Akademik Analiz Dergisi (Haziran 2012)

Page 1

Bildiğiniz akademik dergilerden farklı…

Haziran 2012

Yıl: 1 Sayı: 5

AYLIK SÜRELİ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ

AKADEMİK ANALİZ Hem seviyeli, hem keyifli…

“Vizyon, Kimlik ve Dış Siyaset”

“Demokrasi ve Orta Doğu” Yusuf Göksu

Göktuğ Sönmez

“Dörtlü Takrir: Amacı, İçeriği, Neticesi”

“Suriye Çıkmazında Türkiye-İran İlişkileri” Volkan Türkmen

Samet Zenginoğlu

“ABD’nin Balknalar Politikası” “1973 Petrol Krizinin Analizi”

Cenk Tamer

Samet Güneş

Akademik Analiz – Haziran 2012

AkademikMakalem.com sitesinin katkılarıyla

1


2 Akademik Analiz – Haziran 2012


AYLIK

AKADEMİK ANALİZ

SÜRELİ SOSYAL BİLİMLER

Hem seviyeli, hem keyifli…

DERGİSİ

Aylık Süreli Sosyal Bilimler Dergisi

KÜNYE GENEL YAYIN YÖNETMENİ OĞUZHAN YANARIŞIK yanarisik@akademikmakalem.com EDİTÖRLER GÖKTUĞ SÖNMEZ goktugsonmez@gmail.com SAMET ZENGİNOĞLU sametzenginoglu@gmail.com İLETİŞİM editor@akademikmakalem.com YAYIMCI

*Dergimizde yayınlanan bütün makalelerin içeriklerinden yalnızca yazarları sorumludur. Her bir makale sadece yazarının görüşünü yansıtmaktadır.

3 Akademik Analiz – Haziran 2012


AYLIK SÜRELİ SOSYAL BİLİMLER

AKADEMİK ANALİZ

DERGİSİ

İÇİNDEKİLER Vizyon, Kimlik ve Dış Siyaset (Göktuğ Sönmez) ................................................................. 5 Demokrasi ve Ortadoğu (Yusuf Göksu) ............................................................................. 8 Suriye Çıkmazında Türkiye – İran İlişkileri (Volkan Türkmen) ........................................... 13 Dörtlü Takrir: Amacı, İçeriği, Neticesi (Samet Zenginoğlu) ................................................ 16 İncirlik Üssü ve ABD (Kutay Tevfik Karagözleç) ................................................................ 20 ABD’nin Balkanlar Politikası (Cenk Tamer)....................................................................... 25 ABD'nin Dış Politika Gelenekleri (Betül Karakuş) ............................................................. 30 1973 Petrol Krizi’nin Analizi(Samet Güneş) ..................................................................... 32

4 Akademik Analiz – Haziran 2012


Vizyon, Kimlik ve Dış Siyaset Göktuğ Sönmez Siyaset yapmak temelde iyi ya da kötü bir vizyon gerektirir. Söylenecek söz, varılacak hedefi ve bu hedef ulaşmada yöntem ve prensipler olmadan genel gidişatın etkisiyle savrulmak kaçınılmazdır. Bu durum iç siyasette böyle olduğu gibi dış siyasette daha belirgin ve daha hayatidir. Zira iç siyasette vizyonları ve kimlik algıları çatışan yahut örtüşen aktör sayısı, dış siyasetteki aktör sayısına nispetle daha az ve etkileri daha yereldir.

D

ış siyaset arenasında ise her ülkenin kendi iç aktörlerine ek olarak uluslararası aktörler, diğer devletlerin dış siyaset hesapları, vizyonları ve kimlik çatışmaları da denkleme dâhil olur. Bu noktadan hareketle ülkelerin vizyon ve kimlik tanımlamalarında gerçekleşen değişimler, gelişim yahut gerilemeler önce bölgesel sonra da ülkenin etkinliğine bağlı olarak küresel neticeler doğurur. Kendi iç dinamiklerini hedeflediği noktaya getirmeye ve dışındaki hadiselerden mümkün mertebe izole olmaya çalışan ABD’den, dünyadaki gelişmelere müdahil, mümkünse belirleyici, değilse de en azından seyircilikten öte bir rolle etkin olmayı amaçlayan ABD’ye geçiş, 2.Dünya Savaşı sonrası sistemin belirleyici faktörlerinden belki de en önemlisi olmuştur. Bu süreci takiben de belirtilen vizyonun sorgulandığı, vizyonun kabul

edilmesine karşın sınırlarının tartışıldığı dönemler olmuştur ki bu dönemler iki yönlü çalışmış, dış siyasetteki dalgalanmalar etkilendiği gibi yeni dalgalanmalara da sebebiyet vermiştir. 1.Dünya Savaşı veya bir diğer ifadeyle –ki muhtemelen daha isabetli ve son dönemde daha fazla kabul gören şekliyle1.Paylaşım Savaşı sonrası adım adım vizyonunu daraltan, askeri gücü ve emperyalizmini geri planda tutmak zorunda kalırken ortaya koyduğu değerler manzumesi ve “ince gücü”yle ortaya çıkmayı bir vizyon edinen Avrupa da benzer ancak tersinden bir örnektir. O güne kadar dünyaya sunduğu değerleri ön plana çıkaran ABD, ekonomik, siyasi ve askeri iradesini de sahaya yansıtırken, o güne dek bu değerler üzerinde durmuş “yaşlı kıta” artık dünyaya değerlerden başka bir şey sunmasının çok da mümkün olmadığını görmüştür. 5

Akademik Analiz – Haziran 2012


Netice olarak da yeni dönemin dengeleri kurulurken Avrupa, yeni vizyonuyla, ancak bir arada olmak suretiyle ve yine de ancak ikincil bir aktör olarak var olabilmiştir. ABD kimliğini “kurtarıcı ve güvenliği sağlayıcı” olarak oturtmaya çalışırken Avrupa’daki eskinin devleri “dengeleyici ve ince güç ağırlıklı” bir kimliğe dönüş yapmıştır. Aynı dönemlere tekabül eden bir diğer önemli vizyon ve kimlik değişimi örneği ise Asya’dan gelmiştir. Çarlık Rusyası’ndan Sovyetler’e geçişte hem kimlik hem de vizyon yenilenmiş, etki alanı daha geniş bir kimlik ve hedefleri daha büyük bir vizyon oturtulmuştur. Slav ve Ortodoks temelli kimliğin yerine Rus ağırlıklı ancak enternasyonal görünümlü ve sınıfsal çatışmada taraf bir kimlik ikame etmiştir. Öte yandan bölgesel ve etnik vizyonlar yerini küresel bir vizyona ve her kıtada aktif rol oynama arzusuna bırakmıştır. Bu değişim ise sonraki on yılları etkileyecek yeni sistemde büyük güç olmayı beraberinde getirmiştir. Soğuk Savaş her ne kadar bugün gerçekten var olduğu dahi tartışılsa da tarihi bir çizgi olarak çekildiğinde akabinde ortaya çıkan yükselen bölgesel güçler için de benzer örnekler, güçleri ve etkinliklerine mukabil olarak yukarıdaki örneklerdeki kadar keskin olmamakla beraber ortaya çıkmış, BRIC ülkeleri olarak anılan Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in yeni dünyayı yorumlamasında etkin olmuştur. Bu dörtlüye bakıldığında temel olarak bölgelerinde liderlik merkezli, dünyayla entegre olurken gereken noktalarda sesini yükseltebilen bir kimlik oluşturma anlayışı ortak özellik olarak kabul edilebilir. Bu algıyla Türkiye’ye bakacak olursak son dönemde yeni bir vizyonun tanımlandığı ve hayata geçirildiğini görebiliriz. Bu anlamda örnek teşkil etmesi maksadıyla pek çok örnekten biri mahiyetindeki

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Ocak sonunda yaptığı şu söylemine dikkat çekelim: "1911 ile 1923 yılları arasında nereleri kaybetmişsek, hangi topraklardan çekilmişsek 2011-2023 yılları arasında o topraklarda tekrar kardeşlerimizle buluşacağız. "

Bu kısa ifadede Türkiye’nin yeniden tanımladığı vizyonu ve kimlik algısına dair önemli noktalar yakalamak mümkün. Bunlardan biri şüphesiz ki 1911-1923 vurgusu. Türkiye’nin kimliğini ve hedeflerini 1923’ten başlatmayan, kuruluş sırasındaki güç dengeleri dolayısıyla atılan adımların travmatik etkisini kabul eden ve kimliğini daha geriye yaslayan bir anlayış söz konusu. Aynı zamanda bu anlayıştan hareketle vizyonunu coğrafi olarak oldukça geniş bir alana yayma fikriyle karşılaşıyoruz. Öte taraftan 2011-2023 ifadesi, şimdiye kadar farklı platformlarda dillendirilen 2023 hedeflerine işaret ederek geleceğe dair daha güçlü bir Türkiye projeksiyonu yapıyor. 2023’e kadarki süreçte tamamlanması amaçlanan bu buluşmadan sonraki dönemde bir adım öteye gidileceği sinyali de veriliyor. Kelimelerin siyasi adımlardaki yerinin önemini bilen pek çok dikkatli gözün fark edeceği “kardeşlerimiz” ifadesiyle de 1923 öncesinden kopuk olmayan bir medeniyet algısı dillendiriliyor. Hemen ilk bakışta bu 6

Akademik Analiz – Haziran 2012


kısa ifadeden böyle birkaç sonuç çıkarmak mümkün ki benzer ve daha kapsamlı onlarca ifadeye de aşinayız. Peki, bu çıkarımlar doğrultusunda Türkiye’nin yeni vizyonu ve kimlik algısı bağlamında kısaca neler söylenebilir? Geçmişiyle barışık, tarih okumalarında sıkıntılı bir sonuç ortaya çıkaran kopuk tarih algısından kurtulmuş, vizyonunu kimliğiyle uzlaşır hale getirme çabasında ve bu sayede etki alanı sayılabilecek coğrafyalarla bağlarını kuvvetlendirme amacında bir Türkiye’den bahsediyoruz. 1923 sonrası çalkantılı dönemde kabuğuna çekilen, henüz bu süreci atlatmadan Soğuk Savaş ortamında hareketleri oldukça kısıtlanan ve dolayısıyla dünyayı köşesinden ve çekingen gözlerle izleyen Türkiye artık sahnedeki yerini geri istiyor. Elbette ki bu yeni atılım dünyada da değişen dengeler ve bölgesel güçlerin kazandığı nisbî hareket serbestisinden de büyük ölçüde etkilendi. İç siyasi

dinamiklerin de etkisiyle birleşen bu süreç sonunda Türkiye, dün pek de gönüllü olmadığı ve/veya imkânlarının kullanmaya elvermediği kağıtlarını oyuna sokma çabasında. Bu vizyonun ve kimlik algısının kısa vadede sonuçları üzerinden tartışmalar dönedursun, Türkiye’nin bugün ve yarın ihtiyacı olan yeni akıl budur. Sömürgeleşmemesine karşın entelektüel ve sosyolojik açılardan post-kolonyal fikriyatın getirilerini nedense sindirmiş dünün aklı, lider ekonomilerden olma amacındaki, bölgesel liderlik hedefleyen bugünkü Türkiye’yi taşıyamamaktadır. Bu algının partiler ve kişiler odaklı kalmayıp ileriki süreçte bu aktörlerdeki değişimlerden etkilenmeden sürmesi elzemdir ve yarının Türkiye’sinin aklî sınırlarını belirleyecek faktör de bu noktadaki başarı olacaktır. Göktuğ SÖNMEZ University of London School of Oriental and African Studies

7 Akademik Analiz – Haziran 2012


Demokrasi ve Ortadoğu Yusuf Göksu Demokrasi ilk olarak eski Yunanistan’ da ortaya çıkmış bir kavramdır. Magna Carta, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve Fransız İnsan Hakları Bildirisi demokrasinin gelişmesinde çok önemli rol oynamış belgelerdir. Ancak, demokrasi her zaman ileri gitmemiş bazen gerileme süreçleri de yaşamıştır.

