097

Page 1

SAYFA

2

SAYFA

Yakalar›m›z› birlefltirme vakti Beyaz yakal›lar›n ve mavi yakal›lar›n kurtuluflu birbirleriyle buluflmalar›ndan geçiyor

13

SAYFA

Madenciler kenti ateflledi Büyük madenci yürüyüflünün y›ldönümünde eyleme kat›lan Kamil Kartal anlat›yor...

14

Örgütlü tak›m yenilmez Milyon dolarl›k pazarda spor emekçilerinin haklar› yok say›l›yor...

SAYFA

15

Objektif dile gelince Tek bir kareye s›¤mayan anlar›n öyküsüne kulak vermek için foto röportaj...

9 Ocak 2010 • 1 TL

Y›l 4 • Say› 97

EMEKÇİ GÜVENCELİ İŞ, İNSANCA YAŞAM YOLUNDA

Artık dönüş yok

“Ölmek var, dönmek yok!” TEKEL işçileri, güvencesizliği makyajlayan Erdoğan’ın “evinize dönün” diye çıkışmasına bu sloganla yanıt verdi.

‘Yeni’den merhaba Halkın Sesi, dört yıllık yayın hayatı boyunca halkın hak mücadelelerinin devrimci bir muhalefet çizgisi olarak örgütlenmesinin mümkün olduğunu göster meye çalıştı. Hak mücadelelerinin kendi yolunu açtığı, toplumsal muhalefetin ana damarlarından biri haline gelmeye başladığı bir dönemde, yeni bir yıla yenilenerek giriyoruz. Halkın Sesi sokaklardan yüksel meye devam edecek, okurlarının büyüttüğü mücadele ile ilerleyecek, o mücadele ile yenilenmeyi sürdürecek.

‘Yetim hakk›’ yiyen kim?

Tayyip Erdo¤an, güvenceli çal›flma haklar›na sahip ç›kan iflçilere laf att›: “Kusura bakmas›nlar ben tüyü bitmemifl yetimin hakk›n› kimseye yediremem” dedi… fiimdi 800’ü yetim TEKEL iflçisi soruyor: “Yetim hakk› yiyen kim?” Tafleronlaflt›rmaya ve

10 bin TEKEL iflçisi...

Bizim doktorumuz iflini...

EKEL işçileri yeni yıla direnişle girdi. Halkın Sesi, TEKEL işçilerinin örgütü Tek Gıda-İş sendikasının başkanı Mustafa Türkel’le direnişin geldiği aşama ve emek hareketinin durumu üzerine bir söyleşi yaptı. YÖRSAN’da, Çay-Kur’da, TEKEL’de hükümetin başını ağrıtan direnişlere önderlik eden Türkel, “Bir uyanış döneminin başladığına inanıyorum. Biz TEKEL’le bu yolu açıyoruz” diyor. Peki TEKEL işçisinin zoru neydi de, yağmurda yaşta, karda kışta bu yol açma işine soyundu? Söyleşimizde bu sorunun yanıtını bulacaksınız. S. 11

2009’da Türkiye, neoliberal dönüşüm sürecinde tasfiye ve yeniden yapılandırma operasyonuna tanık oldu S. 4

Dünya halkları 2009’da krizin yıkımıyla sarsıldı. Savaşta yeni cepheler açıldı. Direniş hep vardı. S. 5

Süheyla E. Tezel / Sayfa 7

T

2009’un ard›ndan...

Dünyada 2009

Çi¤dem Çidaml› / Sayfa 2

Türkel direnifli anlatt›

Güvencesizler aya¤a kalk›yor TEKEL işçisinin kararlılığı, AKP’nin emeğe yönelik güvencesizleştirme saldırısına karşı mücadeleye yol gösteriyor S. 16

Mustafa Eberliköse / Sayfa 8

AKP’nin yetimi

AKP’nin yeni y›l hediyesi: Zamlar

hak kayb›na direnen iflçiler mi, yoksa AKP’nin sa¤l›ktan itfaiyecili¤e kamusal hizmetleri peflkefl çekti¤i tafleron flirketler mi? ‹flsizli¤e terk edilen iflçiler mi, yoksa AKP’nin iflsizlik sigortas› fonunu peflkefl çekti¤i patronlar m›?

Tufan Sertlek / Sayfa 9

Tepeden inen haklar!

Selendi’de Romanlara ›rkç› sald›r›

B

aşbakanları 7 yıldızlı otellerde eğlenirken işçiler sokaklarda kurdukları direniş çadırlarında yeni yılı karşıladı. Hem de ne karşılama. İşçiler, işten atılmalar, güvencesizleştirmeler yetmiyormuş gibi bir de üzerine zam yağmuruna tutuldu. Asgari ücretlerine, emekli ve memur maaşlarına düşük zamlar alan halk zammın büyüğünü yılbaşı gecesi gördü ve bu yıl boyunca da görmeye devam edecek S. 8

M

anisa’nın Selendi ilçesinde yılbaşı gecesi başlayan gerginlik Romanlara ırkçı saldırıya dönüştü. Romanların ev ve arabaları taşlandı. Roman vatandaşlar 30 yıldır yaşadıkları Selendi’yi terk etmek zorunda kaldı. Saldırıda ilçenin MHP’li belediye başkanının kışkırtması olduğu söylendi. S. 3

Ulafl›m zamm› Halkevciler, Ankara’da ulaşıma yapılan zamları parasız ulaşım haklarını kullanarak protesto etti. S. 6

Filistin’e özgürlük ‹srail’e boykot Boykot kampanyası, solun Filistin davası ile bağlarını nostaljik değinmelerin ötesine taşıma şansı veriyor

F

ilistin İçin İsrail'e Karşı Boykot Girişimi, İsrail'in Gazze'ye yönelik büyük saldırısının birinci yıldönümüne denk gelen 27 Aralık günü İstiklal Caddesi'nde kitlesel bir yürüyüş düzenleyerek,

Türkiye-İsrail ikili ilişkilerinin kesilmesi hedefiyle bir Boykot kampanyası başlatıldığını ilan etti. Çok sayıda ilerici emek örgütü ve sol siyasi yapının bir araya gelmesiyle oluşan ve önümüzdeki dönemde

yeni katılımlarla genişlemesi beklenen Girişim, İsrail saldırganlığına ve Türkiye’deki işbirlikçilerine karşı somut hedefleri olan, sürekli ve etkili bir mücadele çizgisi oluşturmayı hedefliyor... S. 12

Asgari zam Hükümet kepçeyle alıp kaşıkla veriyor. Asgari ücrete yaptığı zamma emekçiler tepkili S. 9


2

MEDYA 9 Ocak 2010 / 21 Ocak 2010

Halk›n Sesi

10 bin TEKEL iflçisi 1.5 milyon iflsiz T

arih öğreticidir. Üstelik bu tarih, sermayenin topyekûn saldırıları karşısında zayıf düşerek parçalanmış bir sınıfın, işçi sınıfının yakın direniş tarihiyse, daha da öğreticidir. 26 Eylül 2006. Antalya Serbest Bölge. Üç buçuk yıl önce, Novamed GMBH fabrikasında çalışan 81 kadın işçi, hiçbir grevin yaşanmadığı bir dönemde sendikalaşma hakları için greve çıktı. 81 kadın işçi, tam bir yıl boyunca, çokuluslu şirketin ve ailelerinin baskılarına inat, kimsenin kolay kolay giremediği serbest üretim bölgesinde, gözlerden uzak bir grev çadırında direnişlerini sürdürdü. Grev, birinci yılına yaklaşırken, örneğine pek rastlanmayan bir dayanışma kampanyası, grevin kaderini değiştirdi. “Novamed Greviyle Dayanışma Kadın Platformu", kadın işçilerin direnişini, Türkiye’nin birçok kentindeki binlerce kadının davası haline getirdi. İşçi olarak çalışmaları bile mubah görülmeyen ve direnişleri kamuya kapalı bir serbest bölgeye hapsolan 81 kadın işçi, dayanışma Çi¤dem platformu sayesinde, sayısal güçÇidaml› leriyle orantısızca artan bir toplumsal etkiye kavuştu. cigdem@ Çokuluslu şirketin sendikasız sendika.org çalışmaya mahkûm ettiği kadın işçilerin sesi, İstanbul’daki şirket genel merkezindeki gösterilerle; İzmir, İstanbul, İzmit, Ankara, Adana, Antalya ve Antakya gibi birçok kentteki stantlar, dayanışma bildirileri, dayanışma kartları ve eylemlerle ülkeye ve dünyaya yayıldı. “Ucuz işçi olmaya, güvencesiz çalışmaya, sendikasızlaştırılmaya, kimyasal maddelerle zehirlenmeye, kadın olmak yüzünden aşağılanmaya hayır” diyerek yükselen direniş, "Hepimiz NovamedliyizHepimiz Grevdeyiz" diyen Türk ve Kürt kadınlar sayesinde 448. gününde toplu sözleşme ve sendika hakkının elde edilmesiyle sonuçlandı. Novamed grevi, serbest bölgelerdeki ucuz ve güvencesiz kadın emeği sömürüsüne karşı mücadelenin ortak vicdanı ve çarpıcı bir dayanışma hareketi örneği olarak, işçi ve kadın hareketi tarihindeki öğretici yerini aldı. Novamed direnişinden üç yıl sonra, yarısı kadın 10 bin Tekel işçisinin direnişi Ankara'nın orta yerinde bir aydır sürüyor. Tekel işçileri, kış ayazındaki direnişleriyle daha ilk günden tüm ülkenin vicdanı haline geldiler. 40’ı aşkın işletme ve 27 merkezdeki Tekel işçilerinin, aileleriyle ve ekim-satış olanaklarını yitiren on binlerce üzüm ve tütün köylüsüyle, çok önemli bir toplumsal gücü temsil ettikleri açık. Nitekim bu gücün AKP iktidarını yıpratmak bakımından temsil ettiği siyasal anlamı kavrayan CHP ve MHP gibi partiler de daha ilk günden işçileri kuşatıyorlar. İşten çıkartılan insanların sessizce evlerine çekildiği önceki özelleştirme ve güvencesizleştirme süreçlerinden farklı olarak Tekel ve itfaiye işçileri gibi öncü belirtilerle ortaya çıkmaya başlayan toplumsal kaynaşma, 1989 Bahar Eylemleri’nde yaşanana benzer bir siyasal ortam yaratıyor. Bir yandan sola yatkın ve aşağıdan işçi dinamiklerinin güçlenme zeminleri belirginleşirken, öte yandan avuçları kaşınan muhalif sağ partilerin sendikal hareketin tepe noktaları üzerindeki maniplasyon kanalları genişliyor. Erdoğan’ın direnişteki Tekel işçilerine “ideolojik grev” sözleriyle saldırması da her fırsatta sergilediği emek düşmanı kabadayılığından çok, bugün aslen düzen içi muhalefet tezlerinin yönlendirmesi altında olsa bile, işçi sınıfı tepkilerinde baş göstermeye başlayan siyasallaşma karşısında duyduğu ürküntüden kaynaklanıyor. Erdoğan’ı ürküten, düzen içi partilerin avucunu kaşındıran ve önümüzdeki günlerde gündeme gelecek yeni emek karşıtı saldırılarla birlikte daha da yaygınlaşacağı açıkça görülen bu siyasallaşma süreci karşısında Türkiye solu zaten yapması zorunlu olan basit dayanışma etkinlikleri dışında ne yapıyor? Türkiye solu, 1989 Bahar Eylemleri’ni aşma potansiyeline sahip olan bir işçi dalgasının doğum sancılarını temsil eden 11 bin kişilik bir işçi direnişi karşısında, en basitinden Novamed grevinde 81 kadın işçiyle birlikte başarılmış olanı başaramaz mı? Türkiye’nin bağımlılık ilişkileri tarihinde yüklü bir simgeselliği olan Tekel gibi bir işletmenin, çokuluslu British American Tobacco Şirketi’ne üç yıllık kar bedeli karşılığında peşkeş çekilmesi ile 11 bin Tekel işçisinin 4-C köleliğine mahkûm edilmesi arasındaki dolaysız bağlantının, güvencesiz çalışmaya karşı mücadelenin politikleşmesi bakımından sunduğu olanaklar son derece açık. Emperyalist tekellerin güvencesiz çalışmaya ve işsizliğe sürüklediği Tekel işçisinin direnişinin, sadece son bir yıl içinde 1,5 mil yonu aşkın insanın doğrudan doğruya emperyalist kriz yüzünden işsiz kaldığı bir ülkenin başkentinde sürmesi sola ne anlatmaktadır? Halkın temel yaşamsal ihtiyaçlarına yapılan zamlar ve kamusal hizmetlerin tasfiyesine karşı mücadele ile kamunun elinde kalan son büyük işletmelerden birisi olan Tekel’in işçilerinin güvencesizleştirmeye karşı mücadelesi arasında dolaysız bir bağlantı olduğu ve bu bağlantının sosyal hak mücadelelerinin “yeni ve demokratik bir kamu talebinin” ayaklarını basacağı güçlü bir zemin oluşturduğu da yeterince açıktır. Sağlık hakkı mücadelesinin HSGGP öncülüğünde yaygınlaştırdığı, “Sağlıkta taşeron olmaz” sloganı, işçilerin ve tüm halkın güvenceli ve onurlu bir yaşam birleşik talebi olarak, Tekel ve itfaiye işçilerinin güvencesizliğe karşı direnişinin yardımıyla “kamuda taşeron olmaz” sloganıyla genelleştirilebilir. Emekçi sınıflar AKP hükümeti eliyle süren neo-liberal programı politik olarak geriletebilir. Tarih şaşırtıcıdır: Türkiye işçi sınıfın en eski bileşenlerinden birisi olan Tekel işçisi, ironik biçimde, yeni işçi kitlesinin mücadele talepleriyle yeni bir işçi baharını zorlamaktadır. 1906’da Abdülhamit döneminin en baskıcı günlerinde başlayan ve ücret artışı taleplerini elde ederek başarıyla sonuçlanan İstanbul Cibali Tütün grevi, Türkiye’nin tamamlanmamış burjuva demokratik devriminin önünü açan 1908 grevlerini tetiklemişti. Cibali Tütün Fabrikası, 90’larda gündeme gelen yoğun emek karşıtı saldırılar ve kentsel dönüşüm planlarıyla özel üniversiteye dönüştürüldü, karşı kıyısındaki kamu tersanelerinden Tuzla’ya sürülürken güvencesizleştirilen tersane işçileri şimdi her gün ölümle yüzleşiyor. Haliç’in “soylulaştırılan” iki yakasında 1989 Bahar Eylemleri’nden bu yana yankılanmaya devam eden işçi sloganları, solu yirmi yıl öncekinden çok daha zorlu bir göreve, yeni işçi sınıfının birleşik düzen-dışı siyasal mücadele odaklarını yaratmaya davet ediyor.

Dizilerin gerçek başrol oyuncuları Her akşam birine takıldığımız dizilerin nasıl bir emek sömürüsüyle ortaya çıkarıldığını biliyor muyuz? Bilgilerimizi güncelledikten sonra kendimize sormamız gerekiyor: Dizilerin gerçek başrol oyuncuları kim?

Z

ehra Sezgin ve Tülay Ergeldi çalıştıkları ‘Sonbahar’ dizisinin setinden dönerken İstanbul Gaziosmanpaşa’da meydana gelen trafik kazasında yaşamlarını yitirdiler. Ağır çalışma koşulları ve aşırı yorgunluğun yol açtığı kazada set kuaförü Deniz Altuntaş da yaralandı. Zehra henüz 20, Tülay ise 24 yaşındaydı. Tarih iki yıl önce aralık ayıydı… Yardımcı yönetmenliğini yaptığı ‘Aynadaki düşman: Teşkilat’ dizisinin setinde kalp krizi geçiren yardımcı yönetmen Abdullah Baykal hastaneye götürülürken yolda yaşamını yitirdi. Tarih geçen yıl nisan ayıydı. Sinema, tiyatro oyuncusu, Asmalı Konak dizisinin Haydar’ı, Yaman Tarcan Kadıköy’de yaşadığı evde babasına ait beylik tabancasıyla intihar ederek yaşamını sonlandırdı. Yakınlarına göre yaklaşık bir yıldır işsiz olan Tarcan bu duruma daha fazla dayanamamıştı. Tarih geçen yıl nisan ayıydı. Sinema-TV sektöründe figüranlık yaparak çalışan Fatma Elif Develi’nin kalbi, ağır çalışılan bir günün akşamında ‘Ömre Bedel’ dizisinin setinde durdu. Tarih geçen yıl ağustos ayıydı. Bir ay komada kalan

Develi bugün eşini ve çocuklarını tanımıyor, hiç bir şey hatırlamıyor. Onların hikayeleri her akşam beyazcamdan bize bakan dizilerin nasıl büyük bir emek sömürüsüne yaslanarak ortaya çıkarıldığını ortaya koyuyor. Sinema-TV sektörünün emekçilerinin hikayelerine neden olan ağır çalışma koşulları bu vahim olaylara rağmen fütursuzca devam ediyor. Büyük bölümü sigortasız çalıştırılıyor. 90 dakikalık diziler bir haftada

Medyay› sobeliyoruz Sevgili Halkın Sesi okurları, Yenilenen gazetemizin yeniliklerinden biri de bu medya köşesi oldu. Her sayı burada hayatımızı kuşatmış kitle iletişim araçlarıyla ilgili eleştirilere yer ayıracağız. Mevcut kitle iletişim araçlarının ideolojik, politik ve kültürel tahakkümünü deşifre etmeye çalışırken nasıl bir dünyada yaşamak istemediğimiz ve nasıl bir dünyada yaşamak istediğimiz sorularını cevap-

lamak yolunda yeni kapılar aralamış olacağız. Dolayısıyla da nasıl bir medya istemediğimizi aktarırken kendi medyalarımızı kurmanın yollarını arayacağız. Bu köşenin sizden gelen öneriler ve yazılar doğrultusunda zenginleşeceğine inanıyoruz. Bize yazmayı ihmal etmeyin… Yazılarınız için, editor.halkinsesi@gmail.com adresinden bize ulaşabilirsiniz.

yayına yetişsin diye uykusuz ve yorgun olarak saatlerce oradan oradan koşturuluyorlar. Çoğu, kriz bahanesiyle bırakalım mesai ücretlerini normal ücretlerini dahi alamıyorlar. DİSK’e bağlı Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen) sektördeki bu çalışma koşullarına karşı dişe diş bir mücadele yürütüyor. Sendikanın yayınladığı son sektör çalışma raporu sömürüyü ortaya koyuyor: I TV kanallarının taşeron yapımcılara yaptırttığı bütün dizi film setlerindeki çalışma koşulları Türkiye’de başka hiçbir sektörde görülmeyecek kadar ağırdır. Haftalık olarak çekilen dizilerde ortalama çalışma süresi yaklaşık olarak 16-18 saattir. Bu çalışmalarda hiçbir ekip fazla mesai ücreti alamamaktadır. Setlerde çocuk oyuncular dahi uygun olmayan koşullarda ve saatlerce çalıştırılmaktadır. Devlet kuruluşu TRT’nin dışarıya yaptırdığı bütün işlerde dahi film ekipleri sigortasız çalışmak zorunda kalmaktadır. İlgili bakanlıklar ve TRT bu ekiplerde çalışanların sigortalı olup olmadıklarını da kontrol etmemektedir. I İnsanlık dışı ağır çalışma koşulları, yorgunluk, uykusuzluk ve stres yüzünden geçen yıl 3 kişi

iş kazasında öldü; 1 kişi intihar etti ve 1 kişi de kalp krizi geçirip öldü. Sayısız iş kazası yaşandı. Setlerde sağlık araçları ve sağlık ekipleri bulunmadığı için, yorgunluk ve stres yüzünden bayılan ve acil yardım yapılamayan bir kadın oyuncu günlerce komada kaldı. I Sinema-TV alanı için yapılmış bir iş yasasına göre çalışanların tanımları yapılmadığı için, mahkemeler film setlerinde çalışanları daha çok TV kanallarında aylık ücretli çalışan hizmetliler gibi değerlendiriyor ve çoğunlukla onları işçi statüsünde görmüyor. I TV kanalları ve yapımcılar sigortasız çalıştırdıkları ekiplerin ücretlerini ödemeden ve toplu olarak işten atmaya da devam ediyorlar. Sinema Emekçileri Sendikası bu yüzden ekim ayında bir hukuk birimi kurdu. Hukuk birimine iki ay içinde 20 dava başvurusu yapıldı. Davaları, 5-15 bölüm ücretini alamamış ve toplu olarak işten atılmış çalışanlar açtı. Tüm bu bilgilerden sonra dizilerin gerçek başrol oyuncuları kim dersiniz? Kameraların sürekli takip ettiği yıldız isimler mi, yoksa o dizileri var ederken sağlıklarından hatta hayatlarından olan emekçiler mi?

Yakalarımızı birleştirme vakti Çalışma hayatı içerisinde sayıları her geçen gün artan beyaz yakalıların yani ofis emekçilerinin kurtuluşu birbirleriyle ve mavi yakalılarla biraraya gelmelerinden geçiyor beyazyakakosesi@gmail.com

B

eyaz yakalı kavramı 1980’li yıllarda gündelik hayatımızda sıkça telaffuz edilmeye başlandığında liberalizme nasıl da gün doğmuştu. Reagan-Thatcher-Özal döneminin neo-liberal ideologları sosyalist rejimlerin çözülmesini fırsat bilmişti. İstihdam içinde hizmetler sektörünün genişleyip geleneksel sanayinin düşüşünü işçi sınıfının tarih sahnesinden çekilmesi olarak dosta düşmana yutturmuştu. Kabul etmek gerekirse “Elveda proleterya” tezleri etki yaratmakta hiç de başarısız olmamış hatta solun bir bölümünü dahi emekçiler dışında yeni toplumsal özne arayışlarına yönlendirmişti. Bu tezlerin savunucuları hala tedavülde olsalar da artık köprünün altından çok suların

Beyaz Mavi Yaka Hayat aktı. Neo-liberalizmin dünyada nasıl (yeni tip) bir işçileşme dalgası yarattığı kısa sürede ortaya çıktı. Bu arada hizmetler sektörünün genişlemesinin de emekçi kitlelerinin azaldığının kanıtı ola-

mayacağı bu sektördeki çalışanların sınıfsal konumlarının gitgide netleşmesiyle belirginleşmiş oldu. Evet, kimse kandırmaya kalkmasındı çünkü onlar da bal gibi işçiydi… Üretim bantının yerine klavyelerin geçmesi emek sömürüsünü zerre kadar ortadan kaldırmıyordu! Sevgili Halkın Sesi okurları, iki haftada bir bu köşede işte tam da bu yakanın, beyaz yakanın hikayesini anlatmaya çalışacağız. Birçoğu kendilerini ‘personel’, ‘eleman’ gibi ifadelerle tanımlasalar da yaşadıkları emek sömürüsü nedeniyle bizzat işçi olan hatta iş yasaları tarafından dahi açıkça işçi olarak tanımlanan beyaz yakalıların hikayesini… Geceleri rüyasında işlemleri gören finans sektörü, banka çalışanlarının; sakin ve anlayışlı olma zorunluluğu yüzünden sinir sistemleri alt üst olan çağrı merkezi çalışanlarının; fikri yaratıcılıklarına tecavüz edilen medya emekçilerinin; büro-şantiye koşturmacasında düzgün bir uykuya hasret mühendislerin; hayalet gibi davranılan teknik elemanların; nefret ettikleri müşterilerinin karşısında sürekli güleryüzlü olma zorunluluğuyla gerçek kahkahaları özleyen müşteri temsilcilerinin, halkla ilişkilercilerin hikayesini … Sabah erken saatlerde yola düşüp servislerle, otobüslerle, dolmuşlarla kendini işyerine atan, akşam beyni sulanmış halde “bir dizi izleyip kafamı boşaltıp sonra yatayım” planıyla evlerine dönenlerin hikayesini… Maaşları sürekli eriyen, mesaileri kısılan, çalışma saatleri uzatılan; kira, faturalar, ev harcamaları derken ay sonunu zor getirenlerin… Çalışma koşulları nedeniyle sürekli psikolojik sorun-

larla mücadele etmek zorunda kalanların… Hayata yabancılaşmayı, hem de bizzat farkında olarak, film gibi izleyerek yaşayanların… Bizim yakanın hikayesinde kendimizi ve birbirimizi daha iyi anlamaya, sorunlarımızı paylaşarak üstesinden gelmeye çalışacağız. Biliyoruz ki bir araya geldiğimizde gücümüzün farkına varacağız, yalnızlığımızdan sıyrılacak, daha mutlu, daha umutlu bir hayatın kapılarını aralayacağız. Bu köşede sorunlarımız kadar mücadele deneyimlerimizi de birbirimizle paylaşacağız. IBM çalışanlarından ATV-Sabah grevcilerine, İMKB (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) çalışanlarından çağrı merkezi emekçilerine oradan mimar, mühendis ve şehir plancılarına kadar örgütlenme çalışmalarını bizzat bu kesimlerin kendilerinden dinleyeceğiz. Yeni örgütlenme çabalarının peşine düşeceğiz. Hem beyaz yakalıların kendi içerisindeki hem de bizlerin mavi yakalılarla tek bir sınıfın bileşenleri olarak mücadele pratiklerini ortaklaştırmanın yollarını arayacağız. Üzerimizdeki şık kıyafetlerin ve monitör başında çalışmamızın emeğimizin sömürüsü açısından hiçbir ayırt edici özelliğinin olmadığını, kurtuluşumuzun mavi yakalılarla el ele verip “Hepimiz işçiyiz, birleşirsek yeri yerinden oynatırız” dediğimizde geleceğini deneyimleyeceğiz. Bu köşe biz beyaz yakalıların duvar yazısı köşesi olacak. Bu yüzden her tür görüş, öneri, duyuru, deneyim aktarımı ve tanıtımı içeren yazılarınızı e-posta adresimize bekliyoruz. Haydi, klavyenin tuşlarını bir kez de kendi kurtuluşumuz için kullanalım…


3

GÜNDEM 9 Ocak 2010 / 21 Ocak 2010

Halk›n Sesi

Karargahta iktidar savaşı 25 Aralık 2009’da, Seferberlik Ankara Bölge Başkanlığı’na şaşırtıcı bir baskın düzenlendi. Ankara Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili, yanında 4 savcı ve terörle mücadele polisleriyle birlikte, ‘Bülent Arınç’a suikast vakası’nı izleyerek karargahta arama yaptı. Ancak savcıların gizli belgelerin saklandığı “kozmik oda”yı aramalarına izin verilmedi. Bunu üzerine Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi hakimi Kadir Kayan yasal yetkili olarak olaya el koydu ve o günden beri karargahta aramalarını sürdürüyor. Genelkurmay gelişmeler karşısında, hukuka ve demokrasiye saygı çerçevesinde bir tavır takındığını bildirerek, yargıcın işini kolaylaştıracak olanakları yarattı. Aramalar doğrudan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ve 2. Başkan Hasan Iğsız’ın yakın takibiyle sürdürülüyor. Karargah baskını, 1950’lerden beri ülkeye damgasını vuran devlet geleneğinde çarpıcı bir dönüm noktasını oluşturuyor. Bu süreçte devletin yönetme alışkanlıkları, kurum ve kurallarının oluşumu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) belirleyici etkisiyle örgütlenmişti. TSK, devlet ve toplum yaşamında mutlak belirleyici bir güç olarak yer edinmişti. İşte “sanki alelade bir terör örgütüne” baskın düzenler gibi girilen Seferberlik Ankara Bölge Başkanlığı, ta ki AKP iktidarına dek, 1952’den beri bu devlet ve ordu geleneğinin kurucu çekirdeğini oluşturdu. “Kurumlar arası çatışma” ya da “büyük bir dönüşüm sürecinin doğum sancıları” olarak nitelenen bu olayların arkasında neler yer alıyor? Olup bitenler, nasıl bir iktidar savaşımının unsurları olarak gündeme geliyor? ‘Ergenekon’ adıyla gündeme gelen operasyonlar dizisi, kontrgerillanın özellikle 1990’lardan sonra oluşan yapı ve eklentilerinin tasfiyesi niyetiyle başlatıldı. Neoliberal dönüşümle simgelenen yeni iktidar ilişkilerinin odağına yerleşmeye çalışan AKP’nin önündeki en ciddi engellerden biri, bu eski kontrgerilla uzantıları olarak

K

ontrgerillanın yeniden yapılandırılması ekseninde iktidar çatışmaları şiddetleniyor. Ergenekon’la başlayan operasyon, Seferberlik Ankara Bölge Başkanlığı’na uzandı. AKP, iktidarının kurumsal temellerini güçlendirirken, TSK sürekli inisiyatif yitiriyor

Özel Kuvvetler Komutanlığı: Kontrgerilla 1952’de TSK Genelkurmay yapısında Seferberlik Tetkik Kurulu olarak kuruldu. 1965’te Özel Harp Dairesi’ne, 1992’de Özel Kuvvetler Komutanlığı’na dönüştürüldü. Doğrudan ABD’li uzmanlar tarafından kuruldu, kadroları eğitildi, hatta 1970’lere kadar maaşları verildi. Ülke koşullarına ve devletin güvenlik konseptine göre yapısı, işlevi ve tarzı değişti. TSK’nın bir iç savaş ordusu olarak örgütlenmesi görevleriyle donatıldı. ’60 ve ‘70’lerde komünizme karşı kontrgerilla mücadelesini yürüten Özel Harp Dairesi olarak örgütlenmişken, 1990’lar PKK’ye karşı daire tipi bir yapılanma yetmediğinden komutanlık olarak örgütlendi. Kontrgerilla üç yapılanmadan oluşur. Birincisi,

görüldü. 2007’de Ümraniye’de bir evde cephanelik bulunmasıyla başlayan operasyonlar, akademisyenler, bürokratlar, öğretim üyeleri, gazeteciler, bilimciler, düşük rütbeli askerle başlayarak sonunda kuvvet komutanlarına dek uzandı. Mafya bağlantılı polis ve Erzincan MİT operasyonlarıyla hedef kitle genişletildi. En sonunda Seferberlik Ankara Bölge Başkanlığı’na da yönelerek toplam

Seferberlik Tetkik Kurulu’dur. Kontrgerillanın ilk adıyla karıştırılmasın. Bu kurul özellikle ‘90’lardan son büyütülen kontrgerillanın sivil yapılanmasıdır. Şu sıralar Ergenekon operasyonları daha çok bu türden yapıları hedefliyor. İkincisi, Muharebe Arama Kurtarma Birliği’dir (MAK). Bu birlik iyi yetişmiş subay ve astsubaylardan oluşur. Üçüncüsü ise, Bordo Bereliler denilen özel kuvvet tugaylarıdır. Bunların görevleri, “düşman işgalinde özel savaş” çerçevesinde tanımlansa da inandırıcı olmuyor. Yer altı ve yer üstü unsurlarıyla olağan üstü olanak ve yeteneklerle donatılmış bu aygıtın, halka karşı bütün operasyonlarda üstlendiği özel görevlerle adı sıkça geçiyor.

bir ilişkiler ağının bütünü baskı altına alınmış oldu. Binlerce insanı kapsayan çok yönlü bir tasfiye ve manipülasyon aracına dönüşen operasyonla, kontrgerillanın onlarca yıllık gelenek, birikim ve hareket tarzı devşirilip yenilenerek, AKP iktidarına taze kan kazandırılıyor. Öyle ki, bir zamanlar bu tarzın tekeline sahip olan kurumun komutanı Genelkurmay Başkanı Başbuğ bile, psikolojik bir yıpratma harekatıyla karşı karıya

olduğundan yakınıyor. Sadece yakınmakla kalmıyor, sık sık devlet kurumları arasındaki olması gereken uyumdan söz ederek, aslında karşı tarafı AKP ve TSK arasındaki mutabakata sadakate çağırıyor. Mutabakat, neoliberal projelerin ve emperyalist bölge projelerinin öngördüğü yeni düzenin ortaya çıkmasında TSK’nın da üzerine düşenleri yapmasını gerektiriyor. Bu yükümlülük, TSK’nın

yeniden yapılanmasını zorunlu kılıyor. Eski TSK yapıları ve kontrgerilla uzantıları, aynı zamanda TSK’nın stratejik hedefleri açısında da engel teşkil ediyor. Fethullah Gülen-İrtica Planı, Poyrazköy, Kafes operasyonuyla gündeme gelen ilişki ağlarının TSK’nın stratejik çıkarlarıyla pek bağdaşır yanı yok. İşte sorun bu noktada açığa çıkıyor. ABD’nin denetiminde AKP ve TSK, bir yandan yeni iktidar olanaklarına daha fazla sahip olmak için birbiriyle dalaşırken öte yandan da yeni bir egemenlik ve devlet biçiminin ortaya çıkarılmasında görevler üstleniyorlar. Bütün iktidar savaşımlarının doğasında olduğu gibi, çatışma ve ittifaklardan oluşan gerilimli bir süreci yönetmeye çalışıyorlar. Halka, emeğe ve toplumsal muhalefete karşı politikalarda tam bir mutabakat sağlarken, kendi aralarında bazen bel altından vuruyorlar. Ta ki yeni devlet yapısı ve siyasal rejim biçimi ortaya çıkıp oturuncaya kadar bu çatışmalı süreç sürecek gibi görünüyor. Kaldı ki yeni biçimlenme bu çatışmaların sonucuna sıkı sıkıya bağlı görünüyor. Örneğin uzun zamandır gündemde olmasına karşın, “Kamu Güvenliği Müsteşarlığı”nın İçişleri Bakanlığına bağlı bir kurum olarak kurulması bir türlü hayata geçmedi. Kontrgerilla çekirdeğinin yenilenerek yer değiştirmesi ve bunun da güçler dengesi ve mutabakatla sağlanması, bir hayli zaman alacak gibi görünüyor. Çünkü güçler dengesi, sadece basit kadrosal yenilenmeyle değil, MİT ve polise ağır silah alımı geriliminde de görüldüğü gibi, güç ve yetki tekellerinin de yer değiştirmesiyle sağlanıyor. Bir yandan karargahta baskın sürerken, diğer yandan Meclis’te silah yetki kavgaları veriliyor. Öte yandan da Başbakan Erdoğan’la Orgeneral Başbuğ Genelkurmay’da simgesel mutabakat görüşmeleri yapıyorlar. Süreç bir süre daha böyle gideceğe benziyor.

