Sinan’ın İstanbul’u Resim Sergisi - Reza Hemmatirad

Page 1

SİNAN’IN İSTANBUL’U

R E Z A

H E M M AT İ R A D



S İ N A N ’ I N İ S TA N B U L ’ U “Umut ederim ki zamanın sonuna ve kıyamete kadar yaptıklarıma göz gezdirecek temiz yürekli insanlar, çabamdaki ciddiyet ve gayreti öğrendiklerinde, insaflı bir gözle bakıp beni hayır duayla anarlar, inşallah!” Mimar Koca Sinan

R E Z A

H E M M AT İ R A D


S İ N A N ’ I N İ S TA N B U L ’ U R E Z A

H E M M AT İ R A D

10 Ocak–09 Şubat 2020 / Açılış: 10 Ocak Cuma, Saat: 14.00 Mehmet Akif Ersoy Sanat Merkezi, Pendik

Proje Koordinatörü İbrahim Hakkı AYSAN (Belediye Başkan Yardımcısı) Proje Sorumlusu Nuri SİNCANLI (Kültür İşleri Müdürü) Küratör Melis Sevilay ULUDAĞ Editör Mustafa TAYAR Fotoğraf Gökhan TÜRKBEN Grafik Tasarım Murat YILMAZ

Pendik Belediyesi Yayınıdır. / This work of art is a publication of Pendik Municipality. Yayının hiçbir kısmı, yazılı izin olmadan tamamen, kısmen veya değiştirilerek yayınlanamaz; hiçbir yolla kopya edilemez ve çoğaltılamaz. ISBN: 978-605-2138-56-4

© Pendik - 2020

www.pendik.bel.tr

BASIM YERİ: PELİKAN BASIM MATBAAVE AMBALAJ SANAYİ TİC. LTD. ŞTİ. Maltepe Mh. Gümüşsuyu Cd. Odin İş Merkezi NO:28/1 Zeytinburnu / İSTANBUL Tel: 0212 613 79 55 • Fax: 0212 613 79 37 Davutpaşa V.D.: 7280345470 www.pelikanbasim.com SERTİFİKA NO: 40619


DEĞERLİ SANATSEVERLER Ahmet CiN

Pendik Belediye Başkanı

Osmanlı Devleti’nin medeniyet oluşumuna büyük katkı sunan Mimar Sinan, Osmanlı mimarisini farklı bir kavrayışla ele alarak dünya mimarlığının zirvesindeki gelişme noktasına taşıyan tek isimdir. Mimar Sinan, Koca Sinan diye de anılan, Kanuni Sultan Süleyman dahil, üç büyük Osmanlı padişahı döneminde yaşamış, dünyanın en büyük mimar ve yapı sanatçısıdır. Günümüz mimarlarına ışık tuttuğu gibi şehir planlamacılığı konusunda da hayranlık uyandırmaktadır. Osmanlı’nın mimarideki dehâsı Koca Sinan, bütün muvaffakiyetlerine rağmen Hakk’ın huzurunda kendisini âciz bir karınca olarak telakki ederdi. Çünkü o, tevazuda da eşsiz bir üstattı. Mimar Sinan, Süleymaniye Camii’nin ayakta kalması için bütün gayretini sarf etmiş, benzeri görülmemiş bir şâheser ortaya koymuştu. Lâkin sıra kendi türbesine gelince onu mütevazı bir imza gibi caminin bir köşesine yapmıştır. Meşhur ve muhteşem abidelerine rağmen hiç gurur ve kibre kapılmıyor, mühür ve imzalarında kendisi için Ser-Mimaran-ı Hassa tabirinin yanında “Mur-i Natüvan” (güçsüz karınca) “el-Fakirü’l-Hakir” ifadelerini kullanıyordu. Nitekim en büyük şaheseri olan Selimiye Camii’sini tamamladığında adının kitabeye yazılması teklifine: “Ben kim oluyorum ki Allâh’ın evine ismimi koyayım!” diye cevap vermesi, eserlerinin ihtişamına denk bir manevi derinliği de ortaya koymuştur. Gerek kişiliği gerekse yaptığı eserleriyle hayran bırakan “Reîs-i Mimârân” günümüzün kıymetli ismi olan çok yönlü sanatçı Reza Hemmatirad’ın imzasıyla “Sinan’ın İstanbul’u” özel koleksiyonu belediyemizin koordinesinde siz sanatseverlerin beğenisine sunuyoruz. Bu sergi için başta kıymetli sanatçımız sayın Reza Hemmatirad’a, koleksiyonun oluşmasına destek sağlayan ve emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunarım.


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

“GEÇTİ BU DEMDE CİHANDAN PÎR-İ Mİ‘MÂRÂN SİNÂN.” Türk mimarlık tarihinin en büyük ismi şüphesiz ki Mimar Sinan’dır. Sinan sadece Osmanlı mimarisinin değil, dünyanın da en büyük mimarlarından birisidir. Kimliği, doğup büyüdüğü zamanın ve coğrafi sınırların çok ötesine geçen bu büyük mimarın eserleri de mensubu olduğu imparatorluğun büyüklüğüne yaraşır bir sahayı kaplamakta, birçok ülkeyi içine alan geniş bir coğrafyada Osmanlı izlerini yaşatmaya devam etmektedir. Bugün İstanbul şehir kültüründen bahsediyorsak Sinan’ın bu kültüre katkıları yadsınamaz. Yaptığı eserlerin birçoğu İstanbul’da olan Mimar Sinan; 84 Cami 22 Türbe 7 Okul ve Darülkurra 3 Darüşşifa 8 Köprü 35 Köşk ve Saray 48 Hamam

52 Mescit 57 Medrese 17 İmaret 7 Suyolu Kemeri 20 Kervansaray 6 Ambar ve Mahzen

Ve kaydı olmayanlarla beraber, ona ait eser listesini 452’ye kadar yükseltmek mümkündür. Bu dehanın gelişiminde söz konusu sistemin ve erken denilebilecek bir yaşta İstanbul’la tanışmasının rolü büyüktür. 48 yaşında Mimarbaşılık görevini üstlenen ve vefatına kadar “Reîs-i Mimârân” kalan Sinan, 1584’te Hac dönüşünde 100 yaş civarındaydı ve görevini büyük bir coşkuyla vefat ettiği 1588’e kadar sürdürdü. Mimar Sinan, öne çıkan kimliğiyle bir mimar olarak bilinmektedir. Fakat sadece mimarlık onu tanımlamaya yetmez. Aynı zamanda bir mühendis, iyi bir lojistikçi, şehir tasarımcısı, planlamacı, yönetici vb. pek çok hususiyetiyle büyük bir birikime sahiptir ve bunun en önemli göstergesi eserleridir. Mimar Sinan, sadece yaşadığı devirde ve inşa ettiği eserlerde yaşamamaktadır. Osmanlı ve Dünya Mimarisinde “Sinan Çağı” vardır. Aynı şekilde Osmanlı mimarisinde daha yaşarken güçlü bir Sinan Okulu da teşekkül etmiştir. Böylece Mimar Sinan talebeleri ve eserleriyle Osmanlı mimarisinde etkisini ve sonraki asırlarda yol göstericiliğini sürdürmüştür. Reza Hemmatirad tarafından tasvir edilerek oluşturulan resim koleksiyonu, Tarihçi-Yazar ve İstanbul Uzmanı Şafak Tunç’un araştırmalarıyla kitap haline gelmesini arzu ettiğimiz Sinan’ın İstanbul’u Projesi, Osmanlı’nın mührü olan, eserlerin yarısından fazlasıyla süslenen İstanbul, “Sinan’ın İstanbul’u” olarak tanımlanmıştır. “Sinan’ın İstanbul’u” adlı bu proje, İstanbul’da inşa edilen iki yüzden fazla eserden günümüze ulaşan ve özgün halini koruyan eserlerden seçme yapılarak hazırlanmıştır. Büyük usta Mimar Sinan’ı rahmetle anarken bu projenin hazırlamasında emeği geçen herkese teşekkür eder, sevgi ve saygılarımı sunarım.

Melis Sevilay ULUDAĞ Küratör


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Hezarfen, tarihe iz düşürmüş, hatta izini adeta, değerli bir altın imza gibi çakmış bir deha, Ser Mimar (Baş Mimar) Sinan… Öylesine büyük, öylesine mükemmeliyetçi bir üstat ki hayatı boyunca idealist bir insan olarak mükemmel dışında hiçbir kaliteye razı olmadı. Eski asker, mühendis, tasarımcı, toprak bilimci, ışık ve ses uzmanı, dört dörtlük bir Mimar. İstediğini çizebilen, çizerken, tasarım yaparken, toprağından coğrafyasına kadar çok detaylı analizler yapan ve estetiğinden statik kurallarına kadar çok ince çalışan biri… Kesinlikle, çok ama çok ileri görüşlü ve devasa bir ekibi, saat gibi çalıştıran bir devlet adamı. O kadar ciddi ki padişahın herhangi bir emrinde (mimari ve yapılarla ilgili) bilimsel bir hata görür veya hissederse çok net ve dürüstçe, çekinmeden beyan eder ve karşı çıkar. Yüzlerce eser tasarlayan ve daha ayak basmadığı topraklara, gelen verilere uygun şekilde yaptırtan bir imparatorluğun gelmiş geçmiş en büyük ser mimarı. Onun eserleri öylesine mükemmel ki yapılan yer ve semtleri yüceltirler. İçselleştirme ve yaklaşım biçimi çok derin ve o nedenle eserlerini yaptığı yere ve şehirlerle bir bütün oluyor ve Sinan’ın adını sonsuza denk taşıyacak. Mimar Sinan’ın eserleri, yapılan yerin sahibi olur; çünkü genellikle yapıldığı yerde çevre yapılardan daha gösterişli ve daha görkemli oluyorlar. Onun için bu koleksiyona Sinan’ın İstanbul’u dedik. Zira bu eserlere baktıkça anlıyoruz ki İstanbul, Sinan’ın eserleri olmadan bu şekilde günümüze gelmezdi. Bu koleksiyonun sahibi, inşaat sektöründe, hayırsever ve çok değerli bir iş adamıdır. Onun sayesinde Anadolu’nun en büyük ser mimarının bazı eserleri sanat severlerle buluştu ve ben deniz fakir de elinden geldikçe kadife üzerinde akrilik çizim tekniğiyle Koca Sinan’ın eserlerini resmetmeye gayret ettim. Sizlere takdim ettik ve en içten tevazularımızla beğenilerinizi umuyoruz. Allah, ser mimarımıza rahmet eylesin.

Reza HEMMATİRAD


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Mimar Sinan

( 29 Mayıs 1489, Ağırnas - 17 Temmuz 1588, İstanbul) Mimar Sinan, 1489 senesinde Kayseri’nin Kesi bucağına bağlı Ağırnas Köyü’nde dünyaya gelmiştir. Sinan’ın Kayserili olduğunu kesin olarak gösteren belge, Kıbrıs fethedildikten sonra Hassa Mimarbaşı Sinan’ın Sultan’a gönderdiği arizadır. Burada Sinan, Ağırnas adlı köy halkından akrabalarının Kıbrıs’a gönderilmemelerini istemektedir. Sinan, Yavuz Sultan Selim devri hüküm sürerken devşirilmiş, önce taşra hizmetine gönderilmiş, sonra Acemioğlanlar Ocağına alınmıştır. Acemi Ocağı’nda edindiği dülgerlik sanatı, giderek yapı ustalığına dönüşmüş, inşaat işlerinde çalışırken mimarlığı ustalardan görerek öğrenmiş, katıldığı seferlerde köprü, kale gibi askeri amaçlı tesislerin yapımında ve ele geçirilen şehirlerdeki önemli anıtların onarımında çalışarak bilgi ve görgüsünü artırmıştır. “Bu değersiz kul, Sultan Selim Han’ın saltanat bahçesinin devşirmesi olup Kayseri Sancağından oğlan devşirilmesine ilk defa o zaman başlanmıştı. Acemi oğlanlar arasından sağlam karakterlilere uygulanan kurallara bağlı olarak kendi isteğimle dülgerliğe seçildim. Ustamın eli altında, tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi, görgümü artırdım. İstanbul’a dönerek zamanın ileri gelenlerinin hizmetinde çalıştım ve yeniçeri olarak kapıya çıktım.” (Tezkiretü’l Bünyan ve Tezkiretü’l Ebniye)

