Ağustos_2010

Page 1


2


1

1


İçindekiler

Organize Sanayi Bölgesi Ali Osman Sönmez Bulvarı 2. Sokak No: 1 Nilüfer Bursa Tel: 0.224 243 29 29 (Pbx) Fax: 0.224 242 51 00

güneybursa dergisinde yer alan yazı ve fotoğraflar tanıtım amacı dışında izinsiz kllanılamaz. Dergimizde yer alan ilan, yazı ve fotoğrafların sorumluluğu sahiplerine aittir. www.guneybursa.org www.dagder.org.tr

AĞUSTOS 2010

Dağ-Der Yardımlaşma ve Kültür Derneği Adına İmtiyaz Sahibi ve Yazı İşleri Sorumlusu Erkan Aydın (Dağ-Der Genel Başkanı) Genel Yayın Yönetmeni Sefer Göltekin Yayın Kurulu İsmail Fedai, Hüseyin Koçak, İbrahim Ferik, Fethi Yıldız, Selami Acar, İhsan Aydın İletişim İnönü Cad. Güneş İş Hanı No:74 Kat: 5 Osmangazi - BURSA Tel: 0224 272 58 58 Reklam Rezervasyon 0535 564 94 25 guneybursa@gmail.com Baskı AKMAT Akınoğlu Matbaacılık San. Tic. A.Ş.

BURSA’NIN YEREL KÜLTÜR DERGİSİ SAYI

15

03 Başkan’dan 04 Haberler 06 Zordur Orada Çocuk Olmak - İhsan Aydın 08 Dağ Köylerinde Çocuk Olmak - Sefer Göltekin 12 Çeki Köyü Tanıtımı - Süleyman Ertaş 18 Kaybolan Bir Gelenek: Panayır - Cem Şeflek 22 Bursa Civarındaki Şelaleler - Arif Miletli 24 Gelemiç’te Çocuksuzluk ve Tedavi - Cihan Erden 26 Dirilişin Sembolu Yeşil Külliyesi 26 Geçmişten Alacaklı - Nilay Şahinkanat


03

TEŞEKKÜRLER BURSA...

M

ERKANAYDIN

erhaba değerli Güney Bursa okuyucuları. Elinizde tuttuğunu 15. sayımız, yenilenen tasarmıyla sizlerin karşısında. Umarız dergimizin bu yeni halini beğenirsiniz. Bugüne kadar dergimize göstermiş olduğunuz ilgiye bir kez daha teşekkür ediyor, sizlere layık bir yayın çizgisiyle yöremizin sesi olmaya devam ediyoruz. Geçtiğimiz aylarda yaşadığımız teknik bazı aksaklıklardan dolayı dergimizi zamanıında sizlere ulaştıramıyorduk. BU yüzden geçtiğimiz ay iki sayı birleştirilmiş olarak yayınlamak zorunda kaldık. Okuyucularımızın elimizde olmayan sebeplerden dolayı meydana gelen bu aksaklığı mazur görmelerini istiyoruz. Dergimiz GüneyBursa bu sayıdan itibaren her ayın birinde bayilerdeki yerini alacaktır. Bursa’daki gazete bayhileri arasında eşit paylaştırılan dergimiz bazen çabuk tükenebilmekte ve bazı okuyucularımız derginin tükendiğinden yakınmaktadır. Eğer okurlarımız dergimizin düzenli olarak adreslerine gelmesini arzu ediyorlarsa künye bölümünde yazılı bulunan mail adresine iletişim bilgileri gönderildiğinde okurlarımızla irtibata geçilerek dergimizin aboneliği konusunda gerekli yönlendirme yapılacaktır. Bu ayki sayımızda okurumuzun dikkatini çocuklarımız üzerine çekmek istedik. Zordur orada çocuk olmak ve Dağ Köylerinde Çocuk olmak başlıklı yazıları ilgiyle okuyacağınızı ümid ediyoruz. Yine geleneksel çerçevede bir değerlendirme yazısı olan Cihan Erden’in yazısı da yöremizin örf ve adetlerine, geleneksel inanışlarına ışık tutacak mahiyettedir. Her zaman olduğu gibi bu sayımızda da dergimizi görsel katkılarla zenginleştiren BUFSAD belgesel atölyesine teşekkür ediyoruz. Zira bu sayımızda, yöremizde çok eskilerden beri uygulanagelen panayır geleneği ile ilgili bir dene yazısı da yer almaktadır. Ağustos ayı aynı zamanda 2010 yılı Rama-

zan Ayı’nı idrak edeceğimiz bir ay. Ramazan aylarının geleneksel kültürümüz içinde, iftarlarıyla, sahurlarıyla, mübarek geceleriyle, sokaktaki eğlenceleriyle, farklı kurum ve kuruluşların düzenlediği etkinliklerle, birlik ve berabergüçlenRamazan ayla- liğimizin diği bir ay olarak rının geleneksel idrak edilmektedir. kültürümüz için- Dağ-Der olarak de, iftarlarıyla, biz de bu ayda her yıl geleneksel sahurlarıyla, hale getirdiğimiz, mübarek gecele- gerek üyelerimizle, riyle, sokaktaki gerekse derneğimize katkıda eğlenceleriyle, bir farklı kurum ve bulunanlarla araya gelmeye kuruluşların dü- çalışıyoruz. Bu yıl zenlediği etkin- da iftar davetleliklerle, birlik ve rimiz aracılığıyla üyelerimiz ve beraberliğimizin hem dolayısıyla yöremiz güçlendiği bir insanıyla kaynaşay olarak idrak mayı sağlamış olacağız hem de edilmektedir. derneğimizin faaliyetleri konusunda bilgiler vereceğiz. Dernek olarak Bursa’da gerçekleştirdiğimiz etkinliklerde, Dağ-Der adının güçlenmesi siz değerli hemşehrilerimizin katkıları sayesindedir. Bu anlamda tüm hemşehrilerimize bir kez daha teşekkür ediyor, yeni ve dolu dolu sayılarda buluşmak üzere selam ve sevgilerimi sunuyorum.

ın d y A n a Erk


04

FABRİKA-İ HÜMAYUN AÇILDI BURSA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ İLE MODACI FARUK SARAÇ İŞBİRLİĞİYLE RESTORE EDİLEN FABRİKA-İ HÜMAYUN, BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN TARAFINDAN AÇILDI.AÇILIŞ TÖRENİNDE ÜLKE GÜNDEMİNE DE DEĞİNEN BAŞBAKAN ERDOĞAN, “İŞSİZLİĞİ İNDİRİP SIFIRLAYACAK BABAYİĞİT VARSA ÇIKSIN SİHİRLİ DEĞNEĞİNİ ORTAYA KOYSUN. BİZ DE UYGULAYALIM” DEDİ.“İKİNCİ PARTİ OLURSAM GENEL BAŞKANLIĞI BIRAKIRIM” DİYEN BAŞBAKAN ERDOĞAN, “GENÇLERİ MESLEKİ TECRÜBE SAHİBİ YAPAMAMANIN ACISINI 6.5 YIL YAŞADIM. YÖK´TEKİ AKTÖRLER DEĞİŞTİ, SİSTEM DÜZELDİ” DİYE KONUŞTU. Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Modacı Faruk Saraç’ın işbirliğiyle gerçek kimliğine kavuşan Fabrika-i Hümayun, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından Faruk Saraç Tasarım Meslek Yüksekokulu olarak açıldı. Osmanlı Devleti’nin 158 yıl önce ipek üretimi için kurduğu Fabrika-i Hümayun’un modaya yön verecek eğitim kurumu olarak yeniden Bursa’ya kazandırıldığı törene, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eşi Emine Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Vali Şahabettin Harput, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, AK Parti Bursa milletvekilleri, ilçe belediye başkanları ve çok sayıda davetli katıldı. Okulun açılış töreninde konuşan Başbakan Erdoğan, “Duyguluyum. Hani küllerinden doğan bir millet olma özelliğimiz var ya, işte burada da küllerinden doğan bir eser var. Böyle güzel bir okulu Bursa ve Türkiye´ye kazandıran Faruk Saraç´a teşekkür ederim. Kendisi, milli değerlerimizi, tarihi zenginliğimizi, milli sanatımızı ve sanatçılarımızı modern bir anlayışla bugüne ve geleceğe taşıyor. Bugün açılışını yaptığımız bu eser, görüldüğü gibi bir meslek yüksekokulu olarak, bir eğitim kurumu olarak, bütün bunların ötesinde, tarihin ve geleceğin iç içe geçtiği, eğitimin ve ekonominin kaynaştı-

ğı, teori ile pratiğin birleştiği, sanatın meslek yüksekokulu öğrencileriyle kucaklaştığı, son derece girift, son derece zarif bir sanat eseridir. Burada tarih var; zira bu bina 1852´de kurulmuş, Türk ve yabancı devlet adamlarını giydirmiş, Fabrika-i Hümayun binası. Burada gelecek var. Burası üst düzey İngilizce ile eğitim veren bir tasarım yüksekokuludur. Burada aynı zamanda ekonomi var, çünkü burası sektörün ihtiyaç duyacağı elemanları yetiştirecek. Buranın bir marka değeri var. Burada en iyi şartlarda eğitim imkanı var. Çocuk esirgeme yurtlarında büyüyen gençlerimiz için fırsat var, engelli öğrencilerimiz için altyapı var” dedi. Açılışta konuşan Yüksek Öğretim

Kurumu Başkanı Yusuf Ziya Özcan da yabancı öğrencilerin yerleştirilmesi için sınavın kaldırılmasından sonra Türk üniversitelerine büyük ilgi gösterildiğine işaret ederek, “Gaziantep Üniversitesi´ne 450 öğrenci kayıt yaptırdı. Bu miktar Türk üniversitelerinin kalitesini ortaya koyuyor” dedi. Modacı Faruk Saraç ise, 29 yıllık mesleki deneyimlerini gençlere aktaracağı böyle bir eseri Bursa’ya kazandırmanın mutluluğunu yaşadığını belirterek, kendisine destek olan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’ye teşekkür etti. Konuşmaların ardından protokol üyeleriyle birlikte okulun açılış kurdelesini kesen Başbakan Erdoğan, daha sonra binanın içini, sınıfları ve atölyeleri gezdi.