I.

Dünya Savaşı ve sonrasında imparatorlukların yıkılması ile ortaya çıkan yeni yönetimler nispeten demokratik olsalar da 1929 sonrasında yeniden bir otoriter yönetimler dönemi başlamıştır. Avrupa’ da, Latin Amerika’ da ve Asya’ da birçok ülkede diktatör yönetimler başa gelmiştir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise tekrar yeni bir dünya düzeni ortaya çıkmış ve dünya iki kutup arasındaki, Doğu Blok’ u ve Batı Blok’ u, mücadeleye sahne olmuştur. Bu mücadele ile de Ortadoğu’ da başta Baas rejimleri olmak üzere diktatöryal yönetimler kurulmuştur. Ortadoğu’da bu otoriter yönetimler demokrasi adına zaman zaman birtakım reform başlığı altında, içi boşaltılmış açılımlar yapmış olsalar da bunlar yetersiz kalmış ve halk nezdinde tatmin edici olmadıkları için genelde birçok masum insanın canına sebep olan, kardeşi kardeşe kırdıran, ülkelerde iç savaşa kadar gidebilen süreçlerle sonuçlanmıştır. Dolayısıyla bu topraklarda tam anlamıyla

demokratik, özgürlükçü kurulamamıştır.

rejimler

Ancak dikkat edilmesi gereken bir hususta vardır ki, o da demokrasinin bir sihirli değnek olmadığıdır. Bunu da Amerika’nın Irak’ ı işgalinde açıkça görmekteyiz. Nitekim ABD bu bölgeye demokrasi ve insan hakları kavramını getireceği iddiasıyla müdahale de bulunmuş, o sihirli değnek adeta bir sopa olmuş ve dayağı yiyen yine masum halk olmuştur. Demokrasinin ve insan haklarının beşiği rolüne bürünen ABD yaptıklarıyla nedense Saddam’dan hiç de geri kalmamıştır. Günümüzde Ortadoğu’ da demokrasi sorunu önemli bir sorundur. Bundandır ki bu gün Ortadoğu da Yasemin Devrimi ve Arap Baharı denilen süreçler yaşanmaktadır. Tunus’ ta yaşanılan bir olay tüm Ortadoğu halklarını, bıçağın kemiğe dayandığı hissini vererek, yönetimlerini alaşağı etmek amacıyla hareketlendirmiştir. 8

Akademik Analiz – Haziran 2012


Kasım 2010’ da meyve, sebze satıcısı ve işsiz bir üniversiteli olan Muhammed BOUAZİZİ isimli genç, satış arabasına polisin el koyması üzerine kendini de olayların fitilini de ateşe vermişti. Bu olayın ardından 18 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ ta protestolar başladı. 22 Aralık’ ta Lahsin NACİ isimli bir protestocu yaşadığı ekonomik sorunlar nedeniyle bir elektrik direğine tırmanıp kendini yaktı. Tunus’ ta ki bu olaylar Mısır, Libya, Cezayir ve Ürdün’deki halk kitlelerine ilham olmuş ve buralarda da ayaklanmalar çıkmıştı. 1

Tüm toplumsal krizlerin meydana gelmesinde olduğu gibi şu anki süreçte de Ortadoğu’ da yaşanan olayların bir değil birden fazla sebebi mevcut. Hakların kısıtlanması, gelir dağılımındaki adaletsizlik, işsizlik, enflasyon gibi birçok sorun yıllardır var olmasına rağmen otokratik rejimler hep kendi şahsi menfaatleri doğrultusunda hareket etmiş, bu sorunları çözmeye yönelik eylemde bulunmamış ya da mevcut sorunlara kulak tıkamıştır. 2 Ortadoğu halkı siyasette çok partili ve partiler arası gerçek bir yarışın olduğu bir 1

Wikipedia,”Arap Baharı”. Gamze Coşkun, ” Liderlerini Deviren Arap Ülkelerinin Bir Yılı” , USAK, Cilt: (Arap Baharı tarih yok) (Coşkun 2012) (Furtun 2006) (Tunus ve EnNahda Hareketi 2011) (Yılmaz 2011): , No:9, (5 Ocak 2012).

sistem istiyorlar. Bununla beraber ifadelerini hür bir şekilde serbestçe beyan edebildikleri, yargının bağımsız, basının özgür olduğu, Batı’ ya karşı çıkabilen ve Batı’nın ileri karakolu olarak gördükleri İsrail’ e ve onun tahrik edici eylemlerine karşı uzlaşmacı bir politika izlemeyen, direnebilen, güçlü yönetimler görmek istiyorlar. 3 Bu halk hareketleri gerçekleşirken dikkatlerin çekilmesi gereken bir diğer husus ise Batı’nın davranışlarındaki kaypaklıktır. Daha önce yanların da durdukları bu otokratik liderlerin bu defa yanlarında durmamış, belki de buna cesaret edememişlerdir. Bilhassa Amerika bölge halkı nezdinde, uyguladığı politikalar yüzünden oluşan kötü adam karakterinden bir nebzede olsa kurtulmak istemekte ya da oluşacak yeni yönetimi kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için küstürmemek niyetindeydi. Bu gün Ortadoğu’ da yaşanan süreç içersinde uluslararası örgütlerin ve aktörlerin tutumları büyük ölçüde önemlidir. Nitekim 23 yıllık Zeynel Abidin Bin Ali döneminin, Libya’ da 42 yıllık Muammer Kaddafi döneminin, Mısır’ da Hüsnü Mübarek döneminin kapanmasında uluslararası aktörlerin uyguladığı baskı sonuç vermiş ve bu yönetimler alaşağı edilmiştir. Tunus’ta 23 Ekim 2011’ de yapılan ilk seçimleri Ennah Partisi kazanmış ve yönetime geçmiştir. Bu partinin kurucusu Gannuşi seçimlerden önce yaptığı açıklamada Müslümanların totaliter rejimlere karşı mücadele etmesi gerektiğini, Türkiye’nin ve AK Parti tecrübesinin kendileri için önemli

2

3

Doç. Dr. Muzaffer Ercan Yılmaz, “Arap Devrimleri ve Ortadoğu’nun Yeniden Yapılanması”, Ortadoğu Analiz, Cilt:3, Sayı:27, (Mart 2011).

9 Akademik Analiz – Haziran 2012


olduğunu, Arap ülkeleri için bir model olabileceğini ifade etmişti. Nitekim Gannuşi’nin bu sözleri de göstermektedir ki Türkiye bölgeye olan tarihi, coğrafi ve kültürel yakınlığı sebebiyle ve son dönem uyguladığı aktif dış politikasıyla krizin çözülmesi bağlamında önemli bir aktördür.4 Demokratik süreç içersinde yozlaşma ve suç oranlarında büyük artış olmaktadır. Bu yozlaşma ve suç artışı halkın demokratikleşmeye verdiği desteği azaltmaktadır. Bu tür sorunlarla karşılaşılmaması için bölgede yeni gelen yönetimlerin bunları dikkate alması gerekmektedir. Bu tür sorunların çözümüne tek çare ise hukukun üstünlüğü ilkesinin benimsenmesidir. Bu ilke sayesinde yasal düzenlemeler ile bireylerin hakları korunur, yasal otorite devletin diğer organları arasında dağıtılmış olur. Hukukun üstünlüğü ilkesi ancak liderlerin hukuka tabi olması ile başarıya ulaşabilir. Ortadoğu da bugün yaşanan bu halk hareketlerinin önemli bir nedeni de ekonomik yozlaşma ve ekonomik istikrarsızlardır. Ortadoğu ülkelerinin gelirlerinin büyük bir kısmı petrolden karşılanmaktadır. Bu ülkelerde vergi gibi toplumdan gelecek gelirlere ihtiyaç duyulmamaktadır. İktidara yakın elit kesim arasında petrol gelirleri paylaşılırken toplum ekonomik sorunlar yaşamaktadır. Yani milli gelirin adaletsiz dağıtımı söz konusu olup, bu gelirler askeri alanda kullanıldığı ölçülerde sosyal projelere yatırım kaynağı olarak kullanılmamaktadır. Bu ülkelerde artan nüfus artışı ile büyük oranlarda işsizlik sorunu ortaya çıkmaktadır. Aktif iş gücü potansiyelinin hızla artmasına karşın düzenli bir nüfus 4

SDE stajyeri, “Tunus Seçimleri ve En-Nahda Hareketi”, SDE, (11.02.2011)

politikası izlenmemekte ve aktif iş gücü için yeterli istihdam alanları oluşturulmamaktadır. Böyle olunca da tabiatıyla toplumda büyük bir mutsuzluk, yönetimi elinde tutan bu vesayetçi elit kesime yönelik bir kin birikimi oluşmaktadır.

Bölgede artan STK sayısı demokratikleşme taleplerinin artmasına yol açmıştır. Yeni yönetimler bu durumu iyi kontrol etmeli, STK’ların işlev potansiyelini arttırmalı ve ülkede demokratik alt yapı oluşturulmalı, toplumun kültür dokusuna demokrasi ve demokratik öğelerin işlemesine öncü olmalı, demokrasinin kurumsallaşmasını sağlamalıdır. Ancak bunu yapmazsa, eski vesayetçi sistemin adeta süslenmiş bir versiyonunu sunarsa işte o zaman çürük temeller üzerine kurulmuş bir yönetim inşa eder ki buda ülkede iç karışıklıkların devamına ve can kaybının sürmesine yol açar. Nitekim Mısır’ da Mübarek iktidara, oldukça demokratik bir yönetim sergileyeceği vaadiyle gelmiştir. Fakat yönetime geldikten sonra ilk olarak seçim sistemini değiştirmiş ve oransal temsile geçmiştir. Ancak bu sistem ile Ulusal Demokrat Partisi’nin liderliğini sağlarken, partilerin adaylar üzerinde daha sıkı kontrol sağlamasına neden olmuş, bağımsız adaylığın önü tıkanmıştır. Parlamento da koltuk sayısı 448’ den 350’ 10

Akademik Analiz – Haziran 2012


ye, seçim bölgeleri ise 175’ten 48’ e düşürülmüştür. 1990’larda Mübarek ülkenin güneyinde faaliyet gösteren İslami Örgütleri, geniş bir desteğe sahip Müslüman Kardeşler örgütü dâhil birçok siyasi partiyi kapatmıştır.