8


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Sinan’ın katıldığı askeri seferler, bir yandan onun Yeniçeri Ocağı içerisinde ilerlemesini sağlarken bir yandan da geleceğin mimarına önemli kentleri görme ve tanıma olanağını veriyordu. Sinan’ın sefer yolları üzerindeki mimari anıtları incelediğine ve gördüklerini ileride yararlanmak amacıyla değerlendirdiğine şüphe yoktur. Askerlik yaşamının son aşamasında, onun Hassa baş mimarlığına atanması rastlantıya bağlanamaz. Sinan, mimarlığı çok önceden aklına koymuş, acemi oğlanlık döneminden başlayarak kendini yapı sanatına hazırlamıştır. On yedi yıl yeniçeri olarak devletine hizmet verdikten sonra 1538 yılında baş mimarlığa atanan ve ölünceye kadar elli yıl kesintisiz bu makamda kalarak Kanunî Sultan Süleyman, II. Selim ve II. Murat zamanlarında Osmanlı klasik mimari üslubuyla özdeşleşmiş olan Sinan, dünya mimarlık sanatının gelmiş geçmiş en büyük ustalarından biridir. Mimar Sinan Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde (1520-1566) yaklaşık 28 yıl, II. Selim Dönemi’nde (1566- 1574) 8 yıl ve III. Murad Dönemi’nde (1574-1595) 14 yıl mimarbaşı olarak toplam 50 yıl süreyle görev yapmıştır. Sinan’ın Yeniçeri Ocağındaki yılları ise I. Selim’in hizmetinde geçmiştir (1512-1520). Mimar Sinan, I. Selim (Yavuz) zamanında Yeniçeri Ocağına devşirme olarak alınmış, mesleğini hem I.Selim hem de Sultan Süleyman zamanında katıldığı askeri seferler sırasında öğrenmiştir. Saray başmimarı olduktan sonra da Osmanlı’nın idaresinde olan pek çok ülkeye gitmiş, yoğun bir yapım faaliyeti içine girmiştir. Cami, mescit, türbe, medrese, darülkurra, mektep, imaret, darüşşifa, su kemeri, köprü, kervansaray, saray, köşk, mahzen ve hamam gibi değişik işlevlerdeki yapılarda kendine özgü biçimlenmelerle çözüm arayışlarında bulunmuştur. Ancak merkezi kubbe ve tek kubbeli iç mekân konusunda araştırmacı, yaratıcı ve deneyci kimliği, tek yapı ölçeğinde özellikle de camilerde çarpıcı bir sonuca ulaşmıştır. Kuruluş yıllarından itibaren askeri alanda olduğu kadar mimari alanda da gelişim gösteren imparatorluğun maddi gücü sayesinde, tarihsel kaynaklar tartışma konusu olmakla birlikte, 470’in üzerinde yapının tasarım ve inşası ya da onarımının Mimar Sinan tarafından yapıldığını işaret etmektedir. Sinan Çağı, sanat ve mimarlık tarihimizde ünü sınırları aşmış, yerli ve yabancı birçok araştırmacı tarafından çeşitli metod ve bakış açılarıyla ele alınmış bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun neredeyse her yönden zirveye çıktığı dönem Sinan’ın mimarbaşı olduğu döneme rastlamaktadır. Sanat ve mimaride bu gücün sembolleştirilmesinde bir araç olarak kullanılmıştır. Bu dehanın gelişiminde söz konusu sistemin ve erken denilebilecek bir yaşta İstanbul’la tanışmasının rolü büyüktür. 48 yaşında mimarbaşılık görevini üstlenen ve vefatına kadar “Reîs-i Mimârân” kalan Sinan, 1584’te hac dönüşünde, 100 yaşı civarındaydı ve görevini büyük bir coşkuyla, vefat ettiği 1588’e kadar sürdürdü.

9


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Mimar Sinan, öne çıkan kimliğiyle bir mimar olarak bilinmektedir. Fakat sadece mimarlık onu tanımlamaya yetmez. Aynı zamanda bir mühendis, iyi bir lojistikçi, şehir tasarımcısı, planlamacı, yönetici vb. pek çok hususiyet ile birikime de sahiptir ve bunun en önemli göstergesi eserleridir. Mimar, sadece yaşadığı devirde ve inşa ettiği eserde yaşamamaktadır. Osmanlı ve Dünya Mimarisinde “Sinan Çağı” vardır. Aynı şekilde Osmanlı mimarisinde daha yaşarken güçlü bir Sinan Okulu da teşekkül etmiştir. Böylece Mimar Sinan talebeleri ve eserleriyle Osmanlı mimarisinde etkisini ve sonraki asırlarda yol göstericiliğini sürdürmüştür. Sadelik içinde zenginliği arayan Sinan, yapılarında bezemeye çok az yer veren mimar olmuştur. Bezeme unsurunu en az oranda kullanmasına rağmen eserleri şaşılacak derecede zengin ve gösterişlidir. Böylelikle yüzyıllar boyunca toplumu derinden etkilemiş ve etkilemeye de devam etmektedir. Mimar Sinan yapılarının tasarımından inşasına kadar geçen süreçte, tasarlama ve bu tasarımı somut bir yapıya dönüştürme yöntemleri kesin olarak bilinmemektedir. Sinan’ın yapım faaliyetinde iki davranış biçimi görülür. Bunlardan biri geleneği sürdürmek, ikincisi ise yeni arayışlardır. Ancak geleneği sürdürmek, yeni arayışlara giden sürecin bir parçası olarak gerçekleşmiştir. Mimar Sinan’ın hayatı ve eserleriyle ilgili en önemli kaynaklar bugüne kadar tespit edilmiş yedi adet tarihi yazma olan Tezkiretü’l Bünyan, Tezkiretü’l Ebniye, Tuhfetü’l Mi’mârin, Risâletü’l Mi’mâriyye, Adsız Risâle, Selimiye Risalesi ve Padişahname’dir. Koca Sinan, Osmanlı’nın fütuhat, saltanat, ilim ve sanat bakımından en muhteşem devrinde büyük bir imar kudretinin başında, şöhretli bir insan olmasına rağmen, yazma nüshalarda «mür-u natuvân» (güçsüz karınca) imzasında «El Fakir-ül Sinan Sermimârân-ı Hassa», beyzi mührünün ortasında imzasında «El Fakir-ül Hakir Sinan», kenarında ise «Sermimârân-ı Hassa Müstemend Bende-i Miskin Kemine Derdmend» (Fakir, Aciz, Hassa Sermimaranı Dertli, Değersiz, Miskin Bendeleri) diye kendisini tanıtmış, böylece yalnız mimarinin değil, «tevazunun» da üstadı olduğunu göstermiştir.

“Umut ederim ki zamanın sonuna ve kıyamete kadar yaptıklarıma göz gezdirecek temiz yürekli insanlar, çabamdaki ciddiyet ve gayreti öğrendiklerinde, insaflı bir gözle bakıp beni hayır duayla anarlar, inşallah!” Mimar Koca Sinan Şafak TUNÇ Tarihçi-Yazar ve İstanbul Uzmanı

10


SİNAN’IN İSTANBUL’U

R E Z A

H E M M AT İ R A D 11


12


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Kılıç Ali Paşa Külliyesi İstanbul Tophane’de Kaptan-ı Deryâ Kılıç Ali Paşa’nın (ö. 995/1587) kurduğu külliye, aslında deniz kıyısında ve İstanbul Limanı’ndaki gemilerden Beyoğlu tarafına çıkışı sağlayan en önemli iskelenin başında bulunuyordu. Külliye, dış avlu duvarıyla çevrili bir cami ile yanındaki büyük bir medrese ve tek hamamdan oluşmuştur. Mimar Sinan’ın son dönem eserleri içinde yer alan Kılıç Ali Paşa Külliyesi, tıpkı haleflerinin eserlerinde olduğu gibi camisiyle ön planda olan bir başka önemli yapılar topluluğudur. Plan bakımından Ayasofya’yla büyük benzerlik gösteren Kılıç Ali Paşa Camii, bu benzerlik sebebiyle araştırmacılar tarafından her dönem yoğun ilgi gösterilen bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kılıç Ali Paşa Camii, ilgi çeken plan şemasının yanı sıra dış cephe kompozisyonunda uygulanan yeni tasarımlar sayesinde de oldukça ilgi çeken bir yapıdır. Caminin cephe karakterindeki bu farklılıklar, Mimarbaşının neredeyse ömrünün sonuna dek hala yeni arayışlar içerisinde olduğunu belgeler niteliktedir. Bunların dışında bu külliyelerin arazi seçimi ve arazi ile külliye yapıları arasındaki ilişki açısından da farklı özellikler sergileyen kaptan-ı derya yapıları, banisinin konumu ve yapıları arasındaki ilişkiyi vurgulayan özellikleriyle de dikkat çeken eserlerdir.

Tophane 13


14


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Mihrimah Sultan Camii Fatih Edirnekapı’da Fevzi Paşa Caddesi üzerinde yer alır. Kanûnî Sultan Süleyman’ın kızı olan Mihrimah Sultan için Mimar Sinan tarafından inşa edildiği çeşitli tezkirelerdeki kayıtlardan öğrenilmektedir. Yapımı 1562 yılından 1565 yılına kadar sürmüş ve 1719 depreminde büyük hasar görmüştür. Eski İstanbul’un bir ucunda olmakla beraber bulunduğu yerin yüksekliği bakımından şehrin kara tarafından silüetine hâkimdir. Külliye; 17 hücreli medrese, sıbyan mektebi, çifte hamam, Mihrimah Sultân’ın kızı Ayşe Hanım ve Damadı Güzel Ahmed Paşa’nın medfûn bulundukları türbe, çeşme ve bir sıra dükkandan meydana gelmiştir. Sözü edilen dükkanların bir kısmı yol genişletilmesi sırasında yıkılmıştır. Edirnekapı Camii olarak da bilinen Mihrimah Sultan Camii’nin 57 x 21,50 m ölçülerinde dikdörtgen biçimindeki büyük avlusu, üç taraftan önleri revaklı medrese hücreleriyle çevrilidir. Üç adet giriş kapısı olan caminin ve dış kısmında yer alan ibadet alanı toplam 900 m2dir. U biçimindeki medrese odalarının çevrelediği cami avlusunda, 16 sütunlu, konik çatılı, mermer hazneli şadırvanı olup avluya iki kapıdan girilmektedir. Caminin sağ tarafında bulunan sıbyan mektebi biri kubbeli diğeri ise ayna tonozlu iki mekanlı olup geometrik geçmeli, mermer söveli kapıdan birbirine geçilmektedir. Son cemaat yeri kubbeli yedi bölüm halindedir. Bunların revak kemerlerinin ikisi granit, diğerleri ise mermer sütunlarla desteklenmiştir. Cami harimi dikdörtgen bir plana sahiptir. Ancak ortadaki ana namaz mekânı, iki yanlardaki kanatlardan her bir tarafta ikişer sütunla ayrılmıştır. Kubbeli üçer bölüm halinde olan bu yan kanatlar alçak olduğundan dört büyük kemerle desteklenen 20,25 m çapındaki ana kubbe bütün binanın hâkim unsuru olmuştur. Gerek kubbe kasnağında sıralananlar gerekse büyük kemerlerin iç dolgularındaki üç dizi halindeki pencereler, harimin bol ışıkla aydınlanmasını sağlar. Kubbenin baskısını karşılayan dört kemer köşelerde ağırlık kuleleriyle desteklenmiştir. Yan kanatların içlerindeki mahfiller ise sütunlara oturan kemerler üzerinde bulunur. Kıble cephesi dışarıdan takviye duvarı ve payandalarla desteklenmiştir. Edirnekapı Camii plan bakımından Eyüp’teki Zal Mahmud Paşa Camii’yle benzerlik göstermektedir. Minare, kürsünün üstündeki pabuç kısmında açıkça görüldüğü gibi aslında daha kalın gövdeliyken sonra ince olarak yapılmış, bu da 1894’te yıkılınca pabuca kadar indirilip esas ölçüsüne uygun olarak yeniden inşası gerekirken XIX. yüzyıl minareleri gibi ince olarak tamamlanmıştır. Fakat şerefe altı çıkmaları XVI. yüzyıl üslûbunda işlenmiştir ki bu bir restorasyon hatasıdır.

Edirnekapı 15


16


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Nişancı Mehmet Paşa Camii Nişancı Mehmet Paşa Camii, İstanbul’un Fatih ilçesinde Karagümrük semtinde Nişanca Caddesi’ndeki camidir. 1584-1588 arasında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Tezkiretü’l Bünyan ve Tezkiretü’l Ebniye’de yer almamakla birlikte Tuhfetü’l Mi‘mârîn’de ona ait gösterilmektedir. Mimar Sinan’a ait olduğunu Evliya Çelebi’de yazar. Revaklı avlu duvarı taş tuğla, diğer kısımları tamamen kesme taştan inşa edilen caminin iki yan kapıdan girilen avlunun ana cadde üzerinde bir dış kapısı daha vardır. Kuzeydoğu köşesi yol genişletme sebebiyle kesilen avluyu üç yönden kuşatan revaklar kubbelerle örtülmüştür. Avludaki kurşun kaplı piramidal külâhlı sekizgen şadırvanda herhangi bir süsleme kalmadığı için bunu tarihlendirmek zordur. Beş birimden meydana gelen son cemaat revakının orta gözü aynalı tonoz, diğerleri kubbeyle örtülmüştür.