05

BURSASPOR SEVGİSİ SOKAKLARA TAŞTI... YEŞİLYAYLADA BÜYÜK COŞKU GRUP 16 TARAFTAR DERNEĞİNİN AÇILIŞINDA BİNLERCE BURSASPORLU MEHTER MARŞLARI EŞLİĞİNDE COŞTU.AÇILIŞA KATILAN BURSASPOR TEKNİK DİREKTÖRÜ ERTUĞRUL SAĞLAM, “ADAM GİBİ ADAM” TEZAHÜRATLARIYLA KARŞILANDI. SAĞLAM, BU COŞKUYU GÖRÜNCE YEŞİL BEYAZLI KULÜBE İMZA ATTIĞI İLK GÜNÜ HATIRLADIĞINI, AVRUPA’DA DA AYNI SEVİNÇLERİ YAŞAYACAKLARINI SÖYLEDİ. BAŞKAN RECEP ALTEPE DE AVRUPADA BAŞARILAR BEKLEDİKLERİNİ İFADE ETTİ Bursaspor taraftar gruplarından Grup16’nın dernek binasının açılışında binlerce yeşil beyazlı taraftar Ertuğrul Sağlam’ı görmek için birbirini ezdi. Mehter Takımı’nın konser verdiği açılışta güçlükle konuşan Ertuğrul Sağlam, “Bu anı yaşayınca imza attığım ilk gün aklıma geldi. Çok büyük gurur yaşadık. İnşallah bundan sonra da başarılı olacağız” dedi. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe de, Avrupa’da da başarılı olacaklarını bildirdi. Bursaspor Teknik Direktörü Ertuğrul Sağlam ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Yıldırım’daki Grup 16 Derneği’nin açılışında görkemli bir kalabalık tarafından coşkuyla karşılandı. Açılış öncesi konuşan Başkan Altepe, Bursaspor’un şampiyonluğunda emeği geçen herkesi tebrik ederek gelecek yıllarda da bu kutlamaların devam edeceğini belirtti. Grup 16 dernek binasının açılışına katılan Bursaspor Teknik Direktörü Ertuğrul Sağlam taraftarların yoğun ilgisiyle karşılaşırken ‘Adam gibi adam Ertuğrul Sağlam’ tezahüratları arasında taraftarlara seslendi. Sağlam, “Buradaki coşkuyu heyecanı görünce, Bursaspor’a ilk imza attığım gün aklıma geldi. Orada bizi kucaklayıp sahiplenmenize, oradaki heyecanınıza, “Bu durum beni

heyecanlandırıyor ve çok büyük başarıların habercisi olacak” demiştim. Bugün artık hepimiz çok büyük gururun sahibiyiz. Uzun yıllar sonra ülkeye yeni bir Anadolu takımının şampiyonluğunu yaşattık. Bu başarıda hepinizin çok büyük payı var. İnşallah aynı heyecan ve başarıları bundan

sonraki yıllarda da yaşamak istiyoruz” diye konuştu. Açılışa Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ile Bursaspor Teknik Direktörü Ertuğrul Sağlam’ın yanı sıra Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar ve Bursaspor taraftarlar Derneği Başkanı Mesut Ağrak da katıldı.


06

ZORDUR ORADA ÇOCUK OLMAK

K

İHSANAYDIN

entteki yaşıtlarınız kadar şanslı değilsinizdir. Size zor bir coğrafyada doğmanın şansızlığı düşmüştür. Ama buna asla pişman değilsinizdir. Ülkenizin en gelişmiş kentlerinden birine kayıtlı gözükseniz de, bu duruma zıt biçimde sizi kırsalda her alanda fırsat eşitsizliği bekler. Dağ yöresinin yoksul, ama yüreği vatan sevdası ile doldurulmuş saf, temiz ve gürbüz çocuklarından bahsediyoruz. Onlar Yörük Türkmen kültürü ile yetiştirilmiş bu ülkenin en nadide çiçekleridir. Vatan, millet, bayrak ve inanç vazgeçilmezlerindendir. Onların kitabında, bütün kalbiyle bağlı olduğu ülkesine ve yöneticilerine asla isyan yazmaz.


Asi değildirler. Yoksul bırakılmış olsalar da, kenttekiler kadar eşit koşullarda yaşam şansı bulamasalar da asla devleti taşlamazlar. Ayakkabısı delik, çorabı yamalı da olsa akıllarının kenarından bu duruma isyan geçmez. Bilirler ki, devleti taşlamak ana babayı taşlamakla eşdeğerdir. Vatan onların için yüce bir varlıktır. önülleri zengin, hoşgörüleri engindir. Dağın mağrur ve mağdur çocukları bir gün mutlaka şansızlıklarını kıracaklardır. Bunun için okumaktan başta seçenekleri yoktur. Eğitime sarılıp, şehirdeki yaşıtlarıyla açılan makası kapatmak zorundadırlar. Okuyup, adam olup memleketlerine vefa borcunu ödemekle yükümlüdürler. Orada okumak da kolay değildir. Fen Lisesi, Anadolu Lisesi, askeri liseler ve ülkenin kalburüstü üniversitelerine girebilmek çok büyük bir hayaldir. Çünkü size şehirdeki yaşıtlarınız kadar kamu imkanları sunulmamaktadır. Artık Bursa burnunun dibindeki bu acı gerçekle yüzleşmek durumundadır. Kentin hemen her kurum ve kuruluşu sosyal sorumluluklarını yerine getirerek orada en az bir çocuğun elinde tutmak zorundadır. Bursa’nın güneyindeki çocuklar daha fazla mağdur bırakılmadan kentteki yaşıtlarıyla eşit kulvara sokulmalıdır. Güney’in çocukları kentten ve kentliden çok şey beklemiyor. Hadi bu şansı onlara hep birlikte verelim. Verelim ki, Bursa bütün çocuklarına her alanda eşit olanaklar sunan bir kent olsun. Dağ’ın çocuklarına sahip çıkalım ki, o bölge Uludağ’ın arkasında bu kentin gelişmişlik düzeyine yaraşır bir konuma gelsin.

07


08

DAĞ KÖYLERİNDE ÇOCUK OLMAK

“HALİL İBRAHİM DEDE DUYMAZ, BİR TEK ATINI GETİRİR YANINDA, O DA YANI BAŞINDAN AYRILMAZDI. ATIYLA BİRLİKTE DÜŞÜNÜLÜRDÜ HEP. HÜSEYİN ÇAVUŞ EN GEVEZELERİYDİ. DURMADAN KONUŞURDU. ÇOCUKLARIN EN SEVMEDİĞİ İHTİYAR OYDU. KORUCU MUSTAFA İSE VAKİT GEÇİRMEYE GELİRDİ HER GÜN...”

SEFERGÖLTEKİN

E

rik ağaçları, leblebi büyüklüğündeki erikleriyle kendine çekiyor çocukluğumu. Bir ses, ‘hadi çık’ diyor, ‘gömleğin yırtılsın, vücudunu ince bir diken okşasın, bir de kaşının üstüne bir çizik kondursun kırmızıya çalan, akşam annene utana sıkıla, ‘Bir dahaki sefere dikkatli olacağım anne!’, dersin olur biter diyor. Olmuyor işte. İçimdeki çocuğu çıkaramıyorum erik ağacına. Elimi uzatıp bir dalından biraz koparıyorum. Dişlerimle, içinin henüz çekirdekleşmemiş beyazlığını ayırıp, mayhoş bir tat veriyorum ağzıma. Cevizli Pınarın patika yolunu, kopardığım erik dalıyla oynaşa oynaşa eritiyorum. Buğday tarlalarının ortasından yürürken türküler söylüyorum, biraz gecikmiş bir zamanda; Bekle kar altında kalan buğday tanesi / Yine onun sularıyla yeşereceksin / Gözyaşların çare değil ağlama büyü / Başını dik tutabilirsen boy vereceksin / Her yanımda allı morlu / Güller açar türlü türlü / Bu fırtına dünden belli / Başedeceksin / Korku kar eylemez bir kez yola düşene / Sen bir aşkın içindesin yaşayacaksın / Dört yanını börtü böcek sarsa ne çıkar / Toprağa sıkı sarıl başedeceksin Her yanımda allı morlu / Güller açar türlü türlü / Bu fırtına dünden belli / baş edeceksin... Türküyü bitirir bitirmez, bir nefes çekiyorum ciğerlerime; karşı yakadaki bağlardan zerdali, ceviz, çam, iğde... kokuları, ‘Buradayız yenileniyoruz!’ edasıyla doluşuveriyor içime. ‘Geleceğim’ diyorum, bir göz selamıyla, ‘hepinizi tek tek ziyaret edeceğim, sizi ne kadar özlediğimi anlatacağım hepinize ve hepinizden, adını hatırlamadığım bir şairin neden bütün şiirlerini yazmak için baharı beklediğinin sırlarını dinleyeceğim. Hayatında bir kere bile değişim yanlısı olmayan insan-


