Nebevi Hayat Dergisi 64. Sayı (Mart, 2018)

Page 1

MART 2018, CEMÂZİY EL-ÂHİR 1439 • YIL 6 • SAYI 64 • FİYATI 7,5 TL • dergi.nebevihayatyayinlari.com

Daveti Başarıya Ulaştıran Etkenler Koşun, Geç Olmadan! • Şehid Zafer Mert Davet'te Hikmetin Önemi • Hakan Sarıküçük Daveti Zafere Götüren Önemli Etken: Sabır • M. Sadık Türkmen Davet'te Kalplere Uzanan Yol: Merhamet • Ahmet İnal

ZAFER MERT HOCA Şehid’in Ardından


Sudan’ın Darfur eyaletinde zor şartlar altında eğitim gören Hafızlık Medreselerindeki öğrenciler ve ailelerine temiz su ulaştırmak amacıyla balatmış olduğumuz su kuyusu çalışmalarına desteklerinizi bekliyoruz.

Yetim Yardım Fonu Kuveyt Türk Katılım Bankası Hesabın Adı: İmam Buhari Eğitim ve Araştırma Vakfı Hesap No: 7885000-8 İban: TR59 0020 5000 0078 8500 0000 08 Şube: Güneşli Merkez

bilgi@imambuharivakfi.org

0212 550 63 77



Yıl: 6 - Sayı: 64 - Fiyatı: 7,5 TL

Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Yılmaz Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. 1300. Sk. No: 36 Bağcılar/İst. Abone ve Dağıtım Sorumlusu: Mürsel Gölbaşı Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: (0543) 654 46 63 Web ve Sosyal Medya: twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Abone Şartları 2018 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 90 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa, İstanbul, Mart 2018

Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

Editör

H

Hamd, göklerin ve yerlerin mülkünü elinde bulunduran Allahu Teâlâ’ya, salat ve selâm ise Rahmanın kulları için hangi işlerin daha iyi olduğunu en iyi bilen Muhammed aleyhisselâm’a, ailesine, ashabına ve tüm mü'minlere olsun. Şanı yüce Rabbimiz bu temiz Ümmet’e hitaben “Siz insanlık içerisinden çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. (Zira siz) Hayra davet edersiniz.” buyurmaktadır. Muhakkak ki İnsanlığı Allah’a ve Rasûlüne iman ve itaat etmeye davet etmek, davetlerin en hayırlısıdır. Allah Subhanehu Teâlâ, bizleri, “Şerde, fenalıkta, zannda, kardeş eti yemekte yarışanlardan değil, bilakis İslâm’a davet hususunda yarışanlardan ve öne geçen “Sabigun”lar dan eylesin… Nebevi Hayat Dergisi olarak; Mart sayımızı “Daveti Başarıya Ulaştıran Etkenler” konusuna ayırdık. Konu; “Daveti Başarıya Ulaştıran Etkenler” olunca geçen yıl Mart ayında "Rabbine doğru süzülen güzel insanı, dava ve davet adamını anmadan geçmek mümkün değildi. Mart sayımızda örnek ve önder kimliğiyle, şahsiyetiyle, vakarı ile öne çıkan ve davası yolunda canını seve seve veren aziz Zafer Mert Hocamızı hayırla yâd etmeye gayret ettik. Rabbim mekânını cennet eylesin. Ailesine, yetimlerine ve sevenlerine sabırlar ihsan eylesin. Nebevi Hayat Dergisi olarak, abone kampanyamızın devam ettiğini hatırlatmak isteriz. Selâm ve dua ile


İçindekiler

Koşun, Geç Oladan! Şehid Zafer Mert

Davet'te Hikmetin Önemi Hakan Sarıküçük

Daveti Zafere Götüren Önemli Etken: Sabır M. Sâdık Türkmen

Davet'te Kalplere Uzanan Yol Merhamet Ahmet İnal

04

12

17

22

Kapak Dosya Davet ve Fedakârlık Derya Fıçıcı

28

Kapak Dosya Davet'te Örnekliğin Önemi Ümit Şit

32

Şehid'in Ardından Saçları Allah Yolunda Ağran Genç Abdullah Yorulmaz

38

Şehid'in Ardından Allah’a Adanmış Bir Ömrün Seslenişi: Çalışın! Hakan Sarıküçük

41

Şehid'in Ardından Şahidiz Sana (Şiir) Av. Ahmet Özer

44

Gündem İktibas Cezaevindeki Müslümanlar Nedim Bal

46

Müslüman Kâşifler Anadolu’da Bir Dâhi: El-Cezerî Cihan Malay

51

Tarihten Notlar Küresel Savaşların Başlangıç Noktası: Kırım Furkan Uyanık

55

Nebevî Aile Ne Yetişkin Ne Çocuk Onun Adı Ergen İnsan Hayatının En Özel Dönemi (1) Halime Yılmaz

60


BAŞYAZI Şehid Zafer Mert * Bu yazı Aralık, 2015 Tarihinde Zafer Mert Hoca tarafından kaleme alınmıştır.

َ ْ ‫ات َو‬ َّ ‫ض َها‬ ‫ض اُ ِع َّد ْت لِ ْل ُم َّت ِقي َن‬ ُ ‫الس ٰم َو‬ ُ ‫َو َس ِار ُعوا اِ ٰلى َم ْغ ِف َر ٍة ِم ْن َر ِّب ُك ْم َو َج َّن ٍة َع ْر‬ ُ ‫ال ْر‬ “Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.” (Âl-i İmran, 133)

KOŞUN, GEÇ OLMADAN! Rabbimizin buyurduğu gibi “…genişliği göklerle yer arası kadar olan…” cennetlere, Rabbimizin rızasına ve mağfiretine koşacağız.

4

Mart 2018

H

ayat bir koşuşturmaca. Ya dünyevî istek ve arzular peşinde

rışmamızı emretmektedir ki

ya da ilahi rıza peşinde. Ya

mutlu ve mesut olacak kimse-

fâni dünyanın aldatıcı lezzet-

lerdir. Dolayısıyla her Müslü-

leri peşinde ya da bâki dünya-

manın bu hayır yarışından ne

nın gerçek lezzetleri peşinde.

kastedildiği, niçin bu yarışa

Ayetlerden anlaşıldığı üzere

katılması gerektiğini, nereye

Rabbimiz bizlere hayır işleri-

koşacağını, kiminle koşacağı-

ne koşmayı hatta müsabaka

nı, koşarken nelere dikkat ede-

edercesine

ceğini iyi bilmelidir. Çünkü

birbirimizle

ya-

bu koşuyu başarı ile tamamlayanlar dünya ve ahirette


bu soruların cevaplarını iyi bilmeyen bir yarışçının yanlış yollara girmesi, yolda kalması kaçınılmazdır. Büyüklerimiz “usul olmadan vusul olmaz” derler, yani bir işe başlamadan önce onun nasıl yapılacağı belirlenmeli ki hedefe varılabilsin. Hayatımızda yapmamız gereken en önemli yarış, hayır yollarında Allah için yapmış olduğumuz yarıştır. Çünkü dünyevî hedefler uğruna yarış yapıldığında bunların zarar ve ziyanı bu dünyada kalır. Bir Müslümanın ticareti ters giderse bedelini bu dünyada öder, zararı ahiret hayatına yansımaz. Ama hayır yolunda çalışmaktan, bu yolda mücadele etmekten mahrum kalan bir Müslüman hem bu dünyada hem de ahirette Allah muhafaza zarar ve ziyana uğrar. Dolayısıyla her iki cihanda kurtuluşun yolu bu ayeti kerimeleri özümsemekten geçmektedir. Müfessirlerimiz bu ayeti kerimeleri tefsir ederken ihram tekbirini imamla birlikte getirmeye koşun, farzları edaya koşun, ihlasa koşun, savaşta sebata koşun, günahlarınızı örtmeyi ve affettirmeyi gerektiren amellere koşun gibi izahatlarda bulunmuşlardır. Yani hangi hayra gücünüz yetiyorsa onu yerine getirmek için koşun, Rabbiniz sizlere hangi ameli sevdirmiş ve yapmayı kolaylaştırmışsa onu yerine getirmek için koşun…

Niçin Koşacağız? “Niçin koşuyoruz ki yürüyelim, ne acelemiz var” diyenler olabilir ama

tabi ki bu şeytanın vesvesesinden başka bir şey değildir. Güneşli havada buz satıcısı nasıl acele ederse cennet taliplileri de acele etmelidir. Değil beklemek, çalışmamak, yürüyecek bile vaktimiz yok. Ümmet yangın yerine dönmüşken, İslâm âlemi maddi manevi gözümüzün önünde kıvranırken koşmayıp da ne yapabiliriz ki? Hangi yürek bu zamanda harekete geçmez ki! Hangi göz bunca sıkıntıda yaşarmaz, hangi göğüs daralmaz, hangi mü'min sıkıntı çekmez ki? Merhum şehit Hasan elBenna’nın dediği gibi “Görevlerimiz, vakitlerimizden daha çoktur.” Ömür bir göz açıp kapama kadar. Ayrıca hayrın öncüleri olan âlimler, mücahitler, davetçiler bizlerden çok çok öndeler. Aramızdaki mesafe oldukça fazla, kapatmak zor. Şunu unutmayalım ki aynı cennete ve aynı mağfirete talibiz ama onlar ömürlerini Allah’a feda etmişken, hayatlarını adeta depar atarak tamamlamışken, zar zor yürüyenlerin o hedeflere ulaşması zor.

Nereye Koşacağız? Rabbimizin buyurduğu gibi “…genişliği göklerle yer arası kadar olan…” cennetlere, Rabbimizin rızasına ve mağfiretine koşacağız. İnsanlığın genelinin, Müslümanların ise çoğunluğunun dünyevi işlere son hızla koştuğu, ihaleler için dünyanın altının üstüne getirildiği, basit ticari kazançlar için ömürlerin tüketildiği

Cemâziye'l-Ahir 1439

5


bu zamanda; Rabbimiz bize gerçek koşulacak yeri hatırlatarak dikkatlerimizi çekmektedir. Bir iş alabilmek için uluslararası fuarlara katılan, ihaleler için her türlü meşakkate katlanan ama Allah için yürümekten üşenen Müslümanın varacağı bir hedefi olabilir mi? Sabah akşam dünya için koşan ama Allah için yürümeyen bir Müslümanın bu koşuyu tamamlaması mümkün olabilir mi? Selefi Salihin ile rekabet etmesi, onlarla yarışması mümkün olabilir mi?

Kimle Koşacağız? En önemli hususlardan biri de bu hayır koşusuna kimlerle çıkılacağıdır. Çünkü bunlar hayır yarışında rakiplerin olmakla beraber senin en büyük destekçilerindir aynı zamanda. Yanlış kişilerle koşuya başlarsan ya hiç koşamazsın, ya sana çelme takmaya çalışırlar, ya bitiremezsin, ya da yolda kalırsın. Ama ihlaslı, Allah için çalışan fertlerle yarışa çıktın mı geride kalsan bile onlar senin de elinden tutup hedefe doğru götürmek için ellerinden gelen her türlü çabayı sarf ederler. Seni yolda bırakmazlar, terk etmezler… Koşu, adı üstünde koşanlarla yapılır. Gücü olduğu halde koşmayanlar, yürüyenler, hele hele oturanlarla değil koşu, yürüyüş dahi yapılmaz. Hayır, yarışında hatır olmaz. Hakkın hatırı her hatırın üzerindedir. Koşanlar ön-

6

Mart 2018

cülük yapar, yürüyenler ve oturanlar ancak takip eder. Koşanlar yol açmak, yol bulmak zorunda olduğu gibi oturanlarda yoldan çekilmek zorundadırlar. Ya bir yol aç, ya bir yol bul, ya da yoldan çekil düsturu hayır yarışında da olmazsa olmazlardandır. Bu yarışı diğer yarışlardan ayıran en büyük özelliklerden birisi de birinci gelmek amaç olduğu gibi kendinle beraber rakiplerini de bitiş noktasına taşımaktır. Çünkü önde bitirmek ne kadar önemli ise kardeşlerini de bitiş noktasına taşımak bir o kadar önemlidir. Çünkü her biri için ayrı ayrı ödül ve mükâfatlar vardır.

Rakip Kim? Hayır yolunda hizmet yarışına başladığımızda kendimize muhakkak kendisi ile yarışabileceğimiz rakipler seçmeliyiz. Ama bu rakipler ilim ve amel bakımından bizden üstün kişiler olmalı ki bizim azmimizi, çabamızı, gayretimizi artırmamıza vesile olsun. Hz. Ömer radıyallahu anhu’ nun kendisine, Hz. Ebu Bekir radıyallahu anhu’yu rakip olarak seçmesi gibi. Hicretin 9. yılında, Hristiyan Araplar, Rum hükümdarı Heraklius’a, “Peygamberlik iddiasında bulunan adam öldü. Müslümanlar da kıtlık ve yokluk yılları geçiriyorlar. Eğer onları senin dinine katmak istiyorsan, şimdi tam sırası” diye mektup yazdılar. Bunun üzerine 40.000 kişilik bir ordu Bizans tarafından silahlandırılarak yola çıktı. Ordunun yola çıktığı haberi


Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e de ulaşmıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Müslümanların savaşa hazırlanması için onları gayretlendiriyor, durumu müsait olanların orduya yiyecek ve binek yardımında bulunmasını istiyordu. Bunun üzerine hali vakti yerinde olan Müslümanlar, karşılığını Allah’tan bekleyerek mallarından getirmeye başladılar. Bu hususta tatlı bir yarış da başlamıştı. Hz. Ömer radıyallahu anh, o günleri şöyle anlatıyor: “Ebu Bekir radıyallahu anh beni daha önce geçmişse, ben de onu bugün geçerim” diye içimden geçirerek bağışlayacağım malımı getirip teslim ettim.” Hz.Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem); ‘Ey Ömer! Ev halkına ne bıraktın? Hz. Ömer radıyallahu anh; ‘Sana getirdiğimin yarısını’! Sonra Ebu Bekir radıyallahu anh da gelip bağışını yaptı. Sanki o bağışını herkesten gizler gibiydi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e usulca verdi. Getirdiği 4.000 dirhem gümüştü. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ona da sordu: ‘Ey Ebubekir! Sen ev halkına ne bıraktın? Ebu Bekir radıyallahu anh ‘Onlara Allah celle celaluhu ve Rasûlünü bıraktım’ dedi. Hz.Ömer radıyallahu anh ağlayarak: “Anam, babam sana feda olsun Ey Ebu Bekir! Hayır yolunda hiçbir yarış yapmadık ki, sen beni geçmiş olmayasın. Artık anladım ki, hiçbir şeyde seni geçemeyeceğim!

Ne Güzel Bir Yarış! Allah’ın dini için çalışmayı, mücadele etmeyi kendisine yol edinmiş her Müslüman da muhakkak kendine güzel bir örnek seçip, ona gıpta ederek asla haset etmeyerek bu yarışa soyunmalıdır. İnsanları eleştirmekten başka hiçbir iş yapmayanları veya işinin hakkını vermeyenleri örnek alan bir yarışçı asla gereken hız ve performansa kavuşamaz. Bu hususta Şeytan’ın vesveselerine karşı uyanık olunmalıdır. Çünkü Şeytan birinci merhalede tamamen hayırdan engelleyemediği kişiyi daha az hayır işlemeye yönlendirmek için çalışır, çabalar. Hayır yolcusu kendisine pasif bir Müslümanı örnek alır veya bu hususta gafil olan çoğunluğu kendisine örnek alırsa az amelini çok zannederek kendini yanıltır. Öyleyse hayır yarı-

Cemâziye'l-Ahir 1439

7


şında bizim rakiplerimiz İslâm davetinin öncü şahsiyetleri olan âlimler, mücahitler, davetçiler olmalı ki bizde inşallah onlar gibi hizmet ehli olabilelim. Yapmaya çalıştığımız hayır hizmetlerini artırma azim ve gayreti içinde olalım.

lem’in yaptığı gibi her gün Allah’tan hidayet, sebat, samimiyet niyazında bulunmalı.

Nasıl Koşacağız?

Hayra hizmet etmeyi kendine rehber edinen Müslüman yoldaki engellere karşı uyanık olmalı. Engelle karşılaşınca abandone olmamalı. Bu kapsamda şu ayeti kerime her zaman aklımızda tutulmalı: “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (1)

Öncelikle şunu bileceğiz ki bizim koşumuz depar/kısa metrajlı hızlı koşu değil, bir ömür sürmesi gereken maraton koşusudur. Dolayısıyla donanım ve hazırlığımız da buna göre olmalıdır. Malum her koşucu maraton öncesi antrenmanlar yapar, kılık kıyafetinden yiyecek içeceğine kadar her şeyini koşacağı maratona göre ayarlar. Hayır koşusu koşuların en zor olanlarındandır. Çünkü nasıl ki parkurların engelleri varsa hayır koşusunun da birçok engelleri, sıkıntıları vardır. Her Müslüman bu yola çıkmadan önce bu hususlara karşı hazırlıklı olmalıdır.

Hayır Yolunda Koşacak Olanlar Şu Hususlara Dikkat Etmeli: Hayra hizmet için niyet ederken öncelikle ihlaslı olunmalı. Gaye “Hayra yol gösteren onu yapan gibidir” hadisi şerifinin ecir ve mükâfatına nail olmak olmalı. Hakka hizmet etmek isteyenler Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sel1. Tevbe, 24. 2. Hadid, 21.

8

Mart 2018

Koşucuların yorulduklarında su ve gıda takviyesi aldıkları gibi hayır yolunda koşan kimse de kendisini Allah’ı zikir ve ibadetlerle güçlendirmeli.

