STY-Tuzla Gazetesi

Page 1

Genç Hayat Vakfı’nın sözlü tarih projesi...

Sokağımdan Tarih Yazıyorum Tuzla Gazetesi Sayı: 08 • “Akvaryum gibi bir denizi vardı Tuzla’nın!” »4

• “Tuzla köydü, Beyoğlu şehir” »5

• “Eskiden burası mamur bir köydü...” »6

• “O zaman doktor İçmeler’di” »7

• “Anadolu Yakası’nın en temiz denizi Tuzla’da idi” »10

• “Sonradan güzelleşen bir yer şu an bulunduğumuz yer” »10

• Tuzla »11

• “Biz o zaman mahalle olarak küçüktük ve daha güzeldik” »12

• İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Gönüllü Programı »14

• Tiyatro Okullarda »15

Batıdan doğuya İstanbul: Tuzla... İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın katkılarıyla ve Habertürk’ün ana sponsorluğunda gerçekleşen Genç Hayat Vakfı’nın “Sokağımdan Tarih Yazıyorum” adlı sözlü tarih projesi, İstanbul’un on ilçesindeki otuz ortaöğretim kurumunda eğitim gören bin lise öğrencisini kapsamaktadır. Proje bu öğrencilerin kendi kimliklerini, aidiyetlerini ve farklılıklarını İstanbul, İstanbul’un bir kent olarak dönüşümleri, mahalleler ve semtler, İstanbul’da gündelik hayat ve yaşayanların hikayeleri üzerinden anlamaları; İstanbul’un dünya ve Avrupa kültür ve tarihi ile bağlantılarını beraber araştırmaları ve keşfetmeleri için hazırlanmış bir sözlü tarih ve kent kültürü/tarihi projesidir. Tarih denilen olgunun sadece savaşlardan ve antlaşmalardan ibaret olmadığına, bunun yanında kişisel tanıklıkların da var olduğuna inanan Sokağımdan Tarih Yazıyorum projesi, İstanbul’daki son 50 yıllık değişim ve dönüşümü sıradan insanların yaşamöyküleri üzerinden anlamak için lise ve üniversite öğrencileriyle beraber saha çalışmaları gerçekleştirmektedir. Öncelikle, proje kapsamında liseli öğrencilere rehberlik edecek olan üniversite öğrencileri Tarih Vakfı tarafından hazırlanan ve uygulanan sözlü tarih/yerel tarih konulu eğitimlere katılmakta; eğitimin ar-

dından ise liseli öğrencilerle birlikte önce sözlü tarih atölyeleri ve daha sonra da saha çalışmalarını gerçekleştirmekteler. Elinizde tuttuğunuz bu gazete, Sokağımdan Tarih Yazıyorum projesinin bir ürünüdür ve Üsküdar’da gerçekleştirilen çalışmalardan meydana gelmiştir. Gazeteyi hayata geçiren kişiler ise, İstanbul’daki çeşitli üniversitelerde okuyan üniversite öğrencileri ve Tuzla’daki Mehmet Tekinalp Lisesi, İMKB Meslek Lisesi ve Piri Reis Anadolu Meslek Lisesi’nin öğrencileridir.

Gazetede okuyacağınız yaşamöyküleri, öğrencilerin gerçekleştirmiş olduğu röportajlardan yine kendilerinin hazırladıkları şekilde birer kesit olarak sunulmuştur. Röportajların tamamını okumak için Sokağımdan Tarih Yazıyorum projesinin web sitesine girmeniz yeterli olacaktır.

Projeyle ilgili detaylı bilgi almak için Genç Hayat Vakfı’nın internet sitesini ve projenin web sitesini ziyaret edebilirsiniz.

Beyoğlu, Fatih, Eyüp, Kağıthane, Şişli, Maltepe, Üsküdar ve Tuzla gazetelerinin ardından diğer ilçelerde yapılan çalışmaları içeren gazeteler de yakında sizlerle buluşacak.

Uğur Elhan & Pınar Eriç

Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere, keyifli okumalar…

İletişim ugur.elhan@genchayat.org pinar@genchayat.org İnternet Adresi www.sokagimdantarihyaziyorum.org

www.genchayat.org


Tuzla

Doğru İletişim Projesi malarında 8 hafta boyunca diğer öğrenciler ile birlikte daha olumlu ilişkiler kurdukları gözlenmiştir. Arkadaş edinmekte zorlanan öğrencilerden bir tanesinin; ‘bu çalışmaya geldiğimden beri sınıfta nasıl davranıyorum bilmiyorum ama artık benimle arkadaşlık ediyorlar’ dediğini duyabilirsiniz. Çalışmanın ilerleyen haftalarında öğrencilerin daha özgüvenli davrandıklarını ve geleceklerine dair olumlu planlarını sizinle paylaştıkça, DİP katılımcılardan kadar biz uygulayıcılarının da çok önemli mesleki tatminler yaşamasını sağlamaktadır.”

Gençler için yeni bir şeyler söylemek lazım… Türkiye’de 11-18 yaş aralığında yaklaşık 14 milyon genç vardır. Bu gençlerin 6,5 milyonu Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda eğitim görmektedir. Bu rakamlar Avrupa’da ortalama bir ülkenin nüfusu kadardır. Genç nüfusumuz bizim en önemli ve işlenmesi gereken değerimizdir. Ancak günümüzde artık “Gençler için yeni bir şeyler söylemek gerekmektedir.” Bugünün küçüğü, yarının büyüğü denilen genç bugününü de yaşamayı hak etmektedir. Vakıf kuruluş gerekçelerimizde, vizyon ve misyonumuzda ve gerçekleştirdiğimiz tüm projelerde görüleceği gibi gençleri şimdi ve burada hayata katmak için çalışıyoruz. Odak noktamız hiçbir ayrım gözetmeksizin genç insandır. Toplumların en önemli değeri olan insan kaynağının ergenlik gibi bir döneminde desteklenmesi, bireyin hayatı boyunca sürecek olumlu sonuçlar yaratacaktır. Genç Hayat Vakfı olarak amacımız; etkileri doğrudan topluma da yansıyacak bu olumlu sonuçların alınması için çalışmaktır. Gençlerin tehlikelere karşı korunmasının yanı sıra kişisel olarak kendilerini tanımalarına, potansiyellerinin ortaya çıkmasına ve önlerinin açılmasına imkân vermek gerekmektedir. Odak noktamız hiçbir ayrım gözetmeksizin genç insandır. İnsana yapılan yatırımın toplumları geliştirip yücelttiğine inanmaktayız. Vakfımız gençlerle yapılacak tüm eğitim çalışmalarının belirlenen hedefler doğrultusunda gerçekleşmesi için kurulmuştur. Kendini tanıyıp becerilerinin farkında olan gençliğin kendi sorumluluklarını taşıması kolaylaşmaktadır. Kendini tanıyan gencin “ötekini” algılayışı da değişmektedir. Farklılıklardan sinerji elde etmek kolaylaşmakta, gençler sosyal hayatta ihtiyaçları olan pratik deneyimler edinmektedirler. Gençlerle temas halinde olan ve onların yetiştirilmesinde rol oynayan ebeveyn, öğretmen, polis, yargı birimleri gibi kişi ve kurumlar eğitim çalışmaları ile desteklenmektedir. Gençlerle ilgili devlette ve tüm toplumda farkındalık yaratma çalışmalarına devam edilecektir. Vizyonumuz Türkiye’de 11–18 yaş grubundaki gençlerin, özgüvenli, eleştirel düşünme ve farklılıklarla bir arada yaşama becerisine sahip, insan haklarına saygılı bireyler olarak yetişmeleri sonucu demokrasi ve insan haklarının yerleştiği, farklılıklarından sinerji yaratabiilen, iletişim kültürünün hakim olduğu bir toplumsal dönüşümü gerçekleştirmek. Misyonumuz Ruhsal ve fiziksel değişimlerin en yoğun yaşandığı 11–18 yaş arası dönemde gençlerin: •Kendini tanımada •Ötekini tanımada •Farklılıklarla bir arada yaşamada •Potansiyelini açığa çıkarmada •Ailesine, cemiyete, ülkesine karşı sorumluluklarının farkındalığını kazanmada •İnsan hakları ve demokrasinin içsel- leşmesinde •İletişim ve empati kültürünün yerleşmesinde Çeşitli programlar ve aktiviteler geliştirmek, farkındalık ve bilinç oluşturmak, bu dönüşümün devamlılığını sağlamak için politikalar üretilmesine bir sivil toplum kuruluşu olarak destek vermektir.

Gençlerle beraber, gençler için, Genç Hayat Vakfı.

İmtiyaz Sahibi: Genç Hayat Vakfı adına Adil Candan Günek Yayın Yönetmeni: Uğur Gülderer Sorumlu Müdür: Uğur Elhan Grafik Tasarım: Eray Sayraç, Mehmet Güzel Yönetim Yeri: Genç Hayat Vakfı Koru Mah. Boğaziçi Cad. Demircan Apt. No. 19/15-16 İstinye - İstanbul Tel. 0212 277 53 23 Faks. 0212 323 42 89 Basıldığı Yer: Ciner Matbaası Matbaacının Adı: Habertürk Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. Tepeören Köyü, Kurugöl Mevkii, Akfırat - Tuzla Tel. 0216 581 82 00

Genç Hayat Vakfı tarafından yürütülmekte olan Doğru İletişim Projesi (DİP), 11–18 yaş grubu ergenlerde ve onların ebeveynlerinde farklılıklarla bir arada yaşama kültürünün ve bilincinin gelişmesi ve onlara temel iletişim becerilerinin kazandırılması amacıyla oluşturulmuştur. Ergen ve ebeveynlerde davranış değişimi elde edilmesiyle aileden başlayarak, toplumda sağlıklı ilişkilerin oluşturulması yönünde bir dinamik sağlanmaktadır. Proje uygulamalarıyla ergenlerin kendilerini ve “öteki” diye nitelendirdiklerini tanıma ve “biz” olabilme konularında becerileri artırılırken; ebeveynlere de çocuklarını bu dönemde daha çok destekleyebilmeleri için bilgi ve beceri aktarımında bulunulmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı ile Genç Hayat Vakfı’nın yaptığı protokol doğrultusunda ilköğretim ve ortaöğretim kurumları ile belediyelerin gençlik, kültür ve toplum merkezleri, sosyal hizmetlerin ilgili bölümleri, ergenlerle ve ebeveynlerle çalışan sivil toplum kuruluşlarında uygulanan Doğru İletişim Projesi, bu senenin Mayıs ve Haziran aylarında İstanbul’un 6 farklı ilçesinde bulunan 15 ilköğretim okulu ve lisede uygulandı. Projenin uygulandığı okullar ise şöyle oldu: Karagümrük İlköğretim Okulu (Fatih), Samiha Ayverdi Anadolu Lisesi (Fatih), Kocamustafapaşa Lisesi (Fatih), Edirnekapı İlköğretim Okulu (Fatih), Hasköy İlköğretim Okulu (Beyoğlu), Abidin Gün İlköğretim Okulu (Üsküdar), Âşık Veysel İlköğretim Okulu (Kâğıthane), Şair Nigar İlköğretim Okulu (Sarıyer), Yavuz Türk İlköğretim Okulu (Üsküdar), Zübeyde Hanım İlköğretim Okulu (Sarıyer), Hacı Mehmet Şalgamcıoğlu İlköğretim Okulu (Sarıyer), Şehit Kubilay İlköğretim Okulu (Kâğıthane), Hacı Ethem Uktem İlköğretim Okulu (Kâğıthane), Turgut Akan İlköğretim Okulu (Sarıyer) ve Halkalı Mehmet Akif Ersoy Lisesi (Küçükçekmece). Uygulama kapsamında verilen seminerlerin ardından, ergenler ve ebeveynler gruplar halinde eğitimler aldılar. Eğitimlerde empati kurma, etkin dinleme, ben dili-sen dili, çatışma çözme ve kendini ifade etme beceriler ile farklılıklarla bir arada yaşama konularında bilgilerini ve becerilerini geliştirdiler. DİP’in uygulandığı okullarda projeyi takip eden bazı öğretmenlerin, okul idarecilerinin ve DİP grup liderleri’nden bazı görüşler: E. Seval Yardım, Müdür Yardımcısı, Samiha Ayverdi Anadolu Lisesi: “Sâmiha Ayverdi Anadolu Lisesi ailesi öğrencilerinin akademik başarılarının yanı sıra kişisel ve sosyal gelişimlerine de özen göstermektedir. Bu nedenle sosyal etkinliklere önem vermekte ve öğrencilerinin kişisel yeteneklerini keşfetmelerini, 01 2

kendilerini birey olarak tanımalarını ve topluma karşı sorumluluklarının bilincine varmalarını bir eğitim ilkesi olarak kabul etmektedir. Çünkü sağlıklı bir tolumun ancak kendisini tanıyan ve kendisiyle barışık olan bireylerle sağlanabileceğini düşünmektedir. İletişim becerileri yüksek fertlerin akademik alanda başarı göstermelerinin daha kolay olduğuna ve hangi alanda çalışırlarsa çalışsınlar başarılı bireyler olacaklarına inanmaktadır. İşte bu nedenlerle öğrencileri için festivaller, seminerler, atölye çalışmaları, projeler, drama çalışmaları vb. farklı eğitim ortamlarını sağlama çabasını sürdürmektedir. Bu bağlamda Genç Hayat Vakfı ile yürütülen hem Sokağımdan Tarih Yazıyorum hem de Doğru İletişim Projesi okulumuz açısından çok verimli olmuştur. Öğrencilerimiz her iki çalışmada da yeni kazanımlar elde etmişler, üretmenin zevkine varmışlar, kendilerini tanımak adına mesafe kat etmişler ve çok memnun kaldıklarını ifade etmişledir. Biz de kurum olarak eğitim anlayışımızı birlikte gerçekleştirebileceğimiz bir kurumla birlikte çalışmış olmaktan dolayı çok memnunuz. Genç Hayat Vakfına, güler yüzlü ve donanımlı çalışanlarına yürüttükleri bu projelerle ülkemiz gençlerinin eğitimlerine katkıda bulundukları için ve okulumuzla çalışmayı tercih ettikleri için çok teşekkür ederiz.” Zeynel Ünver, Psikolojik Danışman, DİP Grup Lideri: “Doğru İletişim Projesi (DİP) ile katılımcılar temel iletişim becerileri doğru bir şekilde kavramaktadırlar. Örneğin etkin dinlemeyi öğrenmektedirler. Birini dinlediğimizde ona verdiğimiz ilk tepki hangi yaşta olursa olsun öneri ya da tavsiye olmaktadır. DİP’e katılanlar sadece karşıdakinin söylediğine odaklanıp empatik tepki vermeyi kavramaktadır. Çatışmanın aslında olumlu da bir durum olduğunu ve bizi geliştirebileceğini de fark etmektedirler. Sınıflarda zor öğrenci diye tabir edilen öğrencilerin grup çalış-

Ceyda Çakıroğlu, Müdür Yardımcısı, Kocamustafapaşa Lisesi: “8 Hafta süreyle okulumuzda yaklaşık 20 öğrenciyle yürütülen Doğru İletişim Projesi özellikle davranış bozukluğu gösteren öğrencilerimiz üzerinde olumlu etkiler yaratmıştır. Öğrencilerin sorumluluk duyguları gelişmiş, birlikte bir işi başarmanın verdiği mutlulukla derslerinde de başarılı olmuşlardır. Bu konudaki çalışmalarından dolayı emeği geçen öğretmenimize teşekkür eder, devamını dileriz.” İnanç Sümbüloğlu, Psikolog, DİP Grup Lideri: “İki yıldır DİP kapsamında ergenler ve ebeveynleri ile çalışmaktayım. DİP programı içeriğinin dolu dolu olduğunu düşünüyorum. Çalıştığım gruplardaki üyelerin öğrendikleri yeni kavramları ve uygulamaları yaşantılarında denemek ve etkilerini gözlemek ile ilgili oldukça motive olduklarını iki yıldır gözlemliyorum. Öğrendikleri kavramların üyelerin hayatlarında kolaylaştırıcı etki yaratıyor olmasına tanıklık ediyor olmak ise beni mesleki anlamda oldukça doyuran bir geribildirim.” Dilek Coşkun Tataroğlu, Uzman Psikolog, DİP Grup Lideri: “Ergenlik döneminin psikolojik özelliklerini öğrenmek, kendi ergenliklerini hatırlamak, annelerin yaşadıkları sorunları daha normal görmelerini sağladı. Sorunların normalleşmesi çözümü kolaylaştırır. Bireysel farklılıklar, özellikle değerler konusundaki bilgilenme, anne çocuk çatışmasını azaltacak gibi görünüyor. Kabul; kendimi kabul, karşımdakini kabul, sorunu kabul iletişimin olmazsa olmazı bence ve üyelerin bu konuda farkındalık kazanması grup sürecindeki iletişimi de hissedilir şekilde olumlu yönde etkiledi. Başta sürece katılmakta çekingen davranan üyelerin, son oturumlarda daha güvenli, ihtiyacının farkında ve bunu dile getirebilir hale geldiğini gözlemledim. Her bir oturum sonrası verilen ödevleri yapan üyeler, olumlu sonuçlar aldıklarını söylediler ve bu onların çalışmaya olan inançlarını daha da arttırdı. Dolayısıyla bu ödevlerin verilmesinin ve etkilerinin konuşulmasının, belki de çalışmanın en önemli parçası olduğunu düşünüyorum.”