Karagümrük 17


18


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Hadım İbrahim Paşa Camii Silivrikapı semtinde yer alan külliye aslında cami, açık türbe, hamam, mektep ve çeşmeden oluşan bir manzumedir. Yapılardan hamam ve mektep yıkılmış olup günümüze gelmemiştir. Avlu kapılarından ikisiyle caminin cümle kapısı üstündeki tarih kitâbelerine göre mâbed 958 (1551) yılında yapılmıştır. Kurucusu, Kanûnî Sultan Süleyman devrinde Anadolu beylerbeyi ve kubbe veziri olan Hadım veya Tavâşî lakabıyla meşhur İbrâhim Paşa’dır. Geniş bir sahayı çevreleyen avlu duvarının içinde yer alan cami muntazam kesme küfeki taşı ve tuğla dizileriyle inşa edilmiştir. Yalnızca son cemaat yerine bakan cephe ile minare kesme taştandır. Yapının önünde beş bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Baklavalı ve mukarnaslı başlıklara sahip mermer sütunların taşıdığı sivri kemerlere oturan kubbelerden ortadaki daha yüksektir. Mukarnaslı tromplu geçişlere sahip bu kubbe dışındakilerde geçişler pandantiflidir. Üç yönde yanlara doğru genişleyen esas mekânın üzeri, içleri istiridye kabuğu şeklinde düzenlenen tromplarla geçişi sağlanan tek kubbeyle örtülüdür. Mekânı genişletmek ve aynı zamanda tek kubbenin baskısını karşılayabilmek için giriş duvarının iç tarafı ile iki yan duvarda, ileri taşan pâyeler arasında küçük bölmeler meydana getirilmiştir. Cami, Türk dinî mimarisinde basit ve iddiasız bir tipin temsilcisi olmakla beraber âhenkli nisbetleri, sade ve sakin çizgileriyle güzel ve zarif bir eserdir.

Silivrikapı 19


20


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Bali Paşa Camii Fatih’ten Edirnekapı’ya uzanan ana caddenin (Fevzipaşa Caddesi) sol tarafında eski Bayrampaşa Deresi vadisine (günümüzde Vatan Caddesi) inen yamaçta inşa edilmiştir. Bugün Fatih’te Akdeniz Caddesi ile Bâlî Paşa Caddesi’nin kesiştiği kavşağa yakın, Hırka-i Şerif tarafına giderken sağda bulunan Bâlî Paşa Camii’nin yapımı Kanûnî Sultan Süleyman (1520-1566) dönemi içinde ve Mimar Sinan’ın mimar olarak faaliyette olduğu yıllarda gerçekleşmiş olup onun ilk eserlerindendir. Bu bakımdan Osmanlı devri Türk mimarisinde özel bir yere sahip olması gereken bir mâbeddir. Caminin son cemaat yeri mahfil kapısının alınlığında, taşa işlenmiş on bir satırlık kısmen Arapça bir vakfiye bulunmaktadır. İstanbul’da taşa hakkedilmiş dört vakfiye özetinden biri olan bu belge, Bölükbaşı Abdullah Oğlu Hızır Bey’in camiye eklediği şadırvan vakfına ait olup 1000 yılı Cemâziyelâhiri sonlarında (Nisan 1592) düzenlenmiştir. Etrafını taş ve tuğladan karma teknikte yapılmış pencereli bir avlu duvarı çevirir. Beş bölümlü ve mermer sütunlu son cemaat yeri yakın tarihlerde yeniden yapılmış olmakla beraber bu kısmın daha önceleri de büyük ihtimalle 1766 zelzelesinin arkasından yenilenmiş olduğu, binanın devrine uymayan sütun başlıklarının üslûbundan anlaşılmaktadır. Cümle kapısı zengin mukarnaslı bir nişin içinde açılmış olup kitâbesi çift renkli taşlardan yapılmış olan kemerin üstünde yer almaktadır. Sağda minare girişi, solda ise mahfil girişi bulunur. Temiz bir işçilikle kesme küfeki taşından inşa edilen mâbed kare planlı olup geçişi pandantiflerle sağlanan 12 m kadar çapındaki bir kubbeyle örtülmüştür. 1893 zelzelesinde tamamen çöken bu kubbe 1935-1936’da E. Hakkı Ayverdi tarafından betonarme olarak yapılırken buna binanın devrine ve üslûbuna uymayan bir yükseklik verilerek sekizgen biçimli kasnağın üzerine nisbetsiz bir şekilde oturtulmuştur. Sonraları Ayverdi de bunun hatalı olduğunu kabul etmiştir. Cephelerde âhenkli bir biçimde düzenlenmiş üç sıra pencere içeriyi aydınlatır. Minare kürsüsünün simetriği olarak dışarı taşkın bir dörtgen içinde olan mahfil merdiveni, halk arasında, güya bu caminin çifte minareli olarak tasarlandığı yolunda yanlış bir rivayetin doğmasına yol açmıştır. Mahfil üç duvarda da sıralanan 1,50 m derinliğindeki sivri kemerlerin üzerine oturtulmuştur.

Yenibahçe 21


22


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Kanuni Sultan Süleyman Türbesi Kanuni Sultan Süleyman Türbesi; İstanbul Suriçi Süleymaniye, Süleymaniye Külliyesi’nin haziresinde 377 ada 5 parselde inşa edilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman Han Türbesi, Süleymaniye Külliyesi içinde yer alır. 1566 yılında tamamlanan, Mimar Sinan’ın farklı bir anlayışla meydana getirdiği sekizgen planlı, kesme taştan inşâ edilmiş türbe, etrafını çepeçevre dolanan revakı ve içte sekiz sütuna oturan iç kubbesiyle o güne kadar yapılmış olan türbelerden çok farklı olup daha sonra da hiç tekrarlanmamıştır. Revak, her cephede renkli beş sütunla taşınır. Türbenin girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran “Hacer-ül Esved Taşı” yer almaktadır. Kapı kanatları kabartmalı ve fildişi kakmalıdır. Birinde “Lailahe İllallah” diğerinde ise “Muhammed-ur Resulullah” yazılıdır. Kapının iki yanında 16. yüzyıla ait çini panolar yer almaktadır. Türbenin iç mekânı, yine 16. yüzyıla ait İznik çini panolarla kaplanmıştır. Bu panonun üzerinde yer alan çini yazı kuşağında, Besmele’yle başlayan Bakara Suresi’nin Ayet-el Kürsi’yi ihtiva eden 255 ve 256. ayetleri yazılmıştır. Kubbe pandantiflerinde ise “Allah”, “Muhammed”, “Ebubekir”, “Ömer”, “Osman”, “Ali”, “Hasan” ve “Hüseyin” isimleri okunur. Kubbe, kalem işleriyle süslüdür. Türbenin içinde yer alan abanozdan yapılmış ve fildişi kakmalı iki dolabın ahşap kapakları, devrin en güzel ahşap işçiliğinin örneklerindendir. Türbede; Kanuni Sultan Süleyman Han, Sultan II. Süleyman, Sultan II. Ahmet, Mihrimah Sultan, Saliha Dilaşup Valide Sultan, Asiye Sultan ve Rabia Sultan’a ait olmak üzere toplam yedi sanduka vardır.

Süleymaniye 23


Fatih Yenibahçe’de Akşemseddin Caddesi’nde Mimarbaşı Sinan Ağa adıyla da anılan mescid, Mimar Sinan’ın kendi imkânlarıyla inşasını gerçekleştirdiği bir yapıdır. Sinan, mescid için bir de vakıf tesis ederek içinde sundurma, köşk, havuzlar ve akarsuyun bulunduğu, mescide bitişik bir bostanı, çok sayıda ev, dükkân ve 300.000 gümüş akçe vakfedip geliriyle “kıyamete kadar” yaşatılmasını ve kendisinden sonra başmimar olacakların evkafına nezaret etmesini şart koşmuştur. Ayrıca vakfiyesinin vazife kısmında mescidde imamlık yapacak kişiye namaz kıldırması için günde 3 akçe ve her gün Yasîn okuyup sevabını vâkfın ruhuna bağışlaması için de 1 akçe verilmesini istemiştir. Mimar Sinan, yeknesaklıktan kaçınarak mescidinin yakınındaki Şahhûban Sıbyan Mektebi’nde tek örtü altında uyguladığı yazlık ve kışlık mektep planını burada da uygulamıştır. Sokak dokusuna uydurulup tasarlanan caminin düzensiz biçimi özellikle ilgi çekicidir. Enlemesine dikdörtgen planlı mescid, eyvan tarzında önü açık, diğeri tamamen kapalı yan yana iki bölümden oluşur. Bunlar yazlık ve kışlık bölümlerdir. Gurlitt’in planında yazlık kısmın, önündeki sokaktan altı basamaklı merdivenle çıkılacak yükseklikte olduğu görülmektedir. Bugün mescide girişi sağlayan kapı, mescid ve minare arasında olup üstü tamamen kapatılmış olan yazlık kısmı pencereli duvarla çevreleyen avlunun giriş kapısıdır. Mihrap aksamında olmayan, son derece mütevazi bu kapının solunda baca tipi minare, sağ tarafında ibadet mekânı yer alır.

24


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Sermimar Sinan Ağa Mescidi

Yenibahçe 25


İstanbul’dan Rumeli’ye uzanan kervan ve sefer yolu üzerinde inşa edilmiş büyük bir su yapısıdır. Köprünün üzerindeki kitâbelerden Arapça olanı, eserin Sultan Süleyman’ın emriyle inşasına başlandığını ve oğlu Sultan II. Selim tarafından 975’te (1567-1568) tamamlatıldığını bildirir. Yazı sanatı bakımından çok başarılı olan kitâbenin hattatı, ketebe imzasına göre Derviş Mehmed’dir. Kitâbenin sol kenarında ise “Amel-i Yûsuf b. Abdullah” ibaresinin okunduğu bir kitâbe daha vardır ki bu da köprüyü yapan mimarın adını vermektedir. Mimar Sinan’ın eseri üzerinde bilinen tek imzası olan bu levhada, tanındığı ad yerine sadece Yûsuf adının yazılışı onun daima alçak gönüllü görünmek isteğinin bir belirtisi olarak kabul edilebilir. Büyükçekmece Köprüsü, inişli çıkışlı dört bölümden oluşmuş ilgi çekici bir mühendislik eseridir. Toplam uzunluğu 635,57 m olup 7,17 m genişliğindedir. Yedi gözlü olan birinci bölümün uzunluğu 157,23 m olarak ölçülmüştür. Bunu 25,41 m uzunluğunda bir bağlantı aralığı takip eder. İkinci bölüm yine yedi gözlü ve 135,10 m uzunluğundadır. 15,52 m ölçüsündeki bir aralıktan sonra gelen üçüncü bölüm ise 101,25 m uzunluğa sahiptir ve beş gözlüdür. 17,34 metrelik bir aralıktan sonra geçilen dördüncü bölüm dokuz gözü ve 183,72 m uzunluğuyla en büyük bölümü teşkil eder. Köprünün göz sayısı yirmi sekizdir. Sivri kemerli bu gözlerin en küçüğünün açıklığı 4,50 m olmasına karşılık dördüncü bölümde olan en büyüğü 11,86 m ölçüsünde bir açıklığa sahiptir.

26


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü

Büyükçekmece 27


28


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Haseki Hamamı Ayasofya Hamamı diye bilinen bu yapının Kanûnî Sultan Süleyman’ın eşi Haseki Hürrem Sultan’ın vakıflarına gelir sağlamak üzere Mimar Sinan tarafından Ayasofya Camii’nin karşısında inşa edildiği bilinmektedir. İstanbul’un merkezî bir yerinde, hemen Atmeydanı (Sultanahmet Meydanı) kenarında ve Ayasofya ile Sultanahmed Camileri arasında yer alan Ayasofya Hamamı, 1913’teki İshak Paşa yangınına kadar yoğun bir yerleşmenin ortasında bulunuyordu. 1814’te İstanbul’a gelen Polonyalı Kont E. Raczynski, seyahatnâmesinde, içinde yıkandığı bu hamamı tasvir ettiği gibi 1824’te basılan kitabının levhaları arasında planını da yayımlamıştır. Türk mimarlık tarihinde hamamlar arasında önemli yer tutan bir eser olduğu gibi Mimar Sinan’ın meydana getirdiği bu tür eserlerin en gösterişlisidir. Ayrıca İstanbul’un birçok sanat ve tarih anıtının topluca bulunduğu bir yerde Osmanlı devri Türk Mimarisinin temsilcisi durumunda bulunmaktadır.

