Asitane Dergisi Şubat 2

Page 7

» Prof. Dr. Süleyman Uludağ

T

asavvuf itikâd, ibâdet ve ahlâk hayatının belli bir şekildeki terkibidir. Bu üç unsurun birleşmesi her zaman tasavvuf olgusunu oluşturmaz. Bu olgunun oluşması için söz konusu üç unsurun belli bir şekilde bir araya gelmesi ve özel bir tarzda kaynaşması lâzım gelir. Bundan başka tasavvufun bir de fikir boyutu vardır. Bu boyut sayesinde tasavvuf bir zihniyet ve bir dünya görüşü haline gelir. Bu noktadan sonra bu zihniyete sahip olan sufide ibadet, ahlâk, insan ve âlem farklı bir anlam kazanır. Aşağıdaki örneklerde bunun kısa bir açıklaması yer alacaktır. Tasavvuf inanç, düşünce, duygu, ibadet ve ahlâkî davranışlardan oluşan bir hayat tarzı olmakla beraber bu çerçevede çok sayıda farklı hayat tarzları da yer alır. Bunların bir kısmı ferdî; bir kısmı zümrevîdir, cemaat halinde yaşanır. Tasavvufta ahlâk kurallarına makam denir. Makamların sayıları sufîlerve sufî cemaatlere göre değişir. Serrâc, Tevbe, Vera, Takva, Zühd, Fakr, Sabır, Rıza, Tevekkül olmak üzere yedi makam zikreder, bunların teker teker açıklamalarını yapar, ama daha başka makamların bulunduğunu da özellikle belirtir. (el-Luma, Kahire, 1960, s. 65). Sufîler makamların kapsamlarını bazan çok genişletirler, bazan da daraltırlar. Bu çerçevede ahlâktasavvuf konusuna Mevlânâ merkezli bakmadan önce ahlâkın da tasavvufun da iki temel insanî değer olduğunu, bu sebeple gerçek tasavvufta insanın daima öne çıktığını belirtelim. Tevbe: Özür dileme anlamına gelir. Kişi işlediği günahlardan dolayı yüce Allah’tan, yaptığı kötülüklerden dolayı da O’nun kullarından samimi surette özür diler ve pişmanlık duyarsa işlediği günah ve kötülükleri kabul ve itiraf etmekle beraber bu tür şeyleri bir daha yapmamağa da kesin olarak karar vermiş demektir, (bkz. Mevlânâ, Mesnevi trc. İst. 1968, -V-, 183.) Mevlânâ, memeden

çıkan sütün çıktığı yere dönmesi kadar tevbekâr olan kulun günahlara ve kötü işlere geri dönmesi imkânsız olmalıdır. Nusûh samimî tevbe budur, diyor. O’na göre bu şekilde tevbe eden bir kul terk ettiği günahları ve kötülükleri bir daha işlemek bir yana onları aklına bile getirmez, onlardan bu kadar çok uzaklaşmıştır. Ara sıra aklına gelecek olsa onlardan iğrenir ve onları zihninden uzaklaştırır. Vefa zamanı cefâ akla gelmez, gelmemeli. Allah Teâlâ’nın lütuf ve nimetleri içinde bulunan kul bu halde iken daha önce işlediği günahları ve kötülükleri düşünürse yanlış bir şey yapmış olur. “Falan adam kuşbazdır, ama uygun olmayan işler de yapmaz”, diyen birine Mevlânâ: “Keşke yapsaydı da tevbekâr olsaydı”, demişti. (Cami, 518) Vera: Takva günah ve kötülüklerden kaçınmada gösterilen titizliktir. Takva sahibi günahlardaki çirkinliği, kötülüklerdeki çirkefliği görür ve bunlardan uzak durur. İradesine hâkim olarak ve akl-ı selimini kullanarak canının arzu ettiği meşru ve mübâh olmayan şeyleri yapmadığı gibi gereksiz ve anlamsız şeyleri, bunlar meşru ve mubah bile olsa yapmaz. Takva, tehlikeli bir alana girmek bir yana oraya yaklaşmamaktır. “Tehlikeden sakınmak farzdır, benden bu samimi sözü duyun” (Mevlânâ, VI, 289) “Dünya külhana, takva hamama benzer. Aç gözlüler hamamı ısıtmak için külhana odun taşırken, takva sahipleri bu hamamda yıkanır, günah ve kötülük kirinden arınır, sonra da hamamı terk ederler”. (Mevlânâ, IV, 20). İnsan günahsız, kul kusursuz olmaz. Önemli olan takva hamamında temizlenmektir, bir daha kirlenmemek için dikkatli olmaktır. Zühd: Ahiretten çok dünyaya meyletmek ve bağlanmaktır. Ahrette rağbet eden dünyaya karşı soğuk olur. Zühd, ihtiraslı, tamahkâr, menfaatperst ve maddeci olmamaktır. Kısaca ahiret karşılığında dünyayı satın almaktır. Marifet zühdün ürünüdür diyen Mevlânâ: “Zühdü kendime yol yordam yaptım” diyor. (II, 291, VI, 167). 7


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.