdi.

Deprem nedir? Yerkabu¤u içindeki k›r›lmalar, çökmeler ya da yanarda¤ patlamalar› nedeniyle oluflan titreflimlerin dalgalar halinde yay›larak yeryüzeyini sarsmas›na "deprem" denir. Yerkabu¤u olarak tarif edilen ve yeryüzeyinden 40 kilometre derinli¤e kadar olan k›sm›n alt›nda “üst manto” katman› bulunur. Yerin 900 kilometre derinli¤ine kadar uzanan bu katmanda hareket halinde olan ve yer kabu¤unu oluflturan büyük levhalar vard›r. Parçalar halinde bulunan bu levhalar›n birbirine sürtündükleri, birbirlerini s›k›flt›rd›klar›, birbirlerinin üstüne ç›kt›klar› ya da alt›na girdikleri s›n›rlar dünyada depremlerin olduklar› yerlerdir. Hareket eden levhalar birbirlerine kuvvet uygular. Bu kuvvet yerkabu¤undaki kayaçlar›n direnç göstermesi yüzünden belli bölgelerde enerji birikimine yol açar. Bu enerji, kayaçlar›n k›r›lmas›na (faylanmas›na) sebep olur ve biriken enerji a盤a ç›kar. Depremler de levha hareketleri sonucu biriken enerjinin aniden boflalmas›yla oluflur. Depremin büyüklü¤ü, deprem s›ras›nda a盤a ç›kan enerjiyle iliflkilidir ve Richter Ölçe¤i

ile ölçülür. Depremin fliddeti ise depremin yaratt›¤› hasara göre belirlenir. Depremler olufl nedenlerine göre üç türde görülür. Yukar›da anlat›lan levhalar›n hareketi sonucu olan depremlere “tektonik deprem” denilir. Yeryüzündeki ve Türkiye’deki depremlerin çok büyük k›sm› bu gruba girer. ‹kinci tip depremler "volkanik" depremlerdir ve volkanlar›n püskürmesi sonucu oluflur. Çöküntü depremleri de yer alt›ndaki boflluklar›n çökmesiyle oluflur. Enerjileri ve y›k›c› gücü azd›r. Deniz dibinde olan depremlerinden sonra, depremin oldu¤u yerden k›y›lara kadar oluflan ve bazen k›y›larda büyük hasarlara neden olan dalgalar oluflur ki bunlara “Tsunami” denir. Tsunami dip dalgas› oldu¤u için denizin s›¤laflt›¤› yerlere gelmeden gözle görülmez. Bazen büyük bir deprem olmadan önce küçük sars›nt›lar olur, bunlara “öncü depremler" denilir. Büyük bir depremden sonra yüzlerce küçük deprem meydana gelir. Bu küçük depremlere de “artç› depremler” denir ve büyük depremin ard›ndan büyüklükleri ve olma s›kl›klar› azal›r.


KÜLTÜR SANAT

15

19 Mart 2010 / 1 Nisan 2010

Halk›n Sesi

Tellerin ard›n› anlatt›lar Türkiye’nin dört ayrı serbest bölgesinde çalışan kadın işçilerin çalışma koşullarını ve yaşamlarını anlatan "Bölge" adlı belgesel film 19 Mart’ta izleyenlerle buluştu. Belgeselin yönetmenliğini Güliz Sağlam ve Feryal Saygılıgil yaptı.

T H E

H U R T

Ödül elefltirinin

Yeni bir gerilim

Erdal Öz anısına düzenlenen edebiyat ödülü bu yıl yazar Nurdan Gürbilek'e verildi. Ödül jürisinde yer alan Cevat Çapan sonuçları açıkladığı konuşmasında eleştirinin bir yaratıcılık alanı olduğunu vurguladı. Gürbilek kültür araştırmalarıyla tanınıyor.

Yazar Simon Beckett’in adli tıp uzmanı David Hunter’in maceralarını anlattığı üç kitaptan oluşan polisiye gerilim serisinin ilk kitabı Türkçede. Ölümün Kimyası adlı kitap İthaki Yayınları tarafından yayımlandı, diğer iki kitap önümüzdeki aylarda yayımlanacak.

L O C K E R

Laz Marks mahkemede Leman Kültür ve Canşenliği Oyuncuları'nın sergilediği 'Laz Marks' adlı oyunda başbakana hakaret edildiği gerekçesiyle rejisör ve oyuncular hakkında dava açıldı. Oyunun Rize’de yapılan gösteriminde anlatılan bir fıkra yapılan suç duyurusu ile dava konusu haline geldi.

