Asitane Dergisi Şubat 2

Page 9

şükrün bir simgesi olarak görüyor. Tevbe, Takva, Zühd, Fakr, Sabır, Rıza, tevekkül de öyle. Bu tür ahlâki değerleri oruç, zekât ve hac gibi ibadetleriyle de yorumluyor. Diğer yandan ibadetlerin ahlâkî hayat üzerindeki olumlu etkilerine de dikkat çekiyor. O’na göre ibadet ve ahlâk et ile tırnak gibidir, birbirlerinden ayrılmaz. Adamın biri yol üstünde diken ağacı dikmiş, yoldan geçenlere batıyor, elbiselerini yırtıyormuş. Adama bu durum anlatılmış ve dikenleri sökmesi istenmiş. Adam, “olur” demiş, ama sökmeyi ihmal etmiş. Mevlânâ diyor ki: “Kötü huylarını diken, bunu bil ve insanlara verdiği ezayı unutma. Bugün yarın sökerim diye de ihmal etme. Hemen şimdi! Zira sen yaşlanırken dikenler gençleşmekte, çoğalmakta ve kuvvetlendirmektedir”. (Mesnevi II, 94-96.).

mensup olduğu İslâm dininin ibadet tarzı ve ahlâk şekli üzerinde duruyor. Bu tarz ve şekil önemle vurguluyor, buna saygı duyuyor, bağlı kalıyor. Fakat bu tarzın Özüne, bu şeklin içeriğine baktığında orada da evrensel bir boyut görüyor. İslâm’ın ibadet ve ahlâk hayatı ile diğer dinlerdeki ibadet ve ahlâk hayatı aralarında öz ve amaç itibariyle bir paralellik ve benzerlik görüyor. Üzerinde durduğu ve eserine aldığı bütün âyet ve hadisleri bu açıdan bakarak açıklıyor ve yorumluyor. Mevlânâ’nın bu tarzdaki yorumlarının şekilci ve genelci çevreler tarafından garip görülerek eleştirilmesini bir bakıma doğal karşılamak gerekir. Nitekim daha önceki sufîler de bu tür eleştiri oklarına hedef olmuşlardı.

Ahlâk gibi ibadetin de evrensel olduğu söylenebilir. Geçmişte ve günümüzde bütün toplumlarda farklı şekillerde de olsa ibadet etme geleneği mevcuttur. Semavî dinlerde de durum böyledir. Bütün semavî ilâhi dinlerde ibadet ve yaratana, kulluk ubudiyet vazgeçilmez bir temeldir. Bununla beraber bu dinlerde bile ibadet hayatının ayrıntıları az çok birbirinden farklıdır. Ayrıntıya ilişkin bu farklar bir dinden diğerine değişebilir. Bunun küçük bir örneği dört mezhep arasındaki ibadet hayatının ve tarzının ayrıntıları itibariyle farklı olmasıdır. Daha evvelki sufîler gibi Mevlânâ beşeriyetin ve çeşitli din ve mezhep mensuplarının ibadet hayatına bakınca bunun ayrıntısından ve biçiminden çok özüne ve amacına bakıyor, burada evrensel bir boyut, insanî ve ilâhî bir öz, ortak bir payda görünüyor ve bu nokta üzerinde yoğunlaşıyor, insanlığa bu mercekten bakıyor, bir şeyi överken veya kötülerken bu noktadan hareket ediyor ve bütün insanlığı kuşatan geniş bir daire çiziyor. İnsan sevgisini ve hoşgörüsünü bu temel üzerine bina ediyor.

Siracuddin o dönemin büyük alimlerinden idi, ama Mevlânâ ile arası iyi değildi. Ona gelip dediler ki: “Mevlânâ, yetmiş üç mezheple beraberim, diyor, bu söze ne dersin?” Bunun üzerine Siracuddin öğrencilerinden birine şu talimatı verdi. “Mevlânâ’ya git bu sözü söyleyip söylemediğini sor. Eğer evet söyledim, derse, hakaret ve rezil et”. Adamı gitti Mevlânâ’ya bu soruyu sordu: “Evet” cevabını alınca sövmeye, saymaya başladı. Bunun üzerine Mevlânâ güldü ve: “Bunu ki dahi dersin beraberim” dedi. “Câmî, 517). Mevlânâ, bir toplumda bu tür eleştirilerin bulunması doğru bulmasa da doğal buluyor. Hoşgörüsünü muhaliflerinden de esirgemiyordu. Bugün de onun karşıtları var. Mevlânâ muhiblerinin hoşgörülerini onlardan esirgememeleri ve ustalarının yolundan ayrılmamaları gerekir. “Pes mugû în cümle dinhâ bâtılend” (Dinlerin hepsi batıldır, deme) diyen Mevlânâ [Mesnevi II, 224) der ki: “Aşk milleti bütün dinlerden ayrıdır, âşıkların mezhebi ve milleti Hudadır.” Bütün bunlar “Yetmiş iki millete bir gözle bakmak”, Yaratan’dan ötürü yaratılanı hoş görmek” anlayışının ifadeleridir.

Bir yandan insanlığa açılan Mevlânâ diğer yandan

Mevlânâ’nın semâ anlayışına o dönemde de karşı 9


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.