Tuzla

Hayata Dair Bir Keşif: HAY HAY projesi sivil toplum ve sosyal sorumluluk bilincinin geliştiği toplumsal bir dönüşüm sağlamayı hedefliyor... Hizmet, Aktivite, Yardımlaşma (HAY) Projesi, bundan bir sene önce sivil toplum ve sosyal sorumluluk bilincinin geliştiği toplumsal bir dönüşüm sağlamak için yola çıktı. Yola çıkarken amacımız öğrencilerin, kendilerini ve çevrelerini tanıma konusunda farkındalık kazanmaları, temel iletişim becerilerini edinmeleri ve geliştirmeleri yanında, bireysel ve sosyal sorumluluk bilincinin ve davranışının gelişmesi idi. Çevresindeki bir ihtiyacı görüp fark eden, kendi sosyal statüsü ne olursa olsun, çok fakir veya gelişmemiş bir bölgede de olsa, henüz yetişkin olmayan bireylerin, ekip halinde ya da bireysel olarak, ihtiyacı yerine getirme çabası bizim için çok önem-

liydi. Bu sebeple ülkemizde yardımların genelde devletten ve çeşitli kurum, kuruluşlardan beklendiği bir ortamda, her bireyin öncelikle kendine, sonra ailesine, okuluna ve çevresine yardım edebilmesinin yolunu göstermek projenin amacını oluşturdu. Projenin ilerleyen aşamalarında ise yardım edenin, yardım alandan daha çok kazanımları olduğunu gençler bizzat yaşayarak gördüler. Projenin, gençlerin vizyonlarını henüz okul çağlarında geliştirmek, onların toplum liderleri olarak yetişmelerine destek vermek, bu gençlerin öncelikle kendi hayatlarını olumlu yönde değiştirmelerine, yetişkin olduktan ve meslek seçimlerinden sonra da toplumun dokundukları diğer katmanlarına, hem örnek hem de yol gösterici olmalarına yol açmasını istedik. Bu doğrultuda, HAY Projesi kapsamındaki öğrenciler 2009–2010 Eğitim-Öğretim Yılı’nın birinci dönemi kendilerini ve çevrelerini tanıma konusunda farkındalık kazanmaları ve temel iletişim becerilerini edinmeleri konusunda eğitim aldılar. İkinci dönem ise sosyal sorumluluk, gönüllülük, yardımlaşma ve proje yazma konularında eğitim alan öğrenciler kendi projelerini geliştirdiler ve yazdılar. Yılsonunda ise, HAY öğrencilerinin hayata geçirdikleri projeler, Hizmet, Aktivite, Yardımlaşma (HAY) projemizin en güzel çıktıları oldu. İstanbul’un 5 farklı ilçesinde (Sarıyer, Beyoğlu, Fatih, Sultangazi, Esenler) 9 okulda, 1170 öğrenci, 31 öğretmen, 4 proje danışmanı ve gönüllü üniversite öğrencileriyle birlikte yürüttüğümüz projemiz her okulun ürettiği farklı sosyal sorumluluk projelerinin uygulamasıyla 2009–2010 Eğitim-Öğretim yılının kapanışını yaptı.

ifade edebilen, iletişim becerilerini iyi kullanabilen, kendisini tanıyabilen ve daha da önemlisi bu becerilerini günlük yaşamda da kullanabilen öğrenciler yetiştirmeyi amaçlıyoruz. Hizmet+Aktivite+Yardımlaşma Projesi ile öğrencilerimizin hem kendilerini tanımaları hem de iletişim becerileri kazanarak bu proje kapsamında çevrelerine de katkıda bulunan bireyler olarak yetişmeleri, sosyal sorumluluk ve toplumsal duyarlılık duygularının gelişmesi amacı okul olarak bizimde gerçekleştirmek istediğimiz amaçlar arasında bulunmaktadır. Bu sebeple Genç Hayat Vakfı ile ortaklaşa yürütülen bu projede 17 öğrencimiz ile yer aldık. Bu projenin sonuçlarını ve kaza-

nımlarını şimdiden aldığımızı görmek bizler açısından sevindirici olmuştur. Genç Hayat Vakfı yöneticileri ve çalışanlarına yapmış oldukları bu çalışmalar ve desteklerden dolayı teşekkür ediyoruz.” Hülya Çetin, Emine Özdoruk, Sınıf Öğretmenleri, Bala Hatun İlköğretim Okulu, Sarıyer: “Genç Hayat Vakfı’nın yürüttüğü HAY Projesi kapsamında yapılan çalışmalara 4-A ve 5-A öğrencileri ve öğretmenleri olarak katıldık. Dönem boyunca yapılan oturumlar sonucunda öğrencilerin davranışlarında olumlu değişiklikler gözlemlendi. Örneğin, yılın başında öğrenciler birbirlerine karşı suskunlarken, dönem sonuna doğru birbirlerini daha iyi anlama çabası içine girdikleri gözlemlendi. Görüş ve düşüncelerini yüksek sesle ifade etmeye başladılar. Davranışlarını kontrol edebilme ve empati kurabilme

becerisi kazandıkları tespit edildi. Örneğin, 5-A sınıfından Furkan Maraş, Eren Aygün’e sürekli el şakaları yapar ve Eren hoşuna gitmemesine rağmen sesini çıkarmazdı. HAY eğitimini almasıyla birlikte, Eren’in kendini ifade etme becerisi gelişmeye başladı. Nihayetinde Eren Furkan’a; ‘Senin bana şaka yapmanı istemiyorum’ dedi. Furkan’ın cevabı ise ‘Ama bana gülüyordun’ olur. Eren iyi arkadaşı olduğu için Furkan’ı kırmak istemediğini ve bu nedenle de sesini çıkaramadığını belirtir. Sınıf bu soruna çözüm aramaya başlar. Buldukları çözümleri HAY Projesi’nde yapılan oturumlarda değerlendirirler. Sonuç olarak sınıf, Furkan’a empati kurarak Eren’in duygularını anlaması gerektiğini söyler. 2. Dönem yapılacak ‘Sosyal Sorumluluk’ çalışmalarını öğrencilerimiz ve biz heyecanla beklemekteyiz. Çünkü bizce öğrenciler üzerinde yapılan 1. Dönem çalışmaları saha çalışmalarına dönük devam edince daha da somutlaşacaktır. Önemli olan da bize göre kavratılan turum ve davranışların toplumsal alanda uygulanırlığını tespit ermektir. Biz HAY Projesi’nin öğretmenleri ve öğrencileri olarak, bu projede bulunmaktan dolayı çok heyecan duyduk. Bu projeye aynı heyecanla devam edeceğimiz umuyoruz.” Sultan Karakuş, Sınıf Öğretmeni, Esenler Çok Programlı Lisesi, Esenler: “Sınıfımın HAY uygulaması sırasında çok fazla aktif olması dikkatimi çekti. Derslerde pasif görünen, hatta hiç dikkatimi çekmeyen öğrencilerimden proje kapsamında çok ilginç fikirler çıktığını gördüm. Kendilerini sözlü ve yazılı olarak ifade etme fırsatı buldular. Toplum karşısında güvenle, sıkılmadan düşüncelerini ifade ettiler. Ayrıca bu proje sayesinde, grup etkinliklerinde başarı grafiklerinin yükseldiğini gözlemledim. Bu tür projelerin sürekliliğinin sağlanması gerektiğine inananlardanım. Daha fazla kesime ulaşmak hem öğrencilerimiz hem de bizler açısından yararlı olacaktır. Pasif durumdan aktif duruma geçmek, daha duralı ve bilinçli olmak için bu projenin devamını bekliyorum.” Medeni Uyar, Müdür Yardımcısı, Güner Akın Lisesi, Beyoğlu: “HAY Projesi öğrencilerin sosyalleşmesini, arkadaş gruplarını genişletmesini sağladı. HAY Projesi’ne katılan bir öğrencimiz evi ve okulu dışında hiçbir sosyal mekâna gitmiyor, sınıftaki arkadaşlarıyla konuşmuyor, evde aile üyeleriyle dahi iletişim kurmuyor-

du. Belli bir süre sonra öğrencimizin arkadaş edinmeye başladığını gözlemledik. Derken öğrencinin velisi okula geldi ve şöyle dedi: ‘Oğlum bu projeye katıldığından beri bizimle iletişim kurmaya, evde bize yardım etmeye ve bizi anlamaya başladı. Okulunuzda böyle bir proje uyguladığınız için size çok teşekkür ederim. Öğrencilerde birde ‘birileri bizim için bir şeyler yapmalı’ diye bir algı var. HAY Projesi ile ilk defa öğrenciler, ‘Biz birileri için bir şeyler yapmalıyız, yapabiliriz’ durumuna geldiler. Projenin yaygınlaştırılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu projeyle öğrencilerin çevrelerine karşı sorumluluk duygusu gelişiyor ve çevrelerini tanımaya başlıyorlar, öğrenciler kendi projelerini oluştururken analitik düşünme becerisi kazanıyorlar, toplumsal huzur ve uyum için çok gerekli olan ortak kültür bilinci geliştiriyorlar. Haricinde okullarda eğitim-öğretim uygulamalarının daha çok öğretim tarafına ağırlık veriyoruz. Örneğin ‘Isparta’nın gülleri meşhurdur ve çok güzel kokar’ diyoruz ama öğrencilere gülü koklatmıyoruz.

Öğretmen Veli ile İletişimde Güçleniyor! HAY Projesi öğrencilere gönüllülük, Genç Hayat Vakfı olarak 11-18 yaş grubu ergenlerin bireysel ve sosyal gelişimlerini desteklerken, onlarla temas halinde olan ve onların yetiştirilmesinde rol oynayan ebeveyn, öğretmen, polis, yargı birimleri gibi kişi ve kurumlarla da eğitim çalışmaları yapmaktayız. Bu bağlamda yürütmekte olduğumuz projelere bir yenisini daha ekledik. Öğretmen Akademisi Vakfı’nın (ÖRAV) hedef kitlesi olan öğretmenler için ÖRAV işbirliği ile uzaktan öğrenme programı oluşturduk. Genç Hayat Vakfı olarak ÖRAV’ın hedef kitlesi olan öğretmenlere yönelik geliştirdiğimiz uzaktan öğrenme programında, öğretmeni veli ile olan ilişkisinde güçlendirmeyi amaçladık. Buradan hareketle öğretmen ve veli neyi sorun olarak görüyor, temel iletişim becerileri, kişilik özellikleri ve iletişime etkisi, problem çözme becerileri, okulda krize müdahale, sistem teorisi, güçlendirme teorisi konularını “Öğretmen Veli İle İletişimde Güçleniyor” program başlığı ile sekiz ayrı modülde işledik. Her konu özelde öğretmenin veli ile olan ilişkisine odaklanarak oluşturuldu.

HAY Projesi’ni uygulayan öğretmenlerin ve bazı okul idarecilerinin proje ile ilgili yorumları ise şöyle oldu: Kemal Gediklioğlu, Psikolojik Danışman, Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi, Fatih: “Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi olarak öğrencilerimizin bilgi ile donanmasının yanı sıra; kendisine, ailesine ve çevreye duyarlı, kendini iyi

Öğretmenlerin video konferans yöntemi ile ÖRAV eğitmenlerinden aldıkları eğitimde gerçek bir sınıf içi aktarıma en yakın aktarımın gerçekleştirilmesi hedefleniyor. Öğretmenin eğitmen ile etkileşim içinde kendini geliştirdiği bu 01 3

sorumluluk, yardımlaşama konularında teorik bilgi verdiği gibi bunu uygulama imkânı da sağlıyor. Yanı gülü hem anlatıyor hem de kokluyor. Bu nedenle de HAY Projesi’nin okullarda eğitimi güçlendirdiğini ve yaygınlaştırılması gerektiğini düşünüyorum.”

eğitime ‘sanal sınıf uygulaması’ adı veriliyor. Sanal sınıf uygulamasına katılıp soru sorarak, tartışarak, grup çalışması yaparak kendilerini geliştiren öğretmenlerin program kapsamında aldıkları eğitimin bir başka ayağı da ‘kendi kendine öğrenme’ üzerine kuruldu. Programın bu bölümünde öğretmenler, bilgisayar etkinlikleri, boşluk doldurma faaliyetleri, görsel bazı sunumların da yer aldığı verileri bilimsel bilgi çerçevesinde harmanlayarak ediniyorlar. Tüm bunların haricinde öğretmenler, programda kendilerine sunulan makaleler, ödev ve projeler ve bunların değerlendirilmesi ile edindikleri bilgi ve beceriyi pekiştiriyorlar. “Öğretmen Veli İle İletişimde Güçleniyor” hem öğretmenin hem de velinin ergen bireyle iletişimi daha yapıcı ve yararlı olacaktır. Böylelikle Genç Hayat Vakfı, bir taraftan öğretmeni desteklerken, bir taraftan da ergen bireyin gelişimine katkı sağlayarak, kuruluş amacı doğrultusunda bir proje daha gerçekleştirmiş oldu.”


Tuzla

Röportaj Cem Kütükoğlu (20) Merve Kılıç (17) Gizem çakmak (17) Nazlıcan Alasan (17) Kübra Tekin (17) Erdem Dermanel (16) Ben doğup büyüme Tuzlalıyım, 1947 doğumluyum. Ortaokul mezunuyum. Evliyim, iki çocuğum var. Zamanında esnaflık yaptım, ayrıca soğutma teknisyeniyim ama artık emekli oldum. Doğup büyüdüğümüz zamanlar Tuzla’nın nüfusu 4.000, bilemedin 5.000’di. Şu an neredeyse 200 bine tekabül ediyor. Zamanla çok büyük bir ilçe oldu Tuzla. Büyümeye de devam ediyor. Eskiden bakire, tertemiz bir yerdi ama şimdi o güzelliklerinin bir kısmını kaybetti. Bunda buradaki sanayinin etkisi büyük. Ayrıca o zamanlar ufak şeylerle mutlu olabiliyorduk. Örneğin babamız, akşamüstü kuruyemiş veyahut fıstık türü şeyler getirdiği zaman onu büyük bir sevinçle yiyebiliyorduk. Top oynadığımızda bile mutlu olabiliyorduk. Öyle bir ortamdaydık ki ufak şeylerle mutlu olurduk. Şimdi mutlu olamıyorsun! Şimdi o ortam yok maalesef. İstediğini alabildiğin halde, ulaşabildiğin halde mutlu olamıyorsun.

“Akvaryum gibi bir denizi vardı Tuzla’nın!” Eski Tuzlalı halkın durumu Bizim zamanımızda halk olarak genellikle rençberlik yapılırdı. Rençberlik dediğim zaman Tuzla’nın bamyası, soğanı, enginarı meşhurdur. Her türlü şeye müsaittir buranın toprağı. Neredeyse her şey yetişebilir. E tabii o zaman Türkiye genelinde de fazla fabrika yoktu. Bir tek İstanbul’da ilk kez açılmış olan ‘cif’ (temizlik malzemesi) fabrikası vardı. Askeriye aldı şimdi orayı. Bir de porselen fabrikası vardı. Ortadoğu’nun en büyük porselen tabak fabrikasıydı. Bir de Kartal’da çimento fabrikası vardı. Fazla fabrika yoktu, yani sayılıydı o zamanlar. İnsanlarımız buralarda çalışıyorlardı. Fazla bir yoğunluk da yoktu İstanbul’da. Rençberlik yapanın da iyi kötü evinde bir ineği vardı. Onun sütünden istifade edip geçinip gidiyordu halk. Geçim şartları bu şekildeydi. Daha sonra fabrikalar çoğaldı, yerler, arsalar kıymetlendi. Kimi sattı kimi elinde tuttu. Satan kaybolup gitti, elinde tutan ise elindekini daha da büyük yaptı.

Orhanlı’nın oralarda deri fabrikalarında deriler yıkanıyor, oradan çıkan pislik tersanelerin oradan denize veriliyor. Bu da çok pis bir koku yapıyor. Buraya arıtma tesisi de yaptılar. Arıtma tesisini, İstanbul’da yer bulamadılar geldiler buraya yaptılar. Bunun da çıkardığı kokular çok pis! Ayrıca bu sağlıklı da değil. Bizim zamanımızda Tuzla bakire bir yerdi. Şimdi o halinden eser kalmadı neredeyse. Nüfus kaldırmıyor artık.

Bizim Rumeliler Derneği’ni kurmaktaki amacımız, kendi kültürümüzü, gelecek nesillere aktarıp, onu canlı tutmaktır. Buna ek olarak derneğimiz, ihtiyacı olanlar öğrencileri okutmak, yaşlı insanlarımıza sahip çıkmak gibi önemli toplumsal işler yapmaktadır. Temel amaçlarımız ve görevimiz bunlardır.

yağan asitten veya havadaki gazlardan çamur gibi. Sadece sanayi değil, çok fabrika da var. Tabii bunların atıklarından ötürü mahsul yetiştirilemiyor. Mahsul kuruyor, mahsul kuruyunca da olmuyor. Dolayısıyla ancak sera sistemiyle oluyor tarım. Buradaki mevcut tarım sera. Kayahan

Tuzla denince… Tuzla’nın içmeler suyu meşhurdur. İki tane içmeler vardır. Bir küçük içme derler, bir de büyük içme. İçmelerin özelliği, şifalı sulardır. Bu şifalı suların bir tanesinin suyu hafif tuzlu gibidir, bir tanesinin suyu da yağlıdır. Tuzlu olan su safra kesesi gibi hastalıklara iyi geliyor. Şu anki mevcut belediyenin yan tarafına da ‘küçük içme’ derler. O da yağlı bir

Hepiniz tanırsınız Kayahan’ı. Bu meşhur şarkıcı Kayahan’ın saçlarını kestik. Niye kestik? Eskiden Kayahan Tuzla’ da oturuyordu. Orkestrası vardı, bizim sevdiğimiz kızlar da onlara ilgi duyuyordu, biz de kıskanıyorduk. Bunların saçları falan uzundu. Biz de arkadaşlarla bunların saçlarını kesmeye karar verdik ve kestik de. Kayahan da bu yaptığımız şeyleri bir televizyon

Bunu engellemek için belediye her türlü imkânlarını kullandığını söyledi. Gelen atıkları ilerilere, kıyıdan uzaklara veriyorlar ama yine fabrikalarımız atıyor. Örneğin gemiler bakıma geliyor buraya, açıyorlar ambarlarını, tanklarını pisliğini denize atıyorlar. Şimdi de balık yok işte. Balığı da balıkçılığı da öldürdüler. Burada olan balık hiçbir yerde yoktu. Akvaryum gibi bir denizi vardı Tuzla’nın!