Allah’ın dinine hizmet etmenin en büyük şeref ve lütuf olduğu bilinci ile çalışılmalı. “Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resûlüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.” (2) Merhum Şehid Seyyid Kutub’un ifade ettiği gibi: “Fedakârlıklarının hesabını tutan insanlar bu davayı yürütemez-


ler. Bu dava bağlılarından o kadar çok fedakârlıklar ister ki insan ancak yaptıklarını hemen unutursa bu istekleri göğüsleyebilir.” Sözünü kendini şiar edip Allah için yaptıklarını hemen unutup yeni işlere koyulmalı. Hayra öncülük etmek isteyenler: “Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.” (3) ayeti gereğince bir işi bitirince hemen diğer bir işe koyulmalı. Hayra öncülük etmek isteyenler Şehid Hasan elBenna’nın şu tavsiyelerini de kulaklarına küpe etmelidirler.

Çok Faal Ol, Umuma Ait Hizmetlerde Yetişkin Ol. Başkalarına bir iş sunabildiğin zaman mutluluk ve sevinç hisset.

man ölüm çizgisi emeli keser. İnsanların birçoğu emellerine ulaşamadan ölüm onlara ulaşır.

Hayrın öncüleri şunu unutmamalıdır: Her şey Allah yolunda verilmeye lâyıktır; ama hiçbir şey Allah yolunda harcanmayacak kadar kıymetli değildir! Allah için her neyimizi feda edersek Allah ondan daha güzelini bize vaat etmektedir. Dolayısıyla onun yolunda feda edilmeyecek hiçbir şey yoktur.

Sonuca kitlenenler hayır hizmetlerinde öncü olamazlar. Çünkü sonuç her zaman müspet olmayabilir. Rabbimiz zaman zaman yaptığımız işleri başarı ile sonuçlandırıp bizi denerken zaman zaman da başarısızlıkla deneyeceğini unutmamak gerekir. Yenmek başkadır, kazanmak başka. Yenilmek başkadır, kaybetmek başka. Hayrın öncüleri hedeflerine varamasa bile kazananlardır. Nitekim şairin: “Bu yolda galiptir mağlup” dizesi de bu manayı çok güzel bir şekilde ifade etmektedir. Mücadelede esir düşülebilir ama asıl mesele teslim olmamakta.

Uzun emel sahibi olanlar hayır işlerinde aktif olamazlar. Çünkü çoğu za-

Hayrın öncüleri arkalarına bakmamalıdır. Bu hesapsız kitapsız yü-

Hastalara başvur, muhtaçlara yardım et, zayıfları koru, felaketzedelerin güzel söz de olsa acılarına ortak ol...

Devamlı Hayır İşlere Koş...

3. İnşirah, 7.

Cemâziye'l-Ahir 1439

9


dır. Yardımcısı Allah olanı durdurabilecek bir güç yoktur.

Koşarken Nelere Dikkat Edeceğiz?

rümek anlamında değil tabi ki ama çoğunluk arkada güç, alkış varsa yürür yoksa tökezler, şaşırır, tereddüt eder. Öncüler ise peşlerinden gelen hayır kervanına her daim öncülük etmenin verdiği bilinç ve sorumlulukla yoluna devam etmek için mücadele eder. Hayrın öncüleri ecir ve mükâfatlarını yüce Rabblerinden niyaz ederek dünyalık bir şey talep etmemelidirler. Hatta yer yer meyve veren ağaç taşlanır vecizesinde ifade edildiği gibi senin iyilikleri için çalıştığın kimselerin dahi sana sıkıntı verebileceği bilincinde olmalıdırlar. Hayrın öncüleri Allah’a tevekkül ederek yollarına devam etmeli asla yeis/ ümitsizlik bataklığına saplanmamalı4. Hicr, 99. 5. Tirmizî.

10

Mart 2018

Cennet yarışında koşanların en çok dikkat etmesi gereken hastalıklardan birisi de hasettir. Önde giden Salih insanlara gıpta teşvik edilmişken haset yerilmiştir. Gıpta kardeşinde olan özelliğin devam etmesi ile beraber senin de onun gibi olma isteği iken, haset onda olan özelliğin kaybolup senin ona sahip olman manasına gelir. Dolayısıyla asla haset hastalığına, sen ben kavgasına, nefis mücadelesine girilmemeye dikkat edilmelidir. Yoksa Allah muhafaza ateşin odunları yediği gibi yaptığımız veya yapmaya çalıştığımız işlerin bir kısmı diğerini yerken, bizde birbirimizi yemiş oluruz. Sonuçta ne dünyada ne de ahirette bir mahsul elde etmiş olmayız.

Koşu Biter mi? Malum koşuda bitiş çizgisine kadar durulmaz. Son bir metre kala bile bir yarışçı dursa diğerleri gelip onu geçerse duran kaybeder. Dolayısıyla her Müslüman: “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (4) “Mü'min cennete girinceye kadar hiçbir hayra doymaz.” (5) ayet ve hadisi gereğince hizmetlerine devam etmelidir, asla ve asla kenara çekilmemelidir. İstirahat ve dinlenmeyi, Rabbimiz kutsi hadis ile ifade ettiği “Hiçbir gözün görmediği,


hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir beşerin aklına gelmeyecek” nimetlerle döşenmiş cennetlere ertelemeli.

Cennete Koşmak İsteyen Hayır Öncülerine Güzel Bir Örnek

çok örnek de zikredebiliriz. Bunların içinde fiziki olarak kabiliyetli güçlü kuvvetli olanlar doğal olarak bu işlere öncülük yapmış, küfrün kalbine korku salmış diye de düşünebiliriz.

Allah için bir şeyler yapmak hele hele bir hayra öncülük etmek istenildiğinde karşımıza imkânlar kısıtlı, şöyle olsaydı böyle yapardık, hele sonra bakarız gibi birçok husus çıkabilir ki bunlar doğru da olabilir ama mesele kime kıyasla imkânımız yok, hangi şartlara göre şartlarımız zor veya kolaydır. Burada ölçüyü ve hedefi nasıl belirlemek gerekir.

Ama Ahmet Yasin gibiler. Bütün vü-

Rabbimize hamd’u senalar olsun ki bizleri içinde gerçek kahramanların ve yiğitlerin bulunduğu bu güzide dine tabi olmakla şereflendirmiş. Geçmişten günümüze kadar bu hayrın öncülerine, cennete bir ömür koşmuş ve hayatını şehadetle taçlandırmış bir-

Rabbim bizleri hayra hâdim kılsın.

cudu felçli olmasına rağmen İsrail tarafından şehid edilerek ortadan kaldırılmış bir lider. İsrail gibi dünyaya kafa tutan bir devletin işgali altında direnişe yön verenlerden birisi. O zaman, iman varsa her şey vardır deyip yola koyulmalı ki bakalım Rabbimiz ne güzellikler ihsan edecek.

Dinine hizmet etme nimetini bizden esirgemesin. Az amellerimizi katında çoğaltsın ve bizden kabul buyursun. Son nefesimizi şehit olarak vermeyi bizlere nasip eylesin. (Amin)

Cemâziye'l-Ahir 1439

11


KAPAK DOSYA Hakan Sarıküçük

Hikmet o kadar önemli bir husustur ki, kula nasip olacak en büyük nimetler arasında sayılmıştır. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp öğüt alır.” (Bakara, 269)

12

Mart 2018

Davet'te Hikmetin Önemi

H

amd; İslâm’a hikmet ile davet etmeyi emreden Allah’a,

olduğunu idrak eden ve bu uğurda gayret göstermekten geri durmayan mü'minlerin

Salât ve selâm; vahyin geldiği andan itibaren yirmi üç yıl boyunca bıkmadan usanmadan, defalarca denemekten çekinmeden hikmetle davet eden Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e

üzerine olsun.

Allahu Teâlâ’nın sonsuz keremi ve lütfu, mağfireti ve ihsanı en hayırlı ümmet olmanın tebliğ ve davete gereken önemi vermek ile mümkün

layık olduğu şekilde işlemesi

Hikmet; Eşyayı yerli yerinde kullanmak demektir. Davet açısından hikmet; davetçinin sözlerini yerli yerinde kullanması, fiillerini de en anlamındadır. Bu öneminden dolayı da Allahu Teâlâ kendi yoluna hikmet ile davet etmeyi emretmiştir.


“(Ey Rasûlüm) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla

4. İslâmi davete dair bir konu arz edilirken şöyle bir plan takip edilmelidir.

en güzel şekilde mücadele et. Şüphe-

a. Konunun tarifi iyi yapılmalıdır.

siz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete kavu-

b. Sebebi hikmeti beyan edilmelidir.

şanları da en iyi bilendir.” (1)

c. Akli ve nakli deliller sunulmalıdır.

Ayrıca hikmet o kadar önemli bir hu-

Akılla beraber, duygulara hitap eden etkileyici bir konuşma üslubu takip edilmelidir.

sustur ki, kula nasip olacak en büyük nimetler arasında sayılmıştır. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp öğüt alır.” (2)

Hikmetli Davranmanın Esasları 1. Öncelikli konuları iyi belirleyip en önemli olandan başlayarak daha alt derecedeki konulara yönelmek gerekir. Örneğin; Allah’ın varlığını kabul etmeyen materyalist bir insana, namazın ehemmiyetinden bahsetmenin bir faydası olmaz. 2. Davet edilen kişilerin hastalıklarını tedavi ederken tedrici bir yolla daveti sürdürmek ve sabırlı davranmak gerekir. Kur’an’ı Kerim’de içkinin haram kılınması, bu konu için önemli ışık tutmaktadır. 3. Takip edilen metot, davet edilen kimsenin yaşına, kariyerine ve toplum içindeki konumuna münasip olmalıdır.

Hikmet Nasıl Elde Edilir? 1. Kur’an’ı Kerim ve Hadisleri okumak. 2. Hikmet sahibi insanların hayatlarını okumak, onlarla beraber olmak. 3. Rasûlullah aleyhisselâm ve ashabının siretini iyi öğrenmek. 4. Gerek kendisinin gerekse de başka kardeşlerinin tecrübelerinden istifade etmek. Bu hususta Rasullullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zina etmek için izin isteyen gence verdiği cevap davetçi için önemli bir örnektir. Nebi aleyhisselâm’a bir genç geldi ve “Ey Allah’ın Rasûlü! Zina için bana izin ver” dedi. Bunun üzerine sahabiler toplandılar, onu azarlamaya ve defetmeye başladılar. Allah Rasûlü ona “Yaklaş” dedi, genç yaklaştı. Daha sonra “Otur” dedi, genç de oturdu. Allah Rasûlü “Böyle bir şeyi annen için ister misin?”diye sordu. Genç “Canım sana feda olsun ki hayır” dedi.

1. Nahl, 125. 2. Bakara, 269.

Cemâziye'l-Ahir 1439

13


Allah Rasûlü “İnsanlar da anneleri için böyle bir şey istemezler. Peki, kızın için ister misin?” dedi. Genç “Canım sana feda olsun ki hayır” dedi. Allah Rasûlü yine “İnsanlar da kendi kızları için bunu istemezler. Peki, bacın için ister misin?” dedi. Genç “Canım sana feda olsun ki hayır” dedi. Ardından Allah Rasûlü “İnsanlar da kendi bacıları için bunu istemezler. Peki, Halan için ister misin?” dedi. Genç yine “Canım sana feda olsun ki hayır” cevabını verdi. Allah Rasûlü de “İnsanlar da kendi halaları için bunu istemezler. Peki, teyzen için ister misin?” diye sordu. Genç tekrar “Canım sana feda olsun ki hayır” dedi. Allah Rasûlü de “İnsanlar da kendi teyzeleri için bunu istemezler.” buyurdu. Ebu Umâme dedi ki: Rasûlullah aleyhisselâm elini gencin üzerine koyup şöyle dedi. “Allah’ım! Günahlarını bağışla, kalbini arındır, iffetini koru.” (3) Başarılı bir davet, davet edilen kişinin hastalığını en iyi şekilde tespit edip ona uygun bir tedavi usulünün tatbik edilmesi temeline dayanır. Bu sebeple davetçi, kendisine kalplerin, nefislerin tabibi gözüyle bakmalı, muhataplarının hastalığını doğru bir şekilde teşhis 3. Ahmed b. Hanbel, V, 256.

14

Mart 2018

etmeli ve tedaviyi de bu esaslara göre belirleyip yapmalıdır. Muhatabını iyi tanımanın ve onun hastalığını bilip cefasına sabretmenin, davetin neticesine ulaşmasında tesiri büyüktür. Ancak şu unutulmamalıdır ki bu tedavi yerine göre uzun soluklu bir tedavi olabilir. Bir veya iki reçete ile geçecek bir hastalık olmayabilir. Bu sebeple sabrı ve mücadeleyi gerektirebilir. İnsanların bu manadaki hastalıklarının temelinde genellikle iki sebep vardır. Birincisi cehalet ve ikincisi de şüphe. Dolayısıyla davetçi kişi bütün gayretini insanların cahil oldukları konuları öğretmeye ve bu konuda zihinlerinde yer alan şüpheleri izale etmeye yoğunlaştırmalıdır. İnsanların ilgisiz oldukları ve önemsemedikleri meselelerle onlara yaklaşmak hem büyük bir efor kaybına hem de davetin başarısız olmasına neden olabilir. Bu konuda özellikle şu konulara dikkat etmek gerekir. 1. Davetçi ilk olarak itikadi konuları işlemeye dikkat etmelidir. Çünkü sağlam bir itikad ardından gelecek her konuyu kabul etmeye vesile olacaktır. Rasûlullah aleyhisselâm’ın tebliğ metoduna baktığımızda insanlara en önce bu esaslarla yaklaştığını göreceğiz. Mekke dönemi boyunca insanlara Allah’ın rubûbiyetini anlatmış, onlardaki yanlış ilah düşüncesinin doğrusunu kalplerine yerleştirmenin mücadelesini vermiştir.


2. Doğru bildiğimiz ve İslâm’a uygun olan fikirleri insanlara anlatmalı, kendimizi de İslâm’a uygun esaslar çerçevesinde yetiştirmeliyiz. Kur’an ve sünnete muhalif fikir ve akımlardan uzak durmalı, insanlara tertemiz sahih naslarla daveti götürmeliyiz. Öğrendiğimiz hususların şeriata muhalif şeyler olmamasına dikkat etmeli, içimize manevi pisliklerin girmesine müsaade etmemeliyiz. Zira konuşmak insan ruhunun ve içinin bir yansımasıdır. Bir kapta ne varsa sonuçta dışarıya o çıkar. 3. Ayrıntılara girmek yerine ilk önce genel hususlar üzerinde durulmalıdır. Ayrıntılara girip muhatabı bıktırmamak gerekir. 4. Davette tergib ve terhib esasları çerçevesinde hareket edilmelidir. Tergib; Teşvik etmek demek olup temel dayanağı Allah’ın rızasına ve rıza diyarı olan cennete nail olmaktır. Tergib ise; korkutmak anlamına gelip temel dayanağı Allah’ın gazabı ve azap diyarı olan cehennem ile korkutmaktır. Nitekim Allahu Teâlâ Kur’an’da insanları imana çağırırken bu üslubu esas almıştır. “Muhakkak ki biz seni bir şahit, bir müjdeci ve uyarıcı (korkutucu) olarak gönderdik.” (4) 5. Davetçi muhatabın anlayacağı bir üslup ile konuşmalı, halkın anlamakta zorlandığı geçmişte kullanılmış eski veya günümüzde yerleştirilmeye çalışılan yeni kelimeleri kullanmaktan kaçınmalıdır.

Davetçi muhatabın anlayacağı bir üslup ile konuşmalı, halkın anlamakta zorlandığı geçmişte kullanılmış eski veya günümüzde yerleştirilmeye çalışılan yeni kelimeleri kullanmaktan kaçınmalıdır.

6. Davetçi kendi ifade etmek istediği manadan öte muhatabının zihninde oluşması muhtemel farklı bir mananın anlaşılmasına zemin hazırlayacak kelime ve sözcükleri kullanmaktan şiddetle kaçınmalıdır. Aynı işaret ve ses sistemine sahip olduğu halde, aynı kelime ve kavramlar, herkese aynı çağrışımı yapmayabilir ve herkes aynı manaları anlamayabilir. Bunun yanı sıra değer yargılarının farklı olmasından dolayı da farklı anlayışlar doğabilir. Örneğin; Azeri dilinde “kârhane” fabrika, “Bîkar” da işsiz demektir. Yani Türkiye’de yaşayan bir Türk Azerbaycan’da “Bekârlar için kerhane açmalıyız” dediğinde onlar bizim anladığımız manayı anlamaz. O dilde “İşsizler için fabrika kurmalıyız” şeklinde anlarlar. Yine aynı şekilde, bir Azeri çok masumane bir şekilde bu sözcükleri

4. Ahzab,45.

Cemâziye'l-Ahir 1439

15


kullansa bizim ülkemizde o, bu söylediği sözleri nedeniyle bir hayli kınanır ve azarlanır. Yine “moral” kelimesi Latincede “ahlâk” manasında olduğu halde hiç kimse “moralim bozuk” tabirini “ahlâkım bozuk” manasında kullanmaz. Demek ki aynı olan kelime ve kavramların, aynı olmayan zihinsel algı ve yansımaları vardır. Mevlana; “Sen ne söylersen söyle, ne kadar anlatırsan anlat, bütün anlattığın karşıdakinin anlayabildiği ile sınırlıdır.” demiştir. Öyleyse bilge gibi düşünmek gerekir ama bunu halkın anlayacağı şekilde anlatmazsak en önemli fikirler bile olsa havada kalır. Kısaca âlim gibi düşünüp, en cahilin bile anlayacağı şekilde ifade etmek esastır. 7. Davetçi davet esnasında kullandığı kelimelerden öte davetine can katacak olan bedensel ve ruhsal görünümüne yani olması gereken örneklik esasına uygun bir şekilde hareket etmelidir. Bedenin temiz ve güzel görünümlü olması da önemli bir husustur. Paspal görünümlü ve etrafa pis kokular saçan kimsenin yanında kimse bulunmak istemez. 8. Sadece sözcükler davette yeterli değildir. Bilakis anlatılan şeylerin bizzat yaşanmasına da dikkat edilmelidir. Kelimeler, düşünce ve fikirlerimizin ifadesinde yararlıdır ancak duyguları anlatmada yetersiz kalır hatta onları daraltır, boğarlar. Bu yüzden Mehmet Akif bir

16

Mart 2018

şiirinde “Ağlarım ağlatamam; hissederim söyleyemem; dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım!” der. Çoğu zaman ağzımızdaki dil yetersiz kaldığı için bedenimiz konuşur; jest ve mimikler devreye girer. Yani biz sustuğumuzda bedenimiz daha çok konuşur. 9. Muhatabın sevgisini kazanacak ve onun kalbine gidecek yolları iyi öğrenmeliyiz. Çünkü söylenenler sevgilinin sözleri ise; sorgulanmaz, kulaktan izin almadan doğruca kalbe gider ve oradan da tüm vücuda hatta etrafa yayılır. Muhataba söylenecek ruhsuz kelimelerden öte samimi sözcüklerle ona değer verdiğimizi hissettirecek şekilde yaklaşmalıyız. Çünkü “Sözde sihir vardır.” İnsanın duymaya en çok ihtiyaç hissettiği bir anda ona söylenecek birkaç samimi sözcük onu kazanmaya vesile olabilir. Ağzımız bize sadece yemek yememiz için verilmemiştir. Bunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Bütün bu anlattıklarımız neticesinde bizlere düşen hikmete uygun hareket etmek ve hikmeti muhafaza edecek davranışlar sergilemektir. Hikmetsizce yapılan işlerin başta bize olmak üzere çevremizdeki herkese zararı olacağını unutmamalıyız. Hikmete sahip olmanın büyük bir lütuf olduğunu ve hikmeti elde edenin çok büyük bir hayır üzere olduğunu bilip bunun muhafazası için Rabbimize yönelerek ellerimizi açmalı ve O’na çokça dua etmeliyiz. Rabbimiz bizleri tüm işlerinde hikmetli bir şekilde hareket edenlerden eylesin. Amin. Selâm ve Dua ile.