09

lara inat, yılın her mevsiminde nasıl bu kadar alımlı olduğunuzun yollarını öğreneceğim sizden. Konuşursunuz değil mi? Cevizli Pınarın, dedemin; “Oğlum bu sudan içen içtikçe acıkır, acıktıkça içer!” dediği serin, ama bütün serinliğine rağmen boğazımdan yumuşacık geçen suyundan içtim kana kana. Sağ tarafımdaki bahçenin üst köşesinde artık harabe haline gelen kulübeye takılıyor gözüm. Harabe değilken bile içine girmeye korkardık yılanlar vardır diye. Şimdi her yanını çalı çırpı bürümüş. Pınarın beş metre ötesinde, dalları neredeyse akarın içindeki suyla muhabbet kuran ceviz ağacı iyice yaşlanmış lakin, yemyeşil yapraklarıyla eminim ki gölgesi ağırlığından bir şey kaybetmemiştir. Ötede dut ağacı alabildiğine uzamış, çırpı gibi dallarıyla. Nasıl da çıkardık bir atlayışta tepesine. Saatlerce en iri dutu ağzımızda eritebilmek için daldan dala sekerdik. Üzüm bağına gitmek üzere aşağıya doğru yürümeye başladığımda, su sesleri, börtü böcek sesleri, ağaçların rüzgarda uğuldamaları öyle birbirine karışıyor ki, hayranlıkla birlikte bir korkuyu hala barındırıyor içimde. Bir an önce bu dar yolu geçip çayıra, oradan bağa ulaşmayı istiyorum. Hızlandırıyorum adımlarımı. Çayıra indiğimde bir oh çekiyorum ve durup etrafı seyre dalıyorum. Yirmi beş yıl öncesinin on yaşındaki çocukluğu asdar oynuyor az ilerde. Her yandan çocuk

sesleri geliyor kulaklarıma. Biz bana göre en kuvvetli takımız. Muhtarın Veli, şişko Yusuf ve ben. Otuz metre ilerideki sıralı üç yassı taşı devirmek için var gücümüzle, yumruk büyüklüğündeki taşlarla hücum ediyoruz, savaş meydanındaymış gibi. Kolay değil, oyunun sonunda yenik takımın sırtında atacağımız turlarla, sevinç gösterisi yapmak var. Yere eğilip bir taş alıyorum ve gördüğüm ilk dikili taşa doğru fırlatıyorum, bir adım yanına düşüyor. Elimin şaftı kaymış diyorum gülerek. Bir ‘Hey gidi günler hey!..’ çekiyorum, özlemle. Sahi neydi o günler? Güneş birkaç ay öncesinin yemyeşil ekinlerini kavura kavura, daha tırpan bile dokunmadan kırılıverir hale getirmiş olurdu. Güneşin kırılganlaştırdığı buğdayları bir an önce ambarına taşıma hesabını yapan hane reisleri daha gece bitmeden ev halkına emirler yağdırırdı o zamanlar. Hatta tarlasında yatıp da gece karanlığında bile orak sallayanlara rastlayabilirdiniz. Zira güneş yükselmeye başladığında durmak gerektiğini bilir bu insanlar. Güneşin doğuşuna yakın evlerinden çıkanlar arasında biz çocuklar da vardık. Evet evet biz çocuklar, yani yaz tatilinin tadını çıkaranlar. Önümüze kattığımız hayvanları, çayırın güneşe isyan edip yeşil kalmakta ısrar eden otları arasına salarak bir an önce oyunlar kurma telaşına dalmanın hesaplarıyla çıkardık yola bağıra çığıra. Köy


10

çıkışında buluşurduk aynı saatte yola çıkan akranlarımızla. Bir gün önceki oyunların analizlerini yapardık çayıra kadar, yeni stratejiler planlardık. Oyundu bütün dünyamız. Daha çayıra varır varmaz, hayvanları salıp sağa sola, ne oynayacağımıza karar verirdik. Bazılarımız akşam olunca babalarına şikayet etmesin diye küçük kardeşlerini zoraki aralarına katarlardı (ille de katarlardı). Asdar oynardık, mert oynardık, tüme oynardık; oyunlar kurardık, akşama kadar. Sadece biz değildik, çayırın müdavimleri. Erkeklerden Halil İbrahim Dede, Hüseyin Çavuş, Korucu Mustafa, kadınlardan Zeynep Teyze, Ayşe Kadın gibi elini ağır işlerden çekenlerin mekanıydı çayır. Bunlar sabahtan akşama kadar cevizin ağır gölgesi altında bıkmadan muhabbet edenlerdir. Konuşa konuşa bitiremezler meseleleri. Biraz uzaklaşan hayvanlarını çevirmesi için oyunlara dalan bize seslenmeleri, çileden çıkarır hepimizi. Halil İbrahim Dede duymaz, bir tek atını getirir yanında, o da yanı başından ayrılmazdı. Atıyla birlikte düşünülürdü hep. Hüseyin Çavuş en gevezeleriydi. Durmadan konuşurdu. Çocukların en sevmediği ihtiyar oydu. Korucu Mustafa ise vakit geçirmeye gelirdi her gün. Zeynep Teyze yetmişlerine gelmiş, bir zamanların peşinden en çok koşulan kadını. Ayşe kadın, hiç konuşmaz. Hep dinler, ara sıra Ha!” “Öyle mi?” gibi sözcük-

ler dökülürdü dilinden. Ne zaman oyun oynamaktan sıkılsak bu ihtiyarların çevrelerine halkalanır, dinlemeye koyulurduk. Halil İbrahim Dedenin devamlı yanında taşıdığı not defterine, savaş anılarını anlatmasını isteyen bir not yazar, dinlemeye başlardık. Her defasında farklı şeyler anlatırdı. Sanırım o zamanlar seksen yaşlarında falandı ama hala kendi işini kendi görebiliyordu. Bir “Hey gidi heey!..” çektikten sonra bakışlarını uzaklara kilitler, başlardı anlatmaya. “Yunan, gelip köyü bastığında sizin gibiydim çocuklar. Bizim eve girdiklerini görünce kaçarak köyün dışına attım kendimi. Gedik’teki koca ağaca nasıl çıktığımı bile hatırlamıyorum. Kaç saat kaldığımı da hatırlamıyorum. En nihayet, köyden çıktıklarını gördüm. İyice yaklaştıklarında, bendeki korku da çoğaldı. Bir de ne göreyim, on-on beş kişiydiler, babamı önlerine geçirip sırtına da çantalarını yüklemişler, beş kilometre aşağıdaki köye kadar taşıtmışlar. Sonra da salıvermişler. Babam yorgun argın geldiğinde, iki gün hasta yattı bel ağrısından...” Bir gün de, koca bir ateş yakıp, kol kadar yılan ölüsünü yaktığımızda bastonuyla kovalamıştı bizi Halil İbrahim Dede. Ama ne kokmuştu hayvan. Sanki gel beni ye diyordu. Çocukluk işte, askerde yılanın başıyla kuyru-


11

ğunu ayırıp gövdesini yemek zorunda kalan büyüklerimizden etkilendik herhalde. Bir çırpıda geçiyor bunlar hafızamdan. Her şey yerli yerinde ama bir çocuklar eksik diyorum kendi kendime. Onlar olmadan bu çayır anlamsız kalıyor. Biliyorum şimdi televizyon ekranlarının karşısında büyümeye çalışıyorlardır. Plastik oyuncaklarda yitiriyorlardır çocukluğu. Gözlerimi mısır tarlalarından yana çeviriyorum Sinan Ağanın Recep, kucağında yığınla mısır koçanıyla koşarak yanıma geliyor. közlüyoruz, çoğu süt çıkıyor zaten. Bu Recep, hiç eli boş gelmez, koynunda ya armut olur, ya bir öbek yeşil nohut aşırmıştır gelirken. Armutları dişleyip dişleyip fırlatırız en uzağa. Yeşil nohutlardan çotur yakarız. Ateşin suyunu dışına çıkardığı nohut tanelerini ön dişlerimizle kabuklarından ayıra ayıra, dudaklarımızın kararmasına aldırmadan midemize indirirdik. Ben en son ne zaman çotur yemiştim? O kadar çok olmuştu ki... Yaz gelse de bir yolunu bulup tekrar yaşasam o anları... Çayırda bir hayli oyalandığımı fark edip bağa doğru yürüyorum... Önceleri, domuzlar üzüm bağlarına zarar vermesin diye çektiğimiz dikenli tel, dikenli tel olmaktan çıkmış. Babam uzun süredir ihmal etmiş buraları. Eskisi

gibi bakmıyor artık. Bağların arası ayrık otlarıyla kıvır kıvır. Sadece, her sene bir sepet meyvesini topladığımız kayısı ağacı dışındaki bütün ağaçlar ayakta. Şu ayva, şu selvi, şu elma ağaçları, şu fındıklar, şu kiraz, şu vişne ağaçları hala hayat dolu. Hepsine bir kez göz atmamla, sanki hepsi bir ağızdan aynı şeyleri söylediler, belki de değişmenin ilk sırrıydı bu: “Değişmek mi istiyorsun, her yanın ayrık otları ve harabelerle dolu olsa da, gelen baharı olduğun yerde karşılayabilmek değişmenin ilk kuralıdır.” Haklıydılar. Ben ne insanlar bilirim, benim gibi değişimi başka yerlerde arayan. Biz köylüler şehirleri büyütürüz gözümüzde, şehirliler hiç gitmedikleri köy hikayeleriyle dile getirirler özlemlerini. Bahara gidilmez, bahar zaten insanın ayağına gelir. Geriye kapıları ardına kadar açmak kalır. Siz, kendinizi kapılar ardına kilitledikçe bahar ne yapsın. Yıllardır, değişmek isteyen insanların ilk sorusu şudur: “Yapılacak o kadar çok şey var fakat nereden başlamak gerektiğini bilmiyorum.” İşte bu sorunun cevabını buldum, şimdi lafı eğip bükmeden cevaplayabilirim. İleri geri gitmeden, bahaneler aramadan, bulunduğun yerden hayatın içine girmek. Öncesine bir örtü çekmek. O örtüyü gerekmedikçe kaldırmamak...


