MUZ - MigrantInnenUmweltZeitschrift: Ausgabe 5/2010

Page 1


Die Berliner Natur kennen lernen und schützen – mit dem NABU Berlin

für Mensch und Natur Landesverband Berlin

NABU Berlin e.V., Wollankstraße 4, 13187 Berlin, Tel.: 030 / 98 60 837-0 www.nabu-berlin.de MUZ0510_Layout_V04.indd 2

06.10.2010 14:59:26 Uhr


MUZ Oktober |2010

EDITORIAL

Sevgili okuyucular,

Epirrhema (Son söz)

Epirrhema

Doğayı izlerken, gereken, Her şeyi birmiş gibi izlemen. Hiç bir şey ne içte, ne de dıştadır, Çünkü içerde olan dışarıdadır. Beklemeden tutun öyleyse, Herkesin bildiği kutsal sırrı.

Müsset im Naturbetrachten Immer eins wie alles achten; Nichts ist drinnen, nichts ist draußen; Denn was innen, das ist außen. So ergreifet, ohne Säumnis, Heilig öffentlich Geheimnis.

– Johann Wolfgang von Goethe –

Liebe Leserinnen und Leser, Bu sayımızda ana konumuz doğa koruma. Doğa insanlığın var oluşundan bu yana temel hayat kaynağıdır. Hızla gelişen dünyamızda onu korumak, her zamankinden çok daha önemlidir. Doğa koruma, doğal kaynakların, örneğin suların, ormanların ve toprakların, nasıl korunduklarını inceler. Doğa koruma bir lüks değildir. O, insanlığın refahıyla doğrudan ilgilidir. Günümüzde, insanlık büyük engellerle karşı karşıyadır. Birleşmiş Milletler’in 1992 yılında Rio kentinde yaptığı bir toplantıda, dünyanın birçok ülkesi bir anlaşmaya imza atmıştır. Bu anlaşmanın içeriği, biyolojik çeşitliliği içermekteydi. Doğanın kalıcılığını ve korunmasını içeren bu anlaşma, kendi alanında bir ilktir. En önemli üç amaç şunlardır; biyolojik çeşitliliğin korunması, doğanın kendini yenileyebilecek şekilde kullanımı ve doğal genetik kaynakların adil kullanımı. Ve fakat bu anlaşmanın üzerinden yaklaşık 20 yıl geçmesine karşın, türlerin günden güne yok olmaları engellenememekte, nesli tükenmekte olan bitki ve hayvan türlerinin sayısı artmakta ve binlerce bitki ve hayvan türünün yaşam alanları, özellikle yağmur ormanları, tahrip edilmektedir. Doğadaki çeşitlilik kaybolmaktadır. BM’in, 2006 yılındaki bir toplantıda, 2010 yılını uluslararası biyolojik çeşitlilik yılı olarak ilan etmesi de, bu durumu pek değiştirmemiştir. Dergimizin bu sayısında, doğanın kentte de zengin olduğunu gösteren bir makalenin yanı sıra, biyogaz tesislerinin doğal yaşam alanlarını nasıl tahrip ettiklerini, Türkiye’nin flora ve faunasını, yabancı dil doğa projesinin Arapça olarak tanıtımını, Federal Çevre Bakanlığı, Çevre koruma dairesinin başkanıyla yapılan röportajı ve daha birçok makaleyi ve bilgiyi bulabilirsiniz. Bu sayının hazırlanmasında ve dağıtılmasında emeği geçen herkese teşekkür ederim. Okurken eğlenmeniz ve düşünmeniz dilekleriyle! Doğanın tahrip edilmesinden sorumlu olanların, çok geç olmadan, doğanın bize değil, bizim ona ihtiyacımız olduğunu anlayacakları umuduyla!

In diesem Heft ist der Naturschutz das Schwerpunktthema. Die Natur gibt uns die Lebensgrundlagen seit der Existenz unserer Spezies. Sie zu schützen, ist in der immer rasanter wachsenden Welt wichtiger denn je. Der Naturschutz betrachtet alle Nutzungsarten von natürlichen Ressourcen, wie die Nutzung von Gewässern, Wäldern, Böden etc. Er ist kein Luxus, sondern er steht in engem Zusammenhang mit dem Wohlergehen der Menschheit. Die Menschheit steht vor großen Herausforderungen. Im Jahre 1992 haben sich die Länder am UNO-Weltgipfel in Rio über ein Abkommen geeinigt. Dabei geht es um die biologische Vielfalt bzw. Biodiversität. Das war das erste internationale Abkommen für den Erhalt und die Schutz der Natur. Die drei wichtigsten Ziele waren, der Erhalt der Biodiversität, die nachhaltige Nutzung der Natur und der gerechte Umgang bei der Nutzung von natürlichen genetischen Ressourcen. Dennoch stellen wir fast 20 Jahre nach diesem Abkommen fest, dass das Artensterben weiterhin ungebremst voranschreitet, die rote Liste der gefährdeten Tier- und Pflanzenarten immer länger wird und die Lebensräume, vor allem Regenwälder, von aber Tausenden Tieren und Pflanzen zerstört werden. Die Vielfalt geht verloren. Dass die UNO-Generalversammlung im Jahr 2006 das Jahr 2010 zum Internationalen Jahr der Biodiversität erklärt hat, hat an dieser Tatsache kaum etwas geändert. In diesem Heft finden Sie neben Informationen über die Natur in der Stadt, auch Beiträge über die Zerstörung von Lebensräumen durch die Bio-Gasanlagen, die Flora und Fauna in der Türkei, Natur als Zweitsprache auf Arabisch, ein Interview mit dem Präsidenten des Umweltbundesamts und viele andere Artikel und Informationen. Meinen Dank möchte ich allen aussprechen, die bei Vorbereitung und Verteilung dieser Ausgabe mitgemacht haben. Viel Spaß beim Lesen! In der Hoffnung, dass die Verantwortlichen, bevor es zu spät wird, verstehen werden, dass nicht die Natur uns, sondern wir die Natur brauchen. Ihr Dr. Turgut Altuğ

Saygılarımla Dr. Turgut Altuğ

İÇİNDEKİLER | INHALT 6 Doğa Koruma | Naturschutz Türkiye Florası | Die Flora der Türkei

12 UBA cevaplıyor | UBA antwortet Jochen Flasbarth ile Röportaj |

16 Sağlıklı beslenme | Gesunde Ernährung Çocuklarda aşırı şişmanlık | Adipositas bei

Inter view mit Jochen Flasbarth

Kindern

1


MUZ Ekim |2010

HABERLER

Çevre Merkezimizden Haberler Über Uns > İkinci kültürlerarası Çevre ve Sağlık Festivali insanları yine

> Das 2. Interkulturelle Umwelt- und Gesundheitsfestival entzückte

büyüledi: Yağmurlu havaya rağmen Kreuzberg ve çevresinden gelen göçmenler daha temiz çevre ve sağlıklı yaşamı birlikte kutladılar. 29 Ağustos’ta ikinci kültürlerarası çevre ve sağlık festivalini Kreuzberg semti Oranienplatz’ta gerçekleştirdik. Bu sefer de 120 stantta, çevre, doğa koruma ve sağlık alanlarından çeşitli sivil toplum kuruluşları ve kurumlar kendilerini tanıttı. Birbirinden farklı sanatçılar, yağmura rağmen, ortamı neşelendirirken, bunun yanı sıra, geçen yıl da olduğu gibi, bir panel düzenlendi. Panelin katılımcıları bu sefer “Friedrichshain-Kreuzberg ilçesinde ve Berlin’de iklim koruma” adlı konu üzerine konuştular. > Nisan ayı başında Prinzenstraße 23 adresindeki yeni büromuza taşındık. Haziran sonu da tanıtım günü düzenledik. O gün bize ziyarete gelen tüm mahalle sakinlerine, kurumlara ve ilgili kişilere teşekkür ederiz. > Kültürlerarası bahçelerimiz giderek tanınmaktadır. Birçok insan bahçelerimizdeki turlara katıldı. Bu bizim için, ilginin arttığının, çabalarımızın boşa olmadığının göstergesidir. “Langer Tag der StadtNatur” esnasında, ilgilenen vatandaşlar için Türkçe olarak bir tur düzenledik. > Haziran ayında “Görlitzer Park’a yardım!” kampanyamız ile tekrar birçok insana ulaşabildik. Parkı temizlerken, vatandaşlarla piknik yaparkenki alışkanlıklarını düşünmeleri konusunda konuştuk. > Şu sıralar Transition Town SO36 (http://transitiontown-friedrichshain-kreuzberg.de/so36/) ile beraber 2011 bahar veya son ba harında Görlitzer Park’ta 20-30 meyve ağacı dikmeye hazırlanmaktayız. Sponsorluk etmek isteyen ilgili vatandaşlar aramaktayız. > Yine çeşitli festivaller ve sokak şenliklerinde (bazılarında düzenleyiciydik) stantlarımız oldu ve iklim kahvaltılarımızla da birçok dernek ve kuruluşu ziyaret ettik. > Ayrıca, çeşitli toplantılar, konferanslar, çalıştaylar ve kongrelere konuşmacı veya konuk olarak katıldık. > “İkinci dil doğa – NAZ” adlı projemiz de son aylarda hareketli geçti. Stiftung Pfefferwerk, QM-Donaustraße ve QM-Reuterplatz’ın maddi destekleri sayesinde projemizi Neukölln ve Kreuzberg semtlerinde çeşitli yuvalar ve ilkokullarda; örneğin Aziz-Nesin (Staatliche Europaschule Deutsch-Türkisch), Theodor-Storm-Grundschule, FranzSchubert-Grundschule, Walt-Disney-Grundschule ve KiTa Rütlistraße’de; başarılı bir şekilde düzenleyebildik. Şu sıralar projemizi QM-Brunnenviertel ve Wassertorplatz bölgelerinde sürdürmekteyiz.

wieder die Gemüter: Trotz des regnerischen Anfangs kamen BesucherInnen aus ganz Kreuzberg und Umgebung und feierten für eine sauberere Umwelt und bessere Gesundheit! Am 29. August 2010 fand das zweite interkulturelle Umwelt- und Gesundheitsfestival in Kreuzberg am Oranienplatz statt. Auch dieses Mal waren an ca. 120 Ständen viele Organisationen und Institutionen aus Umwelt- und Naturschutz sowie dem Gesundheitswesen vertreten. Während diverse Künstler und Musikgruppen, trotz Regen, für gute Stimmung sorgten, fand zwischendurch, wie beim vorangegangenen, Festival eine Podiumsdiskussion statt. Diesmal diskutierten die Podiums-TeilnehmerInnen über das Thema „Klimaschutz im Bezirk Friedrichshain-Kreuzberg und Berlin“. > Anfang April zogen wir in unsere neuen Räumlichkeiten in der Prinzenstraße 23. Ende Juni folgte unser Tag der Offenen Tür. Wir danken allen AnwohnerInnen, Institutionen und Interessierten, die uns an jenem Tag besucht haben. > Unsere interkulturellen Gärten werden immer beliebter. Viele Menschen nahmen an unseren Führungen durch die Gärten teil. Für uns ein eindeutiges Zeichen dafür, dass das Interesse wächst und unsere Bemühungen Früchte tragen. Im Rahmen von „Langer Tag der StadtNatur“ haben wir für interessierte Bürgerinnen und Bürger eine Führung in türkischer Sprache veranstaltet. > Im Juni konnten wir erneut mit unserem Projekt „Helft dem Görli“ viele Menschen erreichen und sie zum Nach- bzw. Umdenken ermutigen, indem wir sie während unserer Sauber-Mach-Aktionen im Görlitzer Park ansprachen. > Aktuell sind wir dabei, mit Transition Town SO36 (http://transitiontownfriedrichshain-kreuzberg.de/so36/) im Frühjahr oder Herbst 2011 ca. 20-30 Obstbäume im Görlitzer Park anzupflanzen. Wir suchen engagierte BürgerInnen, die eine Patenschaft übernehmen möchten. > Dazu kamen wieder mehrere Stände bei Festivals & Straßenfesten (einige wurden von uns mitorganisiert), sowie weitere Veranstaltungen unserer Klimafrühstücks-Reihe. Des Weiteren nahmen wir an mehreren Tagungen, Konferenzen, Workshops und Kongressen als Referent bzw. Gast teil. > Auch in unserem Projekt „NAZ – Natur als Zweitsprache“ hat sich in den letzten Monaten Einiges getan. Dank der finanziellen Unterstützung durch Stiftung Pfefferwerk, QM-Donaustraße und QM-Reuterplatz konnten wir in Neukölln und Kreuzberg das Projekt in mehreren KiTas und Grundschulen; z.B. der Aziz-Nesin (Staatliche Europaschule Deutsch-Türkisch), Theodor-Storm-Grundschule, Franz-Schubert-Grundschule, WaltDisney-Grundschule und der KiTa Rütlistraße; erfolgreich abschließen. Aktuell führen wir dieses Projekt in den QM-Gebieten Brunnenviertel und Wassertorplatz fort.

v.l.n.r.: Dr. T. Altug, J. Kalepky, John Dahl, A. Wierth, Dr. D. Flämig, Dr. F. Schulz und Senatorin K. Lompscher. Foto: Gökhan Üzülmez

2

Sauber-Mach-Aktion „Helft dem Görli“. Foto: Gökhan Üzülmez

Ausflug in die Natur mit NAZ. Foto: M. Dede Aslan


MUZ Oktober |2010

NACHRICHTEN

Dünyadan Doğa Haberleri Natur-Nachrichten aus aller Welt > FEHMARN KÖPRÜ BAĞLANTISINA ELEŞTİRİ YAĞIYOR Baltık Denizi’nde ölümcül engel. Temmuz 2010’da, Danimarka ve Almanya, Fehmarn köprü inşası üzerinde anlaşmaya varmışlardır. Fehmarn’daki Puttgarden ile Danimarka adası Lolland’ı birbirine bağlayacak olan 5,6 Milyar Euro değerindeki köprünün yapımının 2011’de başlayıp 2018 yılında bitmesi bekleniyor. Doğa koruma örgüt lerinin uyarılarına göre bu, Baltık denizinin ekosistemi üzerinde olumsuz ciddi sonuçlar doğurabilir. Bu köprü özellikle göçmen kuşlar için ciddi bir risk oluşturmaktadır. Yılda 100 milyondan fazla kuş, bu su hattı üzerinde göç etmektedir ki, bu nedenle bölgeye kuş uçuş hattı denmektedir. 19 kilometrelik köprü için Baltık Denizi’nin dibine 70 civarında kazık çak mak gerekmektedir. Denizin dibine savrulan tortu, iç denizi yıllar boyunca kahverengine boyayıp, muturlar ve fok balıkları gibi tehdit altında olan türlerin yaşam alanlarını tehlikeye atmaktadır.1

> KRITIK AN DER FEHMARNBELT-VERBINDUNG – TÖDLICHE BARRIERE IN DER OSTSEE Im Juli 2010 haben sich Dänemark und Deutschland auf den Bau einer Fehmarnbelt-Brücke geeinigt. 2011 soll der Bau beginnen, und voraussichtlich 2018 wird die 5,6 Milliarden Euro teure Brücke fertig sein, die Puttgarden auf Fehmarn und Rødby auf der dänischen Insel Lolland verbindet. Das könnte für das Ökosystem der Ostsee gravierende Folgen haben, warnen Naturschutzverbände. Vor allem für Zugvögel sei das Bauwerk eine ernste Gefahr. Mehr als 100 Millionen Vögel ziehen jährlich über die Wasserstraße, deshalb wird die Strecke auch Vogelfluglinie genannt. Auf der 19 Kilometer langen Strecke müssten etwa 70 Pfeiler in den Boden der Ostsee gerammt werden. Aufgewirbelte Sedimente würden das Binnenmeer auf Jahre braun färben und den Lebensraum bedrohter Arten wie Schweinswale und Seehunde gefährden.1

> PETROL FELAKETİ  ETKİSİ YILLARCA SÜRECEK

> ÖLPEST – AUSWIRKUNGEN ÜBER JAHRZEHNTE

ABD’nin doğa koruma kurumunun tahminlerine göre, Meksika Kör fezi’ndeki deniz yaşamı, petrol faciasının etkisini daha yıllarca hissedecektir. Hasarın tam ölçüsü muhtemelen asla bilinemeyecektir. Bilim adamları, Meksika Körfezi’nin petrolden arınmasının yıllar süreceğini tahmin etmekteler. Ayrıca, petrolün çözülmesi sırasında kullanılan kimyasallar, denizde ve sahillerdeki hayvanlar ve bitkiler için bir tehlike oluşturmaktadır.2

Die Meereswelt im Golf von Mexiko wird nach Einschätzung der USNaturschutzbehörde noch über Jahrzehnte unter der Ölpest leiden. Das volle Ausmaß der Schäden könne allerdings niemals erfasst werden. Wissenschaftler gehen davon aus, dass es Jahrzehnte dauern wird, bis das Öl im Golf von Mexiko abgebaut worden ist. Die bei der Zersetzung des Öls frei werdenden Substanzen sind zudem eine Gefahr für Tiere und Pflanzen im Meer und an den Küsten.2

> AFRİKA’DAKİ SERENGETİ ULUSAL PARKI’NDAN GEÇEN OTOYOL

> EINE AUTOBAHN DURCH DEN SERENGETI NATIONALPARK IN AFRIKA Durch Afrikas berühmtesten Nationalpark soll eine 500 Kilometer lange Schnellstraße gebaut werden – Millionen Tiere wären dann auf der Wanderung von Wasser abgeschnitten. Anfang 2011 sollen die Bauarbeiten für den Serengeti-Highway ausgeschrieben werden, die Baufahrzeuge sollen ab Anfang 2012 rollen. Der Bau einer Straße betreffe nicht nur die wandernden sondern auch die verbleibenden Tiere und wirke sich auf das ganze Ökosystem aus, sagte Dorothea August von der Umweltschutzorganisation WWF. 3

Afrika’nın en ünlü ulusal parkının içinden geçecek olan 500 km uzunluğundaki bir otoyol inşa edilmesi planlanmaktadır. Böylece, göç eden milyonlarca hayvanın su kaynaklarına giden yolu kesilmiş olacaktır. 2011 yılı başında Serengeti-Highway inşaatı ihaleye çıkarılacaktır. İnşaat araçlarının ise 2012 yılı başında işe başlamaları planlanmaktadır. Çevre koruma örgütü WWF’den Dorothea August’a göre, bu yolun inşaatı sadece göçebe hayvanları değil, geri kalan tüm hayvanları ve bütün eko sistemi etkilemektedir. 3

> ALMANYA’DA YENİ BİR DÜNYA DOĞAL MİRASI UNESCO Wadden Denizini onurlandırdı. Wadden Denizi, Almanya’nın ilk doğa harikası olarak dünya insanlık mirası ilan edildi. UNESCO’nun yetkili komitesi, İspanya’nın Sevilla kentinde, Almanya ve Hollanda’nın ortak başvurusunu kabul edip, Hollanda’nın Texel adası ile Sylt adasının kuzey ucu arasındaki bölgeyi dünya doğal mirasları listesine ekledi. Komite, Wadden Denizi’ni “dünyanın en büyük kıyıya yakın ve gelgite bağlı sulak alanı” olarak övdü. Bölgenin, zengin biyolojik çeşitlilik içeren eşsiz bir ekosistem olduğu belirtildi.4

> KURT VE VAŞAK GERİ GELDİ Yırtıcı hayvanlar Almanya’ya dönmekte ve Doğu Hessen’deki Gelnhausen’deki bir laboratuarda izleri birleştirilmektedir. Senckenberg Araştırma Enstitüsü bilim adamları, hayvanların genetik parmak izini tespit etmekte ve böylece bunların kökeni ve yayılma alanlarını belirlemektedirler. Almanya’da yeniden yaşamaya başlayan Vaşakların tam sayısı bilinmiyor – Uzmanlar, 40 ila 100 arasında olduğunu tahmin etmekteler. Senckenberg uzmanı Nowak’ın dediğine göre, henüz istikrarlı bir popülasyon yoktur. Araştırmalara göre, en az yedi kurt sürüsü tekrar Doğu Almanya’da yaşamaya başlamıştır. Bu iki tür de yüzlerce yıl takip edilip avlanmışlar ve 150 yıl önce ülkemizde soyları tüketilmiştir. 5 Kaynakça|Quelle: 1 www.sueddeutsche.de/wissen/kritik-an-der-fehmarnbelt-verbindung-toedliche-barriere-in-der-ostsee-1.836345 2 www.focus.de/wissen/wissenschaft/klima/katastrophen/oelpest/oelpest-auswirkungen-ueber-jahrzehnte_aid_509627.html 3 www.zeit.de/wissen/umwelt/2010-07/serengeti-afrika-tierwelt?page=2 4 www.tagesschau.de/inland/unesco116.html 5 www.morgenweb.de/service/archiv/artikel/689202854.html

> NEUES WELTNATURERBE IN DEUTSCHLAND – UNESCO ADELT DAS WATTENMEER Als erste deutsche Naturlandschaft ist das Wattenmeer zum Welterbe der Menschheit erklärt worden. Das zuständige Komitee der UNESCO stimmte im spanischen Sevilla dem deutsch-niederländischen Gemeinschaftsantrag zu und nahm die Fläche zwischen der holländischen Insel Texel und der Nordspitze Sylts in die Liste des Weltnaturerbes auf. Das Komitee würdigte das Wattenmeer „als eines der größten küstennahen und gezeitenabhängigen Feuchtgebiete der Erde“. Das Gebiet sei ein einzigartiges Ökosystem mit einer besonderen Artenvielfalt.4 > WÖLFE UND LUCHSE SIND ZURÜCK Die Raubtiere kehren nach Deutschland zurück, und in einem Labor im osthessischen Gelnhausen laufen ihre Spuren zusammen. In der Außenstelle des Forschungsinstituts Senckenberg ermitteln Wissenschaftler den genetischen Fingerabdruck einzelner Tiere und schließen daraus auf Herkunft und Verbreitung. Wie viele Luchse wieder in Deutschland leben, ist nicht bekannt – zwischen 40 und 100 schätzen Experten. Stabile Populationen gebe es allerdings noch nicht, sagt Senckenberg-Experte Nowak. Nach den Untersuchungen leben mindestens sieben Wolfsrudel wieder in Ostdeutschland. Beide Arten waren jahrhundertelang verfolgt und vor rund 150 Jahren hierzulande ausgerottet worden. 5

3


MUZ Ekim |2010

DOĞA KORUMA

Uluslararası sözleşmeleri uygulamak, doğa korumayı uygulamak demektir Internationale Konventionen umsetzen heißt Naturschutz betreiben Anja Sorges und Carmen Baden, NABU Berlin