KAPAK DOSYA M. Sadık Türkmen

DAVETİ ZAFERE GÖTÜREN ÖNEMLİ ETKEN: SABIR

H

amd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve

Hayatın hangi alanı olursa

selam Rasûlullah’a, onun aile-

Özellikle bu iş kişinin arzula-

sine ve ashabına olsun.

dığı bir mevzuda olursa insa-

“(Ey Muhammed!) Ulu-l Azm (azimet sahibi) peygamberle-

olsun bir işe başlangıcın heyecan veren bir yönü vardır.

nın şevki daha da artar. Fakat bir zaman geçtikten sonra bu istek azalır ve büyük hedefle-

rin sabrettiği gibi sende sab-

re ulaşmak için girişilen işler

ret. Onlar için acele etme.”

sıradanlaşıverir.

(1)

“(Ey Muhammed!) Ulu-l Azm (azimet sahibi) peygamberlerin sabrettiği gibi sende sabret. Onlar için acele etme.” (Ahkaf, Sûresi, 35)

1. Ahkaf Sûresi, 35.

Cemâziye'l-Ahir 1439

17


Büyük kâr elde etmek gayesiyle açılan bir işyeri, dürüst çalışacağım temennileriyle girilen her iş, mutlu bir yuva kurmak için girişilen her evlilik, aileye yeni katılan her bebek, hâsılı hayatın farklı sahalarında yaşanan her başlangıç heyecan fırtınalarına vesile olur. Ancak belli bir zaman sonra insan sükun bulur ve bu heyecanlar yerini hayatın gerçekleri olan vazifelere bırakır. İşlerin organizesi, evlerin tanzimi çocukların yetiştirilmesi gibi pek çok uğraş tahammül ve sabırla belirli bir kıvama getirilebilir. Allah yolunda davette sabırda davetin doğal bir neticesidir. Büyük bir zevk ile bu yüce mesleği tercih eden davetçi, bu yolun yolcusu olduğuna kendisini ikna eden her dava adamı müslüman kendisini demirin ateşe tutulması gibi zorlu bir vazifeye atmıştır. Meyvesi ancak Allah katında ortaya çıkacak bu amelin sevdalısı olan davetçi sabır zırhını giymeden, onun önemini bilmeden zorluklara nasıl tahammül edebilir ki? Davet tüm rasûllerin ve onlara tâbi olan dava erlerinin asli görevidir. Kur‘an-ı Kerim’i tedkik eden her fert onların davet vazifesini yerine getirirken kötü söze, kınanmaya ve işkenceye maruz kaldıklarını, hatta nicelerinin bu yolda şehid edilmeye varan muamelelere muhatab olduğunu görecektir. Bu durum bize bir hakikati haykırmaktadır: ”Davet yoluna çıkan kişi karşılaşacağı bunca zorluklara iyi 2. Lokman Sûresi, 17.

18

Mart 2018

hazırlanmak mecburiyetindedir. ”Bu gerçeği davetini hikmet üzere bina eden Lokman aleyhisselâm oğluna yaptığı tavsiyelerle bize de öğretmektedir: ”Ey oğulcuğum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret, kötülüğe mani ol, başına gelene sabret. Şüphesiz ki bunlar kesinlikle emredilen hususlardır.” (2) Davette sabır mevzusu sadece davetçiye İslâm düşmanlarının konusuna hasredilmemelidir. Çünkü bu sabrın yalnız bir konusuna yönelik bir durumdur. Zira İslâm’ın hâkim olduğu dönemlerde dahi davetçilerin İslâm’ı iyi bilmeyen Müslümanlardan pek çok meşakkatler gördüğü bir gerçektir. Davete hazırlık, muhatabın daveti kabul etmemesi halinde o kişiye daha farklı bir metodla sunma, davaya sahip çıkan erlerin sayıca az olması, gayretlerin azlığı yine sabredilmesi gereken durumlardandır.

Peygamber Kıssalarından Sabır Örnekleri: Allah Teâla, Kur’an-ı Kerim’de peygamber kıssalarında sabır ile alakalı bazı ibretli tabloları öğüt almamız için bizlere sunmuştur. Böylece davet yolunda zorluklarla karşılaşıldığı zaman onlar göz önüne alınıp dirayet gösterilsin. Bu kıssalardan en dikkat çekenlerden biri Nuh aleyhisselâm‘ın kavmi ile olan sabır yarışıdır. Nuh aleyhisselâm


İslâm’a davette, onlar ise hidayete sırt çevirmede uzun soluklu bir mücadele yapmışlardı. Bu inkârcı kavim halkımız arasında inada sebep söylenen “ Nuh dedi, peygamber demedi “ sözünü adeta yaşatmışlardı. Sanki babadan oğula geçen bir vasiyetmiş gibi hidayetten yüz çevirmeyi anane şeklinde sürdürüyorlardı. Nuh peygamber ise dokuzyüz elli yıl boyunca azim ve sabırla davet görevini devam ettirdi. Kur’an-ı Kerim bu kıssanın bir kısmını şöyle anlatıyor: “Yine Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Şüphesiz ki ben kavmimi gece gündüz davet ettim. Ancak davetim onların kaçmasından başka bir şey artırmadı. Şüphesiz ki Senin onları bağışlaman için ben onları her davet ettiğimde, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler. (İnkârlarında) ısrar ettiler ve büyüklendikçe büyüklendiler. Sonra şüphesiz ki ben, onları yüksek sesle davet ettim. Şüphesiz ki ben onları, hem ilan ederek davet ettim hem de kendilerine gizli gizli söyledim. Ve dedim ki: ‘Rabbinizden af dileyin. Şüphesiz ki o çok affedendir.” (3) Hz. Nuh aleyhisselâm’ın nasıl inatçı bir kavim ile muhatap olduğunu ve onun sabrının ne kadar büyük olduğunu bir hadisi şerif bizlere gayet güzel bir şekilde beyan etmiştir:

İslâm davetçisi her biri ayrı bir dünyayı özünde toplayan insan ile muhatap olduğunu bilmelidir. Yine kendisinin bu işi Allah’ın emrini yerine getirmek gayesiyle yüklendiğini gönlüne yerleştirmelidir. Onun vazifesi insana hayatını devam ettirmesi için hastasının verdiği rahatsızlıklara katlanan doktorun görevinden daha ağırdır. Zira o hayatın ve hayattan sonraki asıl hayatın imarına çalışmaktadır. O göklerin, yerin ve dağların altına girmekten kaçındıkları büyük emaneti yüklenmiştir. O halde dağlardan sağlam bir iradeyle vazifesini sürdürmelidir.

Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle söyledi: “Nuh kıyamet günü çağı3. Nuh Sûresi, 5-10.

Cemâziye'l-Ahir 1439

19


rılır, o da hemen “Emret, emrine uymak bana saadet saadet verir ya Rabb!” diye icabet eder. Allah ona “Tebliğ ettin mi?” diye sorar, o da “Evet” der. Ardından onun ümmetine Nuh size tebliğ ettimi?” diye sorulur, onlarda “Bize uyarıcı gelmedi.” diye cevap verirler. Allah, Nuh’a “Sana kim şahitlik edecek?” diye sorar, o da: “Muhammed ve ümmeti o tebliğ etti diye şahitlik ederler.” dedi.” (4) Hz. İbrahim aleyhisselâm putperest kavmini davet etmesi neticesinde ateşe atılmak ve yurdundan sürülmek ile cezalandırıldı. Hak üzerine sebat edince Allah onun için tutuşturulan ateşi serin ve selamet kıldı. Yurdundan çıkarılması tevhidin simgesi olan iki büyük merkezin Kâbe ve Mescidi-i Aksâ’nın temellerini yükselten mübarek bir yolculuğun başlangıcı oldu. Hz. Musa aleyhisselâm önce İslâm’ın azılı düşmanı olan Fir’avn’dan ardından onun baskısı altında fıtratını kaybeden bazı yahudilerden akla hayale gelmeyen tahammülü zor hadiselerle sınandı. Bunların en yıkıcı olanlarından birini Kur’an-ı Kerîm şöyle beyan ediyor: “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Onlar kendilerine ait bir takım putlara tapıp duran bir kavme rastladılar ve Musa’ya: “Ey Musa! Bunların nasıl ilahları varsa, bize de öyle bir ilah yap.” dediler. Musa dedi ki: ”Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz.” 4. Buhari, Tefsîrul-Kur’an, 4487. 5. Sâd Sûresi, 44.

20

Mart 2018

Oysa bu teklifi yapan kavim kısa bir zaman önce Fir’avn’ın elinden zorla kaçmıştı. Şimdi onlar kaçtıkları putlara tapmak için peygamberlerinden kendilerine put yapmasını istiyorlar. Bazen davetçi hiç ummadığı şeylerle sınanır. Öyle ki onun haline müdahale edenler “Allah bu kulunu terketti, ondan yardımını kesti.” diye düşünür. Bu durum mal ve evlat sahibiyken bunların alınması ve sıhhatin kaybolması gibi Şeytan’ın vesvesesinin rahatça davetçiyi yolundan alıkoymasına vesile olacak durumlar olabilir. Bu vaziyet alışılagelmiş imtihanlara pek yakınlık arzetmez. Belki de sabırla karşılanabilecek en zor durumdur. Hz. Eyyüb aleyhisselâm bu ağır imtihanı metanetle karşılamış ve yüce Allah’ın “Biz onu, sabreden biri bulmuştuk. O ne güzel kuldur. Şüphesiz ki o Rabbine çokça yönelendi.” (5) şeklinde övgüsüne mazhar olmuştu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de davet sahasında kendinden önce geçmiş peygamberlere tabi olmuş ve onlarla aynı kaderi paylaşmıştı. Davetin Mekke safhasında kendisinin ve ashabının işkenceye uğraması, bazılarının sakat kalması, şehid edilmeleri, bir kısmının yurtlarını terketmek zorunda kalmaları, açlıkla terbiye edilmek için ambargoya tabi tutulmaları kuşkusuz Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in imtihanlarının bir kısmını teşkil eder.


Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatında subra ve onu güzel meyvesine delalet eden en büyük hadiselerden biri de Taif yolculuğuydu. Taif halkını İslâm’a davet eden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

onların liderlerinden ren-

cide edici cevaplar işitmiş ve oradan taşlanarak kovulmuştu. Mahsun bir halde Mekke yolunu tutan Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem

Karnut Menazil

mevkiine varınca sabrın zirvesi olan şu hadise yaşandı. Hz. Aişe radıyallahu anha diyor ki: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e:

‘Senin başına

Uhud’dan daha büyük bir olay geldi mi?’ diye sordum. Dedi ki: “Senin kavminden göreceğim kadar sıkıntıyı gördüm. Bunlardan en sıkıntılısı Akabe gü-

buyurdu: ‘Bilakis ben, Allah’ın bunların nesillerinden sadece Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseleri

nünde beni koruması için Abdullah ibn

yaratacağını ümit ediyorum’.”

Yalil Abdi Kilâl’e kendimi teklif ettiğimde

İslâm davetçisi her biri ayrı bir dünya-

bana icabet etmediğidir. Bunun üzerine Karnuls-Seâbil’e kadar üzgün bir şekilde yürüdüm. Başımı göğe kaldırdığımda beni bir bulutun gölgelediğini gördüm. İyice baktığımda o bulutun içinde Cibril’i gördüm. O bana: ‘Allah kavminin sana söyledikleri şeyleri ve sana nasıl cevap verdiklerini duydu. Onlar hakkında dilediğin şeyleri emretmen için sana dağlara memur meleği gönderdi’. Dağlara memur melek bana selam ve-

(6)

yı özünde toplayan insan ile muhatap olduğunu bilmelidir. Yine kendisinin bu işi Allah’ın emrini yerine getirmek gayesiyle yüklendiğini gönlüne yerleştirmelidir. Onun vazifesi insana hayatını devam ettirmesi için hastasının verdiği rahatsızlıklara katlanan doktorun görevinden daha ağırdır. Zira o hayatın ve hayattan sonraki asıl hayatın imarına çalışmaktadır. O gökle-

rerek şöyle seslendi: ‘Ey Muhammed!

rin, yerin ve dağların altına girmekten

Senin isteğine bağlıyım. Eğer onların

kaçındıkları büyük emaneti yüklen-

üzerine iki dağ geçirmemi istersen ya-

miştir. O halde dağlardan sağlam bir

parım’. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle

iradeyle vazifesini sürdürmelidir.

6. Buhari Bid’ul-Halk, 3231.

Cemâziye'l-Ahir 1439

21


KAPAK DOSYA Ahmet İnal

Davet'te Kalplere Uzanan Yol

MERHAMET

M

üslüman şahsiyet, Allah’ın boyasıyla boyanmış, ahlâkını Rasûlullah’tan almış oturuşunu, kalkışını, gülüşünü ağlayışını bile İslâm adabıyla şekillendirmiş kişidir. Kur’an ve sünnette örnek gösterilen şahıslar ve yerine göre tavsiye yerine göre de emir ifade eden vasıflar tefekkür edildiğinde İslâm’ın sunduğu kimliğin eşsiz bir noktada durduğu dikkatleri celb edecektir. Müslüman bir şahsiyet yaşadığı toplum içinde kendisini bir inci tanesi gibi belli eden, ahlâkıyla öne çıkan şahsiyettir. Merhametli olmak, insanlara rifkat ve müsamaha ile muamelede bulunmak ise belki de onun şahsiyetini oluşturan özelliklerin en başların-

22

Mart 2018


da gelmektedir. Zira ahlâkına bezenmeye talip olduğumuz Hz. Peygamber aleyhisselâm’ın muhteşem vasıfları gündeme geldiğinde zikredeceğimiz en öncelikli hususlar; ashabına, aile efradına, yaşlı ve çocuklara olan muamelesinde göze çarpan liynet, yumuşaklıktır. O’nun hayatı boyunca canlılığını koruyan bu vasfı, hareketlerine ve sözlerine yansımış, vazgeçilmez tavsiyeler olarak da hadis külliyatlarında yerini almıştır. “İbn Mesud’dan radıyallahu anh Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Agâh olun! Size ateşin kimi yakmayacağını bildireyim mi?" Yahut "Ateşe kimin haram kılındığını haber vereyim mi? Cana yakın, ağır başlı, yumuşak huylu, kolayca iş gören kimselere haram kılınmıştır”.

(1)

Cerir b. Abdullah’ın radıyallahu anh Rasûlullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyururken işittiği rivayet edilmiştir: "Yumuşak huyluluktan mahrum olan, her türlü hayırdan mahrum olur.”

(2)

Hz. Aişe’den radıyallahu anha Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem

şöyle buyurduğu

rivayet edilmiştir: “Allahu Teâlâ rıfk ile muamele edicidir, yumuşak huyluluğu sever. Katılıkla yapılana ve başka işlere vermediği sevabı, yumuşaklılıkla yapılana verir.”