12

ÇEKİ

KÖYÜ SÜLEYMANERTAŞ

1

851 yılına kadar yazları Domaniç tevlez yaylasında, kışları ise şimdiki yerleşim yerinde geçiren Esseoğlu,Alabaşoğlu,balla ve Katrancı olan dört karakeçili Yörük aşireti 1851 yılında Bursa Kadısı (Valisi) Ahmet Vefik Paşa nın Ferman çıkarması ile Orhaneli nin en yüksek dağları olan Yağbeleni (1731 m.) Yel değirmeni (1304 m.) ve Koruca ardıç (1093 m.) arasındaki ;Orhaneli’den Harmancık istikametine 28 Km. uzaklıktaki bölgeye iskan edilir.Köyün İlk vanisi (Muhtarı ) balla sülalesinde İbram Kahya (İbrahim Bayram) dır.Daha sonra Bozdağlı sülalesinin Ödemiş Bozdağdan, Kabaklar sülalesinin ise Domaniç aksekiden gelmesi ile altı sülale olmuştur. İskan dan önce kıl çuldan yapılma kara çadırlarda yaşarken iskandan sonra Cumhuriyetin ilanına kadar uzun ağaçlardan yapılma çantı ev denilen evlerde yaşamışlardır.bu süre içinde geçim kaynakları yüzde seksen hayvancılıktır. Çeki adının ise nereden


13

aldığına dair kesin bir bilgi yoktur. Tahminen her baharda Domaniç’e göç ettiklerinde komşu köyler tarafından yine çekildiler gittiler söylene söylene çıktığı tahmin ediliyor. Kurtuluş savaşı sırasında resmi kayıtlara göre 13 adet Çanakkale de, diğer cephelerde de künyesi çıkmamakla birlikte 18 civarında Şehit vermiştir.Birinci Dünya Savaşı ve kurtuluş Savaşı esnasında çok Şehit Çeki Köyünde sadece kadınlar,11, 12 yaşlarında erkek çocuklar ve 60 yaş üzere yaşlı erkekler kalmış tüm Ülkede olduğu gibi Çeki Köyünde de zor yıllar başlamış taki 1950 – 1955 yıllarına kadar bu tarihler arasında hayvancılık ağırlıklı olmak üzere tarım ve hayvancılıkla geçinin Çeki Köyü 1955 yıllarında madenlerin açılması ile maden ocaklarında da çalışmaya başlamışlardır. 1970 li yıllarına kadar böyle devam etmiştir.1970 yılında 75-80 hane olan Çeki köyü bu tarihden itibaren hızla göç verip bugün 30 hane’ye kadar düşmüş olup,1970 yılında bu yana sadece 3 hane emekli olup köyü geri dönmüştür. Şu anda köyde yaşayan hane sahiplerinin yüzde 98 emekli olup,köy nüfusu 85 kişidir.

EĞİTİM : 1960 lı yıllarda İlkokul’un açılması ile eğitime duyarlı olan çeki köyü 1970 lı yıllarda ise ilk ortaokul mezunlarını da çıkarmış olan Çeki köyü bugün 30 adet 4 yıllık ve üzere,12 adet 2 yıllık olmak üzere toplam 42 adet Üniversite mezunu çıkarmış ve 7 adet de Üniversiteye devam eden öğrencisi mevcuttur. KÜLTÜR:Coğrafi olarak Orhaneli sınırlarında olmasına rağmen Çeki köyü Domaniç den getirdiği kültürünü hale taşımaya çalışmaktadır. Düğünlerde yöresel çalgılar Tavşanlı - Domaniç civarından getirilir ve o yöreye ait yöresel oyunlar oynanır. DÜĞÜNLER: Düğün başlamadan 2 ay önce Şehre inilir gelin adayına, düğün sahibinin yakınlarına elbise ve elbiselik kumaşlar, örtüler, ayakkabı, yorganlık ve döşeklik

kumaşlar vb gibi eşyalar alınır bu alış verişe Urba görmek derlerdi. Bu alınan kumaşlar düğüne bir ay kala geline göre ve yakınlarına göre kadınlar tarafında kesilirdi buna da urba kesmek denirdi o gün mutlaka helvada yapılırdı ve orada bulunan kadınlara ikram edilirde. Kesilen elbiseler gelin tarafında hazırlanıp elle dikilirdi.hazırlanan kıyafetler,oyalı yazmalar, keseler,mendiller,havlular ve elörmesi yün çoraplar düğünden üç gün önce gelinin yakın arkadaşları tarafından komşunun evine asılırdı bu eve askı evi derlerdi. Dügünden 2 veya 3 ay önceden dışarıda bulanan eş ve dost mendil veya havlu ile , düğünden 1-2 gün önce ise köy halkı mendil şeklinde kesilen basma parçası ile davet edilir di buna da oku ve okuntu denirdi .Erkekler ise 15 gün önceden damadın sadıçları ve köy gençleri tarafından düğün evine dağdan bir hafta odun taşınır ve odunlar parçalanırdı. Düğünler genelde kışın ve Cuma akşamı önceden davet edilen çalgıcılar tarafından düğün evinin önünde nöbet çalması ile düğün başlar ve Cuma akşamı köy odasında tüm erkekler toplanır çay ve yemek


14 ikram edilir ve civar köylerden gelecek misafirlerin kimde kalacağı ilan edilir bunlarada konak evi denir, müzik eşliğinde oynanır buna da Danışık gecesi derler. Cumartesi sabahı köyün delikanlıları köyün karşısında bir tepeye (Çatalalıç) çıkarlar silah atarlar, ateş yakarlar çalgıcılar köyden çıkarak delikanlıların yanına gelerek onları oradan alarak müzik eşliğinde oynayarak ve türkü söyleyerek düğün evinin önüne gelirler buna da delikanlıların düğüne inmesi denir.Cumartesi öğleden sonra kına evinden alınan çeyiz çalgı ve delikanlalıların oluşturduğu seymen eşliğinde kız evinden alınarak oğlun evine getirilir.Bu olaydan sonra civar köylerden gelen misafirler köye hakim bir tepeye çıkarak silah atarla, ateş yakarlar yani geldiklerine dair işaret verirler., çalgıcılar ve delikanlılar ayaklarına gider müzik eşliğinde düğün evinin önüne getirirler düğüne gelen misafirler getirdiği hediyesini bayrağa asar düğün sahibinden tavuk, oğlak kuzu gibi hediye ister düğün sahibi de bu yerine getirir.ve gelen misafir konak evine görütürül delikanlılar tarafından düğün evinden alınan yemekler getirilip ikram edilir. Düğün yemekleri : Tarhana çorbası, Keşkek,Kurufasulye,et Kuru yufkadan yapılan börek, kelem dolması, haşhaşlı ekmek ve hoşaf dan ibarettir.yine cumartesi akşamı oğlan evinden alınan kına çalgı ve seymenler eşliğinde kız evine götürülür kına evinin önünde ateş yakarak müzik eşliğinde oynanır ve orta oyunu tertip edilir.Pazar sabahı çalgıcılar düğün evinin önünde nöbet vurur ve çalgı ve seymenlar eşliğinde bir tahta parçasına havlu sarılarak köy dolaşılarak köy halkı düğüne indirilir ve herkes hediyesini (Para) bu havluya takar,düğün evinin önünde sadıçlar bir yere oturtulur ve üzerine Basma ve kumaş parçası konur buna da sadıç oturması denir, gelen köy halkına yemek ikram edilir bu hizmetleri delikanlılar yapar ve gelin alma

hazırlıkları başlar gelin arabası öküz arabasının etrafı çulla kapatılarak yapılır gelin arabasına damadın annesi, ablası,kız kardeşi yengesi vb gibi yakınları biner çalgı ve seymanlar eşliğinde düğün evinden çıkılarak kız evine gidilir ve gelin alındıktan sonra düğün evine gelinir gelin arabadan inmez ve damadın babası şu tarla gelinimin ve şu kadar hayvan veriyorum der ve gelin arabadan iner.Yatsı Namazına köy halkı ile damat ve sadıç ları da gider camiden çıkıştan itibaren ekbir ler eşliğinde düğün evine gelinir dua toplanır ve damada yumruk vurarak içeriye gönderilir buna da güvey salma denir, camiden gelenlere yemek ikram edilir ve köy meydanına ateş yakılarak çalgı eşliğinde eğlence düzenlenir orta oyunu tertip edilir geç saatlere kadar eğlenilir Pazartesi sabahı sabah ezanı ile birlikte çalgıcılar düğün evinin önünde çalgı çalmaya başlarlar ve bu olaya güvey kaldırma denir.Damat kahvaltısını yapardı çalgıcılarda konak evinde kahvaltı yapar tekrar sabah 9 civarında düğün evinin önünde çalgı başlar damat oynatılır, ve düğün bitmiş olur Çocuklara ise gelin tarafından kese ve mendil verilir. Damat ve Gelin Köy içine gezerek büyüklerinin elini öperler gelin kardeş kızı dedikleri (sadıç kızlar) kızlar tarafından köy çeşmesine götürülür eline yağ sürülür ve çeşmeye yapıştırılır çeşmenin önünde bir tarak ve bir bıçak gelin görmeden saklanır gelin bunlardan tarağı önce bulursa ilk çocuğunun kız,bıçağı önce bulursa İlk çocuğunun oğlan olacağı rivayet edilir. Düğünden üç sonra kız evi yakınlarını toplayarak kızlarını ziyarete gelirler, kuzu koç gibi hediye getirirler ve gelin tarafından kadınlara örtü erkeklere havlu verilir düğün evi gelen konuklara yemek ve çay ikram ederler. Ertesi gün ise damat tarafı yakınları ile birlikte kız evine gider yine yemek çay ikram edilir. Bu olaya da “gezeç” denir. BAYRAMLAR: Çeki köyün-