Doğa koruma, aslında herkesin bildiği bir kavramdır. Nadir hayvan ve bitki türlerini, yeşil çayırları çöp ve şişe mantarı toplama kampanyalarını ve “Grüner Punkt” kampanyasını kapsamaktadır. Peki, bunun biyolojik ve genetik çeşitlilikle ve ekolojik sistemlerle ne bağlantısı vardır? Kesin olan bir tek şey vardır: Tüm bu anahtar kelimeler Convention on Biological Diversity (CBD), Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesinde bulunmaktadır. Doğa korumanın uzun bir geçmişi olsa da, 1992 yılında Rio de Janerio’da yapılan anlaşma, doğa koruma örgütleri için önemli bir belgedir, (İlk kez bir uluslararası çevre bakanları konferansı, küresel biyolojik çeşitlilik kaybı hakkında yapılmıştı). Sözleşme, üye ülkelerin küresel biyoçeşitlilik kaybına engel olmalarına yönelik bağlayıcı, ortak bir taahhüttür. Buluşmanın sonucunda 2002’de 6’ıncı Sözleşmeli Devletler Konferansı’nda (COP – Conference of the Parties) oldukça gözü pek bir hedef üzerine anlaşılmıştır: 2010 yılına kadar ekolojik sistemlerin, türlerin ve genetik çeşitliliğin dünya çapındaki kaybının azaltılması. Almanya ve Avrupa bir adım ileri gidip, sadece kayıpları belirgin bir şekilde azaltmakla kalmayıp, tümüyle durdurmak sorumluluğunu üstlendiler (“Stop the loss”). Bu hedefe ulaşmak için ulusal stratejiler geliştirmek gerekmiştir. Ay nı zamanda her ülkenin ulaştığı sonuçlara dayanarak, bunların değerlendirilmesi öngörülmüştür. Günümüze kadar, Maldivler’den Türkiye’ye ve Kanada’dan Vietnam’a kadar, toplam 193 ülke Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesini (Convention on Biological Diversity) imzalamıştır. Mevcut eksiklikler. Bu arada hedefe ulaşılamadığı kesinleşti. Çeşitli başarılara rağmen, biyolojik çeşitliliğin azalması engellenememiştir, örneğin omurgalı hayvanlarda olduğu gibi. Çoğu zaman, içinde çok özel ekolojik sistemlerin bulunduğu koruma altında olan bölgelerin genişletilmesine rağmen, türler açısından zengin alanlar düşündürücü boyutta gerilemeye devam etmiştir. Farkında olmasak da, günümüzde belgelenmemiş, bilinmeyen yabani hayvanların ve bitkilerin yok oluşları da ilerlemektedir. Hükümetlerin faaliyet raporu verme zorunluluğu olsaydı, sonuçlar utanç verici olurdu. Çok konuşulmuştur ve başarılar hakkında raporlar yerine, yine birçok uluslararası konferanslar düzenlenmiştir. Bu başarısızlığın pek çok nedeni vardır. Bunun en başında, yaşam alanlarının yok edilişi ve diğer bölgesel yıkımlar gelmektedir. Sanayileşmiş tarım, toprak kirliliği ve insanların doğa düşmanı hayat tarzı ve aşırı “ekolojik ayak izi” de buna neden olmaktadır. Yapmaya teşebbüs etsek, elde edeceklerimiz. Etkin doğa koruma, yerel doğanın çölleşmesine karşı savaşarak, nehirlerin yönlendirilmesini ve ormanların tekdüzelik ağaçlandırılmasını engelleyerek, biyolojik ve genetik çeşitliliğin kaybına karşı etkili olmaktadır. Örneğin, aktif doğa korucuları, kuru ve yarı kuru çimlerin bakımını üstlenip, türleri tehlike altında olan Kars Kertenkelesi için hayati önem taşımakta olan, bolca güneş gören yaşam alanları yaratmaktadırlar. Sonuçta, Almanya korumaya değer yaklaşık 80 farklı türün (umbrella species) korunmasını sağlamıştır. Bunların isimleri çeşitli koruma ve araştırma programlarında da sayılmaktadır, daha doğrusu

4

koruma bölgelerinin seçiminde altyapıyı sağlamaktadır. Kunduzların ve yaban kedilerinin nüfusu sabitlenmiştir. Almanya genelinde deniz kartalının nüfusunda artış vardır ve kurtlar bile Almanya’ya geri dönmektedir. Fakat sürdürülebilir bir dengeleme için henüz hala yeterince yerel ve ulusal biyotop birlikleri mevcut değildir – yani birbiri ile bağlantılı olan biyotoplar. Ancak böyle, tüm ülkede bulunan bölgeler arası biyolojik çeşitliliğin değiş tokuşu sağlanabilmektedir. Gerçi Almanya, Habitat-Direktifleri ve Federal doğa koruma yasaları gereğince bunları sağlamakla yükümlüdür. Almanya’daki eyaletlerin uyguladıkları yöntemler dikkatli incelendiğinde, bu biyotop birliği için yeterince gayret sarf edilmediği ve ayrıca doğa koruma kurumlarının var olan geçici yaşam alanlarının farklı menfaatlere kurban edilmemesi için mücadele etmeleri gerektiği anlaşılmaktadır. Ekolojik sistemlerin, daha doğrusu biyolojik çeşitliliği içeren doğal alanların, sürdürebilir bir şekilde korunması ve doğal ortamları teşvik etmek, özellikle yoğun yerleşim alanlarına sahip olan Almanya’da, uygulanması çoğu zaman zor olan bir konudur. Ya Berlin? Berlin, uyguladığı çabalar açısından diğer eyaletlerden fazla farklı değildir. Bu şehrin acilen yeraltı suları seviyesinin azalması, yoğun yağmura karşı önlemler ve toprakların aşırı betonlaşma nedeniyle su depolama kapasitesinin azalması gibi sorunlara çözüm bulması gerekmektedir. Aslında Berlin şehir planlamasının yapısı gereği –bina dikilmiş, boş bırakılmış ve doğal olan alanların orantılı olması – Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesinin temel talebinin öngördüğü şekilde, bir biyotop birliğinin kurulmasında engeli yoktur. Eski Berlin duvar sınırının bazı bölgeleri birçok farklı türe küçük yaşam alanları sunmaktadır. Birkaç sanayi dalı yüksek sıcaklığa dayanan yapıları sayesinde özellikle sıcağı seven türler tarafından evleri olarak seçilmektedir. Özel bir biyotop birliği kurulmaya başlanmıştır, fakat bunun daha ilerletebilmesi mümkündür. Kamunun ciddi maddi kesintileri, koruma alanlarının gerekli bakım çalışmalarının gitgide yetersiz veya hiç yapılmamasına neden olmaktadır. Berlin Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi bu problemden yola çıkarak çalışmalarını sürdürmektedir. Nisan 2010’da başkent’te ilk kez yapılan bir sempozyumda biyolojik çeşitlilik kentsel bakış açısından tarif edilmiştir. Burada ilk başta iletişim ön plandadır – sonuçta 2017 yılına kadar Berlin’li halkın yüzde 50’sinin bu amaç için kazanılması hedeflenmektedir. Bu sırada hayal kırıcı bilanço belirmişti. Şu anda ulusal ve uluslararası, 2010 yılı sonrası hedef belirlenmektedir. Buna rağmen Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesinin hedefleri hala geçerlidir, çünkü kendi içinde tutarlı bir hedef belirlemesi, hedefe ulaşılmadığı zaman bile ne geçerliliğini kaybeder ne de uygulamadan kaldırılır. Olumlu olan ise, Avrupa ve dünya çapında biyolojik çeşitlilik adına yürütülen kampanyaların, girişimlerin ve 2010-Hedefi’nin şimdiden kamunun duyarlaştırılmasında faydalı olmasıdır. En azından bir başarının var olması iyi bir işarettir. Bu hususta modern araçlar da eksik olmamalıdır. Avrupa komisyonu biyolojik çeşitliliği konu alan renkli resimlendirilmiş kampanya yürütmektedir – örneğin Facebook sayfalarında. “Ben Rana temporania, nam-ı diğer kurbağa ve size minnettarım.” Buna rağmen Rana temporania’nın dostluk mesajının yanı sıra yapılacak başka şeyler de vardır: Uğraşı ve özveri ile doğayı korumak!


NATURSCHUTZ

Naturschutz – ein Begriff, den eigentlich jeder kennt. Es geht um seltene Tierund Pflanzenarten, grüne Wiesen, Müll- und Korksammelaktionen und den „grünen Punkt“. Doch was hat das mit Biodiversität, genetischer Vielfalt und Ökosystemen zu tun? Eines ist sicher: All diese Schlagworte finden sich in der Convention on Biological Diversity (CBD), der Konvention zum Schutz der biologischen Vielfalt wieder. Auch wenn Naturschutz historisch gesehen auf einen weit längeren Zeitraum zurückschauen kann, ist die Vereinbarung aus dem Jahre 1992 in Rio de Janeiro für Naturschutzverbände ein wichtiges Dokument. Erstmalig beschäftigte sich eine internationale Umweltministerkonferenz mit dem weltweiten Verlust der Artenvielfalt. Es ging, vereinfacht gesagt, um eine verbindliche Selbstverpflichtung der Vertragsstaaten, dem massiven weltweiten, globalen Artenschwund Einhalt zu gebieten. In Folge des Treffens wurde auf der 6. Vertragsstaatenkonferenz im Jahr 2002 ein ehrgeiziges Ziel vereinbart: Bis zum Jahr 2010 sollte der anhaltende weltweite Verlust an Ökosystemen, Arten und genetischer Vielfalt verringert werden. Deutschland und Europa gingen noch einen Schritt weiter und verpflichteten sich, den Verlust nicht nur deutlich zu bremsen, sondern auf ganzer Breite zu stoppen („Stopp the loss“). Um dieses Ziel zu erreichen, bedurfte es einer Aufstellung von nationalen Strategien. Zugleich sollte sich jedes Land an seinen Ergebnissen messen lassen. Mittlerweile haben 193 Vertragsparteien die CBD unterzeichnet – von den Malediven, der Türkei über Kanada bis Vietnam. Bestehende Defizite. Inzwischen steht fest, dass das Ziel verfehlt wird. Trotz einiger Erfolgsgeschichten konnte beispielsweise bei den Wirbeltieren ein Verlust der Artenvielfalt nicht aufgehalten werden. Schutzgebiete, in denen oftmals besondere Ökosysteme liegen, sind zwar vergrößert worden doch der problematische Rückgang von artenreichen Kulturlandschaften setzte sich fort. Folgerichtig geht damit auch der Schwund an den bisher schlecht dokumentierten Generosionen bei Wildtieren- und Pflanzen weiter. Müssten die Regierungen Rechenschaftsberichte ablegen, fiele diese ernüchternd aus. Diskutiert wurde viel, statt Erfolgen gab es vor allem viele internationale Konferenzen. Gründe für das Scheitern gibt es genug. An erster Stelle stehen der Flächenverlust, die Lebensraumzerstörung und weitere Landschaftszerschneidung. Industrielle Landwirtschaft und eine hohe Nährstoffbelastung der Böden gehörten ebenso dazu, wie der naturunverträgliche Lebensstil des Menschen und sein überdimensionierter „ökologischer Fußabdruck“. Was wir könnten, wenn wir es machen würden. Aktiver Naturschutz wirkt dem Verlust der Arten- und genetischen Vielfalt entgegen, indem die Verödung der heimischen Natur bekämpft, die Regulierung der Flüsse verhindert oder die Uniformierung von Wald aufgehalten wird. Naturschutzaktive pflegen beispielsweise Trocken- sowie Halbtrockenrasen und schaffen sonnenexponierte Lebensräume, ohne die etwa die gefährdete Zauneidechse nicht leben kann. Immerhin zeichnet Deutschland für den Schutz von rund 80 verschiedenen schutzwürdigen Arten (umbrella species) verantwortlich. Ihre Namen finden sich auch in den verschiedenen Schutz- und Forschungsprogrammen wieder bzw. bilden die Grundlage für die Ausweisung von Schutzgebieten. Zwar gibt es stabile Populationen bei Biber und Wildkatze, sowie einen Anstieg der deutschlandweiten Seeadlerpopulation und auch der Wolf kehrt nach Deutschland zurück. Doch für eine nachhaltige Stabilisierung fehlt es immer noch an regionalen bzw. länderübergreifenden Biotopverbünden – also an miteinander vernetzten Biotopen. Nur so ist ein Artenaustausch zwischen den über das ganze Land verteilten Gebieten möglich. Eigentlich ist Deutschland hier über die FFH-Richtlinien und das Bundesnaturschutzgesetz zum Handeln verpflichtet.

MUZ Oktober |2010

Bei genauerer Betrachtung der Vorgehensweise einiger Bundesländer, lässt sich feststellen, dass nur begrenzt Anstrengungen in diesen Biotopverbund gesetzt werden und, im Gegenteil, die Naturschutzverbände verstärkt darum kämpfen müssen, dass bestehende Trittsteinbiotope dieses Verbundes nicht anderen Interessen geopfert werden. Auch die Forderung, Ökosysteme bzw. natürliche Lebensräume mit ihrem Arteninventar nachhaltig zu schützen und ihre natürliche Umgebung zu fördern, ist gerade im dicht besiedelten Deutschland häufig nur schwer umzusetzen. … und Berlin? Berlin hebt sich in seinem Engagement nicht besonders von anderen Bundesländern ab. Die Stadt braucht dringend Antworten auf die Grundwasserabsenkung, Starkregenereignisse und die mangelnde Speicherfähigkeit des Bodens durch Versiegelung. Mit ihrer sehr aufgelockerten Struktur im stetigen Wechsel von bebauten, unbebauten und naturbelassenen Flächen sind die Voraussetzungen für einen Berliner Biotopverbund – und somit eine der Grundforderungen der CBD – durchaus gegeben. Zum einen bieten Teile des ehemaligen Grenzstreifens kleinmosaikflächige Standorte für Arten unterschiedlichster Ansprüche. Eine ganze Reihe von Industriebrachen sind durch ihre eher höher temperierte Ausprägung Heimat für Arten die besonders Wärme liebend sind. Ein gezielter Biotopverbund wurde teilweise bereits in Angriff genommen, bietet aber durchaus noch Ausbaupotential. Zunehmend schwerwiegende Einsparungsmaßnahmen seitens der öffentlichen Hand führen vermehrt dazu, dass notwendige Pflegearbeiten in den Schutzgebieten nicht mehr ausreichend durchgeführt werden können oder sogar ganz unterbleiben. An dieser Problemlage setzt auch die Berliner Strategie zur Biologischen Vielfalt an. Mitte April 2010 gab es ein erstes Symposium auf dem bereits urbane Visionen für die Biodiversität in der Hauptstadt formuliert wurden. Vor allem geht es hier auch um Kommunikation – schließlich sollen bis 2017 50 Prozent der Berliner Bevölkerung für die Thematik der „Biologischen Vielfalt“ gewonnen werden. Die ernüchternde Bilanz hat sich derweil schon gesetzt. Derzeit wird national und international das Post-2010 Ziel formuliert. Trotzdem bleiben die CBD-Ziele weiterhin gültig, denn eine in sich begründete Zielsetzung wird nicht durch eine Verfehlung des Ziels widerlegt oder gar aufgehoben. Positiv ist, dass die europäischen und weltweiten Kampagnen und Initiativen für die Biodiversität und das 2010-Ziel schon dazu beigetragen haben, die öffentliche Wahrnehmung zu sensibilisieren. Es ist gut, dass zumindest an einen Erfolg angeknüpft werden kann. Da dürfen auch moderne Mittel nicht fehlen. Die Europäische Kommission setzt dabei auf eine bunt bebilderte Kampagne zur Biodiversität – unter anderem auf facebook. „Ich bin Rana temporania, der Grasfrosch. Und ich bin mit Euch verbunden.“ Es gibt dennoch eine Alternative zu einem Freunschaftdsposting Rana temporania: Naturschutz betreiben mit Schaufel, Spaten und Engagement!

5


MUZ Ekim |2010

TÜRKİYE’DE DOĞA

Türkiye Florası Die Flora der Türkei Tuna Ekim, Emekli Öğretim Üyesi, botanikçi

Önemi: Biyolojik yapısı açısından hem zengin hem de ilginç olan Türkiye, çok az sayıdaki birkaç ülke gibi, biyolojik zenginlik (bitki ve hayvan türleri) açısından, ülkeden çok kıta özelliği gösterir. Özet tarihçe: 1700’lü yılların hemen başında, Paris Botanik Bahçesi’nin o zamanki müdürü Joseph Pitton de Tournefort adlı bir botanikçi ülkemizde ilk bilinçli flora araştırması yapan kişi olarak bilinir. Çoğu Alman, Fransız, İngiliz, Rus ve İtalyan olan bu kişiler ülkemizin değişik yörelerine gelmişler, oralardan topladık ları bitkileri yaşadıkları ülke ve Avrupa’nın tanınmış herbaryumlarına (kurutulmuş bitki örneklerinin muhafaza edildiği müzeler) götür müşlerdir. Bu çalışmaların ilk sonucu 1865-1885 yılları arasında İsviçreli botanikçi Edmond Boissier tarafından yazılmış ek cildi ile birlikte 6 ciltlik Flora Orientalis (Şark veya Doğu Florası) adlı Latince eserdir. Nihayet 1938 yılında genç bir botanikçi olan İngiliz Peter Hadland Davis 1842’de Boissier’in de ziyaret ettiği Denizli yakınlarındaki dağlara çıkmış ve Türkiye Florası kitabını yazmaya karar vermiştir. İlk cildi 1965 yılında yayımlanan ve tam adı Türkiye ve Doğu Ege Adaları Florası olan 9 ciltlik bu dev eserin 2 ek cildi de vardır. Alman botanikçilerin Türkiye’nin florası ile ilgisi. Almanya’daki Nazi rejiminden kaçan ve çoğu Yahudi olan bilim adamları, Atatürk’ün desteğiyle çeşitli fakültelerin kurucusu olmuşlardır. Bunlardan Kurt Krause Ankara’da Yüksek Ziraat Enstitüsü’nde ve Alfred Heillbron İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde, kısaltılmış adı İSTF olan herbary umları, kurmuşlardır. Türkiye Florası ile ilgili ilk modern çalışmaları başlatan Türk botanikçisi K. Krause’nin öğ rencilerinden Hikmet Birand’dır. Onun öğrencileri bu çalışmaları devam ettirmişlerdir. Türkiye florası neden zengindir? Türkiye’de denizden yükseklik, jeolojik ve jeomorfolojik yapı zenginliği ve bu zenginliğe paralel çeşitli ana kaya ve toprak tipleri, 3 kıtanın geçiş yerinde olmasından dolayı iklimsel çeşitlilik, özetle ekolojik yapısının çok çeşitli ve zengin olması, flora ve faunasının da çok zengin olmasına yol açmıştır.

6

Bitkiler tohumlu ve tohumsuz bitkiler olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Yazımızın başında bahsettiğimiz Türkiye ve Doğu Ege Adaları adlı tamamı 11 cilt olan eser, yalnız eğreltiler ve tohumlu bitkileri kapsamaktadır, eğreltiler, ki ülkemizde ancak 100 kadar türü vardır. Ayrıca, ülkemiz bitkileri ile ilgili olduklarından bahsettiğimiz 500 civarındaki araştırıcıdan, en iyi ihtimalle 100-150 kadarı tohumsuz bitkiler (Alg, Yosun, Mantar vb.), diğerleri, yani büyük çoğunluk ise tohumlu bitkiler üzerinde çalışırlar. Bu nedenle tohumlu bitkilerimizle ilgili bilgilerimiz, diğer bitki grubuna göre daha berrak ve belirgindir. Yurdumuzun bitki çeşitliliği ve zenginliği, floristik yapısı: Ülkemizde yetişen bitkiler hakkında çok kabaca bir rakam vermek gerekirse, 10.000 civarında tohumlu bitki türü yetiştiğini söylemek yanlış olmaz. Türkiye’nin henüz iyi bilinmeyen, ulaşılamayan bazı yöreleri olmakla birlikte, son 20 yılda yapılan çalışmalarla, birçok yeni bitki türünün bulunduğu bildirilmektedir. Ülkemizde tür sayısı bakımından en zengin familya: aile, dünyada da en zengin aile olan Papatyagiller (Asteraceae)’dir. İkinci sırada ise gene dünyada da en zengin üç aile’den birisi olan Baklagiller (Fabaceae) gelir. Bal lıbabagiller (Lamiaceae), Zambakgiller (Liliaceae) halk tarafından iyi bilinen ve kolay tanınan zengin tür sayısına sahip ailelerdendir. Tür sayısı bakımından en zengin cinslerin başında 425 kadar türü olan Geven (Astragalus) cinsi gelir. İkinci zengin cins ise 250’ye yakın türü olan Sığırkuyruğu (Verbascum)’dur. Üçüncü sırayı ise 200 civarında türü olan Peygamberçiçeği veya Gökbaş gibi mahalli isimler verilen Centaurea cinsi almaktadır. Bu çeşitlilik ve zenginlik içinde doğal bitkilerimizin yaklaşık % 35’i, yani 3.500 kadar bit ki türü endemik, yani dünyada sadece Türkiye’de yetişen, başka ülkelerde bulunmayan bitkilerdir. Avrupa ülkelerinin çoğunun florasının 4.000-6.000 bitki türünü içerdiği, bu kıtanın tamamında yaklaşık 13.000 bitki türünün bulunduğu ve endemik bitki türlerinin sayısının da 3.000 civarında olduğu düşünülürse, Türkiye’nin bitki türleri açısından ne denli zengin ve ilginç olduğu anlaşılır. Flora Araştırmaları Derneği koordinasyonunda başlatılan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’cü kuruluş yılı olan 2023 yılında bitirilmesi amaçlanan araştırmalar için maddi kaynak bulma çalışmalarına başlanmıştır. Bu proje 22.05.2009’da Çankaya Köşkü’nde yapılan bir toplantı ile Sayın Türkiye Cumhurbaşkanının himayelerine de alınmıştır.