Tuzla ismi Tuzla’da Deniz Harp Okulu’nun olduğu yer bir adadır. O zaman bizim öküz arabamız vardı, tarımla ilgilendiğimizden. Tam o Deniz Harp Okulu’nun olduğu yerde bir yol vardı. Yolun olduğu yerde tam Ağustos ayında denizle kanalı kaparlardı. Kapadıkları zaman Ağustos ayında tuz oluşurdu, organik tuz. Bu civar köylerdeki insanlar, Orhanlı, Tepeören, Gebze, Darıca, gelir, o tuzu çuvallarla ihtiyacı olduğu kadar alırdı. Tuza kimse para vermezdi. Devlet ona müsaade ederdi. Oradan Tuzla ismi kalmış. Bunları gördüğümde çocuktum, on yaşımdaydım. Biz de arabamızla gidip, tuz alırdık oradan biliyorum. Şu an burada (merkez) olduğunuz yere ‘kale kapı’ derlerdi. Kale kapı ile şu ileriden aşağısı esas Tuzla. Buraları bağ bahçeydi. Son on senedir bu binalar yapıldı. Yukarıları da tren istasyonuna kadar olan yerler hep bağ bahçeydi. Tuzla burada bir yerleşim alanıydı. Yani fazla gelişen bir yer değildi. Ondan sonra zamanla ilçe oldu. Eskiden Tuzla, Kartal’a bağlıydı. Burası mahalle olarak geçiyordu. Sonra belde oldu, belediyelik oldu, şu an ilçe oldu. İlçe çok büyüdü, şu an 200 binin üzerinde nüfusu var.

likleriyle zarar veriyorlar çevreye. Tersanelerin olduğu yere önceden Fransızlar tatil köyü yapacaklardı, yani o kadar güzel bir yerdi. Haliç’ten Tuzla’ya getirdiler tersaneleri. Tuzla’da tersaneler taşeron sistemine geçti, bundan dolayı buraya pek bir faydası yok. Gördüğüm kadarıyla esnafla da pek bir alışverişleri yok. Kendi düzenlerine göre gemi yapıp dolarla satıyorlar. Büyük paralarla satıyorlar. Ama bunun Tuzla’ya yansıdığını düşünmüyorum.

İsmail Aydıner / Esnaf

Bizim zamanımızda genellikle ahşap evler mevcuttu. Hala da dikkat ederseniz, bazıları sağlam bazıları da yıkılmış, harabe şekilde duruyor. 30–40 metrekare iki katlı evlerdi. Genellikle bu ahşap evler çok sağlıklı ama ufaktı. Zaman geçtikten sonra bizim oturduğumuz o iki katlı ahşap evler, sonra baktık ki modern villa ile aynı sistemde yapılmış. Onlar modern villa olmuş, farkında olmadan villalarda oturmuşuz. Sanayi Tuzla’ya tersaneler Haliç’ten dolayı geldiler. Tersanelerin Tuzla’ya pek bir faydası yok. Sadece pis-

Sahil o zaman bakire bir yerdi, deniz kıyısıydı. Biz orada denize girebiliyorduk, kumluktu. Daha sonradan dolgu yapıldı. Dolgulardan sonra denize girme olayımız kayalardan dolayı engellendi. Şu an bunun önlemini almak için, belediye bir proje hazırlamış. Bir iki tane plaj yapılıyor. İnsanların buna gerçekten ihtiyacı var. Mesela Tuzla şimdi büyük bir kent. Misafirlerimiz geliyor. Denize girmek istiyorlar. Umarım bu olur. Eskiden girebiliyordu insanlar ama maalesef şimdi girilemez halde. Rumeliler Derneği Bizim babalarımız, analarımız, Osmanlı İmparatorluğu çöktükten sonra Kafkasya’dan gelmişler. Dolayısıyla kökenimiz oraya dayanmakta. Konya’ya karavanlarla, oradan da Söğüt’e devam etmiş. E tabii o zamanlar Osmanlı tek hakim. Selanik’e kadar gitmişler. Ondan sonra mübadele (değiş tokuş) yapmışlar. Bizimkiler oradaki mallarını, yüklerini bırakıyorlar, gemiyle buraya getiriyorlar, buradaki Rumlar da Yunanistan’a gidiyor.

Tuzla’nın oluşumu Annem ve babam Selanik mübadillerindendir. Selanik’ten buraya gelmişler. Atatürk getirmiş. Atatürk’le beraber 200 hane, gemiyle gelmişler. Hatta şurada bir gemi duruyor. Akdeniz gemisi! O geminin olduğu yere karantina derler. İlk gelenler oraya geliyorlar, yaklaşık 200 hane. Tuzla, Rum köyüymüş buraya yerleştiklerinde. E, 200 hane buraya yerleşince burası büyüyor zamanla. Burada da yine az da olsa insanlarımız varmış tabii. Rumlar o zaman tabii bu şehre mübadele olduktan sonra o zamanki durum gereği hepsi kaçmışlar, buraları boşaltmışlar. Evlerini olduğu gibi bırakmışlar. Bizimkiler de oradan buraya geliyor, buraya yerleşiyorlar. Rumlar da gidiyor kendi yerlerine yerleşiyorlar. Böylece büyük bir değişiklik oluşuyor. Bu da 90 sene önceki bir olaydır.

01 4

sudur, zeytinyağı gibi. O suyu içtiğiniz zaman bol bol idrara çıkarsınız. Dolayısıyla kum, taş herhangi bir şey varsa temizler. Senelerdir o su devamlı akar. Sağlıklı sudur. İnsanlar değişik yerlerden şifa aramak için buralara gelirlerdi. İstanbul olduğu gibi buraya gelirdi. İçmeler bu yüzden meşhurdur. Piri Reis Üniversitesi’nin hemen yanındaki içmeleri ise oldukça modern yapmışlar. Sauna, hamam gibi şeyler yapmışlar duyduğuma göre. Tuzla deyince insanların aklına şifalı sular geliyordu. Bir de Tuzla’nın bamyası meşhurdur. Yani ziraat yapıyorduk dedim ya buraların da bamyası meşhurdur yani. Mesela Maltepe’nin havucu meşhurdur. Buralarda havuç çıkardı çok ama şimdi havuç falan yok. Şimdi havuç Beypazarı’nda! Eskiden tarımda hile yapılmazdı. Şimdi tarıma bakıyorsun hormonlu, genetiği değiştirilmiş şeyler. Ispanak olurdu şimdi buralarda, tersanelerdeki atıklardan dolayı tarım da olmuyor. Ektiğiniz fasulyeler bir bakıyorsunuz yağmurla

kanalında “Tuzla’da gençken hem saçımızı kestiler hem de dövdüler” şeklinde söylemişti. İnsan kendi çevresini arıyor Beni Tuzla’ya bağlayan şey… Tuzla, İstanbul’un bana göre en güzel ve en havadar olan yeri. Ben geçen gün İstanbul’a gittim. Okmeydanı’nda bir hastayı götürdüm. Tuzla’ya gelmek için can attım. Trafikten gidemedim. Ulaşım çok zor oralarda. En azından bizim Tuzla’da yine bir nefes alacağım bir havadarlık var. Eh, iyi kötü siz de biliyorsunuz, İstanbul’a gidip geliyorsunuzdur. Ben geçen gün Şişli’ye gittim bir tanıdığın cenazesine, Şişli’de arabayı park edecek yer bulamadım. Düşünün, bizim burası iyidir bu açıdan. Ayrıca, insan doğup büyüdüğü yere ait olduğu için buraya direkt bağlısın, kopmak zor. Yani Bodrum’a gidiyorsunuz, on beş gün kalacaksınız, iki-üç gün sonra bıkıyorsunuz. İnsan kendi çevresini arıyor.


Tuzla

Röportaj Ozan Yılmaz (20) Didem Akbaba (17) Eda Bektaş (17) Hacer Buluk (16) Mahmut Soykan (17) Merve Ayata (17) Yağmur yıldız (17) Atatürk’ün öldüğü gün (10 Kasım 1938) doğan Şerif Reis Hanım, doğduğundan beri Tuzla’da yaşıyor, kendisiyle Tuzla Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ni ziyaret ettiğimizde karşılaştık ve o da bize seve seve, annesinin saraydan gelip Tuzla’ya yerleşmesiyle başlayan ve şu anki derneğin faaliyetlerine kadar olan Tuzla tarihiyle harmanlanmış hikayesini anlattı.

Şerif Reİs / Emekli

Biz burada 15 tane yerliyiz, onlardan çok fakiriz Ben 1938 doğumluyum. 71 yaşındayım ve Tuzla’da ikamet ediyorum. Ben çocukluğumdan beri yetiştim burada, biliyorum ki Tuzla çok ufak bir yerdi, hiç yabancı yoktu, herkes birbirini tanıyordu. Sonra buraya mübadiller gelmeye başladı. Gelen mübadiller Dramalılar, Kavalalılar, Yörükler ve biz, burada kardeş gibi hep beraber yaşadık senelerce. Tuzla çok küçüktü, enginarcılık yapılıyordu, bamyacılık yapılıyordu burada, çok çalışıyorduk çiftçilik çok vardı. Hep akşam üstü olduğunda kapı önlerinde mübadillerle oturup muhabbet ediyorduk. Onlarla alışveriş yaptık, onlar bizim kızımızı aldılar biz onların oğullarına kızlarımızı verdik, öyle kardeş gibi yaşadık sene-

“Tuzla köydü, Beyoğlu şehir” lerce. Hep tarihi çeşmelerimiz vardı, bütün sokaklarımızın isimleri çok güzeldi sonradan hepsi değişti tabii bugüne gelene kadar. Karantinaya gelirdi gemiler yanaşırdı, karantinadan bu sefer Dramalılar gelirdi hep birlikte karşılardık onları. Onlar ama 1 hafta 15 gün ilaçlanırlardı hastalık var mı yok mu ona bakılırdı. Ondan sonra burada Atatürk onlara devamlı yer verdi, gelen mübadillere, hep arazi verdi. Onlara ekip biçmeleri için araziler verdi. Biz burada yerli olarak 15 kişi varız, bizde ne arazi var ne bir şey. Biz bileğimizin hakkı ile çalışıp kazandık burada yani, yaptık ev bark sahibi olduk, çocuklarımız evlendi. Bugüne gelene kadar onlarla, yani mübadillerle hiçbir kavgamız gürültümüz hiçbir şeyimiz olmadı, çok tatlı geçindik. Tarlalarımızı olmayanlara kiraya verdik onlarla beraber, bazı paralı verdik bazı parasız verdik. Öyle onları da kalkındırdık burada biz yerliler olarak. Ondan sonra onlar bizden daha zengin oldular, biz burada 15 tane yerliyiz, onlardan çok fakiriz. Fakiriz ama bileğimizin hakkı ile onları hak ettik. Biz de ev bark mal sahibi olduk bugüne gelene kadar, şimdi artık ortam değişti. Burada hepsi birbirine karıştı gelenler çok oldu, yabancılar doldu. Yani bizim şimdi bir şey yapacağımız yok, kim ne derse onu yapıyoruz ama biz kendimiz de bu derneği kazandık, derneğimizi yürütüyoruz, burası Tuzla Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği olarak herkese kapımız açık ve bütün yerlisiydi yabancısıydı herkes geliyor burada ne isterse yapıyor; oturuyoruz burada günler yapıyoruz geceler yapıyoruz ve geziler yapıyoruz. Bu gezilerle biz bu derneğimizi ayakta tutuyoruz. Çocuklarımızı okutuyoruz. 21 tane çocuk okuttuk bu zamana kadar. Bundan sonra da gelen hali vakti yerinde olanlar da çocuk alıyor okutuyorlar, bize destek çıkıyorlar, biz de onlara destek çıkıyoruz. Yani hiçbir hak talep etmeden burada destek çıkıyoruz onlara. Ağlayanın malı gülene yaramaz kızım Yani şimdi şöyle bir anım var... Daha doğrusu annemin anısı var, onu anlatayım. Annem 83 yaşında öldü. Derdim ki “anneciğim, Mübadiller geldiğinide ne gibi şeyler yaptılar burada?” diye anneme soruyordum. Yabancılar gidince bizim şeyler, Mübadiller buraya geldi tabii. Herkes talan ediyor orayı burayı, onların öte-

berilerini almayı malmayı... Annem de çıkmış yoldan giderken babam “Sıdıka nereye gidiyorsun” demiş. “Ben de alacağım, herkes bir şeyler aldı ben de alacağım” demiş. “Çabuk geriye dön” demiş babam “ben öyle şey istemem haram. Onların malı hiç kimseye yaramaz sana da yaramaz. Dön çabuk” demiş annemi döndürmüş. Annem her zaman bunu anlatırdı bize. “Ağlayanın malı gülene yaramaz kızım” derdi. Yani böyle şeyler. Yani tabii benim annem İstanbul saraydan gelin geliyor buraya, küçücük geliyor. 14 yaşında. Babam da buranın ileri geleni olduğu için evleniyorlar; ama annem çocuk tabii, 14 yaşında ne olsun. Akşam üstü kaydırak oynamaya gidiyormuş, ondan sonra gelip çocuğunu emziriyormuş, gene gidiyormuş kaydırak oynamaya. Allah’tan evde babaannem varmış, babaannem çocuklara bakıyormuş. E annem çocuk daha yani, çocuk yaşta demek ki bu ta eskilerden beri varmış yani, bu çocuk evlendirme olayı. Yani o da bir anımız bizim yani, annem anlatırdı hep. Cemil ağabey deme bana Ben 1959’da evlendim. Burada, Tuzla’da vardı düğün salonu ama ben ablamın yanında kaldığım için Kartal’da evlendim. Orada ilk Uzunkaya düğün salonu yapılmıştı. İlk önce orada ben evlendim, ilk önce danslı cazlı olan düğün benim düğünüm oldu. Eşim benim balıkçıydı. Rahmetli Cemil Reis’in eşiyim ben de. Eşimle nasıl tanıştım? Ablam evliydi, ben de onlara gidip geliyordum. Kayınpederim, yani o zaman değildi ama şimdi kayınpederim, ölmüştü, onun mevlüdü okunacaktı ben de oraya tabii ablama yardım etmek için gittim. Gidince eşim de camdan bakıyordu. Cemil ağabey diyordum, on yaş büyüktü benden, eğildi bana dedi ki: “Cemil ağabey deme bana”. “Niye?” diye sordum. “E ben seni seviyorum” dedi bana. Ayy ben bir tuhaf oldum, o kadar tuhaf oldum ki ondan sonra işte böyle evlendik mutlu olduk. Beş çocuğum oldu. İki tane kızım Nevin, Nilgün onlar evlendiler. Ondan sonra en büyük oğlum Levent, ortanca oğlum Orhan, en küçük ‘79 doğumlu bir oğlum var: Okan. O daha evlenmedi, daha ufak benimle beraber oturuyor. Bir de 90 yaşındaki amcamızla oturuyoruz, yani kaynım oluyor benim. Eşim benim şeydir yüzücü. Dü-

5

ğünler olduğu zaman herkes, deniz kenarına çıkar yüzüş şeyleri yaparlardı yani. Ondan sonra eşim hep birinci gelirdi benim, çok yüzme bilirdi; balıkçıdır, güzel bir adamdı, harika bir adamdı. Sonra onun bir saçması vardı, böyle yuvarlak kenarında demir kurşunları olan, onu atar sonra balıkları toplardı hemen böyle, sepeti de koluna takar balıkları alır Kalekapı’da paraları toplar gelirdi. Herkes takunyayla gidiyordu, benim ayağımda iskarpin ayakkabılar… Şimdi tabii ki örnek aldıklarım vardı. Hepsi okudular onlar, üniversite mezunu oldular, benim tanıdığım ablalarım ama biz okuyamadığımız için onlara gıptayla bakıyorduk. Zaten okuma için fırsatımız yoktu. O zaman tabii herkes kendi halinde geçiniyordu, yani onun için okuma fırsatımız olmadı. Ben de 5’ten terkim yani. Sonra devam edemedim. Benim bir çantam vardı, bezden dikiyordu babaannem, onu alıyordum elime... Şimdi bez torbalar daha güzel şeye geldi. Onu alıyordum elime gidiyordum. O zaman tam deniz kenarında Taş Mektep vardı. Oradan okula gidip geliyordum ben. Herkes takunyayla gidiyordu benim ayağımda iskarpin ayakkabılar vardı. Çünkü anneannemin bize çok faydası olmuştu. 9 tane çocuk ama dokuzumuza da ayakkabıları yaptırır ettirir getirirdi yani, giydirirdi. Biz öyle yetiştik yani. Okula gittiğimde biz öksüz kaldık tabii. Annem dokuz tane yetimle kalmış. Ben okula başlayınca orada bir topal Fatma Teyze vardı hademe, beni çok korurdu böyle bir şey oldu mu bana getirirdi, beni çok severdi, alırdı getirirdi, yani beni çok korurdu. Allah rahmet eylesin o da öldü; ama hala anıyorum ben onu. Öğretmenim yanına oturttururdu beni, çok severdi. Bütün manzumeleri bana ezberletirdi. Benim de ezberim çok kuvvetliydi. Ondan sonra, “hadi kızım bunu ezberle, bunu oku” derdi, ben de her şeyi okurdum. Tuzla vs. Beyoğlu Sabah bir tren gidiyordu, akşam bir banliyö treni geliyordu. Bir tane sabah bir tane akşam vardı tren. Sonradan çocuklarım tabii büyüyünce onları gezdirmeye falan gidiyordum tabii. Eşimle evlendikten sonra Beyoğlu’na çok sık gidiyor-

duk. Tabii sonradan sanayi gelişmeye başladı. Gidiyorduk, saza gidiyorduk. Beyoğlu’nu gezmeye gidiyorduk ama böyle dökük gitmiyorduk. Çok güzel şık giyiniyorduk. Orada ben gibi insanlar böyle şimdi palam partaras herkes geziyor, öyle değildi yani. Eski Beyoğlu bambaşkaydı. Burası tabii köydü, burada öyle bir şey yoktu. Orası Beyoğlu tabii, bambaşkaydı güzeldi. Kimse birbirini tanımıyor. Herkes hani güzel giyimli tertemiz pabucuydu elbisesiydi… Bizim eşimle beraber bir örnekti paltolarımız, giyinirdik. Ondan sonra ben başım örtülü olarak evlendim ama eşim açardı benim başımı. Ben başım açık gidip geliyordum, herkes böyle bakıyordu bize burada. E sonra tabii eşim büyüdü, çocuklar büyüdükten sonra başıma hafif bir başörtü, ‘cumhuriyet başı’ örtüyordum yani. Tabii şimdi eşimle beraber gidiyorduk Beyoğlu’na, saza gidiyorduk mesela. Sazda tabii kendi çevremiz var. Kendi çevremizle beraber gidiyorduk. Pendik’ten, Kartal’dan arkadaşlarımızla konuşuyorduk hep birlikte gidiyorduk, eğleniyorduk. Akşam dönüyorduk yani. Gayet de güzel bir eğlencemiz vardı. Burada öyle bir eğlence falan yoktu Tuzla’da. Benim eşim de ileri görüşlüydü yani, her şeyi bilen İstanbul’u parmağında çevirmiş bir adamdı. Öyle adam yoktu burada o zaman, tek benim eşimdi, çok gider gelirdi. Zaten eşimle ben evlenmek istemiyordum, her şeyi biliyor İstanbul’larda geziyor falan diye korkarak evlenmiştim ama asında öyle değilmiş, çok da güzelmiş yani, her şeyi bilmesi, beni hoş tutması. O zamanın zamanında hiçbir tokat yemeyen, çocuklarına sahip çıkan, ailesine sahip çıkan bir adam. Eşim öyleydi rahmetli yani. Orada şifalı sular içiyorlardı Şimdi benim annem, babam ölünce 10 sene 15 sene çalıştı. Kaplıcalarda emekli olamadı eve geldi yaşlandı, zaten o zamandan sonra kardeşlerim de çalıştı orada, Tuzla’da bir orası vardı, oraya giden garson oluyordu. Ben orada emanetçilik yapıyordum, küçücüktüm, 13 yaşında falandım. Orada emanete koydular beni, ceketlerini koyuyorlardı. Para bırakıyorlardı, ben de alıp getiriyorum onları, öyle yani başka bir iş yok. Kardeşlerim orada garsonluk yaptılar. Orası çok güzeldi eskiden, yemekli açık gazinolar vardı. Orada şerit döküyorlarmış bilmem ne döküyorlarmış, orada şifalı sular içiyorlardı. Orası öyleydi. Çay bahçesi yoktu, herkes suyunu içtikten sonra gelip çorbasını içiyordu, yemeğini yiyordu.