15 de çocukların bayramı Arife günü dür.Arife günü çocuklar ellerinde tepsilerle köyü dolaşarak evlerden ceviz,pekmezli ekmek,katık,gözleme ve akıtma gibi hediyeler alırlar bunlara adak denir yapılan işe ise adak toplama denir. Ramazan Bayramının Birinci günü Bayram namazından sonra cami önünde erkekler birbirleri ile bayramlaşır,evlere gelinir ve kahvaltı yapılır, ramazan boyunca köyde davul çalan çocukları da yanına alarak davul çalarak köyü dolaşır ekmek,tarhana ,bulgur, fasulye,yağ ve yumurta toplar. Öğlen namazından sonra erkekler evinden bir sofra getirir ve köy odasında toplu halde yenir.yemekten sonra köy içinde dolaşılarak bayramlaşma devam eder. Akşama ise Bayram devesi yapılır köy meydanında orta oyunu düzenlenir, oyundan sonra işi organize edenler ve görev alanlar bayram devesi eşliğinde köyü dolaşır yemeklik hediyeler alırlar toplu halde pişmesi gerekenler pişirilir, helva karılır ve yenir. Kurban Bayramında da yine çocuklar köyü dolaşır adaklarını toplar. Bayramın birinci günü Namazdan sonra cami önünde bayramlaşma gerçekleştirilir eve gelinir kahvaltı yapılır. Kurbanlar kesilir kesemediklere verildikten sonra köy dolaşılarak bayramlaşma başlar ve devam eder. İkinci günü öğlen namazından sonra yine toplu halde köy odasında yemek yenir. Akşama ise orta oyunları yapılır. Böylece devam eder. Her Bayram mutlaka gençler tarafından harmanlara cungurdeş kurulur .(tahterevallinin değişik bir şekli) ÖRF ADET GELENEK: Sağlık için; Ağrılara öküz boynuzu bardak şekline getirilir içinde kâğıt yakılarak ağrılı yer hafif kanatılarak yere konur kara kan çektirilir. Kaza ile bere yapmış bölgeye taze keçi derisi veya eti sarılır. Burkulmalara tereyağı ile birlikte keçi kılı sarılır. Temire denilen cilt hastalığı ocak olduğuna inanılan haneler tarafından dua okunarak arpa tanesi ile çizilir veya

Midenin üzerine sabun konularak bir müddet beklenir. Bu işlemlerin cumartesi günü yapılmasına dikkat edilir. Uzun kış gecelerinde bir hanede toplanılır sohbetler edilir tavuk kesilir kuru yufka üzerine eti dökülerek tirit yemeği, Pekmezle un helvası yapılır bunlar hep beraber yenir bu olaya ise “Erfana” denir.

ısıtılmış tereyağı ile katran birlikte ısıtılır kırmızı bez parçası ile o bölgeye pansuman yapılır. Yılancık hastalığı için ocak olan hanelerce çentme işlemi yapılır halen ocak hane vardır. Dalak katılmasına karşı dalak kesilir, Mide ağrılarına karşı

YEMEKLER: Çorbalar; Tarhana, yeşil mercimek, mürdük, kuru bakla, yoğurtlu bulgur ve un Çorbası, Yemek; Bölgede yetişen sebze yemekleri, Hamur aşı (yoğurtlu, Haşhaşlı ve cevizli) Buğday Keşkeği, Mısır Keşkeği, Kulak hamuru, Çoban hamuru, Kuru yufkanın üzerine et dökülerek yapılan tirit, Bulgur ve Mürdük pilavı, mısır höşmerimi kaçamak, Haşhaşlı iki katlı, gözleme sade veya haşhaşlı kıvrım böreği, otla hamur karıştırıl ve gözleme gibi açılıp pişirilmesi ile yapılan ot köftesi, tuzlu katık. Tatlı ve Hoşaflar; kuru yufka üzerine pekmez şerbeti ve haşhaş dökülerek yapılan ıslama tatlısı, Helva, bulamaç, kabak yahnisi, Armut, Kabak, pancar, erik vb. hoşaflar. GIDALARIN SAKLANMASI: Tereya-


16

ğı körpe oğlak karnı iyice temizlenir ve kurulur içine tereyağı konur veya tahta fıçılarda, Katık; süzmeden geçmiş yoğurt iyice temizlenmiş ve ıslak keçi derisine konur üzerine her ilave yapıldığında teknede yumruklanır ve geri doldurulur. Hoşaflık armutlar toplanır kızgın fırına konur bir gece kalır çıkartılır tekrar güneşte kurutulur. Kuru bakliyatlar ambarlarda, sarpınlarda Unlar ise keçi derisinden yapılmış darcıklarda saklanır. *Yukarıda birçok yemekte geçtiği gibi Çeki Köyü haşhaşı çok kullanmaktadır. Ayrıca Orhaneli Festivalinin ilk yıllarında katıldığı gözleme yarışmasında birincilik almıştır* ETKİNLİK: Her yıl Mayıs ayının ilk Cuma günü herkes evinde

yemekler gözlemeler ve yoğurtlar yaparlar Mezarlığın yanında dualar eşliğinde yenirdi. Buna da Hıdırelles etkinliği denirdi. 2005 yılında orta yaşlıların girişimi ile Mayıs ayının 3. haftasında “karakeçili Yörük şenlikleri” adı altında daha geniş kapsamlı şenlik düzenlendi,16.01.2006 tarihinde Çeki Köyü Kültür Kalkınma, Yardımlaşma ve Çevre Koruma Derneğinin kurulması ile altı yıldır yine Mayıs ayının 3. haftasında heryıl biraz daha genişletilerek bu etkinlik devam etmektedir. Bu etkinliği amacı bizden önceki örf adet ve geleneklerimizi bizden sonrakilere yozlaşmadan taşımak, köylülerimizin beşeri ilişkilerin geliştirmek, derneğimiz bünyesinde kurulan tamamen otantik erkek ve bayan folklor ekibi Dağder’in 2010

yılında Kapalı spor salonunda ve kütüphaneler haftasında Heykelde düzenlenen etkinliklerine başarılı bir şekilde katılmıştır. Çeki köyünde şu anda iki adet Dernek faaliyet göstermektedir. Halen yapımı devam eden Halil AYDIN Başkanlığındaki Cami Derneği ve Süleyman ERTAŞ Başkanlığındaki Çeki Köyü Kültür Kalkınma Yardımlaşma ve Çevre Koruma Derneği. 1984 yıllarında kurulan Çeki Köyü Spor kulübü ise o yıllardaki ekonomik nedenlerden dolayı kapatılmıştır. Çeki Köyü Kültür Kalkınma Yardımlaşma ve Çevre Koruma Derneğinin bundan sonraki hedefi Çeki köyünün her platformda en iyi şekilde temsil etmek ve her konuda gelişmesi için elinden geleni yapmaktır.



18

KAYBOLAN BİR BAŞKA GELENEK:

PANAYIR PANAYIR ALANINDA HAZIRLIKLAR BİRKAÇ GÜN ÖNCEDEN BAŞLAR, BELİRLENEN YERE LUNAPARK KURULUR. BİR BAŞKA ALANDA İSE İĞNEDEN İPLİĞE AKLINIZA GELEBİLECEK HER TÜRLÜ EŞYANIN SATILDIĞI PAZARIN KURULMA HAZIRLIKLARI DEVAM EDER.