Ayasofya 29


30


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Şehzade Camii Kanûnî Sultan Süleyman’ın, Manisa Sancağında valiyken 950 (1543) yılında vefat eden oğlu Mehmed adına yaptırdığı Şehzade Külliyesi, Mimar Sinan’ın tasarladığı ilk selâtin külliyesi olup Beyazıt’tan Edirnekapı’ya giden cadde üstünde bu yapı münasebetiyle Şehzadebaşı diye anılan mevkide yer alır. İnşasına 950 Rebîülevvelinde (Haziran 1543) başlanmış, ilk olarak Şehzade Mehmed’in gömüldüğü türbe tamamlanmış, 1 Rebîülevvel 951’de (23 Mayıs 1544) temeli atılan cami, 955 Receb’inde (Ağustos 1548) ibadete açılmıştır. Bu süre zarfında medrese, imare ve sıbyan mektebi ile tabhâneler ve ahırdan müteşekkil kervansaraydan meydana gelen diğer binalar inşa edilmiştir. Mimar Sinan, mimarbaşı unvanıyla inşa ettiği bu ilk selâtin camisinde eş büyüklüklerde tutulan harim ve avlu bölümlerini mutlak bir geometrinin hâkim olduğu simetrik plan şeması içinde değerlendirerek ele almıştır. Harim kısmında son derece dengeli olan planda dört yarım kubbeyle desteklenen merkezî kubbe dört büyük ayak üzerindeki sivri kemerlere oturmuştur. Kubbeye intikal pandantiflerle sağlanmış, yarım kubbelerde mukarnas dolgular kullanılmıştır. Mekânda oluşan köşelerde birer küçük kubbeyle üst örtü tamamlanmıştır. Sinan, Edirne Selimiye Camii’nde mükemmele ulaşan kubbe mimarisinin ilk nüvelerini ortaya koymuştur. Dengeli tasarımı ile Osmanlı mimarisinin en etkileyici örneklerinden biri olan avlunun ve klasik normların hazırlayıcısı olan minarelerin kütleye bütünlenişi de çok başarılıdır. Ancak plan ve konstrüksiyonda beliren yalınlığın cephelerde ve Evliya Çelebi’nin nakışlarından övgüyle bahsettiği minarede yerini plastik değer kazanan kabartma bezeme öğelerinde yansıyan hareketliliğe bırakmasını Mimar Sinan’ın “çıraklık dönemi” denemelerinin ürünü olarak değerlendirmek gerekir.

Fatih 31


32


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Kazasker İvaz Efendi Camii Şehrin surlarla çevrili kuzeydoğu köşesinde Edirnekapı ile Ayvansaray arasında, Eğrikapı yakınında Haliç’e hâkim bir yerde bulunmaktadır. Halk arasında Eğrikapı Camii adıyla da anılan mâbedin yanında bir de meydan çeşmesi vardır. Caminin bânisi Kazasker İvaz Efendi (ö. 994/1586) kıble duvarı önündeki hazîreye defnedilmiştir. İvaz Efendi Camii şehrin kara tarafı surlarının çok yakınında, Bizans döneminin son yüzyıllarında imparatorların tercih ettiği bir mekân olan Blakhernai (Vlaherne) Sarayı kompleksinin kalıntılarının bulunduğu yerdeki teras üzerinde inşa edilmiştir. Avlusunun batı tarafı surlarla sınırlanmış olup burada bir de kule yer almaktadır. İvaz Efendi Camii, mimarisi bakımından çağdaşı başka Türk eserlerine benzemeyen çok değişik bir yapıdır. Normal bir şadırvan avlusuna sahip olmadığı gibi bir şadırvanı da yoktur. Ayrıca bu önemli unsurun evvelce varlığını gösteren bir iz de bulunmamaktadır. Mihrap kısmı ileriye taşan kare şeklindeki caminin üç tarafından cephelerini “U” biçiminde sakıflar sarıyordu. Bunlar öne meyilli ahşap çatılara sahip olup ince ahşap direklere dayanıyordu. Bu dayanakların mermer kaideleriyle revakların altıgen biçimli tuğla döşemeleri 1950.li yıllara kadar görülürdü; günümüzde bunlar yok olmuştur.

Eğrikapı 33


34


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Tercüman Yunus Bey Camii Tercüman Yunus Bey Camii, Kanuni Sultan Süleyman döneminin, dıragman tabir edilen saray tercümanlarından birkaç dil bilen Yunus Bey tarafından 1541 yılında külliye olarak inşaata başlanmıştır. Ancak kendisinin ölümü üzerine kardeşi Mustafa Ağa tarafından tamamlanmıştır. Tasarımı, Mimar Sinan’a aittir. Dırağman Camii olarak da bilinir. Külliye; cami, tekke, medrese, sıbyan mektebe, darülkurra ve derviş hücrelerinden teşekkül etmiştir. Mustafa Ağa, sonradan külliye yakınına tekke şeyhleri için lojman ve kendisine de bir ev yaptırmıştır. Tercüman Yunus Camii; kagir, dikdörtgen planlı, düz çatılı, mihrabı sade, minberi ahşap vaziyetteyken 1985 yılında cami derneği ile Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün müşterek çalışmasıyla önemli onarımlar yapılmış ve şu şekli almıştır: Set üzerinde olan yapının avlusuna, Draman Caddesi’nden uzunca ve iki yönlü beton merdivenle, yan sokaktan ise düzayak olarak girilmektedir. Altı mermer sütunlu, beş aralıklı son cemaat yeri camekanla kapatılmıştır. Burada mermer bir mihrap ve minare kapısı bulunur. Ceviz bir kapıyla harime girilir. Giriş kapısının üzerinde duvar boyunca 3 m kadar genişliğinde beton kadınlar mahfili yer almıştır. Mahfil, üç beton direk üzerinde ve ahşap korkulukludur. Caminin bütün duvarları çiniyle kaplanmıştır. Mihrap çini, minber ve kürsü ahşaptır. Dört duvar üzerinde bir büyük dört çeyrek kubbe caminin üstünü örtmektedir. Her duvarda, altlı üstlü ikişer pencere bulunmaktadır. Alt pencerelerin etrafı mermerdendir. Harimde yedi namaz safında iki yüz kişi namaz kılabilmektedir. Avlunun ön tarafında şadırvan, sağ tarafında iki katlı Kur’an Kursu, arkada sıbyan mektebi ve Tercüman Yunus Bey’le birlikte birçok şeyh ve din adımının yattığı hazire bulunmaktadır.

Fatih 35


36


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Mehmed Ağa Türbesi Fatih Çarşamba’da Kâtip Muslihiddin Mahallesi’nde yer alan külliye; cami, tekke, türbe, çifte hamam, medrese ve iki çeşmeden oluşmaktadır. III. Murad devrinde Dârüssaâde ağası olan Habeşî Mehmed Ağa tarafından Mimar Dâvud Ağa’ya yaptırılmıştır. 10 Rebîülâhir 999 (5 Şubat 1591) tarihli vakfiyesi Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndedir. Mehmed Ağa’nın caminin güneydoğusunda yer alan tek sandukalı sade türbesi kesme taştan inşa edilmiş, dikdörtgen planlı yapının köşeleri yuvarlak sütunlarla yumuşatılmıştır. Sade, basık (yay) kemerli kapısını dikdörtgen bir silme çevirmektedir. Türbe altta söveli ve demir parmaklıklı, üstte sivri kemerli ve revzenli iki sıra pencereyle aydınlanmaktadır. Sekizgen bir kasnak üzerine oturan kubbeye pandantiflerle geçiş sağlanmıştır. Bugün badanayla kapatılan mekânda vaktiyle kalem işleri bulunmaktaydı. Cephenin sağ köşesinde mevcut olan kemer izi eskiden caminin bu yönünde bir revakın varlığını düşündürmektedir.

Çarşamba 37


Beşiktaş’ta Barbaros Bulvarı ile Beşiktaş Caddesi’nin birleştiği noktada yer alan külliye, Mimar Sinan’ın eseri olup cami, medrese, mektep ve çifte hamamdan oluşmaktadır. Külliyenin bânisi Kaptan-ı Deryâ Sinan Paşa, külliyenin inşası bitmeden ölmüş (960/1553) ve külliye onun ölümünden sonra tamamlanmıştır. Kitâbesinde bitiriliş tarihi 963 (1555-56) olarak verilmektedir. Sinan Paşa’nın büyük ihtimalle caminin yanında yapılmasını istediği türbe yapılamamış, vefatında Üsküdar Mihrimah Sultan Camii hazîresine gömülmüştür. Edirne Üç Şerefeli Camii planının boyut ve oran farkları dışında tamamıyla tekrarlandığı camide Sinan’ın eski modelleri yeniden yorumlama çabası içinde olduğu görülmektedir. Yapı dıştan bir sıra kesme taş, üç sıra tuğlayla almaşık örgülü duvarlara sahiptir. Caminin çok sade olan girişi üzerinde sülüs hatla inşa kitâbesi yer almaktadır. Ortada büyük ve derin bir aynalı tonoz, yanlarda ikişer kubbeyle örtülü beş açıklıklı son cemaat yeri Hammer’e göre harime 1749’da eklenmiştir. Enine gelişmiş dikdörtgen planlı harimi örten 12,60 m genişliğindeki kubbe altı ayak üzerine oturtulmuş ve kubbeye geçişler pandantiflerle sağlanmıştır. Yan mekânlar ikişer kubbeyle örtülmüş, bu kubbelerle orta kubbe arasında kalan üçgen kısımlara birer küçük kubbe yerleştirilmiştir. Sinan Paşa Camii’nin pencere düzeni Edirne Üç Şerefeli Camii’yle aynıdır. Kubbe kasnağına on iki pencere yerleştirilmiştir. Yapıda kıble duvarında dördü yuvarlak olmak üzere on üç, sağda ve solda onar, kapı tarafında ise dokuz pencere bulunmaktadır. Caminin üstü mukarnaslı, alt kısmı madalyonlu, altı köşeli mermer mihrabının yanlarına geç dönemlerde kalem işleri ilâve edilmiştir. Sade mermerden minbere geometrik süsler yapılmış, ayrıca ahşap vaaz kürsüsünün altına sonradan mermer konulmuştur. Sağ tarafta yer alan tek şerefeli kurşun külâhlı minareye geçiş içeridendir. Şerefesinin korkulukları mukarnaslar ve kabartmalarla tezyin edilmiştir. İki kapılı avlunun ortasında yer alan yekpâre beyaz mermerden yapılmış dört sütunlu şadırvanın zarif bir saçağı bulunmaktadır. Su haznesinin dört yüzünde Reîsülküttâb Mehmed Sıhhî Efendi’nin kitâbesi yer alır. Bu kitâbede de külliyenin tarihi 963 (1555-56) olarak verilmektedir. Caminin batısında külliyeye ait olan ve zaman içinde oluşan bir hazîre mevcuttur.

38


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Sinan Paşa Camii

Beşiktaş 39


40


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Yavuz Sultan Selim Camii Fatih ilçesinin Yavuzselim semtindeki Çukurbostan denilen Bizans açık su haznesi yanında Haliç’in dik yamaçları üzerindedir. Bu mevkiye aynı zamanda Mirza Sarayı dendiği rivayet edilir. Külliye esas olarak cami, iki tabhâne, Sultan Selim ve Hafsa Sultan Türbesi, şehzadeler türbesi, mektep ve imaretten teşekkül etmiştir. Cami vakfiyesinde minber, mihrap, minare ve şadırvanlı olarak belirtilen yapı büyük kubbesi ve birer şerefeli iki minaresiyle Haliç ve Çarşamba tarafından etkili bir görünüşe sahip olup tabhâneli camilerin son örneğidir. Kesme küfeki taşından inşa edilen yapıda yer yer bazı kemerler ve bazı kısımlarda kırmızı taş kullanılmıştır. Klasik üslûptaki iç avlu üç kapılıdır ve kubbeli bir revakla çevrilidir. Mermer döşeli avlunun ortasında bir şadırvan bulunur. Evliya Çelebi, vakfiyede de zikredilen bu şadırvanın sekiz sütunlu ve sivri kubbeli saçağının IV. Murad tarafından yaptırıldığını söyler. Cami, plan olarak daha çok Edirne Beyazıt Camii’ye benzemektedir. İki tarafında dörder odalı tabhâneleri vardır. Tek kubbesi duvar içine gizlenmiş dört büyük kemer üzerine oturur. Minareler avlu yan duvarlarıyla tabhânelerin birleştiği köşelerdedir. Caminin kubbesi ana beden duvarlarına göre biraz iri durmaktaysa da sakin, vakur ve heybetli bir görünüme sahiptir. Caminin avlu duvarları klasikleşmiş bir tertipte iki sıra pencerelidir. Yan giriş kapıları kemerli sade bir niş içerisindedir. Orta kapı ise zengin mukarnaslı ve yukarıda dendanlı tacı ve kırmızı beyaz taşla örülmüş geçmeli kemeriyle bir hayli gösterişlidir. Avlu ve son cemaat yeri duvarında bulunan pencerelerin kemerleri dışarıda kırmızı ve beyaz taşlarla örülmüştür. İçeride ise kemer aynalarında sarı ve yeşilin hâkim olduğu renkli sır tekniğinde çini panolar mevcuttur. Son cemaat duvarında caminin cümle kapısının iki tarafında ikişer alt pencere ve birer mukarnaslı mihrap bulunmaktadır. Dipteki üçüncü pencereler tabhânelere aittir. Mermer cümle kapısı, etrafında zengin silmeli bir çerçeve ve çok temiz işçiliği olan zengin mukarnaslarıyla gösterişli bir yapıdır. Yanlarda beş köşeli ve mukarnaslı nişler ve köşelerde rûmî desenlerle çok sanatkârane işlenmiş kum saatleri vardır. Kapı kemeri üzerinde caminin üç satırlık sülüs celîsiyle yazılan Arapça kitâbesi mevcuttur. Kapı kanatları ahşap kündekârî sanatının en güzel örneklerindendir.