(3)

Merhamet, yumuşaklık ve müsamaha şüphesiz her mü'minde bulunması gereken özelliklerdir. Mü'min anne ve babasıyla, eşiyle, çocuğuyla, komşu ve akrabalarıyla olan ilişkisini merhamet üzerine inşa etmek zorundadır. Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem insanlar bir yana hayvanlarla olan ilişkimizde bile merhameti vazgeçilmez bir düstur olarak önümüze koymaktadır. Bir kediyi hapsettiğinden dolayı cehenneme giren kadın ya da bir köpeğe su verdiğinden dolayı affedilen günahkar bir kişi... Bunlar zihnimizde hikaye olarak yer bulması gereken olaylar değil pratik hayatımızda karşılık görmesi gereken hakikatlerdir. Özellikle de Allah’ın dinini tebliğ ve davet etme görevini yerine getirmeye çalışan Müslümanlar için... Kararan kalpleri İslâm’ın nuruyla aydınlatmayı dert edinen bir Müslüman’ın merhametten yoksun olması, insanlara kaba ve katı bir şekilde davranması söz konusu olamaz. Davetçi, tebliğ ya da iyiliği emir kötülüğü nehy etme işinde insanların kalplerinin yolunun merhametten geçtiğini bilmek zorundadır. Kalbinde merhamet bulunmayan, davranışlarında yumuşaklığı hissettirmeyen bir kişinin insanları Allah’ın dinine davet etmesi ya da gördüğü hataları düzeltmeye girişmesi faydadan ziyade zarar doğurur. Böyle bir kişi bataklıktan kurtulmak için çırpınıp du-

1. Tirmizî; Kitabu'l Sıfatı Yevm’il-Kıyame, 2490. 2. Müslim; Kitabu'l-Birr. 2592. 3. Müslim; Kitabu'l-Birr, 2593.

Cemâziye'l-Ahir 1439

23


ran ama her hareketiyle kendini biraz daha batıran kişiden farksızdır. Bilinmelidir ki; davet meşakkatlerle dolu olan bir serüvenin adıdır. Bu uğurda davetçi kimi zaman hakaretlere uğrar, kimi zaman itibarıyla imtihan olur, kimi zaman da işkencelere maruz kalır. Tüm baskıların arttığı anda davetçi bir kırılma noktası yaşar. İşte tam bu noktada davetçinin önündeki engeli aşmasının sadece bir yolu vardır: Karşısında duran ve hatta ona her türlü belayı reva gören bu insanlara merhamet nazarıyla bakarak izzetli yoluna devam etmek... Onları doktora muhtaç hastalar olarak kabul edip yeniden bismillah demek... İşte bu husus bize davetçilerin önderleri olan peygamberlerden intikal eden bir mirastır. Putperest babasına bile babacığım diyerek hitab eden Hz. İbrahim’in mirası... Helakın gelmesine ramak kala oğluna yardım elini uzatan Hz. Nuh’un mirası... Tahta geçtiğinde kardeşlerini affeden Hz. Yusuf’un mirası... Taifte taşlanmaktan dolayı her tarafı kan revan içinde kalmasına rağmen helak için değil hidayet için dua eden Hz. Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem mirası... Şüphesiz bu mirasa varis olmak her kula nasip olmaz, her yürek kaldıramaz bu yükü. Kötülüğe iyilik ile muamele etmek, taş atana bir gül demeti sunmak, nefse ve şeytana aldırmadan her daim merhameti kuşanmak zor ve ağır bir yüktür. Rab4. Fussilet Sûresi, 33-36. 5. Taha Sûresi, 43-44.

24

Mart 2018

bimizin de buyurduğu gibi bu şerefe ancak ve ancak sabredenler ve hayırdan nasibi olanlar kavuşacaktır: “(İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve “Ben Müslümanlardanım” diyenden kimin sözü daha güzeldir? İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur. Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur. Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işiten, bilendir.” (4) Davette yumuşak bir üslubun kullanılması davetçinin muhayyer bırakıldığı bir husus olmayıp tam aksine Allah’tan gelen bir emirdir. Allah celle celaluhu ilahlık taslayan Firavun için bile “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar.” (5) buyurarak Hz. Musa ve Harun’u ikaz etmiştir. Çünkü sertlik ile alt edilemeyen, mücadele esnasında aslan kesilen nice nefisler vardır ki; merhamet ve müsamaha ile karşı karşıya kalınca adeta mumun eridiği gibi erimektedir. Hal böyleyken davetçinin nefsine yenik düşerek sert ve gaddar bir yöntem kullanması şeytan ve dostlarına taraftar kazandırmaktan başka bir şeye yaramamaktadır. Şurası tartışma götürmez bir hakikattir ki;


toplumları liderler etrafında toplayan ana unsur insanları kendilerine hayran bıraktıran karizmatik duruşları değil tebalarına karşı göstermiş oldukları merhamet ve adalettir. Rabbimizin de Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem hitaben buyurduğu gibi; "O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever." (6) Davetin durumdan duruma göre değişen aktif bir yapısı vardır. Bu sebeple, davanın ruhunu özümseyememiş bir davetçi çoğu zaman karşılaştığı imtihanlarda karmaşık duyguların zihnini yormasına yenik düşer. Çünkü nefis, onur, taviz, irade, merhamet, adalet, enaniyet gibi unsurların hepsi aynı anda çıkar karşısına. Bu bağlamda onun önünde duran önemli eşiklerden birisi de, davadan taviz vermek ile insanlara karşı merhametli olmak arasındaki ince çizgiyi korumasıdır. Bu hassas dengeyi bozmadan yola devam edebilmek ise ancak Allah’ın ihsan edeceği hikmet, basiret ve feraset ile mümkün gözükmektedir. Bu bereketlerden yoksun olanlar merhamet girdabında kaybolup dinden tavizler verme hatasına düştükle-

Davette yumuşak bir üslubun kullanılması davetçinin muhayyer bırakıldığı bir husus olmayıp tam aksine Allah’tan gelen bir emirdir. Allah cellelaluhu ilahlık taslayan Firavun için bile “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar.” buyurarak Hz. Musa ve Harun’u ikaz etmiştir.

ri gibi tam aksini yaşayıp inancından ödün vermemek uğruna merhamete ve iyiliğe muhtaç nice insanı da dinden soğutma felaketine imza atmaktadır. Söz konusu bu dengeyi canlı bir şekilde örneklendiren en güzel vakıalar davetçilerin önderi olan Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem hayatında bol miktarda mevcuttur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın celle celaluhu kendisine ihsan ettiği güç ve kuvvete ulaşınca nefsiyle hareket edip düşmanlarından intikam almamış, bilakis İslâm’a bir fert daha kazandırmak amacıyla en çetin düşmanlarını dahi affetmiştir. Mekke’yi fethettiği gün Kureyş’lileri toplayıp “Gidebilirsi-

6. Âli-İmran Sûresi, 159.

Cemâziye'l-Ahir 1439

25


niz, bugün hepiniz özgürsünüz” diyerek onları serbest bırakması tüm davetçiler için üzerinde uzun uzun tefekkür etmeyi gerektiren bir olaydır. Zira bir kimsenin kendisiyle savaşmış, memleketinden sürgün etmiş ve her türlü ezayı reva görmüş birisini elinde güç ve kuvvet varken serbest bırakıp affetmesi hafsalaları zorlayan bir durumdur. Ancak bahsi geçen kişi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem olunca bu durumu çok da garipsememek icap eder. Çünkü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu tür insanlar ile kendi durumunu şu sözlerle çok güzel bir şekilde ifade buyurmuştur: "Benim misalim ateş yakan bir adamın misali gibidir. Ateş, etrafını aydınlatınca pervaneler ve şu ateşteki hayvanlar içine düşmeye başlarlar. Adam onları men etmeye başlasa da onlar kendisine galebe çalarak ateşe atılırlar. İşte benimle sizin misaliniz budur. Ben ateşten korumak için sizin eteğinizden tutuyorum: Ateşten beri gel! Ateşten beri gel! diyorum. Siz bana galebe çalarak onun içine atılıyorsunuz." (7) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem insanlara olan merhameti bebeği sobaya doğru giden bir annenin merhametinden daha az değildi. O sallallahu aleyhi ve sellem, ateşe doğru şuursuzca hareket eden insanları alıkoymak için önüne çıkan her fırsatı değerlendiriyordu. Tarihler Miladi 627 yılını gösterdiğinde Mekkeliler Medine’de büyüyüp gelişen 7. Müslim, Faziletler Babı, 2284. 8. İbn Hişam, s. 997. 9. Serahsi, el-Mebsut, X,91.

26

Mart 2018

İslâm devletini ortadan kaldırmak için büyük bir orduyla Müslümanların kapısına dayanmışlar, hedeflerine daha çabuk varabilmek amacıyla da içerdeki Yahudilerle anlaşmışlardı. Müslümanların iki ateş arasında kalması beraberinde büyük felaketlere kapı aralamış, cesur yürekler bile titrer olmuş iken Allah’ın yardımı ve Rasûlullah’ın planıyla kuşatma kaldırılmıştı. Bu acı ve bir o kadar da tehlikeli olayın üzerinden çok da geçmemişken Mekke’de bir kıtlık baş göstermişti. (8) Kureyş’lilerin tüm hububat ithalatını yaptıkları yer olan Necd ile Yemame bölgesi de o zamanlar Müslümanların kontrolü altına geçmiş akabinde de Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem emriyle Kureyş’e yapılan ihracat durdurulmuştu. Ancak Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem merhamet yüklü gönlü buna razı gelmemiş ve fakirlere dağıtılmak üzere tahsis edilen 500 altın dinar Mekke’ye doğru yola çıkmıştı. (9) Tüm bu yapılanlar aşırı duygu yüklü bir insanın aldığı yanlış kararlar değildi. Çünkü aradan kısa bir süre geçtiğinde, İslâm’a açılan savaşta en önde gidenlerin bile Müslüman olması takınılan bu tutumun ne kadar yerinde olduğunun en büyük göstergesiydi. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem bu tavrı akrabaları ve hemşehrileri olan Mekkelilere mahsus değildi. Aynı tavır kendisini öldürmeye defalarca teşebbüs etmiş Yahudiler için bile geçerliydi.


Bir defasında Rasûlullah’ın huzuruna beş on kişilik bir Yahudi heyeti girdi. Huzura girince selâm vermiş olmak için: “Ölüm üzerinize” demek olan “es-Sâmu aleykum” dediler. Aişe radıyallahu anha annemiz dedi ki: Ben bu sözü anladım da: Ölüm ve Allah’ın laneti sizin üzerinize olsun! diye karşılık verdim. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey Aişe ağır ol! Çünkü Allah her hususta rıfk ile, yumuşaklık ile muamele etmeyi sever” buyurdu. Ben: Ey Allah’ın Rasulü! Dediklerini işitmediniz mi? dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ben de: Ve aleykum (= Sizin üzerinize de)/ dedim" buyurdu. (10) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem merhamet ve müsamaha sınırları o kadar genişti ki nefislerin kabardığı, öfkeden akılların baştan gittiği durumlarda bile O sallallahu aleyhi ve sellem bu halini asla değiştirmiyordu. Bir gün bedevilerden birisi mescidin içinde işedi. Sahabiler onu dövmek ve eziyet etmek için kalkıştılar. Rasûlullah onlara: "Onun sidiğini kestirmeyin!” buyurdu. Sonra bir kova su istedi de onun sidiği üzerine döküldü. “Sizler güçlük değil, ancak kolaylık göstermek üzere gönderildiniz” buyurdu. (11) Tüm bu örnekler ve izahatlerin neticesinde denilebilir ki; gücü yeten tüm Müslümanlara ilahi bir görev olarak sunulan davet bu zamana kadar tüm peygamberler tarafından merhamet

Şurası tartışma götürmez bir hakikattir ki; toplumları liderler etrafında toplayan ana unsur insanları kendilerine hayran bıraktıran karizmatik duruşları değil tebalarına karşı göstermiş oldukları merhamet ve adalettir.

ile yürütülmüştür. Ve bu yol kıyamete kadar da muamelede yumuşaklılığı, affediciliği, ağır başlılığı kendine düstur edinmiş, insan kazanmanın derdinde olan hikmetli davetçilerin omuzlarında yükselecek ve katı kalpli düşmanlar bile bu merhamet pınarı karşısında direnemeyip diz çökecektir. Davet yoluna gönül vermiş her müslüman şunu iyi bilmelidir ki; şefkat, rifkat ve merhamet ile atılan her adım inkar ve isyan ile harab olmuş her gönlü imar edecek ve bu gönlün sahiplerini Allah yolunda koşturan bir nefer haline getirecektir.

10. Buhari, Edep, 35, Müslim, Selâm, 10-11. 11. Buhari, Edep, 55.

Cemâziye'l-Ahir 1439

27


KAPAK DOSYA Derya Fıçıcı

Hayatlarımıza baktığımızda hep bir fedakârlık vardır aslında. Bazen mesleğimize bazen evlatlarımıza, bazen sanata ve bazen de müziğe... Hep bir şey vardır feda olunan, uğrunda yaşanan, uğrunda vazgeçilen, hatta uğrunda ölünen...

DAVET VE FEDAKÂRLIK

F

edakar insan sevdiği şeylerden feda eden demektir. Davet için fe-

dakarlık ise en sevdiği İslâm davası için, davanın yücelmesi için diğer sevdiklerini feda edebilmesidir. Yani davasını diğer sevdiklerinden daha fazla sevmesidir. Onu her şeyin üzerinde tutması, hatta sevdiği her şeyi davasının içinde olduğu için sevmesi, eşini, çocuklarını, malını, akrabalarını, yakınlarını, her şeyi İslâm davasının bir parçası olarak görmesi, nefsin

28

Mart 2018

bencillikten kurtulması, kendi istek ve duygularından kendi menfaatini koruma duygu ve düşüncesinden sıyrılıp ince düşünceye, ileriyi görmeye, basirete sahip olmasıdır. En büyük basiret ise İslâm davası için feda ettiğimiz şeylerin bize Allah’ın rızası olarak geri döneceğini anlamak, karşılığının ebedi cennet olduğunu bilmek, bu fedanın karlı bir fedakarlık olduğunu kalben hissetmektir. Ve bu feda edişin lezzetini kalbinizin derinliklerinde hissederek Allah


celle celaluhu’dan

daha fazlasını istemek,

feda etmeye doyamamak, onunla iç huzuruna kavuşmak, tatlı bir sevinç yaşamak,

ibadetlerimizde

huşuyu

yakalamaktır. Ve her feda ettiğimizi düşündüğümüz şeyin sahibinin Allah celle celaluhu olduğunu, aslında elimizde

avucumuzda O’nun bize bahşettiklerinden başka bize ait olan hiçbir şeyin olmadığını bilmek...

“Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe erişemezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” (Âl-i İmran, 92)

Şöyle ki, sevdiğiniz birine hediye vermek istiyorsunuz, onun sevgisini kazanmak için. Ama yanınızda bulunan her şey onun size hediye ettikleri ve bunlardan başka bir şeyiniz yok. Ancak Rabbimiz bundan razı. Üstelik onlardan infak ettiğimizde, feda ettiğimizde karşılık olarak bizlere cennetini vaad ediyor. “Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe erişemezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.”

(1)

“Dedi ki: Öyleyse beni azgınlığa mahkum ettiğin için ben de andolsun ki; Senin dosdoğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım.”

(2)

İşte, canını Allah yolunda feda eden, şeytan ve dostlarıyla kanının son damlasına kadar cihad eden, Rabbi-

Peki Rabbimizin bize gönderdiği, tüm

ne inşallah şehid olarak kavuşan Ab-

insanlığı felaha ulaştıracak tek dava

dullah Azzam rahimehullah’ın dilinden

olan İslâm dini için nasıl fedakar ola-

fedakarlığın ne manaya geldiğini an-

biliriz?

latan cümleler;

Allah celle celaluhu, kulları için katından

Tevbe Sûresi Tefsiri kitabının “İslâm

gönderdiği sırat-ı müstakim yolunun

davetçisinin yanında ölüme hazır

önünde duracağına yemin eden İblis

olanlar yer alır” başlığında; Mısır’da

ve dostlarına karşı bir mücadelemiz

İhvan-ı Müslimin’den olan Necib

olmalı. Ve bu mücadele bizim için her

El-Muti isimli İslâm fıkhı aliminin

şeyden önemli olmalı.

kendisine anlattıklarını kaleme alıyor.

1. Âl-i İmran, 92. 2. Araf, 16.

Cemâziye'l-Ahir 1439

29


Allah yolunda feda olmaktan başka hiçbir fedakarlık, insanı şehitlik, şahitlik zirvesine ulaştıramaz. Ve hiçbir fedakarlık onu böyle izzetli, böyle şerefli kılmaz. Onu ebedi mutluluğa ulaştırmaz.

“Bir gün muhaberattan evime baskın yaptılar ve beni iki yıl ifadesiz içeride bıraktılar. Beni neden tutukladıklarını sorduğumda ise: “Komşun Müslüman Kardeşler Cemaatine dahil olan birinden bir araba satın aldı.” Ben de: “Peki, bundan bana ne?” dedim. Onlar sözlerine şöyle devam ettiler: “O adam sana selâm verdi, sen de selâmını aldın.” Ben de: “Yani, ne yapmam lazımdı?” dedim. Onlar: “Mescidin kapısında onunla karşılaştınız ve selâmlaştınız. Bunu bize haber vermen gerekirdi.” dediler. Ben de: “Ne yani, her sabah karşılaştığım adamlar için telefona sarılıp: “Alo! Bana istihbaratın müdürünü bağlar mısınız”, dersem, telefonun beş-altı saat açık kalması lazım. Ta ki komşum buradan geçti ve bana selâm verdi diye bilgi

30

Mart 2018

verebileyim.” Bunu anlatan, vallahi dürüstlüğüne inandığım âlim bir insandır. Konulduğu zindanı ise şöyle anlatıyor: “İki yıl kaldığım zindanda büyük bir yılan üzerimde gezerdi. Bunun nedeni ise komşum Müslüman Kardeşlere mensub birinden araba satın almış ve bana selâm vermiş, ben de selâmına karşılık vermişim” Evet, böyle bir ortamda senin yanında durmaya kim cesaret edebilir? Buna kim güç yetirebilir? Tabi, Allah için şehadete hazır olanlar dışında hiç kimse, hiç kimse... Bunun örnekleri çoktur, saymakla bitmez. ” Şehid (inşallah) Abdullah Azzam’ın kitabında verdiği bir örnekte gördüğümüz üzere, İslâm davasına ancak böyle nice erler feda olmuştur. Zillet anında, zafer anında, sıkıntıda, meşakkatte, sabırda, her an dava bilincinde olmak, o şuuru kaybetmemek, fedakarlığın, feda olmanın şahsiyetlere yerleşmesi işte böyle olmuştur. Hayatlarımıza baktığımızda hep bir fedakarlık vardır aslında. Bazen mesleğimize, bazen evlatlarımıza, bazen sanata ve bazen de müziğe... Hep bir şey vardır feda olunan, uğrunda yaşanan, uğrunda vazgeçilen, hatta uğrunda ölünen... Allah yolunda feda olmaktan başka hiçbir fedakarlık, insanı şehitlik, şahitlik zirvesine ulaştıramaz. Ve hiçbir fedakarlık onu böyle izzetli, böyle şerefli kılmaz. Onu ebedi mutluluğa ulaştırmaz.