CEMŞEFLEK Fotoğraflar: BUFSAD Belgesel Atölyesi www.bursabelgesel.com

K

entlerde yaşayan, yaşı 30 ları geçmiş bir çok insan için bir anlam ifade etmeyen bir kelimedir Panayır. Oysa çok değil 20-30 yıl önce, kentlerin henüz insanları yutmaya başlamadığı, insanın hayat karşısında daha insanca durabildiği, zorlama eğlence kültürünün hayatımıza egemen olmadığı, eğlenmenin ölçülü ve çevreye saygılı ve aynı zamanda insani bir ihtiyaç olarak gö-


19


20 rüldüğü zamanlarda, il, ilçe merkezlerinde yılda 1 veya 2 defa kurulan, ve kurulduğu bölgedeki insanların nerdeyse tamamının katılımı ile kolektif bir şölene dönüşen eğlence ve alışveriş organizasyonun adıdır panayır. Panayırlarda, küçükler için bugünün lunaparklarını çağrıştıran bir eğlence kültürü ve pazar alışverişini çağrıştıran bir alışveriş kültürünü mesire alanı yada ören yerine taşır senenin 1-2 günü. Panayır alanında hazırlıklar birkaç gün önceden başlar, belirlenen yere lunapark kurulur. Bir başka alanda ise iğneden ipliğe aklınıza gelebilecek her türlü eşyanın satıldığı pazarın kurulma hazırlıkları devam eder. Panayır günü, sabah erken saatlerde, önce esnaf önceden hazırlanan yerlerine yerleşir ve ardından ilçede yaşayan yaşlı, genç, kadın, erkek çoluk çocuk, öbek öbek panayır alanına gelmeye ve yerleşmeye başlar. Çoğu zaman göç ederek büyükşehirlere yerleşen ilçe halkı da bu panayırlarda yerini alır. Aynı zamanda toplu bir buluşma ve görüşme alanıdır panayır. Kısa bir süre sonra, ören yerinde yada mesire alanında geçiçi bir şehir kurulur ve daimi şehrin sakinleri bu şehri işgal eder. Mesire alanında oluşan geçici şehrin her şeyi geçicidir. Kıl çadırlara kurulan kahvehanelerinden, lokantalarına, marketinden zücaciyesine kadar. Bir günlük veya iki günlük bir dünya. İlginç bir şekilde bu geçici şehir insanı öyle bir kuşatır ki, az önce geldiği daimi şehri unutur nerdeyse insan. Yan tarafta, panayıra katılan aile ile yeni tanışıklıklar kurulur, yeni dostluklara merhaba der insanlar. Çocuklar, alabildiğine özgür bu geçici şehirde, ailenin imkanları ölçüsünde ya lunaparkta eğlenmektedir veya plastik ucuz bir topun peşinden eğlen-


21 cenin doruklarına tırmanmaya çalışır. Bir tarafta mangallar kurulur, kesif bir mangal kokusu kilometrelerce ötelerden, habersiz insanları davet eder panayır alanına. Bir taraftan yöresel sanatçılar sahne alır ard arda. Herkesin bildiği, anladığı, tekrarladığı ve iştirak ettiği nağmeler yükselir dillerden gönüllere. Panayırda herkes eğlenirken yorulan, para kazanmak için bütün yeteneklerini ortaya koyan bir gurup vardır. Pazarcılar ve lunapark esnafı. Yılın yaklaşık altı ayını seyyar yaşayan bu insanlar, yılın altı ayına sıkışmış pazarlarda kurulan her panayıra yetişmek için insan üstü bir gayretin içindedirler. Panayır sezonu başladığında, bütün aile, en küçüğünden en yaşlısına, hangi pazar hangi panayıra katılacağını bilir. Panayırcı aileler, bütün kışı panayıra hazırlanmakla geçirir nerdeyse. Çünkü bir sonraki kışın iyi geçmesi panayırların iyi geçmesine bağlıdır. Panayır esnafı tüm ailesi ile birlikte çalışır pa-

nayırda, herkes gelmeden Panayır alanındadır. Herkes gittikten sonra ayrılır panayır alanından. Kimi lokantacıdır, kimi kahveci, kimi, bakkal, kimi kasap, kimi manav. Bir de eğlence esnafı vardır . Genelde Roman olarak tabir ettiğimiz insanlarımızın elindedir Panayır eğlence sektörü. Halkacısından penaltıcısına, zar atanından silah atanına kadar taşınabilecek her türlü lunapark eğlencesi ile Panayırda yerini alırlar. Her Panayır biraz nostaljidir aslında. Geçmiş eğlence kültürün tüm kısıtlı imkanlar kullanılarak devam ettirilme çabasıdır. Bir çoğumuzun şehirlerde görmediği yada hiç göremediği yaşam tarzlarını barındıran. Bu Panayırlar, sadece semt adı yada yer adı olarak kalmamalı, hem eğlence işlevci hem de ekonomik ve sosyal işlevi olan bu faaliyetin devam etmesi gerek. Geçmişle gelecek zamana köprü kurması umudu ile her Panayırın güzel ve katılımcılarına faydalı olması dileği ile


ŞE LA LE LER BURSA CİVARINDAKİ

22

ARİFMİLETLİ

ALAÇAM ŞELALESİ Bursaya yaklaşık 28 km mesafede Alaçam köyünden 15 dk lık patika yoldan yürüme mesafesinde Deliçay deresi üzerinde bulunmaktadır. ERiKLİ ÇİFTE ŞELALELER Yalovaya 29 km mesafede olup Çınarcık İlçesi, Teşvikiye beldesi, Erikli yaylasında yer almaktadır.Kent ormanının içinde görülmeye değer şelaleler, 2 km. yürüyüş patikası, çok amaçlı salon, çocuk oyun alanları, spor alanları, oturma ve dinlenme gurupları, tuvalet, çeşme, piknik yerleri, içme suyu ve lavabolar, asma köprü, seyir terasları, Erikli çifte şelaleleri, ıhlamur, kestane, meşe, gürgen, kayın ve çam ağaçları ile bezenmiş, her türlü kuş sesi eşliğinde doğanın insanlara sunduğu tüm güzelliklerin bir arada yaşanabilecek nadide güzelliklerin bulunduğu eşsiz bir mekândır. Erikli Şelaleleri eşsiz doğa güzellikleri ile kamp kurmak ve Trekking yapmak isteyenler için harika bir mekandır. ESENKÖY (ÇALDERE) ŞELALESİ Yalova merkeze 34 km mesafede Esenköy sınırları içinde bulunur. Çalderesi, 920 metre yüksekliğindeki Taz Dağından doğar ve kısa bir süre sonra (7-8 km) denize dökülür. Bu yüzden Doğukaradeniz derelerine benzer şekilde yüksek debili ve bol şelaleli bir fiziksel yapıya sahiptir. KÜREKLİDERE ŞELALESİ Bursa Yıldırım ilçesi Hamalıkızık mevkinde Merkeze uzaklığı 15 km mesafede olan Küreklidere şelalesi 82 m yükseklikten dökülmektedir kent ormanının en gözde görsel objesi olup, Kaya bahçeleri, Tepeler, Vadi, Dere doğal yapılarında

sislenme ve günün saatlerine bağlı değişik görsel temalara ulaşılır.Mevsimlere bağlı olarak renk hareketleri, Kahverengi, Bahar yeşili, Açık yeşil, Yeşil, Sarı, Kızıl, Kahverengi, Beyaz renk değişimleri ile bitkilerin yapraklarını dökmesiyle birlikte gözlemlenebilir OYLAT ŞELALESİ Bursa’nın İnegöl ilçesine bağlı 27 km mesafede, Oylat deresinin çağlayanlar meydana getirerek geçtiği vadi, çam, gürgen, meşe, kestane ıhlamur, kavak, çınar ağaçları ile kuşburnu ve böğürtlen bitkilerinden oluşan ormanla bütünleşiyor. Doğanın serinliği ve yumuşaklığı sayesinde dinlendirici bir özelliğe sahip, Uludağ’ın kar suları ve civardaki kaynaklarla beslenen bu dere, 45 dk’lık mesafede ormanın içinde güzel bir şelale oluşturmaktadır. SAİTABAT ŞELALESİ Bursa’dan 21 km. uzaklıkta yer alan Saitabat, yemyeşil çimenler ve çınar ağaçlarıyla çevrili bir alandır. Uludağ eteklerindeki şelalenin aktığı kanyon, doğa sporları ile uğraşanların buluşma noktasıdır. Odun ateşinde,kiremitte tereyağı ile pişirilen alabalı klarıyla meşhur olan şelalenin çevresinde piknik alanları ve restoranlar bulunuyor.Ankara yolunun 14 km.den sonra dağa doğru 7 km.lik mesafede bulunan şelalenin yer aldığı Güvercinlik köyü, çileği ve fasulyesi ile meşhurdur.Hafta sonu özellikle mangalcıların keyif yaptığı Saitabat Şelalesi çevresi aynı zamanda doğa yürüyüşü için tercih edilen önemli parkur noktalarından biri durumundadır. SUDÜŞEN ŞELALESİ Yalova İli Üzevpaşa köyü sınırları içinde olduğu bilinen sudüşen şelalesi daha sonra Bursa İli Gemlik İlçesi Hayriye sınırları içinde kaldığı tespit edilmiştir. Gemlik e uzaklığı 14 km mesafede, yaklaşık 11 mt yüksekliten dökülür. SUUÇTU ŞELALESİ Bursa’nın Mustafa Kemal Paşa ilçesine 18 km. uzaklıkta bulunan ve ilçenin içme suyu ihtiyacını karşılayan Suuçtu Şelalesi 38 metre yükseklikten dökülür. Çataltepe mevkiinde, Muradiyesarnıç Köyü yakınlarında, Karadere üzerinde fay hattının çökmesi ile oluşmuştur. Kayın, meşe, çam ağaçlarının gölgesinde serin bir dinlenme alanı olan bu alan, etrafındaki ahşap piknik masaları ve ocakları sayesinde piknikçilerin çok rağbet ettiği bir mesire yeridir.