Romanlara ırkçı saldırı M

anisa’nın Selendi ilçesinde yılbaşı gecesi bir kahvecinin “Çingenelere çay yok” sözüyle başlayan gerginlik, Romanlara yönelik ırkçı saldırıya dönüştü. Selendi’de yılbaşı gecesi meydana gelen kavgada oğlu dövülen Necdet Uçkun, gözaltına alınan oğlunun yanına gitmiş ve karakolda kalp krizi geçirerek yaşamını yitirmişti. Kavgada camı kırılan kahvenin 5 Ocak’ta açılması üzerine Roman Uçkun’un yakınları kahveye geldi ve kavga yeniden başladı. Akşam saatlerinde kent meydanında toplanan yaklaşık 1000 kişi, tekbir getirerek Romanların yaşadığı mahalleye saldırdı. “Selendi bizimdir bizim kalacak” ve “Romanları istemiyoruz” sloganları atan saldırganlar, Romanlara ait ev ve arabaları taşladı. 15'i çocuk, 20'si kadın 74 Roman vatandaş, Gördes’e gönderildi. Romanların ifadelerine göre saldırıyı organize edenlerden biri de MHP’li Selendi Belediye Başkanı Nurullah Savaş. Savaş’ın halkı anons yaparak kent meydanına topladığını iddia eden Roman vatandaşlar akşam saatlerinde saldırıların başladığını belirtiyor. Türkiye’deki her linç girişiminde olduğu gibi saldırganlara yine müdahale edilmedi. Polis, saldırganları “sakinleştirmekle” yetinirken Devlet Bakanı Faruk Çelik, olayda ölen olmadığı için ‘sevindi’. Manisa Valisi ise ırkçı bir açıklama yaparak ‘Roman halkının yaşam tarzını çağa uygun’ bulmadı. Halkevleri konuya dair bir açıklama yayınlayarak yükselen ırkçı-şovenist eylemlerin, linç girişimlerinin başlıca sorumlularının, yaşananları başta “sabrı taşan vatandaşın tepkisi” olarak nitelendiren Başbakan olmak üzere devlet görevlileri olduğunu vurguladı. Halkevleri'nin açıklamasında "düzenin halkları birbirine düşürdüğü, Kürtlere ev, Çingenelere çay verilmeyen bir ülkede yeniden kardeşleşme daha acil bir görev olarak karşımızda durmaktadır" denildi.

Hakk›n› bilen ve hakk›n› alan bir hareket 010 sürprizle başlamadı. AKP, 1 Ocak’ta nelerin olacağını birkaç ay öncesinden haber vermişti; vergiler arttırılarak her şey zamlanacak, maaş artışları çok düşük tutulacak, güvenceli iş kalmayacak ve işsizlik yaygınlaştırılacak. Türkiye benzindeki vergi yükü açısından dünyada birinci sırada bulunuyor. Son yapılan yüzde 7,1’lik zamla birlikte benzindeki vergi yükü yüzde 70'i buldu. Otoyol ve köprü geçiş fiyatlarına ortalama yüzde 14 oranında zam yapıldı. Sigara ve tütün ürünlerinde vergi artışı iki yönden yapıldı. Sigaradaki vergi oranı yüzde 58'den 63'e çıktı. Sigaradan alınan asgari maktu vergi tutarı da 30 kuruşa yakın arttı. Yeni yılın damga vergisi ve bazı maktu harç tutarları yüzde 10 artırıldı. Zamlar bunlarla sınırlı kalmayacak elbette. Eskiden zam yapmanın nedeni olarak girdi maliyetlerindeki artışlar gerekçe gösterilirdi; oysa bu zamların nedeni AKP’nin 2010 bütçesiyle dolaylı vergileri ve oranlarını artırması. 2010 yılı bütçesinin giderleri 286 milyar, gelirleri 236 milyar, açığı da 50 milyar lira olacak. Açık vermesi üzerine kurulmuş bütçenin gelirlerinin 193 milyar TL’si ise vergilerden toplanacak. Bir önceki yıl örnektir. Hükümet 2009 yılı bütçe açığını 63 milyar TL olarak açıkladı. Oysa 2009 yılının başında AKP’nin bütçe açığı tahmini 10 milyar TL idi. Yani 2010 bütçesi için tahmin edilen 50 milyarlık açık da kat be kat artacak, bu da yıl içinde yeni zamlar anlamına gelecek. Diğer taraftan; asgari ücret yılın ilk yarısında yüzde 5,2, ikinci yarısında ise yüzde 4,3 artırıldı. Kamu çalışanlarının maaşlarına

2

Ocak ayında yüzde 2,5; Temmuz ayında da yüzde 2,5 artış yapılacak. Enflasyon farkı zammı da 1,5 ile 5,5 TL arasında. Uzun lafa gerek yok; çay kaşığı ile verip kepçe ile almaya başladılar bile. Ülkemizin zaten kronik sorunu olan işsizlik, krizle birlikte % 10’lardan % 14’lere çıktı. Gerek Orta Vadeli Program’da, gerekse İŞKUR’un tahminlerinde 2010’da işsizliğin azalacağı beklentisi yok. Buna mukabil sermaye cephesinden, büyük çaplı yeni işten çıkarmalar olabileceği imaları yapılıyor. Krizin ilk günlerinde işsiz kalanların, işsizlik sigortasından kıdemlerine göre aldıkları 8 ya da 10 aylık maaşların süresi doldu. Onlar artık hem işsiz, hem de maaşsız. Tekel işçileri, itfaiyeciler, sağlık çalışanları ve diğerleri hem maaşlarının azalmasıyla hem de işsiz kalmakla karşı karşıyalar. 12 bin tekel işçisini 4-C kapsamına geçirip ücretlerinde üçte ikilik kesinti yapan ve sadece 10 aylık çalışma olanağı tanıyan AKP hükümeti, benzer bir saldırıyı sağlık çalışanlarına da uyguluyor. 40 bin taşeron sağlık çalışanının ücreti asgari ücret seviyesine düşürülüyor, sağlık çalışanları işten çıkarılıyor. BDDK’nın açıkladığı son verilere göre, kredi kartı borcunu ödeyemeyen vatandaşların sayısı 2,5 milyon kişiye yükselmiş bulunuyor. Bir yıl önce bu sayı 1,3 milyondu. Bankacılık çevrelerine göre 2010’da kart borcunu ödeyemeyenlerin sayısı daha da artacak. Ancak borçlarının üzerine yatamayacaklar; bu para faiziyle birlikte zorla tahsil edilecek. AKP hükümeti 2010 yılına sermaye lehine “önlemler” alarak başladı. IMF ile yapılacak anlaşma ve sözde gelecek 20–25 milyar dolar da sermaye lehine “ek önlemler” anlamına gelecek. AKP, halka karşı bu kadar açık

bir saldırı planını uygulamaya koyarken güvendiği birtakım dayanaklar mevcut. En önemlisi halkın genel olarak örgütsüz oluşu. Var olan örgütlülüklerin zayıflığı ve etkisizliği de bir başka dayanak. Ancak saldırı o kadar dayanılmaz ki, Türk-İş’e bağlı Tek Gıda-İş gibi bir sendikal aracı olan Tekel işçileri, direnişlerini 15 Aralık’tan beri Ankara sokaklarında sürdürebiliyorlar. Belediye-İş’e bağlı itfaiyeciler günlerdir belediye önünde çadırdalar. Türk-İş’in bile önleyemediği bu isyanlar için AKP’nin tek güvendiği aktör olarak Hak-İş kaldı. O yüzdendir ki AKP’liler her yerde Hak-İş’i örgütlemeye çalışıyorlar. Çay üreticilerini hedef alan yeni saldırı öncesinde Hak-İş’e bağlı Öz Gıda-İş’i yetkili sendika haline getiren AKP’ye Ankara 6. İş Mahkemesi “şimdilik” dur dedi ve ÇAYKUR’da toplu iş sözleşmesi yetkisinin Türk-İş’e bağlı Tek Gıdaİş’e verilmesine karar verdi. Tepkisi her geçen gün büyüyen ancak örgütsüz halk için durumu değiştirebileceğini düşündüğü tek yer sandık. Ancak AKP’nin “şimdilik” böyle bir gündemi yok. Sonbaharda bir erken seçim olacağına ilişkin analizler de “bugün için” bir değer taşımıyor. Üstelik erken seçim beklentisini yükseltmek, halkta bekleme ve hesap sorma tavrını ertelemeyi geliştiriyor. AKP’nin iktidarda “güçlü” kalabilmek için sürekli gündemde tutması gereken bir başka operasyon ise kuşkusuz Ergenekon ve benzeri uzantıları. Gerek izleri takip ederek gerekse yeni “izler” yaratarak süreç canlı tutuluyor. Bu süreç aynı zamanda “savunma ataklarını” da içeriyor. Fethullahçıları silahlı terör örgütü üyeliğine sokmaya çalışan Erzincan savcısına özel kumpas kuruluyor. Hem saldırı engelleniyor hem de diğerlerine gözdağı veriliyor.

2010 AKP’ye Karşı Mücadele Yılı Olacak! KP iktidara geldiği günden beri neoliberal politikaların en azgın yürütücüsü oldu. Buna rağmen siyasal gündemin ilk sıralarını sürekli farklı konular işgal etti. Bu bir dönem laik-şeriatçı gerilimi oldu, bir başka dönem Ergenekon, kapatma(ma) davası, dış politika atakları. Artık AKP’nin üstündeki örtü kalkıyor. Gerçek kimliği daha çıplak ortaya çıkıyor: yoksullaştırma, mülksüzleştirme, işçi(siz)leştirme, güvencesizleştirme… AKP’nin 2010 programının ana hedefleri arasında. İlerici toplumsal muhalefetin 2010 programı da kuşkusuz AKP’ye “dur demek” olacak. Ancak böyle bir savunma çizgisinin kimi eksikleri ve zaafları da kendi içerisinde barındıracağı açık. Zamlara karşı çıkmak, bir önceki tarifeyi istemek; düşük ücrete karşı mücadele, bir önceki ücreti kabul etmek; … biçimlerine dönüşebilir! Tam da bu yüzden zamlara karşı çıkarken insanca yaşam için gerekli koşulların oluşturulmasının mücadelesini vermek; ücretlerin düşürülmesini kabul etmezken asıl mücadeleyi yoksulluk sınırının üzerinde bir ücret talebine dönüştürmek gerek… Vurgulanması gerek: Bedavacı bir hareket değil, hakkını bilen ve hakkını alan bir hareketiz.

A

Genelkurmay’da çalışanlar bakkala çıkamaz hale geldi. Arınç’a suikast iddiası ister gerçek ister uydurma olsun artık AKP’liler sokakta daha güvenli yürüyebilecekler. Çünkü bundan sonra olacakların “zanlısı” belirlendi. Kozmik oda aramaları ise devam ediyor. AKP’liler bu odada kendilerini hedef alan izleri bulmayı beklerken, sol kamuoyunu yönlendirdiklerini sanan liberaller geçmişin “faili meçhul”lerinin faillerini bekliyor. Elbette ki bu faillerin isimlerinin açığa çıkması önemli ancak bu ülkedeki faili meçhullerin sorumlusunu yine bu ülkedeki herkes zaten biliyor; devletin içindeki veya dışındaki birtakım gruplar değil, bizzat devletin kendisi. Bu operasyonların sonuçlarında ne tür gerçek

verilere ulaşılırsa ulaşılsın şu anki sonuç; Genelkurmay’ın en gizli (mahrem) yerine girebilen AKP’nin MİT, yargı, ordu içerisinde hatta tüm devlet bürokrasisi içinde elde ettiği prestijdir. Bu prestij de en az eskisi kadar güçlü bir “kendi” derin devletine dönüştürülecektir. Öyle ki bu kendi derin devletleri şimdiden kendi (AKP) içlerinde bile operasyon yapar hale geldi: Trafik çevirmesiyle kurulan “tezgâh” sonunda AKP Elazığ Milletvekili Feyzi İşbaşaran, 'Öldürülürsem sorumlusu Başbakan' dedi ve AKP'den istifa etti. AKP’nin bir diğer prestijli operasyonu sermayeye yönelikti. Aydın Doğan uzun erimli bir çabanın sonunda “diskalifiye” edildi. Kızı TÜSİAD Başkanlığını, kendisi Doğan Holding YK

Başkanlığını, dalkavuğu Hürriyet genel yayın yönetmenliğini bıraktı. TÜSİAD’ın başına “AKP… şu an gerçekten barış ve huzur getirmeye çalışan tek aktör” tespitinde bulunan eski siyasetçi yeni ilaç patronu Cem Boyner’in eşi geçecek. Bu yeni durumla birlikte Erdoğan’ın eczacılara neden bu kadar öfkelendiği de öğrenilmiş oldu. Boyner, tekstil sektöründeki hisselerinin önemli bir kısmını satıp ilaç dağıtım sektörüne yatırarak Cüneyd Zapsu’nun da yer aldığı ilaç patronlarından biri olacak. Beş yıl içinde 11 milyardan 30 milyar dolara ulaşması beklenen ilaç pazarının paylaştırılması Erdoğan’a “güvenilir” partnerler yaratabilir. Bir hatırlatma; Boyner, 8 Mayıs 2006 tarihinde İstanbul Eczacı Odası'nı ziyaret etmiş ve alışveriş merkezlerinde eczaneler açmak istediklerini dile getirmişti. AKP’nin en büyük prestij yatırımı olarak baktığı Kürt “açılımı” ise karşı atakların da etkisiyle “şimdilik” ihtiyaç duyulan “başarıyı” sağlayamadı. Üstelik siyasal gerilimi artırdığı gibi toplumsal kutuplaşmayı hızlandırdı. Bu durumun en çarpıcı örneği Ahmet Türk’ün evini taşıması/taşıyamamasında yaşandı. Yeni komşularının istememesi yüzünden Ahmet Türk’ün eşyaları yarı yoldan döndü. Defalarca tekrar edilmesine rağmen yenilemekte yarar var; Kürt sorununun siyasal çözümü/çözümsüzlüğü bir yana asıl tehlike halklar arasındaki “ayrışma”dır (Türkler Türk mahallelerine, Kürtler Kürt mahalleleri ne). Bu devletin ismi “Türk ve Kürt Ortak Cumhuriyeti” şeklinde değişse bile Kürt ve Türk halkı sosyal, kültürel, toplumsal olarak ayrı kaldığı/ayrıştırıldığı sürece sorun daha da büyüyecektir. “Yeniden Kardeşleşme” çizgisi tam da bu yüzden önemlidir!


4

2009’UN ARDINDAN 9 Ocak 2010 / 21 Ocak 2010

Halk›n Sesi

2009’u nasıl bilirdiniz? Açılımlar, operasyonlar ve yol haritaları ile geçen 2009’a damgasını vuran tüm gelişmelerin arkasında Türkiye’nin neolibaral dönüşümü için hayata geçirilen tasfiye ve yeniden yapılandırma operasyonlarının izi var

AKP, TSK, tekelci sermaye kısaca egemenler büyük dönüşümler yaşıyor. İttifaklar kurulup bozuluyor. Fakat tarihin yeni bir sayfası yalnız onlar için değil onlara karşı mücadele eden ezilenleri yazmak için de açılıyor

AKP’ninki Kürtsüz Kürt açılımı: 10 Mart’ta Cumhurbaşkanı Gül “Kürt sorununda iyi şeyler olacak” dedi. AKP “Kürt açılımı” diyerek başlattığı çalışmalarını “Demokratik açılım” ve “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” adıyla sürdürdü. Aydınlar, sendikalar ve kitle örgütleriyle yapılan

1

görüşmeler sonuçsuz kaldı. Kürt hareketi asla muhatap alınmadı. Sorunun çözümü için Irak ve ABD ile uzlaşı yeterli görüldü. 11 Kasım günü Meclis’te yapılan görüşmelerde AKP’nin açılımı, Kürtçe yayın, eğitim, propaganda hakkı ve köylerle ilçelerin Kürtçe isimleri için yapılacak düzenlenmelerle sınırlı tutacağı netleşti.

İktidar savaşımında TSK inisiyatif kaybediyor: Dolmabahçe Mutabakatı sonrası iç ve dış politikada AKP ile uyumlu bir görünüm sergileyen TSK, Ergenekon operasyonuyla sürekli darbe aldı. Sonun başlangıcı haziranda Taraf gazetesinin patlattığı “TSK’nın AKP ve Gülen’i bitirme

6

planı” haberi oldu. Rapora Başbuğ kağıt parçası dedi. Ertesi gün kağıt parçasında imzası olan Albay Çiçek tutuklandı. Aralıkta Arınç’ı takip ettikleri öne sürülen iki subayın yakalanmasıyla başlayan süreç Seferberlik Tetkik Kurulu’nda kozmik oda aramasına uzanan yolun başlangıcı oldu.

Hedef Kürt hareketinin tasfiyesi: AKP’nin açılım dediği sürecin Kürt halkının örgütlü gücünü tasfiye etmek olduğu kısa sürede anlaşıldı. Kadınlar, gençler, kitle örgütü ve sendika yöneticileri dahil hareketin tüm ilerici unsurları KCK operasyonu

2

kapsamında tutuklandı. Aralıkta tutuklanma sırası il ve ilçe belediye başkanlarına gelmişdi. Erdoğan açılım dedikçe Kürt çocukları hapsedildi, ağır cezalara çarptırıldı. Ayrıca bazı Kürt vekillere ve siyasetçilere siyaset yasağı geldi, DTP kapatıldı. Yeni partiye yönelik baskılar sürüyor.

Doğan grubu bir adım geri: Tekelci sermayenin sözcüsü operasyonel medya gücü olan Doğan grubu 2009 boyunca AKP ile çatışma yaşadı. Şubatta Doğan’a 826 milyon TL vergi cezası kesildi. Eylülde yapılan maliye denetimiyle Doğan’a 3,75 milyar ceza daha

7

kesildi. Cezanın ardından yılsonuna doğru taraflar uzlaştı. Ardından Doğan Holding’in ‘sakıncalı’ isimleri tasfiye edildi. Gazete içinde Özkök’ü koltuğundan eden bir değişim süreci yaşandı. Arzuhan Doğan TÜSİAD yönetiminden ve tüm aile şirketlerinin yönetimlerinden çekiliyor.

Kontrgerilla ırkçı şoven saldırılar örgütledi: Açılımla beraber CHP ve MHP ırkçışoven söyleme yüklendi. Tırmanan gerilim kasımda İzmir’de DTP konvoyuna yönelik saldırı ile sokağa yansıdı. Dolapdere’de saldırganlara para verilerek

3

DTP’lilerin üzerine ateş açtırıldı. Muş Bulanık’ta JİTEM’le ilişkili bir esnaf iki kişiyi öldürdü. Ölümlerle yükselen tansiyon bahanesiyle bölgede fiili OHAL uygulanmaya başlandı. Özel Tim üyesi 400 polis bölgeye sevk edildi. Açılımda kontrgerillanın da rolü olduğu anlaşıldı.

Herkesin kazandığı seçim: 2009 yılının en önemli siyasi olayı 29 Mart’ta gerçekleşen yerel seçimdi. AKP’nin oyları düştü fakat yine de en fazla bölgede kazanan parti oldu. MHP ve CHP’nin oylarında artış oldu. MHP 2002’deki oy oranını bu seçimde iki katına

8

çıkarttı. CHP ise Kılıçdaroğlu şahsında çizgisini değiştirmeye çalıştı ve oylarını arttırdı. Fakat seçimin tartışılmaz kazananı DTP oldu. Seçim sonuçları AKP için düşüşün başladığını, yoksulluk ve işsizliğe duyulan öfkenin ulusalcılığa ve milliyetçiliğe eğilimli olduğunu gösterdi.

4

aldı. Öcalan’ın hapishane koşullarının kötüleşmesi ile başlayan ve DTP’nin kapatılmasıyla büyüyen eylemler halkın aylardır sürdürülen oyalama ve örtük tasfiyeye karşı isyanı oldu. Kentlerde yapılan kitlesel gösteriler Kürt hareketinin kentlerdeki yoksul Kürtlerle buluştuğunu da gösterdi.

Emekçiler 1 Mayıs’ta Taksim’e çıktı: 2009 baharı emeğin direnişiyle uğurlandı. 1 Mayıs yeniden resmi tatil olarak ilan edilirken 31 yıldır emekçilere kapalı olan Taksim Meydanı direniş ve kararlılık sayesinde yeniden emekçilerin oldu.

9

Kamu emekçileri insanca yaşanacak ücret ve toplu sözleşme hakkı için 25 Kasım’da yüz binlerin katıldığı hükümeti uyarı grevi yaptı. Ekimde Türkiye’ye gelen IMF ve DB heyetini emekçiler isyanla karşıladı. TEKEL işçileri ve İtfaiye emekçilerinin eylemleri yeni yıla umudu taşıdı.

10

kahir miktarda fatura ödedi. AKP’ye en medyatik muhalefeti M. Ali Erbil yaptı. Zaman gazetesi Halkevleri’ni yaftaladığı için tazminata mahkum oldu. Rahşan Ecevit bir parti daha kurdu. Atakent halkı eylemcileri kovalayan polisi kovaladı. Ve bir de Halkın Sesi tepeden tırnağa değişti.

Habur kapısında kucaklaşma: Kürt hareketi kısa süreli de olsa AKP’nin baharda başlattığı ‘açılım’ atağı karşısında etkisiz kaldı. Fakat hareket, Kandil ve Mahmur’dan dönüşlerle Habur sınır kapısında açılım sürecinin en ileri inisiyatifini

5

AKP’de düşüş, çatlak ve tahkimat: Martta yapılan yerel seçimlerden AKP oy kaybederek çıktı. Harcında cemaatler, liberaller ve İslamcı sermayenin ittifakı bulunan parti bir süre ittifaklar arası çatlaklar yaşadı. Parti içinde yeniden mutabakat sağlanırken

Ordu ile AKP hem has›m hem h›s›m oldu. ‹kilinin flaflmayan tek ittifak oda¤› Kürtlere karfl› kurduklar›yd›. AKP y›l›n sonunda düflman belledi¤i Ayd›n Do¤an’a da pes dedirtti.

yapılan kabine revizyonu ve ardından gelen parti için yeni görev dağılımıyla AKP kadrolarında tahkimata gitti. Halka dönük yoğun bir saldırı programına hazırlanan AKP, 3. Genel Kurulu’yla 2011 Genel Seçimi’ne yönelik bir vizyon oluşturdu.

Siz daha iyilik görmediniz! 2

009 yılını nasıl bilirdiniz? Sermayeye sorarsanız, krizin olanca zararlı etkisine karşın iyi bilirdik. Kriz bütün dünyayı kırdı geçirdi; ama sermaye kırılmadı: esnedikçe hep karlı çıktı. Sanıldığı gibi sadece sırtının sağlamlığından değil. 2009’da da ülkenin bütün kaynakları, özel/devlet borçları ve doğrudan yatırım aracılığıyla sürekli emperyalist birikimlere aktı. Bu arada “bal tartan da parmağını yaladı”. Elbette sermaye, 2009 birikimini salt yalanmaya değil, faturayı hep halka ödetmesine “borçlu”. İtiraf edelim, 2009’da sermaye, kendi örneğinden bir Türkiye yarattı. Ya da en azından bu yönde çok yol aldı. Çalışma yaşamı güvencesizleşirken işçi ücretleri iyice ucuzladı. Halk daha fazla yoksullaştı. Hükümet programlarını oluşturan “önlem paketleri”, reklamları süsleyen ‘ekonomiye can ver’ kampanyaları sermayenin akıldışı büyüme hırsının yükünü halka fatura etme çabalarını yansıttı. Halk ekonomiye “can verdikçe” semirmiş dev sanayicilerin, bunların eteklerine ve iktidara tutunan sermaye gruplarının “işleri hep tıkırında” oldu. İşte bu nedenle, sermaye ve hınk deyicileri için 2009 iyi bir yıl oldu. İster İslamcı ister laik sermaye, ister İstanbul burjuvası ister Anadolu kaplanı, ister “çağdaş yardım gönüllüsü” ister “yüzyılın iyilik hareketi” bu iyilikten epey pay aldı. Az ya da çok pay almak için kendi aralarında kavga etseler de ucuz emek sömürüsünün cazibesi karşısında ikisi de nefsine yenik düştü. AKP iktidarına sorarsanız, bütün değişim sancılarına karşın 2009 yılını iyi bilirdik. AKP, sınıfsal ve siyasal rakiplerine geri adımlar attırarak, neoliberal düzende kendi iktidarını biraz daha pekiştirdi. “Açılım” kavramı, AKP’nin iktidar savaşımının ideolojik meşruiyetini oluşturdu. “Demokratik açılım”, Kürt açılımı”, “Alevi açılımı”, “Ermeni açılımı”, “Ortadoğu açılımı” ve daha nice açılımlar… Aslına bakarsanız çoğu lafta kalan açılım projeleri, halkın eşitlik, özgürlük, demokrasi ve barış taleplerine yanıt arayan hareketlere dayanmadı. Bu yönde ciddi yapısal, yasal ve fiili adımlar atılmadığı gibi halk, bağımsız siyasal toplumsal bir özne olarak görülmedi. Kürtlerin siyasal önderliğinin tasfiyesi eşliğinde

Kürt açılımı gündeme geldi. Namlı Alevi katilleri açılım çalıştaylarına çağırıldı. Haklı işçi talepleri polis şiddetiyle ezildi… İktidar düzenekleri neoliberal kurallar çerçevesinde el değiştirirken, devlet iktidarı da biraz daha biçim değiştirdi. AKP-TSK mutabakatı, CIA istihbaratı ve yine yeni bir kontrgerilla tarzıyla, kontrgerillanın eskimiş yapıları (Ergenekon) tasfiye edildi. Yılın son günlerinde kontrgerilla karargahına da girildi. Bu, TSK odaklı elli yılık bir devlet biçimlenmesinde simgesel bir dönüm noktasıdır. Artık yavaş yavaş neoliberal kurallar çerçevesinde sivil odaklı bir kontrgerilla yapılanması beklenebilir. “Kamu Güvenliği Müsteşarlığı” mı olur yoksa başka bir şey mi, bunun ne olacağını çatışmaların ve mutabakatların seyri belirler. İslamcılara ve liberallere kalırsa, bu sancı ve pürüzlerle dolu süreç, büyük dönüşüme ödenen diyettir. Ama “büyük dönüşüm süreci”nde egemenlik ve iktidar el değiştirirken, nedense diyeti hep halk ödüyor. Halka sorsanız, “2009 sermaye ve AKP için iyi bir yıl olmuş, ne dersiniz?” diye, halkın hazırcevaplığı sizi şaşırtır: “Siz daha iyilik görmediniz!” Kürtler, yerel seçim atılımını yılın son aylarında da tazeleyerek neoliberal bütünleşme (entegrasyon) politikalarına direnç gösterdi. Aleviler, 2008 Kasım’ında Ankara’da yakaladığı toplumsal muhalefetle ortaklaşma eğilimini 2009 Kasım’ında Kadıköy’de biraz daha güçlendirdi. Emek hareketi, yılı kriz eylemleriyle selamlamıştı. Ardından 1 Mayıs, IMF eylemleri ve 25 Kasım (KESK) greviyle toplumsal muhalefetin ilerici gelişme çizgisini gösterdi. Yıl boyunca dipten seyreden örtük işçi direnişleri, kendiliğinden yoksul halk tepkileri ve anlık protestolar önemli bir toplumsal muhalefet birikimi ortaya çıkardı. Dikmen Vadisi’yle simgelenen barınma hakkı direnişleri, taşeron sağlık işçilerinin eylemleri ve metrobüs zamlarına karşı ulaşım hakkı eylemleri gene aynı şekilde birikmekte olan bir toplumsal muhalefet enerjisini sürekli çoğalttı. Yıl içinde anlamlı tikel direnişlerin ötesine geçemeyen toplumsal muhalefet, yılsonunda Tekel ve itfaiye işçilerinin direnişleriyle biraz daha ateşlendi. Yeni bir yılın başında, bütünsel bir toplumsal muhalefetin ayak sesleri işitilmeye başlandı.

2009’dan akıllarda kalanlar: Serdar Ortaç Ahmet Kaya’dan özür diledi. Kenan Evren 12 Eylül Darbesine karşı olanlar sesini yükseltince intiharı düşündü. Unakıtan’a Rabbi Cleveland dedi. Önder Sav telefonunu açık unutunca

Yerel seçimlerden en memnun ç›kan Kürtler oldu. AKP karfl›s›nda tart›fl›lmaz üstünlük kazand›lar. Emekçilerse 1 May›s’ta Taksim’e ç›karak 31 y›ll›k bir mücadeleyi zaferle sonuçland›rd›.


5

2009’UN ARDINDAN 9 Ocak 2010 / 21 Ocak 2010

Halk›n Sesi

Kriz, katliam ve direniş Dünya 2009’a küresel ekonomik krizin gölgesinde girdi. Küresel sermayenin krizin yükünü işçilerin sırtına yıkma çabasına, işçiler sokağa çıkarak, grevlerle, fabrika işgalleriyle direndi

1

Gazze’de katliam 2009’un ilk günleri İsrail’in Gazze şeridinde gerçekleştirdiği katliamla başladı. İsrail’in havadan ve karadan ölüm kustuğu, 22 gün süren katliam sonunda yaklaşık bin 400 kişi hayatını kaybetti. İsrail’in kullandığı fosfor bombası gibi silahlar kamuoyunda

2

Obama göreve başladı George W. Bush’un ardından ABD’nin 44’üncü Başkanı Barack Obama göreve başladı. ABD kuvvetleri tedricen çekilme sürecini başlattı. Obama Aralık’ta 2010 içinde 30 bin askerin Afganistan’a sevkiyatını onaylayarak

tartışmalara neden oldu. Kasım’da İsrail’in Gazze’de savaş suçu işlediğine ilişkin “Goldstone Raporu” BM Genel Kurulu’nda onaylandı. Gazzelileri açlığa mahkûm eden İsrail ambargosu devam ederken, Gazze’nin dünyaya açılan kapısı olan Mısır sınırındaki Refah kapısındaysa çelik duvar inşası gerilimleri sürüyor.

Afganistan işgalini derinleştirdi, savaşı Pakistan’a taşıdı. Aralık’ta 680 milyar dolarlık dev savaş bütçesine onay veren Obama’nın, barışçı imajı işe yaradı. İşgale rağmen göreve gelmesinden yaklaşık bir yıl sonra Nobel Barış ödülüne layık görüldü.

One minute İsviçre’nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu toplantılarında Başbakan Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e sarfettiği “siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” sözleri, “one minute” krizi olarak

3

kayıtlara geçti. Erdoğan’ın bu sözlerinin ardından yıl içinde İsrail’e karşı bir somut adım atılmaması, aksine, krize girmiş gibi görünen Türkiye-İsrail ilişkilerinin geliştirilmesi yönünde atılan adımlar Erdoğan’ın sözlerinin “şov”dan ibaret olduğunu gösterdi.

4

ka müdürlerini rehin alarak işten çıkarmalara karşı mücadele eden Fransalı işçiler fabrikaları işgal ederek patronları, fabrikayı hava uçurmakla tehdit etti. Eylemlerde kamu işçilerinin ağırlıkta olduğu gözlenirken, öğrenciler Kasım ayında amfileri işgal ederek eğitim bütçesini protesto etti.

Küresel kriz 2008’in sonunda ABD’deki emlak piyasasının çökmesiyle başlayan ve tüm dünyayı saran küresel ekonomik krizin faturası işçilere çıktı. Avrupa’da milyonlarca işçi “bankaları değil halkı kurtarın” diye tepki gösterdi. Patronları ve fabri-

Önce “One minute” flovu ard›ndan, Türkiye’nin Ortado¤u ülkeleriyle iliflkilerinin de¤iflmesi “Türkiye’nin ekseni Do¤u’ya m› kay›yor” sorusuna yol açt›

5

İşçiler direndi Krizin yıkımına karşı direnen emekçiler, tüm dünyaya örnek olacak direnişlere imza attı. Güney Kore’de işten çıkarmalara karşı direnen Ssangyong Motor işçileri, polisin vahşi saldırılarına rağmen fabrika işgalinin 77’nci

İsrail’in Gazze katliamıyla başlayan 2009’da başka katliamlara da tanıklık ettik. Diğer yandan dünya, ABD emperyalizminin askeri işgaline, askeri üslerine ve darbe planlarına direnişlere de sahne oldu

gününde patronlara geri adım attırdı. Güney Afrika’da ise Dünya Kupası stadyumlarının inşaatında çalışan işçiler temmuzda greve giderek haklarını aldı. Mısır’da ve Bangladeş’te tekstil işçileri grevlerle kölece çalışma koşullarına karşı direndi.