Fatih 41


42


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Hüsrev Paşa Türbesi Fatih ilçesinin Yenibahçe vadisine (günümüzde Vatan Caddesi) inen yamacında bulunmaktadır. Hüsrev Paşa Türbesi Mimar Sinan’ın ilk yıllarına aittir. Onun çok daha ünlü kişiler için yaptığı türbelerin sadeliği görüldüğünde bu yapının gösterişli oluşu hayret uyandırmaktadır. Sinan’ın, ilk önemli eserlerinde Şehzade Camii’nde de olduğu gibi dış süslemeye önem verdiği, fakat daha sonra bundan vazgeçtiği dikkat çeker. Bu türbe, taşlarını kavurup kemiren, zengin süslemesini, ahşap kapı ve pencere kanatlarını tahrip eden yangınlara ve nihayet yıllarca süren ilgisizlik ve bakımsızlığa rağmen Osmanlı dönemi Türk mezar mimarisindeki müstesna yerini muhafaza etmektedir. Türbe içten ve dıştan sekizgen planda küfeki taşından yapılmıştır. Kapının bulunduğu cephe hariç yedi cephesinde altlı üstlü, sivri kemerli iki pencere açılmıştır. Köşelerde sütun şeklinde pâyeler yapılmış, her cephe silmelerle çerçevelenmiştir. Giriş iç içe birkaç silmeyle belirtilmiş, bunun içindeki değişik profilli bir kemerle taçlandırılmıştır. Esas giriş, çift renkli taşlardan geçmeli bir yay kemere sahiptir. Üstünde ise kitâbe yer alır. Duvarların en üst kenarında mukarnaslı bir korniş dolaşır. Bunun üstünde her cephede tekrarlanan alınlıklar ve taştan yontulma tomurcuklar sıralanmaktadır. Kurşun kaplı kubbe, daha dar çaplı ve dış yüzü kabartma süslemeli mahya hattı tomurcuklarla bezenmiş sağır bir kasnağa oturur. Girişin önünde kubbeli ve iki sütuna dayanan bir revak olması düşünülürse de böyle bir mimari elemanın evvelce olduğunu belli edecek hiçbir ize rastlanmamıştır. Dış mimarisi o dönemdeki türbelerde pek görülmemiş bir derecede gösterişli ve zengin surette bezenmiş olan Hüsrev Paşa Türbesi’nin ilk yapıldığında bazı kalıntıların gösterdiği gibi iç duvarları da herhalde çinilerle kaplıydı. Kubbedeki kalem işi nakışlar ise geçen yüzyılda yapılmıştır. İçeride kubbeye geçiş mukarnaslı bir korniş şeridiyle sağlanmıştır.

Yenibahçe 43


İstanbul’a su getirmek için Mimar Sinan tarafından planlanan Kırkçeşme tesislerinin bir parçası olup Kemerburgaz’dan yaklaşık 4 km kadar güneybatıda Alibey deresinin (Kydaros) üzerine inşa edilmiştir. Saadi Nazım Nirven kemerin adının Moğol Ağa’dan geldiğini düşünürken 1542-1550 yılları arasında İstanbul’u ziyaret eden Pierre Gylli Alibey Deresine halk arasında Makhleva denildiğini yazar. Bu kelimenin daha sonra Moğlova (Mağlova) şeklini almış olması daha muhtemeldir. Tezkiretü’l Ebniye’de kemerin adı Moğlova, Tezkiretü’l Bünyân’da ise Muallakkemer şeklinde kaydedilmiştir. Önceleri bir Bizans Kemeri şeklinde tanıtılmaya çalışılmışsa da gerek tezkirelerden gerekse inşa tekniğinden anlaşıldığına göre kesin biçimde bir Osmanlı yapısıdır. Kırkçeşme tesislerinin yapımı tamamlandıktan sonra 971 (1563) yılı Eylül’ünde meydana gelen selde büyük zarar gören bu ve diğer bazı kemerler Mimar Sinan tarafından yeniden yapılmıştır. Su kemerlerinde trapez kesitli duvarlar ve ayaklar ilk defa Mimar Sinan tarafından yapılmış hem yatay kuvvetlere dayanıklı hem de zarif bir sistem geliştirilmiştir. Moğlova Kemeri’nde ise alınan tedbirler çok daha ilginçtir. Üst kemerlerde duvar kalınlığı 3,05 m, alt kemerlerde 4,5 metredir. Bu yükseklikte bir yapının deprem ve rüzgâr gibi yatay kuvvetlere dayanması imkânsızdır. Mimar Sinan, kemer ayaklarını aşağıya doğru iki ayrı piramit biçiminde genişleterek stabiliteyi sağlamış, ayakların ortalarına üçer kemer yerleştirip bunları hafifletmiş, fevkalâde zarif fakat sağlam bir şaheser meydana getirmiştir. Alttaki dört büyük kemerin açıklığı 17,50 m, üsttekilerin 13,45 metredir. Bu inşa tarzı bugünkü statik bilgilerine de tamamen uygundur. Ayrıca kemerlerin yatay kuvvetleri ayaklar içerisinde yapılan bağlantılarla karşılanmıştır. Yanlardaki kemerlerin açıklıkları 4,5 m civarındadır. Ayak kalınlığı aşağıya doğru piramit şeklinde genişleyerek üst katta 7,70 m, selyaranların üzerinde 10,70 m olmakta, temelde ise 17,70 metreye ulaşmaktadır. Buna rağmen yapılan genişleme kemerde hiçbir hantallık meydana getirmemiş, çok zarif, dantele gibi görünen eşsiz bir mühendislik-mimarlık âbidesi ortaya çıkmıştır. Küçük kemerlerin bulunduğu bölgede de duvar kalınlığı aşağıya doğru artırılarak deprem ve rüzgâr kuvvetlerine dayanıklı trapez kesitli bir konstrüksiyon uygulanmıştır. Birçok sanat severden gelen itirazlara rağmen Osmanlı dönemi Türk sanatının sivil mimaride bir şaheseri olan bu su kemerinin baraj gölü içinde kalması önlenemediğinden Moğlova Kemeri günümüzde alt tarafında yapılan Alibey Barajı dolayısıyla üzengi taşına kadar su altında kalmıştır.

44


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Mağlova Su Kemeri

Kemerburgaz 45


46


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Mesih Paşa Camii Mesih Paşa Camii adıyla da anılan yapı, Fâtih Sultan Mehmed ve II. Bayezid devri vezirlerinden olan ve Gelibolu’da da bir camisi bulunan Mesih Paşa tarafından yaptırılmıştır. II. Bayezid devrinde 905’te (1499-1500) sadrazamlığa yükselen Mesih Paşa, 907’de (1501) ölmüş ve Aksaray’da Murad Paşa Camii hazîresine gömülmüştür. Bodrum Camii, Roma çağına ait çok büyük bir yuvarlak bina kalıntısının kenarına inşa edilmiştir. Bodrum Camii, Sultan II. Bayezid devrinde terkedilmiş eski Bizans kilise ve manastır kalıntılarının “şenlendirilmesi” gayesiyle cami haline getirilmişti. Ancak bu sırada sadece içine bir mihrap, basit ahşap bir minber, sağ tarafına da kesme taştan bir minare yapılmış ve hiçbir Türk mimari unsuru eklenmediği gibi bir son cemaat yeri de ilâve edilmemiştir. Dört sütunlu ve bir haç biçiminde olan binada tek değişiklik kubbeyi ve dört büyük tonozu taşıyan sütunlarda olmuş, herhalde bir yangında zedelenen bu sütunların yerlerine veya etraflarına taştan pâyeler yapılmıştır. Yangından önce çekilmiş fotoğraflarda caminin iç duvarlarının bugün hiçbir izi kalmayan alışılmamış bir biçimde kalem işleri ve nakışlarla süslü oldukları görülmektedir.

Fatih 47


48


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Molla Çelebi Camii Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. Mimar Sinan’ın yalın bir denemesi olarak literatüre geçen ve Fındıklı Camii adıyla da bilinen yapı, altı destekli camiler grubuna girmektedir. Ana kubbe kuzey yönü hariç beş yarım kubbeyle yanlara doğru genişletilmiş, mihrap önünde yer alan yarım kubbe ise diğerlerine oranla daha derin olduğundan mihrap bölümü dışarıya taşırılmıştır. Üst kat mahfiline geçiş, dışta son cemaat yerinde minare çıkışının simetrisi durumunda olan basık kemerli kapıdan sağlanmaktadır. Ayrıca içten geçişi bulunan minarenin basamaklarından mahfil seviyesinde ayrılan koridorun arkasından yine basık kemerli bir açıklıkla üst kat mahfiline ulaşılır. Caminin iç mekânında alt kat pencerelerinin üstleri, üst kat pencerelerinin çevresi, yarım kubbeler, kemerler, pandantifler ve ana kubbenin içi son yıllarda yenilenirken mavi, kırmızı, sarı ve beyaz renkli bitkisel motifler süslü kalem işleriyle bezenmiştir. Camide mevcut ahşap minber XIX. yüzyıldan kalma olup kabarık bitkisel süslemeleri yaldızlı, diğer kısımlar yağlı boyalıdır. Son yıllarda yapılan vaaz kürsüsünün hiçbir özelliği yoktur. Mimar Sinan Çağının bütün sadeliğini bünyesinde toplayan cümle kapısı iki renkli taşın alternatif biçimde kullanılmasıyla oluşan basık kemerli, mermer sövelidir. Silmelerle hareketlendirilmiş olan kapının dikdörtgen mermer alınlığı boş bırakılmış ve üste dikdörtgen açıklıklı bir pencere yerleştirilmiştir. Girişin iki yanındaki dikdörtgen pencerelerden alt kattakiler sivri hafifletme kemeri altında mermer sövelere sahiptir. Pencerelerin dış yanlarında birer mihrâbiye ile kesme taştan basık kemerli birer kapı yer almaktadır. Bunlardan batıdaki minareye geçişi, doğudaki yapının üst kat mahfiline çıkışı sağlamaktadır. Caminin ana kütlesinden yanlara doğru taşan son cemaat yerinin iki köşesindeki sivri kemerli açıklıklardan batıdaki hazîreye, doğudaki bahçeye açılmaktadır. Yapının diğer cephelerinde sivri boşaltma kemeri altında dikdörtgen şeklinde mermer söveli, demir şebekeli alt kat pencerelerinin üzerinde sivri kemerli ikinci kat pencereleri yer almaktadır. Caminin kuzeybatı köşesinde bulunan kare kaideli, silindir gövdeli minare geç dönemlerde yenilenmiştir. Külâh altında ve şerefe korkuluk levhalarında süslemeleri olan minarenin şerefe formu da barok düzene sahiptir. Minareye dıştan son cemaat yerindeki basık kemerli kapı, içten ise aynı doğrultudaki bir başka kapıyla çıkılmaktadır.