Öyle ise kardeşim, işte şimdi var gücümüzle Allah için mücadele etmeliyiz. Tıpkı Zeynep El-Gazali misali... Şehit inşallah Abdullah Azzam anlatıyor: Zeynep el-Gazali hapishanede iken onun işkence ve yorgunluğunu artırmak için hücresine eroin kaçakçısı bir kadın getirirler. Bu kadın çocukları kaçırıp boğazlayarak bağırsaklarını çıkartıp içerisine eroin dolduran ve kefenleyerek cenaze nakli altında eroin kaçakçılığı yapan biridir. Kadın Zeynep el-Gazali’nin hücresine konulduktan bir müddet sonra Müslüman olur ve tevbe eder. Namaz kılmaya ve oruç tutmaya başlar. Daha sonra Zeyneb el-Gazali’nin ailesiyle aralarında irtibat başlar. Kadın, Zeyneb el-Gazali’nin ailesine: “Zindana bir şey göndermek istediğiniz zaman bana gönderin ben onu ona ulaştırırım,” der. Eroin kaçakçılarının ziyareti serbestti, ancak Zeynep el-Gazali’nin ziyaretçilerle görüştürülmesi ve dışarıdan ona bir şey gönderilmesi yasaktı. Bu cani kadın müslüman olduktan sonra Zeynep el-Gazali’ye dışarıdan çok güzel yiyecekler getirmeye çalışıyor ve ona hizmet ediyordu. Cezaevi idaresi bu duruma çok şaşırmıştı. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Kendi kendilerine şöyle demişlerdi: “Biz esrarcı kadını hacı Zeynep el-Gazali’nin yanına koyarak onu da bozduk. Herhalde bu kadın tevbe etti. Yaptıklarından vazgeçti.” Daha sonra eroinci kadını cezaevinden çıkartırlar.

Kadın çıkarken ağlar ve: “Ben sensiz nasıl yaşayabilirim?” diyerek feryat eder. Bir gün Zeynep el-Gazali’nin evindeydim. Yaşlı bir kadın bize çay uzattı. Zeyneb el-Gazali bana: “Bu kadın kimdir, tanıyor musun?” dedi. Ben: “Hayır,” dedim. Zeynep el-Gazali: “Bu kıssasını sana anlattığım eroinci kadındır,” dedi. Eroinci milyoner kadın tüm serveti ile birlikte Zeynep el-Gazali’ye hizmet ediyor ve onun evinde kalıyordu. Rabbim! Bizim hayatlarımızı da Senin yolunda feda olunan hayatlardan eyle. Bizlere böyle bir şuur ve bilinç nasib eyle. Allahumme Amin... Selâm ve dua ile...

Cemâziye'l-Ahir 1439

31


KAPAK DOSYA Ümit Şit

Davet'te Örnekliğin Önemi

"Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir." (Saff Sûresi, 1-2)

32

Mart 2018

A

nne ve babası tarafından eğitilmekte olan bir çocuk düşü-

şadan kurtulmanın reçetesi

nelim… Nelerin doğru nelerin

dır. Çocuk dinlediklerini zih-

yanlış olduğunu bilmemek-

ninde tartmakta ve kafasın-

te ve doğrular ile yanlışları

daki soruların karşısına cevap

birbirine

karıştırmaktadır.

olarak yerleştirmektedir. Bey-

Kavramlar karmaşasının tam

ni ve kalbi cevapta mutmain

ortasında şaşkın bir halde ol-

ise çocuk rahatlamakta ve bir

duğunu düşünelim. Böyle bir

sonraki hedefe doğru adım-

çocuğun gerçek bilgiye ihtiya-

lar

cı suya duyduğu ihtiyaç gibi-

güvenirliği ne kadar fazla ise

dir. Anne ve babasından ne

ileriye attığı adımları da ona

duyarsa kulak kesilir ve can

göre güçlü olacaktır. Aldığı

havliyle dinlemeye koyulur.

cevapların güvenirliği mual-

Çünkü zihnindeki bu karma-

lak ise ileriye atacağı adımlar

anne eve babasının dilinden sarf edilen sözcüklerde saklı-

atmaktadır.

Cevapların


da cılızlaşacaktır. Bu yüzden cevapların sahipleri, sözlerinin esirleridirler. Tıpkı Hz. Ali radıyallahuanh’a ait olduğu söylenilen şu sözü gibi: “Söz ağızdan çıkana kadar senin esirindir. Ağızdan çıktıktan sonra sen onun esiri olursun.” Bu yüzden çocuğun ebeveyni ağzından çıkan sözlerin, hayattaki uygulanabilir sembolü olarak çocuğun karşısında durmaktadırlar. Baba, çocuğuna yalan söylemenin kötü bir davranış şekli olduğunu vurguladıktan sonra; kendisini arayan akrabalarına karşı eşini öne sürerek, evde olmadığını söylettirmesi, çocuk için örnekliğin yıkıldığı bir andır. Artık babası yalan söyleyenin mü'min olmayacağı üzerine yeminler etse dahi çocuğun zihninde, sözünde emin olmayan kişi olarak damgalanmıştır. Bu örnek, davet içinde geçerli olan bir durumdur. Allaha davet edeceğimiz muhataplar tıpkı gerçek bilgiye aç olan çocuklar gibidir. Sürekli çocuklar gibi soru sormaktadırlar. Gelen soruları en güzel şekilde açıklayarak cevabını karşı tarafa sunmamız basittir. Ancak sözlerin hayattaki sembolü veya örnekliği olmak ise zor bir süreçtir. Gerçeğin örnekliğini sergileyen kahraman insanlar, sözlerinden çok amelleri ile anılan insanlardır. Gerçek bilgiye ulaşarak karmaşadan kurtulan insanlar ise sözlere değil amellere bakan insanlardır. Bir davetçi davasını anlatırken, aynı zamanda yaşamalıdır. Mesela; Allaha inanmayan bir ateiste davet götürüldüğü zaman Allah’ın, kâinat üzerindeki ayetleri ile varlığını

ispatlama çabasına girilir. Vücudumuzun eşsiz işleyiş mekanizmasından girer, yeryüzüne inen karların birbirine sürtünmeden inişi üzerinden bilimsel veriler paylaşırız. Ancak unutulan bir hastalığımız, davetimizi sinsice yıkacaktır. Bir ateistte istediğiniz kadar bilimsel verilerle sempozyumlar düzenleseniz dahi, pratik hayatta bir eksikliğiniz ya da dalgınlığınız ile meydana gelen sözlerinizin amelleriniz ile çelişmesi, bütün bilimsel verilerin üstünü örtecektir. Bilimsel veriler ise çöplüğe atılan atıktan başka bir şey olmayacaktır. Allah’ın varlığının ispatında detaylara, betimlemelere rağmen, gündelik yaşam sırasında meydan gelen bir vakıada, sanki Allah seni görmüyormuşçasına bir davranış ve tutum sergilemek ateistin gözünde örnekliğin yıkılma sebebidir. Ya da Allah’ın varlığına inanan birinin amel yönünden zayıf olduğunu tespit ettiğimizi düşünelim. İstediğimiz kadar Salih amelleri anlatırsak anlatalım bu ameller bizim hayatımızda görünmüyor ise davetimizin samimi olmadığını karşı taraf tespit edecektir. Çünkü sizi rol model olarak benimsemiş, siz ise sözlerinizi amellerinizle desteklemediğinizden dolayı onda hayal kırıklığına sebep oldunuz. Tıpkı, babasını kahraman olarak gören, ancak bir kavga esnasında babasının dayak yediğine şahit olan çocuğun uğradığı hayal kırıklığı gibidir. Sözlerimiz ile amellerimizi uyuşturmamak Allah tarafından da razı olunmayan bir tutumdur. Ya uygulayacağımız sözleri

Cemâziye'l-Ahir 1439

33


sarf edeceğiz ya da susacağız. Aksi takdirde Allah Teâlâ’nın tehdidi ile karşı karşıya kalabiliriz. Allah Teâlâ Kur'an'ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir." (1) İnsanlara nasihat etmeden önce nasihat edeceğimiz şeyi önce kendimizin icra etmesi gerekmektedir. Mesela; sigara kullanan bir insanın nasıl ki sigaranın zararlarını başkalarına anlatarak sigaradan uzaklaştırmaya çalışmasını beklemek abes karşılanıyorsa aynı şekilde İslâm’ı insanlara taşıyan davetçilerin durumu da böyledir. Önce kendisine davayı taşıması, ardından ailesine ve sonra çevresine taşıması beklenen bir şeydir. Aksi takdirde Allah’ın şu ayetlerine muhatap olacaktır: “Siz; insanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz? Halbuki kitabı da okuyorsunuz, hiç aklınızı başınıza almayacak mısınız?” (2) Seyyid Kutup rahmetullahi aleyh, bu ayetin tefsirini şu şekilde yapmıştır: “Başkalarını iyiliğe çağırıp da bu çağrıya ters düşen davranışlarla ortaya çıkmak, insanların vicdanlarında sadece bu çağrıyı seslendirenlere karşı değil, çağrı konusu olan davaya karşı da şüphe uyandıran büyük bir musibettir. Bu musibet, insanların kalplerinde 1. Saff Sûresi, 1-2 2. Bakara Sûresi, 44

34

Mart 2018

ve kafalarında kargaşa doğurur. Çünkü bir yandan parlak sözler dinlerken öbür yandan çirkin davranışlar gören insanlar, sözle davranış arasındaki bu çelişki karşısında bocalarlar; inançlarının ruhlarında tutuşturduğu ateşin harareti söner, imanın kalplerinde parıldattığı aydınlık kaybolur; din adamlarına karşı güvenlerini yitirdikten sonra artık bu adamlar tarafından temsil edilen dinin kendisine karşı da güvenlerini kaybederler. İnanmış bir kalpten kaynaklanmayan söz ne kadar cazibeli, sarsıcı ve heyecanlandırıcı olursa olsun ölü ve soğuk bir ses yığınına dönüşmeye mahkûmdur. İnsanın söylediği söze gerçek anlamda inanmış sayılabilmesi için, kendi uygulamaları ile sözlerine tercüman olması, ağzından çıkan sözün davranışlarına yansıması gerekir. O zaman sözleri cazibeli ve etkili olmasa bile insanlar kendisine inanırlar, sözlerine güven duyarlar. O zaman onun sözleri gücünü cazibeli olmalarından değil, gerçek oluşlarından; güzelliklerini şimşek gibi çakmalarından değil, realiteye uygun olmalarından alırlar. Başka bir deyimle bu tür sözler yaşayan gerçek hayattan kaynaklandıkları için canlı bir enerji birikimine dönüşürler. Bununla birlikte sözle hareketin, inançla davranışın birbiri ile uyuşması basit bir şey, asfalt bir yol değildir. Bu iş; özel bir çabayı, bazı sıkıntılara katlanmayı, kararlı bir girişimi, yüce Allah ile sıkı sıkıya ilişkili


olmayı, O’ndan sürekli yardım dilemeyi ve O’nun hidayetine sığınmayı gerektirir.” (3) Davette örneklik teşkil etmek, davetin sonucu değil başlangıcıdır. Sahabelerin hayatına bakıldığında sözlerinden çok yapmış oldukları ile örneklik sergilediklerini görürüz. Dünyanın dört bir yanına dağılarak sosyal hayatta göstermiş olduğu ahlâkları ile insanların İslâm ile şereflenmelerine vesile olmuşlardır. İnsanlar; ticaretteki dürüstlüklerinden, verdikleri sözlerde durmalarından, yalandan kaçınmalarından, harama karşı titiz olmalarından, insanlara karşı yumuşak davranmalarından dolayı Müslüman olmuşlardır. Sahabeler, kendilerine samimi olduktan sonra, insanlara karşı da samimi davranışlar sergilemişlerdir. İnsanlar onların sözlerinde samimi olduklarını, samimi davranışlarından anlamışlardır. Mesela; Halid b. Velid’in savaş meydanındaki samimi örnekliği, düşmanın hidayeti ile sonuçlanmıştır. Yermük günü, düşman kumandanlarından biri olan Cerce ileri çıkarak Halid b. Velid’le konuşmak istediğini söyledi. Halid de bunu kabul ederek ona doğru ilerledi. Birbirlerine o kadar yaklaştılar ki, atlarının boyunları neredeyse birbirine değecekti. Cerce “Ey Halid! Senden bir şey isteyeceğim fakat bana doğruyu söyleyeceksin. Çünkü hür bir insan asla yalan söylemez. Beni kandırmayacaksın;

Gerçeğin örnekliğini sergileyen kahraman insanlar, sözlerinden çok amelleri ile anılan insanlardır. Gerçek bilgiye ulaşarak karmaşadan kurtulan insanlar ise sözlere değil amellere bakan insanlardır.

çünkü Kerem sahibi, şerefli bir insan kendisine Allah ile yemin verdiren bir kimseyi kandırmaz. Acaba Allah sizin Peygamberinize gökten bir kılıç indirdi de o da bu kılıcı sana verdiği için mi önüne her çıkanı hezimete uğratıyorsun?” dedi. Halid “Hayır!” deyince, Cerce “Peki, niçin sana ‘Allah’ın Kılıcı (Seyfullah)’ ismi verilmiştir?” diye sordu. Halid “Allah bize Peygamber’ini gönderdi. O da bizi Allah’a davet etti. Biz hepimiz ondan korktuk ve kendisinden uzaklaştık. Sonra bir kısmımız onu tasdik etti ve kendisine tabi oldu. Bir kısmımızsa onu yalanladı. Ben de onu yalanlayan ve ondan uzaklaşanlar arasındaydım. Sonra Allah Teâlâ bizi kalplerimizden ve perçemlerimizden yakaladı; bize onun vasıtasıyla hidayet verdi. Sonunda

3. Seyid Kutub, Fizilâli'l Kur'an s.29.

Cemâziye'l-Ahir 1439

35


ona biat ettik. Hz. Peygamber ‘Sen Allah’ın müşrikler üzerine çekilen kılıçlarından bir kılıçsın’ dedi ve bana yardım etmesi için Allah’a dua etti. İşte o zamandan beri insanlar bana ‘Allah’ın Kılıcı’ demektedirler. Ben Müslümanların müşriklere karşı en sert olanlarındanım” dedi. Daha sonra Cerce “Ey Halid! İnsanları neye davet ediyorsunuz?” dedi. Halid “Biz, insanları Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna davet ediyoruz. Bir de Allah katından gelenleri (Kur’an’ı) ikrar etmeye çağırıyoruz” dedi. Cerce “Peki, sizin bu davetinize icabet etmeyen kimse ne yapacaktır?” dedi. Halid “Haraç verecektir; biz de onu koruyacağız” dedi. Cerce “Haracı vermediği takdirde ne olacaktır?” diye sorunca, Halid şu cevabı verdi: “Önce ona kendisine savaş açtığımızı bildiririz. Daha sonra da onunla savaşırız.”

b. Velid ise buna şöyle cevap verdi:

Bu kez Cerce şunu sordu: “Size icabet eden ve emrinize girenin konumu nedir?” Bu soruya Halid “Allah’ın farz kıldığı şeylerde hiçbir farkımız yoktur. Büyük-küçük hepimiz eşitiz” cevabını verdi. Cerce ardından “Sizin dininize bugün giren bir kimse için ne kadar mükâfat vardır? Size verilen mükâfat ve ahiret azığı onun için de geçerli midir?” diye sordu. Halid “Evet hatta o bizden daha üstündür” dedi. Cerce “Siz İslâm’ı ondan daha önce kabul ettiğiniz hâlde nasıl eşit olabiliyorsunuz?” diye sordu. Halid

leridirler. Hiçbir şekilde konumlarını

4. İslâm’da Davet ve Davetçi, s. 208.

36

Mart 2018

“Biz bu emri zorla kabul ettik. Biz Peygamberimize o henüz hayattayken biat ettik. O sırada ona göklerden haberler geliyordu. O da bunları bize haber veriyor; mucizeler gösteriyordu. Bizim gördüğümüzü gören bir kimsenin bu dine girmesi, işittiklerimizi işiten bir kimsenin Müslüman olması, biat etmesi çok normaldir. Fakat size gelince; siz bizim gördüklerimizi göremediğiniz gibi bizim işittiğimiz şeyleri de işitmemişsinizdir. Bizim bildiğimiz olağanüstü delil ve hüccetleri de bilmiyorsunuz. İşte bu yüzdendir ki sizden biriniz hakkıyla ve halis niyetle bu dine girerse bizden daha üstün olur dedi.

(4)

Davette nasıl ki örnek şahsiyetlerin kitapları okunarak yaşantıları örnek alınıyorsa, günümüzde de insanlara davet götürenler bu zamanın öncüküçümsememeleri gerekir. Davetçi konumunu küçümser ise daveti ciddiyetsizleşir. Ya iyi örneklik sergileyerek Allah’ın dinini yaşatacağız ya da kötü örnekliğimiz ile Allah’ın dinine ihanet etmemek için kenara çekileceğiz. İhanet ağır bir itham olarak anlaşılabilir ancak Allah davetçilerin eliyle bir kimseye hidayet verecek iken, kimsenin İslâm’ı kötü göstermeye hakkı yoktur. Örneklik, daveti yaşanılır kılmaktır.


YETİMİN FERAHLIĞIDIR BARINDIĞI GÖLGE.. Pınarlarım bir bir kurudu Kadim şehrim eyvah virane mi oldu Saçlarımı okşayan merhametli eller vardı Ayaz geceleri de ısıtırdı Gülleler sağnak sağnak yağardı Canevim vuruldu Güneşli odam bile soğudu Bir çığlıklar tufanıydı asumanı kaplayan Enkaz ve oluk oluk kan Kol kanat çırpınışlarıydı hafızamda kalan Artık yalnız başmayım Küçük adımlarla uçurumlar diyarındayım YETİMİN ferahlığıdır barındığı gölge Nerede arayacağım haydi bi söyle... Denizlerin vurgun yemiş diplerinde mi? Kan çiçeklerinin sulandığı dağların ötesinde mi? Bir mü'minin yağmur duasında mı Yoksa helal sofrasında mı? Biçare yüreğimin korlaştırdığı yine sabır taşında mı? Nerede barınacağım haydi bi söyle...