Floristik zenginliği ve güzelliği gereği gibi koruyabiliyor muyuz? Bu soruya evet cevabı vermek zordur. Ülkemizde çevre bilinci gün geçtikçe artmakta ise de, henüz istenen seviyeye geldiğini söyleyemeyiz. Ayrıca nüfusumuzun da hızla artması çevremizin hızla tahrip ve kirlenmesine neden olan önemli bir faktördür. Bitki ve hayvanlarımızı gereği gibi koruyamadığımızın en açık göstergesi, Avrupa hatta dünya ülkelerinin hemen hepsinde bulunan ve bir yandan bitkileri korurken, diğer yandan halka doğayı sevme ve koruma bilinci de aşılayan, hemen her büyük Avrupa şehrinde bulunan botanik bahçelerinin, hele Ulusal Botanik Bahçesi’nin ülkemizde hala kuru lamamış olmasıdır. Hayvanları da çok zengin olan ülkemizde ne yazıktır ki, bir Ulusal Doğa Tarihi Müzesi de yoktur. TÜRKİYE FAUNA’SI (DİREYİ) Türkiye direyi (Latince: Fauna), hayvanlar âleminin Türkiye sınırları içerisinde yaşayan üyelerinin tümüdür. Anadolu, Asya ile Avrupa arasında ve iklim özelliklerinde coğrafi bölgelere sahip olduğu için türlerin miktarı çoktur. Farklı bitki örtüsünün diğer Orta Doğu ülkelerine göre daha zengin (850 cins altında toplanan 9.000 tür bitki) olması ise diğer önemli etkendir ve bu yüzden, farklı iklim ve besin ihtiyacı olan birçok hayvan türü kendisine uygun yaşam alanı bulabilmektedir. Böylece, Türkiye’de yalnızca Akdeniz direyinin değil, Orta ve Doğu Avrupa, Orta Doğu, Kafkaslar ve Arap Yarımadası direylerinin de tipik türleri bulunmaktadır. Ayrıca Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında, çok daha fazla memeli tür barındırır ve bu da Türkiye direyinin ne tipik Avrupa direyine ne de tipik Orta Doğu direyine sınıflandırılabildiğini gösterir. Türkiye florasına ait 160 memeli (örneğin; Altın Çakal, Canis aerus; Çengel boynuzlu keçi, Rupicapra rupicapra; Susamuru, Lutra lutra, Bozayı, Ursus arctos gibi), 418 kuş çeşidi (örneğin; Kelaynak, Geronticus eremita), 120 sürüngen çeşidi (örneğin; çöl kobrası, Walterinnesia aegyptia), 22 çeşit kurbağa (örneğin; Siğilli kurbağa, Bufo bufo), 127 çeşit tatlı su balığı (örneğin; Ak balık, Leuciscus cephalus), 384 çeşit deniz balığı (örneğin; Sarı yüzgeçli orkinos, Thunnus albacares) olmak üzere toplam 1230 civarında omurgalı tür tanınır. Ama bu türlerin bazıları tamamen tükenmek üzeredir, bazıları da tehlike altında bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Anadolu’da birçok omurgasız hayvan da yaşamaktadır. Örneğin; Bombus arısı (Bombus terrestris), Yalancı apollo kelebeği (Parnassius apollo) gibi.


MUZ Oktober |2010

NATUR IN DER TÜRKEI

Bedeutung: Die Türkei weist eine reiche Biodiversität auf, und ist in dieser Hinsicht, wie einige wenige Länder, mit seinen vielfältigen Pflanzenund Tierarten eher ein Kontinent als ein Land. Zusammenfassender geschichtlicher Abriss: Anfang 1700 führte der Historiker Joseph Pitton de Tournefort, damaliger Direktor des Pariser Botanischen Gartens, die erste bewusste Flora-Forschung in unserem Land durch. Viele andere folgten, unter ihnen waren Deutsche, Franzosen, Engländer, Russen und Italiener. Das erste Ergebnis dieser Forschungen ist das lateinische Werk „Flora Orientalis“. Das mit dem Zusatzband 6 Bände umfassende Werk wurde von dem Schweizer Botaniker Edmond Boissier zwischen den Jahren 1865-1885 verfasst. Im Jahre 1938 besuchte der junge englische Botaniker Peter Hodland David die Berge nahe Denizli, die schon Boissier 1842 besucht hatte. David entschied sich, das Werk „Flora der Türkei“ zu verfassen. Der erste Band der 9-bändigen gigantischen Ausgabe mit dem vollständigen Titel „Die Flora der Türkei und der Ostägäischen Inseln“ wurde im Jahre 1965 veröffentlicht. Zudem sind zwei Zusatzbände erschienen. Das Interesse der deutschen Botaniker an der Flora der Türkei. Im Jahre 1933 befanden sich die modernen Universitäten nur in Ankara und Istanbul. Mit der Unterstützung von Atatürk wurden meist jüdische Wissenschaftler, die dem Nazi-Regime in Deutschland entflohen waren, zu Gründern der verschiedenen Fachbereiche dieser Universitäten. Unter ihnen gründete Kurt Klause an der Landwirtschaftlichen Hochschule ein Herbarium. Ebenfalls gründete Alfred Heillbron an der Naturwissenschaftlichen Fakultät der Universität Istanbul ein Herbarium mit dem Akronym İSTF. Die ersten modernen Forschungen über die Flora der Türkei startete einer der Schüler Kurt Krauses, der türkische Botaniker Hikmet Birand. Warum ist die Flora der Türkei vielfältig? Gründe sind die Höhenlage, die geologische und geomorphologische Vielfalt, die verschiedenen Grundgesteine und Bodenarten sowie die Klimavielfalt aufgrund der Lage des Landes an der Übergangsstelle zwischen drei Kontinenten. Zusammengefasst führt die ökologische Vielfalt der Türkei dazu, dass Flora und Fauna sehr reich und vielfältig sind. Die Pflanzen teilen sich in zwei elementare Gruppen: Keimpflanzen und keimlose Pflanzen. Wie am Anfang erwähnt, umfasst das 11-bändige Werk mit dem Titel „Die Flora

der Türkei und der Ostägäischen Inseln“ nur die Keimpflanzen und Farne, von denen es in unserem Land lediglich 100 Sorten gibt. Von den 500 Wissenschaftlern, die sich, wie bereits erwähnt, für die einheimischen Pflanzen interessieren, beschäftigen sich wahrscheinlich nur 100-150 mit keimlosen Pflanzen wie Algen, Meeresalgen und Pilzen. Die große Mehrheit beschäftigt sich mit Keimpflanzen. Aus diesem Grund ist unser Wissen bezüglich der Keimpflanzen im Gegensatz zu der anderen Pflanzengruppe klarer und präziser. Pflanzenvielfalt und -reichtum, floristische Vielfalt der Türkei. Um über die in unserem Land wachsenden Pflanzen einen ungefähren Wert anzugeben, wäre es nicht falsch, ungefähr 10.000 Keimpflanzenarten anzuführen. Neben der Tatsache, dass es Regionen in der Türkei gibt, über die es noch keine Informationen gibt, wurden mit den Forschungen der letzten 20 Jahre neue Pflanzenarten gefunden. Die reichste Familie hinsichtlich der Artenzahlen sind die Korbblütler (Asteraceae), die auch auf der Welt die reichste Pflanzenfamilie ist. An zweiter Stelle kommen die Hülsenfrüchtler (Fabaceae), die auch weltweit zu den drei reichsten Pflanzenfamilien gehören. Lippenblütler (Lamiaceae) und Liliengewächse (Liliaceae) sind von der Bevölkerung gekannte und leicht zu erkennende Pflanzenfamilien, die reich an Artenzahlen sind. Hinsichtlich der Artenzahlen kommt an erster Stelle der reichsten Familien der Tragant (Astragalus), der etwa 425 Arten hat. Die zweitreichsten Pflanzenfamilien sind die Königskerzen (Verbascum), die fast 250 Arten besitzen. An dritter Stelle sind die Flockenblumen (Centaurea) zu nennen, die ungefähr 200 Arten aufweisen. Circa 35 % unserer Flora innerhalb dieser Vielfalt, das heißt etwa 3.500 Pflanzenarten, sind endemisch. Das bedeutet, dass sie weltweit nur in der Türkei wachsen und in anderen Ländern nicht vorkommen. Wenn man bedenkt, dass die Flora der meisten europäischen Länder 4.000-6.000 Pflanzenarten umfasst und der gesamte europäische Kontinent ungefähr 13.000 Pflanzenarten aufweist, wobei die Anzahl der endemischen Pflanzenarten etwa 3.000 beträgt, so ist es leicht erkennbar, wie reich Flora der Türkei ist.

Kelaynak / Waldrapp

DIE FAUNA DER TÜRKEI Die Fauna der Türkei bezeichnet alle Tierarten, die innerhalb der türkischen Grenze leben. Aufgrund der geographischen und klimatischen Lage gibt es in Anatolien besonders viele Arten. Auch die unterschiedliche Vegetationen mit vielen Pflanzenarten im Gegensatz zu den anderen Ländern im Nahen Osten ist ein wesentlicher Faktor für die Vielfältigkeit (9.000 verschiedene Arten unter 800 Gattungen zusammengefasst). Aufgrund dessen finden viele Tiere hier ihr Zuhause. Die Türkei zeigt nicht nur die Charakteristiken der Mittelmeerfauna, sondern auch die von Mittel- und Osteuropa, vom Nahen Osten, von Kaukasien und arabischen Halbinsel. Außerdem beherbergt die türkische Fauna vielmehr Säugetierarten im Vergleich zu europäischen Ländern, was ein Zeichen dafür ist, dass diese weder in europäische noch in mittel östlicher Fauna eingestuft werden kann. Die türkische Fauna beinhaltet 160 Säugetierarten: wie z.B. Goldschakal, Gämse, Fischotter und Braunbär; 418 Vogelarten wie z.B. den Waldrapp; 120 Kriechtierarten wie z.B. die Schwarze Wüstenkobra; 22 Froscharten wie z.B. die Erdkröte; 127 Salzwasserfischarten wie z.B. den Döbel; 384 Salzwasserfischarten wie z.B. den Gelbflossen-Thun. Man kennt insgesamt 1.230 Wirbeltierarten. Manche von denen sterben aus oder sind vom Aussterben bedroht. In Anatolien leben auch viele wirbellose Tierarten, wie zum Beispiel die dunkle Erdhummel und der rote Apollo.

Für die Forschungen, die unter der Koordinierung des Flora-Forschungsvereins begannen, wird nach Finanzierungsquellen gesucht. Es ist beabsichtigt, die Forschungen im Jahre 2023, dem 100. Jubiläum der Ausrufung der Türkischen Republik, zu Ende zu bringen. Dieses Projekt steht seit dem Treffen im Präsidentenpalast im Jahre 2009 unter der Schirmherrschaft des verehrten Staatspräsidenten. Können wir die floristische Vielfalt und Schönheit in erforderlicher Weise schützen? Es ist schwer, diese Frage zu bejahen. Obwohl das Umweltbewusstsein in unserem Land von Tag zu Tag steigt, ist es noch nicht auf einem gewünschten Niveau. Zudem ist der rapide Bevölkerungsanstieg ein wichtiger Faktor bei der Zerstörung und Verschmutzung unserer Umwelt. Ein eindeutiger Beweis dafür, dass wir unsere Pflanzen und Tiere nicht ausreichend schützen, ist das Fehlen von botanischen Gärten in unserem Land und insbesondere das Nichtvorhandensein eines Nationalen Botanischen Gartens. Fast in allen europäischen Städten befindet sich ein botanischer Garten, in welchem einerseits die Pflanzen geschützt und andererseits der Bevölkerung die Liebe zur Natur und das Bewusstsein für Naturschutz vermittelt werden. Unser Land ist auch reich an Tierarten, doch es gibt bedauerlicherweise bis heute kein Nationales Museum für die Naturgeschichte. 7


MUZ Ekim |2010

KENTTE DOĞA

Berlin’de yabani hayat – Vahşi hayvanların yaşam alanına dönüşen şehir Wildes Berlin – Eine Großstadt als Lebensraum für Wildtiere Sandra Hülse

Berlin-Kreuzberg’te ılık bir yaz gecesi. Balkonumda oturup, yarasaların avlarını nasıl avladıklarını izlemekteyim. Aşağıda caddeden bir araba geçtikten sonra, kaldırımdan birden bir tilki geçiyor. Herhalde yiyecek bir şeyler arayışında! Bu bir istisna olabilir mi? Hayır! Berlin’de 880 kilometre karelik bir alanda dünyanın farklı köşelerinden 3,4 milyon insan ve Brandenburg eyaletinden fazla birçok hayvan türü yaşamaktadır. Hayvanlar denince de her Berlin’linin muhakkak bildiği 50.000 güvercin veya fare kast edilmemektedir. Tilkiler, sincaplar ve yaban domuzları artık neredeyse şehrin günlük manzarasına aittirler – en azından dış semtlerde durum böyledir. Şimdi size bu gizli kent arkadaşlarımızdan bir kaçını tanıtmak istiyorum. Berlin’in şehir merkezi, kilometre kare başına ortalama 230 yabani bitki türü ile şehir dışındaki semtlerinden daha fazla türe sahiptir. Berlin’de bilinen 50 memeli hayvan türü, 140 kuş türü, 12 amfibi tür ve 15 farklı yarasa türü yaşamaktadır. Şehir, çeşitli parkları, ormanları, boş arazileri, kullanım dışı demiryolu alanları, mezarlıkları, bahçeleri, avluları ve yol kenarlarındaki 400.000 civarındaki ağaçları ile sadece insanlar için değil, vahşi hayvanlar için de çekicidir. İlkbaharda Berlin’de 10 milyon kuş yaşamaktadır, bu Berlin’de yaşayan insanların üç katı demektir. Biz sadece Almanya’nın başkenti değil, bülbüllerin de başkentiyiz. Yaz aylarında 1.000 den fazla erkek bülbül dişilere kur yapmak ve en iyi sahaya sahip olmak için ötüp, olağanüstü güzel şarkıları ile şehrin yazlık fon müziğine katılmaktadır.

8

Görünüşe göre şehrin her köşesinde vahşi hayvanlara yaşam alanı mevcuttur: • İkametgâh: Alexanderplatz’taki otopark Yabani hayvan: Alex-Rakun’u • İkametgâh: Rotes Rathaus Yabani hayvan: Doğan çifti • İkametgâh: Potsdamer Platz Yabani hayvan: Tilki Alexanderplatz’ta bazen yaban domuzları ile karşılaşmak mümkündür. Bu durumda, muhtemelen şehir merkezine kadar ulaşabilmek için tren hattının yanında bulunan yeşillik alanı takip etmişlerdir. Berlin’in dış semtlerinde artık o kadar çok yaban domuzu bulunmaktadır ki (4.000 civarında), bunlar çoğu semt sa kinleri tarafından bir sorun olarak görülmektedir. Sık sık bahçelere zarar vermekte, çöp bidonlarını talan etmekte ve yem ararken yaklaşık 20 kilometrelik yol kat etmektedirler. Bu ara da yaban domuzlarında dişilerin sözü geçmektedir. Çoğu zaman en yaşlı dişi domuz sürüsünün başıdır. Fakat vahşi hayvanlar kentsel ortamda nasıl hayatta kalabilmektedir? Nedenlerden biri, Berlin’in birçok yeşil alana (parklar, ormanlar, mezarlıklar, bahçeler) sahip olmasıdır. Buralar tavşan, sincap, fare, tilki ve kuş kaynamaktadır. Şehirde özellikle sincaplar çoğu zaman insanlara alışmıştır. Ağaçların tepesinde dallardan yuva yapıp, fındık, çam fıstığı, orman mey veleri ve kuş yumurtası yemektedirler. Kı şın, sonbaharda sakladıkları stoklarını gömdükleri yerlerden çıkartıp yedikleri izlenebilir. İnsanlardan farklı olan gün akışlarından dolayı, birçok yabani hayvanı izlemek neredeyse imkânsızdır. Çoğu zaman alaca karan lıkta veya geceleri faaliyet göstermektedirler.

Bu demektir ki, gündüzleri mağaralarda, ça lılarda, ağaç üstünde veya damların altında sak lanıp uyurlar ve akşamları, geceleri ya da sabahın erken saatlerinde yem arayışına çıkarlar. Tilki de bu hayvanlardan biridir. Şehir hayatına iyi uyum sağlamıştır ve birçok şehir tilkisi ürkekliklerini bir yana atmıştır ve bulabildikleri her şeyi yemektedir. Normalde fare yemektedirler, fakat Berlin’de birçok tilki avlulardaki çöp kutularını deşerken ya da bahçelerdeki kedi maması kâselerini boşaltırken izlenebilmektedir. Bunun yanı sıra güvercinlere ve farelere de hayır demezler. Yarasalar, gündüzleri ağaç kovuklarında, kilise kulelerinde veya çatıların altında uyurlar. Geceleri sivrisinekler, güveler ve başka küçük hayvanları avlamaya çıkarlar. Bir yarasa bir gecede 2.000 sivrisinek kadar yemektedir. Spandau kalesi yerel yarasaların en büyük kışlık konaklama yeridir. On bine aşkın yarasa burada kışı geçirmektedir. Kan emici yarasalar bizde yoktur, onlar özellikle Güney Amerika’da yaşarlar. Berlin’de 30 civarında kunduz yaşadığını biliyor muydunuz? Sadece Tegeler See gölünde değil, artan sıklıkla şehir merkezinin Spree nehri boyunca da kunduzlar görülmektedir. 2009 yılında Ostbahnhof tren istasyonu karşısındaki Spree kıyısında kunduzlar için özel bir köprü inşa edilmiştir. Kunduzlar simdi oradan suya girip çıkabilmekte ve dinlenebilmekteler. Görünüşe göre şehre göç eden yabani hayvanların sayısı artmaktadır. Bunlar şehirde sıcak bir ortam ve yıl boyunca bol yem olan, geniş bir hayat alanı bulabilmekteler. Yabani hayvanların birçoğu insanlara alışmışlardır ve artık kolay kolay ürkmemektedirler. Fakat şehirli insanlar bunların hala vahşi hayvan olduklarını asla unutmamalıdır. Onlara ne yem vermek, ne de fazla yaklaşmak ve ayrıca dikkatli davranmak gerekmektedir.


MUZ Oktober |2010

NATUR IN DER STADT

Eine laue Sommernacht mitten in Berlin-Kreuzberg. Ich sitze auf dem Balkon und schaue den Fledermäusen beim Jagen zu. Unten auf der Straße fährt ein Auto vorbei, dann läuft ein Fuchs über den Bürgersteig, wohl auf der Suche nach etwas Essbarem. Eine Ausnahme? Nein. In Berlin leben auf einer Fläche von ca. 880 km2 ca. 3,4 Millionen Menschen aus vielen unterschiedlichen Nationen der Welt und mehr verschiedene Tierarten als in Brandenburg. Und damit sind nicht die 50.000 Tauben oder Ratten gemeint die jeder Berliner bestimmt kennt. Auch Füchse, Eichhörnchen und Wildschweine gehören mittlerweile schon fast zum Stadtbild dazu – zumindest in den Randbezirken. Ein paar unserer (heimlichen) Stadtmitbewohner möchte ich ihnen kurz vorstellen. Mit ca. 230 wild wachsenden Pflanzenarten pro km2 ist die Berliner Innenstadt artenreicher als das Umland. Etwa 50 nachgewiesene Säugetierarten, 140 Brutvogelarten, 12 Amphibienarten und 15 verschiedene Fledermausarten bewohnen Berlin. Im Frühjahr leben in Berlin etwa 10 Millionen Vögel und somit dreimal so viele wie Menschen. Wir sind nicht nur Bundeshauptstadt, sondern auch Hauptstadt der Nachtigallen. Im Sommer singen über 1.000 Nachtigallen-Männchen um die Gunst der Weibchen und das beste Revier und gehören mit ihren wunderschönen Gesängen zum Sommer-Soundtrack der Stadt.

Die Stadt ist mit ihren vielen Parks, Wäldern, Brachflächen, stillgelegten Bahngeländen, Friedhöfen, Vorgärten, Hinterhöfen, Kleingärten und etwa 400.000 Straßenbäumen nicht nur für Menschen sondern auch für Wildtiere attraktiv. Wohnraum scheint es für die Wildtiere überall in der Stadt zu geben: • Wohnort: Parkhaus am Alexanderplatz Bewohner: Waschbär Alex • Wohnort: Rotes Rathaus Bewohner: Wanderfalkenpaar • Wohnort: Potsdamer Platz Bewohner: Fuchs Wildschweine kann man schon mal auf dem Alexanderplatz treffen. In diesem Fall haben diese wohl die Grünstreifen entlang der S-Bahn genutzt, um bis in die Innenstadt vorzudringen. In den Berliner Randbezirken gibt es mittlerweile so viele Wildschweine (ca. 4.000), dass sie von vielen Anwohnern als Plage empfunden werden. Sie durchwühlen und verwüsten regelmäßig Gärten, räumen Mülleimer aus und legen bei ihrer Nahrungssuche eine Strecke von 20 Kilometern zurück. Bei den wilden Schweinen haben übrigens die Frauen das Sagen. Die älteste Wildsau führt meist die Rotte an.

Aber wie können Wildtiere in dieser städtischen Umgebung überleben? Einerseits liegt das an den vielen Grünflächen (Parks, Wäldern, Friedhöfen, Kleingartenanlagen) über die Berlin verfügt. Hier tummeln sich Wildkaninchen, Eichhörnchen, Mäuse, Füchse und Vögel. Gerade die Eichhörnchen sind in der Stadt oft sehr zutraulich. Sie bauen sich oben in Bäumen ein Kugelnest (Kobel) aus Ästen und fressen Nüsse, Zapfensamen, Beeren und auch Vogeleier. Im Winter kann man sie dabei beobachten, wie sie ihre im Herbst versteckten Vorräte an Nüssen ausgraben und fressen. Viele der Wildtiere bekommt man kaum zu Gesicht, da sie einen anderen Tagesrhythmus als die meisten Menschen haben. Sie sind häufig dämmerungs- oder nachtaktiv. Das heißt sie schlafen tagsüber versteckt in einer Höhle, Hecke, im Baum oder unter dem Dach und gehen abends, nachts oder in den frühen Morgenstunden auf Nahrungssuche. Hierzu gehört der Fuchs. Er hat sich sehr gut an das Leben in der Großstadt angepasst und viele Stadtfüchse sind mittlerweile wenig scheu und fressen so ziemlich alles was sie finden. Normaler Weise stehen bei Füchsen vor allem Mäuse auf dem Speiseplan. In Berlin kann man viele Füchse beim Durchsuchen von Mülleimern in Hinterhöfen oder beim Leeren von Katzenfutternäpfen in Vorgärten beobachten. Auch Tauben und Ratten werden nicht verschmäht. Fledermäuse schlafen tagsüber in Baumhöhlen, Kirchtürmen oder unter Dächern und gehen nachts auf die Jagd nach Mücken, Motten und anderen kleinen Tieren.