Fındıklı 49


50


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Kılıç Ali Paşa Hamamı İstanbul’un Tophane semtindeki Kılıç Ali Paşa Hamamı, Kılıç Ali Paşa Camii’nin yanında 1580-1583 tarihlerinde Kaptan-ı Derya Ali Paşa (Uluç Ali Reis) tarafından Mimar Sinan’a ustalık döneminde yaptırılmış hamamdır. Kılıç Ali Paşa Hamamı, İstanbul’un denizcilikle bağdaşmış en eski bölgelerinden biri olan Tophane’de, Osmanlı donanmasının güçlü komutanlarından Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından, Mimar Sinan’a yaptırılmış en güzel yapılardan biridir. Leventlere hizmet vermesi amacıyla 1578-1583 tarihleri arasında inşa edilen Kılıç Ali Paşa Hamamı, gün ışığını geçiren geniş ve görkemli kubbesi, dış cepheden rahatlıkla fark edilebilen harika siluetiyle, meraklı gözlere Büyük Usta Sinan’ın mührünü taşıdığını hemen belli eder. Hamamın 14,10 metre çapında bir kubbeyle örtülü ve camekan olarak bilinen soyunma bölümü alışılmışın dışında kagir olarak inşa edilmiştir. Soyunma bölümü yapının yarısını kaplamaktadır. Bu mekanı örten kubbeye geçiş, dört köşede yer alan dilimli troplarla sağlanmaktadır. Kubbenin üzerinde sekizgen formunda bir aydınlık fener yer almaktadır. Mekanın tam ortasında ise on ikigen bir havuz bulunmaktadır. Hamamın sıcaklık bölümüne her iki yandan giriş yapılmakta olup ılıklık tabir edilen bölümler küçük mekanlar olarak düzenlenmiştir. Sıcaklık bölümü altıgen planlı olup ortasında göbek taşı denilen bir yükselti bulunmaktadır. Hamamın külhanı güney cephesinde, medreseye doğru yer almaktadır.

Tophane 51


52


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi Mimar Sinan’ın eseri olan türbe, XVI. yüzyılın ünlü denizcisi Kaptan-ı Deryâ Barbaros Hayreddin Paşa için yaptırılmıştır. Kitâbesine göre 948’de (1541-42) yapılan türbe dıştan oldukça sade bir görünüme sahiptir. Türbe girişinin üzerindeki kitâbede “Hâzâ Türbe-i Fâtih-i Cezâyir ve Tunus Merhum Gazi Kapudan Hayreddin Paşa (Rahmetullahialeyh) Sene 948” yazılıdır. Kitâbe üstündeki kemerin arasında ise celî sülüsle “Allahümme’ftah lehû ebvâbe rahmetike” (Yâ Rab, ona rahmet kapılarını aç!) ibaresi vardır. Türbe klasik biçimde sekizgen planlı ve kesme taştandır. Kapı önünde üstü ayna tonozlu iki sütuna dayanan bir revak bulunur. Bu tonoz örtüsü mermerden baklava başlıklı sütunlar ve sivri kemerler üzerine oturmaktadır. Sekizgen gövdenin bütün yüzleri birbirinin aynıdır. Aynalık kısmında geometrik geçmeler, aralarındaki madalyonlar içinde ise malakârî palmet ve rûmî motifli süslemeler vardır. Giriş dışında kalan bütün cephelerde yer alan ikişer pencerenin üst tarafta bulunan alçı petek şebekeli ve sivri kemerli, alttakileri ise mermer alınlıklı ve dikdörtgen sövelidir. Aynı zamanda üst kat pencereleri kafesli olup renkli camlara sahiptir. Çatı basit bir silmeyle nihayetlenir. Kubbe sekizgen alçak bir kasnak üzerine oturmaktadır. Sade görünüşlü cephe teşkilâtı içeride de devam etmiştir. Böylece türbeye ferah bir görünüş kazandırılmıştır. Türbe, Barbaros Hayreddin Paşa’nın son yıllarında oturduğu yalısının yakınında inşa edilmişti. Sonraları bu yalı ortadan kalkmıştır. Türbenin çevresinde de zamanla geniş bir hazîre teşekkül etmişti. 1944’e doğru burada bir Barbaros anıtı yapılması kararlaştırıldığında türbenin etrafı açılmış, aralarında II. Abdülhamid devrinin Beşiktaş Muhafızı Yedisekiz Hasan Paşa’nın mezarının da bulunduğu hazîre kaldırılmış, türbe de restore edilmiştir.

Beşiktaş 53


Üsküdar sahilinde kendi adıyla anılan semtte cami, medrese (dârülhadis) ve türbeden meydana gelen küçük bir külliye olup 988 (1580) yılında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Bânisi eski Şam Beylerbeyi Vezir Şemsi Ahmed Paşa’dır. Külliye kesme taştan yapılmış, demir şebekeli pencereleri olan bir çevre duvarının içinde yer alır. Bu duvar üzerinde biri doğu, diğeri kuzey (deniz) yönünde bulunan basık kemerli iki kapıyla avluya geçilir. Avlunun orta kısmında yer alan cami 8 × 8 m boyutlarında kare planlı ve üstü tek kubbeyle örtülü, tamamen kesme taştan bir yapıdır. Kuzey ve batı cephelerinin önünde on adet ince sütunla desteklenen düz çatılı bir son cemaat revakı dolanır. Batı köşesinde tek şerefeli zarif minaresi yükselir. Kırmızı ve beyaz taşlardan örülmüş kapı kemerinin üzerinde yer alan dört mısralık sülüs yazılı kitâbedeki manzume şair Ulvî’ye aittir. Kitâbenin son beyti 988 yılını verir. Caminin 8,20 m çapındaki kubbesi kalın duvarlar üzerine oturan, köşeleri stalaktitli, tromplu ve yüksek kasnaklıdır. Altta dikdörtgen söveli, üstte sivri kemerli ve dairesel biçimli iki sıra kubbe kasnağında kemerli küçük pencereleri vardır. Üst sıra pencereleri dekoratif alçı şebekeli ve revzenlidir. Mermer mihrabı mukarnas yaşmaklıdır. Külliye inşa edilirken 1580 yılında vefat eden Şemsi Ahmed Paşa’nın türbesi caminin deniz yönüne doğru olan kuzeydoğu cephesine bitişiktir. İç avluyu batı ve güney yönlerinden sınırlayan medrese “L” şeklinde iki kanattan meydana gelir. Batı kanadının merkezî kısmında yer alan 7 × 7 m boyutlarında, yüksek kasnaklı bir kubbeyle örtülü dershane on iki adet kare planlı, 3 × 3 m boyutlarında, kubbeyle örtülü hücrelerden oluşur. Bu bölümün önünde baklava başlıklı on sekiz sütunun taşıdığı sivri kemerli, düz çatılı bir revak yer alır. Dershane ve medrese hücreleri çift sıra pencereyle ışık alır. Medresenin inşaatında cami ve türbeden farklı biçimde kesme taşın yanında tuğla kullanılmıştır.

54


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Şemsi Ahmed Paşa Külliyesi

Üsküdar 55


56


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Zal Mahmud Paşa Camii Eyüp ilçesinde bulunan külliye, Sultan III. Murad devri (1574-1595) vezirlerinden Zal Mahmud Paşa ile II. Selim’in kızı olan hanımı Şah Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Külliye bugün cami, iki medrese, türbe ve çeşmeden oluşmaktadır. Plan ve tasarımıyla ilgi çekici ayrıntılar barındıran cami, Mimar Sinan’ın önemli denemelerinden biridir.

Kare planıyla cami konstrüksiyon açısından son derece mütevazi bir yapıdır. Mihrap duvarına yaslanan merkezî kubbeyi üç yönden kuşatan galerilerle Ortaçağ mimarlığının mihrap önü kubbeli tasarımından esinlenilmiş izlenimi verir. Öte yandan burada farklı şekilde kubbe eteğine kadar yükseltilen galeriler caminin dış görünüşünü erken dönem Osmanlı binalarına yaklaştırır. Piramidal kurgulu alt yapılar üzerinde yükselen merkezî kubbe fikrini doruğa ulaştıran Sinan için bu uygulama bir geriye dönüş gibidir. Bu sebeple bazı araştırmacılar yapının Sinan’ın çıraklarından birine ait olması ihtimali üzerinde durmaktadır. Ancak Sinan’ın tasarımlarında çevre faktörlerini göz önüne aldığı düşünüldüğünde yapının ona aidiyeti ihtimali kuvvetlenmektedir. Sinan’ın böyle bir mimari kurguya yönelmesindeki etken caminin bulunduğu konumla ilgili olmalıdır.

Eyüp’ün girişinde ve Haliç’in kıyısında yer alan bir yamaç kenarında, muhtemelen etrafı konaklarla çevrili bir arazi üzerinde daha ilk bakışta dikkati çekebilmesi için caminin kübik bir kitle halinde düzenlenmesi tercih edilmiştir. Kareye yakın dikdörtgen planlı olan caminin kubbesi mihrap tarafında duvara gizlenmiş payandalarla, diğer tarafta ise yuvarlak fil ayaklara basan askı kemerlerle taşınmaktadır. Pandantifli kubbenin geniş kasnağı pencerelerle teşkilâtlandırılmış, ayrıca dışta küçük payandalarla desteklenmiştir. Kemerlerin altlarına yerleştirilen dörder sütun ise mahfillere dayanak teşkil etmekle birlikte mekân bütünlüğünü olumsuz etkilemektedir. Mahfiller alt ve üst katlarda düz tavan ve tonozlarla örtülüdür.

Eyüp 57


58


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Sokullu Mehmed Paşa Camii Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bu sebeple Sokullu Mehmed Paşa Camii adıyla da anılır. Mimarı Koca Sinan’dır. Cami fevkanî olarak yapıldığından altında gözler halinde geniş bir bodrum bulunmaktadır. Vaktiyle Galata surlarının Tersane’ye komşu ucunda ve sur duvarlarının hemen dış tarafında deniz ile sur arasındaki dar kıyı üzerinde inşa edilen cami, buradaki kapıdan dolayı Azapkapı Camii adıyla tanınmıştır. Cenevizliler devrinde Porta di San Antonio olarak adlandırılan bu kapı, XVI. yüzyılda Tersane’nin Kasımpaşa’ya gelmesiyle Tersane hizmetindeki Türk asıllı Bahriye azeblerinin (Azebân-ı Tersâne) kışlasının o çevrede olmasından dolayı Azapkapısı adını almıştır. Daha sonraları Yenikapı olarak adlandırılmış, XIX. yüzyılda köprü yapılmasından sonra da Köprükapısı olarak tanınmıştır. Herhalde köprüyle birlikte gayet süslü biçimde geçen yüzyılın Batı üslûbunda yeniden yapılan ve bir zafer takını andıran bu kapı, Galata surları yıktırılıncaya kadar durmuştur. Azapkapı Camii, Haliç kıyısında pek sağlam olmayan bir zemin üstünde kurulduğuna ve bugüne kadar önemli bir hareket göstermediğine göre büyük bir ihtimalle zemine çakılmış sağlam ve uzun kazıklarla emniyete alınmış olmalıdır. Kayıkların ve insanların yoğun biçimde toplandıkları bir yerde bulunduğundan alt katında tonozlu mahzenler yapılmış, böylece cami yükseltilmiştir. İki merdiven son cemaat yerine çıkışı sağlar. Bu kısım bir sıra pencereyle aydınlanan, üstü tek meyilli çatıyla örtülü, dikdörtgen biçimli kapalı bir mekân halindedir. Ancak son cemaat yerinin esas cephesinin Mimar Sinan’ın tasarısında ne biçimde olduğu bugün anlaşılmamaktadır. Buranın aslında galeri biçiminde sütunlu ve açık olduğu da düşünülebilir. Cami harimi hemen hemen kare şeklinde olup yalnız mihrap kıble tarafında dışarı taşkın bir çıkıntının içindedir. Mimar Sinan burada Edirne Selimiye Camii’ndeki sistemi daha ufak ölçüde uygulamış, orta kubbeyi sekiz pâyenin taşıdığı kemerler üzerine oturtmuştur. Kubbe baskısı dört tromp ve dört yarım kubbeyle karşılanır. Kubbeyi çevreleyen sekizgen ile dış beden duvarları arasında küçük ana bölümler yer almıştır.

Azapkapı 59


60


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Hüsrev Kethuda Hamamı Hüsrev Kethuda Hamamı, İstanbul Ortaköy Meydanı’nda Boğaziçi Sahil Yoluna cepheli olarak 1550.li yıllarda Sadrazam Kara Ahmet Paşa’nın kethudası tarafından Mimar Sinan’a inşa ettirilmiştir. Ortaköy semtinde yer alan yapı Veziriazam Kara Ahmet Paşa’nın kahyası Hüsrev Kethuda Vakfı olarak tarafından 300 yıl boyunca hamam olarak işlev görmüştür. Evliya Çelebi, Osmanlı klasik dönem hamam mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan Hüsrev Kethüda Hamamı için 14 bin 888 İstanbul hamamının içinde övgüyle bahsetmiştir. XVI. yüzyıl Osmanlı devlet adamlarından Vezir Kara Ahmed Paşa ile Sokullu Mehmed Paşa’nın kethüdası olan Hüsrev Kethüda, geniş bir coğrafyada oluşturduğu vakıflarla ön plana çıkmış bir idari görevlidir. Onun başta İstanbul olmak üzere Anadolu ve Rumeli’de kurduğu vakıflar, toplumsal ihtiyaçları karşılamada önemli bir yere sahip olmuştur. Hüsrev Kethüda’nın vakıf eserlerinde dikkat çekici bazı özellikler bulunmaktadır. Bunlardan biri eğitime verdiği önemin bir göstergesi olarak dârülkurrâ ve mektep inşası, diğeri gelip geçenlerin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak hizmete koyduğu kervansaray, sonuncusu da hayatın kaynağı olan suyu ihtiyaç duyulan yerlere ulaştırmadaki gayret ve hassasiyetidir. Nitekim vakfın gelir kaynakları arasında yer alan ve suyun merkez alındığı pek çok müessesenin varlığı, kethüdanın dünya görüşünde ve yaşayışında suya atfettiği manayı gözler önüne sermektedir.