Tuzla

Röportaj Selma Suna Yeltekin (22) Batuhan Beyin (15) Gökçem Çakır (15) M. Enes yıldırım (15) Nihal Pipçe (16) Hasan Yenilmez Rumeli’den mübadil olarak malını mülkünü geride bırakarak Tuzla’ya göç etmiş bir pehlivanın oğlu, yetim kalmış, parasızlık nedeniyle okuyamamış, Türkiye’nin pek çok yerinde memuriyet yapmış, Demokrat Parti’nin kapatılma sürecinde Yassı Ada’ya götürülmüş, kendini Vakko’ya küpe satarak bir zanaatkar olarak kanıtlamış, 1929 yılında dünyaya geldiği mamur bir köydü diye andığı Tuzla’yı bize anlattı.

“Eskiden burası mamur bir köydü...” kaç kere istemiş. Bana evlat ol demiş. Babama sor demiş o da. Orada resmi var. Belediyede. Ama Mustafa çok zeki bir çocuk, matematikçi, doğuştan öyle. Mesela beşbin kere üçbinbeşyüz kaç eder hemen cevabını verirmiş. Oğluna geliyor burada, iki kere Makbule hanım geliyor, istiyor. Şahitler var Atatürk gelmiş bakmış, çok zeki “Senin adın ne ?” demiş “Mustafa” demiş “Benim adım ne?” demiş “Gazi Mustafa Kemal” demiş “Benim oğlum olur musun?” demiş “Babama sor” demiş. Mümin amcam istememiş. Mümin amcamla Atatürk sınıf arkadaşı Selanik’ten, tesadüf değil Atatürk’ün gelip Mustafa’yı bulması. Burada bir Ahmet Reis var 94 yaşında, ben oradaydım konuşmaya da şahitim diyor. Ahmet Reis anlatıyor. Mezgiti yemezdik, şimdi moda oldu Balıkçılık benim çocukluğumda burada pek ileri bir meslek değildi, sonradan gelişti. Bizim burada köyde olup da balık tutmayan yoktur, genelde herkes bilir. Çocukluğumda hatırlarım senin boyun kadar torikler çıkardı. İşçi yevmiyesinin 2 lira olduğu zamanda toriğin tanesi 40 para ederdi. Denizde o tarihte lüfer, palamut, torik bol, mezgiti yemezdik yahu, şimdi moda oldu. İskeleydi buraları, burada bir dekobil vardı, ‘çırçır’ tabir ederlerdi. Gelir çırçır veya lapina takılır, kaldırır, atardık. İzmaritin yüzüne bakmazdık. Tuzla’nın kefalı ve toriği meşhurdur. Neredesin? Hamam önünde

Hasan Yenilmez / Memur Muhacir değil mübadil! Yunanistan’da Küllü köyünden malı mülkü bırakıp, Atatürk çağırmış, geldik. İskan-ı Adi yani tapusu olanlar tefir bizimkisi. Buradaki tapularda, ben tapu müdürüyüm, hep Rumların ismi yazılı. Tuzla’daki Rumlar o tarafa, bizler bu tarafa. Benim anamın babası pek çok tapuyla gelmiş. Osmanlı tapusu, tuğra ama burada o kadar yer yokmuş. Aşağı yukarı buraya gelenlerin hepsinin Rumeli’de tapuları, yerleri var, onun için biz muhacir değiliz, mübadiliz. Bana bazen devlet kapısında muhacir oğlu derler, hiç dedirtmem, protesto ederim. Biz muhacir değiliz, Atatürk’e inandık buraya geldik. Şimdi buranın etnik yapısını şöyle anlatayım size: Bizden evvel burada Azeri Türklerinden Acemler varmış sonra Yunanistan’dan Drama, Kavala ve Selanik muhacirleri gelmiş.

Bakın şu sinema olan yer var ya orası kiliseydi. O kilisenin ben avize taşlarından birini çalmıştım. Çocuktum öyle bir taş attım düştü ben de aldım. Şu küçük küçük barakalar var ya orası da Rumlar’dan kalma, mesela orası meydan olmadan önce biz küçükken futbol oynardık. Neredesin diye sorduklarında hamam önündeyim derdik. Şimdi böyle Ayazma’nın karşısında bakiye vardır orada, hamam varmış ama biz o hamamda yıkanmadık. Bu Rum evlerinin hiçbirinde hamam yokmuş. Mesela benim babamın evinde hamam yoktu, yüklük tabir ettiğimiz yeri babam hamam yaptı. Ben çocukluğumdan bu yana hep mutluyum. Tuzla ilkokulu. Müdurümuz Hilmi Coşkun isimli bir harp malülü, gazisiydi. Öğretmenimiz Şükran Hanım. Topaç, Çem-

ber, Hırsız- Polis, Embeç, deniz kenarı olduğumuzdan yüzme… Mesela ben 5-6 yaşımda yüzme öğrendim. Gençliğimde biraz haşarıydım. Yüzerdik. Buradan mesela karşıki adalara kalas üstünde gittiğimi hatırlarım. Hatırladığım bir şey daha var, donanma eskiden burada üstlenirdi. Eğlencemiz mahdustu. Spor dernekleri sonradan kuruldu, biz 40’lı senelerde kendi topumuzu kendimiz yaptık. Babam benim bisikletime “şeytan arabası” derdi… Kusura bakmayın efkarlandım biraz… Bir mahalleden iki kere geçtin üçüncü gün o mahallenin delikanlısı önüne geçer, “ne işin var lan burda” derdi. Hatırladığım üç tane kahve vardı. Birisi amcamın, o çiftçi lokantasının olduğu yer, burası sonradan açıldı, Kösenin kahvesi, Memet Akenin kahvesi, şu çınarın orada, bir de Kalekapı’da sonradan açıldı bir tane. Herkes zaten yorgun argın gelir bir çay içmeye vakti ya vardır ya yoktur, çünkü akşam oldu mu inek sağacak, hayvanlara yem verecek. At arabası, öküz arabası vesayite nakliye o zaman bu. Vatan Yahut Silistre İşte Rumeli’den gelince cumhuriyet aşkını ayakta tutmak için Tosun vardı bizim dün oturduğumuz kahvenin sahibi, Hasan Kılıç Ali Paşa’nın akrabasıdır, onlar eski kilisede Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre adlı eserini sergilediklerini bilirim. Ben 6-7 yaşlarındaydım,

Yanlış iskan politikası Tuzla’da yanlış bir iskan politikası vardı. Kökenimiz Konya’dan gelme, Yörük’üz biz. Rumeli’de hayvancılık ile uğraşıyorduk, hayvancıyız, hayvandan anlarız, halbuki Tuzla balıkçı köyü. Burada bizi getirip balıkçı köyüne yerleştirmişler. Tuzla’da ticaret, ziraat üzerinedir, balıkçı köyü halbuki burası. Yanlış bir iskan poltikası. Ben muhtelif zamanlarda bunu hep dile getiririm.

gittik hep beraber, annem, babam alkışladık. Vatan ve millet aşkına ne yaparsan herkes can-ı gönülden desteklerdi. Mesela Tuzla’nın eskilerinden subay oldu şimdi öldü herhalde Mehmet Pote “ulan” derdi “senin yüzünden treni kaçırdık 17 kilometre Pendik’ten burası, yürüdük.” “Niye” dedim. Çıkmışım ben masanın üstüne Atatürk’ün “Ey Türk gençliği..” gençliğe hitabesini okuyormuşum. Ayağımı bir vurmuşum masaya kırılmış, tahtası ayağımın içine girmiş. “Senin yüzünden ayağını çıkarasın diye bekledik” dedi. Sonra Cumhuriyet bayramlarında Tuzla, Pendik hep Rumelilerdir buralara yerleşenler, tak dediğimiz defne dalları ile yapılan, altından geçilirdi, bayraklar asılırdı. Şimdi yok. Defne bulmak mümkün değil zaten. Düğünlerde damada para takmak adettendi

kimi kendi kızını ister. Bir gün düğün için buraya gelmiştik. Bu binanın sahibi amcamın orası, onun evinde otururken, düğün vardı dışarıda, o zaman adettir damada para takmak, ben de gittim para taktım. Kapının önünde düğün oluyor, davul zurnalar orada oturdum bir kız bana kahve getirdi. Amcamın karısı işaret yaptı. Anama sor dedim. Ben günde kaç kere evde kalırım, anamla geçinir mi? Olur dediler. Bu zavallı da 7 kardeş hepsi kız. Onun küçüğü evleniyor. Benim de üç beş kuruş param vardı. Karıma da sordum bak dedim bizim evde biri öğretmen, biri terzi , iki tane bacı var, atamayacağım, satamayacağım anam var, bir tane de biraderim var felçli, malum onlar bizim evde geçinebilir misin? Fakirdiler, zavallı “kabulüm” dedi, yani görücü diyemem karşılıklı rızayla evlendik. 1950 dönüm noktası oldu

Rumeli’den gelen mübadillerin oyunun adı Kabadayı, Kor ayak, Zigoş diyorlar. Karşılama oynanıyor sonra şarkıları türküleri var. Özel yemeklerden de bir kere et Rumelilerin vazgeçilmez yemeğidir. Bakın yakın zamana kadar burada ileride oğlak çevirme vardı. Şu ilerde bir Kasap Mustafa vardı, bizim fırında pişirirdi, satardı. Yani Rumelilinin vazgeçilmez yemeği ettir. Bulgur pilavı ve fasulye fakir yemeğiydi. Evlenmek için çok talibim vardı, gençliğimde çok yakışıklıydım, artık gına gelmişti. Hısım akraba

Tuzla’nın çehresi 1950’den sonra değişti. 1950’ye kadar Tuzla hakiki bir köydü. Herkesin ineği vardı. Süt satmak ayıptı. Memurlara yoğurt yapar verirdik. Mesela bizim evimizde 5-6 tane inek vardı. O zamanlar yanaşma tabir ederlerdi, senede 20 lira 1 kat elbise böyle fakir insanlar vardı. Tuzla’da 50’den sonra demokrasiye geçişte hayat biçimi değişti. İnsanlar okudu. Ben mesela burada istasyona kadar yayan gidiyordum. Ortaokul Pendik’teydi. Pendik ortaokulunda sporda biz Tuzlalılar birinciydik, her gün antrenman yapıyoruz çünkü. Tuzla’ya Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fevzi Çakmak gelmişti. Adnan Menderes fabrikaların açılışında geldi. Fabrikalar bir kere tarlaya mahkum olmaktan kurtardı. Çok arkadaşım bugün fabrikalardan emekli, bu kahvede birçok kıymetli vardır jeep fabrikasından, porselen fabrikasından emekli. Kısacası fabrikalar iş imkanı sağladı. Yollar yapıldı, elektrik geldi. Tuzla’nın kaderi değişti. Askeriye geldi, denizcilik okulu açıldı. Yani kültür hayatı değişti. Benim zamanımda okuyan, ortaokula giden 20 kişi ya vardı ya yoktu. Herkes burada hısım akraba olduğundan anarşizmden bahsetmek mümkün değil. Dernekler sonradan açıldı, zamanında halkevleri de burada yoktu, hiçbir zaman da olmadı. Diyorum ya herkes işinde gücünde, kahvede bir çay içerse evine gider ya inek sağar ya da yorgundur karasabanla uğraşır. 1950 dönüm noktası oldu, Tuzla’ nın çehresi değişti.

Atatürk Mustafa’ya oğlum ol dedi Mesela şu köftecinin sahibi benim Mümin amcamın yeri (Meraklı Köfte), oranın yapılışını ben hatırlarım. Babam yaptı. Benim Mümin amcam kim? Atatürk’ün sınıf arkadaşı. Mümin amcamın bir oğlu varmış, Mustafa, ona ben yetişemedim bir küçüğüne yetiştim. Mustafa’yı Atatürk Tuzla’ya geldiği zaman bir01 6


Tuzla

Röportaj Ugur İnan (20) Nilay Küçük (17) Zuhal yaltırak (17) Fatma Göze (17) Samet Kaya (17) Efe Erdil (17) Mustafa Erkan 1942, Tuzla doğumlu. Mübadil bir ailenin çocuğu olan Mustafa Erkan, erken yaşta çalışma hayatına atılmış, ömrünü Tuzla’da geçirmiş. Bugün Tuzla’da balıkçı dükkânı işleten Mustafa Erkan bize eski Tuzla’yı anlattı.

Mustafa Erkan / Balıkçı 1959 senesine kadar sürdü bizim çocukluğumuz 1942 yılında doğdum. 16 yaşıma kadar babamla bahçede falan çalıştım. Hayvanlarımız vardı, çiftçilik yapıyorduk. Ondan sonra, 1959 senesinde, cip fabrikası vardı, ben orada çalışmaya başladım. Sonra askere gittim; asker dönüşü tekrar cip fabrikasında çalıştım. O zaman askeriyeye aitti. Bizi tekrar işe aldılar. 1976’ya kadar çalışıp, sonra da bakkal dükkânı açtım. 12 sene de burada köşede bakkallık yaptım. O zaman bu sahil dolgu falan yoktu, plajdı burası… Ekmek zeytin falan satıyorduk. Baktık 12 sene sonra olmuyor; kendim de balığa gidiyorum bu meyhanede ek iş olarak… Bir iş insanı bakmıyor, balığa gidiyoruz, balıkçılık yapıyoruz. Tuttuğum balıkları gene burada dükkânda satıyorum. Bir müddet de böyle gitti. Baktım para kazanılmıyor. Dükkândan da kazanamıyoruz. Ben dedim, bu tuttuğum balıkları dükkânda satayım, balıkçı dükkânını açtım. Yani balıkçıya çevirdik, yirmi senedir, yirmibir senedir de balıkçı dükkânından kazanıyoruz hayatımızı. Çok şükür şimdi bir sıkıntımız kalmadı, bir yerlere geldik ama çok çalışmaktan geçiyor; o da ayrı bir konu (…) Evliyiz iki çocuğumuz var; bir kızım bir oğlum var. İkisi de yüksek okul mezunu. İkisinin de birer çocuğu var. Böyle hayatımızı devam ettiriyoruz. Çocukluğumda, zaten bize oyun vakti kalmıyordu. Ben 1950 senesinde, İçmeler eskiden çok meşhurdu, İçmeler’de çekirdek satıyorduk. Sabah saat 6’da kalkıyorsun, Haydarpaşa’ya, Haydarpaşa’dan sekiz treni ile tekrar buraya. O zaman İçmeler’de doktor falan yok. Doktor İçmeler idi. Bütün İstanbul, Anadolu’nun insanları su içeceklerdi, hastalıklarına deva bulacaklar-

“O zaman doktor İçmeler’di” dı hikâyesi. Beş bin kişi geliyordu. O çalılıklar, tersanelerin tam orası adam kaynıyor. Gelen de bir hafta kalıyor, bir haftadan önce insanın içi çözülmüyor. Ondan sonra, gidiyorlar güya şifa buluyorlar. Biz de çekirdek satıyoruz, tuzsuz çekirdek de içerisini boza, bir de suyla beraber içtin mi aç karnına… İnsanlar şifa buluyoruz, içimiz temizleniyor falan diye geliyorlar sağdan soldan. Çocukluğumuz böyle geçti işte. 16 yaşıma geldiğimde de fabrikaya başladım. 1959 senesine kadar sürdü bizim çocukluğumuz, sonra iş hayatına geçtik, fabrikaya başladık. Aile kökenimiz Selanik. İlk geldiklerinde bizi vapurla Samsun’a çıkarmışlar. Biz anlaşmalı gelenlerdeniz, mübadiliz. Fakat Samsun’a gelince hava değişiminden dolayı uyum sağlayamamışlar, oradan gece yürüyüp gündüz saklanarak Tuzla’ya gelmişler. Saklanıyorlar çünkü jandarma görünce tekrar geriye gönderiyor. Gele gele buraya kadar gelmişler işte. Bu evimize gelmişler, mübadele bitmemiş, herkese yer yurt veriliyor, burası da boş kalmış; burayı da deniz alır, deniz kıyısı diye kimse almamış, en son kalmış, buraya iskân olmuşuz. Hiç yabancılık çekmemişler, sahilden geldiğimiz için burası da sahil olduğu için beğenmişler. (…) Tütün ekmişler geldiklerinde, zaten orada da tütün ekiyorlarmış ama tütün o zamanki arpayla çok para ediyormuş. Bizim annelerimiz geldiğinde, rahmetli nenem anlatıyor, altınlarla gümüşlerle gelmişler. Oradan buraya kadar gelmek aylar sürmüş, hep o paraları yiyerek gelmişler. Efendim, mallarını mülklerini taşımak için araba tutuyorlar, altın para veriyorlar. Kağıt para var ama bitirdikleri için altın paraları yollarda harcamışlar. Burada da yerleşik hayata geçene kadar üç beş sene geçmiş, üç beş sene insana hazır mı dayanır? Paralarıyla sonra buradaki işleri toparlayınca kendi hayatlarına devam etmişler. Enginar ekmişler, fasulye ekmişler, bamya ekmişler (…) Tuzla’da her türlü meyve sebze yetişir. Ceviz, zeytin, üzüm… Olmayan yok. Tuzla’nın iklimi yumuşak olduğu için her türlü sebze ve meyve buraya uyum sağlıyor. Güzel bir yer çünkü. (…) 19 yaşına gelince toprakta para kalmadığını gördük. Sanayinin yeni başlamasıyla burada ilk cip fabrikası açıldı. Abim, ben, amcam hepimiz fabrikaya girdik. 150 lira maaşla işe başladık. 150 lira ama üç kişi olunca 450 lira oluyor. 450 lirayı toprakta bir sene çalışsan çıkartamazsın.