Es scheint immer mehr Wildtiere in die Stadt zu ziehen. Hier finden sie einen geschützten, reich strukturierten Lebensraum, mit relativ warmen Temperaturen und großem Nahrungsangebot über das ganze Jahr. Die wilden Tiere haben sich oft sehr an den Menschen gewöhnt und zeigen kaum mehr Scheu. Jedoch sollten die menschlichen Stadtbewohner nicht vergessen, dass es Wildtiere bleiben. Man sollte sie nicht füttern, ihnen nicht zu nah kommen und sie mit Respekt behandeln. Im Herbst sammelt der Igel Futter für seinen Wintervorrat. Dem Igel hilft es sehr, Laubhaufen über den Winter im Garten liegen zu lassen. Den Igel auf keinen Fall in seiner Winterschlaf stören. Weitere Informationen zur Berliner Natur unter: www.stadtentwicklung.berlin.de/natur_ gruen/naturschutz/

Autorin: Sandra Hülse ist freiberufliche Biologin und lebt in Berlin. Sie macht hauptsächlich Natur- und Umweltprojekte in Kindergärten und Grundschulen. www.biologo-online.de. Seit 2009 arbeitet sie auch im NAZ-Projekt (Natur als Zweitsprache) für das Türkisch-Deutsche Umweltzentrum Berlin.

Eine Fledermaus kann bis zu 2.000 Mücken in einer Nacht vertilgen. Die Zitadelle Spandau ist das größte Winter-Quartier für unsere einheimischen Fledermäuse in Berlin. Hier überwintern über 10.000 Tiere. Blutsaugende Vampir fledermäuse gibt es jedoch bei uns nicht, diese leben vor allem in Südamerika. Wussten sie, dass in Berlin auch ca. 30 Biber leben? Und das nicht nur im Tegeler See, sondern auch in der Innenstadt entlang der Spree werden immer wieder Biber beobachtet. Exklusiv für sie wurde Ende 2009 ein Bibersteg am Ufer der Spree gegenüber vom Ostbahnhof gebaut. Hier können die Biber jetzt ins Wasser rein und raus gehen oder einfach verschnaufen.

9


MUZ Ekim |2010

TÜRLERİN KORUNMASI

Tarla kuşu artık ötmüyor Die Lerche singt nicht mehr Christiane Zander, www.regenwald.org

Politikacılarımız iklimi biyogaz tesisleri kurarak kurtarmak istiyorlar. Üreticilere yüksek teşvikler verilmektedir. Mısırdan oluşan mono kültürler hayvanların ve bitkilerin yaşam alanlarını kısıtlamaktadır. Bunun iklim koruma ile hiç bir ilgisi yoktur – ve biyolojik çeşitlilik ekim alanlarında yok olmaktadır. Tarla kuşu tarlanın tepesinde ötmekte ve leylekler nemli çimliklerde kurbağa aramakta. İnekler, yaz kokulu, bitkilerin ve hayvanların birlikte türler dolusu zengin bir topluluk oluşturduğu, çayırlarda otlamakta: Otlar ve çiçekler, arılar, solucanlar, kurbağalar, kelebekler, atlar, tavşanlar ve kirpiler. Bunların hepsi eskidendi. Günümüzde çayırlar, 2 metre yükseklikte ve ufka kadar uzanan, mısırdan oluşan bir okyanus altında kaybolmaktadır. O milyonlarca sapları ne ağaç öbekleri ne de çiçekli çalı lar bölmektedir – aralarında sadece çiftlikler, kocaman silaj dağları ve biyogaz santrallerinin kubbeleri görünmektedir. Biyogaz fabrikaları tarımsal bölgelerimizde dev mantarlar gibi bitmeye başlamıştır; her seferinde daha hızlı ve daha büyük olmak üzere. 2009 yılında 4.500 tane iken “Nachwachsende Rohstoffe (FNR)” adlı ajansın tahminine göre, bu yıl 800 tane daha eklenecekmiş. Bu büyümeye sebep olan, Sürdürebilir Enerji Yasası (SEY) ve öncelikle içerdiği 2004 ve 2009 yasa değişiklikleridir. Yüksek teşvikler ve ödüllerle santral işletmecileri yatırım yapmaya ikna edilmek istenmektedir. Biyokütle, artık en önemli yenilenebilir enerji kaynaklarından sayılmaktadır. Günümüzde, tarım ve ormancılıktan gelen biyokütle, elektrik, ısı veya yakıt şeklinde Almanya’nın enerji ihtiyacının yüzde yedisini sağlamaktadır. Palmiye yağı üretimi için örneğin Endonezya, Malezya ve Kolombiya’da yağmur ormanları yok edilmektedir: Amaç, milyonlarca hektar palmiye yağı tarlaları sayesinde Almanya ve AB’nin tarımsal enerji talebini gidermektir. Biyogazın Almanya’da üretilmesi, enerjiyi yerel kullanmak için iyi bir yol gibi görünmekteydi. Böylece, hayvancılık yapan büyük işletmelerde, oluşan hayvan gübresinin tarlalara ve çayırlara atılması ve bunun sonucunda suları ve zemini kirletmesi yerine, biyogaz santrallerinde tekrar işlenebilmesi söz konusudur. Ayrıca santraller enerji ve ısıyı kullanacak çiftliklerin hemen yanlarına kurulmaktadır. Ana fikir, merkezi olmayan küçük bağımsız santraller ve üretim yeri ile tüketim yeri arasındaki uzaklığın fazla olmamasıdır. Fakat hayvan gübresinin, Almanya’nın iklim koruma hedeflerine ulaşması için, yeterince verimli olmadığı çabuk anlaşılmıştır. Bunun için daha yüksek verimli enerji üreten bitkilere ihtiyaç vardır ve böylece tüm ümitler mısıra bağlanmıştır. Mısır ekimini hızlandırmak için 2004’de, mısır ve benzeri yenilenebilir kaynakların teşviki amaçlı, NawaRo ikramiyesi adlı ilk “Sürdürülebilir Enerji Yasası” değişikliği yürürlüğe sokulmuştur. Küçük ve orta büyüklükteki biyogaz santralleri sahibi olan çiftçiler, elektrik şebekesine verdikleri her kilovat saat için temel kazançlarının üstüne ek olarak 6 sentlik ikramiye almaktadır. 2009’da yürürlüğe sokulan ikinci yasa değişikliği ikramiyeyi 7 sente çıkartıp üstüne bir hayvan gübresi ikramiyesi eklemiştir. Türlerin yok oluşu böylece başlamıştı, çünkü önceden hububat tarlalarının, boş arazilerin, meraların ve sulak arazilerin bulunduğu yerlerde, şimdi hızlı bir şekilde mısır mono kültür olarak ekilmektedir. Yerleşim ve Alanların kullanımı adlı Federal Planlama Dairesi’nin tahminlerine göre Mısır ekilen tarım alanlarının miktarı geçen yıl 530.000 hektar idi.

10

Bunun 2020 yılına kadar 900.000 hektara çıkacağı tahmin edilmektedir. Örnek verilecek olursa, bu Saksonya eyaletinin yarısının mısır tarlasından oluşması demektir. Tarımsal ilaçlama ve gübrelemeyle yoğun işletilen mısır tarlalarında özellikle kuşların hayatta kalması mümkün değildir. Dr. Krista Dziewiaty’nın dediğine göre: “Tarla kuşlarının durumu kötü“. Bu kişi, Alman çevre bakanlığı adına biyogazın Almanya’daki biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkilerini araştırmış ve bu soruna çözüm yolları aramıştır. Kuşlar, mono kültürlü mısır tarlalarında üreyememektedir. Bayağı kız kuşları, vınlayan kuyrukkakanlar, keklikler ve tarla zemininde biten otlar arasında yuvalarını korumaya çalışan diğer türlerin hepsi çaresizdir. Çünkü mısırın büyümesine engel olan tüm otlar kimyasal ilaçlarla yok edilmektedir. Kuş yumurtaları açıkta, korunmasız olduğu için de yırtıcı kuşlar veya tilkiler tarafından yenilmektedir. Tarımsal alanlarda yumurtlayan kuşların sayısı 30 yıldır azalmaktadır. Nedenlerden biri, çiftçilerin özellikle Doğu Almanya eyaletlerinde tarlalarını birleştirmesinden kaynaklanmaktadır, çünkü çitler, çalılar ve küçük ağaçlık bölgeler tarımsal makineleri engellemektedir. Fakat bu yeşil alanlar hayvanların yaşam alanlarını da birbirine bağlamaktadır. “Ziraatımız tümüyle biyolojik çeşitlilik için bir sorun temsil etmektedir” diyor anonim kalmak isteyen, bir Federal Doğa Koruma Bakanlığı çalışanı. “Biyogaz üretiminde kullanılan enerji bitkileri, sorunu sadece daha da büyütmüştür, teşvikler ise durumu daha vahimleştirmiştir.” “Böylece bu alanlar, sadece CO2 azaltmak için değil, yaşam alanları olarak da kaybedilmektedir, diyor Krista Dziewiaty. „Böcekler, kuşlar ve memeli hayvanlar daha önce nadasa bırakılan bu alanları yaşam alanı olarak kullanıp, bitkileri yem ve koruma olarak kullanmaktaydı. Aynısı günden güne mısır tarlaları altında kaybolan veya biyogaz kullanımı için harcanan mera alanları için de geçerlidir. Meralar yılda üç dört defa biçilir ve otlatılmazlarsa, mera ve çayır kuşlarının hayatta kalması söz konusu olamaz” diyor eski NABU başkanı ve SchleswigHolstein Eyaletinin Doğa Koruma Görevlisi Klaus Dürkop. Meralar ve sulak çayırlarla birlikte leylekler de kaybolmaktadır. “Eskiden 2.000 ila 3.000 çift görmek mümkünken, günümüzde Schleswig-Holstein eyaletinde sadece 200 çift üremektedir.” Klaus Dürkop’a göre, doğa korumanın geleneksel tarım zihniyetine ihtiyacı vardır. “Günümüzdeki tarımın artık ziraat ile alakası kalmamıştır, bu bir sanayi dalına dönüşmüştür.” Biyogaz santralleri giderek yayılmaktadır. Bunların çoğunu işletenler, çiftçilerden değil, mısırları satın alan veya tarlaları çiftliklerden kiralayan yatırımcılardan oluşmaktadır. Böylece enerji bitkileri ekilen yerler ile biyogaz santralleri arasındaki mesafe gitgide büyümektedir ve yüksek talep de tarla kira fiyatlarını iki üç katına çıkartmıştır. Süt üreten çiftçiler tarlaları kiralamak için istenen fiyatları ödeyememektedir. Bu duruma karşı çıkanların sayısı neredeyse santraller kadar hızlı artmaktadır.


ARTENSCHUTZ

Mit Biogasanlagen wollen unsere Politiker das Klima retten, ihre Betreiber werden mit hohen Vergütungen belohnt. Monokulturen aus Mais begraben nun die Lebensräume der Tiere und Pflanzen. Mit Klimaschutz hat das nichts zu tun – und die Artenvielfalt macht sich vom Acker. Hoch über dem Feld singt die Lerche, und auf dem feuchten Grasland suchen die Störche nach Fröschen. Kühe weiden auf Wiesen, die nach Sommer riechen, wo Pflanzen und Tiere eine artenreiche Lebensgemeinschaft bilden: Gräser und Blumen, Kiebitze, Hummeln, Regenwürmer, Laubfrösche, Zitronenfalter, Heupferde, Hasen und Igel. Das war früher. Jetzt verschwinden die Wiesen unter einem Meer aus Mais – zwei Meter hoch und oft bis zum Horizont. Keine Bauminseln oder Knicks, keine blühenden Säume trennen die Millionen Pflanzenstängel – nur Höfe für Massentierhaltung, gewaltige Silage-Berge und die Kuppeln der Biogasanlagen. Wie überdimensionierte Pilze schießen in unserer Ackerlandschaft die Biogasanlagen empor; immer schneller und immer größer. 4.500 gab es 2009, in diesem Jahr sollen weitere 800 Anlagen ans Netz gehen, schätzt die Fachagentur Nachwachsende Rohstoffe (FNR). Auslöser für diesen Boom ist das Erneuerbare Energien Gesetz (EEG),vor allem seine beiden Novellen 2004 und 2009. Mit satten Vergütungen und Boni macht man den Kraftwerksbetreibern die Investitionen schmackhaft. Biomasse gilt inzwischen als wichtigste erneuerbare Energiequelle. Heute deckt der Stoff aus Acker- und Forstwirtschaft in Form von Strom, Wärme oder Kraftstoffen sieben Prozent des Primärenergiebedarfs in Deutschland. Für den Anbau von Palmöl werden u.a. in Indonesien, Malaysia und Kolumbien die Regenwälder vernichtet: Millionen Hektar Ölpalmplantagen sollen die steigende Nachfrage nach Agroenergie in Deutschland und der EU befriedigen. Biogas aus heimischem Anbau zu nutzen, schien dagegen ein guter Weg, um die Energie lokal zu erzeugen. Denn in den Biogasanlagen lässt sich die Gülle aus der Massentierhaltung sinnvoll weiterverwerten, anstatt sie auf den Feldern und Wiesen zu entsorgen, wo sie enorm die Gewässer und Böden belastet. Und die Anlagen stehen direkt neben den Bauernhöfen, denen sie Strom und Wärme liefern sollen. Kleine, geschlossene Anlagen und kurze Wege – so die Ursprungsidee. Doch schnell stellte sich heraus, dass Gülle allein nicht ergiebig genug ist, um die deutschen Klimaschutzziele zu erreichen. Dafür braucht man hocheffiziente Energiepflanzen – und kam auf Mais als „Hoffnungsträger“. Um seinen Anbau zu forcieren, schuf die erste EEG-Novelle 2004 den NawaRo-Bonus, ein Bonus für nachwachsende Rohstoffe wie Silomais. Pro eingespeister Kilowattstunde bekamen die Landwirte mit kleinen und mittleren Biogasanlagen 6 Cent zusätzlich zur Grundvergütung. Die zweite Novelle 2009 erhöhte auf 7 Cent und setzte einen Güllebonus obendrauf. Der Startschuss für das Artensterben war gefallen. Denn dort, wo es Getreidefelder gab, Brachen, Weiden und Feuchtwiesen, dehnen sich rasant die Maismonokulturen aus; 530.000 Hektar waren es im letzten Jahr, bis zu 900.000 sollen es 2020 sein, prognostiziert das Bundesamt für Bauwesen und Raumordnung. Dann wäre, bildlich betrachtet, halb Sachsen mit Mais bepflanzt. Doch auf intensiv bewirtschafteten Maisfeldern, die gespritzt und gedüngt werden, können vor allem die Vögel nicht überleben. „Den Ackervögeln geht es schlecht“, sagt Dr. Krista Dziewiaty. Die Biologin hat im Auftrag des Bundesumweltministeriums die Auswirkungen der Bioenergie auf die Artenvielfalt in Deutschland erforscht – und Auswege aus dem Drama gesucht.

MUZ Oktober |2010

In der Mais-Monokultur können Ackervögel nicht mehr brüten „Kiebitze, Braunkehlchen, Rebhuhn und alle anderen Arten, die ihre Nester im Schutz des Beikrauts auf dem Ackerboden bauen, haben keine Chance. Denn jedes Kraut stört das Maiswachstum und wird totgespritzt. Ohne Deckung aber wird das Gelege von Raubvögeln oder Füchsen geplündert.“ Der Bestand der Vogelarten, die auf landwirtschaftlich genutzten Flächen brüten, ist bereits seit 30 Jahren im Sinkflug. Auch deshalb, weil die Landwirte ihre Äcker immer häufiger zusammenlegen, vor allem in den neuen Bundesländern. Denn Knicks, blühende Wegränder und Bauminseln behindern die Maschinen. Doch das Grün würde immerhin die Lebensräume der Tiere vernetzen. „Unsere intensive Landwirtschaft als Ganzes ist ein Problem für die Artenvielfalt“, sagt eine Mitarbeiterin vom Bundesamt für Naturschutz (BfN), die nicht genannt werden möchte. „Die Energiepflanzen für Biogas haben das Problem nur verschärft – und durch die Vergütungen noch verschlimmert.“ „Damit geht dieses Land nicht nur als CO2-Senke verloren, sondern auch als Lebensraum“, sagt Krista Dziewiaty. „Insekten, Vögel und Säugetiere haben diese Brachen als ökologische Nischen genutzt und die blühenden Kräuter zur Nahrung und Deckung.“ Dasselbe gilt für wertvolles Grünland, das Zug um Zug unter Maisäckern begraben oder für die Biogas-Silage intensiv genutzt wird. „Wenn die Wiesen drei- bis viermal im Jahr gemäht und nicht mehr beweidet werden, können Wiesenvögel nicht überleben“ sagt auch Klaus Dürkop; der ehemalige NABU-Präsident ist heute Landesnaturschutz-Beauftragter von Schleswig-Holstein. Mit den Weiden und Feuchtwiesen verschwinden auch die Störche. „200 Paare brüten bei uns in Schleswig-Holstein, früher sah man hier 3.000 bis 4.000.“ Naturschutz, meint Klaus Dürkop, brauche bäuerliche Kultur. „Was wir hier haben, hat mit Landwirtschaft nichts mehr zu tun – sie ist zu einem reinen Industriezweig geworden.“ Immer größer werden die Biogasanlagen und immer öfter sind die Betreiber gar keine Landwirte mehr, sondern Investoren, die den Mais kaufen oder Äcker und Wiesen von den umliegenden Höfen pachten. So werden die Entfernungen zwischen Energiepflanze und Biogasanlage immer größer und die Pachtpreise haben sich durch die Nachfrage verdoppelt und verdreifacht. Milchbauern können sich eine Neupacht nicht mehr leisten. Und längst wachsen in Deutschland die Widerstände fast so schnell wie die Anlagen.

11


MUZ Ekim |2010

UBA CEVAPLIYOR

Jochen Flasbarth ile Röportaj Interview mit Jochen Flasbarth von Dr. Turgut Altuğ

> Bize 1 yıldır yöneticisi olduğunuz kurumu, (Federal Çevre Dairesi) kısaca tanıtır mısınız? UBA, kurulduğu yıl olan 1974’ten beri Almanya’da çevre koruma konusundan sorumlu devlet kurumudur. Federal çevre bakanlığına bağlıdır. Görevleri arasında, federal çevre bakanlığını ve hükümeti çevre koruma konusundaki güncel ve gelecekle ilgili alanlarda bilgilendirmek ve danışmanlık yapmaktır. Bunun yanı sıra çevre koruma alanındaki yasaların uygulanmasını denetlemekte bu kurumun görevidir; örneğin kimyasal maddelerin, ilaçların ve tarımsal mücadele ilaçlarının üretimine izin verilmesi ve emisyon ticaretinin uygulanması gibi. > Hangi konular kurumunuz için günceldir? Kamuoyunda tartışılmakta olan birçok ilginç konu vardır. Bunlardan biri iklim korumadır. UBA, çok kısa bir zaman önce, Almanya’nın enerji ihtiyacının 2050 yılına kadar tamamıyla yenilenebilir enerji kaynaklarından nasıl sağlanabileceğini, araştıran bir bilimsel çalışma yapmıştır. > Bildiğim kadarıyla kurumunuzun halkı aydınlatmak için çıkardığı birçok yayınlar vardır. Kurumunuzdaki uzmanlar bunun yanı sıra vatandaşlardan gelen sorulara da cevap vermektedirler. Bununla ilgili bilgi verir misiniz? Bu kurumumuz için önemli bir çalışma alanıdır. Amaçlarımızdan birisi, kamuoyunun bilgilendirilmesi ve bu yolla her vatandaşın çevreyi nasıl koruyabileceğini öğrenmesi ve uygulamasıdır. Örneğin, “odunla ısıtmayı” açıklayan broşürümüzü güncelleştirip yayımladık. Bu broşürde sobaların nasıl kullanılmaları gerektiği açıklanmakta ve bununla, odunun yanması sonucu ortaya çıkan sera gazlarının atmosfere ve sobaların kullanıldıkları mekâna salınımı engellenmektedir. > Güncel olarak nükleer enerjinin belli bir zamandan sonra kullanılmaması tartışmaları vardır. Bu enerji biçimini savunanlar, iklimi koruduklarını söylemektedirler. Sizce Almanya’nın bu enerji biçimini, daha önceki hükümetlerden birisinin aldığı karar da olduğu gibi, planlandığı şekilde bırakması gerekli midir? Kurumumuzun bu konuda kesin olan uzman görüşleri vardır. Nükleer enerji çevre dostu bir enerji biçimi değildir. Bu yüzden kurumumuz, 1990’li yıllardan bu yana bu enerji biçiminden vazgeçilmesi gerektiğini belirtmektedir ve bu durum da herhangi bir değişiklik yoktur. Nükleer santrallerin kullanılma süresinin uzatılması gerekli değildir. Çünkü, enerjiye olan gereksinim, hızla gelişen yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanabilir ve enerji tasarrufu konusunda 12

büyük ilerlemeler sağlanmıştır. Yani 2020 yılından itibaren nükleer santrallerden vazgeçmemiz mümkündür. > Doğa dostu elektrik piyasası hızla gelişmektedir. Okuyucularımızın, kullandıkları elektriğin doğa dostu olması için yapabilecekleri şeyler var mıdır? Elbette. Bu piyasa küçük idi. Ve fakat günümüzde elektrik piyasasında % 16,3 gibi bir orana sahiptir. 10 yıl önce bu oran % 4 idi. Güneş ve rüzgâr ener jisi alanlarında eskiden itimat edilmese de, büyük ilerlemeler sağlanmıştır. Bunun yanı sıra tüketiciler bu konuda aktif olabilirler. Bunun için, doğa dostu olmayan elektrikten pekte pahalı olmayan, “yeşil enerji”yi kullanmaları gereklidir. > Gelecekte enerji ihtiyacının karşı lanmasında aşılması gereken güçlükler nelerdir? İklimi ve doğal kaynakları koruyan bir elektrik üretim biçiminin gerçekleştirilebilmesi için, gerekli adımların zamanında ve kararlı olarak atılmaları önemlidir. Elektriğin yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilmesi, bunlardan biridir. Bunun yanı sıra elektriği tüketiciye doğru zamanda ulaştırmakta önemlidir. Bunun için gelişmiş elektrik şebekelerine ve elektriğin depolanabileceği sistemlere ihtiyaç vardır. Bunun için yeni depolama sistemlerine ve tüketim zamanlamasını düzenleyen akıllı şebeke sistemlerine ihtiyacımız vardır. Aşılması gereken başka engel ise, halkın yenilenebilir enerji kaynaklarına olan ilgisini ve desteğini arttırmaktır. > Peki ya enerji tasarrufu? Uzun dönemde enerji tüketimimizi azaltmamız gereklidir. Bu ala nda yapmamız gereken çok şey vardır. Ve bu konuda yapabileceğimiz şeylerin miktarı çoktur, çünkü evlerimizde kullandığımız elektrikli eşyaların çoğu hala çok fazla enerji kul lanmaktadır. Yapılabileceklerin sonuna gelmiş değiliz. Kurum olarak, daha az enerji tüketen modellerin geliştirilmesi için gerekli teknolojiyi desteklemekteyiz ki, böylece, daha tasarruflu eşyaların kullanılması cazip hale gelsin. Ulaşım alanında da yapılacak çok şey vardır; örneğin daha az yakıt tüketen araba kullanımı gibi. Enerji tasarrufu yalnızca iklimi değil, kesenizi de korur. > Kaynakların sınırlı olması ve enerji gereksinimi arasındaki ikilem sizce nasıldır? Bunların birbirleriyle uyum içinde olması söz konusu mudur? Enerji gereksinimiz çoğunlukla fosil enerji kaynaklarından sağlanmaktadır. Ne kadar çabuk ve yoğun bir şekilde yenilenebilir enerji kaynaklarını enerji üretiminde kullanırsak, sınırlı olan doğal kaynakların o kadar fazla korunmaları ve gelecek nesiller tarafından da kullanılmaları mümkün olacaktır. Bunun yanı