Ortaköy 61


62


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Piyale Paşa Camii II. Selim’in damatlarından Kaptan-ı Deryâ Piyâle Paşa tarafından yaptırılmıştır. Dikdörtgen (55 × 45 m) bir alana yayılan camide duvarlar kesme küfeki taşı ve moloz taş, pâyeler kesme küfeki taşıyla, kubbe ve tonozlar tuğlayla örülmüştür. Harim bölümü mihrap duvarına paralel yatık dikdörtgen (30,50 × 19,70 m) bir planda olup üzeri eşit büyüklükte (yaklaşık 9 m çapında) altı adet kubbeyle örtülüdür. Harimin kuzey duvarında normalde taçkapının bulunması gereken mihrap ekseninde minare yer alır. Minarenin kesme küfeki taşıyla örülmüş olan kare tabanlı kaidesi içeriden ve dışarıdan algılanabilmekte, kubbe eteğine kadar yükselen kaideden sonra kesik piramit biçimindeki pabuç kısmı, çokgen gövde ve petek kısmı gelmektedir. Koni biçimindeki kurşun kaplı ahşap külâhın altında dolaşan girlant, kabartmalı silme minarenin XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde yenilendiğine işaret etmektedir. Minarenin bu alışılmadık konumundan ötürü harime giriş yanlarda yer alan iki kapıyla sağlanmış, minare kaidesinin bulunduğu orta girintiye müezzin mahfili yerleştirilmiştir. Mukarnaslı başlıklarla donatılmış altı adet ince sütunla ve sivri kemerlerle taşınan müezzin mahfili, içinde bulunduğu girintiden öne doğru taşmaktadır. Minarenin konumundan başka caminin diğer bir çarpıcı yönü de harimin yanlardan iki katlı galerilerle kuşatılmış olmasıdır. Yan cephelerin önünde gelişen galerilerden alttakiler kısa ve kalın pâyelere oturan sivri kemerlere sahiptir. Galerilerin üzerinde kesme küfeki taşından yontulmuş, daire kesitli ve minyatür korint başlıklı ince sütunlarla bunlara oturan tek meyilli bir sakfın oluşturduğu fevkanî galeriler uzanır. Esasında sekizgen kesitli ince sütunlar üzerinde mukarnas başlıklı olduğu tahmin edilmekte olup bugünkü şekle II. Mahmud devrinde getirilmiştir. Piyâle Paşa Camii’nin mihrap ekseninde yükselen minaresi ve iki katlı galerileriyle şaşırtıcı olan dış görünümü E. A. Grosvenor ve Metin Sözen gibi araştırmacılarda yapının tasarımında denizci olan bânisinin katkısı olduğu, caminin, güverteleri ve seren direğiyle bir gemiye benzetilmek istendiği fikrini doğurmuştur. Aslında gerek minarenin konumu gerekse galerilerin varlığı caminin dış görünümüne ilişkin estetik kaygılarla da açıklanabilir.

Beyoğlu 63


64


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Süleymaniye Hamamı Kanûnî Sultan Süleyman adına inşa edilen Süleymaniye Külliyesi’nin bir parçası olarak Hassa Başmimarı Sinan tarafından yapılmıştır. Külliyenin yapımına 957’de (1550) başlanarak 964 yılı Zilhiccesi sonlarında (Ekim 1557) tamamlandığına göre hamam da bu yıllar içinde inşa edilmiş olmalıdır. Nitekim 1557 yılında İstanbul’da bulunan ve caminin açılışının 8 Ekim 1557’de yapıldığını belirten Flensburglu Ressam Melchior Lorichs (Loreck) gerek büyük İstanbul panoramasında gerekse Süleymaniye’nin tek resminde hamamı da göstermiştir. Etrafında dökmeci esnafı yerleştiğinden Dökmeciler Hamamı olarak adlandırılan bu yapının Mimar Sinan’ın eseri olduğu tezkirelerde hamamlar bölümünün en başında belirtilmiştir. Hamam tek olduğuna göre normal bir çarşı hamamı olarak düşünülmediği, daha çok Süleymaniye Külliyesi personeline ve medreselerde kalan talebelere mahsus olduğu düşünülebilir. Hamam 191617 yıllarında, Heinrich Glück’ün inceleme yaparak planını çıkardığı sırada kullanılmıyor ve kapalı bulunuyordu. Özel mülkiyete geçen bu tarihî eser 1930.lu yıllarda atölyeye dönüştürülmüşken yakın tarihlerde sahibi tarafından boşaltılıp bir restorasyon projesine göre tekrar hamam olarak kullanılmak üzere tamir ettirilmiştir. Ön cephesi hafifçe pahlanmış dikdörtgen planlı hamam kare planlı ve kubbeli soyunmalık kısmına sahiptir. Ilıklık bölümü dikdörtgen planlı ve kubbelidir. Sıcaklık bölümü dört eyvanlı ve köşeleri dört halvetli olarak düzenlenmiştir. Mekânın ortası kubbe, eyvanlar tonoz, halvet hücreleri birer küçük kubbeyle örtülmüştür. Dökmeciler Hamamı fazla gösterişli bir yapı olmamakla beraber Türk mimarisindeki büyük külliyelerden en başta gelenine ait olması ve aynı zamanda bu manzumenin bütünlüğünü tamamlaması bakımından önemli bir eserdir.

Süleymaniye 65


66


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Şehzade Mehmed Türbesi Şehzade Mehmet Türbesi; İstanbul Suriçi Saraçhane’de bulunan Şehzade Külliyesi’nin Kıble avlusuna Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1543 yılında ölen oğlu için yaptırılmıştır. Şehzade Mehmet, Manisa’da valiyken Çiçek Hastalığı’ndan 23 yaşında ölmüştür. Şehzadenin cenaze namazı Beyazıt Camii’nde kılınmış ve daha sonra burada yapılacak türbesinin olduğu yere gömülmüştür. Bundan sonra Kanuni Sultan Süleyman, Mimar Sinan’a Şehzade Mehmet için görkemli bir türbe, türbenin yanına da bir cami yaptırmasını istemiştir. Mimar Sinan’ın yaptırmış olduğu ilk selâtin külliyesi olan bu yapı topluluğu cami, medrese, tabhane, sıbyan mektebi ve imaretten meydana gelmiş olup yapımına 1544 yılında başlanmış 1548’de de tamamlanmıştır. Türbe Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubunda olup yapı topluluğunun en erken bitirilen bölümüdür. Osmanlı mimarisinin en güzel türbelerinden birisi olup sekizgen planlıdır. Üzeri yivli bir kubbeyle örtülmüştür. Türbenin dış cepheleri zeminden saçak kornişine kadar yarım sütunlarla birbirlerinden ayrılmış, üzerine kırmızı taştan bir silme yerleştirilmiştir. Buradaki silmelerden sonra palmet motiflerinden bir friz yapıyı çepeçevre dolanmıştır. Kubbe ile tambur arasında kalan bölüme de küçük ölçüde palmetlerden meydana gelmiş bir akrotel frizi yerleştirilmiştir. Türbenin her cephesinde altlı üstlü ikişer penceresi vardır. Toplam 30 pencereyle türbe aydınlatılmıştır. Alt sıra pencereler dikdörtgen söveli, sivri kemerli ve pembe porfir alınlıklıdır. Üst sıra pencereler yine dikdörtgen çerçeveler içerisine alınmış olup sivri kemerlidir. Buradaki kemerler alternatifli olarak kırmızı ve beyaz taşlardan örülmüştür. Alt ve üst pencereler arasında celi-sülüs yazıyla Fatiha, Tekasür, İhlas ve Zümer Surelerinin ayetlerini içeren bir friz dolaşmaktadır. Türbenin doğusunda üç gözlü bir revaktan giriş kapısına ulaşılmaktadır. Renkli mermerden geçme olarak yapılmış bu kapı silmelerle yumuşatılmış ve Bursa kemerli bir niş içerisine alınmıştır.

Fatih 67


68


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Ahi Çelebi Camii Ahi Çelebi Camii, Fatih ilçesinin Eminönü semtindeki bir camidir. “Kanlıfırın Mescidi” ve “Yemişçiler Camii” olarak da bilinir. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin arkasında, Zindan Han yakınında ve Yoğurtçular Sokağı’ndadır. Banisi Ahi Mehmet Çelebi’dir. Adı kaynaklarda Ahmed ve Mahmud olarak da geçmektedir. Caminin banisi, Osmanlı’nın en parlak dönemlerine şahit olmuş; Fatih Sultan Mehmet, II. Beyazıt, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde yaşamış zamanının önde gelen doktorlarından olan Ahi Çelebi, ilk eğitimini babasından almış, Mahmutpaşa’da bir dükkânda doktorluk yapmıştır. Fatih Darüşşifası’nda baş hekimliğe kadar yükselmiştir. Doksan yaşında çıktığı Hac yolculuğunun geri dönüşünde rahatsızlanarak Mısır’da vefat etmiştir. 1523 yılında Mısır’da İmam-ı Şafii Türbesine defnedilmiştir. Tezkiretü’l Ebniye’de Mimar Sinan’ın eserleri arasında adı geçen caminin ilk inşa tarihine bakıldığında bu pek mümkün görülmemektedir. 1539’da yanıp harabe haline gelen camiyi Mimar Sinan baştan sona onarmış ona yeni bir görünüm kazandırmıştır. Bu sebeple Mimar Sinan’ın eserleri arasına girdiği kaynaklarda görülmektedir. Aynı zamanda Evliya Çelebi de Ahi Çelebi’den “Yemiş İskelesi’nde helal malla yapılmış Mimar Sinan yapısı Ahi Çelebi Camii» diye bahsetmektedir. Ahi Çelebi Camii’nin İstanbul folklorunda ayrı bir yeri vardır. On ciltten oluşan Seyahatnâme’nin yazarı Evliya Çelebi’nin Peygamber Efendimizi gördüğü ve kendisine seyyahlık yolunu açan meşhur rüya bu mekanda geçmiştir. Evliya Çelebi başından geçen eskilerin deyimiyle «beyne’n-nevm ve’lyakaza» yani «uykuyla uyanıklık arasında» yaşadığı bu hadiseyi uzun uzun anlatır.

Eminönü 69


70


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Şehid Sokullu Mehmed Paşa Türbesi ve Medresesi Sokullu Mehmet Paşa Türbesi; İstanbul Surdışı, Eyüp, Cami Kebir Caddesi üzerinde Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. Sokullu Mehmet Paşa’nın medrese, darülkurra, türbe ve çeşmeden oluşan ufak bir külliyesi bulunmaktadır. Külliyenin camisinin olmamasının nedeni, hemen yakınında bulunan Eyüp Sultan Camii’nin olmasıdır. Bu külliye Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1568–69 yıllarında Mimar Sinan’a yaptırılmış, ayrıca İstanbul’da Azapkapı ve Kadırgada iki camisi bulunmaktadır. Türbe iki yüzü sokağa yönelik, medresenin dershanesiyle aynı eksen üzerindedir. Dershaneyle aynı saçakla birbirlerine bağlanmıştır. Sekizgen gövdeli türbenin duvarları küfeki taşındandır. İç kısmında sekizgenin köşelerine sekiz yuvarlak niş yerleştirilmiştir. Bu nişlerin arasına yedi pencere ve bir de kapı açılarak sekizgen prizmalı gövde on altıgene çevrilmiştir. Üzerini örten kubbe doğrudan doğruya duvarlar üzerine oturtulmuştur. Bundan ötürü de dış görünümünde duvarların profil saçaklarının bittiği yerde kubbe eteği başlamıştır. Türbenin sol yönünde medrese ile müşterek avlu kapısı bulunmaktadır. Bu kapı üzerinde üç satır halinde kitabesi bulunmaktadır. Türbe kapısı iki kanatlı ve kündekari tekniğinde ahşap geçmeli olup oval kemerli bir niş içerisinde yer almaktadır. Türbe iki sıra halindeki pencerelerle aydınlatılmıştır. Alt sırada dikdörtgen mermer söveli yedi pencere, üst sırada da alçı şebekeli pencereler bulunmaktadır. Türbenin içerisinde çini yazı ile bir ayet kuşağı tüm kubbeyi çepeçevre dolaşmaktadır. Burada lacivert zemin üzerine beyaz sülüs yazı ile Ayet’el Kürsi yazılıdır. Kubbe koyu kiremit kırmızısı zemin üzerine beyaz renkte rozet, palmet, rumi ve çiçek motiflerinden meydana gelen kalem işleriyle bezenmiştir. Türbe içerisinde Sokullu Mehmet Paşa’nın ahşap sandukası bulunmaktadır. Diğerlerine göre daha büyük ölçüdeki bu sandukadan başka beş ahşap sanduka daha bulunmaktadır. Ayrıca türbe içerisinde on tane mermer lahit daha bulunmaktadır. Türbenin duvarının yanındaki çeşme 1568–1569 yılında yapılmıştır. Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup günümüzde ziyarete açıktır. 1961–1962 yıllarında onarılmıştır. Külliyenin medresesi günümüzde Eyüp Sağlık Merkezi, darülkurası da Çocuk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.