A L T I

D A L D A

O S C A R

A L D I

Oscar işgalin filmine gitti MEHMET ZUBARO⁄LU

B

ir süre önce BAFTA’dan (İngiltere Akademi Ödülleri) 6 ödülle dönen The Hurt Locker (Ölümcül Tuzak) en iyi film ve en iyi yönetmen dalları dâhil olmak üzere Oscar’dan da 6 ödülle döndü. Oscar’ın 82 yıllık tarihinde ilk defa bir kadın yönetmene, Kathryn Bigelow’a verilen heykelcik bu yılın favorisi Avatar filmine ise sadece 3 dalda verildi. Irak’ta bir ABD’li bomba imha timinin hikayesini anlatan “The Hurt Locker” yüksek bütçeli diğer Holywood filmleri gibi bize biraz aksiyon, biraz görsel efekt ve bol miktarda gerilim sunuyor. Filmin konusuna gelince, ölümle burun buruna görevlerini yapan timin lideri bir görev esnasında patlatılan bomba ile hayata veda eder. Time yeni gelen lider Will James (Jeremy Renner) risk almayı sever hatta biraz da asidir. Buradan da anlarız ki filmin esas oğlanı olacaktır. Filmin girişinde ekrana yansıyan “Savaş bir uyuşturucu ise en kuvvetli ve ölümcül alışkanlığı atılgan olmaktır.” cümlesi işte bu time ve liderine dair ilk ipuçlarını barındırır. Irak’ta düzenin sağlanmasını istemeyen birçok ‘teröristin’ (hacıların) çeşitli yerlere bıraktıkları bombaları imha edecek bu ekip kendi hayatlarını tehlikeye atarak yerel halkın can güvenliğini sağlamaktadır. Ama savaş her

Tiyatrolar Günü’nde bayram

T

iyatroseverler 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü'nde bayram yapacak. O gün Devlet Tiyatroları’nın 30 değişik sahnesinde oyunlar parasız izlenebilecek. Parasız biletler 14 Mart Pazar günü saat 10.00’dan itibaren Devlet Tiyatroları gişelerinden ya da ilgili Müdürlüklerden temin edilebilecek. Devlet Tiyatroları’nın parasız göstereceği oyunlar ve oyunların sahnelendiği kentlerin bazıları şunlar: Ankara Devlet Tiyatrosu Küçük Tiyatro’da Sokrates’in Son Gecesi, Şinasi Sahnesi’nde Don Giovanni ve Uşağı Pulcinella, Akün Sahnesi’nde Fosforlu Cevriye, Altındağ Tiyatrosu’nda Anam Bacım Avradım, Oda Tiyatrosu’nda Krem Karamel, İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi’nde Islıkçı gösterilecek. İstanbul Devlet Tiyatrosu Cevahir’de Herkes Sihirbaz Olacak ve Temiz Ev, Üsküdar Tekel Sahnesi’nde Annemin Cesareti, Üsküdar Stüdyo Sahne’de Külbellek, Küçük Sahne’de Ful Yaprakları, Cennet Kültür Sanat Sahnesi’nde Lozan, Zeytinburnu Sahnesi’nde Profesyonel sunulacak. İzmir Devlet Tiyatrosu Konak Melek Ökte Sahnesi’nde Yoksun, Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi’nde Şerefine İnsanoğlu, Bursa Devlet Tiyatrosu AVP Sahnesi’nde Bu Dizi Başka Dizi, Oda Tiyatrosu’nda Başbelası, Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda Televizyon Cumhuriyeti gösterilecek.

S

inema tekelleri ve dağıtım şirketleri bir yandan bağımsız sinemanın seyirciyle buluşmasına engel oluyor, diğer yandan sinemayı popüler sinemadan ibaret hale getiriyor

zamanki gibi acımasızdır... Nitekim bizim sinemamızda hatta en son Nefes filminde olduğu gibi Hurt Locker’da da bir doktor asker var ki, pratik olarak savaş psikolojisini bilmeden askerlere tedavi uygulamaktadır. Oysa danışanlarından birinin sitemi ile bir sonraki

görevde onlara eşlik edecek ve hatta 3-5 Iraklı ile yardımsever bir dille sohbet edip onlar tarafından havaya uçurulacaktır. Ah siz Iraklılar oysa size yardıma gelmiştik... Kadın yönetmenin varlığını pek hissetmediğimiz filmde James’in

takım arkadaşları kimi yerlerde savaşı sorgulayacaklar, bulundukları cehennemden sağ salim dönebilmeyi umacaklar ve görev süresini hapishane mahkûmu gibi gün gün sayacaklardır. Fakat James için en çok sevdiği şey saplantı haline gelmiş bomba imha işidir ki