Bölgedeki krizin çözümü ve daha fazla can kaybının önlenmesi maksadıyla Suudi Arabistan, Cezayir, Lübnan, Sudan gibi bölge ülkelerinin yönetimleri yaşananlardan ders çıkarmalı, kendilerine karşı oluşan muhalefete yönelik sert tedbirler almak yerine onlarla mutabakata varmalılardır. Bu noktada uluslararası camiaya düşen görevse, uygulayacakları politikalarla yönetimdeki otoriter rejimi kıskaca almak, bu otoriter rejimlerin arkasında duran diğer ülkelerden gelebilecek yardımları engellemektir. İzole edilen ve koordinasyonları engellenen muhalefetin birleşmesi bu halk hareketlerinin başarıya ulaşmasında çok önemli bir mevzudur. Muhalefetin tek bir platformda toplanması, dağınık ve heterojen yapıdaki kitleler arasında sosyal bütünleşmenin sağlanması noktasında uluslararası aktörlere önemli bir görev düşmektedir. 5 Sonuç 5

Fatih Furtun, Demokratikleşme Teorisinin Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesinde Uygulanabilirliği Sorunu, Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler Enstitüsü Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul(2006)

Ortadoğu da krizin çözülmesi için öncelikle vesayetçi, otoriter yönetimlerin yerini demokratik yönetimler almalıdır. Kadın, erkek ayrımcılığının son bulduğu, kadınların toplumda daha fazla söz sahibi olduğu bir toplumsal alt yapı oluşturulmalıdır. Seçimlerin şeffaf bir şekilde yapıldığı ve toplumun büyük bir çoğunluğunu tatmin edici sonuçların alındığı, muhalif seslere ve basına uygulanan sansürün kaldırıldığı bir yönetim anlayışı getirilmelidir. Bölgede antidemokratik yönetimler yerini serbest, açık, dürüst seçimlerle seçilmiş yeni yönetimlere bırakmalıdır. Yapılan göstermelik reformların yerini daha nitelikli, gerçekçi ve sonuç elde etmeye meyilli değişimler almalıdır. Yeni gelen yönetimler demokrasinin kurumsallaşmasına yardımcı olmalı, öncülük etmeli, bizatihi kendileri demokrasiyi hazmetmiş yönetimler olmalıdır. Demokrasinin kurumsallaşması bağlamında vatandaşların politika üzerinde etkin olduğu, dürüst, şeffaf, bilgili ve akılcı siyaset anlayışının benimsendiği bir yönetim oluşturulmalıdır. Ülkede yönetim karşıtı oluşabilecek muhalif örgütlenmeleri meşru zeminde rahat hareket etmeleri ve siyasette söz sahibi olabilmeleri sağlanmalıdır. Kamusal menfaatin daima şahsi menfaatlerin önünde tutulduğu, gelir dağılımının adil olduğu bir yönetim anlayışı benimsenmelidir. Piyasa ekonomisiyle, kapalı bir ekonomik sistem yerine daha özgürlükçü bir sistem getirilmeli ve böylelikle dış sermayenin ülkeye rahat girip yatırım yapabileceği bir iktisadi sistem getirilmelidir. Ülkede işsiz nüfusa yeni istihdam alanları oluşturulmalıdır. Bu yeni istihdam alanlarının oluşması noktasında güçlü bir orta sınıf ve burjuvazi oluşturulmalıdır. Sosyal alanda modernleşmeye yönelik yenilikler 11

Akademik Analiz – Haziran 2012


yapılmalı, kadınlara yönelik ayrımcı ve baskıcı anlayış terk edilmelidir. Bunları göz önünde bulundurarak yeni yönetimler özetle, ülkelerine demokrasiyi getirmeli, getirdikleri demokrasinin istikrarlı bir şekilde kurumsallaşmasını sağlamalı ve toplumu da buna hazırlayıp gerekli alt yapıyı oluşturmalılardır. Yusuf GÖKSU Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

Kaynakça «Arap Baharı.» Wikipedia. Coşkun, Gamze. «Liderlerini Deviren Arap Ülkelerinin Bir Yılı.» Uluslararası Stratejik Araştırma Kurumu V (ocak 2012). Furtun, Fatih. «Demokratikleşme Teorisinin Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesinde Uygulanabilirliği Sorunu.» İstanbul, 2006. «Tunus ve En-Nahda Hareketi.» SDE, Şubat 2011. Yılmaz, Muzaffer Ercan. «Arap Devrimleri ve Ortadoğu' nun Yeniden Yapılanması.» ORSAM III, no. 27 (Mart 2011): 27.

12 Akademik Analiz – Haziran 2012


Suriye Çıkmazında Türkiye – İran İlişkileri Volkan Türkmen Arap Baharıyla başlayan süreç Suriye halkının Şam yönetimine isyanıyla devam etmektedir. Suriye’de başlayan gösteriler öncelikle reform talebiyle ortaya çıkmışsa da daha sonrasında rejime karşı gelişmiştir. Buna karşılık Şam yönetiminin göstericilere sert karşılık vermesi birçok sivilin yaşamını yitirmesine neden olmuştur.

S

uriye de yaşanan insanlık suçuna Başta Türkiye olmak üzere uluslararası arenada sert tepki göstermektedir. Bu gelişmelerin devamın da bölgenin iki önemli devletinden biri olan İran sessiz kalması Türkiye – İran ilişkilerinin gerginleşmesine neden olmaktadır. İran yönetiminin yaşanan katliama seyirci kalmasının yanı sıra Esad yönetimine sahip çıkması ise gerginleşen ilişkileri daha ileriye götürmektedir. Bu gelişmelerin ışığında Suriye çıkmazı Türkiye- İran dostluğunun çıkmaza girmesine neden olmaktadır. Suriye bölgesin de yaşanan bu süreçte Şam yönetimine baskılar artmakta ve çeşitli ambargolar uygulanmaktadır. Suriye de yaşanan gelişmelerin ulaştığı son noktada, Muhalif kesim ve Esad yönetimi kararlı davranmakta ve en önemlisi hangi kesimin düşeceğinin tam olarak netleşmemesidir. Esad yönetiminin düşmesi bölge de yaşanacak güç boşluğunun hangi güçler tarafından

doldurulacağı muammadır. Bu nokta da güç boşluğunun belirleyici iki ülke söz konusudur; Türkiye ve İran. Ancak Bölgede yaşanan süreçteki her iki ülkenin yaklaşım biçimi birbirine tezattır. Türkiye’nin Suriye’ye bakış açısı, Türkiye’nin çıkarlarından çok bölgede yaşanan katliama seyirci kalmamak istememesi. Zira İstanbul Kongre Merkezi'nde düzenlenen Suriye Halkının Dostları Grubu'nun İkinci Konferansı kapsamında gerçekleştirilen basın toplantısında Türkiye Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Bosna'da uluslararası camianın çok yavaş davrandığını vurgulamış aynı hatanın Suriye de yaşanmaması sivillerin haklarını, yaşamlarını savunulması gerektiğini vurgulayarak Bosna da yaşanılan olaylarda yapılan hatanın Suriye de yapılmaması gerektiğini belirtmiştir. Buradan da anlaşılacağı gibi Türkiye bölgede yaşanan olayların dinmesini 13

Akademik Analiz – Haziran 2012


Suriye yönetiminden daha çok önem vermektedir. Ankara’nın sunduğu çözüm önerileri kendi güvenliğinin yanı sıra Suriye halkının güvenli bir geleceğinin yanında Suriye yönetiminin de geleceğini devam ettirmesi açısından önemlidir. Esad yönetimi tüm uluslararası baskılara ve ambargolara aldırmamış bölge de Başta İran olmak üzere Rusya ve Çin’de aldığı güçle birlikte katliamlara devam etmektedir. Bu kaos Bölgeyi uçuruma sürüklediği gibi Türkiye ve İran ilişkilerini de son zamanlarda gerginleşmesine sebep olmuştur. İran bölgede yaşanan olaylara aldırmayıp bu olayların ABD ve Batı’nın Suriye’yi kontrol altına almak istemeleri olarak belirtmektedir. Tahran yönetimi bölgede yaşanan olayları İran’ın resmi haber ajansları Suriyeli isyancıları “silahlı terörist gruplar” olarak adlandırmakta, çıkan isyanı CIA, MOSSAD ve Suudi Arabistan’ın kurduğu bir komplo olarak değerlendirmektedir. Bu noktada tahran yönetimi ABD ve İsrail kanadından gelen nükleer geliştirmemesi baskıları Tahran yönetimini çeşitli komplo teorileri üretmesine neden olmuş ve Şam yönetiminin izlediği sert politikayı tarafsız ve sağlıklı bir şekilde analiz edememektedir ya da etmek istememektedir. İran yönetimi Suriye’de başlayan olaylardan itibaren desteğini saklamamış son zamanlar da ise daha da arttırmıştır. İran yönetiminin istediği Esad gitse de rejimin ayakta kalmasını sağlamaktır. Zira bölge de rejimin değişmesi İran’ı da derinden etkileyecektir. Türkiye yönetimi başta başbakan olmak üzere geniş bir bakan çevresiyle birlikte İran ziyareti

gerçekleştirmiş bu ziyaret İran yönetiminin de sonu görünen Esad’ı desteklemesinin yanlış olduğunun izahını yapması açısından çok önemliydi. Bölgede Esad rejimi ardından oluşacak güç boşluğunun doldurulması sorunuyla karşı karşıya kalınabilir. Suriye sınırının ABD ve Batı kanadına açılması Türkiye için de kapana sıkışmak olarak adlandırılabilir, bu açıdan Türkiye yönetiminin isteği Demokratik yollarla sorunun çözülmesidir. Tahran yönetiminin de kabul ettiği gibi bölgede ki tüm kötü senaryoların sona erdirilmesi Türkiye önderliğinde gerçekleşecektir. Ancak buna rağmen tahran yönetiminin Suriye desteğini kesmesi konusun da ne kadar gerçekçi olduğu tartışılabilir. Sonuca gelecek olursak bu ihtilaflı konuların çıkarların örtüşmesi yoluyla giderebileceğinin unutulmamalıdır. Bölgedeki kaos ne kadar uzun ömürlü olursa her iki ülke açısından da sıkıntı daha da yükselir. Şam yönetiminin Annan planını uygulamaması rejimin kanlı bir şekilde sona erme olasılığını yükseltmiştir. Bu açıdan Tahran yönetimi de Türkiye’nin önerilerine açık olmalı ve kendi geleceğini de düşünmelidir. Volkan TÜRKMEN Trakya Üniversitesi U.İ.B UPA ve AFASAM Temsilci Kaynakça http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=co m_content&view=article&id=1494:suriyedekigelimeler-ve-tuerkiye-ranlikileri&catid=168:ortadogu-analizler http://www.usakgundem.com/haber/72096/davut oğlu-39-ndan-İran-39-a-sert-çıkış.html http://www.sde.org.tr/tr/kose-yazilari/1047/iranve-turkiye-suriyeyi-kurtarabilir-mi.aspx

14 Akademik Analiz – Haziran 2012


15 Akademik Analiz – Haziran 2012


TÜRK SİYASAL HAYATINDAN KARELER

Dörtlü Takrir: Amacı, İçeriği, Neticesi Samet Zenginoğlu Dörtlü Takrir, Türk siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından birisidir. Zira bu adım, Türkiye’nin çok partili siyasi yaşama geçmesindeki ilk adım olarak kabul edilmektedir.

A

macı ve mahiyeti itibariyle bu adımın Türkiye’de demokrasinin ilerlemesi adına yapmış olduğu katkının göz ardı edilebilmesi mümkün değil ise de, ‘Dörtlü Takrir’in çok partili siyasi yaşama geçmekten ziyade, Demokrat Parti’nin kurulmasına öncülük ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü bu çalışmada kısaca değinilecek olan, ele alınan süreç içerisinde Milli Kalkınma Partisi’nin varlığı ve yaşadıkları (Temmuz sayısında bu konunun daha detaylı bir şekilde ele alınması amaçlanmaktadır) bu farkı açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

milletvekili Fuat Köprülü olmuşlardır. Bu önerge, bu dört isim tarafından imzalanmış ve Türk siyasi tarihinde ‘Dörtlü Takrir’ olarak yer almıştır. 1 Bu önerge, özgürlükleri kısıtlayan rejimi daha fazla sürdürmenin doğru olmayacağı, anayasal hak ve özgürlüklerin tanınması gerektiği 2 üzerinde durmuş ve en nihayetinde “memlekette demokratik usullerin daha geniş şekilde tatbikine geçilmesi” 3 amacını taşımıştır.