ŞEHİD'İN ARDINDAN Abdullah Yorulmaz

Saçları Allah Yolunda Ağran Genç En sıkıntılı anlarında “Ya SELÂM! İnşallah Rabbim bize merhamet ederde şehitlerden oluruz” derdi.

Resulullah efendimiz sahabelerine şöyle buyurdu: “Kimin saçı Allah yolunda ağarırsa/beyazlarsa kıyamet günü Onun için bir nur olur” (1) Biz onu saçları henüz ağarmamışken tanımıştık. Ufak yaşlarından itibaren Ümmeti Muhammed’in derdiyle dertlenmeyi kendisine yol edinmişti. Henüz 17 yaşlarındayken o günün şartlarında çok kısıtlı imkânlara rağmen 1. Tirmizi/ Nesai

38

Mart 2018

İslâm dünyasının mahzun, mazlum ve mağdur Müslümanlarının haberlerini toplayıp arşivlemeye çalışıyordu. İnternetin, cep telefonlarının olmadığı o dönemde gazete ve dergileri tarayıp önemli bulduğu haberleri, köşe yazılarını özenle kesip arşivlemesi onun ümmeti Muhammed’in derdiyle ne denli dertlendiğinin en güzel örneğiydi.


İslâmi mücadelesi daha ortaokul çağ-

yorlar. Bayan Sosyete kuaföründe hiç

larında başlamıştı. Sonra Şişli Motor

olmayacak bir durum. Şalvar, cübbe

Meslek Lisesinde artarak devam etti.

sarık ve bir elde de misvak.

Okuldaki İslâmi gayret ve mücadelesi onu diğer öğrencilerden farklı kılıyordu. Daha o yaşlarda azmi, cesareti, direniş mücadelesi diğer gençlere örnek oluyordu. İslâmi hayatından asla taviz vermedi. Hele bir hikayesi var ki! O anlatmaya, biz gülmeye doyamazdık. İsterseniz hikâyeyi onun ağzından dinleyelim: “Babam ve amcamlar bayan kuaförüydü. Kendi çevrelerinde de epey tanınmış ve isim yapmışlardı. Yani şu sosyete cinsinden kuaförlerdendiler. Ben namaza ve camideki sohbetlere gitmeye başlayınca - belki

O günün akşamı bizimkiler ‘Bir daha dükkâna gelme, ne yapıyorsan da yap! Rezil olduk’ dediler. Böylece ben hem bayan kuaföründe çalışmaktan kurtuldum, hem de sohbetlere rahatça gitmeye başladım. İleriki yıllarda sağ olsunlar dedem ve amcamdan epey destek gördüm.” Evet böyle bir gençti O. Küçük yaşlarda dahi parlak ve pratik zekâsı ile kendini gösteriyordu.

O, İlme Sevdalıydı

de endişe ettiklerinden dolayı- benim

Lise yıllarından sonra özel Arapça ve

bir yere gitmemi ve gözlerinin önün-

dini ilimler üzere başarılı bir tahsil

den ayrılmamı istemiyorlardı. Tabii

yaptı. O, yeryüzünde zillet içerisinde

ben her seferinde damdan, pencere-

yaşayan Müslümanların ancak; ilim,

den bir şekilde kaçıyor ve sohbetlere

amel ve ihlas ile yeniden dirilebile-

katılıyordum. Bir gün ‘Artık dükkâna

ceğine inanıyordu. O yüzden bir da-

gelip çalışacaksın’ dediler. Bende ‘Ora-

vetçi, bir mücahit olmadan önce ilim

da açık saçık kadınlar var. Haram olan

adamı olmanın, rahle başında dirsek

yere gelmem’ deyince daha da kızdılar

çürütmenin gerekliliğine inanmıştı.

ve ısrarcı oldular. Birkaç gün bu müca-

İlim olmadan hakikat yolunun bulu-

dele sürdü. Sonunda kabul ettim. Tabii

namayacağını, cehaletin İslâm’ın en

kafamda bir plan kurmuştum.

büyük düşmanı olduğunu söylerdi.

Güzel bir cübbe, sarık, şalvar ve misvak buldum. Ertesi gün sarıklı, şalvarlı, cübbeli, misvaklı bir şekilde bizim

Bu yüzden Ashabı Suffa gibi gençliğini Allah yolunda ilim öğrenmeye adamıştı.

sosyete bayan kuaförüne daldım. Beni

Okul yıllarında zeki ve başarılı bir öğ-

gören herkes şokta. Herkes ‘bu kim,

renci idi. Rahatlıkla üniversite kaza-

bu kim? diye soruyor. Tabii bizimkiler

nabilecek kapasitede olmasına karşın

daha da çok şoktalar. Kızarıp bozarı-

onun hayallerini; doktorluk, mühen-

Cemâziye'l-Ahir 1439

39


dislik gibi kariyerli, halk içerisinde iti-

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem efen-

barlı ve paralı meslekler süslemiyor-

dimiz kefil oluyor: “Her kim Allah yo-

du. Onun en büyük hayali; ilim sahibi

lunda öldürülmeyi canı gönülden arzu

bir davetçi ve mücahit olmaktı. O, bu

ederse, yatağında ölse dahi Allah onu şe-

yolda gece gündüz azimle ilerledi.

O, Yorulmak Bilmeyen Bir Davetçiydi “İlmin zekâtı; onu dağıtmaktır” derdi. Ve hep öyle de yaptı. Yoğun ve zahmetli vazifelerine rağmen talep edildiği vakit ne yapar yapar muhakkak bir sohbet, bir seminer verir ve insanları Allah’a davet ederdi. Bu hususta hiçbir engel tanımaz, kınayıcıların

(2)

Onun Hayatı ve Ölümü Bizlere Nasihatti Onun hayatı da ölümü de geride kalan dostlarına baştan başa bir nasihattir. Adeta o hayatıyla bizlere şunu diyordu; “İlim tahsil eden genç kardeşlerim! Sizlerin ufku ve hedefleri

kınamasını umursamazdı. O, vehim-

büyük olsun. Sizlerin hedefi sadece

lerle ve hastalıklı takıntılarla uğraş-

bir cami veya mescit hocası, kuru bir

maz, daveti her kesime ulaştırmaya

vaiz veya hafız olmak olmasın. Sizler

gayret ederdi. Bu husustaki azmi ve

yaşadığınız çağın gereklerini çok iyi

gayretiyle hepimizin önüne geçmiş

bilen, sözde değil özde ümmetçi olan,

ve herkesi kendisine gıpta ettiren bir

insanlarla oturup kalkan, onların

mü’min olmuştu.

dertleriyle dertlenen, şuurlu, disiplin-

O, Azimkar Bir Mücahitti

li, teşkilatçı bir o kadarda fedakâr hocalar olun. Unutmayın; İslâm Davası;

O, Allah yolunda cihat etmeyi ve şe-

Derdi İslâm Olanların Omuzunda

hit olmayı arzulayan bir gençti. Şehit

Yükselecektir.”

olmak en büyük arzusu ve duasıydı. En sıkıntılı anlarında “Ya SELÂM! İnşallah Rabbim bize merhamet ederde şehitlerden oluruz” derdi. Ey saçları Allah yolunda ağaran genç! Rabbim sana merhamet etti ve şehitlerden kıldı inşallah. Rabbim bizlere

Ey saçları Allah yolunda ağaran genç! Ağaran saçların şahidin olsun. Sırat köprüsünde önünü aydınlatan nurun olsun. Rabbim seni Hz. Muhammed aleyhi selâm

ile, ashab ile, şehitler ile, Sa-

dıklar ile komşu eylesin.

de merhamet etsin ve şehitlerden kıl-

Senden Sonra Bir Yanımız Hep Ek-

sın inşallah.

sik Kaldı, Güzel Şehidim…

2. Müslim/Nesai

40

hitlerin mertebesine çıkarır.”

Mart 2018


ŞEHİD'İN ARDINDAN Hakan Sarıküçük

‫الل ال َّر ْح َم ِن ال َّر ِحيم‬ ‫ِب ْس‬ ِ َّ ‫ــــــــــــــــــــــم‬ ِ

‫الل َع َملَ ُك ْم َو َر ُسولُ ُه َوا ْل ُم ْؤ ِم ُنو َن‬ ُ َّ ‫َو ُق ِل ا ْع َم ُلو ْا ف َ​َس َي َرى‬ َّ ‫َو َس ُت َر ُّدو َن إِلَى َعالِم ا ْل َغ ْي ِب َو‬ ‫الش َها َد ِة َف ُي َن ِّب ُئ ُكم‬ ِ ‫ِب َما ُكن ُت ْم تَ ْع َم ُلو َن‬

ALLAH’A ADANMIŞ BİR ÖMRÜN SESLENİŞİ:

ÇALIŞIN! D

e ki: “Çalışın; yaptıklarınızı Allah da, O’nun Rasûlü de, mü’minler de görecektir. Neticede, gaybı da şahadeti de (duyu ötesini de, duyuların algı sahasına gireni de) bilen (Allah’ın) huzuruna iade edileceksiniz. O da, bütün yaptıklarınızı tek tek size bildirecek ve karşılığını verecektir.” (1)

hiçbir zaman doğru bildiğini söyle-

Yukarıdaki ayeti kendine rehber edinmiş bir şahsiyet!

iş yapmayı seven, ümmetin geleceği

Hayatını kimseye göre şekillendirmeye çalışmayan, her zaman doğru gördüğünü ve doğru bildiğini savunan

mekten çekinmeyen defaaten bunu tekrarlamaktan geri durmayan, istediği oluncaya kadar geri adım atmayan ve her neye mal olacak olursa olsun onu gerçekleştirmeye ve yapmaya çalışan dava önderlerinden bir şahsiyet! Zafer MERT. Adı gibi mert, fedakâr, çalışmayı ve için daima vazifeden vazifeye koşan, işi ağırdan almayan, kendini pahalıya satanlardan değil işin altına el atanlardan, gerektiğinde sırtında çuval taşı-

1. Tevbe, 105.

Cemâziye'l-Ahir 1439

41


beni mazur görürsünüz.

Herkes kendi yaptıklarından sorumlu olacaktır. Başkasının vazifesini ihmal etmesi veya gerektiği gibi özenle ve hakkını vererek yapmaması onunla Rabbi arasında olacaktır. Sen kendi işini en güzel yapmaya bak. Seni kendi amelinle sorumlu olacaksın. Başkasının bu halde olması seni de aynı şeyleri yapmaya sevketmesin

Senden öğrendiğim en önemli ilk ders; başkasının oturup çalışmaması ve hiçbir şey yapmaması karşısında karamsarlığa kapılmadan kendi işine odaklanmanın gerekliği olmuştu. Canımım çok sıkkın olduğu bir zamanda sizinle aynı sorumluluk ve mesuliyet altında bulunan insanların sizin gibi işini önemsememesi ve geçiştirerek adam akıllı işini yapmaması karşısında karamsarlığa kapıldığım bir anda bana ne güzel nasihat etmiştin. Daha dün gibi aklımda söylediklerin...

yan, gerektiğinde her türlü ameleliğe razı olan, Peygamber aleyhiseselâm'ı kendine örnek edinmiş kardeşim! SENİN hakkında bu sözleri söylemenin doğru olmadığını bilsem de yine de senden çekinerek ve sana imrenerek bu sözleri haya içinde söyleme cesaretini kendimde buluyorum. Rabbimin “Allah yolunda öldürülenlere; onlar ölülerdir demeyin. Bilakis onlar diridirler. Fakat siz anlayamazsınız.” (2) buyruğunda olduğu gibi senin bu halini belki de anlayamamış olmamın gafleti içinde ölü olmayan kardeşimin sanki yüzüne karşı bu sözleri söylemenin mahcubiyeti içinde seni yüceltmek için değil, örnek şahsiyetini seni tanımak isteyenlere anlatmak için bu sözlerimi yazıyorum. Umarım Öncelikle Rabbim, ardından da sen 2. Bakara, 154.

42

Mart 2018

“Herkes kendi yaptıklarından sorumlu olacaktır. Başkasının vazifesini ihmal etmesi veya gerektiği gibi özenle ve hakkını vererek yapmaması onunla Rabbi arasında olacaktır. Sen kendi işini en güzel yapmaya bak. Seni kendi amelinle sorumlu olacaksın. Başkasının bu halde olması seni de aynı şeyleri yapmaya sevketmesin.” Bu hakikatleri bilmeme ve belki de başkalarına bu nasihati benim de yapmama rağmen senin söylediğin bu sözler bende o güne kadar bu kadar etkili olmamıştı. Bilmenin belki de yüzlerce kez görüp işitmenin ehemmiyeti bu ilahi düsturlarla karşı karşıya kalıp bizzat o ortamı yaşamadıkça ve bu ayetler ve hadislerle direk muhatab olmadıkça gereği gibi anlaşılamıyormuş! Ayet ve hadisleri


bilmek önemli olduğu kadar o ayet

kardeşim! Biz senin hızla gidişine

ve hadislerle amel edip edememek

bakarak

de önemliymiş asıl olan. Bu gerçek-

bilmemize rağmen seni takip etme-

lerle yüzyüze kalınca gösterilecek

ye çalışıyoruz. Ancak arada bir dur-

tepki imiş, insan için mühim olan…

saydın da soluklansaydın. Bizleri de

Belki de ben olayları dışarıdaki in-

sana

yetişemeyeceğimizi

bekleseydin!

sanlarla ölçüp tartarken sen hakika-

Böyle bir şeyin olmayacağını ve huy-

tın mihenk taşı olan ayet ve hadisleri

ların arasında durmayı sevmediğini

daha fazla özümsemiş idin. İşte bu

çok iyi bilmeme rağmen nafile bir şe-

özelliğinle bundan sonraki zaman-

kilde bunu söylüyorum. Allah senin

larda, sen benim için daima tetikle-

hızına yetişebilmeyi bana da nasip

yici oldun. Senin enerjine ve azmine yetişebilmek ne mümkün! O ağır görünümlü cüssene rağmen (!) sana yetişebilmek mümkün değildi. Her şeyin en başında sen duruyordun. İtilen değil çeken oldun hep. Karamsar davranmadın. İslâm’ın istikbaline inananlardandın hep.

etsin. Senin gibi süratli olmayı isteyen her kuluna da Rabbim amellerini kolaylaştırsın. Onların amellerini çoğaltsın. Her birimize de senin gibi çalışma azmi ve şuuru nasip etsin. Bir işi bitirdiği gibi bir an dahi boş kalmadan başka işlere girişenlerden eylesin. Senin azmin ve gayretin he-

Bu yüzden de Rabbimizin “O halde

pimize örnek olsun.

(bir işi) bitirdin mi başkasına giri-

Sen, Seni en çok sevenin yanına git-

şip yorul” (3) ayetiyle amel edip durdun, boş kalmayı sevmedin, “İş yapmıyorsak burada durmamızın da bir anlamı yok” diyordun. “Kişi vazifesine hakkını vermeyecekse bıraksın iş yapan gelsin, kardeşim” diyordun. “Biz burada bir şeyler yapmak için duruyoruz. Elimiz kolumuz bağlı duramayız,” der dururdun. Her zaman kendine yeni faaliyet alanları bulmaya çalışırdın. Önünde durabilmekte, önüne geçebilmekte ne mümkün!

tin. Senin için sevinmekten başka çıkar yolumuz yok. Biz sadece kendimiz için üzülüyoruz. Seni aramızda göremeyişimiz bizleri hüzünlendiriyor. Fakat Tüm anılarınla hatırımızda olduğunu bilmeni istiyorum. Rabbimden bizi seninle Firdevs cennetlerinde buluşturmasını temenni ediyorum. Asıl vatanımız olan ebedilik yurdunda Firdevs cennetlerinde buluşmak ümidiyle Seni Rabbimin Merhametine ve lütfuna emanet

Ama her zamanki gibi yine öne ge-

ediyorum. Seni Allah için seven kar-

çerek gittin. Bizi arkalarda bırakarak,

deşin.

3. İnşirah, 7.

Cemâziye'l-Ahir 1439

43


ŞEHİD'İN ARDINDAN Av. Ahmet Özer

Şahidiz Sana

Şahidiz sana çile savaşçısı Ferahlıkta bile soluksuz Sarp yolculuklarda korkusuzdun Ağır olsa da yükün omuzlarında büyüyen Mahzende bile mazlumu korurdun Bırakmazdın umutsuz Davan ümmetin birlik bekasıydı Adanmış yiğitlerin bitmeyen rüyası Paydaş hüzünlerde beraber kavrulur Açılan her gediği azminle savururduk Zulüm çoğalsa da imanın şahlanır Yeni yollar yapardık Küfrün hayâsız burçlarını Seninle parçalardık Beklenen sabahın arefesi… Fecrin mahmurluğundaydı bu ümmet Tevhidi gür bir sesle haykıracak Yiğitler vardır elbet Sen bu davetin önderi, soylu ve heybetli Tükenmezdin Kahır iklimlerinde bile yerin belli Yaradan’ın vaadidir Tüm firavunlar yıkılacak Bu nur bir gün tamamlanacak… Bilirdin de ye’se düşmezdin Sabırla beklerdin ancak Yâdımızda kaldın çile savaşçısı Asil bir ümmetin diriliş sancısı Prangalar kuşatırdı her yanını aldırmazdın Dosttan da gelse incitmezdin Bağrında saklardın En mahrem sır gibi… Hasretin acının en tazesi Hiç unutmadık Sanki bu gün gibi…

44

Mart 2018


Hüznün Halebin yetimleriydi Fosfor bombalarıyla yanan Filistin bir yandan Şam bir yandan Süngünün ucunda lime lime Arakan Nerede varsa bir mazlum Ensar olmaktı davan Ellerin uzanamadığında Artardı ıstırabın Kafese dönerdi dünyan Sabrın bezginleştiğinde Secdendi son sığınağın Gözyaşın ve sarıldığın duan… Şehadetin ufka açılan nişandır Kalmasın gözün arkada yiğidim Çağlar sürecek bu izzetli emanetin Düştüğün yerden filizlenecek Davetle nurlandırdığın mabet bizim Gülşen’imizde büyüyecek İstikbale hazırladığın nesiller bizim Derin bir hasretle hatırlanacak Nur yüzlü tebessümün Muhabbet sevdalısı gönlün Ayrılıklar düştüğünde içimize Asil bir emirin nesli gibi Heybetinle omuz verirdin birliğe Savrulmazdık Daha güçlü ayağa kalkardık… Eğilmedin Korkmadan yürüdün mertçe Bir de üzerine ser verdin erkekçe Bir binekti senin için han ve zaman Gölgelikti dünya adanmış ruhunda Kıyamete değin sürecek bu dava Kutlu şehadet yolculuğunda…

Cemâziye'l-Ahir 1439

45


GÜNDEM İKTİBAS Nedim Bal

CEZAEVİNDEKİ MÜSLÜMANLAR Dağları oyup zindan etseler; Allah nurunu söndüremezler. Dağları oyup zindan etseler; Davamın önüne geçemezler. (Hasan El Benna...)