2009 dünyanın kriz yılı oldu G

eçen yılın dünya genelinde bir dökümünü yapmaya çalışırken hep aynı kavram karşımıza çıktı: kriz. EKONOM‹K KR‹Z Geçen yılın en sarsıcı olayı hiç şüphesiz tüm dünyayı kasıp kavuran küresel ekonomik krizdi. ABD’deki emlak piyasasının çökmesiyle tetiklenen finansal kriz kısa sürede ABD bankalarını ve sigorta şirketlerini etkiledi. Spekülatif balonların çıkardığı yangın ABD’nin hemen ardından Avrupa’ya sıçrayarak küresel bir kriz halini aldı. Küresel krizin parası çok olanları daha çok etkilemesi doğal olarak beklenemezdi. ABD’nin bankaları kurtarmak için ayırdığı kaynakların banka CEO’larının primlerini ödemekte kullanıldığı ve banka üst düzey yöneticilerinin şirket kasasından lüks otellerde toplantılar düzenlediği açığa çıktı. 2009 yılı boyunca özellikle Avrupa’da hükümetlerin kamusal hizmetleri tırpanlaması sonucu birçok Avrupalı işçi işsiz kaldı. İşsizlik oranları birçok ülkede on yılların rekorunu kırdı. Krize ve hükümetlerin sermaye yanlısı politikalarına karşı milyonlarca Avrupalı işçi sokağa dökülerek “bankaları değil, halkı kurtarın” dedi. Sendikaların çağrısıyla düzenlenen yürüyüşlere Avrupa genelinde milyonlarca işçi katıldı. Doktorlar ve sağlık çalışanları sağlık bütçesindeki kesintileri protesto etti. Ünversite ve lise öğrencileri amfi işgalleri ve ders boykotlarıyla eğitim bütçesindeki kesintilere tepki gösterdi. Çin’de, fabrika müdürünün işçileri işten çıkarmakla tehdit etmesi üzerine işçilerin öfkesi

taştı. İşçiler müdürü döverek öldürdü. Güney Kore’de ise işten çıkarmalara karşı Ssangyong işçilerinin direnişi destanlara konu olacak bir biçimde 77 gün sürdü. Yıl boyunca sermaye işçilere saldırmak için her türlü yolu denedi, ancak işçiler de sermayeye karşı direnişin birçok örneğini sergiledi. ABD’N‹N EGEMENL‹K KR‹Z‹ Sene başında göreve başlayan ABD Başkanı Barack Obama verdiği barış mesajlarıyla ABD’nin bozulan imajını tazelemeye çalıştı. Ancak Obama’nın ABD askerini Irak’tan çekip Afganistan’a yığınak yapma planı ve savaşı Pakistan’a da yayması onun saldırgan yüzünü gösterdi. Türkiye egemenleri, ABD’nin Irak’tan tedricen çekilmesi ile bölgede doğacak boşluğu kapatmak için harekete geçti. Davos’ta Peres’e “one minute” diyerek bölge halklarının sempatisini toplayan Başbakan Erdoğan, Irak, Suriye ve İran’a gerçekleştirdiği işbirliği hamleleri ile ABD’nin bölgedeki aktif taşeronluğuna soyunarak bölge ülkelerinin emperyalist sistemle bütünleşmesi yolunda önemli girişim başlattı. Ancak 2009’un sonunda ABD’nin Yemen’deki savaşa müdahil olduğunun açıklanması ile ABD Ortadoğu’ya doğrudan müdahale etmekten vazgeçmeyeceğini ortaya koydu. Geçen yıl hem emperyalizmin ezilenlere ekonomik ve askeri saldırılarının arttığı bir yıl oldu hem de başka bir dünyanın özlemini duyan halklar için önemli mücadele deneyimlerinin yaşandığı bir yıl oldu.

Honduras ve Kolombiya krizi Dünya emekçileri için umut olan Latin Amerika, yükselen halk hareketlerine karşı hamlelere sahne oldu. Honduras’ta solcu devlet başkanı Manuel Zelaya haziranda askeri darbe ile görevinden alıkonularak sürgüne gönderildi. Honduras’taki askeri yönetim kıta

6

genelinde huzursuzluk yaratmaya devam ederken, diğer yandan Ekvador’un ABD üslerine kapılarını kapatmasının ardından ABD’nin Kolombiya ile askeri üs anlaşması imzalaması kıtadaki bir diğer gerginlik unsuru oldu. Chavez emperyalist saldırganlığa karşı 5. enternasyonel çağrısını yaptı.

Çin’de Uygur isyanı Guangdong’da iki göçmen Uygur işçinin öldürülmesinin ardından, temmuzda Urumçi’de başlayan protestoların etnik çatışmaya dönüşmesi sonucu yaklaşık 200 kişi yaşamını yitirdi. Etnik çatışmanın ABD merkezli Dünya

7

Uygur Kongresi tarafından kışkırtıldığı iddia edildi. Ancak Chinaworker.info’da yayınlanan bir araştırma yılın ilk üç ayında ülkede 58 bin kitlesel olay gerçekleştiğini gösterirken, toplumsal olayların artması işten çıkarmaların ve göçmenlerin evlerine dönüş oranlarının artmasına bağlandı.

Sri Lanka’da Tamil katliamı Sri Lanka ordusunun mayısta gerçekleştirdiği operasyonlar sonucu bir günde 2 binden fazla sivil öldü. Tamillerin bağımsızlığı için 26 yıldır gerilla savaşı yürüten Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları, örgüt lideri Velupillai

8

Prabhakaran’ın öldürülmesinin ardından silah bıraktıklarını açıkladı. Prabahakaran’ın liderliğinde 1976 yılında kurulan Tamil Kaplanlarının 1983 yılında Başkent Kolombo’da düzenlediği bir saldırıyla Tamillerin ilk Eelam savaşı olarak adlandırdıkları iç savaş başlamıştı.

9

Ülkede işçi direnişlerinin ve grevlerin yükselişe geçmesi protestoların sadece Batı yanlısı orta sınıfları değil işçi ve yoksul kesimleri de içerdiğini gösteriyordu. Son olarak Aşure günü anma törenlerinde muhalefetin gösterileri yeniden başladı ve en az sekiz kişi bu gösterilerde hayatını kaybetti.

İran’da muhalefet sokakta İran’da 12 Haziran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından seçimlerde hile yapıldığını iddia eden muhalifler sokaklara döküldü. İran polisinin ve Besic milislerinin saldırısı sonucu birçok eylemci yaşamını yitirdi.

Güney Kore’de fabrikay› iflgal eden iflçiler 77 gün boyunca polisin a¤›r sald›r›lar›na direndi. ‹flçiler haklar›n› alana kadar mücadele etti

10

Yemen’de iç savaş ABD’li bir yolcu uçağına düzenlenen saldırı girişimi sonrası tüm dünya gözlerini Yemen’e çevirdi. El Kaide saldırı girişiminin ABD’nin örgütün Yemen’deki koluna saldırılarına yanıt olduğunu açıkladı.

Yemen 2009 yılında ülkenin kuzeyindeki Şiilerle, Yemen hükümeti arasındaki iç savaşın şiddetlenmesine sahne olmuştu. Suudi Arabistan’ın Husilere karşı kasımda iç savaşa müdahil olmasının ardından aralıkta ABD de Yemen’in güneyini bombalayarak iç savaşa müdahil oldu.


6

İNSANCA YAŞAM 9 Ocak 2010 / 21 Ocak 2010

Halk›n Sesi

Zamma karşı parasız ulaşım A H alkevciler, Ankara’da ulaşıma yapılan zamları parasız ulaşım haklarını kullanarak protesto etti. Otobüslere kart kullanmadan ya da para vermeden binenler, Halkevcilerin başlattığı eyleme katıldılar

nkara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, dalga geçer gibi yaptığı 1 kuruşluk indirimin ardından ulaşıma yine zam yaptı. Zamlarla birlikte tek binişlik kartlarda tam bilet 1.69’dan 1.85’e, çok binişli kartlarda ise 1.39 liradan 1.50 liraya yükseldi. Kartı olanların bir vasıtaya binmesiyle ikinci vasıtaya binmesi arasındaki süre olan aktarma süresi 45 dakikadan 75 dakikaya çıktı ve parasız olan aktarma başına 59 kuruş alınmaya başlandı. Ankara’da zammın ardından halk hergün metro ve otobüslerde görevlilerle tartışıyor. Gökçek’in önceki ulaşım zamları davalık olmuş ve mahkemelerce iptal edilmişti. Mahkeme kararlarına rağmen zam yapan Gökçek, zamları savunmaktan geri durmuyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin şehir içi ulaşım bedeline yaptığı zammın ardından Halkevciler 4 Ocak günü, Yüksel Caddesi’nde bir basın açıklaması yaptı. Basın

açıklamasını okuyan Halkevleri GYK Üyesi Dilşat Aktaş, zamlar karşısında parasız ulaşımın bir hak olduğunu vurguladı. Açıklama öncesinde Halkevciler ulaşım zammına karşı bildiri dağıtarak Ankaralıları parasız ulaşım haklarını kullanmaya çağırdı. Halkevciler, basın açıklaması sonrasında Ziya Gökalp Caddesi üzerinde Ege Mahallesi otobüslerine parasız binerek ulaşım hakkını kullandı. Bunun üzerine durakta kuyrukta bekleyen Ankaralılar da parasız ulaşım haklarını kullandı ve 3 otobüse kart basmadan bindi. Eylemi engellemeye çalışan polis halkın tepkisine rağmen 4 Halkevciyi gözaltına aldı. Mamaklı Halkevciler ise parasız ulaşım talebiyle 6 Ocak sabahı sokaklardaydı. Ulaşım zamlarına karşı halkı ulaşıma para ödememeye çağıran biydiriler dağıtan Halkevcilerin çağrılarına kulak veren Mamaklılarla otobüslere parasız bindi.

Kombili evde sobadan zehirlendiler Doğalgaz şirketlere kâr, halka zam olarak yansıyor. Birçok yerde doğalgaz şebekesi olmasına rağmen sobadan zehirlenme olayları artıyor. İstanbul’da bir anne doğalgaz faturaları yüzünden yaktığı sobadan kızıyla birlikte zehirlendi

Ü

lkemizde her kış soba zehirlenmesinden dolayı birçok insan hayatını kaybediyor. 2009’un Aralık ayı içerisinde basına yansıyan verilere göre soba zehirlenmesi sebebiyle 27 kişi hayatını kaybetti. İstanbul Maltepe Zümrütevler Mahallesi’nde bulunan evde Candan Mumcuğ ve kızı sobadan sızan gazdan zehirlenerek hayatını kaybetti. Yoğun çalışma koşulları sebebiyle çalıştığı otelden eve geç saatlerde dönen baba Muzaffer

Mucuğ eşi ve çocuğunun cesetleriyle karşılaştı. 2 kişinin öldüğü evde kombi olduğu ancak aylık 400 lira civarında gelen faturaları ödeyemeyen ailenin ısınmak için soba yaktığı öğrenildi. Birçok İstanbullu faturaların yüksek olmasından dolayı soba yakıyor. Okmeydanı’nda 6 nüfuslu evde yaşayan iki kızkardeş Selma ve Ayfer Öztürk evlerine doğalgaz döşeteli bir yıl olmuş. Doğalgazı sadece sıcak su için kullanıyorlar,

ısınmak için tek odada soba yakıyorlar buna rağmen 50 lira fatura geldiğini söylüyorlar. Bir çocuk annesi Songül Yalçınkaya ise 2 yıldır doğalgaz kullandığını anlatıyor kombiyi en düşük ısıda yaktıkları halde 150 TL’ye yakın fatura ödediklerini anlatan Yalçınkaya “Faturalar gözümüzü korkutuyor, zamlar da yolda olunca yakamıyoruz. Doğalgaz böyle pahalı olmasa bu şekilde ölümler yaşanmazdı” diyor.

Soba zehirlenmesi nasıl önlenir? Soba zehirlenmelerinin önlenmesi için soban›n üstten yak›lmas›, bacan›n temiz olmas› ya da t›kal› olmamas› ve gece yatarken soban›n mutlaka düzgün bir flekilde söndürülmesi gerekir. Ayr›ca sobalarda kullan›lan kömürlerin kalitesi de önemli. Kalitesi düflük kömürler karbonmonoksit zehirlen-

mesine adeta davetiye ç›kart›r. Aslolarak her hanenin kullanaca¤› ayl›k do¤algaz›n 140 metreküpünün ya da ayl›k kömür ihtiyac›n›n paras›z karfl›land›¤› ve evlerin bacalar›n›n flu anki uygulaman›n aksine belediyelerce paras›z temizlendi¤i durumda soba zehirlenmelerinin önü kesilmifl olur.

Selma Öztürk

Soba nasıl zehirler? Soba zehirlenmeleri en çok lodoslu günlerde meydana geliyor. Bunun nedeni lodosun s›cak bir rüzgar olmas›d›r. D›flar›s› so¤uk oldu¤unda soba duman› daha iyi çeker. D›flar›s›n›n s›cakl›¤› artt›¤›nda soban›n çekimi azal›r ve eksik yanma olur. Fosil yak›tlar›n (petrol, kömür) eksik yanmalar›nda zehirli karbonmonoksit gaz› a盤a ç›kar. Renksiz, kokusuz bir gaz olan karbonmonoksit uyku halinde kesinlikle hissedilmez, ancak sobadaki alevin rengi karbonmonoksit ç›k›fl› hakk›nda bilgi verebilir. Portakal rengi veya sar› alev karbonmonoksit ç›k›fl› var demektir. Mavi alev herhangi bir sorun olmad›¤›n› gösterir.

Arızlılılara özel güvenlik terörü

K

onutlarından çıkartılıp yerlerine bürokratların yerleştirilmesine karşı Arızlılı depremzedelerin mücadelesi sürüyor. Depremzedeler 28 Aralık günü “psikolojimiz bozuldu” diyerek gittikleri Kocaeli Devlet Hastanesi önünde hastanenin güvenlik görevlilerinin saldırısına uğradı. Hastane güvenlikleri, depremzedelere basın açıklaması yaptırtmadı. Polis de baskı yaparak doktorun hasta almasını engelledi. “Psikolojimiz bozuldu”diyen Habibe Karaman, Arızlı’da aylardır devam eden polis baskısının çocukların oyunlarına da yansıdığını ve oyunların polisdepremzede şeklinde kurulduğunu söylüyor. “Hastaneler polisin elinde mi, başhekim ne iş yapar?” diyen depremzedelerden Osman Şahin, muayene olmaya girdiklerinde tatil olmamasına rağmen polis zoruyla doktorun muayeneyi bıraktığını söylüyor. Arızlılı depremzedeler konutlarına bürokratların yerleştirilmesine karşı direnişe geçtikleri Haziran ayından bu yana sitelerin etrafında sürekli bir çevik kuvvet otobüsü bulunduruluyor. Bürokratların taşınacağı zamanlarda site girişinde üst araması ve kimlik kontrolü yapan polisler, site içerisinde depremzedelerin çocuklarına şiddet uygulamaktan da geri kalmıyorlar.

Halksız toplantı olmuyor

F

ındıklı-Arılı Vadisi Yeşildere Deresi'nde yapılması planlanan Hidroelektrik Santrali Projesi için düzenlenen bilgilendirme toplantısı yapılamadı. Halk katılımı esası olan toplantıya devlet ve şirket yetkilileri ile Çevre Etki Değerlendirme raporunu hazırlayan uzmanlar dışında kimse katılmadı. Toplantının yapılacağı Halk Eğitim Merkezi binası önünde toplanan 200 kişi sloganlarla şirket yetkililerini protesto etti. Toplantıyı protesto edenlerden Fındıklı Derelerini Koruma Platformu adına platform sözcüsü Avni Ertaş, “Duyarlı vatandaşlarımızla hep birlikte hareket ediyoruz. Bilgilendirme toplantısına gelen yetkililerle aynı salonda bulunmayacağız. Çünkü bu toplantının yapılması gereken yer Gürsu köyüdür. Ama Gürsu köyünde bu toplantıları yapma cesaretleri yok” dedi.

Fikri Sönmez Caddesi

F

atsa'da CHP ilçe yöneticisi Sinan Tuncay ile CHP'li Belediye Meclis üyeleri, Kenan Evren Caddesi'nin adının, Fikri Sönmez Caddesi olarak değiştirilmesini istedi. Tuncay, Fikri Sönmez’in belediye başkanlığı döneminde halkın 3 ay süren çabasıyla yapılan en büyük caddenin isminin Kenan Evren olmasının büyük ayıp olduğunu belirterek şunları söyledi: “Bu cadde, Fikri Sönmez Caddesi'dir. Ancak darbenin ardından adı Kenan Evren Caddesi olarak değiştirilmiştir. Bu insanlar o günlerin bedelini en ağır şekilde ödemişlerdir. Şimdi bize yakışan, halkın oyu ile seçilmiş insanlara ve onların emeğine saygı göstermektir. Zaten birçok şehirde darbecilerin isimleri cadde ve sokaklardan çıkarıldı.” AKP'li Fatsa Belediye Başkanı Hüseyin Anlayan ise isim değişikliğini, arkadaşları da desteklerse gündeme getireceklerini söyledi.

Zamcılara tuvalet kağıdı

İ

‘Naylon bürokrata karton ev yakışır’

Yeni y›lda da bar›nma hakk› mücadelelerini sürdüreceklerini bir bas›n aç›klamas›yla duyuran Ar›zl›l›lar, 2010’a girerken Kocaeli Valisi Gökhan Sözer’e y›lbafl› hediyesi olarak, Ar›zl› Irak Konutlar›’n›n maketini verdi.

Depremzedeler valiye, çok sevdi¤i bürokratlar›n› da burada oturtabilece¤ini söyledi. “Kuralar› da biz çekeriz diyen depremzedeler evler için “T›pk›s›n›n ayn›s›, genifl genifl otursunlar” dedi.

Engelliden çalışma hakkı mücadelesi Çalışma hakkı için koltuk değnekleriyle Samsun’dan Ankara’ya yürüyen engelli Hüseyin Kılıç ile görüştük

İ

şe iade edilmesi için Samsun’dan Ankara’ya yürüyen engelli Hüseyin Kılıç, şimdi çalışma hakkı için açlık grevine hazırlanıyor. Samsun’un İlkadım Belediyesi’nde 12 yıldır engelli kadrosunda çalışan Hüseyin Kılıç, 2007’de spor salonunda gece bekçisi olarak görevlendirildi. Kılıç, “görevini yerine getirmediği” gerekçesiyle işten çıkartıldıktan sonra iş mahkemesine işe iade davası açtı. Belediye, tazminatını verdiği Kılıç’ı işe almadı. İşe alınmayan Kılıç, 15 Kasım – 2 Aralık arasında koltuk değnekleriyle

Samsun’dan Ankara’ya yürüdü. Kılıç, donma tehlikesi geçirdiğini ve 18 günlük yürüyüş süresinde benzin istasyonlarının mescitlerinde gecelediğini söylüyor. Yürüyüşe başlamadan önce AKP Genel Merkezi, Cumhurbaşkanlığı ve İl İnsan Hakları Kurulu’na e-posta göndererek durumunu bildirdiğini belirten Kılıç, kendisine herhangi bir yanıtın ulaşmadığını söylüyor. Yürüyüşe başladıktan sonra birçok kişinin ve kurumun kendisini arayarak desteklediğini anlatan Kılıç’ın maddi ihtiyaçlarını ise engelli

arkadaşları bir gün sonra varacağı yerleşim biriminde bulunan PTT’ye para göndererek sağlamış. Yürüyüş sırasında Samsun Valisi’nin kendisini arayıp İşkur vasıtasıyla kendisine ayda 600 lira verileceğini söylediğini kaydeden Kılıç, Vali’nin teklifini “Ben işimi geri istiyorum” diyerek reddetmiş. Kılıç, bugünlerde çalışma hakkını geri alabilmek için açlık grevine hazırlanıyor. Kılıç, Özürlüler Yasası’nın uygulanmasını ve bu yasaya aykırı davrananların yasalar uyarınca cezalandırılmasını da talep ediyor.

zmir’de 2010’un ilk eylemi Öğrenci Kolektifleri’nden geldi. 1 Ocak günü, Kolektifçiler hem İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun yaptığı ulaşım zammını hem de AKP’nin yeni yıla girerken yaptığı zamları protesto etti. Eylem boyunca Noel Baba kıyafeti giymiş bir üniversiteli kendini “Noelliberal Baba” olarak tanıttı. Çevredeki insanlara hediye dağıtan Noel-liberal Baba’nın hediyeleri ulaşım, su, elektrik, doğalgaz, harç, zamları; işçiye dayak, cop, gaz, yazılı kâğıtlar oldu. Yeni yıl hediyelerinin zamlar olduğunu söyleyen Noel-liberal Baba “İsteseniz de istemeseniz de hediyelerim yarın kapınızda” dedi. Noel-liberal Baba eşliğinde Konak PTT önüne gelen üniversiteliler yeni yılın ilk gününden yapılan zamlarla ‘ülkenin içine edildiğini’ söyledi ve ellerindeki tuvalet kağıdını başbakana gönderdiler.


7

İNSANCA YAŞAM 9 Ocak 2010 / 21 Ocak 2010

Halk›n Sesi

Eczacılar direniyor S

osyal Güvenlik Kurumu (SGK) ile eczacılar arasındaki kriz devam ediyor. Eczacıların kepenk kapatmasının ardından SGK’nın Türk Eczacıları Birliği (TEB) ile yaptığı ilaç sözleşmesini feshedeceğini açıklamasıyla başlayan SGK krizi sürüyor. Eczacının zararını karşılamadan ilaçta fiyat indirimiyle başlayan uygulama birçok eczaneyi iflasa sürükleyecek. Ayrıca hükümetin uygulamaya geçirmeye çalıştığı marketlerde ilaç satışı da halk sağlığını tehdit edecek sinyaller veriyor. SGK’nın TEB ile ilaç sözleşmesini feshederek tek tek eczacılarla sözleşme imzalaması ile ilgili olarak İstanbul Eczacı Odası Yönetim Kurulu Üyesi Ayşe Coşkun Karataş ile görüştük. Karataş, TEB’in süreçten devre dışı bırakılarak alanın tamamen SGK’ya kalacağını ve bu durumun SGK’nın keyfi uygulamalarının önünü açacağını söyledi. Öte yandan ilaç sözleşmelerinin feshedilmesinin eczacıların örgütlülüğüne karşı bir saldırı olduğunu söyleyen Karataş, hükümetin ve hükümet yanlısı basının eczacılarla halkı karşı karşıya getirmeye yönelik ifadeler kullandığını belirtti. İlaçta yapılan indirime de değinen Karataş, “madem ilaç daha ucuza satılabiliyordu, o halde bu zamana kadar ilacın pahalı satılmasını sağlayan başta Sağlık Bakanlığı ve SGK olmak üzere

Eczac›lar, zararlar› karfl›lanmadan ilaç fiyatlar›nda indirime gidilmesine karfl› 4 Aral›k’ta tüm Türkiye’de kepenk kapatt›

AKP, iflas eden sağlık politikasının maddi külfetini eczacıya yüklüyor. İtiraz eden eczacıların sözleşmesi SGK tarafından feshediliyor. AKP markette ilaç sattırmak istiyor, eczacı direniyor sorumlu tüm kurum ve kişilere dava açılması gerekir” dedi. Karataş ilaç fiyatlarında indirim olduğunu ancak katkı payları ve muayene ücretlerinin artmasıyla indirimin halk nezdinde karşılık bulmayacağını da söyledi.

Görüştüğümüz eczacılar, ilaçta indirim yapılmasının olumlu bir gelişme olduğunu ancak itirazlarının bu indirimin bedelinin eczacının sırtına yüklenmesine olduğunu söylüyor. Her ilaç firmasının eczacıların ilaç indirimi

dolayısıyla uğradığı zararı karşılamadığını belirten eczacılar, devletin sadece kampanyalı ilaçlardan doğacak zararları karşıladığını belirtiyor. Eczacılar, fiyatları indirilen ilaçları zararına satıyor. Kamu hizmeti verdikleri için

ilaçları satmama yoluna gitmiyor. Bu durum nedeniyle birçok eczane zararına yapılan satışlarla beraber iflasla yüzyüze kalıyor. Eczacılar bu durumun halkın ilaca ulaşmasında sıkıntılara yol açacağını belirtiyor. SGK’nın eczacılarla tek tek sözleşme imzalamasına karşı eczacıların Birlik’le hareket edeceklerini ifade eden dilekçeler toplayan TEB, Türkiye’deki 24 bin eczanenin yüzde 95’inin dilekçelerinin kendilerine ulaştığını açıkladı. Dilekçeler Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na iletildi.

AKP ilacı şeker sanıyor S

GK’nın ilaç konusundaki geriliminin nedeni anlaşıldı. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nun 27 Aralık günü düzenlenen toplantısında konuşan Başbakan Erdoğan eczacıların bir günlük kepenk kapatma eylemine dair kızgınlığını saklayamazken marketlerde ecza stantları kurulabileceğini de söyledi. Erdoğan, “Aynen ABD’de

olduğu gibi artık marketlerde, süpermarketlerde ecza ile ilgili stantlar kurulmasına yönelik de bir çalışmayı ayrıca yürütüyoruz” dedi. Geçtiğimiz sene Başbakan’ın danışmanı Cüneyt Zapsu’nun adının geçtiği “drugstore for you” mağazalarıyla ilk girişimleri yapılan ancak o dönem tepki görüp geri alınan

SA⁄LIK HAKKI ‹nsan hayat› m› patent mi? ‹laç üretiminin özel flirketlerin elinde olmas› çeflitli sorunlara yol aç›yor. Bazen kâr sa¤lamayacak diye yararl› olmas› muhtemel ilaçlar piyasaya ç›kam›yor ya da karlar›ndan olmamak için zararl› yan etkiler gizlenebiliyor. Burada iki örnek üzerinden konuyu tart›flaca¤›z. Kâr yoksa ilaç da yok ‹laçlar›n hastalara ulaflt›r›lmas› için ruhsatland›r›lmalar› gerekli ve ilaç sektörü özel flirketlerin elinde. Yani yeni bir ilac›n piyasaya ç›kmas› ancak ç›karan firma iyi kâr elde edecekse mümkün oluyor. Bunun yolu da piyasaya sürülen ilac› patent ile koruyarak yüksek kâr etmek. Kanser tedavisinde etkili ama ucuz alternatifler bu nedenle de¤erlendirilmiyor: 2004 senesinde ABD Johns Hopkins Üniversitesi’nde araflt›rmac›lar 3-bromopirüvat molekülünün s›çanlarda karaci¤er kanserini durdurabildi¤ini buldu. Sonuçlar çok etkilyeciydi ve üstelik hastalar›n günlük tedavi maliyeti 1 TL (70 sent) oluyordu. Aradan geçen 5 y›lda ilaç flirketlerinin hiçbiri bu ilac› insanlar›n kullan›m›na sunmak için araflt›rma yapmaya yanaflmad›. 2007 y›l›nda da Kanada’n›n Alberta Üniversitesi’nde araflt›rmac›lar, endüstride çokça

“markette ecza satışı işine” bugünlerde büyük tekeller el atmaya başladı. Başbakan bugün markette ilaç satışının önünü açmaktan bahsederken geçen sene Sağlık Bakanı Recep Akdağ “Biz hükümet olduğumuz sürece bu kesinlikle olmayacak. Eczane dışında başkalarının ilaç satmasının bir mantığı yok” şeklinde konuşuyordu.

Tezgah üstü mü tezgah m›? Hükümetle eczac›lar aras›ndaki kavgada gündeme gelen markette ilaç sat›fl›na daha yak›ndan bakal›m dedik. Markette ilaç sat›fl› “tezgah üstü ilaç” sat›fl› anlam›na geliyor. Tezgah üstü ilaç, marketten veya bakkaldan ‘çikolata veya sak›z al›r gibi al›nabilen ilaç’ demek. Amerika’da ve baz› Avrupa ülkelerinde baz› ilaçlar marketlerde tezgah üstünde, yani reçetesiz sat›labiliyor ve gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda reklamlar› da yap›labiliyor. Bu iyi bir fley mi peki? ‹laç endüstrisinin amac› daha fazla ilac› reçetesiz sat›lan ilaç kapsam›na sokmak. Doktor ve eczac›y› aradan ç›kar›p ‘vahflice ilaç pazarlamak’ istiyorlar.

Gerçekten de tezgah üstü ilaç sat›fl› yap›lan ülkelerde ilaç tüketimi yükseliyor. Tezgah üstü ilaçlar ve sa¤l›k karnesi Tezgah üstü ilaçlar karnelere yaz›lam›yor. Böylece muayene ve ilaçtan al›nan katk› paylar› ile paral›laflt›r›lan hizmet tamamen özelleflmifl oluyor. Yani bu ilaçlar› almak isteyenlere ‘paras›n› cebinden öde’ denmifl oluyor. Peki bu ilaçlar sak›z gibi ve reklamla sat›l›nca yan etkileri yok mu oluyor? Tam tersine eczac› dan›flmanl›¤›nda kullan›lmad›¤› için tehlikeli hale geliyor. Ayr›ca tezgah üstü ilaçlar›n madde ba¤›ml›l›¤›n› art›rd›¤› da biliniyor.

Hastanelerin s›n›fland›r›lmas› neyin itiraf› kullan›lan diklorasetat molekülünün (DCA) hayvanlarda kanser tümörlerini %75’e kadar küçültebildi¤ini keflfetti. Ancak, diklorasetat patentlenebilir de¤ildi. S›ra, DCA’n›n kanserli hastalarda s›nanaca¤› klinik denemelere gelmifl olmas›na ra¤men ilaç flirketleri bu araflt›rman›n ilerletilmesi için fon vermedi. Sonuç olarak bu moleküllerin insanlarda ayn› baflar›y› gösterip göstermeyece¤ini bugün bilmiyoruz. Kâr sa¤lamayaca¤› için insan denemeleri yap›lamam›fl durumda. Kâr amaçl› sa¤l›k sistemi sürdü¤ü sürece, patent al›nabilir ve kâr edilebilir ilaçlar piyasaya ç›kabilecek. Üzülmeye gerek yok. Büyük olas›l›kla ilaç flirketleri kâr edebilecekleri pahal› ilaçlar ç›karacaklard›r.

Sosyal Güvenlik Kurumu'nun (SGK) yeni y›la girerken yay›nlad›¤› özel hastanelerin s›n›fland›rmas› özel hastaneler aras›ndaki rekabeti k›z›flt›rd›. Uygulamaya göre “yüksek kaliteli” hastaneler hastalardan daha fazla fark ücreti alabilecek. S›n›fland›rma özel hastaneler aras›nda “hangimiz daha kaliteliyiz” tart›flmas›na yol açt› ve bu nedenle listenin yenilenmesi gündeme geldi. AKP’nin uygulamaya koydu¤u sa¤l›kta dönüflüm program›n›n “paran kadar sa¤l›k” anlam›na geldi¤i bir kez daha ortaya ç›kt›. Hükümet bu uygulamayla daha çok paras› olan›n daha kaliteli hizmet alaca¤›n› itiraf etmifl oldu. Sa¤l›k hizmetinde eflitli¤in yolunun herkese paras›z ve kamusal sa¤l›k hizmeti verilmesinden geçti¤i fikrinin ne denli do¤ru oldu¤u da görüldü.

Daha çok ilaç daha çok sa¤l›k m›d›r? Tezgah üstü ilaç sat›fl› ilaç tüketimini art›rmay› hedefliyor. Ancak daha çok ilaç daha çok sa¤l›k demek de¤il. Örne¤in ABD, Kanada ile birlikte dünyada tüketilen tüm ilaçlar›n yar›s›n› tek bafl›na tüketiyor ama bu tüketim beraberinde yeni sa¤l›k sorunlar›n› da getiriyor. Yap›lan hesaplamalara göre sadece ABD’de her y›l 120 bin kifli yanl›fl, gereksiz veya afl›r› ilaç tüketiminden ölüyor. ABD’de sa¤l›k harcamalar› yüksek olmas›na ra¤men 40 milyon kifli herhangi bir sa¤l›k güvencesinden yoksun ve açl›k s›n›r›nda yafl›yor. Düzenli geliri olmad›¤› için sa¤l›k hizmetinden eksik yararlanabilenlerle bu rakam 100 milyonu buluyor.

Bizim doktorumuz iflini bilir (mi?) ahçedeki gül “Benim memurum işini bilir!” özlü sözünün ardından geçen yaklaşık 25 yıllık süreçte memleketin geldiği son nokta sadece yoksulluk ve sefalet değil onlarla aynı hızla gelen toplumsal çürüme. Hemen hemen her konuda çürüme, daha doğrusu çürütülme. Şimdi ne yapıyoruz, çürümüş bahçede gül arıyoruz, hadi bakalım!