sıra, bu kaynaklara olan bağımlılığı azaltmak, enerji fiyatlarının düşmesini de sağlayacaktır. Çünkü, bir hammadde ne kadar az ise, fiyatı da o kadar fazladır. Fosil enerji kaynaklarının azalması ile birlikte enerji fiyatının artacağı kesindir. Enerji gereksinimini yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılamak ülke ekonomisini desteklemek açısından da önemlidir. > Meslek hayatınızda doğa koruma alanındaki en büyük sivil toplum kuruluşlarından biri olan NABU’nun uzun yıllar yöneticisiydiniz. Bunun yanı sıra federal çevre bakanlığında da önemli mevkilerde yer aldınız. Gençliğinizde sizi doğa korumaya yönlendiren şey neydi? Duisburg gibi endüstrinin yoğun olduğu büyük bir şehirde büyüdüm. Özellikle, çocukluğumu yaşadığım 1970’li yıllarda çevre kirliliğini görmek ve yaşamak ve aynı zamanda o zamanlar Duisburg’ta az da olsa var olan yeşil alanları korumak benim için önemliydi. Doğa ve çevre koruma konularına olan ve şimdiye kadar frenleyemediğim ilginin temelinde bu yatmaktadır. > Okuyucularımızın çoğu göçmen kökenlidir. Onları çevre ve doğa koruma konularına kazanabilmek için önerileriniz nelerdir? Bence sosyal uyum konusundaki en önemli alanlardan birisi çevre ve doğa korumadır. Alman çevre koruma kuruluşları için göçmenler hedef kitle değildi. NABU’nun başkanı iken, üyelik formumuzu Türkçe bastırmayı düşünmüştük. Bu o zamanlar alışılmamış bir fikirdi. Günümüzde ise bu tabii ki normalleşmeye başlamıştır. Örneğin NABU’nun Berlin Türk-Alman Çevre Koruma Merkezi’yle düzenlediği “Kültürlerarası Çevre ve Sağlık Festivali” gibi bir etkinlik var. Çevre ve doğa koruma alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra, UBA gibi resmi bir kurumun da halkla ilişkiler birimini göçmenlere yönelik olarak düzenlemesi önemlidir. Çünkü göçmenler de aşırı tüketim, çevre kirliliği gibi sorunların ve fakat bunların çözümünde de rolü olması gereken, toplumumuzun bir parçasıdır. Bunun için son zamanlarda Türkçe ve Rusça yayınlar yapmaktayız. Görüşme için çok teşekkürler!


BÜRGER FRAGEN – DAS UMWELTBUNDESAMT ANTWORTET

> Herr Flasbarth, vor genau einem Jahr sind Sie zum Präsidenten des Umweltbundesamts berufen worden. Was genau macht das UBA? Das Umweltbundesamt ist seit seiner Gründung 1974 Deutschlands zentrale Umweltbehörde. Es ist im Geschäftsbereich des Bundesumweltministeriums (BMU) angesiedelt und hat den gesetzlichen Auftrag und Anspruch, die Politik mit seiner wissenschaftlichen Expertise und praktikablen Vorschlägen zu beraten – und zwar zu aktuellen wie auch zu Zukunftsfragen des Umweltschutzes. Darüber hinaus ist das UBA zuständig für den Vollzug von Umweltgesetzen, zum Beispiel für die Zulassung von Chemikalien, Arznei- und Pflanzenschutzmitteln oder den Emissionshandel. > Und welche Themen stehen aktuell an? Es gibt natürlich ganz herausragende, wichtige Themen, die auch öffentlich stark diskutiert werden. Zum Beispiel der Klima- und Ressourcenschutz und die damit einhergehenden notwendigen Veränderungen in der Energieversorgung. Das Amt hat in diesem Sommer eine Studie vorgelegt, wie sich die deutsche Stromversorgung bis zum Jahr 2050 vollständig auf erneuerbaren Energien umstellen ließe.

Jochen Flasbarth • 1962 geboren in Duisburg-Rheinhausen • 1994-2003 Präsident des NABU e.V. • 2003-2009 Abteilungsleiter „Naturschutz und nachhaltige Naturnutzung“ im Bundesministerium für Umwelt, Naturschutz und Reaktorsicherheit • seit 2009 Präsident des Umweltbundesamtes

> Soweit mir bekannt ist, gibt das UBA Informationsmaterialien heraus und beantwortet Anfragen von BürgerInnen. Könnten Sie dazu einige Sätze sagen? Ja, das ist richtig. Die Öffentlichkeit zu Fragen des Umweltschutzes zu informieren, ist eine weitere zentrale Aufgabe vom UBA. Denn der nachhaltige Schutz der Umwelt kann nur als Gemeinschaftsaufgabe gelingen. Um ein ganz aktuelles Beispiel zu nehmen: Wir haben eine Broschüre zum Thema „Heizen mit Holz“ neu aufgelegt. Sie gibt Tipps, wie man eine Holzheizung richtig bedient, ohne dass unnötig viele klimaschädliche Treibhausgase entstehen oder gesundheitsbelastende Schadstoffe in Wohnräume gelangen. > Aktuell gibt es eine hitzige Debatte über den Atomausstieg. Die Verteidiger argumentieren mit dem Klimaschutz-Sorglos-Paket. Was meinen Sie, sollte es beim Atomausstieg

bleiben? Das Umweltbundesamt hat hierzu eine fachlich ganz klare Position. Die Atomenergie ist ja keine nachhaltige Form der Energieversorgung und deshalb empfiehlt das Amt schon seit den 90er Jahren, auf die Atomkraftnutzung zu verzichten. Es gibt auch keine Notwendigkeit, die Laufzeit von Kernkraftwerken unter dem Aspekt der Versorgungssicherheit zu verlängern. Wir haben das bis in das Jahr 2020 berechnen lassen: Die Kapazität des bestehenden Kraftwerksparks und der im Bau befindlichen Kraftwerke reicht auch dann zur Deckung unseres Strombedarfs aus, wenn die Kernkraftwerke – wie in der Novelle des Atomgesetzes von 2002 vorgesehen – nach und nach abgeschaltet werden. > Ökostrom wird immer günstiger und konkurrenzfähiger im Strommarkt. Haben Sie einen Ratschlag für unsere LeserInnen, der ihnen den Umstieg zum Ökostrom erleichtern könnte? Mit einem Anteil von 16,3 % am Bruttostromverbrauch im vergangenen Jahr haben die erneuerbaren Energien ihr früher oft belächeltes Nischendasein längst verlassen. Vor zehn Jahren waren es noch 4,0 %. Darüber hinaus können die Verbraucher natürlich auch selbst die Entwicklung ein Stück weit steuern, indem sie beispielsweise Strom aus erneuerbaren Energien beziehen. Mittlerweile ist Strom aus Wind, Sonne, Biomasse, Wasser und Erdwärme gar nicht so sehr viel teurer als Strom aus konventionellen Energieträgern. > Welche Herausforderungen gibt es bezüglich der Energieversorgung in der Zukunft? Für eine klimaverträgliche und ressourcenschonende Stromversorgung müssen wir früh und entschlossen die richtigen Weichen stellen. Neben dem weiteren Ausbau der Erneuerbaren brauchen wir eine zukunftsfähige Gestaltung des Stromnetzes. Wir brauchen intelligente Netze und Speichertechnologien, damit die Stromnachfrage jederzeit gedeckt werden kann. Hier besteht ein großer Investitionsbedarf. Eine andere Herausforderung ist, dass wir auch für die gesellschaftliche Akzeptanz der erneuerbaren Energien sorgen müssen. > Und wie ist es mit Energiesparen? Langfristig müssen wir unseren Energieverbrauch drastisch senken. Wir müssen zum Beispiel dafür sorgen, dass die Geräte mit dem niedrigsten Stromverbrauch am Markt zum Standard werden. Voraussetzung dafür ist eine Kennzeichnung des Stromverbrauchs auf dem Energielabel, die für den Kunden einfach verständlich ist. Im Idealfall kann er darauf nicht nur die Effizienzklasse erkennen, sondern auch die durchschnittlichen Stromkosten, die das Gerät verursacht. Auch im Verkehrsbereich gibt es dazu viele Möglichkeiten - etwa bei der Wahl des Verkehrsmittels, bei der Auswahl eines spritsparenden Autos oder mit energiesparendem Fahrverhalten. Energiesparen schont ja nicht nur das Klima, sondern auch den eigenen Geldbeutel. > Wie ist der Zusammenhang zwischen Ressourcenknappheit und Energieverbrauch? Wie könnte man beide zusammenbringen? Unsere Energieversorgung beruht z. Z. vor allem

MUZ Oktober |2010

auf Rohstoffen, die uns nur in begrenzter Menge zur Verfügung stehen: auf Braun- und Steinkohle, auf Erdöl, Erdgas und Uran. Je früher und je stärker wir unsere Energieversorgung auf erneuerbare Energieträger umstellen, desto mehr schonen wir die endlichen Ressourcen – damit die auch von den zukünftigen Generationen noch genutzt werden können. Aber nicht erst dann macht sich eine geringere Abhängigkeit von Kohle oder Erdgas positiv bemerkbar: Je knapper ein von vielen nachgefragter Rohstoff wird, desto stärker steigt sein Marktpreis. Sicher ist also, dass Energie mit zunehmender Knappheit fossiler Rohstoffe immer teurer wird. Auch aus volkswirtschaftlichen Gründen ist es also sinnvoll, auf erneuerbare Energien zu setzen. > Sie waren ja ehemals Präsident des NABU, später haben Sie im BMU die Abteilung „Naturschutz und nachhaltige Naturnutzung“ geleitet und in Ihrer Jugend haben Sie sich ehrenamtlich engagiert. Was hat Sie damals dazu bewogen, als Jugendlicher für den Naturschutz einzutreten? Ich bin in DuisburgRheinhausen aufgewachsen und da ist man mit den Umweltbelastungen ja unmittelbar konfrontiert. Vor allem in den 70er konnte man dort die Umweltbelastung förmlich sehen und erleben, also rauchende Fabrikschlote, Kohleberge und Rußschwaden. Gleichzeitig gab es noch ein paar grüne Flecken in Duisburg, die es zu erhalten galt. Und das war eigentlich für mich der Ausgangspunkt für ein Engagement, das ich dann später nicht mehr richtig gebremst gekriegt habe. > Viele unserer Leser sind MigrantInnen. Haben Sie eine Idee, wie man sie in diese Bereiche mit einbinden könnte? Das ist, glaube ich, ein wichtiger Teil tatsächlich gelebter Integrationspolitik. Das war ja auch schon in den Umweltverbänden so, dass die Bürgerinnen und Bürger mit Migrationshintergrund eigentlich gar nicht im Fokus, auch der eigenen Aktivitäten, standen. Nicht einmal als Adressaten. Ich kann mich erinnern, dass wir beim NABU irgendwann einmal überlegt haben: Sollten wir nicht mal türkischsprachige Beitrittsformulare drucken und Broschüren, die den Verband vorstellen und dafür werben, da auch Mitglied zu werden? Das war damals noch ein ungewöhnlicher Gedanke, heute gibt es das natürlich längst. Es gibt auch die gemeinsamen Aktivitäten mit dem TDZ-Umweltzentrum. Ich denke, wir sind beim aufeinander Zugehen ein bisschen weiter, als das vor Jahren der Fall war. Und auch die Öffentlichkeitsarbeit einer Behörde wie das UBA ist gut beraten, gezielt Ansprachen zu finden für Menschen aus anderen Kulturkreisen, die in unserem Land leben, die Teil des Konsums und letztlich der Umweltbelastung darstellen, aber auch ein beachtlicher Teil der Lösung sein könnten. Deshalb stellen wir seit einiger Zeit auch Informationsmaterial etwa in türkischer oder in russischer Sprache bereit. Vielen Dank für das Interview

13


NAZ

MUZ Ekim |2010

Natur als Zweitsprache (NAZ): Natur verbindet

14


CSR

MUZ Oktober |2010

Almanya’da Türk işletmelerinde Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) Corporate Social Responsibility (CSR) in türkischen Unternehmen in Deutschland Ahmet Ates, ates.ahmet@web.de

Kurumsal Sosyal Sorumluluk, ya da KSS, şirketlerin kendi isteğiyle sosyal ve ekolojik konuları kuruluşlarına ve müşterileri, çalışanları ve toplum ile ilişkilerine entegre etmelerini sağlaması için hazırlanmış bir plandır. KSS, bir kuruluş içindeki tüm bölümleri ve işlemleri kapsamaktadır. KSS işletmelerde çevre koruma, işçi güvenliği, çalışanların ve müşterilerin çıkarlarının korunması, üretimde sorumluluk ve daha fazlasını içermektedir. Uzun vadede ekolojik ve sosyal konuları göz ardı ederek tek yönlü çalışmak, doğal kay nakların sınırlı olması, artan rekabet ve küresel leşme yeni ekonomik koşullara yol açtık larından dolayı, pek verimli değildir. Alman şirketleri şimdiden kendi istekleriyle KSS ve sürdürebilirlik konuları ile ilgilenmektedir. Peki, Almanya’daki Türk şirketlerinin bu konuyla ilgili durumu nedir? Türk-Alman işveren birlikleri ve Türk şirketlerinde yürütülen bir anket, hiçbirinin KSS’yi, temel alabilecekleri bir yapı olarak görmediklerini ortaya çıkarmıştır. Bu, konu hakkındaki bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Uygulanan KSS etkinlikleri daha çok “vatandaşların çabaları” olarak anlaşılmaktadır. Anket katılımcılarından ancak biri KSS konusunda biraz bilgi verebilmiştir. KSS anlamında olmasa da, şirketler sosyal sorumluluklarını yerine getirmektedir. Öncelikli olarak genç göçmenlerin ve işverenlerin eğitiminin desteklenmesi ve işsizlere iş sağlama imkânı ön plandadır. Bir işveren birliğine üye olmak, KSS konuları ile temasa geçmeyi daha kolaylaştırmaktadır. Şirket büyüklüğü, eğitim ve mali kaynaklar bunun göstergesidir. Bunlar sosyal çabaya hazırlığı kolaylaştırmaktadır. Ekoloji alanında henüz açıklar vardır. Burada ya çok az ya da hiçbir şey yapılmamıştır. Anketin açığa çıkarttığı sonuçlar; ekolojik alanda daha çok ilerleme kaydedilme gereksinimi, KSS yöntemlerinin daha uygun hale getirilmesi, iletişim ağlarının genişletilmesi, KSS tecrübeli kurumlarla anlaşma ve müşterilerin ve distribütörlerin duyarlılığının artması gerektiğidir. Fakat şirketlerin kendi iradeleri ile çaba harcamaları gerekmektedir. Şirketlerin, başarılı bir KSS modeli ile elde edilen fırsatlarla ilgili henüz fikirleri yoktur. “Küçük bir pazardan geniş bir pazara” olan değişim ve artmakta olan rekabetten dolayı KSS ile daha yakından ilgilenmeleri gerekmektedir. Diğer türlü, Almanya’da sürmekte olan KSS tartışmasına katılma imkânı bulamayacaklardır. Böylece Almanya’daki Türk şirketlerinin dikkatini KSS’ye çekme ve beğendirme ihtiyacı doğmaktadır. Bu makale bu konuda yardımcı olmak istemektedir.

Corporate Social Responsibility, kurz CSR, ist ein Konzept, das Unternehmen als Grundlage dienen soll, freiwillig soziale Aspekte und Umweltbelange in ihre Unternehmenstätigkeit und den Beziehungen mit ihren Kunden, Mitarbeitern und der Gesellschaft zu integrieren. CSR bezieht sich auf alle Bereiche und Prozesse im Unternehmen. Hierzu zählen der betriebliche Umweltschutz, die Sicherheit am Arbeitsplatz, Interessen der Arbeitnehmer und Kunden, Produktverantwortung und weitere. Eine einseitige Orientierung ohne Rücksicht auf Umwelt- und Sozialaspekte ist langfristig nicht optimal, da die Begrenztheit der natürlichen Ressourcen, der steigende Wettbewerbsdruck und die Globalisierung zu einer Neuorientierung wirtschaftlicher Rahmenbedingungen führen. Deutsche Unternehmen engagieren sich bereits freiwillig und setzen sich mit Themen wie CSR und Nachhaltigkeit auseinander. Wie sieht es jedoch bei türkischen Unternehmen in Deutschland aus? In einer explorativen Befragung unter türkisch-deutschen Unternehmensverbänden und türkischen Unternehmen konnte festgestellt werden, dass keiner unter CSR ein Konzept versteht, das ihnen als Grundlage dient. Dies liegt an der Unkenntnis des Themas. Die angewendeten CSR-Maßnahmen sind eher dem Bereich „bürgerschaftliches Engagement“, im englischen unter „Corporate Citizenship“ bekannt, zuzuordnen. Lediglich ein Untersuchungsteilnehmer zeigte Ansätze eines CSR-Managements auf. Die Unternehmensverbände kommen sozialer Verantwortung nach, aber nicht im Sinne der CSR. Im Vordergrund stehen vor allem Maßnahmen zur Förderung der Bildung bei jugendlichen Migranten, den Arbeitgebern und die Generierung von Ausbildungs- und Arbeitsplätzen für Benachteiligte. Eine Verbandsmitgliedschaft führt eher zur Berührung mit Inhalten der CSR. Indikatoren sind Unternehmensgröße, Bildung und Liquidität der Unternehmen. Diese begünstigen die Bereitschaft zu sozialem Engagement. Defizite sind im Umweltbereich zu sehen. Hier wird sehr wenig oder gar nichts getan. Die Kernaussagen der Befragung sind der hohe Nachholbedarf im Umweltbereich, Optimierung der CSR-Instrumente, Ausbau der Teilnahme an Netzwerken, entgegenkommen von CSR-kundigen Einrichtungen sowie eine Sensibilisierung der Kunden und Lieferanten. Die Unternehmen müssen jedoch auch selbst aktiver werden. Die Chancen, die sich durch ein erfolgreiches CSR-Modell ergeben, sind Unternehmen noch nicht bewusst. Sie müssen sich jedoch aufgrund der Umstellung „von der Nische zur Normalökonomie“ und dem steigenden Wettbewerbsdruck, intensiver mit CSR beschäftigen. Andernfalls finden sie keinen Anschluss an die CSR-Diskussion, die bereits in Deutschland stattfindet. Somit entsteht eine Notwendigkeit türkische Unternehmen in Deutschland auf CSR aufmerksam zu machen und dafür zu begeistern, wozu dieser Beitrag ihren Anteil leisten soll. 15


MUZ Ekim |2010

SAĞLIKLI BESLENME

Çocuklarda aşırı şişmanlık III Adipositas bei Kindern 3 Dr. Renate Schüssler, Kinder- und Jugendärztin

Yemek ile aldığımız enerji (kalori) hareketle harcadığımız enerjiden fazla olduğu sürece, şişmanlarız. Şişmanlamayı önlemek için, demek ki ya çok kalorili yemekler yemememiz şart ya da, hareket ederek kalori yakmamızı artırmamız lazım. Beslenmeyi konu aldığımızda kendimize öncelikle 3 soru sormamız gerekmektedir: neleri, ne kadar yemekteyiz? Ne şekilde yemekteyiz? Neden yemekteyiz? Hatırlarsanız, MUZ dergisinin ikinci sayısında, tüm çocukların beslenmesini ilgilendiren beslenme piramidini tanıtmıştık. Daha az yağ ve şeker tüketmemiz gerektiğini, Fastfood’un sağlıksız olduğunu ve genel olarak daha az miktarda yemek yememiz gerektiğini artık her ilkokul öğrencisi bile bilmektedir. Porsiyon büyüklüklerinde belirsizlikler başlamaktadır bile. Hâlbuki en uygun ölçü aleti olan, elimizi, her zaman yanımızda taşımaktayız. Beş porsiyon meyve veya sebze, beş dolu avuca eşittir. Porsiyonlar, elin sahibinin gereksimi ile orantılıdır. Bir porsiyon makarna veya pilav iki küçük yumruğa eşittir. Çips ve tatlıların, bir çocuğun eline sığdığı kadarının, yenmesine izin verilmelidir – işte bu kadar basittir olay! Çoğu anne ve babalar çocuklarının bir günde yedikleri ile kıyaslandığında bunun ne kadar daha az olduğuna şaşıracaklardır. Yemek yemek ve aile içi alışkanlıklarını değiştirmek zordur. Aile içinde yeme alışkanlıkları nasıldır? Birlikte yemeye yönelik sakin bir şekilde mi, yoksa herkes icabında televizyon önünde, ne ve ne kadar yediğini fark etmeksizin hızlıca yutmakta mıdır? İyi çiğnenmekte midir? Yalnızca yemek zamanı mı yoksa aç olup olmadığına bakmadan bütün gün boyunca mı yenmektedir? Yemek yemenin başlıca nedeni açlığı gidermek olmalıdır. Fakat çocuklar çoğu zaman can sıkıntısından, stresten ve üzüntüden dolayı mı yemek yemektedir? Ebeveynler, çocuklarıyla birlikte oynayarak, ya da onlara hareket etmelerini özendirecek oyuncaklar almak yerine, övgü ve sevgiyi tatlılar vasıtası ile göstermeye alışmışlar mıdır? Ebeveynlerin, çocuklarının sağlıklı beslenmesi konusunda kendilerine sorması gereken sorulardır bunlar. Bir 16

yandan birçok ailede kurallar, gelenekler ve birlikte yemek yemek çoğunlukla uygulanmamaktadır artık ve evde yemek yapma alışkanlıkları kaybolmaktadır. Diğer yandan ise ebeveynler gitgide çocukları ile tartışmaya çekinmeye başlamaktadır ve hangi yaşta olsalar da istediklerini vermektedirler. Sonuçta çocuklar televizyon önünde abur cubur yiyerek

susturulmaktadır. İkisi de çocukların gelişimlerini olumsuz etkilemektedir. Bu yüzden ebeveynlerin eğitim konusundaki sorumlulukları çocukların doğduğu ilk günden itibaren başlamaktadır. Bu konuda çoğunlukla ileride olumsuz sonuçlar yaratan hatalar yapılmaktadır. Tat duygusu örneğin doğuştan yoktur, eğitim ile gelişmektedir. Elbette yeni doğmuş bebekler ve küçük çocuklar ilk başlarda tatlıyı daha çok sevmektedirler, fakat sonraki yıllarda, hızlıca ailenin yeme alışkanlıklarına ayak uydurmaktadırlar. En baştan beri suyla beslenmiş bir çocuk, bu yüzden ileride tatlı meşrubat istemez. Yemek sırasında zorlama ve baskı uygulanması, başka bir hatayı oluştur maktadır. Yemek yemek zevk vermelidir. Çocukların bazen fazla yemek istememelerine saygı göstermek şarttır. İştah her gün aynı olmaz. Sağlıklı hiçbir çocuk isteyerek aç kalmadığından, çocukları hareketli olduğu ve kilo vermediği sürece, ebeveynler rahat olabilirler. Yemek yemek bağımlılık haline dönüşebilir. Bu yüzden erişkinlerin bile hayır diyemeyecekleri abur cubur şeyleri ve tatlıları çocukların ulaşabileceği yerlerde bırakıp, onları özendirerek kötü örnek olunmamalıdır. MUZ’un son sayısında anlattığım gibi, yanlış beslenmenin sonuçları hemen belirlememektedir. Bu yüzden çoğu zaman çocuklara, küçük yaşlardan itibaren ileride kronik hastalıkların temelini oluşturacak şekilde yemek alışkanlıkları aşılandığı fark edilememektedir. Ebeveynler, özellikle komşular, teyzeler, büyük anne ve babalar tara fından aklını çeldirmemelidir: sağlıklı, hareketli çocuklar doğuştan zayıftırlar!