2

8 Şubat davasının sona yaklaşıldığı bu süreçte dönemin atmosferinde yapılan yargılamalar neticesinde hala cezaevinde yatmakta olan Müslümanların durumu çözüm beklemekte. 28 Şubat 1997..O günden bu güne 20 yıl geçti… İslâmi olan ne varsa ona düşmanlığın tavan yaptığı yıllar...

İman eden dindarların zorlu imtihan süreciydi. Zorbalığın, zulmün, işkencenin, insanlığa ihanetin, düşünceye hakaretin, bedenlere yapılan hayâsızlığın, özgürlüklere set çekmenin,

46

Mart 2018


hukuksuzluğun

prim

yaptığı bir dönemdi. Evlerin, sokakların, camilerin, şehirlerin hukuktan bu kadar mahrum olduğu bir dönem olmamıştı ve sonrasından gelen o soğuk ve çetin 28 Şubat… Karanlığın, hukuksuzluğun tüm ülkeye yayıldığı bir dönem. Masa başında oluşturulan örgütler, delilsiz suçlamalar,

işkenceler.

Taraflı içtihatlarıyla aldıkları kararlar neticesinde

başında

bulun-

dukları ceza dairelerinin (şimdilerde bunların kimisi FETÖ’den içerdeler) onadığı kararlarla müebbetle ve idamla yargılamalar. Neticesinde yaklaşık 20 yıldır yüzlerce Müslüman o günlerden bugüne cezaevindeler. O gün 20 yaşlarında olan bir genç bugün muhtemelen 40’ına vardı. Bu süre zarfında çocukları büyüyenler, anne, baba, abla veya yakınları vefat edenler, cezaevinde hastalananlar, vefat edenler oldu. Dile kolay tam 20 yıl.

Her zulüm dönemlerinin bedelleri, sıkıntıları olmuştur, olacaktır. Bu sıkıntılı dönemlerin Ashabı Kehf’leri olmuştur, her zindanların Yusufları, her karanlık günlerin Ahmetleri, Abdüsselamları ve daha yüzlerce Müslümanı olmuştur. Zindanlarda bile boş durmayan, her biri birkaç üniversite bitiren, birkaç kitap yazan, ilim tedris eden yiğitler. Nice annelerin babaların gözlerini yollarda açık bırakıp gittiler. 20 yıl önce bu insanlara işkence yaparken işkence arası namaz molası veren çete de, onları sorgulayan dönemin yargı mensupları da aynı çetenin mensuplarıydı. Bugün o hain kalkışma sonrası bu mensupların tutuklanmalarına ve o dönem yargılamaların bu çetenin ürünü olduğu aşikâr olmasına rağmen hâlâ bu kadar ceza yetmedi mi? Eski Cumhurbaşkanlarından A. Necdet Sezer’in sol örgütlerin mensuplarını birer ikişer affetmesi, PKK

tutuklularının bile bu süreçte aftan faydalanmaları, hırsızların tecavüzcülerin bile serbest kalmaları aşikâr iken bu Müslümanlara bu kadar eziyet yetmez mi? Hepimiz anne babayız, kardeşlerimiz, yakınlarımız var. 18, 20 yaşlarında bir çocuğumuzun bizden koparılıp dile kolay 20 yıl zindanlara atılması dayanılabilecek bir şey değil. Bu insanlar mahpus iken ailelerinin, yakınlarının dostlarının acı veya mutlu günlerinde yanlarında olamadılar. Yaşı 80’leri geçmiş hasta ve kendi ihtiyacını karşılayamayacak durumda olup ve hala cezaevinde tutuklu olanlar var. Yetmedi mi? Cezaevindeki Müslümanlardan Ahmet Şat’ın dediği gibi “Evet, mücadele bedel ödemeyi gerektirir. Ama Ergenekon ve Balyoz gibi darbeci-Kemalist örgütlenmelere mensup insanların yakalandığı ilk günden itibaren taraftarlarının gösterdiği kararlı destek ve direniş takdire şayandır. Bunun neticesinde

Cemâziye'l-Ahir 1439

47


hepsi özgürlüğüne kavuşmuş oldu. Bunun bize bir şey öğretmiş olması gerekmez mi?” Bu aslında sadece içerdekilerin değil dışardakilerin de imtihanı değil midir? Genç yaşta zindan karanlıklarında bir davanın şahidi olmak. Yemin ederiz ki biz şahidiz onlar Müslüman gençlerdir. Ergenekon’cular, Balyoz’cular hatta Fetöcüler bile dışarda iken bunların hala içerde olması seslerimizin cılızlığından mıdır? Fakat bizim Rabbimiz var. O’na iman etmişiz. Alınacak basit bir kararla yeniden yargılanmaları mümkün iken bu isteksizlik neden? Olağanüstü bir ortamdı, olağanüstü bir dönemdi, olağanüstü bir yargılama süreciydi. Geçti. Yetmedi mi? (1)

Suriye’deki İran ve Rusya, Türkiye’deki İran ve Rusya (2) Türkiye’nin Suriye politikası sadece Amerika

ile çatışmıyor. Her ne kadar Soçi ve Astana’da anlamsız ve pratiğe yansımayan bir çatışmasızlık mutabakatına varılmışsa da Rusya ve İran’la da ciddi çelişkiler hatta çatışmalar yaşıyor Türkiye. Ne var ki; Suriye’deki PKK/ PYD varlığının kontrolünü ağırlıklı olarak Amerika elinde tuttuğu için nispeten Rusya ve İran’la mutabakata daha yakınmış gibi bir zemin oluştuğu zehabı yaygınlaşıyor. Cenevre görüşmelerini sonuç alınması imkânsız çirkin bir tiyatroya çevirip Türkiye’yi (Rusya ve İran’ın hegemonyasını güçlendirecek) Astana ve Soçi zirvelerine dâhil olmaya itekleyen bizzat Amerika’ydı. Amerika’nın, Türkiye-Suriye sınırını PKK/PYD garnizon devletçiğiyle kuşatma politikasını kırmak üzere zaruri olarak Rusya ve İran’la mutabakat arandı. Fakat bu mutabakat arayışını her iki devlet de güçlü bir fırsata çevirmek

1. Veysi SELİMOĞLU/Haksöz Haber 2. Kenan ALPAY/ Yeni Akit

48

Mart 2018

üzere kullanmaya girişti. Beklendiği üzere Amerika-Türkiye arasındaki gerilim ve ayrışmayı her iki ülke de çok boyutlu bir kazanıma çevirmek üzere seferber oldu.

Gerginliği Azalt, Katliamları Arttır! Zeytin Dalı askeri harekâtına Amerika ve Avrupa’dan gelen tepkilere aşırı bir biçimde yoğunlaşınca, Rusya ve İran’ın gösterdiği askeri ve diplomatik tepkileri ya görmezden geliyoruz ya da yerli yerine oturtamıyoruz. Oysa bu süreçte Rusya ve İran özellikle İdlib ve Doğu Guta’ya dönük ileri düzeyde barbarlık içeren saldırılarını daha bir yoğunlaştırdılar. Başkent Şam’ın banliyösü sayılan Doğu Guta’ya yönelik olarak Esed rejimiyle birlikte havadan ve karadan saldırılar düzenleyen Rusya ve İran sivil yerleşim birimlerini resmen yakıp, yıkıyor. Klor gazı başta olmak üzere çok sayıda kimyasal sal-


dırının düzenlendiği kayıtlara geçti. 4-5 Mayıs 2017’de Astana Zirvesi’nin en büyük kazanımlarından biri olarak gösterilen ‘gerginliği azaltma bölgesi’ kararı nerdeyse hiç devreye girmeden fiyaskoya dönüşmüş durumda. Bu bölgelerden biri de İdlip’ti. Ne var ki; Rusya bir taraftan savaş uçaklarıyla ardı arkası kesilmeyen ağır bombardımanlar düzenliyor İdlip’e. Diğer taraftan da Akdeniz’de konuşlandırdığı savaş gemilerinden balistik füzelerle harabeye çevirdiği şehirleri kanla suluyor. İdlip’te sadece Ocak ayında 210’dan fazla insan hayatını kaybetti. 1.450’den fazla insan ağır bir biçimde yaralandı. Daha dün Lazkiye’deki Hımeynim üssünden havalanan Su-35 tip Rus savaş uçakları Cisr-eş Şuğur’da bir hastane ve iki okulu vurdu: 10 ölü, 15 yaralı. Daha öncekiler gibi bu katliam da ajans ve bültenlerin önemli bir kısmında haber değeri bile görmedi, ne yazık ki.

İran’ın, Suriye halkına karşı estirdiği terörün Rusya’dan asla geri kalır bir tarafı olmadı. Hatta Lübnan Hizbullahı ve Fatimiyyun Tugayları’yla beraber Suriye halkına karşı katliamlar tertipleyen Kudüs Orduları yetersiz kalınca General Kasım Süleymani bizzat devreye girip Putin’i ikna etmek üzere Moskova’ya bir sefer bile düzenledi. Neticede Rusya-İran ittifakı başta Halep olmak üzere PKK/ PYD bölgeleri haricinde neredeyse taş üstünde taş bırakmamacasına büyük yıkımlar ve katliamlar tertipledi. İran ordusu organize ettiği Şii milislerle birlikte tıpkı Rusya gibi Suriye’ye el koymuş, işgal etmiş durumda.

Türkiye’ye Suriye’den gelen tehdit sadece PKK/PYD ile sınırlı değil. PKK/PYD kadar hatta daha önemli tehdit hiç tartışmasız Esed rejimidir. PKK/PYD nasıl ki kendi başına bir askeri güç ve tehdit olmayıp bazen Amerika adına bazen Rusya adına fonksiyon icra eden bir yapı ise, benzer bir durum; çapı büyütülmüş olarak Esed rejimi için de geçerlidir. Çünkü savaşan, saldıran, katleden Esed ordusundan daha çok İran ve Rusya askeri varlığıdır.

Nafile’nin Farsça Karşılığı Afrin’e yönelik başlatılan Zeytin Dalı harekâtı ilerledikçe ve Türkiye adına

Cemâziye'l-Ahir 1439

49


belirli başarılar kayda geçtikçe İran’ın pozisyonu sertleşen bir tepkiye dönüşüyor. Mesela nerdeyse tamamı devlet kontrolünde işleyen İran basınında önce Türkiye aleyhinde yoğun bir kara-propaganda kampanyası devreye sokuldu. Ardından İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi, Suriye’nin egemenliğinin ihlal edildiği gerekçesiyle “Türkiye derhal operasyonları durdurmalı” çağrısı yaptı. Devamında İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Zeytin Dalı’nın yakın zamanda son bulması çağrısı yaparken şu cümleyi sarf etti: “Bu operasyon nafile!” Elbette konuşmasının içerisinde “Kürt kardeşlerimiz ölüyor, Türk kardeşlerimiz ölüyor” gibi son derece müşfik(!) gerekçeler de sıralanıyordu. Gerilimin yükseldiği bir vasatta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Tahran’a varıp Cumhurbaşkanı Ruhani ile görüştüğü saatlerdeyse, İran devlet televizyonu IRİB’in haber sitesinde “Türkiye Ordusu Afrin’de kimyasal silah kul-

50

Mart 2018

lanıyor” yalan haberleri devreye sokuluyordu.

pımı füzeler bileşenlerle

Suriye muhalefetini ve onları destekleyen direniş gruplarına karşı İran’ın yürüttüğü açık-örtülü savaş azalmak bir tarafa daha çok yoğunlaşıyor. Afrin’e yönelik askeri harekâtın PKK/PYD’yi zayıflatmasından hatta o bölgeden söküp atmasından Amerika kadar İran da endişe duyuyor. Fakat bir şey daha vardı bu tepkilerin arkasında: Birleşmiş Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Paulo Sergio Pinheiro, İdlib ve Doğu Guta’da klor gazının kullanılması iddialarına dair çarpıcı bilgiler ifşa ediyordu.

ye halkını çocuk, kadın,

Deutsche Welle’de yayınlanan habere göre Almanya merkezli 100 kadar paravan şirket uzun zamandır İran ile silah ticareti yapıyordu. Üstelik bu firmaların İran’a kimyasal ve biyolojik silah teknolojisi sattığı ve İran’ın da bu silahlarla Suriye’deki sivillere saldırdığına dair raporlara atıflar yapılıyor. İran ya-

teçhiz ediliyor ve Suriyaşlı, hasta ayırmaksızın tepelerine fırlatılıyordu. Garip olan ise Türkiye’de zannedilenden daha geniş bir lobinin İran’ın işlediği işgal, katliam, yıkım, tehcir, teröre destek, despotizmi tahkim etme gibi pek çok cürmü örtmek üzere konuşlandırıldığının unutulmasıydı. Evet, Rusya ve İran’ın Suriye’deki askeri varlığıyla işlediği cürümler var. Fakat bir de paralel ve eş zamanlı olarak Türkiye’deki siyasal, askeri, iktisadi, entelektüel hatta edebi sahayı ipotek altına alan örtülü operasyonları var. Oysa Amerika’nın kurduğu tuzaklar ve düşmanlıklarla mücadele etmek için Rusya ve İran’ın kurduğu tuzakları ve tırmandırdığı düşmanlıkları örtmenin, mazur görmenin veya belirsiz bir vadeye ertelemenin makul bir gerekçesi olamaz.


MÜSLÜMAN KAŞİFLER Cihan Malay

Anadolu’da Bir Dâhi: El-Cezerî (1153-1233)

M

üslüman bilim ve ilim adamlarının tarihte insanlığa sunduğu çok büyük

hizmetleri vardır. Avrupa’nın Ortaçağ karanlığında yaşadığı ve insanın insanın kurdu olduğu bir zamanda Müslümanlar insanlığa insanlığı öğretecek hizmetlerde bulunmuştur.

lakabını taşımıştır. El-Cezerî ismini Cizreli olduğu için almıştır. Dönemi için mükemmel tasarımlar yaptığı için El-Cezerî’ye, “zamanın harikası” anlamında “Bediuzzaman” denilmiştir. 12. yüzyılda Artuklular’ın Diyarbakır ve çevresine hakim olduğu dönemde

Yaptığı icatlar ile insanlığa hizmetleri

32 yıl boyunca “baş mühendis” sıfa-

bulunan isimlerın başında gelenler-

tıyla hizmet etmiştir.

den biri el-Cezerî rahimehullah’tır. Batı dünyasında “Cazari (Gazari)” olarak bilinen Ebu’l İz İsmail İbni Rezzaz El-Cezerî, Cizre’de 1153 yılında

Avrupa’da halen makine mühendislerine ilk öğretilen şey şudur: “Otomatik makineler tarihinde çağın do-

dünyaya gelmiştir. Kendisi “Şeref ve

ruğuna erişmiş büyük mühendis,

onur babası” anlamında “Ebu’l-İz”

el-Cezerî’dir.”

Cemâziye'l-Ahir 1439

51


Elektriğin olmadığı bir dönemde su gücünden ve yer çekiminden yararlanarak bilimsel çalışmalarda bulunmuştur. Onun çalışmaları yaptığı sırada başvurduğu yöntemlerin başında, yapacağı cihazların önceden kağıttan maketlerini inşa edip geometri kurallarından yararlanmasıdır. El-Cezerî’yi dönemi açısından önemli kılan, geliştirdiği otomatik sistemler ve tarımsal aygıtların günümüz teknolojisinde bile kullanılabilir nitelikte olmasıdır. Örneğin; Tarımsal sulama amacıyla yaptığı hayvan gücüyle çalışan su iletim makinası. (1) | Otomatik Çalışan Su Makinesi

Bilime Katkıları El-Cezerî’nin kendi dönemine kadar geliştirilmiş sistemleri de kullanarak yaptığı tasarımların bilim ve mühendislik tarihi açısından değeri çok büyüktür. Kendisi bu hususta şöyle der: “Benden çok evvel gelen âlimlerin kitaplarını ve onları takip edenlerin çalışmalarını gözden geçirdim... Nihayet nakillerden kurtuldum, başkalarının yaptıklarından sıyrıldım ve problemlere kendi gözümle bakabildim... Uygulamaya dönüştürülemeyen her teknik ilmin doğru ile yanlış arasında muallakta kaldığını gördüm.”

Leonardo Da Vinci’den 300 sene önce dişli çarklar ve esaslarına dair bir çok temel kaideye kitabında yer vermiş, yaptıkları ile bilimin önünü aydınlatan önder isimlerden biri olmuştur. Günün şartlarında yaptığı çalışmalar, bilimle uğraşanları hayrete düşürecek seviyededir. El-Cezerî, sibernetiğin de kurucusudur.