1

Amacı 7 Haziran 1945 tarihinde CHP’li dört milletvekili, parti meclis gurubunda açık olarak görüşülmek üzere, meclis grubu başkanlığına bir takrir (önerge) vermişlerdir. Bu önergeyi veren isimler; İzmir milletvekili Celal Bayar, İçel milletvekili Refik Koraltan, Aydın milletvekili Adnan Menderes ve Kars

Yaşar Baytal, Demokrat Parti Dönemi Ekonomi Politikaları (1950–1957), Ankara Üniversitesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 40, Kasım 2007, s. 549. 2 Murat Pıçak, Türkiye’nin Çok Partili Parlementer Sisteme Geçiş Sürecinde Siyasi Partilerin Ekonomi Politikaları, Akademik Bakış Dergisi, Sayı: 25, Temmuz–Ağustos 2011, s. 4. 3 Osman Akandere, Bir Demokrasi Beyannamesi Olarak “Dörtlü Takrir’in” Amacı ve Mahiyeti, http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makal eler/Osman%AKANDERE/5-28.pdf s. 9. (Erişim: 05.05.2012)

16 Akademik Analiz – Haziran 2012


İçeriği İçerik bakımından ise, önerge, yukarıda zikredilen dört milletvekilinin imzaları ile şu şekilde kaleme alınmıştır; 4 “Daha kuruluşundan beri, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve CHP’nin en esaslı umdesini teşkil eden demokrasi prensiplerine tamamıyla tatbiki sayesinde refah ve saadete kavuşacağı kanaatine bağlanmış olan vatandaşların bütün memlekette ve bilhassa partimiz mensupları arasında en büyük ekseriyeti teşkil ettikleri şüphesizdir. İşte bu kanaatledir ki milletçe özlenen bu amacın gerçekleştirilmesi için lüzumlu gördüğümüz tedbirleri partimizin meclis grubuna arz ve teklif etmeyi borç bildik. Atatürk'ün ölmez adına bağlı olan mukaddes Kurtuluş savaşımızdan doğan Türkiye Cumhuriyeti ilk Teşkilat–ı Esasiye Kanunu ile dünyanın belki en demokratik anayasasını meydana getirmiş ve bu sayede gerek ferdi hürriyetleri gerek milli murakabeyi en geniş surette dağlamak imkânlarını vermiştir. Memleketi Ortaçağdan kalma bir takım zararlı müesseselerden koruyabilmek ve irticaı kırmak maksadıyla 1925’ten sonraki yıllarda siyasi hürriyetlerin bazı takyitlere uğratıldığını biliyoruz. Lâkin Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Teşkilat–ı Esasiye Kanununun, demokratik ruhuna daima sadık kalmış ve cumhuriyetin kurucusu Büyük Atatürk bunu tamamıyla demokratik bir şekle ulaştırmak idealinden ölünceye kadar ayrılmamıştır. Burada izaha lüzum görmediğimiz türlü sebeplerden dolayı muvaffakiyetsizlikle neticelenen Serbest Fırka tecrübesi bu maksatla yapılmış bir harekettir. Bu talihsiz tecrübenin uyandırdığı tepkiler 4

neticesinde siyasi hürriyetlerin yeni bir takım tahditlere uğratıldığı inkâr edilemez. Bununla beraber cumhuriyet idaresinin her şeye rağmen demokratik tekâmül yolunda ilerlediğini gösteren teşebbüslerde vardır. Büyük Millet Meclisi seçimlerinde, müstakil mebuslara gittikçe daha artacak nispette yer ayrılması tecrübesini buna bir delil olarak zikredebiliriz. İkinci Dünya Savaşı’nın belirmeye başlaması ve harp tehlikesinin memleketimizi daimi bir tehdit altında bulundurması pek tabii olarak siyasi hürriyetleri bir kat daha tahdide sebep olmuş ve bu suretle Teşkilat–ı Esasiye Kanunu’nun demokratik ruhundan biraz daha uzaklaşılmıştı. Gerçi CHP içinde ayrıca bir müstakil grup teşkili millî murakabede tek parti usulünden doğan zararların karşılanması yolunda bir tecrübe olmakla beraber kuruluşundaki gayritabiîlik dolayısıyla bundan da müspet bir netice alınmadığını görüyoruz. Bütün dünyada, hürriyet ve demokrasi cereyanlarının tam bir zafer kazandığı demokratik hürriyetlere riayet prensibinin milletlerarası teminata bağlanmak üzere bulunduğu şu günlerde, memleketimizde de Cumhurbaşkanından en küçüğüne kadar bütün milletin aynı demokratik ülküleri taşıdığından şüphe edilemez. Uzun asırlardan beri müstakil bir devlet olarak yaşayan Türkiye’de hatta okuyup yazma bilmeyen vatandaşların bile siyasi hürriyetlerini şuurla kullanacak bir seviyede bulundukları inkâr kabul edilmez bir hakikattir. Okuyup yazma bilmeyen köylüler arasında bile dünyanın en değerli idare ve siyaset adamlarını yetiştirmiş olan milletimizin bilhassa cumhuriyet idaresinin kuruluşundan beri yapılan hamleler neticesinde bundan 20 yıl evveline

Ag.e., s. 23, 24.

17 Akademik Analiz – Haziran 2012


nispetle çok yüksek bir seviyeye erişmiş bulunduğu övünülecek bir gerçektir. İşte bir taraftan iç hayatımızdaki bu mesut tekâmülün yarattığı siyasî olgunluk, diğer taraftan bugünkü medeniyet dünyasının umumî şartları daha ilk Teşkilât–ı Esasiye Kanunumuzda hâkim olan demokratik ruhu, bugünkü siyasî hayat ve teşkilatımızda kuvvetle tecelli ettirmek zamanı geldiği kanaatine bizi sevk etmiş bulunuyor. Bunun bir an evvel gerçekleşmesi yönündeki düşüncelerimizi şöyle hülasa ediyoruz:

Milletimizin bütün kuvvet ve iradesini temsil eden Büyük Millet Meclisi Parti Grubu arkadaşlarımızın Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk Milletine dünya demokrasileri arasında şerefli bir mevkii sağlayacak olan bu teklifi, kendi öz düşüncelerinin bir ifadesi gibi telakki edeceklerinden asla şüphe etmediğimizi bir defa daha tekrar eder ve takririmizin açık oturumda müzakeresini saygılarımızla rica ederiz.”

1) Milli hâkimiyetin en tabiî neticesi ve aynı zamanda dayanağı olan Meclis murakabesinin anayasamızın yalnız şekline değil, ruhuna da tamamıyla uygun olarak tecellisini sağlayacak tedbirlerin alınması. 2) Yurttaşların siyasî hak ve hürriyetlerini daha ilk Teşkilât–ı Esasiye Kanunumuzun gerektirdiği genişlikte kullanabilmeleri imkânlarının sağlanması. 3) Bütün parti çalışmalarının yukarıdaki esaslara tamamıyla uygun bir şekilde yeniden tanzimi. Muhterem milletvekilleri arkadaşlarımızın, yüksek tasviplerine sunduğumuz bu teklifimizle, daha ilk kuruluşundan beri millî hâkimiyet gayesine erişmeyi, onu gerçekleştirmeyi hedef tutan CHP’nin ve bütün Türk Milletinin yüksek arzularına tercüman olduğumuza, Atatürk'ün idealine sadık kaldığımıza inanmış bulunuyoruz. Cumhurbaşkanımızın 19 Mayıs 1945 tarihli nutuklarında: “Siyaset ve fikir hayatımızda demokrasi prensiplerinin daha geniş ölçüde hüküm süreceği hakkındaki fikirleri”, bu teklifimizin vakitsiz ve yersiz olmadığı hakkındaki inancımızı büsbütün kuvvetlendirmiştir.

Neticesi Yaşanan süreçte, hem dünyadaki hem de Türkiye’deki genel tabloyu ortaya koyan ve bu bağlamda “vakitsiz ve yersiz” olmadığı düşünülen bu önerge, 12 Haziran 1945’te parti meclis grubunca reddedilmiştir. Önergenin bu reddedilişi, önergeyi imzalayan milletvekilleri ile parti arasındaki bağın zayıflamasına neden olmuş ve ardından bu bağ kopmuştur: 21 Eylül tarihinde Menderes, Koraltan ve Köprülü partiden çıkarılmışlardır/ihraç edilmişlerdir. Bayar ise, 1 Aralık’ta istifa etmiştir. Bu kopma, bu dört ismin öncülüğünde kurulacak olan Demokrat Parti’nin siyasi yaşama adım atmasını sağlayacak olan ilk etmen olacaktır. 18

Akademik Analiz – Haziran 2012


İkinci etmen ise kuşkusuz, önergede de belirtildiği üzere, dünya genelinde yaşanan gelişmelerdir. 1945 senesi çevrenin de iktidar adayı olarak örgütlenmesi için uygun koşulların oluştuğu bir dönemdi. Demokratik ülkelerin zaferiyle sonuçlanan 2. Dünya Savaşı’nın siyasal demokrasilerin cazibesini artırması, yönetici elit arasındaki bölünmenin halkı kendisinden destek alınacak alternatif güç haline getirmesi, tek partili yılların ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunları altında bunalan toplumun sıkıntılarını ifade edebileceği bir kanal arayışı Demokrat Parti’nin kurulmasındaki önemli çevresel avantajlar ve faktörlerdi.5 Bunun bu gelişmelerin ve etmenlerin neticesinde, 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti kurulacak ve Türk siyasi tarihi yeni bir döneme girecektir. Sonuç Tekrar belirtmek gerekirse, Dörtlü Takrir hadisesi, amacı ve mahiyeti itibariyle Türkiye’de demokrasinin ilerlemesi adına önemli bir katkıdır. Ancak bu önergenin sonucu olarak çok partili siyasi yaşama geçilmesinden ziyade Demokrat Parti’nin kurulmasını görmek daha doğru olacaktır. Zira o dönemde Nuri Demirağ tarafından kurulan Milli Kalkınma Partisi’nin siyasi sahnede çok fazla yaşam alanı bulamaması (bir diğer ifade ile bu partiye yaşam alanının bırakılmaması) bu ifadeyi teyit eder mahiyettedir. Hakeza, İnönü de o dönemde, Mecliste yer alacak olan bir muhalefet partisinin CHP’den çıkmasını istediğini belirtecektir. 6

5

Atacan Şahin, Türkiye’nin Çok Partili Hayata Geçiş Sürecinde Seçimler ve Seçmen Davranışları, Siyasal İletişim Enstitüsü, http://www.siyasaliletisim.org/pdf/1946secimleri. pdf s. 3. (Erişim: 12.05.2012) 6 Yüksel Kaştan, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Partili Dönemden Çok Partili Döneme Geçişte CHP’nin Yönetim Anlayışındaki Gelişmeler (1938–1950),

Samet ZENGİNOĞLU Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Kaynakça 50. Yıldönümümde 27 Mayıs’ı Hatırla(t)mak, Stratejik Düşünce Enstitüsü, Türkiye Çalışmaları Grubu Raporu, http://www.sde.org.tr/userfiles/file/SDERAPOR%2027%20MAY%C4%B1s-yeni-t.pdf (Erişim: 07.05.2012) AKANDERE, Osman, Bir Demokrasi Beyannamesi Olarak “Dörtlü Takrir’in” Amacı ve Mahiyeti, http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makal eler/Osman%AKANDERE/5-28.pdf (Erişim: 05.05.2012) BAYTAL, Yaşar, Demokrat Parti Dönemi Ekonomi Politikaları (1950–1957), Ankara Üniversitesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 40, Kasım 2007. KAŞTAN, Yüksel, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Partili Dönemden Çok Partili Döneme Geçişte CHP’nin Yönetim Anlayışındaki Gelişmeler (1938– 1950), http://www.aku.edu.tr/AKU/DosyaYonetimi/SOSY ALBILENS/dergi/VIII1/ykastas.pdf (Erişim: 13.05.2012) PIÇAK, Murat, Türkiye’nin Çok Partili Parlementer Sisteme Geçiş Sürecinde Siyasi Partilerin Ekonomi Politikaları, Akademik Bakış Dergisi, Sayı: 25, Temmuz–Ağustos 2011. ŞAHİN, Atacan, Türkiye’nin Çok Partili Hayata Geçiş Sürecinde Seçimler ve Seçmen Davranışları, Siyasal İletişim Enstitüsü, http://www.siyasaliletisim.org/pdf/1946secimleri. pdf (Erişim: 12.05.2012)

http://www.aku.edu.tr/AKU/DosyaYonetimi/SOSY ALBILENS/dergi/VIII1/ykastas.pdf s. 128. (Erişim: 13.05.2012); MKP örneği ile Tek parti yönetiminin Kendi dışında muhalif bir partiye izin verip vermeyeceği hususu netleşmiştir. “50. Yıldönümümde 27 Mayıs’ı Hatırla(t)mak”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, Türkiye Çalışmaları Grubu Raporu, http://www.sde.org.tr/userfiles/file/SDERAPOR%2027%20MAY%C4%B1s-yeni-t.pdf s. 5. (Erişim: 07.05.2012)

19 Akademik Analiz – Haziran 2012


İncirlik Üssü ve ABD Kutay Tevfik Karagözleç İncirlik Üssü ABD Hava Kuvvetleri Mühendislik Grubu tarafından 1951’in bahar aylarında Adana’nın 10 kilometre doğusunda inşa edilmeye başlandı. İncirlik üssünde işler arttıkça Amerikan şirketleri olan Metcalfe, Hamilton ve Grove üs imkânlarını arttıracak tesisler ve destek yapılarını inşa etmeye başladılar.