24

KELES’İN GELEMİÇ KÖYÜ’NDE

ÇOCUKSUZLUK

VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ KISIRLIK YA DA ÇOCUKSUZLUK OLARAK ADLANDIRABİLECEĞİMİZ KAVRAM ANADOLU’DA YAŞAYAN HALK HİKAYELERİNDE VE MASALLARDA ÇOCUKSUZLUK MOTİFİ OLARAK KARŞIMIZA ÇIKMAKTADIR.

CİHANERDEN

İ

nsan hayatında üç önemli geçiş dönemi vardır:Doğum, düğün ve ölüm. Yöremizde, değişen yaşam koşulları doğrultusunda, iş ve ekonomik güvence gibi doğumu belirleyen etkenlere rağmen düğünden kısa bir süre sonra doğumun gerçekleşmesi beklenir. Aksi takdirde eşlerden birinin kusurlu olduğu düşünülür. Bu anlamda ele alınan bu yazıda kültürümüzdeki ve Gelemiç Köyü’ndeki çocuksuzluk motifine derginin bize ayrılan köşesini aşmamak ve okuyucuyu sıkmamak adına yüzeysel olarak değinilecek ve toplumumuzun çocuksuzluğa yaklaşımı somut örneklerle açıklanmaya çalışılacaktır. Kısırlık ya da çocuksuzluk olarak adlandırabileceğimiz kavram Anadolu’da yaşayan halk hikayelerinde ve masallarda çocuksuzluk motifi olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplum çocuğu olmayanları dışla-

maktadır. Bu dışlamanın ilk örneklerinden birini Dede Korkut’un ‘Dirse Han Oğlu Boğaç Han Boyu’nda görürüz. Yılda bir kez toy edip Oğuz beylerini konuklayan hanlar hanı Bayındır Han düzenlediği bu toyların birinde erkek çocuğu olanlar için ak otağ, kız çocuğu olanlar için kara otağ hazırlatırken çocuğu olmayanlar için şöyle der: “ Kimin ki oğlu, kızı yok, kara otağa kondurun, kara keçeyi altına düşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin, yemezse, kalksın gitsin… Oğlu olan ak otağa, kızı olan kızıl otağa kondurun; oğlu, kızı olmayanı Allah Teala hor görmüştür, belli bilsin…”(Gökyay; 2006:32). Kısırlığın toplumuz içindeki yerine değinen Sedat Veyis Örnek verdiği örnekte şöyle der: “ ‘Kuma’ filmiyle ‘Bozkır Güzellemesi’ adlı oyunda kısır kadının geleneksel toplumumuz içindeki yerinin nasıl bir drama dö-


25 “Gaklık Deresi”ne gider. Bugün nüştüğü belki biraz abartılarak, ama Ulu toy eyle, hacet dile! sabah namazını kıldıktan sonra bu yine de gerçeğe uygun boyutlarıyla Olaki bir ağzı dualının alkışıyla, dereye giden kadın dua eder ve verilmiştir”(Örnek; 1995:132).. Tanrı bize bir erdemli çocuk sonra dere kenarına bir kıymıkla Çocuksuzluk, köyde Allah vergisi verir!”(Gökyay; 2006: 34,35). en çok istediği şeyin resmini çizer. olarak düşünülür ve kimse kısır Buradan da anlaşılacağı üzere çoÇocuğu olmayan kadın da buraya olduğu için birilerini toplumdan cuksuzluğun giderilmesinde birinin, çocuk resmi çizer. Bunların dışında dışlamaz. Hatta çocuğu olanlar, olbir ağzı dualının duasını almak son çocuğu olmayan kadınlar yöredeki mayanların da o heyecanı yaşayabilderece önemlidir. dedelere gidip dua ederler. Burada mesi, o mutluluğu tadabilmesi için bu değerli şahısların ‘yüzü suyu dua ederler. Bunun yanında çocuğu Köyde, evlenen çiftlerin bir iki yıl içerisinde çocuklarının olması bekhürmetine’ Allahu Teala’dan çocuk olmayan kişiler bir takım hayırlar isterler. yaparak dua almak Halk tababetiyle yapıisterler. Nitekim çolan tedavi anlamında cuksuzluğun tedaviÇocuksuzluk, köyde Allah vergisi olarak düeşlere tatlı yedirilmesi sinde birinin duasını şünülür ve kimse kısır olduğu için birilerini vardır. Bu anlamda almak da son derece toplumdan dışlamaz. Hatta çocuğu olanlar, kadına ve erkeğe önemlidir. Çocuksuzözellikle bal ve keçi luğun Allah vergisi olmayanların da o heyecanı yaşayabilmeboynuzu yedirilir. olduğuna Dede si, o mutluluğu tadabilmesi için dua ederler. Korkut’un Dirse Han Tıbbi tedavi anBunun yanında çocuğu olmayan kişiler bir Oğlu Boğaç Han lamında, çocuğu Boyu’nda değinilir. olmayanlar doktakım hayırlar yaparak dua almak isterler. Çocuğu olmayan Dirtorlara götürülür. Nitekim çocuksuzluğun tedavisinde birinin se Han eşine hışımla Günümüzde çocuğu çocuklarının olmaduasını almak da son derece önemlidir. olmayanlar en çok yışındaki sebebin bu tedavi yöntemine kendisinde mi yoksa başvururlar. Dinsel onda mı olduğunu büyüsel ve halk tababetiyle ilgili lenir. Bu zaman diliminde çocuğu sorar. Dirse Han’ın hanımı şöyle tedavi yöntemlerine ise daha çok olmayanların kısır olduğu düşücevap verir: “Hanım ne sendendir tıbbi tedavi yöntemlerine başvurmanülür. Kısırlıkta sorunun öncelikle ne benden, üstümüzde kaim duran nın daha zor olduğu on beş, yirmi kadında olduğu düşünülür. Buna Allah’tandır”(Gökyay; 2006:34). yıl öncesine kadar başvurulurdu. Aynı boy’da çocuksuzluğu gidermek bağlı olarak kısırlığı gidermeye yöBunun yanında günümüzde bu için bir ağzı dualının duasını almak- nelik uygulamalar öncelikle kadına tedavi yöntemleri tamamen de terk yöneliktir. Nadir de olsa sorunun tan bahsedilir. Kendisini hışmeden edilmiş değildir. erkekte olduğu düşünülür. Dirse Han’a eşi şöyle der: Sonuç olarak toplumumuzda ve Köyde kısırlığı gidermek için “Hay Dirse Han, bana hışmetme! köyümüzde, birkaç istisna dışında, öncelikle tıbbi tedavi yöntemlerine İncinip acı sözler söyleme! çocuksuzluğa karşı kaderci bir yakbaşvurulur. Bunun yanında dinsellaşım sergilenir. Çocuksuzluk çeşitli Yerinden doğrulup kalksana, büyüsel ve halk tababetiyle ilgili dini, büyüsel ya da halk hekimliği Ala çadırını yer yüzüne diktirsene, uygulamalar da yapılır. anlamında uygulanan yöntemlerle Attan aygır, deveden buğra, koyunDinsel büyüsel anlamda yapılan giderilmeye çalışılmış; fakat çocukdan koç kırdırsana, uygulamaların başında çocuğu olsuzluk hiçbir zaman özür, kusur İç Oğuzun, Dış Oğuzun beylerini mayan kadının hocaya götürülerek sayılmamıştır. üstüne yığınak etsene. okutturulması gelir. Hoca “Ümmü Sübyan” duasını okur ve sonra Aç görsen doyursana, bu duayı bir kağıda yazıp muska Yalıncak görsen donatsana. yaparak kadına takar. Kadın çocuğu GÖKYAY, Orhan Şaik. Dede Korkut HikayeBorçluyu borcundan kurtarsana, leri. İstanbul: Kabalcı Yayınevi,2006. oluncaya kadar bu muskayı üzeTepe gibi et yığ, ÖRNEK, Sedat Veyis. Türk Halkbilimi. Anrinde taşır. Bunun yanında çocuğu olmayan kadın Hıdrellez’de köydeki kara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1995. Göl gibi kımız sağdır,


DİRİLİŞİN SEMBOLÜ

26

YEŞİL KÜLLİYESİ

YEŞİL SEMTİNDE BULUNAN KÜLLİYEYİ, 1419 YILINDA,ÇELEBİ SULTAN MEHMED TARAFINDAN YAPTIRILMIŞTIR. “YEŞİL KÜLLİYE” İÇİNDE YER ALAN “YEŞİL TÜRBE VE CAMİİ”, TİMUR YENİLGİSİ SONRASI SARSILAN OSMANLI NIN YENİDEN DİRİLİŞİNİN GÖSTERGESİ OLARAK,BURSA İLE ÖZDEŞLEŞEN GÖRKEMLİ BİR ESERDİR.