Letzte Ausgaben der MUZ als PDF: >> umweltzentrum.tdz-berlin.de Rubrik: Downloads

Das sind Fragen, die sich Eltern bei der gesunden Ernährung ihres Kindes stellen sollten. Einerseits werden in vielen Familien Regeln, RituWir werden dick, wenn wir mit dem Essen mehr ale wie gemeinsame feste Mahlzeiten häufig Energie (Kalorien) aufnehmen als wir durch Aknicht mehr eingehalten und die Fähigkeit, seltivität verbrauchen. Dem Übergewicht vorbeuber zu kochen, geht verloren. Andererseits gen können wir also entweder, indem wir den scheuen sich Eltern zunehmend, Konflikte mit Kaloriengehalt unseres Essens reduzieren oder ihren Kindern auszutragen und geben ihnen in den Energieverbrauch durch Bewegung erhöjedem Alter was immer sie wollen. Auf diese hen. Weise werden Kinder mit KnabWenn uns heute mit der Er- Şişmanlatıcı besinler bereien vor dem Fernseher runährung beschäftigen, müs• Çok fazla kalori hig gestellt. Beides schadet • Diyetler sen wir uns vor allem drei der kindlichen Entwicklung. • Yemekler arasında abur Fragen stellen: was essen wir Deshalb ist die Verantwortung cubur atıştırmak in welchen Mengen? wie esder Eltern für die Erziehung • Hareketsizlik sen wir? warum essen wir? gefordert und zwar vom ers• Stresi, üzüntyü ve sıkıntıyı ten Lebenstag an. Hier werden Die Ernährungspyramide azaltma amaçlı yemek oft folgenreiche Fehler geals Empfehlung für eine geyeme sunde Ernährung, die für alle macht. • Meşrubatları saymamak Kinder gleich gilt, wurde in So ist der Geschmack vor • Tatlandırıcı maddeler ve der MUZ 2 bereits vorgestellt. allem anerzogen und nicht andiyet ürünleri Dass wir weniger Fett und geboren. Sicher bevorzugen • Çok az uyku Zucker essen sollten, weiß inSäuglinge und Kleinkinder zuzwischen jedes Schulkind, nächst die Geschmacksrichauch dass Fast food nicht ge- DickMacher tung ‚süß’, passen sich aber in sund ist und wir insgesamt • Zu viele Kalorien den ersten Jahren rasch den • Diäten oft zuviel Nahrung zu uns familiären Essgewohnheiten • Knabbern nebenher nehmen. Bei den Portionsan. Daher verlangt ein Kind, • Fehlende Bewegung das von Anfang an Wasser gegrößen gibt es dann schon • Essen gegen den Stress, Unsicherheiten. Dabei haben wohnt ist, später keine gewir das ideale Messgerät imKummer und Langeweile süßten Getränke. mer bei uns: die Hand. Fünf • Getränke nicht mitzählen Ein Fehler ist auch, Zwang • Süßstoff und Light-Produkte Portionen Gemüse oder Obst und Druck beim Essen aussind also fünf Hände voll und • Zu wenig Schlaf zuüben – Essen soll Freude zwar Hände dessen, für den und Genuss sein. Es ist zu redas Nahrungsmittel bestimmt ist. Eine Portion spektieren, wenn Kinder einmal nicht soviel esgekochte Nudeln oder Reis entspricht zwei sen wollen. Der Appetit ist nicht jeden Tag Fäustchen. Mehr als auf die Handfläche des Kingleich. Da kein gesundes Kind freiwillig hungert, des geht, sollte es am Tag nicht an Süßigkeiten sollten Eltern gelassen bleiben, solange das oder Chips essen – so einfach ist das! Viele ElKind munter ist und nicht abnimmt. tern werden aber überrascht sein, wie wenig Essen kann zur Sucht werden, deshalb sollten das ist im Vergleich zu dem, was ihre Kinder tägKinder nicht unnötig verführt werden durch Nalich zu sich nehmen. schereien, die offen auf den Tisch stehen, denen Schwieriger ist es an Essverhalten und Famiauch Erwachsene nicht widerstehen können liengewohnheiten zu arbeiten. Wie wird in und die damit ihren Kindern ein schlechtes Vorder Familie gegessen? In Ruhe mit Genuss konbild geben. zentriert auf die gemeinsame Mahlzeit? Oder Die Folgen falscher Ernährung zeigen sich schlingt jeder sein Essen allein und vielleicht sonicht sofort, daher ist man sich oft nicht begar vor dem Fernseher schnell herunter, ohne wusst, dass man seinem Kind bereits im Kleinwirklich zu merken, was und wie viel er isst? kindalter die Grundlagen für spätere leidvolle Wird gut gekaut? Wird nur zu den Mahlzeiten chronische Krankheiten anfüttern kann, wie ich gegessen oder den ganzen Tag über, ohne jedas in der letzten MUZ beschrieben habe. mals wirklich hungrig zu sein? Darum sollten Eltern sich nicht von NachHunger zu stillen, sollte der Grund zu essen barn, Tanten und Großeltern verunsichern sein. Isst aber ein Kind nicht oft auch aus Langelassen: das gesunde, aktive Kleinkind ist von weile, Kummer, Stress oder Frust? Haben sich Natur aus dünn! Eltern daran gewöhnt, Lob und Liebe in Süßigkeiten auszudrücken und machen sich keine Gedanken mehr darüber, ob sie ihm mit einem kleinen Geschicklichkeitsspiel, einem Springseil, oder auch einfach Zeit für gemeinsames Spielen eine viel größere Freude machen?

Sebzeli kızıl buğday tavası Hazırlanış süresi 45 dakikadır Malzemeler, 4 kişilik: 200 g pişirimlik kızıl buğday (Dinkel) 1 Soğan, 300 g Kabak 1 kırmızı ve 1 sarı biber 725 ml Sebze suyu (Bouillon) 4 orta büyüklükte domates 3 Yemek kaşığı taze kekik 3 Yemek kaşığı taze maydanoz 1 Çay kaşığı tatlı biber Tuz, Karabiber, Kolza yağı Hazırlanışı: 1. Kızıl buğdayı 500 ml su (2½ katı) ve az biraz tuz ile kaynatınız. Tencerenin kapağını kapatıp ateşten alınız ve üstünü iyi örtüp 25 dakika çekmesini bekleyiniz veya 10 dakika hafif ateşte pişirmeye devam ediniz. 2. Soğanı soyup, kabak ile biberleri yıkayınız ve sonra hepsini küp şeklinde ince doğrayınız. Sebzeleri 4 yemek kasığı yağ ile büyük bir tavada kısa bir süre kızartıp sebze suyunu katınız ve 10 dakika düşük ateşte pişiriniz. 3. Domatesleri yıkayıp uzunca dilimleyiniz ve sebze ile karıştırıp 3 dakika daha buğuda pişiriniz. 4. Baharatları yıkayıp ince doğrayınız. Pişirimlik kızıl buğday ile beraberinde sebzenin altına yerleştiriniz. Biber, tuz ve karabiber ekleyiniz. Afiyet olsun! Öneri: Pişirimlik kızıl buğday iklim düşmanı pirinç yerine iyi bir alternatiftir!

Gemüse-Dinkel-Pfanne 45 Min. Zubereitung Zutaten für 4 Personen: 200 g Koch-Dinkel 1 Zwiebel, 300 g Zucchini 1 rote u. 1 gelbe Paprika 725 ml Gemüsebrühe 4 mittelgroße Tomaten 3 EL frischer Thymian 3 EL frische Petersilie 1 TL Paprika, edelsüß Salz, Pfeffer, Rapsöl Zubereitung: 1. Dinkel mit 500 ml Wasser (2,5-fache Menge) und einer Prise Salz aufkochen. Mit Deckel für 25 Minuten zum Garziehen ins Bett stellen und gut zudecken oder ca. 10 Minuten auf kleinster Flamme köcheln lassen. 2. Zwiebel schälen, Zucchini und Paprika waschen und alles fein würfeln. In einer großen Pfanne das Gemüse mit 4 EL Öl kurz anbraten, mit Gemüsebrühe aufgießen und nach Geschmack ca. 10 Minuten köcheln lassen. 3. Unterdessen die Tomaten waschen und in Spalten schneiden. Unter das Gemüse mischen und 3 Minuten weiterdünsten. 4. Kräuter waschen und fein hacken. Mit dem Koch-Dinkel unter das Gemüse heben und mit Paprika, Salz und Pfeffer abschmecken. Guten Appetit! Tipp: Koch-Dinkel ist eine gute Alternative zu klimaunfreundlichem Reis! Quelle / Kaynakça: Das Klima Kochbuch (Kosmos Verlag)

17


Leuchtturm. Foto: Nationalpark Wattenmeer

Schafe im Koog. Foto: Nationalpark Wattenmeer

Spurensuche. Foto: Internationale Wattenmeerschule

Wattraupe. Foto: Nationalpark SH Wattenmeer, Weppner

Wadden Denizi’nde küçük doğa korucuları Junior Ranger im Wattenmeer Andreas Becker, oponi Publizistik in Berlin

Balinalar neden karaya vurur? Yengeç nasıl tuvalete gider? Bu soruların cevaplarını, Wadden Denizi Ulusal Park’ında küçük korucu olarak çalışan, 7 ila 12 yaşındaki çocuklar bilmektedirler. Wadden Denizi, 10.000 hayvan ve bitki türüne geçici ve sürekli olarak barınak sağlayan, deniz ile kara arasında eşsiz bir yaşam alanıdır. EUROPARC Almanya ve WWF kurumları 2009 yılında Küçük Korucu projesini başlattıklarında, 2002 yılında Birleşmiş Millet’lerin 2005–2014 yıllarını „Sürdürülebilir Kalkınma için Eğitim“ yılları ilan ettiği kararını, uygulamaya koymuşlardır. Çocuklar etkin, yaratıcı ve eğlenceli bir şekilde geleceğe yönelik kararlar almayı öğrenmekte ve sürdürebilirlik fikrini anlamaktadırlar. Peki, çocuklar bu derin anlayışı nasıl kazanacaktır? Küçük adımlarla başlayarak! Birinci adım, geniş Wadden alanlarını ve tuzlu bataklıklarda, plajda ve kumullarda yaşayan sakinleri ziyaret etmek ve görmektir. Küçük korucular, gruplar halinde gelgit kıyılarında yürüyüş, gemi seyahatleri deneyimi yapmakta ve Tönning’deki Ulusal Park Merkezi’nde doğanın önemini öğrenmektedirler. Bunun yanı sıra büyük koruculara çeşitli etkinliklerde yardımcı olmaktadırlar, örneğin kuşların sayımında. Fakat çocuklar neden küçük korucu olmaktadırlar? Çoğu zaman güdüleri doğayı korumak değildir. Birçok çocuk kısaca grup içinde çalışmaktan hoşlanmaktadır. Biyolog Silke Ahlborn: “Çocuklar, evlerinin mendireklerin arkasında olmalarına rağmen, ne kadar harika bir doğa manzarasına sahip olduklarına şaşırmaktadırlar.” diyor. Ahlborn, temiz hava ve doğal güçlerden kuşatılmış bir vaziyette, çocuklara önceden bilmedikleri yeni “deneyimler” yaşatabilmektedir. 8 yaşındaki Danis dikkatlice, kapağını hızlıca kapatmış olan, bir midyeyi izlemektedir. Bekleyecek fazla zamanı kalmamıştır, çünkü grup lideri ve diğer Küçük Korucular dönmeye hazırlanmaktadırlar: Yakında gelgit gelecektir. Hızlıca kova, kürek ve midye toplanır. Küçük doğa kâşifi, batmış yağmur çizmelerini ıslak kumdan çeker: Su yükselmektedir bile! Her midye saatte bir litre kadar su süzmektedir. Fakat Wadden Denizi’nin “arıtma tesisleri” olan midye yatakları, çoktan balıkçılar tarafından tüketilmişti bile ve midyeleri yiyen kuşların hepsi bundan dolayı ölmüştü. Danis gibi çocuklar, yalnızca çeşitli deniz kuşlarının yavrulama alanları veya fok balıkları yatakları gibi hassas doğal bölgeleri öğrenmekle kalmıyor, insanların bu alanları balıkçılık, askeriye ve turizm için hangi şekilde kullandıklarını da öğreniyorlar. Bu zıtlıklar, küçük korucuları Wadden Denizi’nin, çoğu zaman insanoğlunun neden olduğu dış etkenlere karşı ne kadar hassas olduğu hakkında bilinçlendirmekte yardımcı olmaktadır. Danis, en azından balinaların neden karaya vurduğunu tahmin edebilmektedir: “Kesin, suyun tadı hoşlarına gitmedi!” Gudrun Batek’e göre proje sadece bölgede bulunan çocuklara hitap etmemektedir. “Gelecekte tüm çocuklara okullar, internet ve turizm üzerinden katılma imkânı vermek amaçlanmaktadır. Böylece şehirde yaşayan çocuklara da keşif kamplarında doğa koruma alanlarını tanıma imkânı sağlamaktayız.” ADRES | ADRESSE

> Infos: Gudrun Batek, EUROPARC Deutschland e.V. Telefon 030.288 78 82-0 oder www.junior-ranger.de 18

Warum stranden eigentlich Wale? Wie geht der Einsiedlerkrebs zum Klo? Antworten auf diese Fragen kennen Kinder von 7 bis 12 Jahren, die sich als Junior Ranger im Nationalpark Wattenmeer engagieren. Das Watt ist ein einmaliger Lebensraum zwischen Land und Meer, der über 10.000 Tier- und Pflanzenarten Heimat oder vorübergehende Herberge bietet. Als EUROPARC Deutschland und der WWF im Jahr 2009 das Junior Ranger-Projekt starteten, setzten sie damit die 2002 von den Vereinten Nationen proklamierte Weltdekade „Bildung für nachhaltige Entwicklung“ praktisch um. Kinder lernen durch aktives, kreatives und spielerisches Erleben, Entscheidungen für die Zukunft zu treffen und verstehen dabei den Nachhaltigkeitsgedanken: wie sich das eigene Handeln auf zukünftige Generationen oder das Leben anderswo auf der Welt auswirkt. Doch wie sollen die Kinder diese großen Erkenntnisse gewinnen? Indem sie ganz klein anfangen! Ein erster Schritt ist es, die riesigen Wattflächen und ihre Bewohner auf den Salzwiesen, Stränden und Dünen zu besuchen und zu erleben. In der Gruppe erfahren die Junior Ranger auf Wattwanderungen, Schiffsausflügen oder im Nationalparkzentrum in Tönning die Bedeutung der Natur. Sie helfen den erwachsenen Rangern bei vielen Aktionen, etwa bei Vogelzählungen. Aber warum werden Kinder Junior Ranger? Oft ist der Naturschutz gar nicht das Motiv. Viele Kinder haben einfach Spaß daran, in einer Gruppe mitzumachen. Alles weitere kommt dann von selbst, so die Biologin Silke Ahlborn: Die Kinder sind „überrascht, was für eine tolle Natur sie vor der Nase haben, auch wenn sie hinter dem Deich wohnen“. Und Ahlborn kann, umgeben von Wetter und Naturgewalten, mit den Kindern Sachen „ausprobieren, die man selbst noch nicht gemacht hat.“ Danis (8 Jahre) beobachtet aufmerksam die Miesmuschel, die gerade blitzschnell ihre Schalen geschlossen hat. Lange darf er nicht mehr warten, seine Gruppenleiterin und die anderen Junior Ranger drängen schon zum Aufbruch: Bald kommt die Flut. Flink sind Eimer, Schaufel und die Muschel eingepackt. Der kleine Naturforscher zieht die eingesunkenen Gummistiefel aus dem Watt: Das Wasser steigt schon! Jede Miesmuschel filtert bis zu einem Liter Wasser pro Stunde. Doch die Wildmuschelbänke, die „Kläranlagen“ des Wattenmeers, wurden früher von den Fischern abgeräumt. Und die muschelfressenden Vögel starben in Massen. Kinder wie Danis lernen nicht nur die besonderen sensiblen Gebiete, wie die Brutkolonien der verschiedenen Seevögel oder die Seehundsbänke, kennen, sondern auch die menschliche Nutzung durch Fischerei, Industrie, Militär und Tourismus. Diese Gegensätze helfen, bei den Junior Rangern ein Bewusstsein dafür herauszubilden, wie empfindlich das Wattenmeer gegenüber äußeren – zumeist menschlichen – Einflüssen ist. Danis zumindest kann sich schon vorstellen, warum einige Wale stranden: „Das Wasser hat ihnen einfach nicht mehr geschmeckt!“ Das Projekt richtet sich, so Gudrun Batek, die Leiterin Bildung, nicht nur an Kinder vor Ort. „Mittelfristig soll allen Kindern ermöglicht werden, sich zu beteiligen – über Schulen, das Internet und einen touristischen Zweig, bei dem auch Stadtkinder in Entdeckercamps die Schutzgebiete kennenlernen können.“


MUZ Oktober |2010

PROJEKT

Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi (NGBB) Botanischer Garten Nezahat Gökyiğit Ali Nihat Gökyiğit Vakfı’nın himayesinde geliştirilmekte olan, NGBB genelde biyolojik çeşitliliğin, özelde ise bitki çeşitliliğinin korunması, tanıtılması amacıyla gerçekleştirdiği toplumsal bir faaliyettir. Bahçenin görevi ise, bitkiler dünyasını araştırmak, tanıtmak ve korumaktır. NGBB, 1995 yılında A. Nihat Gökyiğit tarafından eşi Nezahat Gökyiğit adına hatıra parkı oluşturulmak amacıyla kurulmuş ve “hatıra parkı” amacına yönelik bir bitki ekim ve ağaçlandırma planı uygulanmıştır. Daha sonra, bir botanik bahçesi olma yolunda çalışmalara başlanarak 2002 yılında halkın ziyaretine açılmış ve 2003 yılında adı Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi olarak değiştirilmiştir. Alan, Karayolları Genel Müdürlüğü ile ANG Vak fı arasındaki bir protokolle 2025 yılına kadar bu hizmete tahsis edilmiştir. Dünya’da karayolları kavşağı üzerinde kurulan ilk ve halen tek botanik bahçesidir. NGBB’nin üç temel amacı, latif bir bahçe yaratmak, botanik, çevre ve ilgili diğer konularda bilimsel çalışmalar yapmak ve eğitim faaliyetleriyle çalışma alanında halk bilincini arttırmaktadır. Şu an dört adası ziyarete açık olan bahçemizi yılda 150 binden fazla kişi ziyaret etmektedir. Ziyaretçilere açık adalarımızdan biri olan İstanbul Adası, İstanbul Avrupa Kültür Başkenti 2010 Projesi kapsamında şehrimize bahçe ve çiçek kültürü ile ilgili kalıcı bir eser bırakmak amacıyla bu yıl yapılandırılmıştır. Bahçemizin en önemli bilimsel çalışmaları arasında yok olma tehdidi altındaki Türkiye endemik bitkilerini koruma projeleri bulunmaktadır. Bu çalışmalar kapsamında pek çok tür doğadan toplanıp bahçede gurbet koleksiyonları oluşturulmakta ve bazı türler ise doğal yaşam alanlarında korunmaktadır. Bahçe’de ülkemiz soğanlı bitkilerinin Dünya’daki en büyük koleksiyonu bulunmaktadır. Bunun yanında tıbbi ve ıtri bitkiler koleksiyonu, yenilebilir yabani otlar, boya bitkileri, meşe koleksiyonu gibi koleksiyonlar bahçemizde yer almaktadır. Halen mevcut iklim değişikliği tehdidine karşı, NGBB kurakçıl ve tuzcul bitkiler üzerindeki çalışmalarını arttırmaktadır ve bu amaçla NGBB’de bir “Kurak ve Çorak Bahçe” oluşturulmuştur. Bahçe faaliyetlerimizin önemli bir bölümünü ise eğitim çalışmaları oluşturmaktadır. Çocuk ve öğrenci grupları için “Bahçıvan Çocuklar”, tür koruma projeleri gibi pek çok proje sürdürülmektedir. Yetişkinler için ise her hafta sonu atölye çalışmaları, kurslar, konferans, seminer ve belgesel gösterimleri gerçekleştirilmektedir. Yetişkinler için açtığımız uygulamalı bahçıvanlık kursumuz, “Edinburg Kraliyet Botanik Bahçesi” ve “Yeditepe Üniversitesi” iş birliği çerçevesinde yürütülmektedir.