İ

lk resmi adı Adana Hava Üssü olan İncirlik Üssü 15 Şubat 1955’te, 23 Haziran 1954 tarihli Askeri Kolaylıklar Antlaşmasına dayanılarak açılmıştır. Bu üs, 28 Şubat 1958 tarihi itibariyle İncirlik üssü olarak anılmaya başlanmıştır. İncirlik Üssü müşterek kullanılmakta olup içerisinde hem Türkiye’ye hem de ABD’ye ait birlikler konuşlanmıştır. Bu açıdan incelendiğinde farklı bir yapıya sahip olduğu aşikârdır. Türkiye’nin konuşlu birliği 10. Tanker Üs Komutanlığı, ABD’nin birliği ise 39. Kanat Hava Üssü Komutanlığıdır. Öncelikli olarak Sovyetler Birliği’ne karşı ABD stratejik hava komutanlığının ağır ve orta bombardıman uçaklarına ileri üs görevi yapmak amacı ile planlanmış olan İncirlik Üssü, Ortadoğu’daki krizlere müdahaledeki önemi de açığa çıktıktan

sonra üs çift başlanmıştır. 1

amaçlı

kullanılmaya

Değişen tehdit algılamalarıyla üs ABD’nin Doğu Akdeniz’de en ileri sürülmüş meydanlarından biri olarak taktik nükleer darbe kabiliyetine de sahip avcı uçaklarının harekât üssü olarak kullanılacak ve bölgede ortaya çıkabilecek herhangi bir silahlı saldırıda görev yapabilecek seviyeye getirildi.2 1950’lerin ortalarında İncirlik Hava Üssü tamamlanmaya yakınken ABD Hava Kuvvetleri planlayıcıları Üssün başka nasıl bir şekilde kullanılabileceğini araştırmaya başladılar. İncirlik Üssüne bu dönemde şu görevleri eklediler: Barış zamanında Türkiye’nin güneyinde ABD Hava Kuvvetlerinin desteklenmesi görevlerini icra etme. Savaş zamanında ise 1

Christopher D. HUNKEL, History of the 39th Air Base Wing and İncirlik Base, Turkey, Adana/İncirlik: 2004, s.11. 2 William M. Arkin and Richard Fieldhouse, Nucleer Battlefields, Washington: An Institude For Policy Studies Book, 1985, s. 76.

20 Akademik Analiz – Haziran 2012


Taktik Hava Üssü operasyonları, Ortadoğu’daki hava indirme görevleri ile birçok görevi de gerçekleştirebilecek kabiliyettedir.3 Lübnan krizinden sonra İncirlik Üssü, ABD Hava Kuvvetleri filolarının rotasyon eğitimi yaptığı bir birlik haline geldi. Bu rotasyon uçuş görevleri 1969 yılında Libya’da gerçekleştirilen Kaddafi darbesi ile birlikte çeşitlenmişti. Bunun nedeni ise Kaddafi’nin Libya topraklarındaki güçlerini çekmesini istemesinden kaynaklanmaktadır. Böylelikle Amerika Libya’daki eğitim alanını kaybetmiştir. Sonuç olarak, ABD Hava Kuvvetleri birçok NATO ülkesiyle müzakerelerde bulunarak yeni eğitim alanları açıp genişletmişlerdir. Bu kapsamda Türk Hava Kuvvetleri de ABD Hava Kuvvetleri’ne taktik eğitim ve atış eğitimi yapabilecekleri Konya’da yeni bir hava üssü açılmasına izin verdi. Konya Hava Üssü, İncirliğin 150 mil batısında birçok silahın denenmesine, yeni silah teslimatı tekniklerinin uygulanmasına ve kimyasal savaş savunma uygulamalarının yapılmasına müsaitti. Aynı zamanda bu bölgede gerçekleştirilen uçuşlar sırasında süpersonik hızda uçabilmelerine imkan sağlıyordu.4 İncirlik Üssünün bir diğer özelliği de ABD’ye ait nükleer silahların NATO planlarına uygun olarak kullanılmak üzere bulundurulan bir üs konumunda olmasıydı. Bu kapsamda Türkiye ile ABD hükümetleri arasında 7 Temmuz 1959 tarihinde HeadDress Anlaşması son olarak da 14 Mart 1995 tarihinde Stockpile Anlaşması yapılarak Türkiye’deki bazı üslerde nükleer silah bulundurulmasının yolu açılmıştı. 5 Bu üsler, İncirlik, Balıkesir ve Çiğli üsleridir. İlerleyen dönemlerde bu üslerden Balıkesir ve Çiğli ABD tarafından kapatılmış ve

ABD’nin nükleer teçhizli tek üssü İncirlik kalmıştı. Diğer yandan İncirlik Üssünde ABD Hava Kuvvetlerine ait 39. Kanat Hava Üssü Komutanlığı mevcut olup, Komutanlık İspanya’dan ve Amerika’dan 48 nükleer kabiliyetli F-4 ve F-16’yı destekleyebilecek kabiliyettedir.6

ABD en başta İncirlik Üssü olmak üzere, Türkiye’deki kullanımına ait üsleri daima Ortadoğu’ya yönelik müdahale planlarında kullanma eğilimdeydi. Sovyet tehlikesi olsun olmasın bu durum değişmemekteydi. ABD Ortadoğu’daki petrol hesapları nedeniyle, gerek Sovyetler Birliği’ne karşı gerekse Ortadoğu’nun kendi iç istikrarsızlığına karşı daima müdahale ihtimalini göz önünde bulundurmuş ve çoğu zaman bunu açıkça ifade etmekten de kaçınmamıştır. Bu sebeplerden ötürü konumu itibariyle bilhassa İncirlik Üssü ve diğer üsler Amerika için hayati öneme sahiptir. Bu konuda Müşterek Kurmay Heyeti Başkanı Hv. Orgeneral J. Brown’a sorulan bir soruya cevaben şu yanıtı vermiştir: “Türkiye’deki üsler Birleşik Amerika için son derece önemlidir. Gerçekte Ortadoğu’da akla gelebilecek herhangi bir ihtimal ve şart altında ABD’nin doğrudan müdahalesini gerektiren bir olayda Türkiye’nin desteği olmaksızın ve bu üsleri

3

Hunkel, a.g.e., s.9. HUNKEL, a.g.e., s. 13-14. 5 HUNKEL, a.g.e., s. 44. 4

6

Arkin and Fieldhouse, a.g.e., s.76.

21 Akademik Analiz – Haziran 2012


kullanmaksızın bunu önlemek mümkün değildir.” 7 1954 yılında yapımı tamamlanan İncirlik Üssü ilerleyen yıllarda değişik birimlerin sorumluluğu altında bulundu. İncirlik Üssündeki ilk teşkilatlanma ABD Avrupa Hava Kuvvetlerinin 1954 yılında ana birim Libya’da konuşlu bulunan 7216. Hava Filosunu (kargo filosu) görevlendirmesiyle oldu. Aynı yıl 7216. Hava Filosundan, filonun ana birimin gelişimini hazırlamak için 3 subay 17 havacı asker ve 6 iletişim uzmanı İncirlik Üssüne geldi. Daha sonra Şubat 1955’de bu filonun geri kalanı da getirildi. Bu teşkilatlanma 1962 yılına kadar devam etmiştir. 1962 yılında ABD Hava Kuvvetlerine ait 39. Taktik Grubun destek üniteleri İncirlik Üssünde aktif hale getirildi. Bu grup üyeleri zamanlarının çoğunu pist, uçak sığınakları ve uçak hangarları yapmakla geçirdiler. Ayrıca bu süreç içinde ülkemizde meydana gelen doğal afetlerin açtığı yaraların 8 sarılmasında da görev almışlardır.

İncirlik Üssü Körfez Savaşından 2003 yılına kadar 39. Kanat organizasyonu altında görev yapmıştır. Üs, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra yeni bir organizasyon emri almıştır. Buna göre Amerikan Hava Kuvvetlerine ait birimler, çıkartma, indirme birlikleri ile 50 adet hava gücünü rotasyon için üsse göndermiştir. Böylelikle yapılan askeri operasyonla İncirlik üssünden de desteklenmiş olmaktaydı. 39. Kanat terörizmle global savaşta İnsani Yardım Harekâtı için tanker uçak ve Lojistik destek Köprüsü görevini almıştır. Bu operasyonun ardından üs Sürekli Özgürlük, Temel Adaleti Sağlama ve Irak’ı Özgürleştirme Operasyonlarını destekleme görevlerinde kullanılmıştır. 39. Kanat, 16 Temmuz 2003 tarihinde 39. Grup Hava Üssü olarak yeniden organize edilmiştir. Grubun yapısının terörizm ile savaşta istenilen desteği sağlayamadığı anlaşılınca 12 Mart 2004 tarihinde 39. Kanat Hava Üssü olarak yeniden düzenlendi. Günümüzde de geçerli olan teşkilatlanması ile 39. Kanat Hava Üssü NATO’nun güney bölgesinde hayati önem taşımaya devam etmektedir. 10 Aşağıdaki tabloda ABD Hava Kuvvetlerinin İncirlik Üssünde görev yapan personel durumu kronolojik sıra halinde gösterilmektedir. Buna göre; 11 YIL

Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi İncirlik Üssündeki hareketlenmenin ve öneminin artmasına sebep olmuştur. Körfez savaşı sırasında 7440. Birleşik Kanat, operasyonun kontrolünü ele almıştır.9 7

Sezai ORKUNT, Türkiye-ABD Askeri İlişkileri, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1978, s. 268.

1955 1956 1957 1958 1959 1960 1961

GÖREVLİ SUBAYLAR 17 16 30 39 30 59 47

GÖREVLİ ASKER 191 259 386 413 629 673 716

8

http://www.incirlik.af.mil/library/factsheets/factsh eet.asp?id=5344, 30.05.2011. 9 HUNKEL,a.g.e., s. 6.