ailesi bile artık geri planda kalacaktır. Filme dair söylenebilecek iyi şeyler de var. Filmde Iraklıların Amerikalıları sevmediği, onları işgalci olarak tanımladıkları, belki ilk defa bu kadar yüksek sesle dile getiriliyor ki bu filmi savaş karşıtı yapmaya yetmiş pek çok eleştirmen biraz da abartarak anti-militarist bir film demeye getirmiş. (Kimi eleştirmenlere göre bu politik tutum ile film Oscar ödüllerini toplamış.) Abartarak diyorum çünkü filmde denge unsuru tamamen göz ardı edilmiş: Amerikan askerinin yaptığı infazlara dair bir tek sahne var. O sahnede bile infazın olduğu ancak dikkatli bir gözle fark edilebiliyor. Bunun karşısında ise amaca giden yolda Iraklıların kendi insanlarını bile gözlerini kırpmadan öldürebildiği defalarca gösteriliyor. Hissedilen önemli bir eksiklik ise özellikle Arapça konuşmaların çevrilmemiş olması. Yönetmen ABD askerlerine tepki gösteren ve kimi zaman sataşan Iraklıların (filmdeki figüranlar) ne dediklerine dair İngilizceye çeviri yapmamayı seçmiş. Oysa bu yapılmış olsa filmin savaş karşıtlığı hanesine bir artı daha eklenecekti. Mesela bir annenin ‘Yeter artık canımıza kast ettiğiniz defolun gidin!’ demesini herkes anlasa belki film vicdanımızda Oscar’ı veren akademinin gözündeki gibi bir yere sahip olabilirdi.

Beş yıl sonra yeni albüm “Gelmedin diye” M

uhalif müziğin en iyi seslerinden İlkay Akkaya uzun süredir beklenen yeni albümü ile tekrar müzikseverlerin karşısına çıktı. İlkay Akkaya, 2005 yılında çıkan “Yalnız” albümünden sonra dört buçuk yıllık bir bekleyişin ardından “Gelmedin Diye” albümüyle sevenlerinin özlemini dindirdi. Şubat ayı ortalarında çıkan albümde, biri Arapça biri Kürtçe şarkı dışında bir de Trakya türküsünün yer aldığı albümde 12 şarkı bulunuyor. Sözleri Hasan Hüseyin Korkmazgil’e ait unutulmaz Ahmet Kaya şarkısı “Acılara Tutunmak”ı duru sesiyle yeniden yorumlayan Akkaya, bu şarkıyı yeri doldurulmaz bir dosta gönül borcu olarak albüme koyduğunu belirtiyor. Dinleyenin boğazını düğümleyen “Şekerli Su” şarkısında, bir Wernicke Korsakoff hastasının ağzından ölüm oruçları anlatılıyor. Müzisyenlerin birlikte stüdyoya girerek tek bir seferde kaydettiği şarkıda, çokça doğaçlama yapıldığı belirtiliyor. Albümdeki Kürtçe şarkı “Jiyan”ın sözleri, 1984’te yaşamını yitiren ünlü Kürt şairi Cegerxwin’e,

müziği ise Hüseyin Aydın’a ait. Albümde yer alan “Nemi Nemi” adlı Arapça şarkının söz ve müziği dünyaca ünlü Lübnanlı müzisyen Marsel Halife’ye ait. Hataylı müzisyen Ali Nafile’nin Akkaya ile birlikte seslendirdiği şarkıya,

Fransa’da yaşayan Lübnanlı müzisyen Vassim Soubra da piyano ile eşlik ediyor. Akkaya’nın Soubra ile yeni bir albüm projesi içerisinde olduğu ve albüm çalışmalarının ilkbaharda başlayacağı belirtilirken, bu şarkının iki müzisyenin ortak pro-

jesinin ilk adımı olduğu ifade ediliyor. Albümde, Akkaya’nın Kızılırmak’ta birlikte çalıştığı Yaşar Aydın’a ait dört şarkı bulunurken, Aydın’a ait şarkılardan birisi olan “Bir Yanım Mersin”e klip çekildi. Yaşar Aydın’ın diğer şarkıları ise, “İçin Yanarken”, “İstanbul’da Bir Yarim Var” ve “Gelmedin Diye”. Müzik yaşamına Grup Yorum ile başlayan İlkay Akkaya, “BerivanHaziran’da Ölmek Zor” ve “Türkülerle” albümlerini çıkardığı gruptan 1989 yılında Tuncay Akdoğan’la birlikte ayrıldı. Tuncay Akdoğan ve İsmail İlknur ile 1990 yılında Kızılırmak’ı kuran Akkaya, bugüne kadar Kızılırmak’la on üç albüm çıkardı. Kızılırmak'la çalışmalarını sürdürürken bir yandan da solo çalışmalara devam eden Akkaya, kendisinin de oynadığı Pir Sultan Abdal oyununun müziklerini yaptı. 1991 yılında Tarık Akan’ın oynadığı “Bir Küçük Bulut” filminin müziklerini yapan Akkaya, 1999 yılında ilk solo albümü olan “Kül”ü yayınladı. İlkay Akkaya halen Sarıyer Halkevi Gençlik Korosu’nun çalışmalarına destek oluyor.