Der Botanische Garten Nezahat Gökyiğit ist eine soziale Aktion, die von der Ali Nihat Gökyiğit Stiftung verwirklicht wurde. Der Zweck ist der Schutz und die Bekanntmachung der biologischen Vielfalt im Allgemeinen und der Pflanzenvielfalt im Speziellen. Die Aufgabe des Botanischen Gartens besteht darin, die Pflanzenwelt zu erforschen, bekannt zu machen und zu schützen. Der Botanische Garten wurde im Jahre 1995 von Ali Nihat Gökyiğit für seine Frau Nezahat Gökyiğit als Gedenkpark entwickelt und diesem Zweck entsprechend bepflanzt und bebäumt. Später wurde mit der Arbeit begonnen, diesen zu einem Botanischen Garten weiterzuentwickeln. Im Jahre 2002 wurde der Garten der Öffentlichkeit präsentiert und 2003 umbenannt in Botanischer Garten Nezahat Gökyiğit. Diese Fläche ist mit einem Beschluss zwischen der Verkehrsgeneraldirektion und der Ali Nihat Gök yiğit Stiftung (ANG) bis 2025 der ANG zugewiesen. Er ist weltweit der erste und einzige Garten, der auf Straßenkreuzungen gebaut wurde. Einen gepflegten Garten hervorzubringen, wissenschaftliche Forschungen zur Botanik, Umwelt und weiteren betreffenden Themen durchzuführen und mit pädagogischen Aktivitäten das Bewusstsein der Menschen im Arbeitsbereich zu stärken, gehören zu den drei Hauptanliegen des Botanischen Gartens. Der gepflegte Garten, dessen vier Inseln der Öffentlichkeit zugänglich sind, wird jährlich von über 150 000 Personen besucht. Die weitere öffentliche Insel ist die Istanbuler Insel. Sie wurde im Rahmen des Projektes Istanbul- Europäische Kulturhauptstadt 2010 in diesem Jahr gebaut, um unserer Stadt ein dauerhaftes Werk in Bezug auf Garten- und Pflanzenkultur zu hinterlassen. Zu den bedeutendsten wissenschaftlichen Arbeiten unseres Gartens zählen die Projekte zum Schutz endemischer Pflanzen, die in der Türkei vom Aussterben bedroht sind. Im Rahmen dieser Arbeiten werden viele Arten aus der Natur gesammelt, um im Botanischen Garten „Fremde Kollektionen“ zu entwickeln. Manche Pflanzenarten werden in natürlichen Lebensräumen geschützt. In dem Garten ist die weltweit größte Sammlung der türkischen Zwiebelpflanzen vorhanden. Zudem befinden sich Sammlungen von medizinischen und wildwachsenden essbaren Pflanzen sowie Duftpflanzen, Farbpflanzen und Eichen. Gegen die andauernde Gefahr des Klimawandels erhöht der Botanische Garten die Arbeiten über xerophytische und halophile Pflanzen. Zu diesem Zweck wurde ein „dürrer und unfruchtbarer Garten“ entwickelt. Jährlich nehmen tausende von Schüler an den Veranstaltungen teil, die in unserem Garten für Schülergruppen organisiert werden. Darunter befinden sich Projekte wie „Gärtnern für Kinder“ und Projekte zum Artenschutz. Für Erwach-

sene werden jedes Wochenende Workshops, Kurse, Konferenzen, Seminare und Dokumentationvorführungen veranstaltet. Der Gärtnerei-Kurs für Erwachsene wird im Rahmen einer Zusammenarbeit mit dem „Königlichen Botanischen Garten Edinburgh“ und der „Yeditepe Universität“ durchgeführt.

> İletişim: Ataşehir Atatürk Mahallesi Fatih Sultan Mehmet Caddesi TEM Otoyolu Anadolu Otoyol Kavşağı PK: 81120 İstanbul/Türkiye Internet: www.ngbb.gen.tr E-Posta: info@ngbb.gen.tr Telefon: 0216 / 456 44 37 Faks: 0216 / 456 44 38

19


Demonstration gegen die 3. Brücke über Bosporus. Foto: TEMA

Demonstration gegen die 3. Brücke über Bosporus. Foto: TEMA

Kinder bei der Demonstration. Foto: TEMA

TEMA. Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal varlıkları Koruma vakfı TEMA Türkei. Stiftung für Erosionsbekämpfung, Naturschutz und Aufforstung TEMA Vakfı, 11 Eylül 1992 tarihinde Hayrettin Karaca, A. Nihat Gökyiğit ve bir grup iş adamı tarafından, Türkiye’nin geleceğini tehdit eden erozyon ve çölleşme tehlikesine karşı toplumsal duyarlılığı arttırmak ve bu mücadelenin devlet politikası haline gelmesini sağlamak için kurulmuştur. 555 Temsilci, Gönüllü Sorumlusu ve 380 bini aşkın kayıtlı gönüllüsüyle Türkiye genelinde faaliyet gösteren TEMA Vakfı, erozyon ve doğal varlıkların korunması konularında kamuoyu bilincini arttırmak hedefiyle faaliyet göstermektedir. Aynı zamanda kırsal kalkınma ve ağaçlandırma örnek uygulama projeleri hazırlayıp, uygulamakta olan TEMA Vakfı, günümüzde Türkiye genelinde yaklaşık 150.000 hektar alanda, 61 Kırsal Kalkınma ve 87 Ağaçlandırma projesi olmak üzere toplam 148 proje üzerinde çalışmaktadır. TEMA Vakfı, Türkiye’de Toprak Yasası‘nın çıkarılması için mücadele vermiştir. Bu amaçla Türkiye genelinde düzenlenen “Toprak Yasası’nı Destekliyorum İmza Kampanyası” çerçevesinde 1 milyonu aşkın imza toplanmıştır. Bu konuda da, 1998 yılında TBMM‘de oybirliği ile kabul edilen Mera Kanunu’nda olduğu gibi, başarıya ulaşılacağı inancı ile çalışmalar sürdürülmüş ve TBMM’nde 04 Temmuz 2005 tarihinde Toprak Yasası kabul edilerek yasalaşmıştır. Hâlihazırda Su Yasası çalışmaları sürdürülmektedir. Ayrıca vahşi madencilik faaliyetlerine karşı Manisa Turgutlu Çaldağı’nda siyanür kullanarak açık liç yöntemiyle nikel madeni çıkarılmasına karşı yasal platform ve sahada çalışmalar sürmekte, 3. Boğaz Köprüsü, Nehir Tipi Hidroelektrik Santraller vb konular da birincil öncelikte takip edilmektedir. VİZYON: “Geleceğe Bakışımız” Sürdürülebilir yaşam ilkesiyle doğal varlıkların korunmasında; ülkenin ve dünyanın geleceğinde söz sahibi olan, topraktan gelen toplumsal barışı sağlayan, bilinçli, halkla bütünleşen, öncü bir Sivil Toplum Kuruluşu olmaktır. MİSYON: “Var oluş Nedenimiz” > Kaybolan geleceği kurtarmak, açlık ve yoksulluğu gidererek, topraktan gelen toplumsal barışı sağlamak için; erozyon, çoraklaşma, çölleşme, kirlilik, hatalı tarım teknikleri ve amaç dışı arazi kullanımını önlemek > Doğal varlıkların tahribine yönelik, ulusal ve uluslararası her türlü idari, siyasi ve ekonomik baskılara karşı mücadele etmek ve sorunlara çözüm üretmek > Biyolojik çeşitlilik, toprak, su ve diğer doğal kaynakların korunması, verimli kılınması ve sürdürülebilir yönetimini gerçekleştirmek ve doğal varlıkların korunmasına yönelik politikaların üretilmesini, gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını, uygulanmasını ve uluslararası anlaşmalara uyulmasını sağlayacak, bilinçli ve etkin kamuoyu oluşturmaktır. Türkiye çöl olmasın! ADRES | ADRESSE

> İletişim: Çayır Çimen Sokak Emlak Kredi Blokları A-2 Blok Kat: 2 Daire: 8 34330 Levent-İstanbul Telefon: +90 212 283 78 16 (PBX) • Faks:+90 212 281 11 32 E-Posta: tema@tema.org.tr • Internet: www.tema.org.tr

20

Die TEMA Stiftung wurde am 11. September 1992 von Hayrettin Karaca, Arif Nihat Gökyiğit und einer Gruppe von Unternehmern gegründet, um die Menschen gegen die Gefahr der Erosion und Verwüstung zu sensibilisieren, die die Zukunft der Türkei bedroht und zu erreichen, dass diese Bemühung Teil der Staatspolitik wird. Die Stiftung ist mit 555 Vertretern und über 380 000 registrierten Ehrenamtlichen in der gesamten Türkei tätig. Ziel der Aktivitäten ist es, das öffentliche Bewusstsein für die Themen Erosion und Naturschutz zu schärfen. Zudem führt die TEMA Stiftung vorbildliche praktische Projekte zur Entwicklung der ländlichen Gebiete und Aufforstungsprojekte durch. Gegenwärtig führt die Stiftung in der Türkei insgesamt 148 Projekte auf einer Fläche von rund 150 000 Hektar durch, darunter sind 87 Aufforstungsprojekte und 61 Projekte zur Entwicklung der ländlichen Gebiete. Die TEMA Stiftung setzte sich in der Vergangenheit dafür ein, dass die Landreform in Kraft trat. Dieser wurde zusammen mit dem Gesetzesentwurf vom Ministerium für Landwirtschaft und Dorfangelegenheiten den beteiligten Institutionen vorgelegt. Zu diesem Zweck wurden im Rahmen der türkeiweiten Unterschriftenaktion „Ich unterstütze die Landreform“ über 1 Millionen Unterschriften gesammelt. Wie in dem Fall, als 1988 das türkische Parlament einstimmig das Weideland- Gesetz anerkannte, wurden die Arbeiten mit Aussicht auf Erfolg fortgesetzt, so dass am 4. Juli 2005 die Landreform vom türkischen Parlament anerkannt und gesetzlich verankert wurde. Gegenwärtig werden die Arbeiten zum Wassergesetz fortgeführt. Ferner wird gegen die brutalen Bergbauaktivitäten und gegen die Nickelförderung unter Verwendung von Zyanverbindung in der Westtürkei (Manisa-Turgutlu, Çaldağı) gesetzlich vorgegangen und Feldforschungen fortgesetzt. Zudem werden Themen wie die 3. Bosporus Brücke und die Wasserkraftwerke vorrangig aufgegriffen. Vision: „Unser Blick in die Zukunft“ Eine bewusste, volksnahe und führende Nichtregierungsorganisation zu werden, die Mitspracherecht beim Naturschutz auf der Grundlage des nachhaltigen Lebens, in Zukunft des Landes und der Welt hat und ferner den gesellschaftlichen Frieden gewährleistet. Mission: „Grund unserer Existenz“ > Erosion, Verhagerung, Verwüstung, Verschmutzung, fehlerhafte Agrartechniken und zweckentfremdete Nutzung vom Boden verhindern, um die verlorene Zukunft zu retten, gegen Hunger und Armut anzukämpfen und den gesellschaftlichen Frieden zu gewährleisten. > Gegen jeglichen administrativen, politischen und wirtschaftlichen Druck hinsichtlich der Zerstörung der Natur ankämpfen und nach Lösungswegen suchen. > Schutz und Ergiebigkeit der biologischen Vielfalt, Land, Wasser und der anderen natürlichen Quellen. Die Umsetzung der Nachhaltigkeit. Eine bewusste und aktive Öffentlichkeit bilden, die sich dafür einsetzt, dass Regierungen staatliche Naturschutzmaßnahmen entwickeln, notwendige gesetzliche Regelungen treffen und internationale Vereinbarungen beachten. Stoppt die Verwüstung der Türkei!


MUZ Oktober |2010

PORTRÄT

WWF – Doğal Hayatı Koruma Vakfı WWF – World Wide Fund For Nature Christian Plaep

1961 yılında İsviçre’de kurulmuş olan “World Wide Fund For Nature”, dünyanın en büyük bağımsız doğa koruma kuruluşlarından biridir. Almanya şubesi 1963 yılından beri hizmet vermektedir. Günümüzde, 5 milyona aşkın destekleyicisi ile yüzden fazla ülkede faaliyet göstermektedir. Dünya çapında panda ayısı simgesi altında 4.000 civarında çalışanı vardır. WWF’in en iyi bildiği şeylerden biri ittifaklar kurmaktır. Bunun göstergesi değişik alanlardaki başarılı çalışmalardır, örneğin, FSC ilkelerine göre ormancılık, Dünya Merkez Bankası ile ortak çalışmalar ve devlet borçlarının doğa koruma karşılığında feshedilmesi gibi. WWF örgütü toplumsal gruplar arasındaki diyalogda ikna etmenin gücüne güvenmektedir. WWF küresel doğa yıkımını durdurup, insan ve doğanın denge içinde yaşadığı bir gelecek yaratmak istemektedir. Bu nedenle WWF, dünya çapında yerel olarak doğa koruma alanlarının kuruluşunda, doğal bölgelerin ve tehlike altında olan hayvan ve bitki türlerinin korunmasında çaba harcamaktadır. Hükümetleri, sanayiyi, esnafı ve tüketiciyi etkileyip doğa koruma için yollar göstermektedir. Faaliyet alanı 3 büyük yaşam alanlarına dağılmış bulunmaktadır: Denizler & kıyılar, tatlı sular ve ormanlar. Ayrıca WWF iklimin ve türlerin korunmasında ve tarım alanında etkili olmaktadır. WWF Almanya uluslararası 10 ekolojik bölgede faaliyet göstermektedir ve ayrıca Almanya ve dünya çapında 8 proje bölgesinde çaba harcamaktadır. 2009 yılında destekleyici sayısı % 6 oranında artıp, 378.000’e çıkmıştır. WWF gelirinin % 70’ini bağışlardan, vasiyetnamelerden ve miraslardan elde etmektedir. Çabalarımız boşa gitmemiştir. Kırk küsur yıllık zahmetli çalışmalar sonunda, WWF üç yüze aşkın korunan bölge ve 2 milyon kilometre kareden fazla korunan doğal alan sağlamıştır. Günümüzde sera gazları salınımının azaltılması, okyanusların ve kaynakların korunması, Nesli Tehlikede Olan Yabani Hayvan Ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme (CITES Sözleşmesi) ya da Ramsar Sulak Alanlar Sözleşmesi hakkında görüşüldüğünde WWF’in uzmanları ve çevreciler aynı masada oturmaktadırlar. > Ama halen daha yapacak çok iş vardır ve bu hususta WWF herkesin yardımına ihtiyaç duymaktadır. Herkes farklı bir şekilde yardım edebilir. Örneğin üye olarak, bağış vererek veya E-Posta etkinlikleriyle. Bunun yanı sıra bir sponsorluk üstlenerek istediğiniz bir doğa koruma projesini seçip destekleyebilirsiniz. ADRES | ADRESSE

> Infos dazu unter: www.wwf.de/spenden-helfen/ Christian Plaep, Pressestelle WWF Deutschland Rebstöcker Straße 55, 60326 Frankfurt

Running Tiger Tour Frankfurt Boerse. Foto: © David Biene, WWF

„Der World Wide Fund For Nature ist eine der größten unabhängigen Naturschutzorganisationen der Welt. Er wurde 1961 in der Schweiz gegründet, die Deutsche Sektion begann ihre Arbeit 1963. Heute ist der WWF in mehr als 100 Ländern aktiv und wird von über 5 Millionen Förderern unterstützt. Im Zeichen des Pandas arbeiten etwa 4.000 Mitarbeiter rund um den Globus. Ob es um die nachhaltige Bewirtschaftung der Wälder nach den FSC-Kriterien, die Zusammenarbeit mit der Weltbank oder den Schuldenerlass gegen staatliche Leistungen im Naturschutz geht: Stark ist der WWF vor allem dann, wenn es um das Schmieden von Allianzen geht. Der WWF setzt auf die Kraft der Argumente im Dialog mit allen gesellschaftlichen Gruppen. Der WWF will der weltweiten Naturzerstörung Einhalt gebieten und eine Zukunft gestalten, in der Mensch und Natur in Harmonie leben. Dafür engagiert sich der WWF weltweit vor Ort beim Aufbau von Naturschutzgebieten, dem Erhalt gefährdeter Naturlandschaften und dem Schutz bedrohter Tier- und Pflanzenarten. Er nimmt Einfluss auf Regierungen, Industrie, Handel und Verbraucher und zeigt konkrete Vorschläge für den Naturschutz auf. Die Arbeit ist dabei auf die drei Großlebensräume konzentriert: Meere & Küsten, Süßwasser und Wälder. Außerdem engagiert sich der WWF im Klima- und Artenschutz sowie im Bereich Landwirtschaft. Der WWF Deutschland ist international in zehn Ökoregionen aktiv und engagiert sich außerdem in acht Projektgebieten in Deutschland und weltweit. 2009 legte die Zahl der Förderer um knapp sechs Prozent zu und stieg auf 378.000 Unterstützer. Die Naturschutzarbeit des WWF wird zu rund 70 Prozent aus privaten Spenden, Testamenten und Vermächtnissen finanziert. Der Einsatz hat sich gelohnt. In viereinhalb Jahrzehnten harter Arbeit kann der WWF auf über 300 geschützte Gebiete und mehr als zwei Millionen Quadratkilometer geschützter Natur verweisen. WWF-Experten und -Umweltaktivisten sitzen heute mit am Tisch, wenn über die Reduzierung der Treibhausgase, den Schutz der Meere und ihrer Ressourcen, das Washingtoner Artenschutzübereinkommen oder die Ramsar-Konvention zum Schutz von Feuchtgebieten verhandelt wird. > Doch es ist noch viel Arbeit zu tun. Und dabei ist der WWF auf die Mithilfe aller angewiesen. Jeder kann sich auf vielfältige Weise engagieren. Zum Beispiel durch Mitgliedschaften, Spenden oder die Teilnahme an E-Mail-Aktionen. Als Pate können Sie außerdem ein Naturschutzprojekt Ihrer Wahl fördern.

Origami-Tiger in Berlin. Foto: © David Biene, WWF

21


MUZ Ekim |2010

ÇOCUK SAYFASI

Doğa koruma & Biyolojik çeşitlilik Naturschutz & Artenvielfalt Zusammengestellt von Gökhan, E-Mail: g.uezuelmez@tdz-berlin.de

Biyolojik çeşitlilik nedir? „Biyolojik çeşitlilik“ terimi altında 3 saha birleştirilmektedir. Bu sahalar hem birbirine bağlı hem de birbirlerinden bağımlıdır. 1. Hayvan ve bitki türlerinin çeşitliliği. Güneşli bir günde bahçenizde etrafına bakarsan, birçok farklı hayvan ve bitki keşfedebilirsin. Yerde böcekler, havada arılar ve gökyüzünde kuşlar görürsün. Bahçenizdeki bitkiler de birbirinden farklıdır. Hepsi farklı türlere aittirler ve çok farklı özelliklere sahiptir. İşte bu türlerin çeşitliliğidir. 2. Bir tür içinde bulunan çeşitlilik. Belirli bir türün içinde bile her şey aynı değildir. Diğer insanların yüzüne bakınca hemen anlarsın. Hepsinin iki gözü, bir burnu ve bir ağzı olmasına rağmen, her birinin suratı farklıdır. Her insan, her hayvan ve her bitki aynı tür içindeki diğer bireylerden farklıdır. İşte bu, bir tür içindeki çeşitliliktir. 3. Habitat (Yaşam alanı) çeşitliliği. Tüm hayvan ve bitki türlerinin belirli ve birbirinden farklı yaşam alanlarına ihtiyaçları vardır. Örneğin, bir serçe bahçenizde kendini rahat hisseder, fakat bir baykuş orada yaşayamaz. Onun, yavruları için mağara şeklinde bir yuvalama yerine ve avlanmak için de bol uçuş alanı sağlayan yerlere ihtiyacı vardır. İşte bu habitatların çeşitliliğidir. 2010 – Biyolojik Çeşitlilik Yılı. Bunların hepsi biyolojik çeşitliliği oluşturmaktadır. Tüm insanların, dünyamızdaki biyolojik çeşitliliğin korunmasına gayret etmesi için, 2010 yılı “Biyolojik Çeşitlilik Yılı” olarak belirlenmiştir. Biyolojik çeşitliliği korumak, küçük çapta ve bireysel başlar. Çiçeklerin etrafında biçilmiş geniş bir çim alanı, türler açısından, eski ağaçları, çitleri, taşları ve hatta ufak bir gölü olan bir bahçeden daha az zengindir.

Biologische Vielfalt - was ist das? Unter dem Begriff „biologische Vielfalt“ werden drei Bereiche zusammengefasst, die aber zusammengehören und von einander abhängen. 1. Die Vielfalt der Tier- und Pflanzenarten. Wenn du dich an einem warmen sonnigen Tag in eurem Garten umsiehst, dann kannst du viele verschiedene Tiere und Pflanzen entdecken. Du siehst Käfer am Boden, Bienen in der Luft und Vögel am Himmel, Pflanzen, die bunt blühen und andere, an denen Früchte hängen. Sie alle gehören verschiedenen Arten an und haben ganz unterschiedliche Eigenschaften. Das ist die Vielfalt der Arten. 2. Die Vielfalt innerhalb einer Art. Auch innerhalb einer bestimmten Art sind nicht alle gleich. Das siehst du sofort, wenn du in die Gesichter deiner Mitmenschen blickst. Zwar haben sie alle zwei Augen, eine Nase und einen Mund, aber bei jedem sieht das Gesicht anders aus. Jeder Mensch, jedes Tier und jede Pflanze unterscheidet sich von allen anderen Individuen derselben Art. Das ist die Vielfalt innerhalb einer Art. 3. Die Vielfalt der Lebensräume. Alle Tierund Pflanzenarten brauchen ganz bestimmte, unterschiedliche Lebensräume. Ein Spatz zum Beispiel fühlt sich in eurem Garten wohl, aber ein Uhu könnte dort nicht leben. Er braucht eine Bruthöhle für seine Jungen und Ansitzplätze mit viel freiem Flugraum für die Jagd. Das ist die Vielfalt der Lebensräume. 2010 – Das Jahr der biologischen Vielfalt. Alles zusammen bildet die „Biologische Vielfalt“. Damit sich alle Menschen bemühen, die biologische Vielfalt auf unserer Erde zu erhalten, ist das Jahr 2010 zum „Jahr der biologischen Vielfalt“ ernannt worden. Biologische Vielfalt zu erhalten, fängt im Kleinen und bei jedem Einzelnen an. Gibt es in Deiner Nähe Raum für unterschiedliche, vielleicht auch seltene Tiere?