10

HUNKEL, a.g.e., s. 25. 39th Air Base Wing History Office, “Rich with History”, s. 11. 11

22 Akademik Analiz – Haziran 2012


1962 174 1230 1963 62 652 1964 65 625 1965 70 595 1966 141 1635 1967 206 2304 1968 185 1842 1969 203 2056 1970 148 1287 1971 172 1902 1972 182 1994 1973 185 1914 1974 187 1982 1975 92 1112 1976-1979 tarihleri arasında personel sayısını gösteren bilgi bulunamamıştır. 1980 80 1004 1981 204 2192 1982 196 2082 1983 192 2088 1984 180 2099 1985 186 2092 1986 180 1959 1987 168 2002 1988 171 1982 1989 162 1862 1990-1992 tarihleri arasında personel sayısını gösteren bilgi bulunamamıştır. 1993 195 2062 1994 201 1990 1995 231 1939 1996 yılında personel sayısını gösteren bilgi bulunamamıştır. 1997 204 1826 1998 194 1748 1999 135 1133 2000 153 1359 2001 145 1100 2002 140 991 2003 166 1313 2004 153 1356 2005 146 1303

Tablo incelendiğinde 1966 yılında Üssün teşkilatlanma yapısının değişmesi ve üsse savaşçı birliklerin gelmesiyle personel sayısında artış olduğu görülmektedir. Kıbrıs krizini ve silah ambargosunu takip eden yıllar ilişkilerin yara aldığı yıllar olmuş, bu durum personel sayısında bir hayli azaltmaya gidilmesine sebep olmuştur. Yukarıdaki bu personel 12 sayılarına aileler de dâhildir. Sonuç Anlaşılacağı üzere İncirlik üssünün birincil kullanım amacı ABD’nin Sovyetler Birliğini çevrelemek istemesiydi. Daha sonraları Ortadoğu’daki gelişmelerle birlikte, üssün kullanım sahası ikiye bölünmüştür. Kurulduğu ilk yıllarda üsse 119 L Meterolojik Balon Fırlatma Projesi gibi küçük projeler verilmiştir. Üssün ihtiyaç dâhilinde gelişmesi ile birlikte Lübnan Krizi, U-2 operasyonu, gibi operasyonlarda yer almış, başarıyla gerçekleşen bu operasyonlarla birlikte bu üssün önemi artmıştır. Personel sayısındaki artış buna kanıt olarak gösterilebilir. İncirlik üssü Körfez savaşı sırasında farklı iki teşkilatlanma altında görev yapmıştır. Bunlardan biri Birleşik Görev Kuvveti (Combined Task Force) bir diğeri ise 39. Taktik Grup Teşkilatı’dır. Böylesi kapsamlı bir görev için İncirliğin seçilmesinin sebepleri ise hava koşullarının genelde güzel olması, uçsuz bir menzile sahip olması ve Akdeniz’e yakınlığı 13 gösterilebilir. Diğer yandan, İncirlik Üssü ABD ile girilen gergin dönemlerde Türk hükümeti tarafından bir koz olarak masaya 12

Osman Atalay AKMAN, İncirlik Üssünün Kullanımı ve Trük-Amerikan Stratejik Ortaklığındaki Yeri, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, Ekim, 2007. 13 Osman Atalay AKMAN, a.g.e.

23 Akademik Analiz – Haziran 2012


konulmaktadır. Yine bu gergin dönemlerde halk tarafından yapılan gösteri ve mitinglerde İncirlik Üssü’nün kapatılmasına yönelik seslerin yükseldiği aşikârdır. Ancak son zamanlarda Türkiye’nin PKK ile mücadele sürecinde ABD ile yürütülen karşılıklı istihbarat alışverişinde Amerikan yönetiminin de İncirlik Üssü’nün kullanımına ilişkin isteklerle masaya gelmiş olabileceği mümkündür. Buradan hareketle denebilir ki, karşılıklı çıkarlar esasına dayalı TürkiyeABD ilişkileri olumlu yönde seyrettiği sürece İncirlik Üssü’nün ABD tarafından kullanımına devam edilecek gibi görünmektedir.

Kutay Tevfik KARAGÖZ Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Bölümü Kaynakça AKMAN Osman Atalay, İncirlik Üssünün Kullanımı ve Türk-Amerikan Stratejik Ortaklığındaki Yeri, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, Ekim, 2007. ORKUNT Sezai, Türkiye-ABD Askeri İlişkileri, Milliyet Yayınları, İstanbul. ARKIN William M. and FIELDHOUSE Richard, Nucleer Battlefields, Washington. HUNKEL Christopher D., History of the 39th Air Base Wing and İncirlik Base, Turkey, Adana. http://www.incirlik.af.mil/library

24 Akademik Analiz – Haziran 2012


ABD’nin Balkanlar Politikası Cenk Tamer Balkanlar Bölgesi uzun süren Osmanlı döneminin ardından I. Dünya Savaşı sonrası kısa bir bağımsızlık dönemi yaşamış, II. Dünya Savaşı sonrası oluşan çift kutuplu dünyada Yunanistan hariç Doğu Bloğu’nun siyasal, askeri ve ekonomik kontrolü altına girmiştir. Balkanlar 45 yıl süren Sovyet vesayetinin ardından Soğuk Savaş’ın bitmesinin yanında Yugoslavya’nın dağılması ile tekrar dünyanın gündemine oturmuştur. Bölgede iç çatışmalar yaşanmış, güvenlik endişeleri artmış, bölge ABD, AB, Rusya’nın siyasi çatışma sahası olmuştur.

Y

ugoslavya’nın dağılma sürecine girmesi, Rusya Federasyonu’nun 1990’ların ilk yarısındaki etkisizliği ile birleşince Avro-Atlantik Dünyası’nın Balkanlar Bölgesi’nde siyasal ve ekonomik etkinlik kurmasının önündeki engeller ortadan kalkmıştır. Ne var ki AB bu fırsatı değerlendirebilecek ortak dış politika alternatiflerine, siyasal ve özellikle askeri güce sahip değildi. Bu durum ABD’nin bölgedeki etkinliğini ve gücünü daha da kuvvetlendirmiştir. ABD, AB ve Rusya’nın içerisinde bulunduğu güç durumundan faydalanarak Balkanlar’da ve genel olarak Güneydoğu Avrupa’da ki siyasal gücünü arttırmak yönünde girişimlere başlamıştır. ABD’nin Balkanlar üzerindeki stratejisini 6 başlıkta toplamak mümkündür. Balkan halklarının önemli bir bölümü ile tarihsel, kültürel ve siyasal bağları bulunan ve SSCB döneminde

bölgeyi siyasal ve askeri etkisi altına alan Rusya’nın Balkanlar’da ki etkinliğini sınırlamak hatta bitirebilmektir. Bu amacına ulaşabilmek için ekonomik gücünü bir araç olarak kullanmakta, siyasal anlamda ciddi bir yumuşak güç unsuru olan AB’nin doğuya doğru genişleme sürecini desteklemektedir. ABD’nin Balkanlar stratejisinin ikinci önceliği; bölgede ABD yanlısı yönetimler oluşturabilmek için tedbirler alabilmek ve bölge hükümetlerinin siyasal yöneliminin kendi isteği doğrultusunda işlemesini sağlayabilmektir. Bunu gerçekleştirebilmek için de iktidarda ya da muhalefette olan siyasi partiler ve isimler ile yakın temas kurulmaktadır. ABD bu durumda ekonomik, siyasal, psiko-sosyal her türlü aracı kullanmaktadır. •

25 Akademik Analiz – Haziran 2012


Bölgede Rusya ya da AB’nin kesin bir siyasal kontrol sağlamasını engellemek, ayrıca bölge ülkeleri tarafından geliştirilecek bağımsız bir bölgesel entegrasyon girişiminin önüne set çekebilmektir. ABD, Balkanlar’ın kendi kontrolünde şekillenmesini istemekte ve kendisini dışarıda bırakacak bağımsızlık girişimlerinin yanı sıra müttefiki AB’nin bölgeye ilişkin bağımsız bir politika oluşturma yönündeki girişimlerine karşı çıkmaktadır.

hissettiği dezavantajı ortadan kaldırabilmek için bu havzayı çevreleyen toprak parçaları üzerinde etkin bir dış politika yürütmek istemektedir. ABD, Soğuk Savaş sonrası Balkanlar’ı kontrol altında tutabilmek için hazırladığı dış politika stratejilerini pratiğe nasıl yansıttı?

ABD, Soğuk Savaş sonrası Balkanlar’da pimin çekilmesine neden olan Yugoslavya’nın dağılışı sürecine uzun süre tepkisiz kalmıştır. Bunun en önemli nedeni ABD’nin Balkanlar’ın göbeğinde büyük ve güçlü bir Yugoslavya istememesidir. ABD, Güney Slavların küçük devletlere bölünmelerini arzulamıştır. Zira ABD, bu bölünmenin iç savaş yaşanmadan gerçekleşemeyeceğinin bilincindeydi ve bu tarz iç savaşlar küresel güçlerin bölgesel müdahaleleri için çok uygun bir ortam yaratıyordu. Üstelik küçük devletlerin yönetilmesi çok daha kolaydı.

ABD’nin Balkanlar Bölgesi’ne yönelik olarak uyguladığı politika stratejilerinden bir başka kırılma noktası ise Karadeniz Havzası ile ilgilidir. Balkanlar bölgesi, siyasal ve ekonomik geleceğinde çok önemli bir yere sahip olacağı belirtilen Karadeniz Havzası’nın batısında yer almaktadır. ABD hiçbir zaman etkinlik kuramadığı Karadeniz Havzası’na girebilmek ve bu havzada Rusya’ya karşı

ABD’nin Bosna krizine yönelik BM çerçevesinde yürüttüğü düşük profilli angajman politikası Srebrenitsa katliamı ile değişmiştir. Bu bağlamda 5 Şubat 1994’te Saraybosna’da gerçekleştirilen Sırp saldırısı sonucunda 65 kişinin ölmesi ve 200’den fazla kişinin yaralanması Washington’u Bosna konusunda tutum almaya zorlamıştır. ABD, Bosna-Hersek’te tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden ne

ABD’nin Balkanlar stratejisinin dördüncü kırılma noktası; AB’nin doğuya doğru genişlemesine destek verilerek Soğuk Savaş döneminde oluşturulan AvroAtlantik ittifakı çerçevesinde AB’ye olan desteğin sürdüğünü gösterebilmek ve böylece Avrupa’nın ABD’den bağımsız hareket etmesini isteyen çevrelere mesaj verebilmektir. •

ABD’nin Balkanlar stratejisinin beşinci kırılma noktası ise günümüz uluslararası konjonktürünün en önemli güç unsurlarından biri olan enerji ile ilgilidir. ABD, Orta Asya-Hazar ve Ortadoğu Bölgeleri’nde bulunan enerji kaynaklarının Avrupa’ya aktarılması konusunda Rusya topraklarının dışında kalan en önemli doğu-batı yönlü güzergâh olan Balkanlar bölgesini kontrol edebilmek ve bu önemli transit geçiş güzergâhını Rusya’ya kaptırmamak için çeşitli politikalar uygulamakta ve projeler üretmektedir.

26 Akademik Analiz – Haziran 2012


Rusya’nın ne de AB’nin durduramadığı soykırıma kadar varan iç savaşı bitiren Dayton andlaşması’nın mimarı olarak ciddi bir saygınlık elde etmiştir. Dayton andlaşması siyasal, sosyal ve kültürel sorunları ortadan kaldıramamış olsa da kanlı çarpışmaları durdurduğu için önemli bir adım olarak kabul edilmektedir. Bu andlaşma ABD’nin Balkanlar’da sorun çözücü bir aktör haline geldiğini kanıtlamıştır. Zamanlama ve içerik bakımından Bosna kriziyle karşılaştırıldığında, Kosova krizinde ki Amerikan politikasının daha hızlı ve daha kararlı bir görünüme sahip olduğu ifade edilebilir. Kosova’da yaşanan krize yönelik Amerikan angajmanını tetikleyen en önemli olgu bölgede oluşan istikrarsızlığın yayılma potansiyelinin oldukça yüksek olmasıydı. Çatışmalar sonucunda ayrılıklar daha kolay hale gelebilir ve tüm bölge bu çatışmalardan etkilenebilirdi. Örneğin; çıkabilecek bir olay iki önemli NATO üyesi Türkiye ve Yunanistan’ı doğrudan güvenlik bakımından etkileyebilirdi. Bu nedenle ABD bölgeye angaje olma yolunu tercih etmiştir. ABD’nin Bosna ve Kosova’ya yaptığı siyasi ve askeri müdahaleler sonucunda Sırpların Batı ile işbirliğine zorlanması, aynı zamanda Rusya’ya balkanlar konusunda verilmiş bir üstünlük mesajı niteliğindedir. ABD, Bosna ve Kosova’dan farklı olarak Makedonya’da özellikle önleyici diplomasiyi kullanarak olası istikrarsızlık unsurlarının önüne geçmeye çalışmıştır. Nitekim Makedonya içinde başlayan 2001 krizi henüz ülke dışına taşmadan ve askeri müdahale gerektirmeden diplomatik yöntemler ile kolayca çözüme kavuşturulabilmiştir. Şüphesiz bu krizin çözümünde ABD’nin katkısı oldukça büyüktür. Ancak başta AB olmak üzere diğer aktörlerinde Makedonya’da ki

istikrarsızlığın bölgeye yayılmadan önlenmesini istemeleri ve bu amaçla ABD’ye destek vermeleri krizin hızlı bir şekilde çözülmesinde etkili olmuştur. Diğer bir açıdan bakıldığında ise baba Bush döneminde ‘’ Yeni Dünya düzeni ‘’, Clinton döneminde ‘’ Seçici angajman ve genişleme ‘’, Oğul Bush döneminde ‘’ Önleyici savaş ‘’ gibi söylemler aslında özü itibariyle ABD’nin Dünya politikasında ki üstünlüğünü korumayı amaçlamaktaydı. Bu çerçevede Bosna, Kosova, Makedonya angajmanları dünya genelinde ABD’nin askeri ve siyasi üstünlüğünü göstermesi açısından kaçırılmayacak bir fırsattı.