B

Paralı bir hizmetin etiği olur mu? Ülkemizde artık eğitim parayla. Çocuğunuzu özel okula yollayamıyorsanız bile mutlaka kursa yollamak zorundasınız. Bunu kanıksamış durumdayız, parasız Süheyla eğitim olmazmış. Hani eğitim her vatandaşın E. Tezel hakkıydı? Olmadığını Halk›n Sa¤l›k yıllar içinde öğrendik. Hakk› Meclisi Gelelim sağlığa. Efendim Başbakanlığın yaptığı bir araştırmaya göre hekimlerin ve hemşirelerin yüzde 11'i 'bıçak parası'nı 'hekimlik hakkı' olarak görüyormuş. İşin daha ilginç yanıysa hastaların yüzde 14'ünün de 'bıçak parası'nın 'hekim hakkı' olduğuna inanmasıymış. En çarpıcı itirafsa hekimlerin yüzde 69'undan geliyormuş: 'Mesleki kazanç elde ediş yöntemlerimizde etik dışı yanlar var.' Hadi ya çok şaşırdım. Bunun için araştırma yapılması gereğine, hele de bu araştırmayı başbakanlığın yapmasına daha da çok şaşırdım. Bu ülkenin doktorları elbette ki bu ülkenin toplumundan, insanlarından daha farklı değildir. Uzun bir zamandır hekimler üzerine oynanan bu ' tuu kaka' tutum nerden icap etti de bilimsel bir çalışmayla belgeye döküldü? Yine süper bir değişikliğin eşiğindeyiz anlaşılan. Hekimlere hadleri bildirilecek, ne yapılacak, herhalde tam gün yasası çıkarılacak. Ama yanlış isimlendirme tam gün işkence yasası olmalı adı. Çünkü getirilmeye çalışılan yasa ile hekimlerin 8 saat değil 16 saat çalışılması istenecek, siz böyle bir hekimin 16. saatindeki 200. hastası olmak ister misiniz? Eserinizle gurur duyabilirsiniz sayın yetkililer Sistemi bu hale getiren sizin sağlık politikalarınız değil mi? Taaaa 25-30 yıl öncesinden başlayan ''benim memurum işini bilir'' zihniyetleri değil mi? Kamuda çalışan 20 yıllık bir doktorun maaşı bin 400 lirayı geçmez. Haa nasıl geçer 'ben sana vermiyorum sen almasını bileceksin ' mantığıyla geçer. Yıllardır tam güne geçilmedi sağlıkta, neden? Sağlığı piyasalaştırmak için. Hekimlere yeterli yaşanabilir maaş ve özlük haklarını vermek yerine git muayenehanende çalış, özel hastanede ameliyat yap dendi. Hadi o da yetmedi, performanslı sistem diye utanç verici bir yöntem icat ettiler. Sanki sorun doktorun çalışmayıp yan gelip yatmasıymış gibi, “ne kadar çok hasta bakar ne kadar çok reçete yazar, ne kadar çok tetkik istersen sana puan ve para vericem” dendi. Peki, ne oldu. Günde 150 hasta bakabilen doktorlar yetiştirdi bu memleket, he heyt be! Parasız sağlık ve onurlu hekimlik istiyorum Ben tam gün yasası istiyorum, maaşı özlük hakları verilmiş, aklı çocuğunun okul parasında, evinin taksidinde, kongreye gidebilmek için reprezant peşinde olan bir doktor değil aklı hastasında, biliminde tıptaki yeniliklerin peşinde olan bir doktor istiyorum. Bunu kim istemez? Bunu sağlık üzerinden para kazanmak isteyen hastanelerin işletme olduğunu düşünenler istemez, uluslararası ve insanlık ötesi ilaç firmaları, tıbbı cihaz satıcıları istemez, IMF istemez. Onlar “ne kadar para verirsen o kadar hizmet alırsın”ı öğrenmeni isterler, buna inanmanı ve kaderine razı gelmeni isterler. Sistem doktorlara kötü dememizle düzelebilseydi, keşke bu kadar kolay olsaydı. Hava kirliyse en önce beyaz kirlenir ve bunu herkes bilir. Bu çok alengirli oyunda biz neyin ne için kirletildiğini biliyoruz. Aynı zamanda sağlığın tüm insanlar için hak olduğunu da biliyoruz.

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) www. halkinsesigazetesi.net / iletisim.halkinsesigazetesi.net 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.


8

EMEK 9 Ocak 2010 / 21 Ocak 2010

Halk›n Sesi

AKP'nin tüyü bitmemifl yetimi: Koza Madencilik 009 yılında IMKB-30'da en çok değer kazanan hisse Koza Anadolu Metal Madencilik'in (Koza) hissesi oldu IMKB-30; piyasa değeri ve likiditesi en büyük olan 30 şirketin buluştuğu endekstir, başka bir deyimle borsanın şampiyonlar ligidir. Kamuoyu Koza'yı AKP ve Fethullah Gülen cemaatine yakınlığıyla biliyor. Koza'nın son 8 yıldaki gelişimine bakınca da AKP'nin iktidarın nimetlerini bu şirkete sunduğu görülüyor. Koza, 1948 yılında Ali İpek tarafından kuruldu. Asıl faaliyet alanı kağıtçılık ve davetiye basımı. Bugün işleri Akın İpek yürütüyor. Davetiyecilikle nam yapan Koza 2003 yılından itibaren halka açılıyor. Halka açıldığı 2003 yılında Koza'nın piyasa değeri 20 milyon dolar. Bugün ise yaklaşık 500 milyon dolar. Yani aradan geçen 7 yılda değerini 25 kat arttırmış. Peki Koza'nın sırrı nedir? Koza'nın altın madenciliğine girdikten sonra atak yaptığı görülüyor. Koza'nın altın madenciliğindeki gelişim süreci ve girdiği ticari ilişkiler, ABD'li ve Kanadalı altın avcılarının taşeronluğunu yaptığı görülüMustafa yor. Eberliköse 1989 yılında Eurogold Madencilik adıyla kurulan ve eberli@ Bergama Ovacık'ta siyanürle sendika.org altın çıkarma faaliyeti gösteren ABD'li Newmont Mining Corporation'a ait olan şirket 2002 yılında Avusturyalı Normandy Mining firmasına oradan da 2005 yılında 44.5 milyon dolara Koza'ya satılıyor. Koza altın arama işine bu şekilde giriyor. Ardından yine Newmont firması Gümüşhane'deki Mastra altın madeni ve diğer altın ruhsatlarını da Koza'ya satıyor. Aynı şekilde Koza'nın AKP ile kurduğu ilişkiler de ilgi çekici. Yaklaşık 5 yıldır madencilik alanında faaliyet gösteren bir firmanın elinde yüzün üzerinde maden arama ruhsatının bulunması az rastlanır bir olay. Koza şu anda Bergama’dan Artvin’e, Kaz Dağlarından Gümüşhane’ye kadar geniş alanda değerli maden arayabilir. Bergama Ovacık'taki siyanürle altın çıkarmayla ilgili Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'nin hazırladığı raporda bir başka konuya dikkat çekiyor. Ovacık köylüleri ne zaman hukuksal kazanımlarla madeni kapatsalar Koza, Çevre ve Orman Bakanlığı‘na başvurarak akıl danışıyor. Bakanlık'ta Koza'ya izlemesi gereken yol ve yöntemleri gösteriyor. Koza'nın iktidarla kurduğu ilişki ruhsat ve fikir almayla sınırlı değil. İktidarın yerel yönetim olanaklarını da kullanıyor. Örneğin Eskişehir'in Kaymaz beldesinde bu sayede altın çıkarma ruhsatı aldı. Eurogold 1995 yılında ruhsat almak istemiş fakat halk birçok eylem yaparak engel olmuş. Engel olanların başını bugün Kaymaz Belediye Başkanı olan AKP'li Mustafa Akkuş çekiyormuş. Koza'nın ruhsatı almasında da Akkuş başı çekti. Kaymazlıları Akkuş ikna etti. Trabzon'un Tonya ilçesine altın aramaya giden Koza'ya yine AKP'li Belediye Başkanı Ahmet Kurt ve AKP İlçe Başkanı ev sahipliği yaptı. Tonya halkı da siyanürlü altına karşı. Bakalım Belediye Başkanı halkı siyanürlü altın çıkarılmasına ikna edebilecek mi? Koza'ya AKP'nin en büyük kıyağı ise 2009 yılının Şubat ayında KDV tebliğinde yaptığı değişiklikler oldu. Yapılan değişiklikle altın, gümüş gibi kıymetli maden çıkaran şirketlerin, yurtiçine satışta üretimde ödedikleri KDV’nin tamamını vergiden indirebilmesinin yolu açıldı. Yapılan bu değişiklik, borsanın değer kaybettiği bir dönemde Koza'nın hisselerinin tavan yapmasına neden oldu. Koza, iktidar sayesinde değerini bir kez daha katlamış oldu. Koza'nın ismi bugünlerde medya sektöründe de oldukça fazla anılmaya başladı. Elinde Kanaltürk, Bugün Gazetesi ve Bugün TV bulunan Koza, Doğan grubunun elinde bulunan Milliyet, Vatan gazeteleri ve Star televizyonuna talip oldu. Gördüğümüz kadarıyla Koza'nın sırrı iktidar ve cemaat ilişkileri. Koza iktidar desteğiyle sermayesini büyütüyor. Koza'nın önünü açmak için doğa katliamlarına göz yuman, yarattığı spekülasyonlarla tüyü bitmemiş yetimin hakkını Koza'ya aktaran iktidarı düşününce Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Tekel işçilerine söylediği ‘Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kimseye yedirmem’ sözleri oldukça manidar oluyor.

2

Çaydaki dönüşüme dikkat

A

KP ve MÜSİAD tarafından Rize Ticaret Odası’na hazırlatılan Çay Kanun Tasarısı Meclis’e geldi. Tasarıyla birlikte Doğu Karadenizlileri büyük bir değişim süreci bekliyor. Tasarıda yaş çay üreticilerinin durumlarına, ÇAYKUR’un tasfiyesine ve çay borsasının kurulmasına yönelik maddeler var. Tasarı yaş çay üretimi yapanlarla kuru çaya dönüştürenler arasında ayrımlar içeriyor. Örneğin 15. maddesinde “müstahsil sözleşmesi” yer alıyor. Bu madde çay üreticilerinin sözleşmeli çiftçi olmalarının önünü açıyor. Yani üreticinin işçileştirilmesinin önü açılıyor. Tasarı çay borsasının kurulmasını içeriyor. Borsanın kurulmasıyla çayın üretimden tüketime giden sürecine yeni aktörler ekleniyor. Üretim sürecindeki tüm aktörler birbirlerine bağımlı hale getiriliyor. Zincirin dışında kalan üreticiler ise çay üretimi yapamayacaklar. Diğer bir düzenleme ise neoliberal yapısal uyum programının getirdiği gibi Çay Piyasası Düzenleme ve Denetleme Kurulu adı verilen bir kurulun kurulacak olmasıdır. Kurulun kurulması ÇAYKUR’un ileride tasfiye edileceğine dair bir işaret olarak yorumlanabilir. Çay üreticileri ise hazırlanan tasarının üreticinin çayın karar mekanizmanın dışına atılması demek olduğunu belirtiyor. Temel geçim kaynakları çay olan Doğu Karadenizli üreticiler, çaylarının ellerinden almaya yönelik tüm girişimlere karşı direneceklerini belirtiyorlar.

Zampiyon AKP Yeni yıla nasıl girersek öyle gidermiş. Hükümet yeni yıla zamlarla ve emekçiler ise direnişlerle girdi. Bu gelişmeler 2010 yılının nasıl geçeceğinin ipucu oldu

Y›lbafl› zamlar› yüzünden Erdo¤an’›n ad› “Neoliberal Baba”ya ç›kt›

İ

şçilere yüzde 6 zammı uygun gören, kamu çalışanına “düşük enflasyon”u gerekçe göstererek 1 lira 40 kuruş enflasyon farkı veren AKP hükümeti verdiğini zam yağmuruyla fazlasıyla geri aldı. Erdoğan 7 yıldızlı otelde yılbaşını kutlarken, halk bu zam haberleriyle 2010’a girdi. İşte o zamlardan öne çıkan bazıları: I İlk zam haberi elektrikten geldi. Konut elektriğine yapılan yüzde 1.32 zamla, 2009 yılında yapılan toplam zam yüzde 12’yi aştı. I Emlak vergilerindeki artış oranı yüzde 20’lerden yüzde 600’lere ulaştı. Bu zammın kiraları da etkilemesi kaçınılmaz görünüyor. I Hükümet akaryakıtta da zamma doymuyor. Temmuz ayında ÖTV artışları sonucu akaryakıta gelen ortalama yüzde 8 artışın üzerine son yapılan ÖTV artışıyla yıllık zam oranı yüzde 20’lere yaklaştı. Böylece Türkiye dünyanın en pahalı akaryakıtının satıldığı ülke unvanını yeniden ele geçirdi. Özellikle 2009’da motorinin litresinde yaşanan toplam 50 kuruş civarındaki vergi artışının çiftçilerin yakıt masrafını yüzde 35 civarında artırdığı ifade ediliyor. Kırsal kesimde kullanılan motorinin ÖTV’sinin kurşunsuz benzinden fazla arttırılması da dikkatlerden kaçmadı. I Köprü ve otoyol ücretlerine

gelen yüzde 14’e yakın zam ise özelleştirmeler öncesi sermayenin iştahını kabartmaya yarayacak gibi görünüyor. I Sigarada yapılan ÖTV artışlarıyla sigaraya ödenen her 1 TL’nin 63 kuruşu vergi haline getirildi. I Birada yüzde 35’e yakın vergi artışı yaşanırken, diğer içkilerde vergiler en az yüzde 10 artırıldı. I Bunlar dışında her türlü damga vergisi ve harçlara da yüzde 10 civarında zam geldi. Sürücü Belgesi, Pasaport ve değerli kağıtlarda da yüzde 70’lere kadar varan artışlar yapıldı. Çevre Temizlik Vergisi’nden Özel İletişim Vergileri’ne Motorlu Taşıtlar Vergisi’nden çeşitli para cezalarına kadar yüzlerce kalemde zam yapıldı. Uçak ve helikopterin motorlu taşıt vergisi oranının kimi otomobillerden bile düşük tutulması dikkat çekti. I Hükümetin fiyat artışlarını belediyeler de hızla takip etti. Ankara Belediyesi ulaşım ücretlerine yüzde 9 civarında zam yaptı. I Yeni yıla nasıl girersek bütün yıl öyle geçermiş. Bu zamların daha başlangıç olduğunu Şubat ayında doğalgaza zam “müjdesi” veren Enerji Bakanı gösterdi. 2010 bütçe hesaplarındaki dolaylı vergi kalemlerindeki şişkinlik yeni vergi artışlarına da işaret ediyor. Ancak yeni yıla zamla giren hükümet, yeni yıla direnişle giren emekçilerin de olduğu unutulmamalı.

Zamlar enflasyon yaptı

M

erkez Bankası, Ocak ayından itibaren yürürlüğe giren, bazı enerji ve hizmet kalemleri ile alkollü içecek ve tütün ürünlerini kapsayan vergi düzenlemelerinin Ocak ayı enflasyonu üzerindeki doğrudan etkisinin 1,5 puan civarında artış olacağını öngördü. Merkez Bankası Aralık ayı Aylık Fiyat Gelişmeleri ile ilgili yaptığı açıklamada, bu yükselişin enerji fiyatlarının oluşturduğu baz etkisinden ve işlenmemiş gıda fiyatlarındaki yüksek artışlardan kaynaklandığını belirtti.

Zamlar sokakları ısıtmaya başladı Y

ılbaşı gecesi Ankara'da direnişlerini sürdüren TEKEL işçilerine destek veren Halkevleri, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan maskeli “Noel Baba” ile Türk-İş önüne geldi. Yanında getirdiği hediyeleri işçilere dağıtan “Noel Tayyip”in çuvalından “Biber Gazı”, “Kriz”, “İşsizlik”, “Ulaşım Zammı”, “Akaryakıt Zammı” çıktı.

Kürsüye çıkarak işçilere seslenen Noel Tayyip’in, “. Geyiklerim grevde olduğu için onları getiremedim. Halkım size yeni zamlar getirdim. Kriz bizi teğet geçti” gibi sözleri işçilerin ıslıkları ve protesto sloganları ile karşılandı. İzmir’de de Öğrenci Kolektifleri’nden üniversiteliler yeni yılın ilk günü eylemde

“Neoliberal Baba” ile zamları protesto ettiler. Yeni Karamürsel önünde yapılan eylemde “Neoliberal Baba”nın çuvalından yine zamlar ve cop çıktı. Noelliberal baba eşliğinde Konak PTT önüne gelen üniversiteliler yeni yılın daha ilk gününden yapılan zamlarla ‘ülkenin içine edildiğini’ belirttiler ve ellerindeki tuvalet kağıdını Başbakan’a

gönderdiler. TÜM-İGD 1 Ocak günü İstanbul Taksim Tramvay durağında yaptığı bir eylemle zamları protesto etti. Bu eylemde de Tayyip Erdoğan maskeli Noel Baba’nın çuvalından hediye olarak zamlar ve cop çıktı. Eylemde yapılan basın açıklamasında 2010 yılında zamlara karşı mücadele sözü verildi.

IMF’den önce rüzgârı geldi Yılbaşı zamları, IMF ile anlaşmanın yolunu yapmak olarak yorumlanırken AKP sözcülerinden gelen açıklamalar bu yorumları güçlendiriyor. Başbakan Erdoğan “ümük sıkarak” görücüye çıkıyor

IMF borsaya yaradı

A

rka arkaya gelen zam haberleri ve IMF ile görüşmelerde anlaşmanın yakın olduğu haberleri İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nı (İMKB) coşturdu. Yaşamın tüm alanlarına yansıyacak zamlar ve Başbakan Tayyip Erdoğan ile Devlet Bakanı Ali Babacan’ın IMF’yle anlaşmaya dair verdiği mesajlar borsada 2009’un zirve seviyesine çıkılmasına neden oldu. Vatandaşın cebindeki yangın borsanın bayramı oldu. Bilindiği gibi İMKB daha önce de SSGSS yasası ve özel istihdam büroları gibi emekçi düşmanı yasal düzenlemelerde çıkışa geçmişti. Bu durum, “borsa yükseliyor ekonomi düzeliyor” laflarına itibar edilmemesi gerektiğini, borsadaki her yükselişin halka karşı bir saldırı dalgasının habercisi olduğunu gösteriyor.

Faturayı halk ödüyor

2

009’un sonunda gelen zamların Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın AKP Merkez Yönetim Kurulu’nda yaptığı "Taleplerimiz kabul edildi, IMF ile anlaşmak üzereyiz" açıklamasının hemen ardından duyurulması dikkat çekti. Bu zamanlama, IMF ile anlaşmaya yakınlaşmanın koşullarını ortaya koydu. Uzun bir süredir “IMF’ye ümüğümüzü sıktırmayız” diye kabadayılık yapan Erdoğan’ın, IMF ile anlaşma yolunu ararken zamların yanı sıra emek düşmanı yüzünü çeşitli vesilelerle daha çok ortaya çıkarması da rastlantı değil. Bu gelişmeler üzerine IMF’ninde AKP’yi yüz üstü bırakmayarak “Eğer talep gelirse anlaşma için acil gelebiliriz” mesajını iletmesi, önemli bir jest olarak değerlendiriliyor. Babacan’ın “IMF ile olası bir anlaşmanın 2 yıl süreli bir stand-by olması konusunda mutabakat sağlamış durumdayız” şeklindeki ifadeleri anlaşmanın yakın olduğu yorumlarını güçlendiriyor. Anlaşma yolundaki internet ortamında gerçekleştirildiğini söyleyen Babacan, tartışılan “bir iki ufak detay” konusunda bilgi vermezken, bu konuların çeşitli sermaye gruplarının kayırılmasına ilişkin olduğu sanılıyor. AKP; IMF ile sanal ortamda “chat” yaparken anlaşma imzalansın ya da imzalanmasın AKP iktidarı, sermayenin

A

KP'nin yaptığı doğalgaz anlaşmalarının faturasını halk ödeyecek. Bu anlaşmalarla BOTAŞ’ın önemli oranda zarar etmesine neden olan hükümet, faturayı ise halka kesiyor. Hükümetin yaptığı alım anlaşmalarında “al ya da öde” yükümlülüğü bulunuyor. Buna göre alım antlaşması yapılan gaz miktarının ortalama yüzde 85’inden azı satın alınırsa,

ve IMF’nin emek düşmanı taleplerini sektirmeden hayata geçiriyor. AKP hükümetinin IMF kredisini Hazine’nin açığını finanse etmek için kullanacağı konusunda ise bir görüş birliği var. Özellikle 2009’da rekor kıran bütçe açığının 2010’da da düzelmeyeceğine kesin gözüyle bakılıyor. AKP sermayeyi vergilendirmekten ısrarla kaçarken bir taraftan dolaylı vergilere asılıyor, bir taraftan da

IMF parasından medet umuyor. IMF ile stand by anlaşmasının yeniden gündeme geldiği günlerde İslamcı basın ve Taraf gazetesi ise emeğe ve halka karşı saldırılara değil Türkiye’nin bu kuruma olan 8 milyar dolarlık borcunun 2013’te biteceğine dair iyimser haberlere ağırlık vermeye özen gösteriyor. Bu gazeteler olası bir anlaşma halinde alınacak 30 milyar doları borç hesabına “ihtimal” olarak bile dahil etmiyor.

alınmayan miktarın da parası ödenmek zorunda. Bir diğer bağlayıcı unsur da satın alınan gazın, iç piyasada tüketilemeyen kısmının ihraç edilememesi. Türkiye yalnızca Azeri gazını ihraç edebiliyor. En önemli skandal ise alım anlaşması yapılan gazın tamamını taşıyacak hattın bulunmaması. Hükümetin İran ve Azerbaycan ile yaptığı anlaşmalara göre günlük alınacak

gaz miktarı 48 milyon metreküp. Oysa bu gazı taşıyacak olan Doğu Anadolu İletim Hattı’nın maksimum taşıma kapasitesi 38 milyon metreküp. Mevcut kompresor, tam randımanla çalışmadığı için maksimum taşıma kapasitesine de ulaşılamıyor. 2009 yılında tahmini olarak 3-4 milyar metreküp doğalgaz alınamamış olacak ve 1 milyar dolar zarar edilecek.

Bankalar krizde köşe oldu

E

konomik krizin Türkiye'de en yoğun hissedildiği 2009'da bankalar karlarını yüzde 44 artırdı. Bankaların, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) veri tabanına gönderdikleri kesinleşmemiş geçici verilere göre bankacılık sektörünün 2009 yılı 11 aylık karı 2008 yılının aynı dönemine göre yüzde 44 artışla 18 milyar 784 milyon TL’ye ulaştı. 2008 yılı sonu itibariyle 2009 yılı 11 aylık verileri karşılaştırıldığında, artış oranı yüzde 40’a işaret etti.

Deli Dumrul ısrarlı

U

zun süredir otoyol ve köprüleri özelleştirmek isteyen AKP hükümeti, Danıştay’ın geçen sene aldığı aksi yöndeki kararı delmek için yasal düzenlemeye hazırlanıyor. Bu konuya dair kanun tasarısı TBMM’ye sunulurken yasanın onaylanması halinde 9 otoyol ve 2 boğaz köprüsü 10-20 yıllık sözleşmelerle özel şirketlere devredilecek. Hükümetin otoyol ve köprü geçişlerine yaptığı son zamlar “özelleştirmeye hazırlık” olarak da yorumlanıyor.


9

EMEK 9 Ocak 2010 / 21 Ocak 2010

Halk›n Sesi

2009’da madenlerde 95 iflçi öldü

‹flten att› sonra baca¤›ndan vurdu

Nakliyat-‹fl yöneticileri serbest

Malatya'nın Battalgazi Belediyesi'nde Belediye Başkanı Selahattin Gürkan işten attığı temizlik işçisini bacağından vurdu. 6 Ocak'ta sabah 10.30 sularında temizlik işçisi Mustafa D. Belediye Başkanı Selahattin Gürkan'la belediyenin önünde konuşmak istedi. Burada işçi ile korumalar tehditleşti. Temizlik işçisinin bıçağını çekmesi üzerine korumalarla arasında arbede yaşandı ve bir koruma bacağından bıçakla yaralandı. Bunun üzerine Belediye Başkanı Gürkan silahıyla ateş ederek işçiyi bacağından vurdu.

DİSK/Dev Maden-Sen’in verilerine göre, 2009 yılı maden işçileri açısından kazalarla geçti. 2009’da toplam 76 maden kazası meydana geldi. Hemen hemen her ay birkaç maden kazasının meydana geldiği 2009’un en büyük kazası ise Bursa’da yaşandı. Grizu patlaması sonucu oluşan göçükte 19 işçi yaşamını yitirdi. 2009’daki bu kazalarda toplam 95 işçi yaşamını yitirirken, 48 işçi de yaralandı. 2008’de ise 38 kaza meydana gelmişti. Bu kazalarda 43 işçi yaşamını yitirirken, 11 işçi de yaralanmıştı.

Bozdur bozdur harca emeğe karşı savaş yılı ilan ettiğini herkesi 2010 yılını insanca yaşam ve haklar için mücadele yılı ilan etmeye çağırdı. Asgari ücretin temel yaşamsal ihtiyaçlardan bağımsız tartışılamayacağını belirten Çerkezoğlu, insanca yaşanabilecek bir asgari ücret talep etti. Ankara'da KESK Genel Merkezi, Ankara KESK Şubeler Platformu, DİSK, Halkevleri, Aka Der ve EHP, Çalışma Bakanlığı önünde asgari ücret görüşmelerini protesto etti. Eylemde konuşan KESK Genel Başkanı Sami Evren, asgari ücret uygulamasının terk edilmesini yerine “sosyal minimum” yani temel ücret uygulamasına geçilmesi gerektiğini belirtti.

M

ilyonlarca işçinin merakla beklediği asgari ücret açıklandı. Asgari ücret 16 yaşından büyükler için 1 Ocak 2010'dan itibaren brüt 729, net 577.01 lira oldu. 16 yaşını doldurmamış işçiler için ise brüt 621, net 499.62 lira olarak belirlendi. Buna göre asgari ücrete toplamda 31 liralık bir artış yapılmış oldu. Başbakan Meclis grubunda yaptığı son konuşmasında patronlara Kısa Çalışma Ödeneği'nin uzatılmasına yönelik sinyal verirken sözkonusu işçiler olunca takındığı yumuşak uslubü sertleştirerek işçi düşmanı yüzünü açıkca ortaya çıkarıyor. Başbakan aynı tavrını asgari ücretin belirlenmesinde de takındı. İşçilerin katılmadığı toplantılarda işverenlerle kol kola belirlenen asgari ücret vicdanları sızlattı. Günlük 1 liraya tekabül eden artış oranı, AKP adına asgari ücretin belirlenmesi toplantılarına katılan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çalışma Genel Müdürü Ali Kemal Sayın'a utanarak açıklama yaptırttı. Sayın, belirlenen ücretin işçilere ödenmesi arzu edilen bir ücret olmadığı itirafında bulunurken krizin etkilerini ve içinde bulunulan ekonomik durumu gerekçe gösterdi. AMAÇ ‹fiÇ‹L‹K MAL‹YETLER‹N‹ DÜfiÜRME Belirlenen asgari ücrete, yaptığı yazılı açıklama ile tepki gösteren DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, 2010 asgari ücretinin toplumun beklenti ve ihtiyaçları dikkate alınmadan belirlendiğini söyledi. 2009 yılında temel gıda ürünü fiyatlarının ve konut harcamalarının ortalama yüzde 11 arttığını belirten Çelebi, asgari ücretin ise yüzde 5.7 oranında arttığını söyledi. Çelebi, “Yeni zam

Kepçeyle al›yor kafl›kla veriyor

B

elirlenen asgari ücrete tüm ülkede tepki vardı. Eskişehir'de işçiler 5 kuruşluk madeni paraları Bölge Çalışma Müdürlüğü önüne attı

asgari ücretlinin elinden alınan 2 simitten birini yerine koymuştur” dedi. Çelebi, AKP hükümetinin asgari ücret anlayışının, “geçim koşullarını iyileştirmeye” değil, “işçilik maliyetlerini” düşürmeye dayandığını ifade etti. Bugün asgari ücret yoksulluk sınırının yarısı kadardır. Bu yaklaşım ücretleri ve hakları maliyet öğesi olarak gören, işçinin insani ve sosyal boyutuyla ilgilenmeyen neoliberal ideolojinin ürünüdür” dedi. ÇEL‹fiK‹L‹ VE TUTARSIZ Hükümet tarafından işçiler

yerde asgari ücretin insanca yaşayacak bir ücret olması gerektiğinin dile getirildiği eylemler yaptı. İstanbul'da Saraçhane Parkı'nda toplanan Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu üyeleri önce direnişteki belediye işçilerini ziyaret etti, ardından asgari ücreti protesto etmek için İstanbul Bölge Çalışma Müdürlüğü'nün önüne kadar bir yürüyüş yaptı. Bölge Çalışma Müdürlüğü önünde Platform adına Devrimci Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu bir basın açıklaması yaptı. Çerkezoğlu, AKP’nin 2010 yılını

Sendikal özgürlükler için nöbet D

İSK, tüm sendikal hak ve özgürlüklere yönelik saldırılara karşı kuruluş tarihi olan 13 Şubat'a kadar her çarşamba Taksim Gezi Parkı'nda “Sendikal hak ve özgürlükler nöbeti” tutacak. İlk nöbet 30 Aralık Çarşamba günü tutuldu. KESK ve TTB’nin yanısıra çeşitli kitle örgütleri de eyleme destek verdiler. Eylemde DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi bir açıklama yaptı. Çelebi, emekçilerin ekonomik ve demokratik mücadelesi için yasal ve anayasal güvenceyle kurulan örgütlere yönelik yasadışı operasyonlar düzenlenmesinin, siyasi iktidarın gerçek niyetini sergilediğini söyledi. AKP'nin emekçilere saldırılarının, özellikle sendikal hak ve özgürlüklere yönelerek büyüdüğünü belirten Çelebi son olarak DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu ve 9 arka-

2

010 Bütçesi'nin kabul edilmesiyle memurlara Ocak'ta yüzde 2.5, Temmuz'da da yüzde 2.5 olmak üzere toplamda yüzde 5 zam verildi. Açıklanan enflasyon rakamlarıyla birlikte maaşlara yapılacak fark zamları belli oldu. Buna göre memurlara 1 lira 40 kuruş ile 5 lira 23 kuruş arası fark zammı yapılacak. Zammı bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan açıkladı. Yılın ilk 6 ayında en düşük emekli aylığına yüzde 20,4, en yüksek emekli aylığına yüzde 4,5 oranında zam yapıldı. Bu artışla; 601 lira olan en düşük SSK emeklisi aylığı 683 liraya, 403 lira olan en düşük tarım SSK emeklisi aylığı 480 liraya, 476 lira olan en düşük esnaf emeklisi aylığı 555 liraya, 306 lira olan en düşük BAĞKUR tarım emeklisi aylığı 380 liraya çıkıyor. Emeklilere yapılan zam oranları yüksekmiş gibi gösterilirken ilk tepki Emekli-Sen Genel Başkanı Veli Beysülen'den geldi. Beysülen yapılan zamların yüksek olmadığını açlık sınırının altında yaşayan 5.4 milyon emekliye yetmeceğini belirtti ve yeni taban maaş belirlenmesini ve emeklilere sağlık, ulaşım, kent hizmetlerinde kolaylıklar sağlanmasını istedi.

adına asgari ücret görüşmelerinde yetkili ilan edilen Türk-İş ilk toplantıdan sonra toplantılara katılmadı. Türk-İş Yönetim Kurulu'ndan yapılan açıklamada ise, asgari ücretin "güvenilir, objektif ve bilimsel veriler yerine hükümetin keyfi yaklaşımı ile belirlendiğini" belirtilerek, "Tespit edildiği andan itibaren asgari ücret yetersiz, çelişkili ve tutarsız olmaktadır. İnsanca bir yaşama düzeyi sağlamaktan uzak, 'açlık ücreti' bile değildir" denildi. Asgari ücretin belirleneceği 29 Aralık'ta ise emekçiler pek çok

ANAYASAL ‹HLAL VAR Adana'da Dev Sağlık-İş üyesi işçiler AKP il binasına yürüdü. Yürüyüş sonunda Dev Sağlık-İş Çukurova Bölge Şube Başkanı Mustafa Hotlar bir açıklama yaptı Hotlar, asgari ücretin tespitinde çalışanların gereksinimleri yerine sermayenin gereksinimlerinin dikkate alınması anayasayı ihlal anlamına geldiğini söyledi. İzmit Emek ve Demokrasi Platformu bileşenleri ise sefalet ücretini AKP önüne yapılan bir yürüyüşle protesto etti. Kocaeli Emek ve Demokrasi Platformu adına basın açıklamasını Devrimci Sağlık-İş Kocaeli temsilcisi Talat Tunç okudu. Mersin Emek ve Demokrasi Platformu bileşenleri de SGK binası önünde bir eylem yaptı. Platform adına basın açıklamasını Mersin Halkevi Şube Yöneticisi Ulaş Korkut okudu. Eskişehir'de de Bölge Çalışma Müdürlüğü önüne yürüyen emek ve demokrasi güçleri, asgari ücret görüşmelerine tepki gösterdi.

daşının tutuklandığını hatırlattı. Çelebi işverenlerin eski şikayetleri değerlendirilerek yapılan tutuklamalarda, avukatların ve sendika yetkililerinin ifade dosyalarına erişmelerinin engellendiğini belirtti. Çelebi 2009 yılında emekçilere yönelik saldırılardan bazılarını hatırlattı; TEKEL işçilerine, itfaiye işçilerine, demiryolu çalışanlarına tazyikli su ve biber gazlarıyla yapılan saldırı; bir yıldır direnen Sinter işçilerinin, Okmeydanı işçilerinin örgütlenme haklarını kullanmak istediklerinde işten atılmaları; KentAŞ'de çalışan yüzlerce işçinin hiçbir hakları verilmeden kapı önüne konulmaları; Emekli-Sen, Genç-Sen ve Çiftçi-Sen'e kapatma davaları açılması; KESK'e yönelik yasadışı operasyonlar ve birçok KESK yöneticisi de tutuklanması.