Para seni yerle bir eder Tuzla Rumlar’dan kalmıştır. Rumlar gitmiş daha sonra burası bize kalmış. Burada hiçbir beton yapı yoktu, hepsi ahşap evdi. Sonradan hepsi yıkıldı falan yerine beton evler yapıldı. Benim bu oturduğum ev de denizin içinde olmasına rağmen ahşap evdi. Sonradan yıktık yerine başka ev yaptık falan. 1963 yılında ahşap evimizi yıktık. Hem eskiydi hem de deniz evin duvarına vuruyordu, lodos estiği zaman. Daha önce Tuzla’da sadece bir cami vardı. Fakat şimdi Tuzla’da 176 tane cami var. Daha önce benim evimin yanında kilise vardı. Fakat daha sonra yıktılar. Yerine yeni bina yapıldı. Şimdiki Tuzla sinemasının eski yerinde de kilise vardı. Manastır mevki vardır, orada da kilise vardı. Kiliselerin yıkılmasının sebebi ise, devlet sahip çıkmadığı zaman halk hiç sahip çıkmaz. Devlet sahip çıkmadığı zaman halk vurur tekmeyi yıkar, ranta çevirir. Rantın önünde hiçbir şey duramaz. Para her şeyi ezip geçer. Sen ağzınla kuş da tutsan eğer karşında para varsa para seni yerle bir eder. Tersanenin yeri plajdı Tersane Demirel senesinde kuruldu, Demirel izin verdi. Tersane kurulmasaydı belki de bizim Tuzla’mız bugün Paris gibi olurdu. Buraları mahvettiler. Ne deniz kaldı ne bir şey. Bizim güneyin hareketlenmesi, buraların ölmesi sonucunda oldu. Tüm kıyıları öldürdüler. İnsanlar denize girecek yer bulamıyorlar. Önceden benim evimin önünde sahil vardı, ayağımı atsam kumsaldaydım. Şu an burada ayağını sokacak yer bile yok. Her yer kayalık, kayalıktan atlasan yüzme bilmek zorundasın, yüzme bilmeyen denize giremez. (…) Tersane yeri önceden kumsaldı. Yani plajdı. İçmeler’in tam bitişiğiydi. Önceden güzel adalar vardı, daha sonra onları dolgu haline getirdiler. Denizleri çöplük haline getirdik. (…) Şimdi tersaneye Tuzla’dan almakla işçi yetmez, tersanede 7–8 bin işçi çalışıyor, Her kesimden işçi alınıyor. Arkadaş grubumuz vardı. Arkadaşlarla bezden top yapar oynardık. O zamanlar tabii top almak için paramız yoktu. Biz ilk olarak örgütlenip bir takım kurmuştuk. Bizim harman vardı orayı top sahası olarak kullanırdık. (…) Yazın yüzer, kışın ise top oynardık. Önceden burada tam 6 tane sinema vardı. Şimdi 1 tane bile yok. Düşünebiliyor musunuz eskiden daha fazla sinema

vardı demek ki o zamanlar heyecan daha fazlaymış. Bir tek yolumuz vardı zaten. Kalekapı dediğimiz yerden, oradan trene kadar yolumuz vardı. Başka da yol yoktu. Öküz arabaları vardı, tabii o zaman herkes kendi işinde. Eskiden öyleydi, bir tek yolumuz vardı. O yol da çukur, yarım yamalak bir yoldu. Gençlik dönemimizde uzun saç yasak gibi bir şeydi. İlhan İrem geldi bir gün buraya uzun saçlı bir şekilde. Tabii kestiler saçlarını burada. O da gidip kesenleri mahkemeye falan vermişti. Bulamadılar sonra saçını kesenleri. Evet, böyle bir olay geçmişti başımızdan. Önceden bol paça falan da yoktu, dar paça yani normal pantolonlar giyilirdi. Spor bir giyim vardı. Kamil Abdüş Gölü balık kaynardı Kamil Abdüş Gölü, aynı öyle göldü. Fakat ortasında adacık falan yoktu, onları daha sonra yaptılar. Bilmiyorum ama benim kafama göre balık kaynardı orası. Şimdi ise bir tane balık bulamazsın orada. Önceden orada her mevsim istediğin balık vardı. Bir tane kefal balık 4–5 kilo gelirdi. O kadar zengin bir göldü ki orası! Ama gölü de bitirdiler. Daha da bitecek… Bilemiyorum yani teknoloji her şeyi ezip geçiyor. Para olduğu zaman göl falan dinlemiyor. Zincirli manda efsanesi Bizim Rumeliler derneğine geliyorlar şimdi, Ayazma’nın başında zincirli manda varmış falan diye soruyorlar. Çocuklar evden ayrılmasın, uzaklaşmasınlar diye söylenirdi böyle şeyler. Yok değirmen altında mum yakıyorlarmış gibi söylentiler dolanırdı. E çocuklar yerlerinde durmadıkları için, köyden uzaklaşmasınlar diye söyleniyordu. O zamanlar çocukları korumak için sınır çiziyorlardı kendilerince.

01 7

Ayazma’da düğünler yapardık Önceden Ayazma’da düğünler yapardık. Eğlence salonları vardı. Bir hafta 10 gün boyunca festival yapılırdı. Zaten onun etrafında daha önce hiç ev falan da yoktu. Şimdilerde hiç yer kalmadı, her yer daraldı. Göç alan memleket olduğu için doğal olarak buralarda yer falan kalmadı. Bence yapılan çok katlı binalar tamamen yanlış yapılandırma. Bir bina en fazla üç katı geçmeyecek. Üç kattan sonra mezar almışsındır kendine orada ecelini bekliyorsundur. Tuzla’da veya İstanbul’da 7–8 şiddetinde bir deprem olsa, evlerin yarısı yıkılacak durumda. Ayazma’daki ağaçlar biz geldiğimizde de vardı, babamların zamanından beri varmış. Onların içleri oyuktu artık yaşlılıktan içleri çürümüş. Adam saklanırdı içinde neredeyse, o kadar büyük oyuklar vardı. Çınar ağaçlarının öyle bir özelliği vardır. Dışı sürekli kendini yenilese bile içi zamanla çürür. Kestiler onların çoğunu şimdi çok az kaldı. Deniz kazaları Bir keresinde batmıştık denizde saat gece. Ne ayı? Kasım ayı. Balıkçılık yapıyorduk, kaç yaşındaydık? İşte 16 yaşlarında falan, ufaktık; fabrikaya başlayacağım zamandı. Gölün ilerisinde tavşan adası vardı. O iki ada arası açıktı, onun arasında, iki tarafı taşlarla kaplı ucu sivri… Gece 1 falandı. Manyat dediğimiz voliler… Ağı çektik, balıkları kayığa koyduk. O aradan geçiyoruz, nasıl olduysa dalgınlığımıza geldi herhalde, ucu sivri taşa kayığın yanı çarptı. Tabii bayağı gitti, kayık stop etti, ileride battık. Kimi yüzme biliyor, kimi yüzme bilmiyor. Biz biliyorduk, kara da çok uzak. Gece saat 1, iki arada taşların üstüne çıktık. Başka bir kayık gelip bizi taşlardan kurtardı. Hava da bayağı soğuktu, kar yağıyordu. İşte başımızdan böyle bir olay geçti balıkçılık yaparken.


Tuzla

8


Tuzla

9


Tuzla

Röportaj Dilan Akbaba (20) Sümeyye Pilgir (16) Iraz Kömür (18) Adem Temel (17) Celal Binboğa (17) Güzel bir cumartesi günü İçmeler’de, Süleyman Abacı ile Tuzla’yı konuştuk. Tuzla ilçesine sevgisi gözlerinden okunan Süleyman Bey, bizlerin her sorusunu içtenlikle yanıtladı. Tuzla bir Anadolu köyü gibiydi Tuzla’ya Çankırı’nın Bayramören kazasından göç ettik. Büyük şehre yerleşmeyi daha ziyade şey yaptık... Bize de Tuzla nasip oldu. Ben 1960’larda Gebze’de askerdim. Tuzla’ya gezmeye geldiğimde, Tuzla bir Anadolu köyü gibiydi, bir Anadolu körfez köyü gibiydi. Sonra göç çoğaldığı için nüfus çoğaldı. Şehirleşme başladı. Ben 69’da Bayramoğlu’nda çalışıyordum, burada İçmeler’de ufak bir arsa aldık, öylelikle buraya göç etmiş olduk çoluk çocuk. Göç ederken bir akrabalık durumu yoktu, kendi imkânlarımızla göç ettik. Kendi imkânlarımızla köyü terk ettik orada. Köyü terk etmemizin nedeni; mahsul yetiştiriyorduk ama pazarlama yapamıyorduk. Kuru samanla ekip orakla biçiyorduk. Tarımsal şeyimiz azdı. Hayvancılık yapmak için imkânlarımız yoktu o yüzden köyü terk etmek zorunda kaldık. (…) Önce kendim geldim, sonra iş şey yaptıktan sonra çocukları getirdim, buraya yerleştik. Onlar da burada büyüdüler. ‘70 senesinden beri burada oturmaktayım aile olarak. Tabii o zaman buralar tarlaydı, açık bir şeydi. Yerleşim çok azdı. O tarihlerde iş bulma sıkıntısı yoktu, iş çoktu. Buraya geldiğimde bahçıvanlığa başladım, köyden geldiğim için ziraat işleriyle uğraşmaya başladım. O gün bugündür de bahçıvanlık devam ediyor ama Tuzla’yı ‘63’ten beri tanırım; bizden sonra hızlı bir yerleşim başladı. Bütün Tuzla’da hızlı bir yerleşim başladı, İstanbul’da hızlı yerleşim başladı. Biz de o hızlı yerleşimin içinde kaldık. Burada İstanbul’un yerlisi yok. Tamamen

Röportaj Sevgi Kalkan (21) Büşra Delican (16) Betül Nur Aydın (16) Merve Hancı (16) İrem Büşra Coşkun (17) Salih Eser bey 85 yaşında ve 6 aylıken gelmiş Tuzla’ya. Ailesi Selanik’ten göçmüş Tuzla’ya. Kendisi elinden geldiği kadarıyla bize Tuzla’nın hayat hikayesini anlattı. Burada evlenmiş ve ilk eşinden 6 çocuğu var, sonra eşi hastalık yüzünden ölünce tekrar bir evlilk yapmış. Tuzla’yı çok seviyor. Ona göre Tuzla İstanbul’un meyve bahçesi. Onun bize anlattığı kadarıyla biz de size Tuzla’yı anlatmaya çalışacağız. Farklı dünyaların buluşma noktası: Tuzla Babamlar annemler Selanik’ten geldiğinde gemiyle, en güzel yerimiz olan şimdiki denizcilik okulunun olduğu yere iniş yapmışlar. Oradan geldikten 6 ay sonra ben Tuzla’da dünyaya gelmişim. Oradaki bilgilerim olmadığı için annemin babamın memleketini görme hevesiyle 2006’da Selanik, Drama, Kavala çevrelerini gezi olarak gördüm ve oradan da baba toprağı olarak buraya hediyeler getirdim. Ziyaretim-

“Anadolu Yakası’nın en temiz denizi Tuzla’da idi” Anadolu’dan gelme, dışarıdan gelme, şu gördüğünüz Tuzla’nın yüzde doksanı dışarıdan gelmedir. Tuzla İstanbul’un ihtiyacını karşılayan bir yerdi Benim ‘63’te gördüğüm Tuzla’da, Anadolu’nun köylüleri şalvarlarını giyip sebze yetiştirirlerdi Tuzla’da. Bamyası halen daha meşhur… Pırasası, ıspanağı… Hallere bal gönderirlerdi, şimdiki gibi beton yığını değildi Tuzla. Tuzla İstanbul’un ihtiyacını karşılayan bir yerdi ama şimdi hepsi tüketici oldu. Şimdi hep sanayi, beton yığını oldu ve o yerliler yerlerini sattılar. Herkes buralara akın ederken, buranın yerlileri, Gebze’nin, Darıca’nın Tuzla’nın yerlileri de merkeze doğru gitmeye başladılar. Erenköylerine, Suadiyelere bilmem nelere gitmeye, oralardan daire almaya, o taraftan da bu tarafa göç etmeye başladılar. Sonra sanayiler çoğaldı, sanayiler çoğalınca; mesela Çayırova Sanayi Bölgesi oldu. Tuzla’nın bir kısmı sanayi bölgesi oldu. Böyle olunca da dışarıdan akın daha fazla başladı. Nüfus artışı çoğaldı, Tuzla’nın durumu böyle başladı. Sanayi olmadan buralar da Anadolu gibi ziraatla geçinen yerlerdi. Mesela bugün size şöyle söyleyeyim, Rahmanlar, düzlük bir ova vardı. Orada yetişirdi sebzelerin büyük miktarı, çok güzel sebzeler yetişirdi, meyve yoktu da sebze yetişirdi; şimdi orası beton yığını oldu. Öyle yerleri vardı İstanbul’un. Dışarıdan bir şey gelmeden bile İstanbul o zamanlar kendi kendini besleyecek bir durumdaydı. Fakat dışarıdan göç fazla gelince, arazi tamamen beton yığını olunca, İstanbul kendi kendini besleyemez hale geldi. Tuzla’da gençlik Bizim Anadolu’da, Tuzla’da çiftçilikle uğraştığımız gibi büyükler çiftçilikle uğraşıyordu, sanayi yoktu. Gençler de o zaman işte, eğitim çok azdı, okul bile çok yoktu, şimdiki gibi değildi. Aynı Anadolu’nun bir köyünde gibi yaşarlardı. Gençlik ne yapardı, sanayiler açılınca, porselen

fabrikası vardı, mesela orada çalışırlardı. Yaşlılar fabrikalara geçtiler ziraat azaldı, azalınca gençler yetişti. Kendi aralarında spor yaparlardı, okuma şeyler… Daha sonra yerleri satmaya başladılar, tarım tamamen azaldı. O yer paralarıyla falan okuyan okudu, okumayan işte bir şeyler... Yani Tuzla’da eski yerleşimde olarak kendini tam manasıyla koparmış bir aile göremiyoruz. Var ama normal aile sayılır, o varlığıyla geliştirememiş. Tarlayı satmış daire almış, satmış villa karşılığında vermiş. Beton yığını villalarla doldu her yer.

eski gemiler tamir edildi. Geldiği zaman içindeki pislikler denize verildi, sonradan da denizi temizleyeceğim diye uğraşıyorlar. Hem kirletiyoruz hem de temizleyeceğiz diye uğraşıyoruz. Bizim haddimizi aşan sorunlar. Ulaşım çok zordu. Bakın ben 1957’de geldiğimde, bu E-5 buradan geçmiyordu. Biz İzmit’ten, eski Ankara asfaltı, Orhanlı’dan doğru Üsküdar’a gittik arabayla. 24 saatte Çankırı’dan buraya geldim ben. Şimdi de dört saatte gidip geliyoruz; yani dört saatte gidiyoruz dört saatte geliyoruz. Yani sabah gidiyoruz şimdi, akşama işimizi görüp geri dönebiliyoruz ama o zaman yirmi dört saatte

Süleyman Abacı / Bahçıvan Sanayi kurulduğunda kalmadı

denizimiz

Anadolu yakasının en temiz denizi Tuzla’da tersanelerin olduğu yerdi ve herkes oraya denize gelirdi. Pırıl pırıldı, hiçbir kirlilik yoktu. Tabii tersanelerden sonra her şey başladı. Deri sanayi kurulduğunda denizimiz kalmadı. Deri sanayi oraya sığmamış, eski kurulduğu yere, buraya daha şehir dışı diyerekten yerleştirilmiş. Ama tabii oranın giderini denize verdiler. Denize verince de deniz haliyle daha fazla kirlendi. Tersaneler geldi, dışarıdan gemiler yapıldı, epey

geldim. Bolu dağından aşağı inerken arabanın tekeri yoldan çıkıyordu yani öyle virajlı mirajlı… Şimdi o tüneller, o şeyler, otobanlar yapılınca ulaşım tabii büyük miktarda değişti. Tabii bu masraflı, ama masrafı olduğu kadar da yararı oldu. Herkes kendi geleneğini sürdürür Şimdi düğünler şöyle olurdu; Tuzla’nın yerli düğünü ayrı, dışarıdan gelenlerin düğünleri ve gelenekleri ayrı oluyordu. Herkes kendi geleneğini sürdürür. Davul zurna olduğu zaman, ondan anlarız yani

bu geleneğimiz bizim. Her yörenin kültürü farklı… Hatta bir köyden, bir köye şeyler farklı. Konuşmalar olsun, kültürler olsun; dünyanın şeyi böyle kurulmuş yani. Bulgar, Selanik düğünleri farklı tabii burada... Kıyafetleri, giyimleri, çalgıları… Anadolu’da erkek tarafı masrafı karşılar, burada Drahoma diye bir şey kızların erkeklere verdiği bizdeki başlık parası, yani kız tarafı çok zorluk çekerdi. Genelde hep kendi aralarında kız veriyorlar. Eski gençler şimdiki gençler gibi birbirine zaman ayıramıyordu ki, yani ailesinin şeyinin geçinme çabasının altında, örf ve adetlere göre, yani kendine ait ne zamanı ne de fikri vardı. Bende yedi çocuk var tabii, biz bunlara kötü yol göstermeyiz büyük olarak ama yedi çocuğum aynı Anadolu’da yetiştiği gibi yetişmiştir burada, hiç kimseden bir şikâyet olmadan. Gençler kendileri gibi olanlarla arkadaşlık yaparlardı. Benim çocuğumun içkici kumarcı gibi bir arkadaşı oldu mu, ben kesinlikle kabul etmem kötü yola sapmasın diye; onlar da ne yaparlardı, kendilerine göre arkadaş bulurlardı. Aile müsaade etmiyor çünkü; tabii kontrol edebildiğimiz kadar. Biz burada iç içe yaşıyoruz, ayrımcılık yapmak isteyenler var ama… Mesela Bingöl mahallesi var İçmeler’de. Ama benim o mahallede girmediğim ev yoktur veya doğudan gelen kişileri ayırmaya çalışanlar oldu ama biz büyükler böyle olmayacağını konuştuk. Ayrımcılık olmasına izin vermedik. Böyle düşünenleri de kınıyoruz biz. Şimdi tabii Anadolu’daki komşuluğun yerini hiçbir şey tutmuyor. Kırk yıl önceki komşuluk, daha doğrusu insanlık, anlayış şekli, yardımseverliği şimdi bulamayız. Bulamıyoruz. İnsanlığımızı kaybetmeye başladık. Komşuluğu da yavaş yavaş kaybediyoruz. Eskiden böyle değildik. Durumu iyi olanlar, durumu olmayanlara gider bakardı. Buralara geldiğimiz ilk seneler buralarda vardı. Özlem duyuyorum. Memlekete gidiyorum, artık orada da bulamıyorum. Kendi evladında akrabanda bile bulamıyorsun bu yakınlığı.