İlerici ‘çizgi’ ustasını yitirdi T

ürk mizahının önde gelen isimlerinden çizer Turhan Selçuk 11 Mart Perşembe gecesi hayatını kaybetti. 1922 yılında Muğla-Milas’ta doğan Selçuk’un ilk karikatürleri Adana’daki ortaöğrenimi sırasında yine Adana’da çıkan Türk Sözü gazetesinde yayınlandı. 1957’den itibaren Milliyet’te çizmeye başladığı Abdülcanbaz dizisi büyük ilgi gördü. Aziz Nesin’in yarattığı

hilekâr ve düzenbaz bir turist rehberi tipi olan Abdülcanbaz’ın senaryoları bir süre de Rıfat Ilgaz tarafından yazıldı. Turhan Selçuk’un diziyi kendisinin yazmaya başlaması ile düzenbaz Abdülcanbaz tipi değişti, yeniden yaratıldı; düzenin düzensizliğine ve bu ortamdan doğan ahlaksızlara karşı savaşan bir sembol haline geldi. İçerikle beraber Selçuk’un çizgi üslubu da giderek farklılaştı.

Modern karikatür anlayışına yönelen ve ‘grafik mizah’ın (yazısız karikatür) karikatürün evrensel anlatımı olduğunu savunan sanatçının çizgileri giderek sadeleşti, grafik düzeyi arttı. Son olarak Cumhuriyet gazetesinde "Söz Çizginin" isimli çizgilerini okurlarla buluşturan Selçuk, gazetenin imtiyaz sahibi ve başyazarı İlhan Selçuk'un da kardeşiydi.

Kardefl Bayramlar ve Sûredar... ünya üzerinde 6 bin farklı dilin konuşulduğunu biliyor musunuz? Ben bilmiyordum. Üşenmedim internette bir araştırma yaptım, birkaç kitap karıştırdım. Karşılaştığım sonuç ise hiç iç açıcı değil maalesef… Uzmanlar yukarıda yazdığım rakamın bir– iki asır içinde 100 – 200 civarında bir rakama ineceğini öngörüyorlar. 5 bin 800 dil hiç geri gelmemek üzere dünya üzerinden silinecekmiş. Türkiye’ye baktığımız zaman ise ethnologue.com’un araştırma raporuna göre, bugün ülkemiz coğrafyası üzerinde 36 farklı dil konuşuluyormuş. Eğer Türkiye yukarıdaki verdiğimiz global yok oluş rakamlarındaki oranı tutturma ‘başarısı’ gösterirse, bir – iki asır kadar sonra bu ülkede sadece tek bir dil konuşulacakmış. Peki sadece dil midir yitip giden… Dini inançlar ve gelenekler açısından Hakan baktığımızda ise durum yine Bayhan aynı seyri izliyor. Burada size yeri gelmişken Akdoğan bayhanhakan@ Özkan’ın okudukça keyif veren gmail.com çalışması ‘Kardeş Bayramlar ve Özel Günler’ kitabından bahsetmek istiyorum. Kitap, olağanüstü bir kültürel zenginliğe sahip olan Türkiye coğrafyasında kendisini farklı inançlarla tanımlayan, “Sünni veya Alevi Türkler, Kürtler, Zazalar, Yahudiler, Ortodoks Rumlar veya Katolik Ermeniler, Nusayriler, Ortodoks veya Katolik Süryaniler, Keldaniler, Yezidiler ve diğerleri…”ni birbirlerinin bayramlarından haberdar etmek ve unutulmaya karşı bir direnç olarak kaleme alınmış. Kendimden biliyorum küçük bir çocukken Diyarbakır’da aynı avluyu paylaştığımız Ermeni komşularımızın hem bizim hem de onların bayramlarında gidip ellerinden öper bayramlarını kutlardık. Onlar da bizlere harçlık, mendil veya şekerler verirlerdi. Kitabın sayfalarını çevirmeye devam ederken çocukluk anılarımı hatırladım bir an… Yok olmaya karşı direnen halkların, kültürlerin, kaybolmaya yüz tutan Kırmancki (Zazaki / Dımılki) dilinin ve içinde yaşam bulan kültürün şiir ve müzik olarak, kayıp seslerin izini süren bir çalışmaya imza atmışlar Mehmet Çetin ile Umut Akar. Türkçe’de "ağacın kızıllığı ya da kızıl ağaç" anlamına gelen Suredar, referanslarını DersimKırmanc geleneğinden alan bir anlatı albümü. Derler ki; “Ağaç, ateşte yandığında, karınca ağacı bırakmaz, kaçmazmış. O da ağaçla birlikte yanarmış…” Bir ateşin başında, eski bir söylenceden esinle başlayan albüm, sözü/anlatısı ve sound’uyla, dinleyiciyi; gerçek ile düş, geçmiş ile gelecek ve dün ile bugün arasındaki sınırların kalktığı bir iklim ve ruh haline sürüklüyor. Albüm boyunca bazen kederli bazen iyimser; gah bir ırmağın kenarında, gah bir dağın yamacında; yanık bir meşe ağacının kederini, yeşil bir yaprağın, börtü-böceğin sesini veya bir dervişin, bir kavmin çığlığını duyarsınız. Orada Suredar kolunuza girer ve sizi masalımsı bir dünyanın içinde dolaştırır…