ABD’nin Balkanlar stratejisinin en önemli parçaları ise Romanya ve Bulgaristan’dır. Karadeniz Havzası’nın batısında yer alan ve bugün Karadeniz bağlamında adı geçen en önemli müttefik ülkeler olarak görülen bu iki ülkenin Rusya’dan siyasal ve askeri anlamda uzaklaşmalarına verilen destek bu ülkelerin AB ve NATO üyelik süreçlerinin olumlu sonuçlanmasının en önemli itici gücü olmuştur. ABD aynı zamanda bu ülkelerin NATO üyelikleri ile yetinmemiş ve her iki ülkeden de ABD üsleri oluşturulması konusunda onay alarak çalışmalara başlamıştır. NATO komutası altında Karadeniz’e savaş gemileri sokabilmenin önündeki en önemli hukuksal engel olan Montrö Boğazlar 27

Akademik Analiz – Haziran 2012


Sözleşmesi’nin değiştirilebilmesi konusunda sözleşmede imzası olan Soğuk Savaş sonrası ABD ile çok yakın siyasal ve askeri ilişkiler geliştiren Bulgaristan ve Romanya’yı kullanabilmeyi arzulamaktadır. ABD; Orta Asya, Hazar ve Orta Doğu enerji kaynaklarının Avrupa’ya aktarılmasını sağlayacak ve AB’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığını biraz olsun azaltacak Balkan geçişli projelere siyasal ve ekonomik anlamda destek olmaktadır. Nabucco Projesi henüz hayata geçirilmemiş olmasına karşın bu anlamda kullanılabilecek en önemli girişim olarak görülmektedir. ABD’nin askeri bakımdan Balkanlar’a müdahil olmasına muhalefet edenler bulunmaktaydı. Muhalifler Balkanlar’da ki krizlerin temelde Avrupa’nın sorunu olduğunu bu bakımdan ABD’nin askeri kuvvetlerini geri çekerek, barışı koruma operasyonlarının tamamen Avrupa’nın sırtına yıkılması gerektiğini savunmaktaydılar. Bu görüşe karşı olanlar ise; ABD’nin denizaşırı bölgelere, eğer o bölgelerde yaşamsal çıkarları varsa askeri bakımdan müdahale etmesi gerektiğini savunmuşlardır. Bazıları da ABD’nin barışı koruma operasyonları içinde yer almasını eleştirerek Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin ABD’nin çıkarları doğrultusunda savaşmak görevi ile yükümlü olduğunu ‘’ Yeni bir ulus yaratmak ‘’ gibi bir görevin altına girmemesi gerektiğini savunarak ABD’nin

Bosna ve Kosova’ya müdahalesine karşı çıkmışlardır. Sırbistan’da demokratikleşme ve reform sürecinin desteklenmesi, Kosova’ya istikrar getirilmesi ve siyasal bakımdan geleceğinin belirlenmesi, Makedonya’da etnik kesimlerin uyum içinde yaşamalarının desteklenmesi son olarak da Balkanlar’ın bütününde istikrarın sağlanması için bölgeye destek sağlanması ABD’nin düzeltilmesini gerek gördüğü başlıca sorunlarıdır. Birbirinden farklı gibi görünen bölgesel sorunların çözülebilmesi için sorunların aynı anda ele alınması gerekmektedir. Çünkü sorunlar iç içe geçmiş ve girift bir hâl almıştır. Bölgesel istikrarın sağlanmasında, Balkan ülkeleri arasında çok uluslu projelerin sayısının ve niceliğinin artırılması önemlidir. İster ABD ister AB isterse Rusya kaynaklı olsun bu tür işbirlikleri Balkan ülkeleri arasındaki derinleşmiş ayrılıkların ortak çıkarlara çevrilmesi fırsatını verecektir. Mustafa GÜVEN Atatürk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Kaynakça 1-) Soğuk Savaş Sonrasında ABD’nin Balkanlar Politikası, Tayyar ARI & Ferhat PİRİNÇÇİ 2-) ABD’nin Soğuk Savaş Sonrası Balkan Politikası, Bülent UĞRASIZ 3-) İkinci Dünya Savaşı’ndan Günümüze Değin Balkanlar 1945- 1989, Gürkan DEĞİN 4-) Soğuk Savaş Sonrası Kosova Sorunu, Hüseyin EMİROĞLU

28 Akademik Analiz – Haziran 2012


29 Akademik Analiz – Haziran 2012


ABD'nin Dış Politika Gelenekleri Betül Karakuş ABD'nin dünyadaki en büyük kaynaklara sahip olma tutkusunun varlığını ve bu tutkunun büyüklüğünü hepimiz biliyoruz. Peki, neydi ABD'yi bu tutkuların peşinde sürükleyen ve dünyanın zirvesi haline getiren? bu sorunun cevabını incelerken Şüphesiz karşımıza birçok unsur çıkacaktır. Bana

göre bunların en önemlisi kurulduğu dönemde önünde hali hazırda bulduğu geniş alandı. Bu alan sayesinde on üç koloninin bir araya gelerek oluşturduğu bu federasyon yayılmacı politikayı benimsedi. Diğer önemli bir unsur da Avrupa kıtasından uzak oluşuydu; bu durum kesinlikle ABD'nin güçlenmesini sağlamıştır. Bir araya gelen bu on üç koloni topraklarını kısa süre içerisinde sahiplendi, kurucu Devlet Başkanlarının da sahip olduğu statüler sayesinde güçlü bir ordu oluşturdu. Hem sahiplenme arzusu hem de güçlü orduları sayesinde ABD sürekli bir biçimde genişledi ve bu süreç onu dünyanın zirvesine taşıdı. Bütün bunların yanı sıra bir araya gelen bu on üç koloninin oluşturduğu bu federasyonun yeni bir başlangıcı vardı; kısıtlamaları yoktu. Bunun sebebi de

geçmişlerinin olmamasıydı. Uymak zorunda oldukları anlaşmalar ve belirli bir dış politika anlayışları mevcut değildi. Kısaca kurulduğu dönemde ABD'nin siyasi açıdan büyük bir özgürlüğü vardı ve belki de en önemli avantajı da buydu. Bütün bu olumlu yanlar usta diplomatların da işçiliği ile birleşince büyük başarıların temelleri atılmış oldu. Diğer bir nokta; ABD halkı kendilerinin ''Tanrı'nın seçilmiş halkı'' olduklarına inanıyordu. ABD'nin dördüncü Devlet Bakanı olan James Madison ABD öncesi dönemi ''kaba kuvvetin egemen olduğu karanlık çağ'' olarak nitelendirmekteydi. 2. Devlet Bakanı John Adams'a göre de Kuzey Amerika'ya sahip olmak ABD'nin en doğal hakkıydı. Washington'un Mesajı ABD'nin kurucusu George Washington'un görevden ayrılırken yayınladığı veda 30

Akademik Analiz – Haziran 2012


mesajında; doğası itibariyle Avrupa siyasetinin Amerika'ya yabancı olduğunu belirterek, ABD'nin ileride Avrupalı güçlerle aynı ittifak içinde yer almaktan uzak durması gerektiğini vurguluyordu.

olmak Tanrı'ya karşı gelmekti. Bu inanç bununla da kalmıyordu; Tanrı aynı zamanda ABD'yi dünyanın geri kalan yerlerini de özgürleştirme göreviyle görevlendirmişti.

Bütün bunlar da ABD'ye hem bir halk ayrıcalığı getiriyor hem de ABD'de ''tek taraflılık'' olarak ortaya çıkıyordu.

Bütün bu gelenek ve inanışlar bir arada incelendiğinde ABD'nin bugün dünyanın zirvesine ne yöntemlerle geldiğini görebiliyoruz. Hala aynı yöntemleri kullanarak, geleneklerine bağlı kalarak dış politikasını sürdürdüğünü söylemenin yanlış olmayacağı kanaatindeyim; Soğuk Savaş döneminin ardından Kafkasya coğrafyasında ortaya çıkan güç boşluğu durumunun ABD'nin yeni dönem dış politikası açısından önemli bir unsur olması bu kanaatimi destekler niteliktedir.

Tek Taraflılık İlkesi Monroe Doktrini ile 1823'te kendini kesin bir biçimde göstermektedir. Bu doktrin ile Eski Dünya: Avrupa ve Yeni Dünya: Amerika birbirinden kesin çizgilerle ayrılır. Doktrine göre birbirinden farklı olan bu iki dünya kesinlikle birbirinden uzak tutulmalıydı. John Sullivan'ın Siyasal Felsefesi: Açık yazgı... Bu yaklaşım ile ABD'nin Kuzey Amerika'yı sahiplenme arzuları iyiden iyiye derinleşmiştir. Açık Yazgı felsefesine göre; ABD yayılma hakkına sahipti ve bu hakkı ABD'ye Tanrı'nın bizzat kendisi vermişti. ABD'nin ilerleyişini durdurmak buna engel

Betül KARAKUŞ Erzurum Atatürk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

31 Akademik Analiz – Haziran 2012


1973 Petrol Krizi’nin Uluslararası Politikaya Yönelik Analizi Samet Güneş “Öncelikle bu makalenin ana konu başlığı olan petrolün uluslararası alanda geçerli olan tanımını yaparak makalemize başlamak yerinde olacaktır. “Petrol sözcüğü, kelime kökeni olarak yunanca - latince’ de taş anlamına gelen “petra” ile yağ anlamına gelen “oleum” sözcüklerinin birleşiminden doğmaktadır.