Eyüp 71


72


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Mimar Sinan Türbesi 1588’de İstanbul’da vefat eden Mimar Sinan, Süleymaniye Camii’nin yanında kendi yaptığı sade türbeye defnedilmiştir. Mimar Sinan Türbesi, İstanbul Müftülüğünün sütunlu kapısından çıkınca hemen solda, iki caddenin kesiştiği noktada Fetva Yokuşu başında sağda, Süleymaniye Camii’nin Haliç duvarının önünde, beyaz taşlı sade bir türbedir. Mezarı 1935 yılında Türk Tarihini Araştırma Kurumu üyeleri tarafından kazılmış ve kafatası incelenmek üzere alınmış; ancak sonraki restorasyon kazısında kafatasının yerinde olmadığı görülmüştür. Mezarlığın köşesinde vakfedilmiş bir de sebil bulunmaktadır.

Süleymaniye 73


74


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Sokullu Mehmed Paşa Camii Mimar Sinan tarafından İstanbul’da yapılan ve aynı ada sahip olan üç camiden biridir. Sokullu Mehmet Paşa Camii ya da bilinen diğer ismiyle Köprübaşı Camii, İstanbul’da bulunan 16. yüzyıldan kalma bir Osmanlı camisinin kalıntısıdır. Kalıntı, şu anda İstanbul’un bir ilçesi olan Büyükçekmece’de bulunmaktadır. İnşa edildiği dönemde ise mevcut konumu kırsal bir kesimdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun tanınan mimarlarından Mimar Sinan (c. 1488 / 1490-1588) tarafından tasarlanmış ve 1567 yılında Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa (1565-1579 yılları arasında) için yaptırılmıştır. Camiden günümüze sadece minare, bir geçit ve alçak bir duvar kalmıştır. Yekpare taştan oyularak yapılan minare, monolitik olması nedeniyle oldukça sıra dışıdır. Bu nedenle minare Türkiye’de eşsizdir ve bir benzeri Mısır’da vardır. Caminin karşısında Kurşunlu Han, yanı başında ise Kanuni Sultan Süleyman Çeşmesi yer alır. Her üçü de Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü’nün başındaki turistik alanda bulunur.

Büyükçekmece 75


Sur içinde Vefa, Unkapanı, Eminönü ve Tahtakale gibi canlı merkezlerin kuşattığı Süleymaniye semtinde Beyazıt’tan Edirnekapı’ya uzanan eksenin kuzeyinde, bir sırt yapan arazinin Haliç’e doğru eğimli yamacının en uygun yerine yapılmış olan külliye bu konumuyla Galata kıyılarından, hatta Üsküdar’dan bakanlar için şehrin en etkili silüetini tamamlar. Sinan, Haliç’e hâkim tepelerden birine bütün külliyeyi yerleştirirken topografik konumu en verimli bir biçimde değerlendiren bir şehir planlamacısı olduğunu göstermiştir. Türk kültürü için büyük öneme sahip olan yapılardan bir tanesi ise Süleymaniye Camii’dir. Yapı sade olduğu kadar da ihtişamlıdır ve Mimar Sinan eseridir. Fatih semtinde yer alan Süleymaniye Camii dini açıdan büyük önem taşımaktadır. Aynı zamanda Osmanlı döneminde yapılan eserlerin en önemlilerindendir. Cami, Mısır Çarşısı’na ve Kapalı Çarşı’ya yakın mesafede bulunmaktadır. Süleymaniye Camii’nin inşaatı 1550 yılında başlamış, 1557 yılında sona ermiştir. Cami bir Mimar Sinan harikası olarak nitelendirilse de Mimar Sinan yapıyı ‘’kalfalık eseri’’ olarak nitelendirmiştir. Yapının her bir noktasını en ince ayrıntısına kadar hesaplamıştır. Cami girişte oldukça sade bir hava hissettirmektedir. Fakat kapıdan içeri girildiğinde büyüleyici iç süslemeleriyle herkesi etkisi altına alır. İçeride dört farklı sütun bulunmaktadır ve bu sütunlar farklı coğrafyalardan getirilmiştir. Vefa semti, Topkapı Sarayı, Baalbek Tapınağı ve İskenderiye Şehri bunlardan bazılarıdır. Kubbe 53 metre yüksekliğe ve 27,5 metre çapa sahiptir. Cami doğal aydınlatma açısından müthiş yapıdadır. Bu aydınlatma 32 pencereyle sağlanmaktadır. Müthiş bir akustiğe sahip olduğu için sesler, her bir köşeden rahatça duyulabilmektedir. Akustiğin bu kadar iyi olabilmesinin nedenleri arasında kubbelerin altında bulunan boş küpler olduğu bilinmektedir. İç-dış bütünlüğünün güçlü beraberliği her unsurda tekrar somutlaşırken ana kubbenin -kaç ton olduğu bilinmeyenağırlığı dörde bölünerek kemerler vasıtasıyla içteki büyük ayaklara dağıtılmaktadır. Bu desteklerin statik gücünü artırmak için bir bakıma yukarıya doğru devamları olan ağırlık kuleleri, örtü sistemini büsbütün hareketlendiren ve düşey doğrultuda minarelerle yakınlık kuran unsurlardır. Sekizgen kesitli kasnak yükseklikleri artırılan bu kuleler üst yapıda dilimli kubbeleriyle farkedilir. Mimaride taşıyıcı ve sınırlayıcı işlevi olan duvarların Süleymaniye bünyesindeki taşıyıcı görevleri en aza indirilmiş, âdeta perde niteliği kazanan bu sınırlayıcılar üzerine çok sayıda pencere açılması kolaylaşmıştır.

76


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Süleymaniye Camii

Fatih 77


Külliyenin en özgün ve Osmanlı mimari tarihinde eşine rastlanmayan yapısı dârüşşifâdır ve özellikle fazla büyük olmayan bir külliyede başlı başına bir birim olarak yer alması açısından önem taşımaktadır. Kapısındaki kitâbenin son mısraı Ayvansarâyî’ye göre “Dârü’ş-şifâ nâfi‘-i nâs-ı cihân”dır (Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 101) ve ebced hesabıyla 957 (1550) tarihini vermektedir; ayrıca biri 1892, diğeri 1911 tarihli iki de onarım kitâbesi vardır. Bina, sekizgen avlunun beş kenarı etrafındaki kubbeli odalar ve kuzeydeki giriş yeriyle değişik bir plan gösterir. Kuzey cephesi sokağa uyacak şekilde düzenlenmiştir. Sekizgen avlunun doğu, batı ve güney yönlerinde iki sıra halinde yer alan mekânlar çift kubbelidir. Güneydoğu ve güneybatı köşelerinde ise üzerleri birer büyük kubbeyle örtülü olan ve geniş kemerlerle eyvan gibi avluya açılan birimler yer alır. Avlu etrafındaki mekânlara geçişi sağlayan bu eyvanlar, bugün demir doğramalı camekânlarla kapatıldığı için yapının mekân etkisi günümüzde tam olarak kavranamamaktadır. Arkadaki yapıya eklenen ve imaretle dârüşşifâ arasında kalan, yoldan girilen bölümdeki iki bağımsız odanın ilâç hazırlamak için kullanıldığı düşünülmektedir (DBİst.A, IV, 5). Dârüşşifâ avlusundan geçilen kuzeydeki küçük avluda helâlar yer alır. 1881 yılına kadar tek başına, bu tarihten son restorasyonun başladığı 1963 yılına kadar da yeni hastahanenin gelişmesine paralel olarak poliklinik, tımarhane ve kadınlar kısmı gibi değişik fonksiyonlarla hizmet veren dârüşşifâ tarihi boyunca Haseki Sultan Dârüşşifâsı, Haseki Mecânin Müşâhedehânesi, Dârülcünun Bîmarhânesi, Haseki Mahpesi, Haseki Zindanı, Haseki Sultan Kadın Dârüşşifâsı, Haseki Şifâhânesi, Acezehâne, Haseki Bîmarhânesi ve Haseki Nisâ Hastanesi, Haseki Sultan Nisâ Hastanesi, Hamidiye Nisâ Hastanesi ve Haseki Kadınlar Hastanesi gibi isimler almıştır.

78


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Haseki Darüşşifası

Haseki 79


80


S İ N A N ’ I N

İ S T A N B U L ’ U

Mihrimah Sultan Camii Kanûnî Sultan Süleyman tarafından kızı Mihrimah Sultan adına yaptırıldığı kabul edilen külliyenin inşasına 1540’ların ilk yıllarında başlanmış, cami kitâbesine göre 954’te (1547) tamamlanmıştır. Mimar Sinan’ın mimarbaşı olduktan sonra Şehzade Külliyesiyle eş zamanlı olarak inşa ettiği ilk önemli yapı gruplarından biri olan külliye; cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret-tabhâne ve han yanında su yolları, çeşme, hazne ve helâ gibi tesislerden oluşmaktaydı. İskele Camii olarak da tanınan ve külliyenin çekirdeğini teşkil eden cami, merkezî kubbeyi üç yönde destekleyen yarım kubbelerden oluşan harim kısmı ile beş kubbeli son cemaat yeri ve bunu üç yönde çeviren ikinci bir son cemaat mahallinden meydana gelmektedir. Dikdörtgen plana sahip olan harimde merkezî kubbe ve yarım kubbeler yonca planlı pâyeler ve duvarlara basan sivri kemerlerle taşınmakta, köşelerde oluşan boşlukları ise küçük kubbeler örtmektedir. Pencere sayısının yeterli olmaması sebebiyle son derece loş olan harimde dikkati çeken en önemli özellik, Mimar Sinan’ın Şehzade Camii’nde uyguladığı dört yarım kubbeli merkezî şemadan farklı bir tasarıma yönelmiş olmasıdır. Büyük bir ihtimalle topografyadan dolayı tercih edilen bu düzen, taçkapıdan sonra ana kubbenin altına geçişle hemen mekânın kavranmasını sağlayan etkiyi de beraberinde getirmiştir. Bu açıdan cami, Mimar Sinan’ın sonraki yapılarında yoğunlaşacağı mekân araştırmalarının başlangıcı kabul edilebilir. Caminin kıyıda dar bir alan üzerinde inşa edilmesi klasik revaklı bir avlu şekillenmesine imkân vermemiştir. Ayrıca dıştaki şadırvanı da içine alan ahşap örtü sistemiyle kapatılan ikinci bir son cemaat yeri kuzey rüzgârlarına açık olan yapıda mekânı değerlendiren ve aynı zamanda önemli bir yol güzergâhı olan bu yerde her vakit yoğun cemaat olabilmesi için iyi bir çözümdür. Böylece Boğaziçi’nin başlangıç noktasındaki bu önemli merkezde kıyı ve denizle olağan üstü bir panaromik yerleşim sağlanmıştır. Bu etkili mimariyle Sinan, güçlü bir sanatkâr olmanın yanında iyi bir şehir plancısı olduğunu daha kariyerinin ilk yıllarında ortaya koymuştur. Cami, tasarım ve yerleşimdeki başarısına karşılık nisbetleri bakımından her ne kadar geometrik biçimlenişte son derece yalın çizgilere sahip olsa da özellikle son cemaat yeri ağır görüntüsü ile bulunduğu alana bütün yüküyle çökmüş izlenimi uyandırır. Sultan camilerine has çifte minaresi de görünümü bakımından ağırlığı arttıran unsurlar arasındadır. Minarelerden sağ taraftakinin daha ince ve yüksek olması devir farklılığını düşündürmektedir.

Üsküdar 81


S İ N A N ’ I N İ S TA N B U L ’ U R E Z A

H E M M AT İ R A D




2020

S İ N A N ’ I N İ S TA N B U L ’ U

R E Z A

H E M M AT İ R A D


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.