Maaşlar düşüyor, işçiler atılıyor Ü

lkenin dört bir tarafında hastanelerde işçi kıyımı yaşanıyor. Sağlık Bakanlığı’nın 12.05.2009 tarih ve 32 sayılı “Hizmet alımlarında çalıştırılacak işçi sayısının tespiti ve öngörülecek ücretler” ile ilgili genelgesine dayanılarak işten atmalar ve hak gaspları yaygınlaşıyor. Özellikle de devlet hastanelerinde tamamı taşerona bağlı bir şekilde bilgi işlem, temizlik ve hasta bakıcı olarak çalışan sağlık işçileri has-

tane yönetimleri ve taşeron şirketler tarafından maaşların düşürülmesi, işten atılma ya da çeşitli haksız hukuksuz angarya çalıştırma biçimleri gibi saldırılarla karşılaşıyorlar. İlk olarak 31 Aralık'ta Kocaeli Devlet Hastanesi'nde Emsal Temizlik Şirketi'ne bağlı 21 taşeron işçi işlerinden atıldı. İşçilere neden işten atıldıkları açıklanmadı. Yine 31 Aralık'ta Samsun'un Bafra ilçesindeki Nafiz Kurt Devlet

Hastanesi'nde temizlik ve bilgi işlemde çalışan 17 işçi, sebep gösterilmeden işten atıldı. Ardından 3 Ocak'ta Mersin Anamur'dan yine devlet hastanesinde 32 taşeron sağlık işçisinin atıldığı haberi geldi. Atılan işçilerin içlerinde engelli işçiler de var. Samsun'da işten atılan taşeron sağlık işçileri 3 Ocak'ta hastane bahçesinde bir eylem yaptı. Yapılan eylemde işten çıkarılan işçilerden Fatma Alkan, “2 çocuk

annesiyim ve dulum. Çocuklarım var, ne yapmışız da bu kış ayında işimizden olduk, neden yetkililer bize açıklama yapmıyor, yazık değil mi bize?” dedi. Mersin'de çıkarılan işçiler de bir eylem yaparak işten atılmalarını protesto ettiler. İşçiler adına konuşan Fatih Kurt, “Aramızda engelliler, yaşlı annesine bakanlar, çocuğu doğacak olanlar var. 32 kişinin ekmeği elinden alınmıştır” diyerek tepkisini gösterdi.

Nakliyat-İş Genel Başkanı ve DİSK Örgütlenme Daire Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu ve 9 arkadaşı yaklaşık 1 ay süren tutukluluğun ardından 6 Ocak akşamı serbest bırakıldılar. Metris Cezaevi'nden tahliye edilen sendikacılara işçiler ve aileleri davullu zurnalı bir karşılama düzenlediler. Tahliye edilen sendikacılar cezaevi önüne gelen ambar işçileri ve aileleriyle halaylar çektiler. Ali Rıza Küçükosmanoğlu burada kısa bir konuşma yaparak baskıların mücadelelerine engel olamayacağını söyledi.

Tepeden inen haklar! Ş

öyle bir lafı sıkça duyarız ya da ederiz: “Türkiye’de demokratik ve sosyal haklar tepeden verildiği için bu haklar geri alındığında halk hiç tepki göstermedi. Çünkü kendi mücadelesiyle almamıştı.” Sanırım bu tezin arka planını oluşturan iki önemli olgu var. Bunlardan birincisi Cumhuriyetle birlikte kazanılan haklar, ikincisi ise 27 Mayıs darbesi sonrası sağlanan göreceli demokratikleşme. Cumhuriyetle birlikte ülkemizin bir modernleşme sürecine girdiği doğrudur. Ancak modernleşmenin işçiler ve köylüler ve halk yığınları için bazı sosyal-demokratik haklar sağladığına dair benim aklıma bir örnek gelmiyor. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi gerçekten de çok önemlidir ama bu daha çok dinsel bir toplumdan modern bir topluma geçişte sembolik değeri çok önemli bir ayrıntı olarak görülmelidir. Kurtuluş Savaşı süreci ve 1. Meclis dışında demokratik bir işleyişten, bir halk yönetiminden bahsetmek zordur. 27 Mayıs darbesi ise egemen kesimlerin kendi aralarındaki bir hesaplaşmanın sonucu olarak gerçekleşmiştir. Darbe sonrası Tufan süreçte oluşturulan Anayasa ve Sertlek seçim sonrası iktidar ortağı olan CHP’nin Çalışma Bakanı Ecevit’in Dev Sa¤l›k-‹fl hala lafı edilen grev yasası özellikle Genel Sekreteri işçi sınıfı için demokratikleşme ve sosyal haklar açısından önemli kazanımlar sağlamıştır. Bu gerçekliğe sadece “halkın böyle bir talebi yoktu, ‘tepeden inme’ verildi” diye bakmak son derece hatalı olur. Zira Türkiye’nin nasıl bir sosyo-ekonomik yapıya evrildiğini görmek bunu anlamak açısından yeterli olur. Kendi tarihimizin ilk büyük proleterleştirme dalgasıdır o günlerde yaşanan. İthal ikameci sanayileşme modeli için gerekli emek deposu sanayi bölgelerinde oluşmaya başlamıştı. 27 Mayıs bu süreçle birlikte geldi. 1963 yılının başında meşhur Kavel Direnişi başladı. Kavel Direnişi başladığında henüz Ecevit’in yasası çıkmamıştı, işçiler yasa dışı olarak greve çıktılar ve Türkiye işçi sınıfının tarihine örnek olacak bir eylem gerçekleştirdiler. Aslında Kavel Direnişi Türkiye’nin önündeki süreçte temel toplumsal çatışmanın hangi eksende olacağını çok açık olarak gösteriyordu. İsterseniz gerek ’61 Anayasasına yön veren gerekse seçim sonrası iktidar ortağı olarak sosyal haklar alanındaki düzenlemeleri gerçekleştiren CHP zihniyetinin o döneme nasıl baktığını Ecevit’in kendisinin kaleme aldığı “Ortanın Solu” başlıklı kitabından bir bölümle aktaralım: “Halkı adaletsizlikten, yoksulluktan, baskıdan kurtarıcı ve toplumu sosyal adalet içinde kalkındırıcı tedbirler alınmazsa ezilen, yoksulluk çeken insanlarda birikecek isyan duyguları, kabarıp taşma noktasına varabilir. Sınaileşmeye başlamış toplumlarda bu tehlike daha da büyüktür. İşte o zaman aşırı sol akımlar, bu isyan duygusunu, yıkıcı ve yaygın bir sel haline getirebilir. Ortanın solu, bu sele karşı en sağlam duvar, en etkili settir,” Bu pasajı kitabın 1966 baskısından aktaran Sungur Savran makalesinde Ecevit’in özellikle “sınaileşmeye başlamış…” vurgusunun işçi sınıfının tehdit olarak algılandığı anlamına geldiğini belirtiyor. Özetle, ‘60 sonrası “tepeden inme” mevzusunda iki şeyi dikkate almakta yarar var. Birincisi; yukarıda bahsedildiği gibi gerçekleşen görece demokratikleşme, dünya çapında yaygınlaşan sosyalizm tehdidi karşısında ülkemizde gelişmesi muhtemel bir toplumsal muhalefetin çerçevesini çizmeyi hedefleyen bir tedbirler paketi olarak ele alınmalıdır. İkincisi ise; hakkının verilmesi kadar kullanılmasının da önemli olduğunu unutmamak gerektiğidir. Eğer Türkiye işçi sınıfı dendiği gibi “tepeden inme” haklara muhtaç olsaydı bu hakların kullanımı konusunda da acizlik içerisinde olurdu. Zira sınıf mücadelesi mevzuatla yürüyen hak mücadelesinden ibaret değildir. 1960’lı yıllarla birlikte 1980 darbesine kadar işçi sınıfı ve yoksul emekçi halk kesimlerinin dişe diş bir mücadele yürüttüğü çok açıktır. Sadece 15-16 Haziran direnişi ve DGM zaferi bile işçi sınıfının gücü ve kabiliyeti konusunda bilgi vermeye yeterlidir. Kısacası egemen sınıflar ezilen sınıfların yararına bir hak verdiklerinde “bayram değil, seyran değil….” diye düşünmeyi ihmal etmemek lazım.

ÇAYKUR'da yetki Tek G›da-‹fl'te

Ç

AYKUR'da iki yıldır süren yetki çekişmeleri Tek Gıda-İş sendikasının Ankara 6. İş Mahkemesi’ne açtığı davayı kazanmasıyla son buldu. Bilirkişi Öz Gıda-İş'in üye gösterdiği 7 bin 500 işçiden 3 bininin Çay-Kur'da çalışmadığını ya da emekli olduğunu tespit etti. Bilirkişi raporuna göre Öz Gıda-İş'in üyeleri arasında işçi ve sigortalı olmayanlar olduğu ortaya çıktı. Öz Gıda-İş karara tepki gösterirken bilirkişiyi taraflı olmakla suçladı. Tek Gıda-İş'ten yapılan açıklamada; “Yılmadık, hakkımızı aradık ve haklılığımız ortaya çıktı” denildi. 2007 yılından bu yana devam eden sendikal çekişmede işçiler yapılan baskılarla Öz Gıda-İş'e geçirilmek istenmiş fakat daha sonra bir kısmı tekrar Tek Gıda-İş'e dönmüştü. Mustafa Türkel de Çaykur'da yapılan baskılara karşı Rize'de 9 gün demokrasi nöbeti tutmuştu.


10

KİBELE

Halk›n Sesi

9 Ocak 2010 / 21 Ocak 2010

Ankaralı kadınlardan kampanya

A

nkara'da Halkevci kadınlar "4 acil şart için kadınlar el ele bir adım öne" kampanyasının startını verdi. 6 Ocak günü Halkevleri Genel Merkezi’nde düzenlenen bir basın toplantısıyla kadınlar krizin yıkımına karşı mücadele edeceklerini açıkladı. Yapılan açıklamada Halkevci kadınlar, krizin yıkımına karşı 4 acil şartla yola çıktıkları belirtildi. Toplantıda, güvenceli iş şartı için söz alan Sevgi Bölücek, her alanda emeği sömürülen kadınların güvenceli iş talebinin yerine getirilmesini istediklerini ve bunun için mücadele ettiklerini belirtti. Batıkent Mahallesi'nden gelen Şükran Aras kadınların güvenli, insanca yaşamlarını sürdürebilecekleri sığınma evlerinin derhal açılması şartı olduğunu belirtti. Dikmen bölgesinde parasız, ulaşılabilir kreş hakkı mücadelesini çok uzun zamandır sürdüren Dikmen Halkevi'nden Şükran Eken, kreş mücadelesinin halen sürdüğünü söyledi ve kadınların bu mücadeleye omuz vermesini istedi. Rabia Saydır ise Nato Yolunda oturduğunu ve sağlık hizmetlerine bölgede yaşayan kadınların ulaşamadığını, sağlık ocağı istediklerini söyledi. Kadınları her alanda yan yana gelmeye davet etti. Toplantıya Dikmen Vadisi’nden ve TEKEL direnişinden kadınlar da katıldı.

“Y

kalarak, düşük ücretlere razı gelerek çalışıyor. İşsizlik korkusu kadınları her türlü sömürünün yaşandığı kayıt dışı çalışma biçimlerine yöneltiyor.

ine neffir-i amm oldu uzun saçlılar Arkası feraceli koynu

taşlılar Yüzleri yaşmaklı, yaprak başlılar Vurun aslanlarım erlik sizdedir.” Aşık Halil bu dizeleri 18. yy’da Bursa’da “geçim sıkıntısı” nedeniyle ayaklanan dokumacı kadınları kast ederek yazdı. Bu şiirden iki asır sonra 29 Ağustos 1910 tarihli Sabah gazetesi Bursa’da uzun süreden beri iş koşullarının düzeltilmesini bekleyen ipek işçisi kadınların greve gittiğini yazıyordu. Bursalı kadınlar sınıf kardeşi oldukları milyonlarca kadın gibi yıllarca çalışma hakları ve insan onuruna yaraşır çalışma koşulları için mücadele etti. Bu mücadele tarihinde sadece grevler, şiirlere ilham veren direnişler değil, vahşi kapitalizmin kullandığı kadın emeğinin yenilgileri ve trajedileri de yazılı. BURSA’DAN NEW YORK’A YANGINLARDA Y‹T‹R‹LEN EMEKÇ‹ KADINLAR 2005 yılında Bursa Özay Tekstil’de yanarak ölen 5 kadın işçi, emeklerine değer verilmeyen, ancak öldüklerinde görünür olan tüm kadınların simgesi oldular. Ucuz işgücü olarak, sağlıksız, güvencesiz ve güvenliksiz iş koşullarında çalıştırılıp yanarak ölmeye mahkum edilen beş emekçi kadının ölümü, tüm kadınlara Dünya Kadınlar Günü’nün ilan edilmesine neden olan New York’lu kadın işçileri hatırlatıyor. 1857’de, çalışma şartlarının iyileştirilmesi, 10 saatlik işgünü, eşit işe eşit ücret istekleriyle greve giden ve direniş sırasında içinde bulundukları fabrikanın kapıları üzerlerine kilitlenen 129 kadın çıkan yangında hayatlarını kaybetmişti. Aradan geçen yüz elli yıla rağmen kadınlar Bursa’da yanarak ölmeye,

N

ew York’tan Bursa’ya 1800’lerden 2000’lere her yerde her çağda işyerleri kadınlara mezar oldu. Ölenleri unutmadan insanca koşullarda çalışmak için direnen kadınlar da daima var oldu

Ceylanpınar’da kamyonda taşınırken, İstanbul’da yük aracıyla işe götürülürken boğularak ölmeye devam ediyor. Kadın emeğinin değersizleşmesini engellemek, yaşama ve çalışma koşullarının görünür olmasını sağlamak için tek yol mücadele. ‹PEK KADINLAR ‹Ç‹N 29 Aralık günü Bursa Kadın Platformu, 2005’de yanarak ölen tekstil işçisi kadınları bir eylemle andı. Yangında Ayşe Denizdalan (16), Sevgi Sesli Akpınar (32),

Zarife Düdüş (17), Gülden Çiçek ve Necla Özveren (27) hayatını kaybetmiş Kevser Zorlu (22), Gülhan Çiçek (22), Ferhan Karakuş (20), Dilek Karadaeniz (21) ve Melek İyidemir (22) yaralanmıştı. Eylemde, ölen ve yaralanan kadınların fotoğrafları ve isimleri taşınırken eylem yapan kadınlar yasla mücadeleyi birleştirdi. Orhangazi Parkı’nda sessiz eylem yapan kadınlar taşıdıkları dövizlerle çalışma hakkının ihlaline ve güvencesiz çalıştırmaya maruz kalan

kadınların sorunlarını dile getirdi. ÇALIfiMA KADINLARIN HAKKIDIR Derinleşen kriz koşullarında kriz bahanesiyle yaşanan işten çıkartmalarda patronlar önce kadınları tercih ediyor. Erkek işçinin evin ekmeğini götürmekten sorumlu olduğu varsayımına dayanan cinsiyetçi algı işten atmada önceliği kadına veriyor. Öte yandan işsiz kalma korkusuyla yüz binlerce kadın işçi de ağır hak gasplarına sessiz

KADINLAR GÜVENCEL‹ ‹fi ‹ST‹YOR TÜİK 2008 Temmuz dönemi verilerine göre, erkeklerde işgücüne katılma oranı yüzde 73.2 iken kadınlarda bu oran sadece yüzde 27.2. Bu oranın düşük olmasının bir nedeni kadınların çocuk bakımı ve ‘ev işi’ gibi sorumluluklar ve ataerkil denetim mekanizmaları gibi engeller nedeniyle çalışma yaşamına katılamaması. Bir diğer nedeni de çalışan kadınların çoğunun kayıt dışı işlerde çalışıyor olması. Ev eksenli çalışma, taşeron ya da yarı zamanlı çalışma biçimlerini benimseyen kayıt dışı sektörlerde kadınlar sigorta, iş güvencesi ve güvenliğinden yoksun bırakılıyor. Binlerce kadın emekçi bir sonraki gün için dahi iş garantisi olmaksızın çalışıyor. Kadınlar bir yandan hızla işsiz kalırken bir yandan da kayıt dışı çalıştıkları için iş istatistiklerinde yer almıyor, resmi olarak işçi olarak tanımlanmıyor. Bu nedenle işçilerin yararlandığı haklardan da yararlanamıyorlar. Oysa özgür ve eşitlikçi koşullarda çalışarak kendisini geliştirmek ve toplumsal üretimin bir parçası haline gelmek her kadının vazgeçilmez temel hakkı ve insan emeğinin özgürleşmesinin başlıca koşullarından birisi. Bu nedenle güvenceli iş tüm kadınlar için vazgeçilmez bir hak. Erkeklere bağımlı olmaksızın ayakta kalmak isteyen kadınlar için temel bir koşul. Bursa’da, New York sınıf mücadelesinin farklı zamanlarında farklı bağlamlarda aynı kaderi paylaşan kadınların talepleri işte bu yüzden aynıydı. İnsanca koşullarda çalışma hakkı.

Yeni yılda direniş ve dayanışma 2 fiiddete karfl› olmak suç

A

dana Kadın Platformu’nun çağrısıyla 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü’nde yapılan eyleme katılan kadınlara para cezası verildi. 25 Kasım 2009 günü Platform’un çağrısıyla Adana Büyükşehir Belediyesi önünde buluşan kadınlar buradan ellerinde meşalelerle Çakmak Caddesi’ne yürümüştü. Eylemden bir ay sonra Kabahatler Kanunu’na dayanan Emniyet, şiddete karşı yürüyen kadınlardan dördüne 140’ar TL para cezası verdi. Para cezasına çarptırılan İHD’li Sevil Aracı, iki Halkevi üyesi ve bir Öğrenci Kolektifi üyesi kadın adliyeye giderek cezaya itiraz etmeye hazırlanıyor.

PORTRE

amanda kesinti olmaz... Yıllar, aylar, haftalar ve de saatler insanların uydurmasıdır… Bu yüzden yeni bir yıla girme düşüncesi bu kesintisizlik içinde biraz anlamsız gelebilir insana… 2009 yılında yaşananlar 2010 yılında da aynı kesintisizlik içinde devam edecek… Kadınlar sokakta yürüdükleri için, sadece yürüdükleri için taciz edilecekler… Boşanma davası açtıkları için bir gece yarısı baltayla katledilecekler… Çaresizlik içinde iki küçük kızlarını da alıp yanlarına, atıverecekler kendilerini soğuk nehirlere… Ya da başları kesilip, bir çantaya konulup öylece atılacaklar bir çöp konteynırına… 2010 yılı da en az 2009 yılı kadar zorlu olacak kadınlar için… Ekonomik kriz derinleşecek… Kadınlar işlerinden atılacaklar… Yoksulun yoksulu kadınları, ucuz ekmek kuyruklarında P›nar daha fazla göreceğiz… Çelik Kabarık gelen doğalgaz ve Eskiflehir elektrik faturalarının sorumHalkevi lusu olarak görülecekler kocaları tarafından… Okullarından alınacaklar… Hastane kapısında kalacaklar… Şiddet vakalarını gösteren istatistiklerde veri olarak yer alacaklar... Noel Baba, kadınlara geçen yıllardan fazla ve farklı hiçbir şey getirmeyecek… Yine ne yapacaklarsa kadınlar kendileri yapacaklar… Bursa’da teneşirine az kalan, sapık istismarcı Üzmezgillere yumurta atıp, kafasına şemsiye vurdukları gibi ve şaibeli bir yargı sürecinin seyrini kadınlık onuru, insanlık onuru adına değiştirebildikleri gibi ses çıkartacaklar tacize tecavüze karşı... DESA’da olduğu gibi tek başlarına kocaman bir mağazalar zincirini dize getirecekler… Emeklerinden ibaret olan ayakkabıların sergilendiği o mağazanın önünde aylarca nöbet tutacaklar… Ufak tefek bir kadın Emine ARSLAN çoğalacak 2010 yılında ve çoğaltacak ekmek davasına düşmüş kadınların sırasını. En önde olacaklar kadınlar… Ankara’da Abdi İpekçi Parkı’nda üzerlerine sıkılan suyun basıncını inançlarıyla kıracaklar… Sendika önlerinde aylarca direnecekler… Çocuklarından çok çocuklarına sunacakları onurlu yaşamı düşünüp avunacaklar yılbaşı gecesinin soğuğunda… Arızlı’da evlerine sahip çıkacaklar… Kendilerine vuran polise, “ananız sizi kadınları dövün diye mi doğurdu” diye hesap soracaklar… Dikmenli kadınların biriktirdiği mücadeleyi azık edecekler kendilerine… Bir yandan da gülecekler Dikmenli kadınların espri ile karışık dediklerine: “Kadınlardır eve sahip çıkan, erkekler olsa olsa kahvehanelerin yıkılmasına tepki gösterirler.” Küçük Ceylan’ın yasını tutacaklar… Ama Ceylanlar ölmesin diye de kız kardeşliğin ülkesini kurmaya çalışacaklar… Ve savaşı lanetleyecekler… Berçelan’da, Diyarbakır’da, barış eylemlerinde, 8 Martlar’da olduğu gibi yan yana gelecekler. Barışa susamış topraklarda anaların feryadı bizi kardeş kılacak, halaya horona duracağız zılgıtlarımızla… 2010 yılı kadın sorunu açısından 2009 yılından pek de farklı olmayacak… Ancak kadın mücadelesinin 2009 yılında biriktirdikleri ve deneyimleri, 2010 yılının kadının özgürleşmesi mücadelesinde önemli bir yıl olduğunu gösteriyor şimdiden… Umut, Dikmen’de, DESA’da, Gebze’de, Okmeydanı Hastanesi’nde direnerek gelen zaferle büyüyor. Sefaköy’de sele kurban edilen tekstil işçisi kadınların, Ataşehir’de işten eve dönerken katliam gibi bir kazayla hayatlarını kaybeden ev işçisi kadınların ölümüyle öfkemiz daha da perçinleniyor. Evlerden çıkıp sokaklara, dünyayı kadınların eşit ve özgürce yaşayabileceği bir hayatı yaratmak için daha da sabırsızlanıyoruz şimdi. Bu sabırsızlık ve umutla 2010 yılı için bir dilekte bulunmak istiyorum: 2010, kadın mücadelesinin daha da büyüdüğü, kadınların özgürleştiği ve bizlerin de umudumuz, öfkemiz ve isyanımızla kavgayı yükselttiğimiz bir mücadele dönemine tanıklık etsin.

Z

Unutma, mücadele et

Margaret Sanger

2010 ve kad›n mücadelesi üzerine

009 yılı kadın hareketi için ardında mücadele, dayanışma, zafer ve direniş bırakarak sona erdi. İstanbul’da Halkevci kadınlar yeni yıla mücadeleden aldıkları güç ve umutla merhaba dedi. Ankara’da ise TEKEL işçileriyle dayanışma vardı. İstanbul’da Halkevci kadınlar ve Öğrenci Kolektifleri’nden kadınlar 2010’a mücadele çağrısı yaptıkları bir eylemle girdi. İstiklal Caddesi boyunca kreş, sağlık ocağı, sığınma evi ve çalışma hakkı taleplerini dile getiren pankartlarla yürüyen kadınlar Galatasaray Lisesi önünde bir basın açıklaması yaptılar. Açıklamada kadınların yaşamının krizle sarsıldığı, yoksulluk ve işsizlik

sorununun derinleştiği belirtilirken kadınların yıl boyunca DESA’da ve Okmeydanı’nda sendikal haklarını kazandıkları, Gebze ve Dikmen’de kentsel dönüşüm projelerini durdurdukları, Üzmez’i ise mahkum ettirdikleri hatırlatıldı. Zafer için 2010’da da “mücadeleye devam” denildi. 2009’un son günlerinde güvenceli iş için Ankara’da direnişte olan TEKEL işçileri kadın dayanışmasıyla güçlendi. Halkevci kadınlarla Dikmen Vadisi’nden kadınlar 28 Aralık günü TEKEL işçisi kadınları ziyaret etti. Yüksel Caddesi’nden Türk-İş binasına yürüyen kadınlar işçilerle hazırladıkları yiyecekleri paylaştılar.

Bedenim benimdir demek için... “Medeniyetimizin tarihi yazıldığında bu biyolojik tarihin kahramanı Margaret Sanger olacaktır.” H.G. Wells

K

adınların kendi bedenleri ve sağlıkları üzerinde söz ve karar hakkı olduğunu öğreten isim Margaret Sanger. Sanger hemşirelik eğitiminin ardından New York’un yoksul semtlerinde hemşirelik yapan özverili bir kadın sağlıkçı. Onu özel kılan dünyadaki ilk kadın doğum kliniğini açmış olması. Üstelik bu klinik uğruna tutuklanmış fakat baskılara boyun eğmemiş. “Çağımızın şeytanı” olarak nitelediği kapitalizmin kadınların hayatındaki sorunların temeli olduğuna inanarak sosyalizmi benimsemiş bir sağlık emekçisi olan Sanger, kadın sağlığı için yaptığı çalışmalarla kadınların kendi bedenleri üzerinde söz sahibi olmaları mücadelesinin öncülerinden birisi oldu. Sanger, 11 çocuk doğuran annesinin sağlık problemlerinin plansız gebelikten kaynakladığını düşünerek, kadınlar için plansız ve istenmeyen gebeliğin etkileri üzerinde

önemli çalışmalar yaptı. Kadın sağlığı üzerine yazdığı makaleler ve yaptığı araştırmalar sayesinde kadınların sağlık hakları için hala geçerliliğini koruyan sağlık klinikleri talebini ilk ortaya atan isim o oldu. 1912’ de hemşireliği bıraktı. Doğum kontrolünün ve kürtajın yasak olduğu bir dönemde bu konuda yazdığı makaleleri “her genç kadının bilmesi gerekenler ve her annenin bilmesi gerekenler” başlıklarıyla yayımladı. Tüm bu çalışmalardan sonra bazı kaynaklara göre 1916, bazı kaynaklara göre ise 1917 yılında kadınlar için ilk doğum kontrol kliniğini açtı. Sonraki yıl bir ıslah evine gidip burada halk sağlığını tehdit eden hastalıklarla ilgili çalışmalar başlattı. Kadınlara kürtaj hakkı ve kadın sağlığı kliniklerinin açılması kanunlarca doktora ait sayılan doğum kontrolü yetkilerini hastalara geçirdi. Kanunlardaki kürtaj kararı yetkisinin doktordan hastaya (kadınlara) geçmesi için verdiği

mücadele boyunca gözaltılar, baskılar yakasını hiç bırakmadı. 1927 yılına gelindiğinde Cenova’daki, ilk Dünya Nüfus Konferansının gerçekleştirilmesine yardımcı oldu. Nüfus politikalarının tartışıldığı bu toplantılarda kadınların da söz hakkı olması kritik bir dönemeç oldu. Başından iki evlilik geçen Sanger kadınlar için Amerika’da oldukça önemli bir isim olarak hala hatırlanıyor. Sanger kadınlar için doğum kontrolü hakları ve sağlık hakkı mücadelesi verirken kürtaja karşı çıkan kimi çevreler tarafından suçlamalara maruz kaldı. Bu saldırılar onu yıldıramadı Fakat tarih bir kez daha özgürlük için mücadele edenlere yardımcı oldu ve Sanger’in kadınlar için açtığı doğum kontrol klinikleri, yazdığı makaleler ve mücadelesi bugün hala kendi bedenleri üzerinde söz sahibi olmak için direnen kadınlara örnek teşkil ediyor.


YÜZ YÜZE

11

9 Ocak 2010 / 21 Ocak 2010

Halk›n Sesi

TEKEL İŞÇİSİNİN ZORU NE?

T

oplumsal muhalefetin gözü kulağı TEKEL işçilerinin direnişinde. Nasıl olmasın ki? Halkın akla karayı seçmekte zorlandığı iktidar kavgalarının, antidemokratik açılımların ortasında, neyi ne olduğunu gözler önüne seren bir ışık oldu bu direniş. Sınıf mücadelesinde biriken enerjiyi sokağa davet eden bir umut oldu. Halkın Sesi, TEKEL işçilerinin örgütü Tek Gıda-İş sendikasının başkanı Mustafa Türkel’le direnişin seyri ve emek

hareketi üzerine bir söyleşi yaptı. Türk-İş içinde Genel Başkan Mustafa Kumlu’nun iktidar yanlısı tutumuna karşı çıkan; YÖRSAN’da, Çay-Kur’da, TEKEL’de AKP’nin başını ağrıtan direnişlere önderlik eden Türkel, “Bir uyanış döneminin başladığına inanıyorum. Biz TEKEL’le bu yolu açıyoruz” diyor. TEKEL işçisinin zoru neydi de, yağmurda yaşta, karda kışta bu işe soyundu? Sonuna kadar direneceğiz, diyen Türkel’e kulak verelim.

Dönüş bileti almadan geldik B

aşbakan “Yetim hakkını yedirmeyiz” dedi ama TEKEL’de 800 yetim arkadaş çalışıyor. Arkadaşlar gelip soracaklar “Yetim hakkını yiyen kim?” diye

eçen yılbaşını farklı iş kollarında, özellikle işten atmaların yaşandığı alanlarda direnişlerle karşılamıştık. 2010’a da TEKEL direnişiyle giriyoruz. Direnişte gelinen nokta ve Tek Gıda-İş’in eylem programı hakkında bilgi verir misiniz? Bu mücadele, kapatılan bir işyerinde iç hukukumuzdan, anayasadan ve yasalardan doğan hakkımızın elimizden alınmasıyla başladı. İktidar dayatmacı bir anlayışla bunu uygulamaya çalıştı. Ben bunu iktidarın TEKEL işçisine hasmâne duyguları olarak yorumluyorum. TEKEL işçilerine ve onun sendikası Tek Gıda-İş'e ve dolaylı olarak da Türk-İş'e bir saldırısı olarak yorumluyorum. Zaten Sayın Başbakan'ın bir sorunu var Tek Gıda-İş'le, Türk İş'le ve TEKEL işçisiyle. Özellikle de Tek Gıda-İş'le var. Çünkü Çaykur'da da aynı saldırıları yaptılar. YÖRSAN'da Bakanlıkla işbirliği içerisinde işçilerimize karşı büyük bir karşı saldırı örgütlediler siyasi anlamda. Dolayısıyla ben artık Sayın Başbakanın Tek Gıda-İş sendikasına hasmâne duygular beslediğini kamuoyu önünde de paylaştım, bunu açık açık söylüyorum. Bugüne kadar kapatılmış işletmelerdeki çalışanlar diğer kamu kuruluşlarına özlük haklarıyla geçmiş olmalarına rağmen, ilk defa, kapatılan bir işyerindeki 12 bin işçiyi 4-C'ye geçirmeye çalışıyorlar. Peki 4-C ne? İşçi 10 ayı geçmemek üzere 650 TL gibi bir ücretle çalıştırılıyor. Bunu 12 aya böldüğünüzde asgari ücretin altında, tam bir kölelik düzeni. Sosyal haklarınız yok, sendikal haklarınız yok, emeklilik haklarınız yok, özgürlükleriniz yok. İşçiyi koruyacak hiçbir şey yok. Dolayısıyla biz bunu nasıl bir iyileştirme olursa olsun kabul edemeyiz dedik ve bu mücadele bir başkaldırıyla başladı. İşçi arkadaşlarımız dediler ki, “Biz Ankara’ya gelmek istiyoruz.” “Olur, neye geleceksiniz.” “AKP 'yi ziyarete.” “İyi, gelin bakalım” dedik ama paramızın olmadığını belirttik. TEKEL işçisinden de Çaykur işçisinden de, yani toplam 26 bin üyemizden yaklaşık 12 aydır aidat almadık ve bunu özellikle belirtmek istiyorum. Dedik ki, “Arkadaşlar bizim paramız yok. Gelişinizi sağlarız ama 10 bin tane işçiyi yatırmak onları beslemek kolay değil.” “Biz geleceğiz ve bu mücadelemizi orda sürdüreceğiz.” “Biz de sendika olarak gelişinizi sağlarız fakat dönüş biletlerinizi sağlamayız.” Bu mücadeleye öyle kararlı başlanmasını istedik. İşin esprisi bir yana AKP bize çiçek verecek, derdiniz nedir soracak diye beklerken bizi panzerlerle, coplarla karşıladılar. Tabii onlar hatalarını biliyorlar, eksikliklerini biliyorlar korkularıyla yaşıyorlar.