“Sonradan güzelleşen bir yer şu an bulunduğumuz yer” den memnun kaldım. Bu arada o seneden bu yana hala hazırda oradan gelen yaşlılar, bilhassa amca oradan Tuzla’ya gelmiş, Tuzla’yı beğenmemiş Yalova’ya geçmiş. Yalova’dan köylere geçmiş. Tuzla’da sahilde biz yaşayamayız, tenha yere gidelim diye Yalova’da Laledere köyüne göç yapmış. Oradan da göçü araziyi beğenmemiş ormanlık diye Bursa İznik’e yerleşmiş. Yani ordaki göçebe hayatı buradaki bazı kişilerce devam etmiş gibi. Bir de dışardan buraya yerleşmeyip de başka taraflara gidip daha biraz akrabaları buraya yakın olanlar, tekrar göç edenler var. Tuzla’nın nüfüsu benim okuduğum zamanlarda tahminimde 300 civarında bir şeydi. 1950’ye kadar kalabalık yoktu, ‘50’den sonra Anadolu’dan göçler başlayınca arta arta şimdiki durumda Tuzla’nın nüfusu 185 bin civarında. Bizim buralar sebze, tahıl üzerine. Enginarı meşhur, baklası bezelyesi meşhur. Sebze üzerine kuyular kazıldı, sebzenin her çeşit cinsi Tuzla’da mevcut ama kalabalık olduğu zamanda tarım çok azaldı. Sebzeye enginara hasret değiliz de, çok az oldu, dışarıdan yiyoruz. İstanbul’u besleyen enginar hususunda en meşhur Tuzla’nın değil de çevrenin de enginarı meşhur olduğu için herkes kucak açıp İstanbul’a şöyle hiç olmadığı günlerde bile bir tane iki tane sebze motoru İstanbul haline gidip

geliyordu. Şimdi Tuzla’da sanayi az, tarım azaldı, arazi azaldı, ticaret de fazla değil. Mamafih güzellik husuunda belediyenin yardımıyla bilakis İstanbul Belediyesi’nin yardımı çok oldu. Deniz doldu, daha güzelleşti, biz çok seneden bu yana taliptik. Rumeliler Derneği’ni yapma işiyle belediye reisi ve kaymakamın yardımıyla bu güzelliğe kavuştuğumuza Tuzla halkı olarak çok sevinçliyiz. Tuzla’da düzenleme 1946’dan sonra gelişmeye başladı, adım adım derken gelişmeler güzel oldu. Çocukken biz tarımda yetiştiğimiz için çocukluk hayatımızda çarık meşhurdu. Evimiz sahile yakın, evimizle sahil arasında şimdiki Atatürk caddesi, pardon Cumhuriyet caddesi eski meşhur caddesidir Tuzla’nın. Biz oraya çarşı caddesi diyoruz, evimizle bitişik bir ev var aramızda. Yol var arkadan denize giriyorduk, tarladan geldiğimizde çarıkları çıkarıp soyunmaya başlayınca denize girip ayaklarımızı yıkardık, bilhassa çoğu zamanda evde soyunup, kum sahil biraz uzak olduğu için, denize gidiyoduk. Şimdi sahil çok uzaklaştı ama belediyenin sözü ve yardımıyla Tuzla’ya çok güzel bir sahil güzelleştirme ümidimiz var, yani belediyeden bekliyoruz. Tuzla’nın o zamanki yaşantısı aynı köy yaşantısı gibi, köy çocuklarının oynadığı oyunların aynısına biz de devam ediyorduk. Ben dünyaya geldiğimde 10 01

4 aylıkken babam ölmüş, hepsine hasretim; askere 1944’ün on birinci ayında gittim, askerdeyken bahiyeli arkadaşım vardı Hasan Kaya bana bir mektup yollamıştı, şöyle yazıyordu mektupta: annem öldü yazıyorum ama sen gerçekten öldüğünü düşünme. Bu mektup komutanıma ulaşmış beni çağırdı izin istermisin diye. O zamanlar Alman harbinin son zamanları, izin vermiyolar ama sağolsun komutan verdi eve geldim. Biz kalabalık bir aileydik, üvey babam kardeşler eve geldiğimde annemi göremedim, hala da aklıma geldikçe ağlarım. 26 yaşında evlendim çok hayırlı evlatlarım var: 2 kız 4 oğlan. Ben kendim Tuzla porselen fabrikasında çalıştım, hali hazırda sebze bahçeme devam ederken 1979’un sonunda porselen fabrikasında 50 yaşında emekli ediyolardı. Günüm dolunca emekliye ayrıldım, çocuklarımın en büyüğü şimdiki durumda ‘54 doğumlu, daha ufağı ’57, kızlardan birisi ‘59 birisi ’60; diğer oğullarım ‘61 ve ‘67 doğumlu. Huzurlu bir aileyiz, hepsinin düğününü gördüm, hanımım allah rahmet eylesin 1989’da kalp ameliyatı geçirdi, ameliyatta enfeksiyon kaptı 3,5 sene çok ağladık, kurtaramadık. Çocuklarım bana bakıyor kısmet ayağıma gelmişti ölümünden 3 sene, sonra başka biriyle evlendim mesut yaşıyoruz. Evlendikten 6 ay sonra umreye gittik, hayatımdan mem-

nunum. İşittiğime göre Atatürk’ün zamanında oradakilerin Tuzla’ya tayini belliydi, benim Şarköy’de yazlığım var, oradakiler anlatıyor bir İstanbul’a bir Tuzla’ya geliyolar ama Tuzla ayrı. Onların tayinini Tekirdağ’a yazıyorlar ilk ama onlar orada deniz var diye beğenmiyorlar, Tuzla’ya geliyolar. Burada da deniz kenarına. İlkokulu burada okudum tabii, ilkokuldan sonra bıraktım ama zaten bizim zamanımızda fazla okul yoktu, ortaokul için Pendik’e, lise için Haydarpaşa’ya gidiliyordu. Şimdi Tuzla’da 3-4 tane üniversite var. Bir de o zaman bütçe meselesi vardı, herkes kolay okuyamıyordu. Çay bahçeleri vardı, tarihi Ayazma vardı, herkes oraya giderdi. Sinema ve tiyatro sonradan kuruldu. Sinemaya Kadıköy’e giderdiler. Tuzla’da fabrikalar sonradan kuruldu. Fabrikalar sayesinde gençler sanat öğrendi, meslek edindi. Çünkü birçoğu okumamıştı. Tersaneler sonra kuruldu, ticaret açısından hem iş sağladı hem de gelir. Komşuluk samimiydi o zaman, kapılarda toplanırlardı içeriden biri çay yapardı, sohbet muhabbet olurdu. Öyle gezip tozma yoktu yani. Aslında öyle gezip görülecek pek bir yer yok zaten sonradan güzelleşen, kurulan bir yer şu an bulunduğumuz yer. Seviyoruz ilçemizi, güzel bir yer burası… Salih ESER / Emekli


Tuzla

Tuzla Tuzla, İstanbul ilinin en güneyde bulunan ilçesidir. Türkiye'nin orta derecede kalabalık nüfuslu ilçelerinden biridir. Türkiye'nin en büyük tersanesi ve Türkiye'nin tek Formula 1 pisti Tuzla'dadır.

yapmaktadır. Tuzla’daki tersanelerde, önemli bir kısmı kötü çalışma koşulları altında olmak üzere, 24 bin 200 civarında işçi çalışmaktadır. Merkezde İ.T.Ü. Denizcilik Fakül-

lığını tehlike edecek boyutlardaki çevre sorunudur. İlçe halkının solumak zorunda kaldığı kötü kokulu kirli hava Tuzla'da hayatı olumsuz etkilemektedir. Tuzla Tersaneler Bölgesi'nde yer alan özel tersane-

ya başlamıştır. Birçok bölgede toplu konut projeleri yürürlüğe girmiştir. İstanbul Tuzla'dan başlar ama bir Tuzlalı’nın İstanbul'a ulaşmasını kolaylaştırmak için ne yazık ki bir çaba gösterilmemektedir. Kaynak: Wikipedia

Tuzla’nın Tarihçesi

1400 yılında Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı topraklarına katıldı. Tuzla'da yaşayan Rumlar, Lozan Anlaşması çerçevesinde Selanik, Kavala ve Drama'dan gelen Türklerle yer değiştirmişlerdir. 80'lerin sonuna kadar balıkçılık ve çiftçiliğin bir arada sürdürüldüğü Tuzla'da sanayinin gelişmesiyle çiftçilik önemini yitirmiştir. Günümüzde Tuzla, tersanelere de ev sahipliği

tesi, Kuzeybatıda Piyade Okulu ve Güneyde Tuzla Burnu’nda ise Deniz Harp Okulu bulunmaktadır. Ayrıca Sabancı Üniversitesi, Okan Üniversitesi ve Piri Reis Üniversitesi de Tuzla sınırları içerisindedir. Günümüzde Tuzla'nın en büyük sorunu, endüstri kuruluşlarının ve belediyenin arıtma tesislerinin yetersiz kalması ya da çalıştırılmaması ve bu konuda gerekli denetimlerin yapılmaması nedeniyle toplum sağ-

lerdeki işçi ölümleriyle gündemden düşmeyen ilçe, Tuzla Belediyesi'nin Koruma Kurulu kararlarını kale almadan sürdürdüğü, asırlık çınar ağaçlarına zarar verilen Ayazma'daki tesis inşaatıyla da bilinir olmuştur. Ayrıca Tuzla ilçesinin kuzey bölümünde yer alan kısımlarda ise birçok yeni sanayi sitesinin devreye girmesi ile ilçe daha fazla göç alma-

01 11

Osmanlı öncesi de bir yerleşim birimi olan Tuzla, J.Pargorire (18721907), Dymotionlu Stophanes'in eserinde İzmit Körfezi ile ilgili kısımda Akritas Burnu ile bilindiğini aktarır. Eser Tuzla’dan bir Rum balıkçı köyü olarak bahseder Tuzla'nın en eski tarihi Bakırtaş (Kalkolitik çağa) dönemine kadar gitmektedir. Tuzla İlkokulu'nun yapımı sırasında Bakırtaş (Kalkolitik çağa) dönemine ait çanak çömlek bulunmuştur. Şevket Aziz Kansu'nun 1965'de yaptığı kazılarda Tuzla İlokulu bahçesinde ve yakınındaki (kale kapısı) bostanda yaklaşık olarak 100 metreyi kapladığı anlaşılan düz bir yerleşme bulunmuştur. Ayrıca bu kazıda Bakırtaş dönemine (Kalkolitik çağ) ait çanak çömlek ve de kültür eşyası ele geçirilmiştir. 1958'de Nezih Fıratlı, 1965'de Şevket Aziz Kansu tarafından yapılan araştırmalarda tümü el yapımı ve perdahlı bu çanak çömleklerin yanı sıra ağırşaklar, midye kabukları -ki bu balıkçılığın yapıldığını gösterirgibi buluntulara rastlanmıştır. Bu buluntular Tuzla'da, Pendik ve Fikirtepe'dekilerle çağdaş bir Bakır-

taş (Kalkolitik çağ) dönemi yerleşmesinin varlığını ortaya çıkarmıştır. Tuzla'da çok sayıda Bizans devrinden kalma mimari unsurlara rastlanmıştır. 1972 yılında yapılan ilk tarihi kazıda Bizans Devri Kilisesi ortaya çıkarılmış, ikinci kazıda ise Ekrembey Adası'nda yapılmış olan Saint Andre Manastırı ortaya çıkarılmıştır. İncir Adası'nda Hagios Gikara Manastırı, Tuz Burnu'nun kuzeyinde yarımadada Hagios Geogios Manastırı bulunmaktadır. Tarihi eser olarak Tuzla'da yedi kilise ve Padişah I. Sultan Ahmet zamanında yapılan bir camii bulunmaktadır. Orhanlı Köyü'nün 600 yıl kadar önce kurulduğu tahmin edilmektedir. Aydınlı Mahallesi de tarihi bir mahalledir. Kaynak: Tuzla Belediyesi

Selanik’ten Tuzla’ya Tuzla’da yaşayan Rumlar 1923’te imzalanan Lozan Anlaşması nüfus mübadelesi ile Selanik, Kavala ve Girit’ten gelen Türklerle değiştirilmiştir. Bugün Tuzla’nın nüfusunun büyük bölümünü oluşturan mübadillerin çocukları ve torunları semtte çeşitli dernekler kurarak, dedelerinin hikâyelerini ve kültürlerini yaşatmaya çalışırken, Yunanistan ile de köprüler kurmaya çalışıyor. Derneklerden 1991 yılında kurulmuş olan Tuzla Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği sempozyumlar, geziler düzenliyor; buluşmalar tertip ediyor.


Tuzla

Röportaj Seda Ergön (22) Zeynep Bayseç (16) İrem Nur Tarhan (16) Merve Şanlı (16) Ahmet solmaz (17) Gürkan Özveren (16) Menekşe Evren (16) Mehmet Işık (16) 1955 yılında Sivas’ta doğmuş ve 1968 yılına kadar Sivas’ta yaşayan Raif amca orada ilkokula kadar okur. Babasının devlet memuru olması nedeniyle İstanbul’a tayini çıkar ve bu nedenle Sivas’tan İstanbul’a göç ederler. Okuluna burada devam eder. 1971 yılında bir kamu sektöründe işçi olarak çalışmaya başlar ve bu işçilik hayatı 20 yıl kadar sürer. İşçiliği sırasında sanata ilgi duymaya başlar. Çeşitli dergilerde karikatürler, çizgi romanlar, yazın ve mizah öyküleri ve normal öyküler yazar. Derken öykünün kesmediğini fark edince bu kez romana geçer. Yayınlanmış bir romanı, yayım sürecinde de bir romanı ve bir de hikâyesi vardır. Emekli olan Raif amca, emekliliğini sanat ve edebiyatla ilgilenerek değerlendiriyor. Ressam kişiliği de olan Raif amcanın şimdiye kadar 8

Raif Zor /

Ressam, Karikatürist, Yazar

kişisel sergisi olmuş. Bugünlerde de 9. kişisel sergisine hazırlanıyor. Biz kalabalık bir aileydik Babam devlet memuruydu. Babamın İstanbul’a tayini çıktı. İstanbul’a göç nedenimiz buydu. Bizim aile olarak şartlarımız ekonomik açıdan çok iyi değildi. Çünkü babam devlet memuruydu ve biz kalabalık bir aileydik. Sivas’taki yaşamımızla buradaki yaşamımız o açıdan çok farklı olmadı. Yani orada hangi sosyal dilim içerisinde yaşıyorsak burada da aynı sosyal dilim içerisinde yaşamaya devam ettik. Ben hatırlıyorum, ben ve benden küçük olan kardeşim, biz işte ayakkabı boyacılığı yapardık simit satardık, stadın çevresinde gazoz, limonata artık ne olursa onlardan satıp, aile bütçesine katkıda bulunmaya gayret ederdik. Bizim ailemizin şartları bunlardı.