D

Sinemanın gerillaları film aşkına kampa

S

inema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen), “Sine-Sen Gerilla Video Atölyesi” başlığıyla çalışma başlatıyor. Atölyenin sloganı “Beş parasız sinema yapılmaz diyorlar!” 20 Mart 2010 Cumartesi günü saat 11:00’de başlayacak atölye toplam iki ay sürecek. Cumartesi günleri yapılacak atölyede katılımcı sayısı 9 olarak belirlenmiş. Atölyenin öğrencilere ve sendika üyelerine indirimi var. Atölyenin tanıtımında şu ifadelere yer veriliyor: “Gerilla video olanaksızı istemenin öteki adıdır. Düşük bütçelerle, hatta beş parasız film yapmanın yoludur. Gerilla Video Atölyesi, yoksul bir sinemanın olanaklarını araştırmak üzere başlıyor. Atölyede teorik salatalara girilmez. En döküntü bilgisayarda, eski model kamera ile ne çekilebilir o gösterilir. Ormanda bir şey çekmeden önce girmeniz gereken son kamp: Sine-Sen Gerilla Video Atölyesi.”


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ

19 Mart 2010 / 1 Nisan 2010

Halk›n Sesi

Tekel işçisi çoban ateşini harlıyor T

ekel işçileri Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı sonrası memleketlerine döndü fakat hiçbiri mücadeleye ara vermedi. Ankara Sakarya’da yetmiş günden fazla süren direniş işçilerin bulunduğu yirmi iki ilin her birine taşındı. AKP’li Bakanların ve vekillerin peşini bırakmayan Tekel işçisi şimdilerde gelecek dönem mücadele programını kararlaştıracakları 1 Nisan’daki ikinci Ankara buluşmasına hazırlanıyor. Kurdukları komitelerle yaşadıkları kentlerde kapı kapı dolaşıp eylemlerini ve taleplerini anlatıyor. Sakarya Meydanı’ndan kalkan direniş çadırları kent meydanlarında açılırken düzenlenen kitlesel eylemlerle işçiler hemşerilerine destek çağrısı yapıyor. Türkiye’nin farklı bölgelerindeki Tekel işçilerine ulaşarak önümüzdeki dönem mücadele programına karar vermek üzere 1 Nisan’da Ankara’da gerçekleşecek buluşma öncesi memleketlerinde ne gibi çalışmalar yaptıklarını sorduk. İllerdeki eylemleriyle gündeme gelen işçilerin bir yandan da mücadeleyi ilmek ilmek ördüklerini gördük. D‹YARBAKIR’DA ‹fiÇ‹ KOM‹TELER‹ ÇALIfiIYOR Tek Gıda-İş Diyarbakır Şubesi Teşkilatlanma Sekreteri Adem Yılmaz’ın anlattıkları, AKP’li vekillerin katıldığı il toplantısında yaptıkları eylemin çalışmalarının basına yansıyan küçük bir kısmı olduğunu gösteriyor. Diyarbakırlı Tekel emekçileri, sendika yöneticilerinden ve işçilerden oluşan 10 kişilik bir komite kurarak kentteki demokratik kitle örgütlerini, siyasi parti ve meslek odalarını ziyaret etmeye hazırlandıklarını anlattı. Adem Yılmaz görüşülecek kurumlar arasında belediyelerin de bulunduğunu belirtti. Şubede kurulan 22 kişilik bir komitenin ise koordinasyon ve haberleşmeyi sağlamakla görevlendirildiğini aktarıyor. Yılmaz, 1 Nisan öncesi kentte bir basın açıklaması yaparak “Ankara’ya gideceklerini” tüm demokratik kamuoyuna duyuracaklarını anlattı. Yaklaşan Newroz mitinginde Tekel işçilerinin hangi talep ve sloganlarla katılacağını ise değerlendirdiklerini ifade etti.