27

K

entin doğusunda, Çelebi Mehmet Bey ile Emir Sultan Caddeleri arasındaki bölgede yer alır. Yeşil semtinde bulunan külliyeyi, 1419 yılında,Çelebi Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır. “Yeşil Külliye” içinde yer alan “Yeşil Türbe ve Camii”, Timur yenilgisi sonrası sarsılan Osmanlı nın yeniden dirilişinin göstergesi olarak,Bursa ile özdeşleşen görkemli bir eserdir. Cami, medrese, türbe, hamam ve imaretten oluşan Yeşil Külliye’nin diğerlerinden farkı, bu yapıların serbest olarak yerleştirilmiş olmasıdır. Tüm yapılar bugüne gelmiştir. Çinilerle kaplı olan Yeşil Cami, Bursa’nın olduğu kadar ülkemizin en güzel tarihsel yapılarından biridir.Caminin mimarı Hacı İvaz Paşa’dır. Yapıda,bazı Bizans döneminden kalma yapı malzemesi de kullanılmıştır. Yapının, devrin devlet dairesi olarak yapıldığı savunulur. Yeşil Camii:Yeşil semtinde bulunan cami, 1419 yılında, Çelebi Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır.“Ters T” planlı camilerden olan Yeşil Cami,Bursa’nın olduğu kadar ülkemizin en güzel tarihsel yapılarından biridir. Caminin mimarı Hacı İvaz Paşa’dır. Yapıda, bazı Bizans döneminden kalma yapı malzemesi de kullanılmıştır.Yeşil Camii’nin girişindeki taç kapı, Türk taş oymacılığının güzel bir ürünüdür. “Mukarnaslı yaşmağı olağanüstü güzelliktedir. Kapı keme-rinde yeşil taş ve mermer kullanılmıştır. Taş Kapı’nın sağında ve solunda ikişer pencere ve bunların arasında birer dış mihrap vardır. Bunlarda da çok ince taş işçiliği görülür”.(Bursa Ansiklopedisi,

“Yeşil Camii” maddesi)Caminin tüm süslemeleri ünlü şair Lamii Çelebi’nin babası olan Nakkaş Ali tarafından yaptırılmıştır.Caminin büyük bölümü çini ile kaplıdır. İç duvarlar,tavanlar, mahŞller ve geçiş eyvanları tümüyle çiniyle kaplıdır. Caminin çinileri Mecnun Mehmet adlı bir usta tarafından işlenmiştir.Camideki çini işçiliğinin en mükemmel örneklerinden biri de, on metreden yüksek olan mihrabıdır. Çeşitli geometrik motişerle çiçeklerin yer aldığı mihrap, caminin en güzel yerlerden biridir. “Kimi ya-

Bursa’daki en güzel örneklerini bu camide görmek mümkündür. Pencere kapakları, devrin ahşap işçiliğinin güzel örneklerindendir. Diğer camilerde bulunmayacak biçimde,dilimli kubbelerinde çok ince süslemeler bulunmaktadır. Cami içinde güzel bir şadırvan vardır. Şadırvanın tek parçadan yapılmış fıskiyesi eşsiz inceliktedir.Araştırmacı gezgin Texier, bu yapıyı itirazsız, Bursa’nın belki de Osmanlı saltanatının en mükemmel eseri olduğunu ifade eder. Tarihçi Hammer, eskiden caminin minaresi ile kubbelerinin de çini-

zarlara göre, bu mihrap âdeta bir çini cennetidir. Dıştan içe doğru hat sanatının sırasıyla “sülüs” ve “küfî” biçemlerinin kullanıldığı bir yazı kuşağı ile, on iki sıra istalaktitli bir silme, geometrik motişi bir su,daire biçimli bir proŞl ve sonra çiçekli iç pervaz gelmektedir. (…) Mihrabın sağ (bstı) yanında,iki taraşı korkulukları bulunan dar bir merdivenle çıkılan, tepesi altıgen külahla örtülü ve özenli bir ahşap işçiliğinin ürünü olan “minber” yer almaktadır. (Bursa Ansiklopedisi, “Yeşil cami” maddesi).Ahşap işçiliğin

lerle döşeli olduğunu yazar.Evliya Çelebi de, bu camiye yeşil adının verilmesine gerekçe olarak yeşil renkli çinilerle örtülmüş olan minareleri ve kubbeleri göstermektedir. Yeşil Türbe (Çelebi Sultan Mehmed Türbesi):Yeşil Türbe, Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1421 yılında yaptırılmıştır. Türbenin mimari Hacı İvaz Paşa’dır. Bursa’nın sembolü niteliğinde olan Yeşil Türbe plan olarak Selçuklu kümbetlerinin devamı gibidir. Sekiz köşeli ve üzeri yüksek kasnak üzerine oturan tek


28 kubbeyle örtülü olan türbenin altındaki bodrum katta odalar bulunmaktadır. Türbenin içi ve dışı tamamen renkli sır ve mozaik çini tekniklerinden yapılmış çiniler ile dikdörtgen ve altıgen çinilerle kaplı olup, bunların üzeri sarı yaldızla süslenmiştir. Duvarlar Şruze renkli altıgen levha çinilerle kaplı olup aralarında renkli su tekniğiyle yapılmış çinilerden oluşan madalyonlar vardır.Yalnız Bursa’nın değil, Türkiye’nin de sembolleri arasında yer alan Yeşil Türbe’nin en dikkat edici köşelerinden biri ceviz ağacından oyulmuş muhteşem kapısıdır. Türbenin ahşap ustası Tebrizli Hacı Ali’nin yaptığı bu kapıya rozet,geometrik, rumi gibi çeşitli yazı motifleri kazılmıştır. Kapının Bursa kemerli cumbası ve çevresi de çini kaplıdır.Türbenin içinde bulunan “çinili mihrap”, renkli süsleme sanatının bir şaheseri olarak kabul edilir.Türbenin ortasında, zeminde bir kademe ile yükseltilmiş sekizgen kaide üzerinde l. Mehmed’in muazzam çini lahdi bulunmaktadı.Sanduka, beyaz, mavi, sarı, lacivert renkte çinilerden oluşan bir bordür ile kaplanmıştır.Tamamen renkli sır niteliğindeki kabartma çinilerle kaplı lahit üzerinde Çelebi Sultan Mehmed’in ölüm tarihi ve O’nu tanıtan sözler yazılıdır.Türbenin mimarı Hacı İvaz, çini ustası Mehmed Mecnun, Nakkafl Ali bin İlyas Ali’dir. Türbede Çelebi Sultan Mehmed’in kızları Selçuk, Hafsa, Ayşe, Sitti Hatunlar, oğulları Mahmut, Yusuf, Mustafa ve sütannesi Daye Hatun’un kabirleri bulunmaktadır. Sultaniye/Yeşil Medresesi:Osmanlı döneminde Bursa’nın en önemli medresesiydi. Yeşil Camii’nin


29 yanında bulunan medrese, 1419 yılında, Çelebi Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıştır. Yeşil Külliyesi’nin bir parçasıdır. Sultaniye Medresesi, en yüksek unvanlı müderrislerinin görev yaptığı bir eğitim kurumuydu. Bursa’nın en güzel medreselerinden biridir. Dikdörtgen bir avlunun etrafında sıralanan on üç oda, bir müderris odası,giriş eyvanı ile tuvaletler vardır. Odaların önünde, üzeri kubbe ve tonozla örtülü bulunan revaklar vardır. 1975 yılından bu yana, Türk İslam Eserleri Müzesi olarak hizmet vermektedir. Yeşil Hamam:Yeşil Caddesi üzerinde, Yeşil Türbe’nin yanında yer alan hamam, külliyeye gelir getirmek amacıyla yapılmıştır. Sultan I. Mehmed (Fatih Sultan Mehmed) döneminde yaptırılan “Hamam”ın soğukluk bölümünün üzeri büyük bir kubbe ile örtülüdür. Soğukluğun ortasında sekizgen bir mermer havuz, sıcaklık bölümünde sekiz adet kurna yer alır. Günümüzde şahıs malı olup antika dükkanı olarak kullanılmaktadır. Yeflil İmareti:Bursa’nın en önemli imaretlerinden olup,1420 yılında yaptırılmıştır. Çelebi Mehmed tarafından yaptırılan İmaret, uzunlamasına dikdörtgen planlı olup, iki bölümden oluşmaktadır. Bugün özel bir işletmeye kiralanarak kafe olarak kullanılan, Yeşil Cami’nin yanındaki imaretin 1420 yılında yapıldığı sanılmaktadır.Uzunlamasına dikdörtgen planlı olan imarette Türk kahvenizi yudumlayarak yorgunluk giderebilirsiniz.

Kaynak: bursa.bel.tr


30

GEÇMİŞTEN

ALACAKLI ÇOK SONRA FARK ETTİM AYNADAN BAKTIĞIMI SANA. YANSIMAN GERÇEK SEN, TİTREK VE FLU. GERÇEK GÖRÜNTÜN SANDIĞIMSA BENDEKİ YANSIMANMIŞ NE YAZIK Kİ.

NİLAYŞAHİNKANAT


31

G

eçmişten alacaklı, bir umutsuz gibi anılarla konuştum bugün. Sığındığım, umut sandığım boş bir inançla bağlandığım şeylere güldüm şimdi. Ya da güldüğümü sanarak ağladım aslında. İçime aktı gözyaşlarım, büyüdükçe denizim affeder oldum kendimi. Yıkadı gözyaşlarım içimde tuttuğum acılarımı. Arındım her damlada. Geçmiş, dönüp baktığımda hep acıyan bir yaraydı içimde. Kabuk bağladın, gözyaşlarımla yumuşadın ve akıp gittin.

Ellerimde tuttuğum, gelecek diye baktığım, sırları dökülmüş bir aynaydı. Gördüğümse yüzümden çok farklıydı. Ben diye yansıyan sen. Sen diye baktığım koskoca bir yanılsamaydı beklide. Sen vardı fotografta, gözümde büyüttüğüm sen. Net ve gayet sert. Çok sonra fark ettim aynadan baktığımı sana. Yansıman gerçek sen, titrek ve flu. Gerçek görüntün sandığımsa bendeki yansımanmış ne yazık ki.


32

32


3


32

4


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.