“Biz o zaman mahalle olarak küçüktük ve daha güzeldik” lirler. Burada komşuluk ilişkileri gerçekten şeydi çok güçlüydü çok sıcaktı. Yani bir komşumuzun en küçüğünden en büyüğüne kadar bir sorunu olduğunda herkes gücü ölçüsünde ona yardımcı olmaya gayret ederdi. Yani ekonomik olabilir, sosyal olabilir. Her alanda yardımcı olmaya çalışırdık birbirimize. Düğünlerde bütün mahalle, neredeyse bütün mahalle yani memleket farkı gözetmeksizin toplanırdık. Birlikte halaylar çekerdik, türküler söylerdik. Gençlik yıllarımızda büyüklerimizden gizlice şarap içerdik. Bir hastamız olduğunda bütün mahalle belirli bir zaman içerisinde o hastayı mutlaka ziyaret ederdi. Daha sonra hastaneden çıktığı zaman ev ziyaretleri başlardı. Cenazelerde yine aynı durum. O ailenin acısını içimizde hissederdik. Yani adeta cenaze evinden yaklaşık bir hafta kadar ayrılmazdık. Bütün komşular o aileye yardımcı olmaya çalışırdı. Hem maddi açıdan hem moral açıdan yardımcı olmaya çalışırdı. Onların acılarını paylaşırdık. Mahallemiz çok güzeldi, büyük bir aile desek abartmış sayılmayız. Burada güzel ilişkiler vardı Nüfusumuz çok azdı. Herkes birbirini tanırdı. Bugünkü şartlar o gün yoktu. Yani bizim her büyüğümüz de komşularımızın büyüğü de sanki bizim ağabeyimiz babamızmış gibi bizim üzerimizde hak sahibiydiler. Bu nedenle de biz o zamanın çocukları ve gençleri belli bir disiplin içersinde olmak zorundaydık. Örneğin büyüklerimizin yanında sigara içemezdik, ayıp olduğunu düşünerek… Bilmezler miydi elbette tabii bilirlerdi ama bize o hoşgörüyü gösterirlerdi. Biz de rahatsız edecek ya da utandıracak bir davranış içersinde olmazdık. Saygıda kusur etmezdik, onlar da bize sevgide kusur etmezlerdi. Burada örneğin biz kiracısı olduğumuz aileyle sonradan akraba olduk. Yani tek bir aileymiş gibiyiz artık. Biz sabahtan akşama kadar onlarda oturabilirdik onlar bizde oturabilirdi. Beraber çaylar içilir yemekler yenirdi. Daha sonra o denli benimsedik ki biz ev sahiplerini, o ev sahiplerinin bir akrabasının kızıyla benden küçük olan kardeşimi evlendirdik. Yani ilişkilerimiz bu denli güzel gelişti. Bütün mahalle öyleydik. İşte kadınlar birbirlerine misafir, misafirlik demek gerekir adına ama kendilerine işte oturur güncel konuları konuşurlardı. Bir problemleri varsa o problemlere çözüm ararlar ya da hoş söyleşi yaparlar gönül eğlendirirlerdi. Bu açıdan Yayla mahallesinde hiç zorlanmadık. Burada güzel ilişkiler vardı.

yaşayan insanların sıcaklığını taşırlardı. Bizim mahalledeki değişim aslında 80’lerde başladı. İşte örneğin şu anda bizim evin yan tarafı yoldur. Orası eskiden yol değildi tarlaydı, yani yol olarak kullanılmayan bir araziydi. Toprak bizim olmadığı halde annem oraya biber, patlıcan, domates ekerdi. Şimdi orası yol artık. Oradaki o bahçede yalnızca annemin anısı kaldı. Bamyanın şöhretine ulaşamadı balıklar

Bütün mahallenin gençlerini Yayla Gücü takımında topladılar Bizim mahalledeki gençliğin arasındaki ilişki oldukça güzeldi. Bizim büyüklerimiz Cevat Birkan, Hüseyin Hoca rahmetli oldu Bayram Hoca bize ağabeylik yaptılar. Bize spor kulübü kurdular. Bütün mahallenin gençlerini Yayla Gücü takımında topladılar. Bu takım uzun yıllar yaşamını sürdürdü. Ve çok iyi bir futbol takımıydık biz. İşte şu andaki Gebzespor’u Gebze’de 3–1 yenebilen bir takım olduk. Bizim o kaliteli oyunumuz ve o oyunumuzun içersindeki düşünce ve ruh birliğimiz hayatımızın bütün alanlarına yansıdı. O dönem bizim gençlik dönemimizdi. Sinemaya topluca gideriz, işte kahveye gitmeye başlamıştık 18 yaşını geçmiştik. Kahvede bulumi oynardık. Pişti oynardık eğlenirdik. Örneğin 1972 yılında Münih’de olimpiyatlar yapılmıştı. Biz de sporla çok ilgiliyiz sporu çok seviyoruz. İllaki izlemek istiyoruz. Bizim mahalledeki kahvelerde televizyon yoktu. Biz Tuzla’ya kahveye Münih olimpiyatlarını izlemeye giderdik. Ama şu vardı, yaklaşık 5–6 tane yazlık ve kışlık sinema vardı. Bol bol sinemaya giderdik o yıllarda, bol bol film izlerdik. Özellikle yazın tabii. Kışın biraz daha zor olurdu. Çünkü bizim mahalleden Tuzla’ya yürüyerek zannediyorum bir yirmi dakika sürer. Yirmi dakika da bir hayli yol aslında. Bir zorluktu bizim için ve bu nedenle daha çok yazın sinemaya giderdik. Kuşkusuz ki belirli bir saate kadar yani en geç saat 10’da, ama en geç saat 10’da evlerimize giderdik. İki ulaşım aracı vardı İstanbul’la ulaşım bugünkü gibi değildi kuşkusuz. İki ulaşım aracı vardı. Biri banliyö treni biri de Ankara asfaltı adını verdiğimiz, E–5’e çıkmanız gerekirdi, GebzeHarem minibüsleri. Tuzla ekonomik olarak Pendik’e bağlıydı. Hep

Mahallemiz çok güzeldi, büyük bir aile desek abartmış sayılmayız

Pendik’e giderlerdi alışveriş için. Ulaşım o zamanlar çok iyi değildi. Ama bugün kuşkusuz ki çok değişti yani işte özel araçlardan tutun da minibüs, otobüs her şey var. Buradan diyelim ki karşıdaki Esenler otogarına dahi tek araçla gidebiliyorsunuz ama o günlerde mesela buradan Pendik’e bir minibüs dahi yoktu. Belediye otobüsü dahi yoktu. O dönemde ancak işte banliyö treniyle giderdik. Toplumun bir parçasıysanız o toplumdan kopamazsınız 70’li yılların sonlarına doğru o siyasi çalkantılı dönem başladı. İşte Türkiye’de her genci ne kadar ölçüde etkilediyse işte bizi de kuşkusuz o ölçüde etkiledi. Toplum bir

yere gidiyorsa ve siz de o toplumun bir parçasıysanız o toplumdan kopamazsınız. Siz de toplumla bir yerlere gidersiniz. Acı yıllardı elbette yani her gün birkaç insanın öldürüldüğü her iki taraftan… Ben ayrım yapmıyorum ölüm konusunda. Her iki taraftan insanlar öldürülürdü. Bu çok acı, çok kötü bir şeydi. Bu anlamda bizim mahallede de önemli sıkıntılar yaşandı. Bir komşumuzun kızı siyasi nedenlerle öldürüldü. Yine bir başka komşumuz, bu kez diğer görüşe mensup onlardan bir insan öldürüldü. Biri diğerinin alternatifi değil yani bir ölümün alternatifi bir başkasını öldürmek değil. İntikam mantığı değildir. Ama yaşandı, kötü günlerdi gerçekten hatırlamak istemiyorum. O bahçede yalnızca annemin anısı kaldı İnsanların alışkanlıkları çok kolay değişmiyor, öyle bir tutuculuğumuz var nedense. Tuzla eskiden bir balıkçı kasabası, tam bir balıkçı kasabası görünümündeydi. O hoşluk, o sıcaklık, o güzellik vardı. İşte ahşap binalar vardı, hala birkaç tane daha vardır. İnsanlar da o ahşap evlerde

Bu mahalleye geldiğimizde doğrusu çok fazla bir zorlukla karşılaşmadık. Çünkü buradaki insanların hemen hemen tümü bizim gibi insanlardı. Onlarla çok iyi iletişim kurduk. 70’li yılları elbet ki sizler bilmezsiniz ama büyükleriniz bi12 01

Tuzla o zamanlar tarıma çok daha fazla dayanan bir beldeydi ya da ilçeydi. Çünkü bazı dönem belde oldu bazı dönem ilçe oldu. Tuzla’nın İstanbul açısından çok ünlü bir ürünü vardır: Bamya. Bamyası çok güzeldir. Balığı da güzeldir ama balığı nedense pek şey olmaz. Bamyanın şöhretine ulaşamadı balıklar. Buradan sahile kadar hep bamya tarlasıydı. Nohut ekerlerdi. Biz de yazın ilkbaharda sinemaya gidip gelirken yeşil nohut koparırdık şöyle bir avuç. O yeşil nohudu çerez olarak yerdik. Çeşitli tarım ürünleri ekilirdi ve bu tarım ürünleri de Tuzla’da tüketilirdi. Yani Tuzla’nın dışına pek çıkarılmazdı. Pazar kurulurdu Tuzla’ya pazara gidilirdi. Yani şu an hatırlamıyorum ama diyelim ki bahçeci Vedat, bakın hatırladım, bahçeci Vedat’tan soğan alırdık. Kimden ne aldığımızı bilirdik. Yine bizim mahallenin çevresinde çok bahçecilik yapılırdı. Her tür seb-

ze diyebilirim. Bu demir yolundan bizim mahalleye girişte bir site var oralarda çiçek yetiştirirlerdi. Ne bileyim kasımpatıları, laleler, orkide yine ismini bilmediğim birçok çiçek yetiştirirlerdi ve müthiş bir güzellikti. Sera bölümü de vardı ama daha çok açıktaydı ve biz buradan baktığımızda bütün güzellikleri görebiliyorduk. Buradaki o yapısal değişim 80’li yıllarda başladı, bütün bahçeler kalktı onun yerine siteler yaptılar burada. O kurbağaların sesini biz bahar akşamlarında müzik gibi dinlerdik Eskiden birbirini tanıyan insanlar olarak artık burada gelişen yapılaşmayla birlikte bir azınlık haline geldik. Tuzla’nın o eski özelliği de kalmadı. Yani denizi doldurdular. Biz orada denize giriyorduk. Yine mahallemizde bilirsiniz ıslah edilmiş bir dere var, o dere eskiden pırıl pırıl akardı ve o derede balıklar vardı, kurbağalar vardı. Vırak vırak öterlerdi. O kurbağaların sesini biz bahar akşamlarında müzik gibi dinlerdik. Balık yenilebilir bir balık değildi. Çok küçük bir dereydi. Çok sığdı ama ben o derede


Tuzla

yüzdüm. Daha sonra bu Aydınlı tarafında deri sanayinin gelişmesiyle birlikte deri sanayinin bütün atıkları bu dereye verildi ve 7–8 yıl o deri fabrikasının atıklarının kokusundan burada gerçekten yaşayamaz olduk. Bu konuda çok şikâyetler çok başvurular yaptık belediyelere. Sonuçta yapıldı bir arıtma da biz o kokudan kurtulduk. Ve benim o yüzdüğüm dere ilk önce o hale geldi sonra ıslah edildi. O eski doğallığını ve güzelliğini kaybetti. Yine çok da bakımlı bir dere değil, zaman zaman da koku yapıp çevreye rahatsızlık veriyor.

rı. Yok oldu. Deniz korkunç ölçüde kirletildi. Biz Tuzla’nın sahilinden kefal balığı yakalardık. Şimdi İstavrit bile çıkmıyor ki istavrit kirli denize çok daha dayanabilen bir balık türüdür. İstavrit bile çıkmıyor artık ama o zamanlar kirliliğe kar-

kişinin işine bir şekilde son verilmiş oluyor. Mesela o dönemde burada bekâr evleri vardı. Bir evde hiç abartmıyorum onbeş yirmi gurbetçi işçi yaşardı. Ranzalar yaparlardı evlere. O ranzalarda yatarlardı. Üst üste ranzalarla… Yoğundu

Tuzla bir balıkçı kasabasıydı Tuzla bir balıkçı kasabasıydı. Örneğin burada balık yemekleri ve çeşitleri çok iyi bilinirdi ve yapılırdı. Sonra Tuzla’da çok iyi köfte yapılırdı. Meraklı Köfteci. Mesela çok ünlüdür yani İstanbul ölçeğinde. Hatta bu anlamda Türkiye’de sözü edilecek yerlerdendir. Sonra biraz reklâm oluyor ama Doktorun Yeri var, orada da çok nefis köfte yapılır. Burada o merkezi semtlerde olan fast-food’lardan yoktu. Çünkü yakındı. Son yıllarda börekçiler, lokantalar yaptılar ama özel olarak ‘hadi yemek yemeğe çıkalım’ denildiğinde Tuzla’ya gidilir ya deniz ürünleri karides balık falan ya da köftecilerde köfte yenirdi.

Saçlarımız omuzlarımıza gelirdi Biz çok tutkunduk o günkü dünyamızda. Şimdi bizim yıllarda gençler, kızları çok fazla bilmiyorum ama erkeklerde uzun favori bırakmak modaydı. Favorilerimizi uzatırdık çene hizasına kadar. Uzun saç modaydı. Saçlarımız omuzlarımıza gelirdi. İspanyol paça pantolon bilir misiniz? Paçalar 22 santim bol. Matadorlarda gördüğünüz gibi çok geniş şeyler vardı. Daha sonra bluejean modası çıktı. Şimdi kot deyip geçiyoruz. Biz bluejean derdik. Bluejean modası da geldi geçti. İspanyol paça da giydik, bluejean de giydik, saçlarımızı da uzattık. Büyüklerimizden bu saçımızı uzatmamız yüzünden azar da işittik. Çünkü onların alışkanlıklarına çok uyan bir şey değildi. Kuşkusuz modadan etkilendik. Tersanelerde ölen işçiler Bizim Tuzla’daki tersanelerimiz ne yazık ki olması gerektiği gibi olmadı. Akıl almaz bir kontrolsüzlük ve denetimsizlik içersinde kuruldu o tersaneler. Gerekli iş güvenliği önlemleri, çalışma koşulları sağlanmadı. Doğayı kirletme kontrol altına alınmadı, o noktada da bir dengesizlik söz konusuydu. Şu anda tersanelerin olduğu bölgede işte Güzelyalı’dan Tuzla’nın burnuna kadar olan alanda yemyeşil adacıklar vardı. O adalar yok oldu. Yani ben göremiyorum belki bir yerlerdedir ama ben göremiyorum onla-

yüze gelme imkânı da çok olmazdı. Valla çok kötü, sanata yakın duran bir toplum değiliz. Dolayısıyla bizim mahallemiz örneğin Muğla ya da Sinop ya da işte Edirne neresi yakınsa ya da uzaksa bizim mahallemiz de işte sanata o kadar yakın ya da uzaktı.

şı oldukça duyarlı olan kefal dahi vardı. Özellikle bu kontrolsüz tersanelerin kontrolsüz yerleştirilmesi Tuzla’daki denizi öldürdü diyebilirim. Yani ne denize girebileceğimiz bir alan kaldı ne de yakalayabileceğimiz bir balık kaldı. Bir de olumsuz yanı var ki onu asla söylemeden geçemeyeceğim. Çünkü o konu da söz konusu şey insandır. Bugüne kadar en son hatırladığım kadarıyla 126’ydı ama eminim ki o 126’da kalmamıştır, tersanelerde ölen işçi sayısı. Şurasını çok iyi biliyorum. Tuzla tersaneleri tersanelerdeki işçi ölümleri konusunda Avrupa şampiyonu ve Dünya üçüncüsü. Bu çok acı bir durum. Son dönemlerde bu konuda işte bakanlığın çeşitli denetimleri oldu. Belli ki birtakım önlemler alındı. Bir bunun payıyla bir de bu krizin yansımasıyla otuz bin çalışandan söz ediliyordu. Bu kriz sebebiyle elbette bu sayı otuz binde kalmadı. Orada çalışan arkadaşlardan edindiğim bilgiye göre, ki onlar da kesin bir rakam olarak bilmiyorlar, tahmini 7 bin çalışan kalmış. Yani ne oluyor? Yirmi bin

ama krizle birlikte buradaki istihdam oranı düşünce o insanlar da büyük olasılıkla kendi memleketlerine dönmüşlerdir. Her şey olumlu ve olumsuz yanlarıyla birlikte geliyor. Olumlu yanları da vardı elbette. İlk önce bir iş alanıydı. Bu anlamda da bir cazibe merkeziydi kuşkusuz. Oradaki göçle buradaki cazibe birleşince burası da göç aldı. Buradaki insanlar payına düşeni belki tamamen değil ama önemli ölçüde almıştır. Birçok arkadaşımız tersanelerde çalıştı. Ailesinin geçimini sağladı. Ama bizlere düşen olumsuz yanlarının en aza inmesi için çözümler üretmek ve olumlu yanları çok daha fazla geliştirerek bu olumluluktan tüm insanların yararlanmasını sağlamak. Sanata yakın duran bir toplum değiliz Sanatçı denildiği zaman bizim gençliğimizde de bugün de yalnızca müzisyenle sinema oyuncuları anlaşılırdı. Diğerleri sanatçı yerine ya konulmaz ya da onlarla yüz

Raif Zor’un kaleminden...

01 13

Sonuçta bizlerin de hayata hazırlanması gerekiyordu Bizim gençlik dönemimizdeki genç kızlarla erkekler arasındaki ilişkiler Anadolu’un herhangi bir şehrindeki gibiydi. Tabii ki ben gençliğimde evliydim. Bu anlamda da benim ilgim olmadı ama arkadaşlarımızın sevgilileri olurdu. Sevgilileriyle iletişimlerini çok nostaljik gelecek belki ama aynı mahallede oturmakla birlikte mektuplaşarak yaparlardı. Ya da eğer şanslılarsa ikisi de aynı okulda okuyorsa; okula gidip gelirken ama yan yana değil. Biri bir kaldırımda biri diğer kaldırımda uzaktan uzağa bakışarak şey yaparlardı. Öylesi sevdaların hoşluğu temizliği vardı. Bu konuda baskı gören bir arkadaşımızı hatırlamıyorum. Büyüklerimiz bu konuda hoşgörülüydü. Sonuçta bizlerin de hayata hazırlanması gerekiyordu. Genç insanların sevgililerinin olması hayata hazırlanmanın unsurlarından birisidir. O anlamda bize tolerans gösterirlerdi.