T

ekel işçileri 1 Nisan’daki büyük buluşmaya hazırlanıyor. İllerde kurulan işçi komiteleri Sakarya’dan kalkan direniş çadırlarını kent meydanlarına nasıl taşıdıklarını gazetemize anlattı

B‹TL‹S TARIM ‹fiÇ‹LER‹YLE BULUfiUYOR Tek Gıda-İş Bitlis Şube Başkanı Can Murat Yenisöz bugüne dek yürüttükleri çalışmaları aktardı. Kente döndükten sonra 13 Mart’ta bir komite kurduklarını anlatan Yenisöz bir hafta içinde kentteki kitle örgütlerini, siyasi partileri, belediyeleri ve esnafı ziyaret ederek mücadelelerini ve taleplerini anlattıklarını aktardı. Bitlis’te çalışan 12 bin tütün ekim işçisi olduğunu tespit ettiklerini belirterek bu işçilerle buluşarak ortak

mücadele zemini yaratmayı hedeflediklerini belirtti. ÇADIRLAR ‹LLERE TAfiINDI Antakya’dan Tekel işçisi Süleyman Bolat Antakya’da gerçekleşen protesto eyleminin ardından kurdukları komitelerle ildeki kurumları ziyarete başladıklarını anlattı ve kent meydanında bir direniş çadırı kurmaya hazırlandıklarını belirtti. Bolat, komşu kent G.Antep’te süren Çemen Tekstil direnişine gitme ve 4/C’yi kabul eden 320 Tekel işçisinden 250’sinin iptal

işlemi için hukuki süreci başlatma planları olduğunu söyledi. Bolat, 14 Mart’ta arabalarının camlarına yapıştırdıkları "Tekel yürüyor, kavga büyüyor" "4C'ye geçmeyeceğiz" yazılarıyla konvoy eşliğinde bütün kenti gezdiklerini anlattı. Trabzonlu Zehra Saki, Tekel işçilerinin kurum ziyaretleri programını bitirip kent merkezinde bir çadır açmaya hazırlandıklarını anlattı. Trabzonlu emekçiler Mart ayının son haftasında bir dayanışma gecesi düzenlemek için de kolları sıvamış.

Malatya Tek Gıda-İş Şube üyesi Fatma Çelebi, Tekel işçilerinin sorununu anlatmak üzere kentte paneller düzenlediklerini anlattı. Kurum ziyaretlerinin yanı sıra seslerini duyurmak üzere TV programlarına katıldıklarını aktaran Çelebi, kent merkezine iki çadır kurulduğunu, çadırlardan birinde sendika yönetiminin diğerinde işçiler kaldığını söyledi. Sendikanın Batman şubesi Mali Sekreteri Abdullah Direkçi de kent merkezine çadır kurmaya hazırlandıklarını aktardı. 1 Nisan öncesi düzenlenecek basın açıklamalarıyla Batmanlılara destek için çağrı yapacaklarını ifade etti. KENTLERDE B‹LG‹LEND‹RME TOPLANTILARI YAPIYORLAR Samsun’da Çarşamba ve Bafralı işçiler düzenli toplantılarla bir araya geldiklerini ve 1 Nisan için hazırlık yaptıklarını anlattı. Sendikanın Adıyaman şubesinden Leyla Erbil her akşam sendika şubesinde toplantı yaptıklarını anlatırken seslerini duyurmak üzere kentte bildiriler dağıttıklarını belirtiyor. İstanbullu Tekel işçileri sendika yöneticileriyle beraber yaptıkları kurum ziyaretlerinin yanı sıra düzenlenen seminerlerle mücadele stratejilerini tartışma fırsatı buluyor. Tekel işçisi Nilüfer Laçin’in anlattığına göre İzmirli işçilerin programı oldukça yoğun görünüyor. Direnişin öyküsünü anlatan bir sergi açan işçiler valiliğe bir yürüyüş düzenlemeye hazırlanıyor. İşçiler bilgilendirme toplantıları ve seminerlerle 4/C’ye karşı mücadeleyi güçlendirmeye çalışıyor. Tokat Erbaa’dan Karanfil Selçuk kurum ziyaretlerinin yanı sıra 1 Nisan için farklı alanlarda hazırlıklarının sürdüğünü anlattı. Adanalı Cengiz Topaloğlu tüm hazırlık çalışmalarının yanı sıra Antakyalı mücadele arkadaşları gibi komşu kent Antep’teki Çemen Tekstil direnişini ziyaret kararı aldıklarını belirtti. İşçilerin önlerinde direnişle geçecek nisan ayı, bu seneki kutlamalara ruhunu verecekleri 1 Mayıs ve konfederasyonların kararıyla yapılacak olan 26 Mayıs grevi duruyor. Kavga bitti sananlar oldukça yanılacağa benziyor.