S

ınıfın birleştirdiği çok temel değerler var. Evet Kürt ve Türk emekçilerinin ortak kaderi TEKEL’in ortak mücadelesinde hayat buluyor Ankara’daki emek ve demokrasi güçlerinden kumanyadan destek ziyaretine, her türlü dayanışmayı görüyoruz. Bu desteğin sürmesi ve büyümesi halinde başaracağız. Bu durum da hükümete korku salıyor. Onlar bu moralsizlikle kaybedecek ve biz bu moralle kazanacağız, bundan eminiz.

G

TEKEL işçilerine yapılan saldırıların nedeni de bu değil mi? Evet, tabii. Gece yarısı çok soğuk bir gündü. O gün yağmurlu olduğu halde biz AKP'li yöneticilerle görüşmek ve sorunun çözülmesi için bekledik, fakat engellendik. Ertesi gün polis bizi memleketlerimize göndermek istedi. Biz, “Olmaz AKP'ye gideceğiz” dedik. Abdi İpekçi Parkı’nda bekleteceklerini söylediler. Baktılar ki orada ziyaretçiler geliyor, kitle daha da

Türk-İş, TEKEL’deki durumu, yanlış bir özelleştirme olarak ifade etti. Siz de başarılı bir özelleştirme olsaydı böyle olmazdı diye mi düşünüyorsunuz? Tek Gıda-İş özelleştirmeye karşı benden önceki dönemlerde de hep mücadele vermiştir. Özelleştirmeye karşı çok net bir duruşumuz var. Hangi anlamda olursa olsun hep karşı çıktık. “Özerkleştirme” dedik ama “özelleştirmeye hayır” dedik. Özelleştirme ülkemizde insanımıza felaketten başka bir şey getirmedi. Bu ülkeyi yönetenlerin hepsi yalan söyledi. Bu nedenle TEKEL’de “doğru” özelleştirme yapılsaydı, yine işçiler işsiz kalacak ve emekleri yok sayılacaktı.

büyüyor. Eylem daha fazla ses getiriyor, tahammül edemediler. Bu sefer gazlarla bizi oradan attılar, havuza dökerek. Tabii, bu kamu vicdanını rahatsız etti. Çünkü Tekel işçisi bütün bu baskılara rağmen, polisin insanlık dışı saldırısına rağmen, taleplerinin haklı olduğunu haykırdı. Her geçen gün emek örgütlerinden, meslek örgütlerinden, siyasi partilerden, demokratik kitle örgütlerinden müthiş bir destek aldık ve bu destek sürekli büyüyor. Peki, bu mücadele bundan sonra ne olacak? Başkanlar Kurulu’nun almış olduğu karar çerçevesinde programa uyuyoruz. Geçen seferki eksiklikleri değerlendirerek bölgesel mitingler başlatılacak. Burada Tek Gıda-İş, TEKEL’de kendi eylem ve etkinliklerini sürdürecek. Yani Ankara'da kalmaya devam edecek. Biz bu direnişi yaklaşık 1000 işçiyle sürdüreceğiz. 9 Ocak’a kadar hükümet kanadından bu konuyla ilgili olumlu bir cevap gelmezse Başkanlar Kurulu’nu toplayacağız ve TEKEL’e ait işyerlerimizin olduğu il merkezlerinde açlık grevi başlatacağız, çadırlarımızı kuracağız. İşyerlerindeki arkadaşlarımız işyerlerine kapanacaklar, işyerini terk etmeme eylemlerini başlatacaklar, işyerlerinde üretimi hiçbir şekilde yapmama eylemlerine başlayacaklar.

noktaları oluşturmak istiyoruz.

Bu durum da hükümete korku salıyor. Onlar bu moralsizlikle kaybedecek ve biz bu moralle kazanacağız, bundan eminiz Eş ve çocukları da hem işyerlerinde hem de AKP önlerindeki eylemlere katılacaklar. Adeta AKP'yi abluka altına alacağız. Ama bunun yanında da açlık grevlerine yönelik çok büyük bir baskı var işçi arkadaşlardan, ölüm oruçlarına başlamak konusunda bir baskı var. Şimdilik bunu engelliyoruz ama ilerleyen zamanlarda buna biz bile engel olamayız. Umarım AKP bizi böyle bir eylem sürecine zorlamaz. Bölge mitingleri Ankara, İstanbul, İzmir, Adana gibi illerde Türk-İş üzerinden örgütlenecek. Bu çerçevede Tek Gıda-İş direnişi Ankara’da sürdürmeye devam edecek. Fakat yerelde de güçlü direniş

Ankara bir işçi kenti sayılmaz ama her zaman emek hareketinin eylemlerine ev sahipliği yapmıştır. Ülkenin Meclis’i, Başbakanlığı, siyasi karar merkezleri burada. Özel olarak bu merkezlere dönük eylemler de gündemde mi? Bunların hepsini düşünüyoruz. Yeni eylem kararlarımız olacak. Mesela önümüzdeki hafta engelli ve yetiştirme yurdundan gelerek çalışan arkadaşlarımız gelecek. Sayın Başbakan “Biz yetim hakkını yedirmeyiz” dedi ama TEKEL’de yaklaşık 800 yetim arkadaş çalışıyor. Bu arkadaşlar buraya gelerek Başbakana soracaklar “Yetim hakkını yiyen kim?” diye. Farklı alanlarda ses getirici eylemler yapmaya devam edeceğiz. Direnişle ilgili Ankaralılardan istekleriniz var mı? Barınmada zorlanıyoruz. İşçi arkadaşlarımız sendikalarımızın konferans salonlarında koltuklarda yatıyor. Misafirhaneler de dolu. Bu sorunu çözmek için düğün salonları bakıyoruz. 30 gün, 330 gün bu mücadeleyi sürdürecek kadar kararlıyız. Hükümet soruna çözüm üretmeden biz nasıl kalkıp gidelim. Bu mücadelede bir kişi bile kalsa o bir kişinin yanında sendikal mücadeleyi sürdüreceğim. Sonuna kadar, başarmak için sürdüreceğiz. Bu arada Ankara halkından

“Ne olursan ol gel” diyemeyiz

B

u dönem, mücadelelerin ortaklaştırılması ve platformların yenilenmesi dönemi. Geçmişte olduğu gibi olmayacak. Emek Platformu gibi “ne olursa olsun gelsin” anlayışı sağlıklı sonuçlar vermiyor. Hak-İş ve Memur-Sen’in bulunduğu bir platform emek platformu değil, iktidarın tetikçilerinin bulunduğu bir platform haline geliyor. Örneğin 25 Kasım grevinde Memur-Sen’in tutumu,

geçtiğimiz yıllarda Asgari Ücret Komisyonu’nda Hak-İş’in konumu... Dolayısıyla daha yeni seçeneklerin arayışındayız. DİSK ve KESK Genel Başkanlarıyla yaptığımız görüşmelerde buna kafa yoruyoruz. Hem çok geniş bir alandan destek görebilmeli, hem de bu yapılar bizimle olamaz diye kabul görmeli. Bunu genelleştirebiliriz ve etkili sonuçlar doğuracak düzeyde götürebiliriz.

Bu dönemi bir de sendikal hareketin yeniden yapılanması açısından yorumlayabilir misiniz? Türkiye sendikal hareketi kendisini yeniden gözden geçirmek zorunda, bu kesin. Ve bu bir bıçak gibi olmak zorunda. Biz değişiyoruz, artık bitti, o dönem bitti. Kamu ağırlıklı miras bitiyor. Dünkü işçiyle bugünkü işçi arasında taleplerin değiştiğini görüyoruz. 60’larda 2 kalıp sabun çok önemliydi işçi için. Ama artık hakların teker teker elden alındığını görüyoruz. Değişim gerçekleşirken sendikal kademeler de değişmek zorunda. Peki biz bu değişimi gerçekleştirebildik mi? Hayır. Yani sendikal hareket değişen şartları çok iyi analiz edip kendisini ona göre yenileyebilmeliydi, onu başaramadı. Biz artık son temsilcileriz, nöbet değişimi yapmak zorundayız, nöbet değişikliğinin arifesindeyiz. Sendikal hareket şeffaflaşmak, demokratikleşmek zorunda. TEKEL işçilerinin mücadelesi güvencesizleştirmeye karşı güvenceli iş talebi olarak da sürüyor. Güvencesizliğe karşı mücadele konusunda ne düşünüyorsunuz? Taşeron çalıştırma biçimlerine, kayıt dışı çalıştırmaya karşı mücadele bizim mücadelemiz. TEKEL işçisinin 4-C’ye karşı verdiği bu direniş dediğiniz gibi sendikal hakların korunması ve gaspların önlenmesi için de veriliyor. Güvenceli çalışmak, sözleşmelerden doğan hakların kullanılması için de. Bu, sendikal hareketin içinde olması gereken bir alan. Türkiye’de işçi sınıfı, ezilenler, haksızlığa uğrayan kesimler artık ayağa kalkmak, ortaklaşmak zorunda. 2010 yılının bunların hayata geçtiği bir yıl olmasını diliyorum. Halkların kardeşçe, barış içerisinde yaşadığı, insanların ölmediği bir dünya, demokratik hak ve özgürlüklerin sonuna kadar inadına kullanılabildiği bir Türkiye dileğimi paylaşmak istiyorum. TEKEL direnişini biz başaracağız. Bunu beraberce paylaşacağız. Buna inancımız tam. Sizlere de çok teşekkür ediyoruz. Teşekkür ediyoruz, direnişinizde başarılar diliyoruz.

Mücadeleyle doğan sınıf kardeşliği K

endi insanına demokrasiyi çok gören bu hükümet açılımı eline yüzüne bulaştırdı. Açılımdan önceki Türkiye fotoğrafına bakın, daha iyi kardeştik. Açılım dediler ne istediklerini bilmeden Türkiye’yi adeta yangın yerine çevirdiler, doğudan batısına. Oysa Kürtlerin talepleri neyse değerlendirilir, bir takvime bağlanır, kardeşlik böyle sağlanırdı. Sonra kafası karışıyor Sayın Başbakanın “Kürtler’in açılımı kadar Türkler’in de açılıma ihtiyacı var” demeye başlıyor. 12 bin Tekel işçisinin yarısı Kürt illerinde çalışıyor. Kürt işçiler açılımı buraya taşıdılar. Aslında çok da sınıfsal bir zeminden, evet şovenizme karşı emek eksenli bir hattan cevap verdiler. Kürtçe türkülerle ortak halaylar var burada. Sınıfın birleştirdiği çok temel değerler var. Evet Kürt ve Türk emekçilerinin ortak kaderi TEKEL’in ortak mücadelesinde hayat buluyor.

Söz bitti H

ükümetin işçi sınıfına karşı hasmâne duyguları en üst noktaya taşıdığı bir süreçteyiz. Sosyal diyalogun bittiği bir dönemdeyiz. Çalışma hayatına yönelik saldırılar her geçen gün artıyor, Ekonomik Sosyal Konsey göstermelik de olsa çalışmıyor, üçlü danışma kurulunda Türk-İş toplantıyı terk etmiş. Asgari Ücret Komisyonu aynı şekilde. Artık Türk-İş'in geleneklerinin de değişmesine neden oluyor. Emek mücadelesinin birleştirildiği bir süreci başlatmak zorundayız. Biz Türk-İş olarak buna katkı sunmalıyız. Önderlik sorumluluğumuz varsa bunu yapmalıyız ama beraber yapmak şartıyla. Önümüzdeki süreçte adımlar atılacaktır. Zaman zaman KESK, DİSK başkanları ile de görüşüyorum. Genel anlamda bir uyanış döneminin başladığına inanıyorum. Biz TEKEL’le bu yolu açıyoruz.


12

DOSYA 9 Ocak 2010 / 21 Aral›k 2010

Halk›n Sesi

Filistin’e Özgürlük, ‹srail’e Boykot! srail, bir yıl önce, Gazze’ye topyekûn bir saldırının ilk bombardımanına başlamıştı. 22 gün süren bu saldırı, dünyanın gözü önünde, arkasında 1500’ün üzerinde ölü ve 5300’ün üzerinde yaralı bırakarak Gazze’yi bir enkaza dönüştürdü. On binlerce Filistinli evsiz kaldı ve yüz binlercesi en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldi. 4 yıldır abluka altında tutulan Gazze, açlık, işsizlik ve çevre felaketleri gibi sorunlarla cebelleşiyor. İsrail ise hiçbir yaptırımla karşılaşmadı. Dayanışma eylemleri Filistin halkının direnme umudunu yeşertse de yetersiz kaldı. Çünkü İsrail, uluslararası ilişkilerinde -Venezüella’nın tavrı gibi istisnai durumlar dışındahiçbir şey kaybetmedi. Siyonist İsrail devleti, devletler ve uluslararası kurumlar nezdinde adeta dokunulmazlık sahibi. Bu durum karşısında Filistin halkı da, barış ve eşitlikten yana güçlerin kullanabileceği bir araç olarak uluslararası boykot ve yaptırımlar kampanyasını gündeme getirdi. Niçin Boykot? İsrail, BM kararlarını dahi çiğneyerek Filistin halkını tecrit, topraklarını işgal altında tutuyor; bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını engelliyor. Sınırları dahi belli olmayan, her an herhangi bir yeri işgal etme tehdidinden vazgeçmeyen İsrail, Filistinlileri açık hava hapishanesinde yaşamak zorunda bırakan ayırım duvarı ve yerleşim bölgeleri kurmaya devam ediyor. Gazze’de 1,5 milyon Filistinliyi temel ihtiyaçlarından mahrum bırakarak insanlık tarihinin en utanç verici ablukalarından birini uyguluyor. BM kararlarını reddedip sayıları altı milyona ulaşan Filistinli mültecilerin geri dönüşünü engelliyor. İsrail hapishanelerinde on bini aşkın Filistinliyi işkence ve tecride tabi tutuluyor. Liderlerini ve milletvekillerini hapse atarak Filistin halkının demokratik temsilini baltalıyor. Toprağın asıl sahibi olan Filistinlilerin çoğunluğu mülteci kamplarında yaşarken İsrail nüfusunun beşte birini oluşturan Araplar İsrail hukuk sisteminde ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyor. 2005’te Filistinli siyasi parti, sendika, kitle ve taban örgütlerinden oluşan geniş bir koalisyon, “Dünyanın her tarafından vicdanı olan insanları İsrail’e karşı, Güney Afrika’daki ırkçı rejimin sonunu getiren türden geniş boykotlar ve tecrit inisiyatifleri uygulamaya” çağırdı. Boykot, Yatırımları Geri Çekme ve Yaptırımlar Kampanyası böyle doğdu. Türkiye, İsrail’i tanıyan ilk Ortadoğulu ülke oldu. ABD'nin Ortadoğu üzerindeki çıkarları gereği Türkiyeİsrail ilişkileri çeşitli hükümetler döneminde gelişti ve gelişmeyi sürdürüyor. Çiller ve Erbakan hükümetleri döneminde İsrail Türkiye ilişkileri askeri düzeye taşınırken Ecevit hükümeti döneminde Türkiye, İsrail Hava Kuvvetlerinin katılımıyla Konya’da Anadolu Kartalı tatbikatlarının ilkini düzenledi. Türkiye İsrail Parlamentolararası Dostluk Grubu, 183’ü AKP’li olmak üzere 289 üyeliğiyle AKP hükümetinin ilk yılında oluşturuldu. Gazze saldırısının ardından, başkanı AKP milletvekili Nursuna Memecan olan bu gruptan pek çok milletvekili istifa etti, istifa etmeyenler arasında CHP’li Onur Öymen de vardı. AKP, İsrail’le ilişkileri geliştirirken “Gazze’de kardeşlerimiz ölüyor; one minute!” söylemiyle, başarılı bir ikiyüzlülük sergiledi ve bugün hala ikiyüzlülüğe devam ediyor. Türkiye egemenleri, dinci ve laik tüm kanatları ve ordu başta olmak üzere tüm kurumlarıyla bu ittifakın savunucusudur. Stratejik ittifakın temel direğini askeri işbirliği ve silah ticareti oluşturmaktadır. Türkiye ile İsrail arasında tarımdan tohumculuğa, hayvancılıktan sulamaya, kimyadan enerjiye, telekomünikasyondan turizme, güvenlik ve çevre teknolojilerinden danışmanlığa kadar oldukça geniş bir alanda işbirliği ve ticaret anlaşmaları mevcuttur. 2008 itibariyle Türkiye-İsrail ticaret hacmi yaklaşık 2.6 milyar dolar, silah ticareti hamsi ise 1.8 milyar dolar civarındadır. Dolayısıyla, Türkiye’de, İsrail’in cephaneliğine silah taşıma politikalarını hedef alarak yürütülecek bir boykot çalışması, Ortadoğu halklarının beklediği barışın gerçekleşmesinde önemli bir adım olacaktır. Neleri hedef alaca¤›z? İsrail’in bölgedeki en önemli müttefiki olan Türkiye'de, İsrail’e karşı etkin bir boykot kampanyası örgütlemek bugün Filistin halkı ile tutarlı ve etkili bir anti-emperyalist/anti-siyonist enternasyonal dayanışma için atılacak en anlamlı adım olacaktır. İsrail’le ve onun ardındaki emperyalist dünyayla işbirliğinin tümüyle kesilip atılmasını açıktan savunmayan herkes, tanık olduğumuz ve olacağımız bütün insanlık suçlarına birinci dereceden ortak olduğunu bilmelidir. Sözümüz açık ve nettir; Filistin halkına uygulanan bu hak ihlallerinin suç ortağı olmayacağız! Bu topraklarda Siyonizmi hangi varlık biçimiyle olursa olsun barındırmayacağız! İsrail askerlerinin yaşadığımız toprakların havası, karası ve denizini kullanmalarına karşı direneceğiz! İsrail’le diplomatik ilişkilerin kesilmesi için direneceğiz! İsrail ve Türkiye sermayesinin ilişkilerini teşhir edip ürünlerini boykot edeceğiz! Özellikle stratejik sektör ve kaynaklara yönelen İsrail yatırımlarına karşı çıkacağız! İsrail işgalini mümkün kılan araç ve silahların gelişmesine vesile olan her türlü teknolojide, bizim üniversitelerimizde yapılan araştırmaların hiçbir katkısı olmaması gerektiğini kamuoyuna duyurmak, bu bağlantıları araştırıp ifşa etmek ve üniversiteler üstünde, İsrail üniversitelerinden ve şirketlerinden uzak durmaları için kamuoyu baskısı oluşturmak için mücadele edeceğiz! İsrail devletinin desteklediği kültür ürünlerini ve sanat yapıtlarını boykot ederek, İsrail'in kültür sanat kanallarını kullanarak imaj yenileme çabalarını boşa çıkaracağız! Gazze ablukasının kaldırılması için İsrail ırkçılığını durdurmak için Filistinli mültecilerin yurtlarına geri dönmesi için Batı Şeria ve Gazze'nin işgaline son vermek için İsrail vatandaşı Filistinlilere uygulanan apartheide son vermek için Filistin halkının kendi kaderini tayini için İsrail'le tüm askeri, ticari, diplomatik, akademik, kültürel ilişkilere son verilsin!

İ

Şov yapma, İsrail burada İsrail’e yol açanlar, Ortadoğu halklarına ölüm ve sefalet getiren o yolda kol kola yürüyenler, “Filistin’e yol açık” gibi şovlarla, işbirlikçiliklerini gizlemeye çalışıyor

‘F

ilistin İçin İsrail'e Karşı Boykot Girişimi', İsrail'in Gazze'ye yönelik büyük saldırısının birinci yıldönümüne denk gelen 27 Aralık günü İstiklal Caddesi'nde kitlesel bir yürüyüş düzenleyerek, Türkiye-İsrail ikili ilişkilerinin kesilmesi hedefiyle bir Boykot kampanyası başlatıldığını ilan etti (deklarasyon metni sol sütunda). Çok sayıda ilerici emek örgütü ve sol siyasi yapının bir araya gelmesiyle oluşan ve önümüzdeki dönemde yeni katılımlarla genişlemesi beklenen Girişim, İsrail saldırganlığına ve Türkiye’deki işbirlikçilerine karşı somut hedefleri olan, sürekli ve etkili bir mücadele çizgisi oluşturmayı hedefliyor. Uzun süredir Filistin davası ile bağlarını nostaljik değinmelerin ötesine taşımakta zorlanan solun, baş döndürücü gündeme ve muhalefetin parçalılığına rağmen kayda değer bir örgütsel bileşimle ve somut mesajlarla gerçekleştirdiği bu eylem, adı konmamış bir sansüre takıldı. AKP, İHH, Hamas ve Mısırlı Müslüman Kardeşler örgütünün şovuna dönüşen “Filistin’e yol açık” konvoyunun eylemi günler boyu canlı yayınlarla ekranlara taşınırken, medya, solun gündeme getirdiği Boykot kampanyasını ya görmezden geldi ya da çarpıtarak sundu.

“Filistin’e yol açık” konvoyu, başarılı bir hedef saptırma ve işbirlikçileri aklama oyunu sergiledi. İsrail ablukası altında adeta ağır çekim bir soykırıma itilen Filistin halkına yardım taşıyan konvoy, nedense İsrail’e dokunmamayı tercih etti. Konvoyun Gazze’ye Mısır üzerinden girmeyi zorlaması ve sınırda Mısır güçleriyle yaşanan çatışma sonucunda, ablukanın İsrail değil de Mısır tarafından yürütüldüğü gibi bir görüntü yaratıldı. Türkiye’nin on milyonlarca dolarlık maddi yardımın yanı sıra, uçak ve gemilerle desteklediği konvoy, pek çok dayanışma örgütünün yaptığı gibi Gazze’nin İsrail işgali ve ablukası altındaki sınırlarını zorlamaktansa Mısır’a yöneldi. Konvoyun örgütçülerinin İsrail’in müttefiki ve Mısır’ın rakibi olduğu hesaba katıldığında aslında çok da bilinçli bir tercih yapıldığı anlaşılıyor. 500 kişilik kafilenin yarısından çoğunu AKP yanlısı İslami yardım kuruluşu İHH oluştururken, AKP de 5 milletvekiliyle konvoya katıldı. Katıldı demek hafif olur, AKP hükümeti Hamas’la birlikte adeta katar başıydı. Davos şovu gibi boş efelenmelere girişse de, askeri, ekonomik ve diplomatik ilişkileri tavizsiz ilerleterek İsrail’in cephaneliğini güçlendiren AKP

FHKC F liderinden yeni y›l mesaj›

HKC’nin tutsak Genel Sekreteri Ahmet Saadat, Filistin Devriminin başlangıcının yıldönümü, Noel ve Yeni Yıl dolayısıyla avukatları aracılığıyla bir mesaj yayınladı. Saadat, 2010’un Filistin halkının ve yurdunun birliğini yeniden sağlama, Gazze’de kahramanca direnen halkın karşı karşıya olduğu ablukayı kırma ve işgalin savaş suçlularını uluslararası mahkemeler önüne çıkartma yılı olmasını

hükümeti, Mısır’ı ise Ortadoğu siyasetindeki etkinliği nedeniyle bir rakip olarak görüyor. Hal böyle olunca, artık Türkiye açısından önemli bir iç ve dış siyaset malzemesi haline gelen Filistin sorunu ile ilgili olarak, dini ve insani duyarlılıkları istismar edecek ancak İsrail-AKP ittifakını gizleyip hedef saptıracak bir durum yaratılması gerekiyor. İsrail’e yol açanların, o yolda kol kola yürüyenlerin bu ihtiyacı “Filistin’e yol açık” gibi şovlarla giderilmek isteniyor. Solun gündeme getirdiği Boykot kampanyası ise, Filistin halkının

diledi. Saadat, Filistin kurtuluş hareketinin Hamas-El Fetih çatışmasıyla parçalanması karşısında, tüm FKÖ kurumları için nispi temsile dayalı seçimler yoluyla tüm siyasi güçleri kapsayacak bir demokratik zeminde FKÖ’nün bütünüyle yeniden kurulması gerektiğini söyledi. FHKC lideri, “Boykot dahil olmak üzere, işgalin şu ya da bu biçimde normalleştirilmesine karşı yürütülen kampanyaların

kurtuluşunun ancak İsrail’e somut yaptırımlar uygulanması ile mümkün olacağı ve bunun için de İsrail’le tüm askeri, ekonomik, diplomatik, akademik ve kültürel ilişkilere son verilmesi gerektiği gerçeğini ortaya koyuyor. Haliyle İsrail ile işbirliği içinde olan AKP hükümeti, ordu, sermaye ve bunların sözcülüğünü yapan medya bu kampanyayı görmek istemiyor. Kimileri de, AKP yandaşı İHA ve Kanal 24’ün yaptığı gibi, bu kampanyayı İsrail ürünlerini boykota çağıran basit bir tüketici boykotu olarak yansıtmaya çalışıyor. Ancak medyanın sansürü ya da çarpıtmalarının bir önemi yok. Çünkü Boykot kampanyası ile başlatılan şey bir şov ya da “basın açıklaması” muhalefeti değil, bir doğrudan eylem süreci. Emekçiler, aydınlar ve gençlik her alanda Türkiye-İsrail ikili ilişkilerini hedef alarak işbirlikçiliğinin ve gerici ikiyüzlülüğün tekerine çomak sokacak. Bu mücadele, Boykot kampanyasını pek çok ülkede halihazırda başlatmış olan uluslararası emek hareketi ve Filistin solu ile dayanışma ve iletişim içinde yürütülerek enternasyonalizme vücut kazandıracak. Sol, bu kampanya ile gericilerin ikiyüzlü siyasetine terk edilen Filistin davasını yeniden kazanma şansı yakalayacak.

genişletilmesini de” istedi. 2001’de FHKC Genel Sekreterliğine seçilen Saadat, FHKC savaşçılarının İsrail Turizm Bakanı Rehavam Zeevi’yi hedef alan eylemi nedeniyle 2002’de Filistin yönetimince tutuklanmış, 2006’da bir operasyonla kaçırılarak İsrail hapishanelerinde tutulmaya başlanmıştı. Saadat’ın özgürlüğüne kavuşması için Filistin’de ve dünyada kampanyalar yürütülüyor.

Boykot kampanyas› ilerliyor Filistin için ‹srail’e Karfl› Boykot Giriflimi, 25 ve 27 Aral›k’ta iki eylem yaparak Boykot kampanyas›n› Türkiye gündemine tafl›d›. 25 Aral›k’ta ‹stanbul’daki ‹srail Konsoloslu¤u önünde bir bas›n aç›klamas› düzenleyerek, ‹srail’in 27 Aral›k 2008’de bafllatt›¤› Gazze sald›r›s›n› protesto eden Giriflim temsilcileri, sald›r›n›n y›ldönümünde de ‹stiklal Caddesi’nde yaklafl›k 500 kiflinin kat›ld›¤› bir yürüyüfl düzenledi. Yürüyüflün ard›ndan da Boykot kampanyas› deklere edildi. Dünya çap›nda 2005’te çeflitli ayd›nlar›n ve emek örgütlerinin giriflimiyle bafllat›lan kampanyan›n Türkiye’ye tafl›nmas› için aylar önce bafllat›lan çal›flmalar sonucunda TTB, KESK ‹stanbul fi.P., D‹SK’e ba¤l› sendikalar, Halkevleri, Ö¤renci Kolektifleri, FHDD, ‹flçi Cephesi, SODAP, BDSP ve ÖDP’nin de aralar›nda bulundu¤u çok say›da örgüt Boykot’a kat›lma karar› aç›klad›. Boykot kampanyas›n›n pratik ayaklar›n›n nas›l örgütlenece¤ini belirlemek üzere 23 Ocak’ta çal›flma gruplar›n›n oluflturulaca¤› bir toplant› yap›lacak. May›s ay› ortas›nda da uluslararas› bir sempozyum düzenlenerek ayr›nt›l› ve bütünlüklü bir yol haritas› ortaya konacak.

Çapraz ateşte dimdik ayakta Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, bir yandan İsrail’in saldırıları bir yandan Hamas’ın siyasi ambargosuna rağmen direnişe devam ediyor

F

ilistin Halk Kurtuluş Cephesi, (FHKC) kuruluşunun 42. yılını Gazze şeridindeki kitlesel mitingle kutladı. "Zafere Kadar Birlik, İnat, Direniş" sloganıyla gerçekleştirilen mitinge yaklaşık 70 bin kişi katıldı. 2006 seçimlerinde, Batı Şeria ve Gazze’den toplam 42 bin oy alan FHKC’nin, yalnızca 1,3 milyon nüfusa sahip Gazze’de 70 bin kişilik bir miting düzenlemesi Filistin solunun bir canlanma sürecine girdiği şeklinde yorumlandı. Üstelik FHKC, bu gelişimi İsrail saldırılarının yanı sıra Politik İslam’ın siyasi ambargosuna rağmen gerçekleştiriyor. Geçmişte Türkiye devrimci hareketinin ilham kaynaklarından olan FHKC, Hamas ve El Fetih’in iktidar çatışması karşısında İsrail’e

karşı ulusal birlik ve uzlaşmaz mücadele çizgisini savunuyor. 11 Aralık 1967’de Arap Milliyetçiliği Hareketi, Filistin Kurtuluş Cephesi ve bazı diğer direniş örgütlerinin birleşmesiyle Dr. Corç Habaş tarafından kurulan FHKC’nin 42. yıldönümü kutlamalarına “birlik ve mücadeleye devam” mesajları damga vurdu. FHKC Siyasi Büro üyesi Rabah Muhanna, mitingde yaptığı konuşmada ‘genel olarak direnişin ve özel olarak silahlı mücadelenin yükseltilmesi ve direnişin ulusal ölçekte koordine edilmesi’ çağrısında bulundu. Tüm ulusal kesimlere birlik çağrısında bulunan yaklaşık 20 yıldır sürdürülen “müzakere” sürecinin çıkmaza girdiğini belirterek İsrail’le güvenlik konusunda yapılan tüm koordi-

nasyon çalışmalarının sona erdirilmesini istedi. Mitingde Filistinli işçiler adına konuşan Muhammet Halidi ise “Bugün işçiler olarak Siyonist savaş aygıtına, haksız ablukaya ve öldürücü işsizliğe karşı kararlılığımızı vurgulamak için buradayız” dedi. İsrail ordusu, FHKC’nin 42. yıl kutlamalarından birkaç gün önce Nablus’ta FHKC’ye yönelik bir saldırı gerçekleştirmişti. Saldırıda çok sayıda FHKC militanı ve sempatizanının tutuklandığı belirtilmişti. Saldırının, 2006’dan beri İsrail’in elinde bulunan FHKC Genel Sekreteri Ahmad Saadat’ın esir değiş tokuşuyla serbest bırakılmasının gündeme gelmesi üzerine yapılması dikkat çekmişti.


TARİH

13

9 Ocak 2010 / 21 Ocak 2010

Halk›n Sesi

Kas›m 1989’da bafllayan ve iki aydan fazla süren grev boyunca halk tüm Zonguldak’› eylem alan›na çevirmiflti.

Madenciler kenti yeniden ateşledi Yaklaşık 70 bin kişiydiler. Maden ocaklarından, köylerden, kasabalardan sökün edip Ankara’ya doğru yola koyuldular…

Özelleştirmenin parlak cilasi kara elmas diyarinin kömür tozuna bulandi 1980’lerde özelleştirmeler parlak vaatlerle halka sunuldu: Türkiye sanayinin beşiği Zonguldak maden ocakları “devletin ve milletin sırtında bir kamburdu ve bir önce bundan kurtulmak herkesin çıkarınaydı”. Ne var ki, 12 Eylül sonrasının en büyük işçi direnişi sonucunda bu aldatmacanın parlak cilası kara elmas diyarının kömür tozuna bulandı. 1990 yılının son aylarıydı. Türkiye Taşkömürü Kurumu ve Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü’nde çalışan 48.000 maden işçisini ilgilendiren toplu sözleşme görüşmeleri tıkanmıştı. Anlaşmazlık ücret artışında düğümlense de işçilerin talepleri, madenlerin kapatılmasının ve özelleştirilmesinin iptaline kadar genişlemişti. Zonguldak maden işçileri daha yeni yeni başlayan özelleştirmelerin işsizlik, güvencesizlik, yoksulluk getireceğinin farkına varmıştı ve direnmekte kararlıydı. 30 Kasım’da bütün bölgeyi, hatta Türkiye’yi et-

kileyen büyük madenci grevi Genel Maden İşçileri Sendikası’nın (GMİS) önderliğinde başladı. Grev kısa sürede bütün bir kentin direnişine dönüştü. İşyeri sınırlarını aşan grev Zonguldak’ın kadını, çocuğu, esnafı tarafından sahiplenilerek toplumsal bir harekete dönüştü. Bütün Türkiye’nin kalbini kazanan Zonguldak halkı tek yürek olmuştu. ‘ÇANKAYA’NIN fi‹fiMANI ‹fiÇ‹LER‹N DÜfiMANI’ Şirket yöneticileri bir yana, yerel hiçbir devlet yetkilisi sorumluluk ve inisiyatif almıyor; topu hep devlete atıyorlardı. Çankaya Köşkü’nde oturan Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın şahsında somutlaşan devlet, açıkça işçi düşmanlığı yapıyordu. Halk bir an önce onunla hesaplaşarak sorunlarını çözmesi gerektiğini anladı. Ve “Çankaya’nın Şişmanı İşçilerin Düşmanı” sloganlarıyla yola koyuldu. 4 Ocak 1990’da Ankara’ya gidilecekti, ne var ki o saate kadar ortalarda görünmeyen devletin uzun kolu otobüslerin şehre girmesini engelledi.