Birçok şehirden insanlar vardı ama hemşericilik yoktu Değişmeyen bir farklılaşma var kuşkusuz. Çünkü yoğun bir yapılaşma ve yoğun bir nüfus gelişmesi oldu bizim mahallemizde. Bizim dönemimizde olan insanların birbirini tanıma, birbiriyle iletişim kurma olanakları sınırlandı. İşte hep konu açıldığında söylenir. İnsanlar aynı apartmanda otururlar ama karşı dairede oturanları tanımazlar diye. Fakat biz bu mahallenin eskileri olarak hala o bizim dönemimizden kalan komşularımızla görüşmelerimizi sürdürüyoruz. Hala çok sıcak sevgi saygı çerçevesi içersindedir. Ama yeni gelen komşularımızla bunun böyle olduğunu doğrusu çok söyleyemeyeceğim. Böylesi bir olumsuzluğu da maalesef yaşıyoruz. Herhangi bir zarar gördüğümüz falan yok ama iletişimsizliğin kendisi zaten bir zarardır. Bizim mahallemizin kendine özgü bir yapısı vardı. Evet, bu mahallede birçok şehirden insanlar vardı ama hemşericilik yoktu. Yani bir Erzincanlı’yla bir Tokatlı’yla bir Samsunlu’yla bir Eskişehirli’yle Bolulu’yla nasıl idiysek kendi şehrimizdeki hemşerimizle de aynıydık. Yani hemşeri olmak bizim açımızdan çok özel bir anlam ifade etmiyordu. Biz o zaman mahalle olarak küçüktük ve daha güzeldik “Küçük güzeldir” diye bir özdeyiş vardır. Evet, mutlaklaştırılamaz bu. Ama küçükler genellikle güzeldir. Yani ben hayvanları çok seven bir insanım. Bizim vahşi diye tanımladığımız, ki vahşi ne demek!, vahşi dediğimiz hayvanların yavrularını çok seviyorum. Yani ayı yavrusu, kaplan yavrusu ne bileyim işte pars yavrusu, fil yavrusu falan. Bu söz mutlaklaştırılamaz ama güzel bir sözdür, küçük güzeldir sözü. Biz o zaman mahalle olarak küçüktük ve daha güzeldik.


Tuzla

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti 1985 yılından beri her yıl Avrupa kültürüne değer katan ve Avrupa kültürünün ortak yanlarını vurgulayan kentlere verilmeye başlanan bu unvan, 2010 yılı için Macaristan’ın Pécs ve Almanya’nın Essen kentleriyle beraber İstanbul’da. 2010 yılı boyunca Kentsel Projeler- Kültürel Miras, Kültür- Sanat ve Turizm- Tanıtım alanında pek çok proje hayata geçmekte.

İstanbul 2010 Gönüllü Programı Gönüllüğü toplumsal katılımın bir aracı olarak ele alan İstanbul 2010 Gönüllü Programı, İstanbul 2010 Avrupa Kütür Başkenti sürecinde İstanbulluların daha etkin rol almasını sağlamak amacıyla çalışmalarını yürütmekte. Gönüllü Projeleri İstanbul’un birlikte yaşam deneyimine daha yakından bakmak amacıyla; farklı mahallelerdeki gündelik yaşamların, çeşitli kültürel etkinlikler aracılığıyla aktarılmasına çalışmakta. Mahalle Şenlikleri Mahallede yaşayanların “İstanbul 2010 gönüllülüğünü” yönetim, ticaret, esnaf, sosyal yaşam, dini yaşam, konuşulan diller, komşuluk ilişkileri, sanat, el sanatları, yemek alışkanlıkları, giyim-kuşam, müzik vb. pratikler üzerinden deneyimleyerek mahallelerini bir yaşam alanı olarak şekillendirmelerini hedeflemekte. Bu kapsamda, Gönüllü Programı, mahalle şenliğini farklı yaş, cinsiyet ve mesleğe sahip mahallelilerin yer aldığı ‘Şenlik Düzenleme Komitesi’yle birlikte gerçekleştirmekte. Kadırga Mahalle Şenliği

Rumelikavağı Mahalle Şenliği İstanbul 2010 Gönüllü Programı, mahalle şenlikleri kapsamında bir yandan İstanbul’un eski mahallelerindeki birlikte yaşam örneklerini İstanbullularla paylaşırken; bir yandan ise mahalle sakinlerinin yerel yönetimlere katılım süreçlerini güçlendirmeyi amaçlamakta. Tarihi yarımadanın gizli kalmış mahallesi Kadırga’yla başlayan şenliklerin ikincisi; Sarıyer ilçesine bağlı bir balıkçı mahallesi olan Rumelikavağı’nda devam edecek. İstanbul Boğazı’nın en kuzeyinde, Marmara’nın Karadeniz’le buluştuğu kıyıdaki mahallede 4000 Sarıyerli yaşamakta. İstanbul 2010 Gönüllü Programı, Rumelikavağı Şenliği’yle öncelikle, mahalle sakinleri, yerel yönetim temsilcileri ve mahalli derneklerinin bir araya geleceği ‘Şenlik Düzenleme Komitesi’ni oluşturmayı ve ardından da bu komitenin düzenlediği Şenlik aracılığıyla Kavaklıların hem birlikte yaşam pratiklerini İstanbullularla paylaşmasını hem de yerel yönetim süreçlerine katılımlarını güçlendirmeyi hedeflemekte. Rumelikavağı’nda Birlikte Yaşam

İstanbul 2010 Gönüllü Programı, mahalle şenliklerine tarihi yarımadanın eski ve köklü mahallelerinden Kadırga’yla başladı. Mahalle muhtarı, ev hanımları, yerel STK’lar, ilçe belediye görevlileri, esnaf, meslek odaları temsilcileri, mahalle sakinleri, lise ve üniversite öğrencileri, üniversite öğretim görevlileri, öğretmenler ve yerel sanatçılardan oluşan Şenlik Düzenleme Komitesi her hafta bir araya gelerek şenliğin içeriğini belirlediler. 2010 Mayıs ayında, Kadırga Parkı’nda gerçekleşen mahalle şenliğinde Kadırgalılar gündelik yaşamlarını paneller, sergiler, atölyeler, bilgilendirme masaları, tanıtım standları ve sahne performansları aracılığıyla İstanbullularla paylaştı. Kadırga Şenlik Düzenleme Komitesi, şenliğin gelenekselleşerek 2010 yılı sonrasında da yapılması için çalışmalarına devam etmekte.

Tarih boyunca birçok dinin ve ırkın, sosyal ve ekonomik paylaşım alanı olan Rumelikavağı, türbesi, çeşmesi, kalesi, limanı, plajları, balıkçılığı, meyveleri, geçmişte boğaza giren tekneleri karşılayan gümrüğüyle ve tarihi çınarlarıyla İstanbul’un ekonomik ve kültürel mirasının en önemli örneklerine sahip. Rumelikavağı Şenliği’yle, yüzyıllardır süregelen bu birlikte yaşam deneyiminin, 2010 yılında İstanbul’da yaşayanlarla paylaşılması amaçlanmakta. Rumelikavağı’nda Yerel Katılım

İstanbul 2010 Gönüllü Programı’nın Tanıtım Yaptığı Etkinlikler 05 Haziran 2010 12 Haziran 2010 13 Haziran 2010 15 Haziran 2010 19-20 Haziran 2010 23 Haziran 2010 24-35 Haziran 2010 25-26-27 Haziran 2010 26 Haziran 2010 29 Haziran 2010 30 Haziran 2010 02 Temmuz 2010 02 Temmuz 2010 02 Temmuz 2010 03 Temmuz 2010 03 Temmuz 2010 07 Temmuz 2010 09-10-11-13 Temmuz 2010 13 Temmuz 2010

5 Haziran Dünya Çevre Günü Etkinliği 12. Uluslararası Geleneksel Sanatçılar Buluşması Eric Clapton & Steve Winwood konseri Jean Michel Jarre Efes Pilsen One Love Festival Çocuklara Karne Hediyesi Troya Balkan Belediyeleri İşbirliği ve Dayanışma Forumu Sonisphere Festival Türk-Alman Müzik Festivali İstanbul Ruhr İle Buluşuyor 2010 Essen-Pécs-İstanbul on Bike 22. Kristal Elma Türkiye Reklam Ödülleri Küreselleşen Dünyada İstanbul Şişli Belediyesi’nin İstanbul Avrupalı Kardeşleriyle Buluşuyor Projesi 1. Uluslararası İstanbul Opera Festivali Küçükyalı ArkeoPark II Projesi Bi' Büyük Fest İstanbul Fashion Week Projesi Hüseyin Çağlayan Sergisi Basın Toplantısı 2010 ISAF Açıkdeniz Gençler Yelken Dünya Şampiyonası

14. Uluslararası Planlama Tarihi Konferansı Kentsel Dönüşüm İstanbul Fashion Week Projesi Hüseyin Çağlayan Sergisi Ba14 Temmuz 2010 sın Toplantısı İstanbul Fashion Week Projesi Hüseyin Çağlayan Sergi Açılışı 14 Temmuz 2010 ve Kokteyl 14 Temmuz 2010 14. Uluslararası Planlama Tarihi Konferansı Kentsel Dönüşüm 14 Temmuz 2010 2010 ISAF Açıkdeniz Gençler Yelken Dünya Şampiyonası 15 Temmuz 2010 14. Uluslararası Planlama Tarihi Konferansı Kentsel Dönüşüm Hüseyin Çağlayan ve Küratör Donna Loveday Halka Açık 15 Temmuz 2010 Söyleşi 16-16-18 Temmuz 2010 Asya’dan Avrupa’ya Uluslararası Boğaziçi Yarışları 20-21 Temmuz 2010 Tarihi Yarımada Yönetim Planı Arama Konferansı 31 Temmuz- 13 Ağustos 5. Dünya Gençlik Kongresi Türkiye 2010 2010

Kültürel mirası, balıkçılığı, turizm tesisleri, plajları, ticari kuruluşları, spor kulübü, eğitim kurumları ve dernekleriyle canlı bir sosyo-ekonomik hayata sahip Rumelikavağı’nda, mahalle sakinlerinden oluşan ‘Şenlik Düzenleme Komitesi’nin planlayacağı Rumelikavağı Mahalle Şenliği’yle; - Rumelikavağı’nda yaşayanların kültür-sanat birikimlerinin görünür kılınması - Rumelikavağı’nda yaşayanların ticariekonomik hayatının sergilenmesi - Rumelikavağı’nda yaşayanların yerel yönetimlerle birlikte çalışma kültürünün geliştirilmesi amaçlanmakta.

Sosyal Medyayı Aktif Olarak Kullanıyoruz

Sürdürülebilirlik

• Twitter. http://twitter.com/2010gonullu

İstanbul 2010 Gönüllü Programı, ‘Rumelikavağı Şenlik Düzenleme Komitesi’nin 2010 yılı sonrasında da çalışmalarına devam ederek Şenliği gelenekselleştirmelerini hedeflemekte.

• Facebook, İstanbul 2010 AKB Gönüllü Programı

Güncel haber ve duyurularımızı sosyal medya aracılığıyla yüz binlere ulaştırıyoruz. • İnternet sitesi, http://www.istanbul2010.org/gonullu • E-posta grubu, http://mail.gonullugrup.org/cgi-bin/ mailman/listinfo/2010gonullu • Günlük. 2010gonullu.blogspot.com

• Friend Feed, İstanbul 2010 Gönüllüleri • Picasa web, İstanbul 2010 Gönüllüleri 14 01


Tuzla

Yeni tiyatro oyunları için yarışma başlıyor! İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Eğitim Yönetmenliği’nin ana projelerinden ‘2010 Okullarda’ hız kesmeden çalışmalarına devam ediyor. ‘Okul Tiyatrosu’ kavramına uygun Türkçe oyun yetersizliğine dikkatleri çeken ‘2010 Okullarda’ projesi kapsamında ‘Tiyatro Okullarda! Oyun Yazma Yarışması’ başladı. Son başvuru tarihi: 1 5 Ekim Cuma

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Eğitim Yönetmenliği’nin ana projelerinden 2010 Okullarda, mevcut eğitim sisteminde geri planda kalmış olan kültür sanat derslerinin güçlendirilerek, ilköğretim çağındaki 3 milyon öğrencinin bilinçli sanat üreticileri ve tüketicileri olarak yetişmesi için çalışmaya devam ediyor. Kültür sanat alanında projeler geliştirmek isteyen öğretmenlerin önlerindeki engelleri kaldırmayı öncelikli hedeflerinden biri olarak belirleyen Eğitim Yönetmenliği, 2010 Okullarda projesi kapsamında, ilköğretim okulları ve liselerde Türkçe tiyatro oyunu yetersizliğine dikkatleri çekerek ‘Tiyatro Okullarda! Oyun Yazma Yarışması’nı başladı. Yarışmaya katılmak isteyenler için son başvuru tarihi: 15 Ekim Cuma “Çocukların yakın çevreleri, aileleri, arkadaşlarıyla kurdukları ve hem gerçek hem de hayal dünyasını yansıtan ilişkileri” konulu yarışmaya katılacak oyunlar, Zehra İpşiroğlu, Selahattin Dilidüzgün, Nihal Kuyumcu, Fikret Terzi, Özer Tunca, Asena Akan, Tolga Kılık ve Ümit Özdemir tarafından değerlendirilecek. Yarışmanın birincisine 5.000 TL, ikincisine 3.000 TL, üçüncüsüne 2.000 TL ve mansiyon ödülü alacak 10 yazara ise 500 TL para ödülünün verileceği ‘Tiyatro Okullarda! Oyun Yazma Yarışması’ sonuçları 15 Kasım 2010 tarihinde açıklanacak. Hedef: İlköğretim ve ortaöğretimde oynanacak nitelikte ve estetikte yeni Türkçe Oyun metinleri oluşturmak. Bugün, lise ve ortaöğretim kurumlarında, dekor-kostüm, ışık, müzik ve sahne tasarımları gibi kıstaslar göz önüne alındığında, öğrencilerin okul şartlarında oynayabilecekleri oyunların bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda olduğu bilinmektedir.

‘Tiyatro Okullarda! Oyun Yazma Yarışması’ ile birlikte, dereceye girecek 13 oyun ve yayınlanmaya değer görülen oyunlar ile birlikte bu rakamın yükseltilmesi hedefleniyor. Bu oyunlarla birlikte, yabancı dillerden de Türkçeye çevrilecek 10 oyun birlikte kitaplaştırılıp, İstanbul’daki 3.000 okula dağıtılacak. Tiyatro Duayenlerinden Projeye Büyük Destek Aralarında Haldun Dormen, Deniz Türkali gibi isimlerin de bulunduğu Türk tiyatrosunun duayenlerinden projeye büyük destek geldi. Sanat, kültür ve genel bilgi alanlarına karşı büyük ilgi eksikliğimiz olduğu konularına dikkati çeken Haldun Dormen, “Sanat olmadan inanın nasıl yaşayabileceğini düşünemiyorum, sanatın zengin dünyasından yoksun kalmak büyük acı ve eksikliktir” diyor. Haldun Dormen yarışma için “Bir mum yakmak bütün dünyayı aydınlatmaktır. Siz bir mum yakıyorsunuz ve başkalarının da birer mum yakmasına ön ayak olacaksınız. Toplum olarak bu mumların yakılmasına çok ihtiyacımız var. Bu sebeple çok önemli bir adım atıyorsunuz” diye konuştu.

Tarihe Yolculuk İstanbul’umuzun 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması nedeniyle ilçemizde Tuzla Kaymakamı Mümin HEYBET başkanlığında oluşturulan İlçe Platformu’nda alınan karar neticesinde; “İslam Bilim Teknoloji Tarihi Müzesi” ve “Panaroma 1453 Müzesi”ne Tuzla Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma Vakfı, Tuzla Belediyesi ve İston A.Ş.’nin katkılarıyla toplam 2000 öğrenci, öğretmen ve okul müdürlerinin katılımıyla “Tarihe Yolculuk” sloganıyla bilimden uzak kalmayan bir toplum yaratmak, öğrencilerimizin teoride gördükleri bazı konuları müzedeki eser ve efektlerden faydalanarak görsel olarak tanımalarını sağlamak; eğitim, kültür ve bilimin öğrencilerimizin hayatlarına büyük bir katkı sağlayacağı düşüncesi ile gezi düzenlenmiştir. Gezi sonucunda öğretmen ve öğrencilerden aldığımız memnuniyet bizleri de memnun etmektedir.

Ebristanbul İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında okulumuzda açılmış olan Ebru Kursu ve ana sınıflarımızın yıl boyunca yapmış olduğu çalışmalar, Pendik Neomarin Alışveriş Merkezi’nde düzenlenen bir sergiyle ziyaretçilere sunuldu. Okulumuz Din Kültürü Öğretmeni Fethullah Zengin rehberliğinde gerçekleştirilen Ebru Kursu çalışmaları ve ana sınıfı öğrencilerimizin yaptığı çalışmalar büyük beğeni topladı.

01 15


Sokağımdan Tarih Yazıyorum Projesi

Gönüllüleri Dilan Akbaba Sümeyye Pilgir Iraz Kömür Adem Temel Celal Binboğa Cem Kütükoğlu Merve Kılıç Gizem Çakmak Nazlıcan Alasan Kübra Tekin Erdem Dermanel

Seda Ergön Zeynep Bayseç İrem Nur Tarhan Merve Şanlı Ahmet solmaz Gürkan Özveren Menekşe Evren Mehmet Işık

Sevgi Kalkan Büşra Delican Betül Nur Aydın Merve Hancı İrem Büşra Coşkun

Selma Suna Yeltekin Batuhan Beyin Gökçem Çakır M. Enes yıldırım Nihal Pipçe

Nilay Küçük Zuhal yaltırak Fatma Göze Samet Kaya Efe Erdil

Ozan Yılmaz Didem Akbaba Eda Bektaş Hacer Buluk Mahmut Soykan Merve Ayata Yağmur yıldız


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.