‘Buluşmaya hazırlanıyoruz’ Tek G›da-‹fl Genel Baflkan› Mustafa Türkel, 1 Nisan Ankara mitingine iliflkin haz›rl›klar›n› Halk›n Sesi’ne anlatt›. fiubelerin toplant› ve eylemleri sürdürdü¤üne de¤inen Türkel, 24 Mart’ta bir Baflkanlar Kurulu toplant›s›n›n yap›laca¤›n› ve flubelerden gelecek önerilerle önümüzdeki mücadele sürecinin flekillendirilece¤ini söyledi. Mitingin ard›ndan 1 Nisan gecesini Ankara’da geçireceklerini söyleyen Türkel, tüm demokratik kitle örgütlerini ve sendikalar› da 20 fiubat’taki gibi birlikte

sabahlamaya ça¤›rd›klar›n› belirtti. Türkel, bu eylemlerin 7 ay boyunca giderek kitleselleflerek tekrarlanaca¤›n› vurgulad›. Türkel, Tekel iflçilerinin çeflitli illerde AKP’li bakan ve milletvekillerine yönelik eylemleriyle ilgili sorumuzu ise flöyle yan›tlad›: “Tekel iflletmelerinin oldu¤u yerlere Baflbakan ve bakanlar› rahat rahat gidemiyor art›k. Arkadafllar›m›z Ad›yaman’da, Malatya’da, Diyarbak›r’da, Hatay’da, Bitlis’te, Trabzon’da tepkilerini ortaya koydu. Bu tepkiler her geçen gün daha da büyüyecek.”

Yaklaflan 1 May›s’› da çok önemsediklerini belirten Türkel, konfederasyonlar›n 26 May›s’ta yapmay› planlad›klar› grev için de bu 1 May›s sürecinin büyük önem tafl›d›¤›na de¤indi. Türkel, “4 Nisan’da ‘aceleye geldi’ demifllerdi ama 26 May›s’a kadar yeterince vakit var. Konfederasyon baflkanlar› ve sendikalar sorumluluklar›n› yerine getirmeli” dedi. Tekel iflçilerine destek verdikleri için okuldan at›lan 24 ö¤reciyi yaln›z b›rkamayacaklar›n› belirten Türkel, “Tek-G›da-‹fl bu konunun takipçisi olacak” dedi.

İşçi, dediğini yaptı: AKP’ye rahat yok Tekel işçileri Sakarya Meydanı’ndan ayrılırken ‘4/C kalkana kadar AKP’ye rahat yok’ demişti. Diyarbakır’dan Trabzona kadar farklı illerden gelen AKP’li bakan ve vekillere yönelik protesto haberleri işçilerin şakası olmadığını gösterdi ekel işçileri Sakarya Meydanı’ndan ayrılırken artık işçilerden ve Tekel direnişinden kurtulduğunu düşünenler hayal kırıklığına uğradı. İşçilerin AKP’ye gönderdikleri mesajın ciddi olduğu sekiz ayrı kentte AKP’li vekil ve bankalara karşı yapılan protesto eylemleriyle anlaşıldı.

Gönül, Tekel işçileri tarafından protesto sloganlarıyla karşılandı. Samsun'da Bayındırlık ve İskan Bakanı Mustafa Demir'in katıldığı raylı ulaşım sistemi açılışı Tekel işçilerinin eylemine sahne oldu. Bakan’ın 13 Mart’ta kente yaptığı ziyaret sırasında gerçekleşen eylemi engellemeye çalışan polisle işçiler arasında arbede yaşandı.

‹LK EYLEM MUfi’TA İlk eylem Abdülkadir Aksu’nun Muş ziyareti sırasında yapılmış, 'Türkiye Buluşmaları' konulu konferans için Muş'a gelen Aksu, belediye ziyareti sırasında Tekel işçileri tarafından yumurtalarla protesto edilmişti. Tokat'ta çeşitli temaslarda bulunan Bakan Recep Akdağ 7 Mart’ta Büyük Tokat Oteli'nde yapılacak toplantıya giderken Tekel işçileri protesto eylemi yapmıştı. İzmir’de Erzurumlular Kültür ve Dayanışma Vakfı tarafından Erzurum´un düşman işgalinden kurtuluşunun 93´üncü yıl dönümü etkinliklerine katılmak için 12 Mart’ta kente gelen Milli Savunma Bakanı Vecdi