Elbette bu küçük operasyon işçilerin yola çıkmasını engelleyemedi. Yapılacak iş belliydi: 48 bin işçi ve Zonguldak’ı temsilen 70 bin kişi bütün Türkiye halkının da desteğini alarak Ankara’ya doğru yürüyüşe geçti. İlk günün sonunda büyük destekler eşliğinde Devrek’e ulaştılar. Yürüyüşçüler sabaha kadar lokanta, pastane, fırın, çay ocağı, cami ve işçi evlerinde ağırlandı. 5 Ocak sabahı Devrek’ten yola koyulan işçilerin yolu Mengen’de işte o ulaşmak istedikleri devlet tarafından büyük bir barikatla kesildi. İşçiler karşılarında TSK ve polisin en seçkin komando ve çevik kuvvet birliklerini buldular. Korku, başkenti sarmıştı. Zonguldak işçi sınıfıyla Başkent’te karşılaşmayı göze alamayan devlet, Mengen’e barikat kurmuştu. 6 Ocak’ta E-5 karayoluna çıkması yasaklanan işçiler, Yılancık köprüsünde durduruldular. İlk karşılaşmada işçilerin karşısında duramayan polis ve komandolar bu kez

dozerlerle yolu kapatmıştı. İşçilere gönderilen gıda ve battaniye yardımlarının sahiplerine ulaşması engellendi. İşçiler yılmak ve çözülmek bir yana daha fazla birbirine kenetlendiler. Sendika yönetiminin kadınların geri gönderilmesi önerisi ise eylemin başından beri en önde yürüyen kadınlar tarafından reddedildi. Geceyi açık arazide geçiren işçiler dondurucu soğuğa karşı ateşler yakıp ısındılar. Kışı bahara çevirdi-ler. 7 Ocak’ta ilk saldırı geldi. 200 işçi gözaltına alındı. Sendika yönetimi artık bütün enerjisini işçileri denetlemeye ve hükümet yetkilileriyle görüşmelere veriyordu. DEN‹ZER: ‘BANA GÜVENEN ARKAMDAN GELS‹N’ Bütün bunlar olurken Başbakan Yıldırım Akbulut tarafından görüşmeye çağrılan GMİS Genel Başkanı Şemsi Denizer, döndüğünde yürüyüşü bitirdi. İşçilere “Canlarım…” diye hitap ettiği o ünlü geri dönüşe ikna konuşmasını yaptı. “Biz madenciler olarak ilk kıvılcımı çaktık. Grevimiz tarihin en büyük

grevlerinden biridir. Biz üretmiyoruz. Türkiye işçi sınıfı da üretmesin” diye yola koyulan Denizer, “eylemin yeterli duyarlılık ve devletle görüşme olanağı yarattığını ve amacına ulaştığını” söyleyerek işçilerin geri dönmesi istedi. Elbette işçileri “Ölmek Var Dönmek Yok”, “Gemileri Yaktık, Geri Dönüş Yok” gibi sloganlarla direnme kararlılığı gösteren “kışkırtıcı işçilere” karşı da uyarmayı ihmal etmedi. 8 Ocak’ta yürüyüşü bitiren kararı açıklamasından sonra işçiler 112 km. geride bıraktıkları Zonguldak’a döndüler. Körfez Savaşı’nı bahane eden Bakanlar Kurulu 25 Ocak’ta tüm grevleri ‘milli güvenlik’ gerekçesiyle yasakladı. 7 Şubat’ta toplu sözleşme imzalandı. İşçiler, önemli ücret artışları kazandılar ve bir zaman için madenler kapatılmadı. Ama zamanla adım adım saldırılar devam etti; işçileri işten çıkarıldı, madenler özelleştirildi, halk yoksullaştı. Bu yenilgiye rağmen Zonguldak direnişi mücadele tarihimizin en önemli deneyimlerinden biri oldu.

‘Bir kent yürüyor, durmak olur mu?’ ayrılırken teşekkür eden sloganlar atarak ayrıldı Devrek’ten. Sonra oradan yola çıkıldı, akşama kadar yine yüründü, yine bir kısım araçlarla Mengen’e varıldı. Sonra Eskiçağa’da konaklandı. Burada pek iyi karşılanmadık. Ateşler yakıldı, herkes dışarıda sabahladı. Jandarma sürekli yolları kesti, engellemelerde bulundu. Bu noktadan sonra madenciler inisiyatifi iyice kaybetti. Sadece Şemsi’nin ağzına bakar oldu.

Zonguldak grevi boyunca sınıf dayanışmasını örgütleyen Kamil Kartal büyük madenci yürüyüşüne dair tanıklıklarını anlattı

Z

onguldak maden işçilerinin yaklaşan tehlike karşısındaki sınıfsal duyarlılığı, yerel örgütlenme alışkanlıkları ve kararlılığı madenci yürüyüşünün sürükleyici dinamizmini oluşturdu. Örneğin ‘grev komiteleri’ bu dinamizmin somutlanmış halidir. Bu süreci iyi bilen ve madenci yürüyüşünü içerden yaşayan militan işçi örgütçüsü Kamil Kartal’la görüştük. Kamil Kartal halen DİSK Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası’nda taşeron sağlık işçilerinin örgütlenme çalışmalarında bulunmaktadır. Siz madenci değilsiniz; o tarihte maden işkolunda da bulunmuyordunuz. Ama yürüyüşe etkin katkılarda bulundunuz. Neden? Ben sendikacılığı Çetin Abi (Uygur) gibi birinci kuşak DİSK’lilerden öğrendim. Onlara göre bir devrimci sendikacı işkolu ayrımı yapmaz. Nerede işçilerin yaşadığı bir sorun var, gider örgütlersiniz ve nerede bir çatışma var gider çatışırsınız. Kaldı ki, ‘90 Ocağında sadece maden işçileri değil koca bir şehir yürüyordu; “bu işler duyulur da durmak olur mu?” Kalktık gittik. Nereden gittiniz? O tarihte ben Tes-İş İstanbul 1 No’lu Şube Başkanı’ydım. Aynı zamanda İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu’nun genel sözcülüğünü yürütüyordum. Zaman zaman Zonguldak’taki harekete destek vermek doğrultusunda platform olarak katkı sağlamaya gidiyor ve greve destek vermeye çalışıyorduk. Zaten Kasım’ın sonlarına doğru grev, tam bir bölge grevi haline dönüşmüştü. Maden işçileri “zarar ediyor” diye özelleştirilmek istenen ocaklarına sahip çıktılar. Aslında çökertilmek istenen şehirlerine sahip çıktılar. O günlerde şehir tamamen madencilerin eylem coşkusunu yaşıyordu. Madenciler periyodik olarak çok düzenli bir biçimde, evlerden ocaklardan şehir merkezine iniyor ve bütün Zonguldak halkının içinde yer aldığı eylemleri gündeme getiriyor-

lardı. Yürüyüşler, mitingler, toplantılar yapılıyordu. Madenci arkadaşlarımız tepelerden davul çalmaya başladığı andan itibaren millet akın akın GMİS’in önüne toplanıyordu. İşte biz de davulu duyduk, gittik toplandık.

Peki ya grev komiteleri? Onlar pratik işlerde etkili olmakla birlikte, genel olarak yürüyüşte etkisini yitirdi. Artık yüz bine yakın insanın yürüdüğü ve tek muhatabın hükümet yetkilileri olduğu bir süreçte inisiyatif geliştiremedi. Fakat yürüyüş boyunca hiç kimsenin farkına varamadığı bir şeyler oluştu. Sendika yönetiminin sözünden çıkmayan, ağırlıkla işyeri temsilcilerinden oluşan bir yapı çıktı ortaya. Yönetiminin dediklerini anında yaygınlaştıran bu yapı, temsil gücü olmasından kaynaklanan avantajları kullanarak işçileri etkiledi. Sadece sendika yönetimi, hatta sadece Şemsi Denizer söz ve karar sahibiydi. Şemsi, “ben başbakanla görüşmeye gidiyorum” diye çıktı. İşçiler orada beklemeye başladı.

Greve gidilmesini sağlayan dinamikler nelerdi? Zonguldak’ta madenden başka bir iş alanı söz konusu değildi. Yaşamak için çalışmaktan ve mücadele etmekten başka seçeneği olmayan madenciler ve şehir halkı hızla politikleşti. Şemsi Denizer ve GMİS’le bütünleşti. Şemsi Denizer’in şahsında “koşullar kendi önderini yarattı.” Ama asıl iş grev komitelerinden dönüyordu. Grev komiteleri görünmez gerçek kahramanlardır. Grev komiteleri nasıl örgütlendi? ‘89 sonbaharında grev kaçınılmaz hale gelmeye başladığında öncelikle çeşitli komitelerin kurulma çalışmaları başlatıldı. ‹fiYER‹ KOM‹TELER‹N‹N ÇOK BÜYÜK ETK‹S‹ VE BASINCIYLA GREVE ÇIKILDI Kozlu, Gedik, Karadon ve merkez atölyelerden gelen arkadaşların katıldığı kalabalık toplantılarda grev komiteleri kararı alındı. Greve gidildiğinde nelerin yapılacağı, grev komitelerinin çok süratli oluşturulması, bunların bilgiyle donatılması gereği konuşuldu. Madenciler, “işyeri komitelerimizi kuralım, olası bir greve çıkıldığında ise bunları grev komitelerine dönüştürelim” gibi öneriler üzerinde durdu. Aslında bu komitelerin çok büyük etkisi ve basıncıyla greve çıkıldı. Yürüyüşe geçildi. Yürüyüş nasıl başladı? Ankara’ya yürüme fikri, bir seçenek ve bir tehdit olarak hep vardı. Şemsi konuşmalarında bunu bir ajitasyon olarak bile kullanmaya başlamıştı. Bir saatten sonra Ankara, Zonguldak maden işçilerinin kader birliğinin simgesi haline gelmişti artık. “Ölmek var,

1989’da ‹stanbul Tes-‹fl 1 No’lu fiube Baflkan› olan Kartal, Zonguldak grevi boyunca dayan›flma amac›yla birçok kez flehre gitti¤ini anlat›yor. dönmek yok!” sözleri işçideki yüksek bir kararlılık düzeyini gösteriyordu. Yürüyüş başladığında yürüyüşün başında Şemsi Denizer ve yöneticiler yoktu. Yürüyüşün başına otobüs krizi damgasını vurdu. Verilen otobüs sözleri tutulmamıştı. İşçiler, “o zaman biz de yayan gideriz” diye diretiyorlardı. Biz, İstanbul’dan gelen sendikacı arkadaşlarla ön sırada yürüyen işçilerin arasına katıldık. Üzülmez’e geldiğimizde Şemsi’yle yöneticiler geldiler ve kortejin önüne geçtiler. ZONGULDAKLILAR DA⁄LARDAN, BAYIRLARDAN AKIN AKIN GELMEYE BAfiLADI Asıl kalabalık yürüyüş başladıktan sonra oluştu. Zonguldaklılar dağlardan, bayırlardan, çayırlardan akın akın

gelmeye başladı. Öğlenden sonra da Devrek tarafından otobüsler, kamyonlar gelmeye başladı. Ondan sonra kamyon kasalarına, otobüslere, arabalara binilerek akşamüstü Devrek’e varıldı. Çok güzel karşılama oldu Devrek’te. Evler, fırınlar, camiler madencilere açıldı. Devrek’te bu karşılama örgütlenmiş miydi? Evet, belediye bunu örgütledi. Zaten biz daha Devrek’e girerken anonslar yapılmaya başlandı: “Madenci kardeşlerimiz, hoş geldiniz. Burası sizin yuvanız yurdunuz, size her türlü kolaylıklar gösterilecektir” diye. Müthiş bir karşılama yapıldı. Gecelere kadar eğlenildi, halaylar çekildi, sloganlar atıldı. Millet Devrek’ten

O sırada işçiler Mengen’de mi bekliyordu? Evet Mengen’de bekliyordu. Çok yoğun askeri kuşatma vardı; ama işçilerin bir kısmı, ileri unsurlar diyebileceğimiz bir kısmı gece barikatları aşıp E-5’e çıktılar. Birkaç bin işçi E-5’e çıktı. E-5’e çıkanların tamamına yakını gözaltına alındı. Diğer işçiler de gitmek istedi, ama sendika bırakmadı onları. Artık eylem sadece Şemsi’yi bekleme eylemine dönüşmüştü. Şemsi Denizer işçileri geri dönmeye nasıl ikna etti? Şemsi Denizer madencileri Zonguldak’a geri dönmeye çağıran ünlü konuşmasını yaptığında zaten madenciler büyük bir kuşatma altındaydı. Sadece komando ve polis kuşatması değil. Ecevit’inden ABD elçisine, iktidarından muhalefetine kadar bütün düzen güçleri Özal’ın arkasında saflaştı. İlk anda işçilerden “ölmek var dönmek yok, sonuna kadar gideceğiz” şeklinde bir slogan çıktı. O anda Şemsi, “içimizdeki provokatörlere itibar etmeyin, kimse sendikanın dediğinin dışında hareket etmeyecek” dedi ve orada işi bitirdi.

Merhaba işçi sınıfı PTT: P‹JAMA, TERL‹K, TELEV‹ZYON

‹flçilerin grev karar›, bugün AKP hükümetinin örnek ald›¤› Özal hükümetinin bask›lar›yla önlenmeye çal›fl›ld›. Maden ocaklar›n› koskoca bir kentin mezarl›¤› yapmaya çal›flan Hükümet, iflçileri devletin s›rt›nda kambur olmakla ve fazla para isteyerek memurun hakk›n› yemekle suçluyordu. Amaç s›n›f hareketini bölmekti ama iflçi s›n›f› bu klasik takti¤i baflar›s›zl›¤a u¤ratt›. 14 Aral›k’ta Petrol-‹fl, Likat-‹fl, Deri-‹fl ve Tümtis 2 saatlik ifl durdurma eylemiyle direnifle selam gönderirken, 3 Ocak’ta Türk-‹fl 1 günlük genel uyar› eylemiyle yeni y›l› karfl›lad›. Türk-‹fl yönetimi ‘Pijama, Terlik, Televizyon (PTT)’ parolas›yla her ne kadar olabildi¤ince iflçileri eve ba¤layan etkisiz bir destek sunmaya çal›flsa da ço¤u yerde üye iflçiler canl› ve renkli destekler verdiler. MERHABA ‹fiÇ‹ SINIFI

1980’lerde 12 Eylül faflizmi ve sosyalizmin yenilgisiyle geri çekilen iflçi s›n›f› hareketi, ilk dalga neoliberal sald›r›lar karfl›s›nda ciddi varl›k gösteremedi. Ancak ‘80’lerin sonlar›na do¤ru yavafl yavafl toparlanmaya bafllad›. Büyük Madenci Yürüyüflü, 89 Bahar›’yla simgelenen iflçi hareketinin en üst noktas›yd›. ‹flçi s›n›f› için cenaze töreni düzenleyenlere inat bir yeniden do¤umu müjdeliyordu. Maden iflçileri ve Zonguldak halk› için küçük kazan›mlarla, ancak Türkiye iflçi s›n›f› için büyük bir politik yenilgiyle sonuçland›. Yaklaflmakta olan neoliberal sald›r› dalgas›n› simgeleyen ‘Mengen Barikat›’ iflçi s›n›f hareketinin tak›l›p kald›¤› politikleflme efli¤i oldu.


SPOR BİLİM

14

9 Ocak 2010 / 21 Ocak 2010

Halk›n Sesi

Örgütlü takım ‘yenilmez’ E E rzurum’da Cemal Gürsel Stadı’ndayız. 2.Lig’de ilk devrenin son maçlarını yapan iki takım karşı karşıya. Erzurumspor-Trabzon Karadenizspor maçı başlıyor ama sahada bir gariplik var. Erzurumsporlu futbolcular yerlerinden kımıldamıyor. Rakip takım top çeviriyor, hakem düz koşu yapıyor. Seyirci şaşkınlık içinde. Futbolcuların bir dakika boyunca oldukları yerde durmalarının nedeni maaşlarını aylardır alamıyor olmaları. Futbolcuların tepkisinin arkasında futbol pazarındaki adaletsiz dağılım yatıyor. “Türkiye futbol endüstrisi” hızla büyürken Türkcell Süper Lig Avrupa’da İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya ve Fransa’dan sonra 6. büyük lig haline geldi. Süper Lig’in yıllık geliri, Avrupa futbol pazarının yüzde 4’ünü oluşturuyor. 6 Milyar Euro’yu aştığı tahmin edilen “Türkiye futbol endüstrisi”, alt liglerin futbol emekçilerini acımasızca yutuyor. Bir taraftan mali kriz yaşayan kulüp sayısı artıyor diğer taraftan federasyonun çeşitli uygulamaları futbolu ve futbolcuların haklarını tamamen görmezden geliyor. Federasyonun bu sene amatör kulüplere dayattığı 30 yaş üstü en fazla iki futbolcu oynatma kısıtlaması bunun en acımasız örneği. Bu örnek akıllara geçtiğimiz yıl Mersin Toros Devlet Hastanesi’ndeki taşeron firmanın

rzurumsporlu futbolcular aylardır maaşlarının ödenmemesini yeşil sahada protesto etti. Milyar dolarlık pazarda spor emekçilerinin hakları yok sayılıyor

40 yaş üstü işçi çalıştırmama kararını getiriyor. Milyarların döndüğü ve bunun çok az sayıda kulüp ve kişi tarafından yönetildiği pazarda 225 bin lisanslı futbolcunun kaderi federasyonun ve futbol tacirlerinin elinde. Genel olarak dünyada ve özel olarak Türkiye’de futbol yoluyla

kara para aklama giderek artarken bunun en yoğun yaşandığı ‘çamurlu sahanın futbolcularının’ kölelik koşullarında çalışmaya mahkum edilmesi bir tesadüfün sonucu değil. Süper lige oranla oldukça mütevazı paralar ala(maya)n ‘aç’ futbolcular aynı zamanda sigorta prim-

lerinin yatırılmaması gibi sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Bunlara antreman tesislerinin yetersizliği, deplasman maçlarına futbolcuların kendi çabalarıyla gitmeleri ya da kulübün kamp masrafına girmemek için uzak deplasmanlara maç günü gitmesi de eklendiğinde kötü çalışma koşulları kendini gös-

teriyor. Sonuçta ortaya çıkan milyarlarca dolarlık pazarda ucuz ve güvencesiz futbol işçiliği oluyor. Kulüpte çalışan diğer emekçilerin de (antrenör, masör vb.) benzer sorunlarla boğuştuğu da su götürmez bir gerçek.

‘B‹ZDEN BU KADAR’ Futbolcuların tepki eylemi örgütlü bir takımın ‘iyi top oynamanın ötesinde’ şeyler yapabileceğinin göstergesi oldu. Eyleme rakip takım oyuncuları paslaşarak destek verirken hakem de bu ahenkli dayanışmayı ısınma koşusuyla yönetiyordu. Futbolcular, bu maçtan sonra “bizden bu kadar” pankartı açarak “paraları ödenene kadar maçlara çıkmayacaklarını” açıkladılar. Seyirciler bu kararı alkış ve sloganlarla desteklediler. Maçtan geriye eylemi ve dayanışmasıyla ‘iyi bir oyun’ kaldı. Benzer bir tepkiyi 2007 yılında gösteren Uşaksporlu futbolcular maç sonunda formalarını sahaya bırakarak maaş alamamalarını protesto etmişlerdi. Futbolda nadir görünen protestoların ve farklı bölgelerde çıkan cılız seslerin artık birleşebileceği bir örgüt var. “Takım ruhunun üst düzeyde” olduğu eylemler ‘spor emekçilerinin’ örgütü Spor-Sen ile büyüme şansına sahip. Bunlar, sahalarda görmek istediğimiz hareketler. Ne diyelim, “iyi oynayan kazansın”.

Spor emekçilerinin sendikası kuruldu Türkiye’de uzun yıllardır tartışılan Spor-Sen, 1970’li yıllarda sendika mücadelesini başlatan Galatasaraylı eski futbolcu Metin Kurt’un okuduğu bildirgeyle kuruluşunu ilan etti

T

Metin Kurt

ürkiye spor tarihinde uzun süredir tartışılan Spor-Sen, DİSK bünyesinde kuruldu. Kuruluş bildirgesinde ülkedeki spor algısıyla ilgili yapılan tespitlerden sonra emeğin en yüce değer olduğu ilkesinden hareket ettikleri belirtiliyor. Bildirgede spor emekçilerinin haklarının güvencesinin, spora ve sporcuya özgün koşulların bilimsel yöntemlerle değerlendiril-

E¤er iklim bir banka olsayd›... 1997 y›l›nda Japonya'n›n Kyoto kentinde iklim de¤iflikli¤ine iliflkin bir toplant› düzenlendi. Bu toplant›da imzalanan "Kyoto Protokolü" gere¤i sanayileflmifl ülkeler, 1990'a göre seragaz› (küresel ›s›nmay› artt›ran gazlar) sal›mlar›n› 2008 - 2012 y›llar› aras›nda yüzde 5.2 oran›nda düflürmeyi taahhüt ettiler. Kyoto protokolünün yürürlülük süresi 2012 y›l›nda dolaca¤› için BM bünyesinde dünya liderleri Kopenhag’ta yeni bir iklim zirvesinde bir araya geldiler. Çevreci ve iklim bilimcilerin toplant›dan bekledikleri, küresel ›s›nman›n en önemli sebebi olan karbondioksit sal›n›mlar›n›n denetlenmesi ve sal›n›m›n› azaltmayan ülkelere yapt›r›m uygulayabileyecek ba¤lay›c› bir anlaflmayd›. Kopenhag Zirve’sinde Obama önderli¤inde 26 ülke mini iklim plan› üzerinde anlaflt›. Bu plana göre global ›s›nma +2 derecede tutulacak, yoksul ülkelere y›lda 100 milyar dolar yard›m yap›lacak. Ancak karbondioksit sal›n›m›n›n düflürülmesine yönelik net bir karar al›nmad›. Kopenhag’da al›nan kararlar, küresel ›s›nma sorununa çözüm isteyen baz› ülkeleri tatmin etmedi. 2010’un sonunda yeniden bir toplant› yap›lmas› planlan›yor. ALTERNAT‹F VAR

"‹ki ayr› yaflam tarz›ndan söz ediyoruz burada. Biri lüks, bireycilik ve ayr›mc›l›¤a dayan›yor, bu kapitalizm; di¤eri insanl›k ve Toprak Ana ile uyum içindeki refaha, bu da sosyalizm" Evo Morales ALBA ülkeleri(Bizim Amerika Halklar› ‹çin Bolivarc› ‹ttifak) ile Sudan, Kopenhag kararlar›n› tan›mad›lar ve Kopenhag’ta alternatif bir toplant› düzenlediler. Toplant›daki konuflmac›lar aras›nda Hugo Chavez, Evo Morales, Küba Baflkan Yard›mc›s› Estaban Lazo ve Nikaragua D›fliflleri Bakan› Samuel Santos gibi isimler yer ald›. Toplant›da Hugo Chavez Kopenhag sürecini özetleyen cümleyi sarfetti: “E¤er iklim bir banka olsayd›, onu çoktan kurtarm›fllard›.” Gerçekçi olmak gerekirse ne küresel ›s›nmaya, ne yoksullu¤a, ne savafla ne de iflsizli¤e kapitalizm bünyesinde bir çözüm yok. Zira insanl›¤›n bu sorunlar›n› yaratan kapitalizmin kendisi. Kopenhag görüflmeleri, daha önce Dünya Ticaret Örgütü ve G8 görüflmelerinde oldu¤u gibi kapitalizmin temel mant›¤›na tak›ld›. Yani insanl›¤›n ve halklar›n yarar› do¤rultusunda ulusal sermayelerinin ç›karlar›n› bir kenara b›rakamad›lar.

diği bir Spor İş Yasası’nın çıkarılması olduğu hatırlatılıyor. Bildirgede Spor-Sen’in hedefleri şu şekilde ifade ediliyor: “Kurumlaşmış spor yapılarında çalışan emekçilerin ekonomik, demokratik ve sosyal haklarını savunmak, geliştirmek ve güvence altına almak ve uluslararası işçi sınıfının bir parçası olarak tüm güçle mücadele etmek”. Spor-

Bilim köflesi

?

Sen'in kuruluşu bu alanda spora ve unsurlarına farklı bir bakış açısı sağlayacak yeni bir tartışma başlatabilir. ‘Oyun olarak ortaya çıkan sporun, yaşadığımız çağda, kapitalist mantıkla örgütlenen bir metaya dönüşmesi’ tespitinden hareket eden Spor-Sen, sporcuların tümünün artık oyunun bir parçası değil, bu düzende emekçiler

olduğunu ve bu nedenle sosyal güvenlikten toplu sözleşmeli grevli sendika hakkına temel haklara sahip olmaları gerektiğini temel ilkeleri arasına almış. Açacağı ve geliştirebileceği tartışmalarla bilikte, aslında çok uzun zamandır “gözümüzün önünde” ama sınıf tartışmalarının dışında kalan spor emekçilerinin yeni örgütünün sağlam adımlar atması hayal değil.

‹nsanla maymunun ortak atas›na bir ad›m daha 1992’de Etiyopya’da bulunan “Ardi” lakapl› Ardipithecus ramidus insans› fosilinin önemi 17 y›l boyunca anlafl›lamad›. Ancak fosil üzerinde yap›lan son incelemeler 4.4 milyon yafl›ndaki Ardi’nin, yaklafl›k 6 milyon y›l önce yaflad›¤› tahmin edilen insanla maymunun ortak atas›na daha önce bulunan di¤er türlerden daha yak›n oldu¤unu ortaya koydu. Bu keflifle birlikte insanlarla maymunlar›n ortak bir atadan geldi¤i görüflü güçlendi.

Deneyerek ö¤renelim Yumurtay› kat› hafllay›n ve kabuklar›n› soyun. fiimdi bu yumurtay› süt fliflesinin içine sokaca¤›z. Ancak, bunu ellerimizi kullanmadan yapaca¤›z. Yumurta, fliflenin a¤z›na yerleflmeli ancak bafllang›çta tümüyle içine girecek büyüklükte olmamal›. Birkaç kibrit çöpünü yak›p fliflenin içine at›n. Yumurtay› yeniden fliflenin a¤z›na yerlefltirin ve dikkatle düzene¤i gözleyin. Kibritlerin bir süre yanmaya devam edip sonra söndüklerini göreceksiniz. Bu, içerideki okjisen gaz›n›n tükendi¤i anlam›na gelir. Gözlem yapmaya devam ederseniz, görünmez bir gücün yumurtay› fliflenin içine itti¤ini

izleyeceksiniz. Bu görünmez gücün arkas›nda yaln›zca bas›nç fark› var. Oluflan bas›nç fark›n›n nedeni oksijenin tükenmesi de¤il, s›cakl›kt›r. Yanma sonucunda fliflenin içindeki hava ›s›n›r. Is›nan hava genleflir, daha fazla yer kaplamaya bafllar. Bu s›rada fliflenin a¤z›na yerlefltirdi¤imiz yumurtan›n hafifçe salland›¤›n› görürsünüz. Alev sönünce içerideki hava k›sa bir süre içinde so¤ur. So¤udukça da daha az yer kaplar. Bu da fliflenin içindeki bas›nc› d›flar›ya göre düflürür. D›flar›daki yüksek bas›nç yumurtay› içeri iter.

Bunu biliyor muydunuz? Gökyüzü asl›nda mavi de¤ildir. Gün ›fl›¤› farkl› dalga boylu ›fl›nlardan oluflur ve atmosfere girdiklerinde gaz moleküllerine ve toz parçac›klar›na çarparak saç›l›r. K›rm›z›, turuncu, sar› ›fl›nlar dalga boyu uzun oldu¤u için büyük parçac›klara

çarpmad›klar› sürece yeryüzüne ulafl›rlar. K›sa dalga boylu mavi ›fl›nlar atmosferin üst tabakalar›ndaki küçük parçac›klar çarpar, onlar taraf›ndan emilip sal›n›rlar. Gökyüzünün her yerinde mavi ›fl›k saçarlar.

Beni anlad›klar› için, sizi anlamad›klar› için alk›fll›yorlar. Charlie Chaplin’den Albert Einstein’a

Ne kadar rekor o kadar hizmet K

ırılamaz denen rekorları tek bir olimpiyatta hallaç pamuğu gibi savurup atan Jamaikalı atlet Usain Bolt, dünya spor gündeminin zirvesine kuruldu. Bolt, 2008’de Pekin’de 9.69’la, 2009’da da Berlin’de 9.58’le kırdığı 100 m. rekorlarıyla yılın sporcusu unvanını kazandı. Ancak bunlar kariyerindeki pek çok rekordan sadece ikisi. Bu başarılarla gündeme gelen Bolt’u diğer ünlü sporculardan farklı kılan bir özelliği bulunuyor. Bolt, hâlen halkının %90’ı geçmişte köle ticaretiyle getirilen batı Afrikalı siyahlardan ve geri kalanı ağırlıklı olarak zengin beyazlardan oluşan Jamaika’da yaşıyor ve yarışlara buradaki mütevazı pistlerde hazırlanıyor. En büyük rakibi Tyson Gay ise ABD’de en modern koşullarda çalışarak Bolt’la baş etmeye çalışıyor. Sporun endüstri olarak dayatıldığı, Beckham gibi sporcuların lüks şatolarda yaşadığı bir ortamda Bolt bu kez sporun bunlar olmadan da yapılabileceğini ispatlayan bir olayla gündeme geldi. 2008’de kırdığı ilk rekorlardan sonra Bolt, ailesinin yaşadığı köydeki evlerine su bağlattı, ardından da devlet tüm köye su ulaştırdı. Annesinin Berlin Oyunları’ndan sonra yaptığı “şimdi köyümüze yol istiyoruz” açıklamasından sonra da yine Bolt sayesinde köye yol götürüldü. Yani ne kadar rekor, o kadar hizmet. Bolt’un bu yaldızlı başarılarının unutturulan tarafında, dünyanın pek çok geri bırakılmış ülkesinde yaşanan yol, su, elektrik vb. çoğu insani ihtiyaçtan yoksunluk ve yoksulluğun izi var. Dünyada bu haberin bir mizah öğesi gibi sunulmasının çelişkileri bir yana önümüzdeki günlerde yeni rekorlar kırması beklenen Bolt’un köyüne hangi rekor karşılığında nasıl bir hizmet götürüleceği ise merakla bekleniyor.

Arflimet: “Bana bir kald›raç verin, dünyay› yerinden oynatay›m.” Arflimet (M.Ö. 287, Sicilya M.Ö. 212 Sicilya), Yunan matematikçi, fizikçi, astronom, filozof ve mühendis. Bilime en çok bilinen katk›s›, bir hamamda y›kan›rken buldu¤u iddia edilen suyun kald›rma kuvvetidir. Ayr›ca, pek çok matematik tarihçisine göre integral hesab›n kayna¤› da Arflimet'tir. Geometriye yapm›fl oldu¤u en önemli katk›lardan birisi, bir kürenin yüzölçümünün 4πr2 ve hacminin ise 4/3 πr3 eflit oldu¤unu kan›tlamas›d›r. Milattan Önce 250 y›llar›nda yazd›¤› “Küre ve Silindir Hakk›nda” adl› çal›smas›nda küre ve silindirin hacmini hesaplamak için formül verir. “Yüzen Vücutlar” adl› eserinde günümüzde Arsimet prensibi olarak bilinen prensibi verir. ‹ki ve üç boyutlu geometride küre, çember ve sipirallerle ilgili eserler yazm›flt›r. Onun fikirleri kendi ça¤daslar›ndan binlerce y›l ileriydi; öyle ki integral hesab›n baslang›ç bir uygulamas›n› içeren çal›smalar› vard›. Oysa kendisinden iki bin y›l kadar sonra integral

kavram› gelistirilmeye bafllanacakt›. Roma generali Marcellus, Sirakuza'y› kuflatt›¤›nda, Arflimet’in yapm›fl oldu¤u silahlar nedeniyle flehri almakta çok zorlanm›flt›. Bunlar›n ço¤u mekanik düzeneklerdi ve baz› bilimsel kurallardan ilham al›narak tasarlanm›flt›. Örne¤in, makaralar yard›m›yla çok a¤›r tafllar burçlara kadar ç›kar›l›yor ve manc›n›klarla çok uzaklara f›rlat›l›yordu. Hatta Arflimet'in aynalar kullanmak suretiyle Roma donanmas›n› yakt›¤› da rivayet edilmektedir. Bütün bunlara karfl›n M.Ö. 212 y›l›nda Romal›lar Sirakuza'y› zapt ettiler ve flehrin di¤er ileri gelenleriyle birlikte Arflimet'i de öldürdüler. Söylentilere göre; "bu s›rada Arflimet kum üzerine çizdi¤i çemberlerle hesaplar yapmaktad›r. Elinde boynuna vurulmak üzere kald›r›lan bir k›l›çla yaklaflan Romal› askere ald›rmaz bile. Bafl›n› hesaplar›ndan kald›rmadan ‘çemberlerime dokunma’ der. Arflimedin kesik bafl› çemberlerin aras›na düfler."