P

etrol, benzin, motorin, fueloil vb. belirli bir yakıtı belirtmek için değil, doğal halde bulunan ve yer altından çıkarılan ham petrolü ifade etmek için kullanılır.” 1 Bu tanımın ardından makalemizin esas konusunu içeren 1973 petrol krizinin dünyayı sarsmasının temel sebebi petrol tüketiminden kaynaklanmaktadır. Dünyadaki petrol tüketimi, ülkelerin nüfus ve toprak genişliğinden çok, ekonomileri ile yakından ilgilidir. Bu sebepten dolayı ki bu krizden en çok etkilenen veya kriz sırasında endişeye kapılan ülkeler, G-7 olarak bilinen sanayileşmiş yedi ülke (ABD, Kanada, Fransa, İtalya, İngiltere, Almanya, Japonya) ve Rusya Federasyonu olmuştur. Dünya petrol rezervlerinin % 61 orta doğu 1

Yrd. Doç. Dr. H. Naci BAYRAÇ – Uluslar arası Petrol Piyasasının Ekonomik Analizi

bölgesinde yer almaktadır. Bölge bu sebepten dolayı uluslar arası sistemde önemli bir yere sahiptir. Bu önemini bölge ülkeleri 1973 yılında tüm dünyaya göstermek istemişlerdir. Ancak bu etki gösterme isteği bir takım sebeplerden dolayı etkisini çok az hissettirmiş veya etkisini önemli ekonomiler üzerinden çabuk yitirmiştir. 1973 Petrol Krizinin Ortaya Çıkışı “1967 savaşı sonunda nasıl Araplar Filistin komandolarını İsrail’e karşı bir yıpratma savaşının vasıtası olarak kullanmaya karar verdilerse, 1973 Arap - İsrail savaşının sonunda da “petrolü” İsrail ‘e karşı değil, fakat batıya karşı siyasi silah olarak kullanmaya karar verdiler ve bunun neticesinde de bütün dünya da bir petrol krizi ortaya çıktı. Aslına bakılacak olursa 1973 petrol krizi doğrudan doğruya 1973 Arap- İsrail savaşının sonucu değildir. Bu savaş krizi hızlandırmıştır. Üretici ülkeler 32

Akademik Analiz – Haziran 2012


için petrol problemleri yıllardan beri oluşma halinde bir mesele idi. OPEC (Organization of Petroleum Exporting Countries) Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı, 1960 yılında kurulmuştur. Bu teşkilatın üye sayısı on üçe kadar yükselmiştir. Teşkilatın kuruluş amacı petrol fiyatlarının tespiti başta olmak üzere, hepsini ortak olarak alakadar eden meselelerin birlikte çözümünü sağlamaktı. Bu amaçla birlikte OPEC ‘in 1973 Arapİsrail savaşına kadar bir şey yaptığı söylenemez.” 2 Hemen şunu belirtmekte yarar var ki 1970 ‘den itibaren, hemen bütün orta doğu ülkelerinde, petrol şirketlerine el koyma eğilimi başladı. Örneğin, Irak ‘ta 1972 ‘de Iraq Petroleum Company‘yi tamamen millileştirdi. Arapların 1967 Arap- İsrail savaşında ummadıkları bir yenilgi almalarının ve büyük bir toprak parçasının kaybından sonra petrolü batıya ve bilhassa ABD ‘ye karşı kullanma eğilimi baş gösterdi. Bu maksatla beraber OAPEC (Organization of Arap Petroleum Exporting Countries) Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Teşkilatı kuruldu. Ancak petrolün ABD ‘ye karşı silah olarak kullanılması mümkün olmadı ve ABD batıya karşı silah olarak kullanılmasına izin vermedi. Bunun sebeplerine sonraki bölümlerde ayrıntılı olarak değinilecektir. “Krizin çıkması 1973 Ocak ayında varili 2.59 dolar olan Arap petrolü, 1973 Ekiminde 5.11 ve 1974 Ocak ayında da 11.65 dolara çıktı. Bu bir yıl içinde dört misliden fazla bir artış demekti. Bu fiyat artışları Batı Avrupa da ve Japonya ‘da paniğe sebep oldu. Ortak Pazar veya resmi adı ile Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı (E.E.C.) 6 Kasım 1973 ‘de yayınladığı bir bildiri de, Güvenlik Konseyi‘nin 242 ve 338 sayılı kararlarını desteklediklerini, kuvvet

yoluyla toprak kazanılmasını kabul etmediklerini, İsrail ‘in 1967 de işgal ettikleri topraklardan çekilmesini, bununla beraber, bölgedeki her devletin egemenlik, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı ile “güvenlikli ve tanınmış sınırlar içinde” barış içinde yaşama hakkına saygı gösterilmesi gerektiğini ilan ettiler.” 3 Olayların gelişme biçiminden anlaşılacağı gibi Arap ülkeleri batı üzerinde bir etki yaratmışlar ancak bu etkiyi devam ettirememişlerdir. Bunun iki sebebi mevcuttur bunlara ABD‘nin bölge politikası içinde yer verilecektir.

Dönemin Mevcut Siyasi Ve Ekonomik Yapısına Genel Bir Bakış 1973 petrol krizinin etkili olamamasının en büyük sebeplerinden biri ABD ‘nin oynadığı roldür. Bu rolünde anlaşılması için dönemin siyasi ve ekonomik yapısına bakmak gereklidir. II. Dünya Savaşı ‘nın ardından dünya çift kutuplu bir sisteme bürünmüştür. Soğuk savaş olarak adlandırılan 1945-1991 döneminde dünyanın iki süper gücü olan ABD ve SSCB birçok kez karşı karşıya gelmişler ve sıcak savaşın eşiğinden defalarca dönmüşlerdir. Ancak böyle bir dönemde 1960-1970 yılları arası detant( yumşama) dönemi olarak 3

2

Prof. Dr. Fahir ARMAOĞLU – 20. Yy Siyasi Tarihi

Prof. Dr. Türel YILMAZ – Uluslar arası Politikada Ortadoğu

33 Akademik Analiz – Haziran 2012


tarihe geçmiştir. Aslında bu detant döneminden sonra ABD ‘nin tek süper güç olarak ortaya çıkacağı belli olmuştur çünkü ABD “hegemonik istikrar teorisi” ile bu tezi desteklemiştir. Burada hegemonik istikrar teorisine değinmek isiyorum çünkü sadece bu konuyu anlamak için değil dünyanın üzerinde bulunan günümüz Amerikan sistemini anlamak ve yorumlama da çok ciddi yol aydınlatıcı bir kavram olacaktır. II. Dünya Savaşı‘nın ardından Avrupa kıtası tam bir çöküntü geçirmiş ve ekonomileri iflas etmiştir. Dönemin şartlarında Amerikan ekonomisi dinamik, üretken ve muazzam bir potansiyele sahiptir. Aynı zamanda savaştan etkilenmemiştir. Bu şartları göz önüne alarak Amerikan sistemi dünyaya ilk olarak “Truman Doktrini” ile ekonomik yardım yapmaya başlamış bunu “Marshall Yardımı” izlemiştir. Bu sistemlerle Amerikan ekonomisi hem dünya ülkelerini kendine borçlandırmakta ve elinde kalan üretim fazlası malları satacak Pazar bulmaktaydı. Böylece tam bir hegemon sistemi kurulmuş olmaktaydı. Hegemon olan lider devlet çevresine topladığı ülkelere büyük çıkarlar sağlamakta ve en büyük çıkarı ise kendi elde etmekteydi. Bu sistem 1950 ‘li yıllara kadar böyle gelmişti. Amerikan sistemini zaman içinde koruyup yardım ettiği Avrupa devletleri yavaş yavaş büyümüş ve her alanda söz sahibi olur hale gelmişti. Bunula birlikte Amerikan sistemine rakip konuma geçecek ve yeni bir hegemon oluşturacak devletler meydana çıkmış hegemonik istikrar ise tehlikeye girmiştir. Bunların sonucu olarak dünya 1970lerde ekonomik kriz yaşamıştır. Amerikan sistemi bu krizden neoliberal sistem ile çıkmış ve liderliğini devam ettirmiştir.

Bu dönemlerde Sovyetler Birliği ise rejim ihracı politikasına devam etmekte ve doğu bloğunu kurmuştur. Ortadoğu ülkelerine geldiğimiz zaman ise bu ülkeler bir birlik kurma çabası içinde olup bir türlü birliği sağlayamamışlardır. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Bu sebeplerden başlıcaları devletlerin çıkarlarının uyuşmaması ve farklı politikaları izlemeleri, kendi içlerinden bir lider çıkaramamaları olarak sıralanabilir. Bu sebeplerden dolayı petrol zammından da istenilen beklenti görülememiştir.

1973 Petrol Krizinde ABD Faktörü Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım Amerikan hegemonik sistemi 1973 yılında Arapların petrolü batıya karşı bir silah olarak kullanmasına izin vermemişlerdir. Çünkü, her şeyden önce, Batı’nın ve bilhassa ABD ‘nin tek petrol kaynağı Ortadoğu değildi. Amerika ‘nın kendi üretimi olduğu gibi, Venezüella, Nijerya, ve Endonezya gibi başka petrol ihracatçısı ülkelerde vardı. Arapların bu petrol silahına karşı Amerika‘nın başvurduğu ikinci yolda, Avrupa İktisadi İşbirliği Ve Kalkınma Teşkilatı(OECD) çerçevesinde 1974 Ekiminde, Amerika, Kanada, Fransa hariç Ortak Pazar ülkeleri, Japonya, ispanya, Türkiye, Avusturya, İsviçre, İsveç, Norveç, ‘in katılması ile Milletlerarası Enerji Ajansı‘nın (International Energy Agency) kurulması oldu. 34

Akademik Analiz – Haziran 2012


Bu kuruluşun amacı, enerji ve fakat bilhassa petrolün sağlanmasında, kullanılmasında bir işbirliğini, dayanışmayı ve ortak planlamayı gerçekleştirmekti. Ortak Planlama çalışmalarında, daha sonra, her üye ülkenin en az 60 günlük petrol stokuna sahip olması prensibi kabul edilmiş ve daha sonra da bu stok miktarı 90 güne çıkarılmıştır. Bundan başka, petrol sıkıntısına düşmeleri halinde, üye ülkelerin birbirlerine yardım etmeleri esası da kabul edilmişti.4 Amerikan hegemonik sistemi kendi otoritesini sarsacak hiçbir etkene izin vermek istememiştir. Hegemon liderliğini devam ettirebilmek ve istikrarı sürdürebilmek için gerekli tedbirleri almıştır. Bu tedbirlerin uygulanmasında da zorluk çekmemiştir. Çünkü Arap ülkeleri karalı olamamıştır. Arap Ülkeleri Niçin Başarısız Oldu? Osmanlı İmparatorluğu‘nun dağılmasından sonra Ortadoğu bölgesinde meydana gelen güç boşluğu ve petrolün öneminin artması ile beraber dünya petrol rezervlerinin %61 ni bünyesinde bulunduran bölgeye emperyal güçler tarafından ilgi artmıştır. Bölge ülkeleri ilk etapta İngiliz ve Fransız sömürgeleri olmuş ardından da Eisenhower Doktrini ile bölgeye girmeye başlamış Amerikan emperyal sistemine girmişlerdir. Bölgenin elinde bulundurduğu tek ekonomik güç petroldür. Diğer ihtiyaçlarında ithalata muhtaçtırlar. Arap ülkeleri petrol fiyatlarını arttırdıkları zaman ithalatçı ülkelerde ithal mallarına zam uygulamasına gitmişlerdir. Arap ülkeleri bunu göze almak istememişlerdir. Arap ülkelerinin petrol silahını kullanmada iki yolları mevcuttu. Bunlardan ilki petrol üretimini kısmaktı ikincisi ise fiyatları arttırmaktı. Araplar petrol üretiminin kısılmasının daha caydırıcı olduğunu 4

bildikleri halde bu yola başvurmamışlar ve diğer yolu seçmişlerdir bunun sebebi ithalatçı batı ekonomisinden çekinmeleridir. Diğer bir başarısızlık sebebi ise Arap ülkelerinin çıkar çatışması ve bir birliktelik gösterememeleridir. Aynı zamanda içlerinden bir lider çıkaramamalarıdır. Sonuç 1973 Petrol Krizi her ne kadar istenilen sonucu vermemiş olsa da Arap ülkelerinin ellerindeki gücü kullanarak bir ses çıkarmaları açısından önem teşkil etmektedir. Bu bölgede biz de varız bölgenin önemini arttıran petrolün sahibi biziz mesajı vermesi açısından önemlidir. Bölge de bizde varız mesajı bugün Arap Baharı ile de gayet net bir şekilde dünya kamuoyuna verilmektedir. 1970 ekonomik krizinden sonra Amerika gücünü tazelemiş ve bu petrol krizinin aşılmasını sağlamakla da gücünü pekiştirmiştir. Samet GÜNEŞ Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Kaynakça Prof. Dr. Fahir ARMAOĞLU - 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi. Prof. Dr. Türel YILMAZ – Uluslar arası Politikada Ortadoğu. Doç. Dr. Mehmet Akif OKUR – Emperyalizm Hegemonya İmparatorluk. Yrd. Doç. Dr. H. Naci BAYRAÇ - Uluslararası Petrol Piyasasının Ekonomik Analizi.

Prof. Dr. Fahir ARMAOĞLU – 20. Yy Siyasi Tarihi

35 Akademik Analiz – Haziran 2012


36 Akademik Analiz – Haziran 2012


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.