D‹YARBAKIR’DA S‹LAH B‹TL‹S’TE TEHD‹T Tekel işçilerinin en hareketli AKP eylemi ise Diyarbakır’daki oldu. Bağlar ilçesinde Kent Düğün Salonu'nda yapılan ve bölge milletvekillerinin de katıldığı AKP Diyarbakır İl Danışma Meclisi Toplantısı'na girmeye çalışan işçilere AKP’li bir şahıs silah çekti, partililer saldırdı. Saldırılara rağmen işçiler eylemlerini başarıyla gerçekleştirdi. Salona 100 kadar Tekel işçisi girebildi. Tekel işçileri Bitlis’te de AKP’lilerin peşini bırakmadı. 14 Mart’ta belediye binasına açılım ile ilgili toplantı yapmaya gelen AKP’li milletvekillerini 100

T

16

kadar Tekel işçisi karşıladı. Toplantının yapıldığı alanın dışında bir eylem gerçekleştiren işçiler vali ve emniyet müdürü tarafından tehdit edildi. Fakat tehdide pabuç bırakmayan işçiler sağanak yağmur altında 4 saat süren bir eylem yapınca Ergün bir heyetle görüşmek zorunda kaldı. BAKAN YOLUNU DE⁄‹fiT‹RD‹ Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın 14 Mart’ta gerçekleştirdiği Trabzon ziyareti sırasında, Tekel işçileri kent muhalefetiyle beraber eylemdeydi. Trabzon’da Tek Gıda-İş Sendikası önünde buluşan işçiler ve onlara destek verenler, sloganlarla AKP il binasına yürüdü. Eylem nedeniyle Bakan Akdağ, AKP İl Başkanlığı’na yapacağı ziyareti iptal etmek zorunda kaldı. Malatya’ya yaptığı ziyaret sırasında 15 Mart günü yerel kanallardaki programlardan birine konuk olarak katılan AKP Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz, Tekel işçileri ve TKP’liler tarafından protesto edildi.

Tekel işçileri Elazığ’ın yanında A

nkara’da yaptıkları 70 günlük eylemle ülke çapında sadece direnişin değil dayanışmanın da simgesi haline gelen Tekel işçileri Elazığ’daki depremzedeleri yalnız bırakmadı. Tekel direnişi sayesinde yeniden canlanan sınıf dayanışması Sakarya Meydanı’ndan direnişteki işçilerin elinin ulaştığı her köşeye taşınıyor. Tek Gıda-İş Sendikası Bitlis Şubesi Başkanı Can Murat Yenisöz 1 Nisan buluşmasının hazırlıkları sürerken bir yandan da Bitlisli 250 üyelerinin ülkedeki tüm Tekel işçileri adına Elazığ halkına yardım için harekete geçtiğini anlatıyor. İşçiler depremden sonra kendi aralarında topladıkları parayla deprem mağdurlarının ihtiyaçlarını karşıladı. Kısa sürede bir kamyona yakın yardım malzemesi toplandı. Başkan Yenisöz topladıkları parayla aldıkları giyim, gıda ve kırtasiye malzemelerini ülke çapındaki mücadele arkadaşları adına Elazığ halkına ulaştırdıklarını belirtiyor. Yardım malzemeleri konusunda Bitlis esnafının da kendilerine büyük destek verdiğini anlatan Yenisöz dayanışma amacıyla toplanılan malzemeleri götürmek üzere 65 kişilik bir heyet oluşturduklarını, bu heyetin depremzedelere taziye ziyaretinde de bulunacağını belirtti.

İşçiler yeni direnişlerle buluşuyor T ekel işçileri memleketlerine döndükten sonra buralarda süren işçi direnişlerine destek vererek birlikte mücadele örgütlemeye başladı. İzmir’de tedbiren tasfiye kararı alınan TARİŞ Pamuk ve Yağlı Tohumlar Birliği’ne bağlı Çiğli İplik Fabrikası'nda işten çıkarılan 560 işçinin direnişi Tekel işçilerinin desteği ile büyüdü. 3 Mart’ta Ankara'dan otobüslerle İzmir'e dönen Tekel işçileri, doğrudan Genel Müdürlük önüne gelerek, TARİŞ işçileriyle buluştu. İşçiler burada "Tekel-TARİŞ zafere kadar direniş" ve "Asla yalnız yürümeyeceksin" sloganları attı. Tekel işçisi ve Tek Gıdaİş Sendikası üyesi Seçil Çaldıroğlu, Ankara'daki çadırları söktüklerini, 1 Nisan'da tekrar gideceklerini, o tarihe kadar eylemlerini TARİŞ işçisine destek vererek TARİŞ Genel Müdürlüğü önünde sürdüreceklerini söyledi. Antakya ve Adana’daki Tekel işçileri de komşu il G.Antep’te süren Çemen Tekstil direnişine destek vermek üzere buraya bir ziyaret programı oluşturdu. Toplu iş sözleşmesi süreci tıkandığı için 14 Ocak’tan beri grevde olan 525 tekstil işçisi G. Antep’te bulunan Organize Sanayi Bölgesi’nde direnişlerini sürdürüyor.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.