KÜLTÜR SANAT

15

9 Ocak 2010 / 21 Ocak 2010

Halk›n Sesi

Mo¤ollar’dan yeni albüm Moğollar grubu müzik yolculuğunda 41. yılını geride bırakırken yeni bir albüme imza attı. Grubun iki yıllık çalışmasının ürünü olan albümün adı ‘Umut Yolunu Bulur’

‹NSANI

Güler’den Al›nteri

Herkes için Kapital

Türkiye’de fotoğraf denince ilk akla gelen isim Ara Güler’dir. Güler’in Aralık ayında ikinci kez basılan kitabı İstanbul’un Alınteri, sanatçının fotoğraf serüveni boyunca objektifine yansıyan İstanbullu emekçilerin öyküsünü anlatıyor.

Marx’ın en büyük eseri olan ve ‘zor kitap’ efsanesiyle okurun gözünü korkutan Kapital herkesin okuması için çizimlerle yayınlandı. KapitalYeni Başlayanlar İçin kitabı her yaştan ve düzeyden okura Marks’ın öğretisini anlatıyor.

ANLAMA

VE

Hastal›k Hastas› ‘perde’ dedi Çekmecedekiler Tiyatro Topluluğu’nun ikinci oyunu Hastalık Hastası ‘perde’ dedi. Moliere’in oyunu güncellenerek 21. yüzyıl Türkiye’sine uyarlandı. Oyun Halkalı Kültür Sanat Merkezi’nde sergileniyor.

ANLATMA

YOLCULU⁄UNDA

Objektif dile gelince Fotoğraflarda yer alanların bilmediğimiz öykülerini ya da tek bir kareye sığmayan ‘an’ların öyküsünü öğrenebilmek için foto röportajlara kulak vermeli

F

otoğraf karesi objektife yansıyan bir ‘an’dır. Fakat tek bir kare her zaman ‘o an’ın öyküsünü anlatmak için yeterli midir? Bu sorunun yanıtını arayan fotoğrafçılar farklı bir haber tekniği yarattılar; foto röportaj. Fotoğraflarla bir durumu, kişiyi veya öyküyü anlatan foto röportaj yöntemi o kadar yaygınlık kazandı ki artık bu yöntemle hazırlanan bir haber dergisi bile çıkartılıyor. “Fotoğraf Notları’ dergisi yayın hayatına merhaba derken derginin yayın ekibinde yer alan fotoğrafçı Yücel Tunca foto röportaj yöntemine ilişkin görüşlerini Halkın Sesi ile paylaştı. Tunca hayatı anlamaya, anlatmaya çabalayan fotoğrafçıların kullandıkları teknik bir uygulama olarak görülebilecek olan fotoröportajın anlama ve anlatma ilişkisine yeni olanaklar sunduğunu söylüyor. Tunca “Fotoğrafçılar zaman zaman tek kare ile etkileyici, anlatımı derinleştirmeyi başarmış fotoğraflar

Yeni yılda tiyatrolara zam şoku

D

evlet Tiyatroları, özel tiyatroların 30-40 TL arasında değişen bilet fiyatlarıyla yarışıyor. İnsanların kültür sanat hakkını gasp ediyor. Yeni yılda ulaşıma ve doğalgaza gelen zamların ardından Devlet Tiyatroları da oyunlarına yüzde 65 zam yaptığını duyurdu. Devlet Tiyatroları’nın resmi web sitesinde ‘Devlet Tiyatroları’ndan 7 yıl sonra bilet fiyatlarında yeni düzenleme’ adı altında duyurulan zam haberine göre yeni yılda geçerli olacak bilet fiyatları şöyle: İstanbul Ankara ve İzmir’de tam bilet fiyatı 10 TL, indirimli ise 6 TL. Bu fiyat müzikal oyunlarda 15 TL’ye kadar çıkıyor.

çekerler ama bu fotoğraflar ne yazık ki çoğu zaman, olay ve durumların geniş kapsamını ve detaylarını yansıtmaz, daha çok yargı üretir ve klişeler oluştururlar. Oysa bir hikâye izleği taşıyan fotoğraflar, olay ve durumların çok yönlü okunmasında kolaylık sağlarlar. Farklı açılardan bakış olanağı taşırlar. Çoğu zaman anlık olayları tek kare ile özetlemek mümkünken, zaman akışı içerisinde olup biteni 10-15 fotoğrafla anlatmaya çalışmak izleyicide de yepyeni anlama olasılıkları yaratabilir” diyor. Foto röportajın Türkiye’deki öncülerinin Ara Güler ve Fikret Otyam olduğunu söyleyen Yücel Tunca, 12 Eylül darbesinin hayatın her alanında olduğu gibi fotoğrafta yarattığı tahribata dikkat çekiyor ve Anadolu'yu keşfe çıkan 60-70'lerin fotoğrafçılarının yerini 80'lerde toplumsal olandan kopan fotoğrafçıların aldığını anlatıyor. Tunca bu tarihsel kesiti “ ‘90'ların

ortalarına kadar foto röportaj tekniğinin fotoğrafçılar tarafından trajikomik biçimde buğday hasatı, zeytinyağı yapımı, Nemrut'ta bir gün gibi konular dolayımında kullanıldığı dönemlerdi” sözleriyle anlatıyor ve ekliyor “Ne buğday hasadında ter döken köylüler, ne zeytinyağı yapımında çalışan kadınlar, ne de Nemrut'a tırmanırken tanışılan bir Kürt genci yer alamadı çalışmalarda. İnsan tali unsur haline geldi.” Fotoğrafın bu sekteye uğrayan serüveni 2000'lerde dünyada ve Türkiye'de fotoğrafın kabuk değiştirme sancılarıyla sürer. Sanatın farklı dalları yeniden birbirlerini anlamaya çalışan insanları anlatırken fotoğrafçılar da objektiflerini bir kez daha insanlara ve doğaya çevirir. Yücel Tunca ve onun gibi fotoğrafı bir muhalefet aracı olarak gören bir grup fotoğrafçı da bu yoldan giderek Fotoğraf Notları dergisini çıkartıyor, foto röportajlarla tanıklıklarını anlatıyor.

Festivale görkemli kapanış Bu yıl dördüncüsü düzenlenen Uluslararası İşçi Filmleri Festivali 2009 serüvenine Adana, Eskişehir, Antakya ve Mersin gösterimleriyle noktayı koydu

U

luslararası İşçi Filmleri Festivali, aralık ayının son haftasında dördüncü Anadolu turunu görkemli bir kapanışla noktaladı. Adana, Mersin, Antalya ve Eskişehir’de Halkevleri, kitle örgütleri, emek ve meslek örgütlerinin katkısıyla düzenlenen yerel festivaller gerçekleşti. Emeğin gündemi festivale de damgasını vurdu. Gala programlarında TEKEL direnişi selamlanırken, gösterimler Bursa’da yitirilen maden işçilerine ithaf edildi. Eskişehir’de 21 Aralık Pazartesi günü festival yürüyüşüyle başlayan ve bir hafta

boyunca devam eden gösterim programı 3 binden fazla izleyiciyle buluştu. Bir hafta boyunca emeğin öykülerini anlatan filmlerin yanı sıra ‘güvenceli iş’, ‘maden işçilerinin sorunları’, ‘Maraş katliamı’, ‘kadın emeği’, ‘silikozis’ üzerine konuk konuşmacıların katıldığı söyleşiler yapıldı. Adana’da düzenlenen festival programı 24 Aralık günü Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu’nda düzenlenen galayla başladı. TTB Merkez Konsey Yöneticisi Ali Çerkezoğlu, SES Genel Merkez Yöneticisi Köksal Aydın, Halkevleri Genel Merkez

Yöneticisi Samut Karabulut ve Kültür Sanat Sen Genel Merkez Yöneticisi Mustafa Polat’ın konuk olarak katıldığı gecede Bursa’da yitirilen maden işçileri anısına sahneye 19 karanfil bırakıldı. Konuklar yaptıkları konuşmalarda emeğin örgütlü mücadelesinin ne denli gerekli olduğuna dikkat çekti. Gecenin en anlamlı konuşması Adana’lı TEKEL işçileri adına kürsüye çıkan Kenan Aslantaş’ınkiydi. Aslantaş’ın konuşmasına salondaki katılımcılar “Hepimiz TEKEL işçisiyiz” sloganlarıyla karşılık verdi.

Mersin’de; Halkevleri, Mersin Tabip Odası, SES, Birleşik Metal İş, Dev Sağlık-İş, Mersin Sinema Derneği, Öğrenci Kolektifleri ve Akdeniz Belediyesi tarafından düzenlenen Festival’in açılışı 24 Aralık günü Büyükşehir Belediyesi Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapıldı. Geçen yıl kent muhalefetinin gündemi olan liman işçilerinin grevini anlatan ‘Direniş Limanı’ belgeseli kentteki gösterim programının en anlamlı filmi oldu. Festival’in Antakya gösterimlerinde ise bir ilk yaşandı. Köy dernekleri aracılığıyla festival belde ve köylere ulaştı.

Fatih Akın’dan yeni film

Y

önetmen Fatih Akın’ın yeni filmi Soul Kitchen beyazperdede. 2009 Venedik Film Festivalinde Jüri Özel Ödülü, Uluslararası Hamburg Festivalinde "Art Cinema" ödülünü alan filmin kahramanları Hamburg’daki göçmenler. Eğlenceli bir anlatısı olan Soul Kitchen’da Almanya’da üçüncü kuşak bir Yunanlı olan ve hem yeni açtığı lokantasında hem de ilişkisinde sorunlar yaşayan Zinos’un öyküsü anlatılıyor. Lokantayı kurtarmak için işe aldığı yeni aşçı ve ilişkisini kurtarmak için karar vermesi gereken Zinos’un tercihine tanıklık edebilirsiniz.

Sinema emekçileri, eylemde "Setlerde ölmek istemiyoruz" slogan› att›

Sinema 2 emekçileri sokağa çıktı

4 Aralık'ta DİSK'e bağlı Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen) üyeleri, sinema, TV emekçilerinin çalışma koşullarını protesto etti. Geçen yıl bir dizi çekimi dönüşü trafik kazasında yaşamını yitiren Zehra Sezgin ve Tülay Ergil'in ölüm yıldönümünde Galatasaray Meydanı'nda Sine-Sen Üyesi Ruhşan Çimen tarafından bir açıklama yapıldı. Çimen, ağır çalışma koşulları, yorgunluk, uykusuzluk ve stres yüzünden bir yıl içinde 3’ü iş kazası, 1

intihar, 1 de kalp krizi sonucu beş ölümün gerçekleştiğini, bir kadın oyuncunun sette geçirdiği kalp krizi sonucu bir ay komada kaldığını ve hafıza kaybı yaşadığını belirtti. Sine-Sen üyeleri açıklamada Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile RTÜK'ün çalışma koşullarını denetlemesini istedi. İnsanlık dışı koşullarda çalışmak istemediklerini dile getirdi.

Rock Tarihi-2 Art Rock 0’lı yılların ikinci yarısında Hippi hareketinin politikleşmesine paralel olarak Bob Dylan ve Beatles ciddi, çoğu zaman politik şarkı sözleri yazmaya başlamışlardı. Diğer taraftan Jimi Hendrix rock müziğe çok daha elektrik bir sound kazandırmıştı ve gitarlarını yakması gibi sahne şovları da büyük ilgi görmüştü. Rock müziğin ilk kuşağının temsilcileri yollarına devam ederken bir yandan da yeni kuşak rock müzisyeni de bir devrim yapmaya hazırlanıyorlardı: Art Rock. Art (sanat) rock anlayışı, rock müziğe albüm kapağından şarkı sözlerine, sahne şovlarından enstrümanlara hakimiyete kadar bütünlüklü bir “sanat” olarak bakıyordu. Art Rock’ın ortaya çıkışını anlatmaya Syd Barret’ın liderliğindeki Pink Floyd’un öyküsüyle başlamak gerekir. Pink Floyd ilk çıkışını 1966’da yaptı ve Londra’nın underground gece kulüplerinde sahne almaya başladı. Yaptıkları müzik ilginç ses efektleriyle doluydu ve kimi zaman 10 dakika süren doğaçlamalardan oluşuyordu. Bu türe Psychedelic Rock deniyordu. Sahne Berkay performanslarında ise ışık Özbek gösterilerini ve kısa filmleri ilk kez onlar kullandı. Daha Halkevleri Kültür Sanat Atölyesi sonra grup Syd Barret, Roger Waters, Nick Mason ve Richard Wright’tan oluşan kadrosuyla ilk albümünü çıkardı. Syd Barret sağlığını kaybedince 1969 yılında gruptaki yerini gitarist David Gilmour’a bıraktı. Bu noktadan itibaren Pink Floyd’un tarzı Psychedelic Rock’tan Art Rock’a doğru evrilecekti. Art Rock’ın serüveninde önemli köşe taşlarından biri de konsept albümlerin ortaya çıkmaya başlamasıdır. İlk olarak Syd Barret’tan ilham alan David Bowie’nin Ziggy Stardust albümüyle gündeme gelen konsept albüm anlayışı, albümün bir bütün olarak kavranması ve sözlerinin bir konsept etrafında şekillenmesini içeriyordu. 1973’e gelindiğinde artık çok sayıda Art Rock grubu vardı: Pink Floyd, Yes, Jethro Tull, King Crimson, ELP,Genesis, David Bowie, Camel bunların önde gelenleriydi. Art Rock’ın ayırt edici özelliklerinden bir tanesi de kimi zaman 20 dakikayı bulan uzun şarkılardır. Bu kadar uzun bir şarkı yapılması ticari olarak dezavantajdır. Çünkü şarkının radyoda çalınması imkansızdır. Bu özelliğiyle popüler iletişim araçlarından uzak kalan Art Rock uzun süre elit dinleyici kitlesine hitap eden bir müzik türü olarak algılandı. Punk müziğin ortaya çıkmasında bu duruma karşı gelişen tepkilerin de etkisi ollduğu söylenebilir. Pink Floyd’un 1973 tarihli albümü “Darkside of the moon” dönemin özelliklerini en iyi yansıtan albümdür. Albüm para, ölüm, savaş, delilik, zaman gibi temel kavramları bir tür modernite eleştirisi ile harmanlayarak anlatıyordu. Yeni bir dünya umudunun kaybolmaya başladığı bir dönemde, gençlik albümde kendini buldu. Darkside’ın bir önemi de ilk defa ticari kaygıları olmayan bir albümün büyük bir ticari başarı kazanmasıydı. Albüm sayesinde Art Rock, geniş kitlelerle buluştu, diğer rock gruplarını da aynı tarzda çalışma yapmaya teşvik etti. Art rock grupları arasında Peter Gabriel önderliğindeki Genesis’e de mutlaka değinmek gerekiyor. Genesis konsept albümler hazırlıyordu ve Pink Floyd gibi güçlü sahne şovları sergiliyordu. 70’lerin sonlarına geldikçe Art Rock grupları piyasanın yükselen değerleri haline gelmeye başladı. Endüstrileşmeyle beraber dinleyici ve yorumcu değişiyordu. Artık Pink Floyd konserleri sessiz bir şekilde dinlenmiyordu. Stadyumlarda, çığlıklar atarak, müzik bile duyulmadan dinleniyordu. Bu durum dönemin birçok müzisyenini olduğu gibi Pink Floyd’un söz yazarı Roger Waters’ı rahatsız etti. 1977 yılında bir konserde Waters, sahnenin önünde zıplayıp çığlık atan bir seyirciye tükürdü. Bu vakadan aldığı ilhamla hissettiği yabancılaşmayı seyirci ile arasına bir duvar ördüğünü hayal ederek anlatmak istedi ve Pink Floyd’un 1979 tarihli Rock Opera albümü The Wall’un ana fikri ortaya çıkmış oldu. Albümün konserlerinde seyirciyle grup arasına mukavva tuğlalardan bir duvar örülüyordu. Daha sonra duvar film perdesine dönüşüyordu. O kadar pahalı bir gösteriydi ki, sadece 20 kez tekrarlanabildi ve grup bu konserlerden zarar etti. Art Rock anlayışı 70’lerden sonra birçok grup tarafından devam ettirildi (Dream Theater, Radiohead vb.) ancak hiçbir zaman eski kalitesine ve popüleritesine ulaşamadı. 1980 ile beraber rock müziğin bu dönemi de sona ermiş oldu.

6


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ

9 Ocak 2010 / 21 Ocak 2010

16 Halk›n Sesi

SALDIRI PROGRAMI GÜVENCES‹ZL‹K GET‹R‹YOR

K›sa... K›sa...

50/d’liye rahat yok İ

TEKEL fabrikalar›n›n bulundu¤u illerde de eylemler sürüyor. ‹flçilerin aileleri kentleri bofl b›rakm›yor

‹tfaiye iflçileri ilk eylemdeki polis sald›r›s›ndan y›lmam›fl Bo¤az Köprüsü’nde eylem yapm›fllard›

Emekçi köprüleri attı 2010 AKP hükümetinin ve sermayenin saldırılarının hızlandığı ve yaygınlaştığı bir yıl olacak. Güvencesizlik ve hak gasplarına dayanan bu program, karşısında etkili bir muhalefet buluyor

Y

Kadınlar direnişte en önde T

EKEL işçilerinin güvenceli iş talebiyle başlattıkları direnişte, kadın işçiler direnişin ana gücü olmaya devam ediyor. Kadınlar, kendileri için sadece bir işyeri değil bir sosyalleşme, kendini ortaya koyma, bireyleşme mekânı da olan TEKEL'e en ön saflarda can siparene direniyor. Anadolu'nun birçok köşesinde genç yaştayken Tekel sayesinde ücretli işe kavuşan kadınlar, özlük haklarını korumak konusunda kararlı. İşyerleri tamamen kapatılacak ve 4-C ile güvencesiz bir şekilde çalışmaya mahkûm edilecek kadınlar da bu koşullarda asla çalışmayacaklarını ifade ediyor. İşçilere yapılan polis saldırısının Başbakan’ın talimatıyla yapıldığına inanan kadınlar, o gün daha fazla kararlıkla direnişe sahip çıkmaya başladıklarını dile getiriyorlar.

eni yıl egemenler için de ezilenler için de çetin geçecek. AKP bir yandan sermayenin bir yandan seçim takviminin basıncıyla saldırı programını hızlandırdı. Ne de olsa etkili bir icraat için gelecek genel seçimlerden önce son düzlükte. Bu basınçla hükümet, sermayenin ve IMF’nın emeğe ve halkın haklarına dönük saldırı programını yürütmek için her cepheden saldırıyor. Anlaşıldı ki kazanılmış haklarla “yan gelip yatanlar”, artık güvencesiztaşeron-sendikasız emek piyasasına dahil edilecek. Saldırının bir hedefi kadrolu işgüvenceli işçiler olacak. Haklarını kaybeden işçiler yalnızca TEKEL’de çalışanlar olmayacak. Sırada başta şeker işçileri ve İETT şoförleri olmak üzere farklı işkollarından emekçiler var. Zaten bu piyasanın içerisinde olan milyonlarca işçi-işsiz ise artık güvencesizliğin piyasanın tek kuralı olduğunu görmeye başladı. Sermayenin, başta işgüvencesi olmak üzere, işçi sınıfının bütün kazanımlarını ortadan kaldırmayı amaçladığı bu yeni çalışma düzeninin yıkıcılığı kendini iyiden iyiye gösteriyor. Güvencesizleştirmeyi hedef alan, kazanılmış hakların kaybedilmesine, kamusal hakların gasp edilmesine yol açacak olan saldırı programının elinin değdiği her alanda emekçinin soluğu sokakta alması şaşırtıcı değil. TEKEL işçisi 6 Ocak günü yaptığı referandum ile neredeyse yüzde yüzlük bir oranla “eyleme devam” dedi, 14 Ocak’ta aileleriyle birlikte bir kez daha Ankara’da buluşma kararı aldı. Tek Gıda-İş Sendikası’nın planladığı başkenteki bu büyük buluşma 3 gün

sürecek; işçiler ve aileleri oturma eylemi yapacak. Bu üç günlük eylemin ardından işçiler, TEKEL fabrikalarının bulunduğu kentlerde açlık grevlerine çıkmaya ve AKP önlerinde eylem yapmaya hazırlanıyor. Dört yıldır taşeron çalıştıkları İstanbul Belediyesi’nde ihaleyle verilen itfaiye hizmetinin yeni bir firmaya devredilmesiyle işgüvencesini kaybedeceklerini fark eden işçiler eylemde. Yeni bir firma değil kalıcı iş sözleşmesi isteyen itfaiye emekçileri direnişlerini tüm İstanbullularla buluşturmak için Saraçhane Parkı’na taşıdılar. Belediye İş üyesi emekçiler iş güvencesi için 24 saat kesintisiz nöbet tutuyor. Sağlık Bakanlığı’nın 5 Aralık tarihli

İşçi T direnişe devam dedi

ekel işçilerinin Ankara'da sürdürdükleri direniş günlerdir yağmura, çamura soğuğa karşı devam ediyor. Direnişin ilk günlerinde havanın soğuğu yetmezmiş gibi bir de polisin tazyikli suyuna maruz kalan işçiler, önlerine her ne kadar zorluk çıksa da direnişlerini ara vermeden büyüterek sürdürüyor. Direnişin 22. gününde Tekel işçilerine Adıyaman, Diyarbakır, Muş ve Hatay'dan yeni katılımlar oldu.

genelgesine dayanılarak ülkenin dört bir tarafında, özellikle de devlet hastanelerinde işçi kıyımı yaşanıyor. Bu saldırıdan ilk nasibini alanlar Anamurlu sağlık emekçileri oldu. Yeni yılın ilk haftası işten atılan emekçiler haklarını aramak için yargıya başvurdu. Samsun’un Bafra ilçesindeki Nafiz Kurt Devlet Hastanesi´nin temizlik işlerini yürüten şirket çalışanı 15 işçi, sözleşmelerinin feshedilmesi üzerine hastane önünde protesto eylemi yaptı. İş güvenceleri tehlikede olan Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Dev Sağlık-İş üyesi işçiler de 6 Ocak’ta yaptıkları eylemle bir kez daha “insan ihaleyle çalıştırılmaz” dedi. Ankara halkı Tekel işçilerinin direnişini her geçen gün biraz daha sahiplenmeye başladı.Tekel işçilerine evlerini açtılar, ekmeklerini paylaştılar. Sanatçılar Edip Akbayram, Sabahat Akkiraz, Mustafa Özarslan, Faruk Ekici yılbaşında şarkılarıyla işçilerinin yanında oldular. Sanatçılar Tekel işçilerinin yeni yılda mücadelelerinin kazanmasını istediler. İşçilerin 6 Ocak'ta yaptıkları referandumda ise kullanılan 8 bin 180 oyun 8

Yangına taşeronla gitmek İ

stanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı BİMTAŞ'da çalışan itfaiyeciler 1 Ocak'ta işsiz kaldı. İtfaiyeciler Belediye'nin karşısında Saraçhane parkında direniş çadırı kurdu, eylem ateşi yaktı. Hayatlarında belki de ilk kez bir ateşi söndürmek için değil, harlamak için koşturuyorlar. Çünkü bu ateş, itfaiyecileri taşeron Lapis-Makro firmasına devrederek, güvencesiz çalışmaya mahküm eden Kadir Topbaş'a karşı yakılmış bir eylem ateşi. Aslında itfaiye işçileri direnişe geçmek için geç bile kaldılar. Onlarca sorunla boğuşuyorlar. İtfaiyecilik işi riski yüksek bir meslek. Sürekli can güvenliği tehlikesi altında çalışılıyor. Maliyet yüksekliği bahane edilerek gerekli korunma tedbirleri ve donanımları sağlanmadan göreve gönderiliyorlar. Belediyelere bağlı birim-

lerde görev yapan itfaiyeciler çoğu zaman yeterli eğitim almadan, tecrübesiz, teçhizatsız, günlük giydikleri gömlekleriyle yangınla savaşmaya gönderiliyor. Yeterince korumasız kıyafetlere bir de tecrübesizlik eklenince yaşamsal tehlike ortaya çıkıyor. En hafifinden ciddi yaralanmalar oluşuyor. Bu yetmezmiş gibi bir de sosyal hakları, aldıkları ücret, iş güvenceleri yok edilmek isteniyor. Ateşi söndürme işi tüm dünyada bir kamu hizmeti olarak yapılıyor. Örneğin ABD'de kamuda çalışan 300 bin profesyonel itfaiyeci var. Türkiye'de ise yangın söndürme işi taşeron firmalara devredilmeye çalışılıyor. Bu çaba beraberinde de bir çok aksaklığa neden oluyor. Örneğin İstanbul'da aynı çatı altında 3 farklı statüde çalışan bir itfaiye ekibi ortaya

çıkıyor. Prof. Dr. Abdurrahman Kılıç, 3 farklı statüde itfaiyeci çalıştıran başka bir metropol yok diyor. Yangın söndürme işinin taşerona devredilmesine de karşı çıkan Kılıç, bu şekilde işe siyaset girer diyor. Kılıç'a göre itfaiye hizmetleri özerk olmalı. İstanbul'da 4 yıl önce Kadir Topbaş, itfaiye hizmetlerini ‘hizmet alımı’ yoluyla sağlamaya karar verdi. İtfaiye hizmetlerinin taşerona devredilmesi anlamına gelen bu uygulama ilk başlarda BİMTAŞ'ın belediyeye bağlı bir şirket olması nedeniyle inkar edildi. Bu sene görev süresini dolduran BİMTAŞ yerine yeni ihale Lapis-Makro'ya verildi. (Lapis Makro'nun ortaklarının isimleri Deniz Feneri yolsuzluğunda da geçmişti) BİMTAŞ'a bağlı olarak çalışan 898 itfaiyeciye de “ya kapı ya da Lapis-

Makro” denildi. Türk-İş’e bağlı Belediye -İş 5 No’lu Şube Başkanı Nihat Altaş'a göre itfaiye hizmetlerinin taşerona devredilmesindeki amaç, sendikasızlaştırmak. Altaş, 400 kadarı şoförlerden oluşan ve çoğu dört yıldır eğitim alan itfaiyeciler bu koşullarda çalışırsa faciaya davet çıkarılacağını söylüyor. İstanbul Şehir Plancıları Odası Başkanı Erhan Demirdizen de itfaiye hizmetinin özel bir iş haline getirilmesini risk olarak görüyor. Demirdizen'e göre İstanbul’un her bölgesinin itfaiye hizmetlerinden eşit şekilde faydalanması görüşünde. Özele verildiğinde düzgün planlama yapılamayacağı için bu eşitliğin bozulacağı kaygısında olan Demizdizen belediyenin bu kararı tekrar gözden geçirmesi gerektiğini düşünüyor.

Sosyal hizmetler alanında taşeron çalıştırılan sosyologlar, psikologlar ve çocuk gelişimi uzmanları da güvencesizliğin zararını ihaleyi yeni alan şirketin sözleşmelerini yenilememesiyle gördü. İstanbul’da, işsiz kalan 54 emekçi üyesi oldukları Dev Sağlık-İş’in çağrısıyla 7 Oak günü Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü önünde eylem yaptı. “Taşeron çalışmak istemiyoruz” dedi. Bolu’nun Gökçesu Beldesi’nde bulunan 160 işçinin çalıştığı Karaelmas Maden Ocağı’ndaki işçiler 3 aylık biriken ücretlerini alamadıkları için 5 Ocak günü iş bıraktı. İşçiler ücretlerini 24 saat içinde yatırılacağının taahüt edilmesiyle işlerine geri döndü. Güvencesiz çalışmanın en yaygın olduğu sektörlerden biri de sinema ve dizi sektörü. Yoğun çalışma temposuyla iş güvencesinden yoksun çalışan set emekçileri de isyanda. İşgüvencesi ve sağlıklı çalışma koşulları için Sine-Sen çatısı altında örgütlenen emekçiler 27 Aralık günü yaptıkları eylemle yapımcıları uyardı. Rize Belediyesi’nde temizlik işlerinde çalışan işçiler taşeron firmanın değişmesi nedeniyle hak gaspları yaşayacaklarını söylerek çöp toplamama eylemi başlattılar. Ocak ayının başından beri eylemde olan işçiler yıllardır taşeron çalışma nedeniyle mağdur olduklarını belirterek hakları iade edilene kadar hizmet üretmeme kararı aldıklarını açıkladılar. Sınıfın yeni yıldaki bu hareketli gündemine AKP’nin saldırı programından nasibini alacaklar da eklenince her cephede saldırı hükümetin başına büyük belalar açacak gibi görünüyor.

bin 150'si direnişe devam dedi. Tekel işçileriyle dayanışma eylemleri ise tüm Türkiye'de devam ediyor. Son olarak İstanbul'da yüzün üzerinde Tekel işçisi aynı anda Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinde eylem yaparak, seslerinin tüm dünyaya duyurmak istedi. Eylemi yazpan işçiler yaklaşık 1 saat köprüleri trafiğe kapattıktan sonra gözaltına alındılar. İşçiler 8 saatlik gözaltının ardından serbest bırakıldılar.

stanbul Üniversitesi (İ.Ü.) yönetimi onlarca öğrenciyi cezalandırmakla yetinmedi, bu kez de iş güvencesi isteyen asistanlara ceza verdi. Rektörlük binasını amacı dışında kullanmak’ ve ‘üniversitede huzuru bozmak’ gibi gerekçelerle 49 asistana soruşturma açıldı. Bu soruşturmalar sonucu 5 asistan maaş kesim, 2 asistan da uyarı cezası aldı. Geçen yıl, iş güvencesini yokeden ve işten atılmalarına neden olan 50/d yönetmeliği, tüm Türkiye’den öğretim görevlileri ve öğrencilerin katıldığı eylemlerle protesto edilmişti. İ.Ü.’de yapılan bu eylemlerden ‘rahatsız olan’ rektörlük asistanları cezalandırdı. Geçen sene 50/d eylemleri sırasında asistanlarla görüşerek, “sizin için herşeyi yapacağım” diyen Yunus Söylet, 50/d’lilere verdiği cezalarla ne kadar samimi olduğunu ortaya koydu.

4/C’ye makyaj tutmaz A

KP'liler 4/C statüsüne sürdükleri makyajla işçileri kandırmaya çalıştı. Öz olarak işçilerin ücret, sendika gibi hak kayıpları anlamına gelen 4/C statüsü özüne dokunulmadan ücret ve çalışma süresinde iyileştirme yapılarak işçilere sunuldu. Sonra da kamuoyuna “biz elimizden geleni yaptık, onlar kabul etmedi” diye sunuldu. 4/C statüsü geçici personel statüsünde istihdam edilmek anlamına geliyor. O nedenle personelle 10'ar aylık anlaşmalar yapılıyor. İşçilerin sosyal haklara kavuşabilmesi içinse bir yıl çalışmaları gerekiyor. 4/C kapsamında yapılan iş sözleşmeleri bunu engelliyor. AKP yine bu engeli koruyarak 10 aydan 11 aya çıkarmayı teklif etti. Ücretler konusunda ise şu anda aldıkları ücretlerin yaklaşık üçte birine mahkum edilen işçilere yaklaşık 100 lira civarında komik artışlar önerildi.

Kova birliklerinden itfaiye birliklerine Atefle karfl› örgütlenen ilk yang›n söndürme birimlerinin tarihi eski M›s›r'a kadar uzan›yor. ‹lk yang›n söndürme birlikleri ise “Kova Birlikleri” ad›yla Romal›lar taraf›ndan kuruluyor. ‹lk kuruldu¤u zamanlarda para karfl›l›¤› yang›nlar› söndüren bu birlikler 1773'de Fransa ‹mparatoru 15. Louis taraf›ndan kamulaflt›r›l›yor ve yang›n söndürme ifli bir kamu hizmeti halini al›yor. ‹stanbul'da atefle karfl› ilk resmi karfl› koyufl III. Murat'›n ‹stanbul kad›s›na gönderdi¤i, “Yang›n ç›kan yerlerde halk›n kaçmay›p yang›n› söndürmeye çal›flmas›n›, bütün hususlar›n kontrol edilmesini … “ isteyen ferman›na dayan›r. ‹lk resmi tulumba tak›m› ise 1720'de Frans›z bir mühendis taraf›ndan Yeniçerilere ba¤l› bir bölük olarak kurulur. O günden bu yana da çeflitli zamanlarda aksakl›klara u¤rasa da bir kamu hizmeti olarak devam eder.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.