> www.bfn.de/natdet-ab10_biologische-vielfalt.html

D o ğ ay ın gerektir e korur, biliy o ir Bunun . Yaban ked isin r musun? Et k için bir inci sıra i ör nek a ld ığ il i doğa kor um ve geniş ım ız ab da le amaç la t ilmesi gerek ir habitat lar ın (y d a, olay ı d a h irçok şey a iy i an r için k a . ş Ö a n m ce a u llanm la amamız li k le, biz insan lan lar ın ın) ko yabil ir iz. r unmas lar ın, d gerek lid o ı ğa l a lan ir. lar ı baş ka Ne yapabilirsi n? Ba zı şehirle rde biyolo jik çeşitl ili k kı rsal alanlardan (köyler gibi) da ha büyü ktür . Örneğ in, Berli n Almanya’n ın türler aç ısında n en zeng in bö lgeler inden sayı lır. Kü çü k al an lar bi le doğanı n korunmasına katk ıd a bu luna bi lir. Bu nedenl sı nıf arkadaşl e, ar ın ve öğ retm en lerinle birli okulunuzun bi kte tk ilere ve hayv an lara nası l yard edebileceğini dü ım şü çiçekler ve üvez nebi lirsini z. Örneğ in, yabani ça lılar ı ekerek ke okul ba hçesi ol lebekler dolusu uşturabi lirsini bir z. Gıd a al ışveri ür ün lerin BIO şinde sembolü taşı m al ar ya kı n çevrede ına ve olabild iğ üret ilmiş olm ince alar ına di kk at et. 22

aucht vieles. Naturschutz br er m sa irk W rt dazu, t? ster Linie gehö Natur schütz nz genau. In er Weißt Du, was ga reits damit, e be tz t ka nn ild gi W Beispiel ubauen. Dies be sz au r Das zeigt das se neue ga ei so d lsw en für beispie zu erhalten un Lebensräume iger Platz raub en n. w re r rlo tu ve Na r r hen de geht der Natu dass wir Mensc n. Dieser Platz er und Fabrike us Hä n, ße ra St en Städten tun? In manch Was kannst Du f dem Land. au s lfalt größer al ie nv te Ar e di ist adt Berlin. Sie r ist die Großst Beispiel hier fü umen Deutschtenreichsten Rä ar n de zu t hl zä nnen zum eine Flächen kö lands. Schon kl nntest Du mit kö itragen. Daher be z ut ch rs tu Na legen, wie Eure d Lehrern über Mitschülern un lfen kann. Zum und Tieren he en n nz la Pf le Schu lgar ten anlege t Ihr einen Schu und sng Beispiel könnte rli te et blumen, Schm - etwa mit Wild : Achte beim hern. Außerdem uc trä rs Vogelbee , dass sie uf ra bensmitteln da en und ein Einkauf von Le m am st he Deiner Nä möglichst aus n. aBio-Siegel trage .de/ Themen /N w w.bmu-kids w :// tp Quelle : ht turschutz/


6-Soruluk bilmece

Das 6-Fragen Quiz

1. Renkli mercan kayalıkları dalgıçlar arasında en sevilen yerlerdendir. Mercan nedir peki?

A: Bunte Gesteinsformationen

D: Çiçek açan yosunlar

2. Bazı hayvanlar alışılmamış avlanma yöntemleri kullanmaktadır. Hangi hayvan avını bir patlama sesi ile bayıltır? C: Top savar yengeç

B: Bir Motosiklet (250 kg)

C: Bir araba (1500 kg)

B: 50 cm kadar büyüklükte

C: 1 m kadar büyüklükte

B: Timsah

C: Fil

C: Kılıç otu

B: Ein Motorrad (ca. 250 kg)

A: bis zu 20 cm

D: 3 m kadar büyüklükte

B: bis zu 50 cm

D: Pistolenkrebs

C: Einen PkW (ca. 1.500 kg)

D: Fünf PkW (ca. 7.500 kg)

C: bis zu 1 m

D: bis zu 3 m

5. Welches dieser Tiere gab es schon zu Zeiten der Dinosaurier? A: Eisbären

D: Penguen

B: Krokodile

C: Elefanten

D: Pinguine

6. Welche dieser Pflanzen ist eine Züchtung des Menschen?

D: Papatya

A: Hagebutte

B: Pfefferminze

Frage 4: Richtig C: Rafflesia arnoldii (Riesenrafflesie) ist eine Pflanzenart in der Gattung Rafflesien. Ihre Blüten messen bis zu Frage 3: Richtig D: Eine Ameise kann rund das 100-fache ihres Körpergewichts tragen. Bei einem 75 kg Menschen entspräche das 7.500 kg, also dem Gewicht von fünf Mittelklassewagen.

Soru 6: Doğru yanıt B: Nane, yabani türlerden geliştirilmiş bir bitkidir. Su nanesi ve kıvırcık naneden yetiştirilmiştir. Nane ilk kez 17’inci yüzyılda İngiltere’de ekilmiştir.

Frage 2: Richtig D: Nur den Pistolenkrebs gibt es wirklich. Der Knall des kleinen Krebses ist so laut, dass er sogar Beutetiere damit töten kann.

Soru 5: Doğru yanıt A: Timsahlar, kuşlar ile birlikte, dinozorların da dâhil oldukları archosorlar grubunun son temsilcileridir.

AUFLÖSUNG Frage 1: Richtig C: Obwohl sie sich nicht fortbewegen, gehören die Korallen zu den Tieren. Sie leben im Meer zumeist in Kolonien und bilden dabei Korallenriffe.

Soru 4: Doğru yanıt C: Rafflesia arnoldii bitkisinin çiçeği, 1 metre çapına kadar büyüyebilmekte ve 11 kiloluk ağırlığa ulaşabilmektedir.

B: Nane

C: Kanonenhummer

4. Wie groß ist die größte Blüte des Pflanzenreichs?

6. Aşağıdaki bitkilerden hangisi insanoğlu tarafından yetiştirilmiştir? A: Kuşburnu

A: : Ein Fahrrad (ca. 25 kg)

D: Beş araba (7500 kg)

5. Aşağıdaki hayvanlardan hangisi dinozorlar çağında bile vardı? A: Kutup ayısı

B: Knallfrosch

3. Wenn ein Mensch (ca. 75 kg) so stark wäre wie eine Ameise, wie viel könnte er dann tragen?

4. Bitki dünyasının en büyük çiçeği hangi büyüklüktedir? A: 20 cm kadar büyüklükte

D: Blühende Algen

D: Tabancalı ıstakoz

3. 75 kilo ağırlığında olan bir insan karınca kadar güçlü olsaydı, ne kadar ağırlık kaldırabilirdi? A: Bir bisiklet (25 kg)

C: Festgewachsene Tiere

2. Manche Tiere haben ungewöhnliche Jagdmethoden. Welches Tier betäubt seine Beute mit einem lauten Knall? A: Revolverkrabbe

B: Bombalı kurbağa

A: Tüfekli karides

B: Nester, die tropische Fische bauen

C: Johanniskraut

D: Kamille

DOĞRU YANITLAR Soru 1: Doğru yanıt C: Hareket edememelerine rağmen, mer -canlar hayvan âleminden sayılmaktadır. Deniz dibinde çoğunlukla koloni şeklinde yaşarlar ve böylece mercan kayalıkları oluştururlar.

C: Omurgasız hayvanlar

Soru 2: Doğru yanıt D: Gerçekte sadece tabancalı ıstakoz vardır. Bu küçük ıstakozun, kıskaçları ile yarattığı patlama sesi o kadar güçlüdür ki, bununla avını öldürebilmektedir.

B: Tropikal balıkların kurduğu yuvalar

Soru 3: Doğru yanıt D: Bir karınca kendi vücut ağırlığının 100 katını taşıyabil mektedir. 75 kilo ağırlığındaki bir insan ile kıyaslandığında bu 7.500 kilo, yani 5 tane araba demektir.

A: Renkli kaya oluşumları

1. Korallenriffe sind bei Tauchern beliebte Ziele. Was sind Korallen eigentlich?

Kaynakça | Quelle: http://quiz.biodiversitaet.info Frage 6: Richtig B: Die Pfefferminze ist eine Kulturpflanze aus Bachminze und Waldminze. Sie wurde erstmals im 17. Jahrhundert in England angepflanzt. Frage 5: Richtig A: Krokodile stellen zusammen mit den Vögeln die letzten Überlebenden der Archosaurier dar, zu denen außer diesen noch die ausgestorbenen Pterosaurier und Dinosaurier gehörten. einem Meter Durchmesser und werden bis zu 11 Kilogramm schwer.

Aşağıdaki hayvanlardan hangileri gerçekten vardır, bulabilir misin?? Çözümlerini bize gönder! E-Posta: g.uezuelmez@tdz-berlin.de Welche Tiere gibt es wirklich? Kreise die Sachen ein, schreib die Zahlen auf und verrat uns Deine Lösung! g.uezuelmez@tdz-berlin.de

1.

2.

3.

4.

5.

6.

7.

8.

9.

10.

ÇÖZÜM | DEINE LÖSUNG:

23


MUZ Ekim |2010

ETKİNLİKLER

Etkinlikler

IMPRESSUM HERAUSGEBER Türkisch-Deutsches Umweltzentrum Berlin

Veranstaltungstipps > Mantar Günü Mantar Bilim Derneği Berlin/Brandenburg e.V., taze mantarlar hakkında büyük bir sergi düzenliyor. Uzmanlar mantarlar hakkında danışmanlık da yapmaktalar. Saat 11.30-14 arası mantar tanıtım gezisi düzenlenmektedir. Tarih ve Saat: 10 Ekim 2010, Pazar Günü, Saat 11-16 Freilandlabor Britz e.V.’da. Adres: Sangerhauser Weg 1, 12349 Berlin

ADRESSE Prinzenstraße 23 D-10969 Berlin TELEFON 030.69 53 52 93 FAX 030.69 53 58 89

> Türk-Alman Çevre Merkezi Berlin Friedrichshain-Kreuzberg belediyesinin düzenlediği kültürlerarası haftalar çerçevesinde „İklim kahvaltı sı – Gıdalarımız iklimi nasıl etkilemektedir“ adlı etkinliğimiz gıdaların neden ve nasıl iklimi etkilediğini göstermektedir. Tarih ve Saat: 2 Kasım 2010, Saat 10-12 Adres: Türk-Alman Çevre Merkezi’nde, Prinzenstraße 23, 10969 Berlin

> Tag des Pilzes Die Pilzkundliche Arbeitsgemeinschaft Berlin/Brandenburg e.V. zeigt eine große Ausstellung an Frischpilzen. Die Experten stehen auch für Pilzberatungen zur Verfügung. Um 11.30 Uhr und 14 Uhr finden Pilzführungen statt. Zeit und Ort: Sonntag, 10. 10.2010, 11-16 Uhr im Freilandlabor Britz e.V.; Sangerhauser Weg 1, 12349 Berlin

> Doğa Koruma Merkezi Ökowerk Berlin DEHB (Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu) şart değildir – Sunum DEHB’li çocukların ebeveynlerine sağlıklı beslenme ve egzersiz üzerine ipuçları verilmektedir. (Sağlık Danışmanı Bettina Funke) Tarih ve Saat: 17 Ekim, Pazar günü, Saat 16-17 Adres: Teufelseechaussee 22, 14193 Berlin Ulaşım: S-Bhf Grunewald (S7), Otobüs: M19, 186, 349 (artı 20 Dakika yürüyüş) Ücret: 2 € / Ökowerk-Üyelerine bedava.

> Naturschutzzentrum Ökowerk Berlin AD(H)S muss nicht sein – Vortrag mit Fragerunde. Eltern von Kindern mit AD(H)S bekommen Tipps zu gesunder Ernährung und Bewegung. (Gesundheitsberaterin Bettina Funke) Zeit und Ort: Sonntag, 17. Oktober 2010, 16-17 Uhr; Teufelseechaussee 22, 14193 Berlin Verkehrsanbindung: S-Bhf Grunewald (S7), Bus: M19, 186, 349 (plus 20 Min. Fußweg) Beitrag: 2 Euro / Ökowerk-Mitglieder frei.

> İklim 2010 / CLIMATE 2010: Küresel, CO2dostu bilimsel Internet iklim konferansı “İklim değişikliği ve su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi” Ayrıntılı bilgi ve kayıt olma imkânı: www.klima2010.net Tarih ve Saat: 1-07 Kasım 2010

> KLIMA 2010 / CLIMATE 2010: Die weltweite CO2-freundliche wissenschaftliche Online-Klimakonferenz„Klimawandel und das nachhaltige Management von Wasserressourcen“ Mehr Informationen und Anmeldung auf www.klima2010. net. Datum: 1.-7. 11.2010

24

> Türkisch-Deutsches Umweltzentrum Berlin Im Rahmen des Interkulturellen Monats des Bezirksamts Friedrichshain-Kreuzberg zeigt unser „Klimafrühstück – wie unser Essen das Klima beeinflusst“, warum und wie das Essen mit dem Klimaschutz zusammenhängt. Zeit und Ort: Dienstag, 02.11., 10-12 Uhr im TürkischDeutschen Umweltzentrum Berlin, Prinzenstraße 23, 10969 Berlin

> Diyalog Forum: Biyotop Birliği Diyalog forumun hedefi, Biyotop Birliği için önemli olan uygun kurumlarla bilgi alış verişi vasıtası ile gereksinimlerini ve uygulama imkânlarını ortaya çıkartmaktır. Ayrıntılı bilgi ve kayıt olma imkânı: www.dialogforum-biotopverbund. de. Tarih/Saat ve Toplantı yeri: 3 ve 4 Kasım günleri Bonn’da Federal Çevre Bakanlığı biriminde Biyotop Birliği Diyalog forumu gerçekleştirilecektir.

> Dialogforum: Biotopverbund Ziel dieses Dialogforums ist es, im Informationsaustausch mit allen für die Umsetzung des Biotopverbunds relevanten Akteuren Handlungserfordernisse und Umsetzungsoptionen zu identifizieren. Mehr Informationen und Anmeldung auf www.dialogforum-biotopverbund.de Zeit und Ort: 3.-4.11., Bundesamt für Naturschutz Bonn Bildnachweise: Titelseite: Illustration Lebensbaum. iStockphoto; S1: Vergißmeinnicht. © Ernst Rose by PIXELIO; Jochen Flasbarth. © Fotini Mavromati; Hände. © Gökhan Üzülmez; S4+5: Zweifarbige Beißschrecke. Foto: NABU / Jens Scharon; Ödlandschrecke. Foto: NABU / Jens Scharon; Kleines Ochsenauge. Foto: NABU / Jens Scharon; S6: Salvia albimaculata. © Oezguer Kocak; Gladiolus halophilus. © A. Duran; Glockenblume. © Cornerstone by PIXELIO; Campanula damboldtiana. S8: Fuchs. © Ernst-Rose by PIXELIO, Waschbär. © siepmannH by PIXELIO; S9: Nachtigall: © Horst Petschel; Erinaceus europeaus. Quelle: Wikimedia; Peregrine Falcon (Falco peregrinus): © Kevin Cole; S10: Storch. Foto: PRIVAT; S11: Feldlerche. © Marcus Bosch lbv; Flussregenpfeifer Foto: PRIVAT; Feldlerche. Foto: PRIVAT: S14: Gras, Raupen, lupe, Schmetterling. © iStockphoto; Ausflug Wiese. ©; S16: Gummibärchen. © www.…; Lebensmittel. Fotos PRIVAT; S17: Hände. © Gökhan Üzülmez; Dinkel. © Brandtmarke by PIXELIO; S22: © lrg-1262-gruene-spinne; lrg1239-raupe-kaefer; lrg-1168-kleine-spinne; lrg-1116-chr-nashornkaefer-2; lrg-1624-marienkaefer-6; lrg-81-chr-kaefer; Rote Mordwanze. © Kevin Eßer; © lrg-2712-mariechenkaefer-1; lrg-1765-gelber-marienkaefer; © NorbertHöllerby PIXELIO; S23: © Verena-N.by PIXELIO; Chameleon; © avmeier; Schnabeltier. Foto: PRIVAT; Sharkgull. Foto: PRIVAT; Schnecke. Foto: PRIVAT; © lrg-3733-stachelige-stabschrecke; lrg-3735-phyllocrania-paradoxa-geistermantis; lrg-3736-drachenkopf-heuschrecke; lrg-3798-dornfingerspinne; affen-vogel; U3: Anzeige unten. © birgitH by PIXELIO

ÖFFNUNGSZEITEN Mo-Do: 9.00 -17.00, Fr: 9.00 -15.30 Uhr INTERNET umweltzentrum.tdz-berlin.de DOWNLOAD MUZ umweltzentrum.tdz-berlin.de Rubrik: Downloads REDAKTION Dr. Turgut Altuğ Leiter des Türkisch-Deutschen Umweltzentrums Berlin t.altug@tdz-berlin.de KINDERSEITE Gökhan Üzülmez ÜBERSETZUNGEN Gökhan Üzülmez: Seite 2-4, 8, 10, 15-18, 21-24 Dr. Turgut Altuğ: Seite 1, 12 Kübra Küçük: Seite 7, 19, 20 Saffan Salman: Seite 14 GESTALTUNG Uta Tietze ANZEIGENVERKAUF TELEFON 030.69 53 52 93 t.altug@tdz-berlin.de DRUCK Printzipia, Klimaneutraler Druck, Gedruckt auf 100 % Recyclingpapier mit blauem Umweltengel PREIS 0,50 € AUFLAGE 2.500 DIE NÄCHSTE MUZ Erscheint im April 2011 BESTELLUNG UNTER TELEFON 030.69 53 52 93 TRÄGER DES TÜRKISCH-DEUTSCHEN UMWELTZENTRUMS BERLIN: TÜRK ALMAN MERKEZİ | TÜRKISCH-DEUTSCHES ZENTRUM e.V. Karl-Marx-Str. 44, 12043 Berlin TELEFON 030.69 80 70 70 FAX 030.69 80 70 729 info@tdz-berlin.de www.tdz-berlin.de SPENDENKONTO TDZ e.V. Dresdner Bank, BLZ: 100 800 00 Kt.Nr.: 07 71 56 75 00

Die Zeitschrift wird gefördert durch

REDAKTIONELLER HINWEIS Für Text und Bild unserer GastautorInnen übernimmt der Herausgeber keine Verantwortung. V.i.S.d.P.: Dr. Turgut Altuğ


Zurück ins Leben! Weltweit leiden Kinder unter den Folgen von Naturkatastrophen, Kriegen und Ausbeutung. Sie bleiben mit unbewältigten Erfahrungen von Gewalt und Verlust zurück. Um ihr Trauma zu verarbeiten, benötigen sie dringend Hilfe. Unser Stiftungsfonds »Hilfe für traumatisierte Kinder« wird mit seinen Erträgen über Jahrzehnte Traumahilfe fördern. Helfen Sie mit! Helfen Sie Kindern aus Krisen zurück ins Leben – mit einer Zustiftung oder einer Einzelstiftung in den Stiftungsfonds. Bitte sprechen Sie uns an.

Stifterbetreuung: Telefon 0541 /7101-155 / -193 stiftung@tdh.de www.tdh-stiftung.de Gemeinschaftsstiftung terre des hommes Ruppenkampstr. 11a 49084 Osnabrück

Das Türkisch-Deutsche Umweltzentrum Berlin ist offizielles Mitglied von

„Runder Tisch, UN-Dekade Bildung für nachhaltige Entwicklung“

25


. .

.

. .

EGˇ ITIM VE ÖGˇ RETI M IÇIIN YAYINLAR MATERIALIEN FÜR BILDUNG UND INFORMATION KLIMAWANDEL

ABFALL

Name: Name:

Klasse:

Ar

be

Ar be its he ft

its he ft

GR für Sc UN hül DS erin CH nen UL un E d Sc

GR für Sc UN hül DS erin CH nen UL un E d Sc

ler

ler

Klasse:

.

Ilkokullar için | Für die Grundschule

UMWELT UND GESUNDHEIT

WASSER IM 21. JAHRHUNDERT

ERNEUERBARE ENERGIEN

Materialien für Bildung und Information

r üle fü

KU r Sch ND üler AR inn ST en u UF nd E Sch

he ft

SE

Ar be its

SE

Ar be its

he ft

KU r Sch ND üle AR rinn ST en u UF nd E Sch

üle

r

Materialien für Bildung und Information

Ortaokullar için | Für die Sekundarstufe Yapılan birçok anket, çevre koruma ile ilgili bütün önemli bilgilerin okulda ögˇrenildigˇini göstermis¸tir. Ögˇretmenleri desteklemek için, Almanya Federal Çevre bakanlıgˇı, egˇitim hizmetleri çerçevesinde iklim, su ve biyolojik çes¸itlilik gibi önemli çevre koruma konularında yayınlar sunmaktadır. Bazıları yabancı dillerde bile mevcuttur. Okullar için yayınlar www.bmu.de/bildungsservice internet adresinden ısmarlanabilir veya PDF dosyası halinde indirilebilir. Bu sayfada ayrıca birçok degˇis¸ik bilgiler de bulunmaktadır: Egˇitici filmler, online bilmeceler veya haftanın “sayısı” ve “ipucu” gibi. Güncel egˇitim projelerimiz hakkında bilgi almak isteyenler www.bmu.de/39524 adresimizden, aylık dijital bültenimize abone olma imkânı bulabilmektedir. Bu egˇitim hizmeti, “Birles¸mis¸ Milletler Sürdürülebilir Kalkınma için Egˇitim” kampanyasının resmi bir projesi olarak ödüllendirilmis¸tir. | Umfragen haben immer wieder gezeigt, dass alles Wichtige zum Umweltschutz in der Schule gelernt wird. Um Lehrerinnen und Lehrer fachlich zu unterstützen, stellt das Bundesumweltministerium (BMU) über den Bildungsservice Materialien zu zentralen Umweltthemen wie Klima, Wasser und Artenvielfalt zur Verfügung – einige davon auch in Fremdsprachen. Die Unterrichtshilfen können im Internet auf www.bmu.de/bildungsservice als Klassensatz bestellt oder als PDF herunterladen werden. Dort finden sich auch viele weitere Informationen: Unterrichtsfilme, Online-Quiz oder „Zahl“ und „Tipp“ der Woche. Wer monatlich über aktuelle Bildungsprojekte informiert werden möchte, bestellt den Newsletter auf www.bmu.de/39524. Der Bildungsservice ist als offizielle Maßnahme der UN-Dekade Bildung für nachhaltige Entwicklung ausgezeichnet.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.