Sibernetik;

telekomünikasyon,

denge kurma ve ayarlama bilimidir. Sibernetik ve otomasyon sistemlerin başlangıcı konusunda; Fransızlar Descartes ve Pascal’ı; Almanlar Leibniz’i, İngilizler Bacon’ı öne sürseler de, bu şahıslardan tam 6 asır önce sibernetiği hayatımıza sokan kişi İslâm alimidir. (2)

1. Ortaçağ Anadolu’sunun Büyük Mühendisi El-Cezerî, Recep Külcü, Akademia Mühendislik ve Fen Bilimleri Dergisi, 2015, cilt 1, sayı 1, s. 5. 2. El Cezeri Kimdir ve İcatları Nelerdir?, Hamza Uçak, https://www.muhendisbeyinler.net/El-Cezerî-kimdir-ve-icatlari-nelerdir/

52

Mart 2018


Bugün elektrik motorları, servo motorlar, pünematik/hidrolik silindirler, sinyal kabloları, sensörler, switchler, PLC programları kullanılarak yapılmakta olan otomasyon işlerini 800 yıl önce sadece su, hava ve hayvan gücü kullanarak gerçekleştirmiş ve birçok robot, otomatik hareket eden mekanizmalar, su saati vs. tasarlamıştır. (3) Algoritmayı (bir problemin çözümünde izlenecek yolu) da ilk kullananlardandır. Bilim tarihçisi Mark E. Rosheim, El-Cezerî’nin çalışmaları hakkında şöyle demiştir: “Yunanlılar’ın yaptıklarının aksine bu çalışmalar sadece çizim olarak kalmamıştır. Bu çalışmalar uygulanmış, insanların konforu için kulla-

| Fil Saati

nılmış ve çevrelerini değiştirmiştir.” (4)

Vefatı

İngiliz teknoloji tarihçisi Donald Routledge Hill de El-Cezerî’nin çalışma yöntemi hakkında şunları söylemektedir: “Tasarım ve yapım aşamalarında ilk defa E-Cezeri’nin çalışmalarında gördüğümüz bazı kavramlar var; yapıda kullanılan ahşap malzemenin

Ömrünü ilme adayan el-Cezerî’nin beş erkek ve üç kızı olduğu ve kendisinin evlatlarının eğitimine katkıda bulunduğu söylenmiştir. Hayata gözlerini Cizre’de açan “Robotik bilimin babası, ilk mekanikçi

eğilmesini minimize etmek için onları

ve büyük mühendis” el-Cezerî, daha

laminasyon haline getirmek, çarkla-

sonra Diyarbakır’a gitmiş ve burada

rın statik dengesini sağlamak, ahşap

uzun bir müddet kaldıktan sonra tek-

kalıplar (şablonlar) kullanmak, boru

rar Cizre’ye dönmüş ve 1233 yılında

kesitlerini (orifisleri) kalibre etmek,

Cizre’de vefat etmiş ve Cizre’deki Nuh

su valflerinin aksamlarını zımparala-

Peygamber Camii’sinin avlusuna def-

mak ve daha bir çok şey…” (5)

nedilmiştir.

3. http://www.muhendislikbilgileri.com/?Bid=1422191 4. Anadolu’nun Büyük Mühendisi El-Cezerî, Gülnaz Ateş, http://www.elektrikport.com/teknik-kutuphane/anadolunun-buyuk-muhendisi--El-Cezerî/4354#ad-image-0 5. Gülnaz Ateş, aynı yer.

Cemâziye'l-Ahir 1439

53


heyet tarafından tercüme edilmiştir. Leonardo Da Vinci’den 300 sene önce dişli çarklar ve esaslarına dair bir çok temel kaideye kitabında yer vermiş, yaptıkları ile bilimin önünü aydınlatan önder isimlerden biri olmuştur. Günün şartlarında yaptığı çalışmalar, bilimle uğraşanları hayrete düşürecek seviyededir.

Nature dergisinin 1974 Mart sayısında, el-Cezerî için “12. Yüzyıl Müslüman mühendisliğinin doruğuna erişmiş bir kişi” ifadeleri kullanılmıştır. Aslında burada ‘Müslüman’ ifadesi kısır kalmış, sadece Müslümanların değil diğer toplumlarda da mühendislikte zirve isimlerden biridir. el-Cezerî, 80 yıllık ömründe birçok otomatik aygıt, icat ve eseri bırakarak vefat etmiştir. Yaptığı bir güneş saati halen Diyarbakır Ulu Camii’nin avlusunda mevcuttur.

Eserleri El-Cezerî’nin tek eseri, 1206 yılında 200 sayfadan fazla olan ve Arapça olarak kaleme aldığı “Kitabü’l Cami Beyn elİlm ve’l Amel el-Nâfi fi Sınaât el Hiyel (Makine Yapımında Yararlı Bilgiler ve Uygulamalar Kitabı)”dir. Eserin tamamı günümüze ulaşmıştır. Türk Tarih Kurumu tarafından 1990 yılında bir

54

Mart 2018

Yazdığı eser, Artuklular’ın Diyarbekir emiri Nasuriddin Mahmud‘un emri üzere el-Cezerî’nin 25 yıllık tecrübesinin sonucunda kaleme alınmış, eserde 50’ye yakın icadın prensipleriyle beraber nasıl hazırlandığına yer verilmiştir. Eserinin mukaddime (giriş) bölümünde şunlar yazar: “Bir gün onun huzurundaydım ve yapmamı emrettiği şeyi getirmiştim... Ne düşündüğümü sezdi ve ... bana şöyle dedi: "Eşsiz araçlar yapmış, onları gücünle işler duruma getirmişsin. Seni yoran ve kusursuz biçimde inşâ ettiğin bu şeyler kaybolup gitmesin. Benim için icat ettiğin bu araçları bir araya toplayan ve her birinden ve resimlerinden seçmeleri kapsayan bir kitap yazmanı istiyorum... Onun bana sunduğu modeli uyguladım ve önerilerini kabul ettim, zaten boyun eğmekten başka yapacağım bir şey yoktu. Gerekli çalışmayı yapmak üzere gücümü topladım ve bu kitabı kaleme aldım. Kitabımı bir mukaddime 50 şekil ve altı bölüm üzerine hazırladım.” el-Cezerî, kitabının son bölümünde “bir sandığı 12 harfle kilitlemeye yarayan” şifreli bir kilidin nasıl yapıldığına yer vermiştir. ------------------------KAYNAKLAR Cezerî, İsmâil b. Rezzâz, TDV İslâm Ansiklopedisi, Sadettin Ökten, c: 7, s: 505-506. Ortaçağ Anadolu’sunun Büyük Mühendisi El-Cezerî, Recep Külcü, Akademia Mühendislik ve Fen Bilimleri D., 2015 Cilt 1 Sayı 1, 1-9.


YAKIN TARİH Furkan Uyanık

Küresel Savaşların Başlangıç Noktası

: KIRIM-1

H

amd, yerin ve göğün yaratıcısı olan gücün ve kuvvetin gerçek sahibi Allahu Teâlâ ’yadır. O ki vaadini yerine getirendir. Salat ve selâm efendimiz komutanımız Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e ailesine ve ashabına olsun. Tarihler 1402’yi gösterdiğinde Timurlenk ile Yıldırım Beyazıt arasında cereyan eden Ankara savaşından sonra başsız, padişahsız bir on bir yıl geçirmesine rağmen bir dünya imparatorluğu haline gelen ve

İslâmiyet’in uçsuz bucaksız diyarlara yayılmasını kendisine şiar edinen Osmanlı imparatorluğunun günden güne erimesinde çok büyük rol oynayan 1853-1856 yılları arasında meydana gelen Kırım savaşı hazindir. Kırım savaşı ilk etapta bir Osmanlı-Rus savaşı olarak başlasa da Sinop katliamı ve kıdemli sömürücü İngiltere’nin sömürge yollarının tehlikeye düşmesine binaen İngiltere ve müttefikleriyle Rus savaşı halini almıştır. Rusların sıcak

İslâmiyet’in uçsuz bucaksız diyarlara yayılmasını kendisine şiar edinen Osmanlı imparatorluğunun günden güne erimesinde çok büyük rol oynayan 1853-1856 yıları arasında meydana gelen Kırım savaşı hazindir.

Cemâziye'l-Ahir 1439

55


denizlere inme, İstanbul’u ve boğazları ele geçirme fikri (idea fixe) Çar I. Nicola zamanında iyice bir saplantı haline geldi ve bu ideoloji doğrultusunda I. Nicola Kırım savaşını başlattı. Kırım savaşının ana sebebi Prof. Dr. Namık Sinan Turan’ın İmparatorluk ve Diplomasi kitabında güzel bir şekilde anlatılmaktadır. "Osmanlı Rus savaşı olarak başladığı halde kısa bir sürede bir Avrupa savaşına dönüşecek plan Kırım savaşının görünürdeki nedeni Makamat-ı Mübareke olarak anılan Kudüs’teki kutsal mekanların yönetimiydi. Tek tanrılı dinler arasında büyük öneme haiz olan bu şehirde Hristiyanlık inancının erken tarihine dair önemli arkeolojik tarihi mekanlar yer alıyordu. Hz. İsa’nın doğduğu Beyt-lahem mağarası, Kemame Kilisesi, Hristiyanlarca Hz. İsa’nın mezarı olarak kabul edilen, Tahunül-Atik meydanı, Hacer-i Muğteril gibi mekanlar gerek Katolikler gerekse Ortodokslar için dinsel anlamda önem taşımaktaydı. Fransa 1740 kapitülasyonlarıyla Katoliklerin, Rusya ise 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile Ortodoksların haklarının koruyucusu olmuşlardı. Tabi bu tür imtiyazlar söz konusu devletlere, zaman zaman Osmanlı iç işlerine müdahale etme olanağı da sağlıyordu. Kapitülasyonların Katoliklere tanıdığı haklardan faydalanma isteğiyle harekete geçen Fransa bu defa karşısında aynı kaygılarda Ortodoksluğu kendisine siper edinen Rusya’yı bulacaktı. Fransa ve Rusya arasında gittikçe şiddetli hal

56

Mart 2018

alan ve Osmanlı Hükümetini zora sokan meselenin halli için bir komisyon oluşturuldu. Babıali sorunu ertelemiş olmakla birlikte kesin bir çözüm üretemedi. Rusya kutsal yerler hakkında aldatıldığını düşünmekteydi. Konuyu kendi bakış açısıyla çözüme kavuşturmak üzere Prens Sergeyeviç Mençikov olağanüstü büyük elçi olarak 28 Şubat 1853 (bazı rivayetlerde 23 Şubat 1853)’de İstanbul’a gönderilmişti. (Mençikov Prenslik unvanının yanında Amiral, Bahriye Bakanı, Finlandiya Valisi, Baltık Donanma Komutanı gibi bir sürü ünvanı vardı. Ayrıca Mençikov İstanbul’da gösteriler ile karşılandı). Mençikov’un talepleri arasında en cüretkâr olanı Rusya’nın tüm Ortodokslar üzerindeki yetkisini tanıyan bir anlaşmanın yapılması isteğiydi. Mençikov ve Rıfat arasındaki görüşmeler sırasında Sultan Fermanı Hümayun ile verilen imtiyazların ötesinde garantiler vermeyi kesin bir dil ile reddetti. Mençikov ve İstanbul’daki sefaret görevlileri 21 Mayıs’ta İstanbul’dan ayrıldı. Mençikov’a göre heyetin başarısızlığı İngiliz elçisi Canning yüzündendi. Çar’ın tepkisi oldukça büyüktü: "Abdülmecit’ten yediğim tokadın acısını ve beş parmağının izlerini yüzümde hissediyorum’’ şeklinde tepkisini ortaya koyan Çar Nicola Eflak ve Boğdan’ı işgal etme ve bir kapitülasyon verilmediği takdirde İstanbul’a bir abluka uygulama tehdidinde bulundu." Sebep dairesinde savaşın ana sebeplerini yukarıda verdik. Savaşın sebebine bir ek olarak ta Prof.


Dr. Fahir Armaoğlu’nun 19. yy Siyasi Tarihi kitabından küçük bir kesit vermek olayı daha iyi tahayyül etme noktasında bize fazlasıyla katkıda bulunacaktır. Söz konusu kitapta geçen cümle şudur: "Mamafih gerçek şudur ki, Osmanlı devleti gerek Katolikler gerek Ortodokslara çeşitli zamanlarda o kadar çok yetki ve ayrıcalık tanımıştı ki kutsal yerler anlaşmazlığı patlak verdiğinde, kimin ne kadar ve ne nitelikte bir ayrıcalığa sahip olduğunu tespit etmek mümkün değildi. İşte durum bu şekildeyken kutsal yerler sorunundan çıkan küçük bir anlaşmazlık giderek büyüdü ve kırım savaşı gibi bir Avrupa savaşına dönüştü."

yayınladı: "Bu takdirce Rusya devleti harbe davet olunmuş olduğundan artık Devlet-i Aliye’yi muahedatı mevcudeye riayet eylemeye icbar etmek ve bizim gayretle mutedil olan metalibimize ve Rus milletinin muğtekidi olan Ortodoks mezhebinin memalik Şarkiye’de hıfz-u siyanet’i için derkar olan himemi mesruamıza mukabil saltanatı seniyye tarafından vuku bulan tahkiratın tarziyesini istihsal eylemek üzere kemali emniyeti kalbiye ile avnu bariye istinaden silaha davranmadan gayrı çaremiz kalmamıştır.’’ demeciyle Kırım savaşı, küresel savaşların başlangıç noktası olarak tarihin derin sayfalarında yer almak üzere başlamıştır.

Savaşın çıkmasına ramak kala Avusturya önderliğinde barış için bir kongre toplanıldı. Avusturya çıkarları uğruna tarafsız kalmak istiyordu. Viyana konferansında, 1 Ağustos 1853’te şu kararlar alındı: Ortodoks tebaa hakkında Kaynarca ve Edirne anlaşmalarının almış olduğu taahhütlerin, sadece Rusya’ya karşı değil, bütün Avrupa devletlerine karşı alınmış taahhütler olduğunu Osmanlı devleti kabul edecekti. Fakat Osmanlı devleti bu notayı kabul etmedi. Bunun üzerine dönemin Rusya Bakanı Nesselrode’nin 7 Eylül 1853’te Osmanlı Ortodokslarının korunmasının kesin olarak Rusya’ya verildiğini ilan etmesi barış sürecini sona erdirdi. Böylelikle Rusya’nın 22 nisan 1853’te memleketin (Eflak ve Boğdan)’e girmesiyle harp başladı. Ne gariptir ki Çar Nicola savaşını Osmanlı’nın çıkardığını ilan ederek şöyle bir beyanname

Osmanlı İmparatorluğu 29 Eylül'de Rusya’ya savaş ilan ederek 4 Ekim 1853’te kararını elçiliklere bildirdi. Savaşın başlangıç noktası olan Sinop katliamını Prof. Dr. Ali Fuat Örenç’in Kırım Harbi Deniz Savaşları makalesinden dinleyelim. Makaleden parça parça aldığım kesitleri şu şekilde dizayn ettim. “Savaş öncesi Osmanlı Devleti'nin deniz gücüne bakıldığında Rusya ile mücadele edecek kapasiteye sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Talep üzerine donanmaya katılan Mısır gemileri ile kalyon, firkateyn, brik ve vapur türü irili ufaklı 87 muharebe gemisine sahip olunduğu kaydedilmektedir. Rus gemileri 30 Kasım 1853’te Osmanlı gemilerinin kaçış yolunu kapamak üzere vapurları liman dışında bırakıp filikaları yedeğe alarak tam yelkenle

Cemâziye'l-Ahir 1439

57


Sinop Limanı’na girdi. Düşman gemileri limana girerken çoktan ağırlıklarını hazırlamış bulunan Sinop Valisi Hüseyin Paşa şehirden kaçmıştır. Halk da valiye uyarak şehri boşalttı. Rus gemileri ateş menziline girdiği halde Osmanlı gemilerinden ateş edilmekte tereddüt yaşanıyordu. Bunun sebebi ise kumandana verilen Ruslar ateş etmeden karşılık verilmemesi emri idi. Ruslar bundan yararlanarak limana çok rahat girebilmişlerdi. Hatta Nâvek-i Bahri kumandanı işaretle ateş izni istediyse de bir cevap çıkmadı. Fakat Nizamiye firkateyni kumandanı Piyale Hasan Paşa, gemisi kuşatılınca emir almadan ilk ateşi açtı. Bunun üzerine bütün gemiler ateşe başladı. Yarım saatlik top atışında dumandan göz gözü görmez olmuştu. Ancak, ani başlayan rüzgar, sisi dağıtmış, bu durumdan yararlanan Ruslar tekrar

pozisyon almışlardı. Son saldırıda bütün Osmanlı gemileri hasar görmüştü. Osmanlı gemilerinde o kadar çok asker kaybı vardı ki yedek topçu ve top başına cephane yetiştirecek kimse kalmamıştı. yanmaya başlayan gemileri mürettebatından yüzlercesi filikalar yahut seren (1) parçasına tutunarak kurtulmaya çalışırken, boğularak şehit olmuştu. Yoğun Rus ateşinde Osmanlı gemilerinin demir zincirlerinin çoğu kopmuş, kalanlar da demirlerini bırakınca karaya vurarak sakatlanmıştı. Nizamiye fırkateyni yanar vaziyette Kaid fırkateyninin üzerine düştü her ikisi beraber yandı. Baskında toplam 11 Osmanlı gemisi battı veya kullanılamaz hale geldi. Batan gemilerden Avnillah ve Feyz-i Mabud yakın zamanda Sinop tersanesinde inşa edilmişti. Bu gemilerden başka limanda demirli iki İngiliz ve altı Türk ticaret gemisi de batmıştı. Muharebe esnasında bazı Osmanlı askerlerinin üstün gayret ve şecaatleri görüldü. Mesela, Kahraman İmamoğlu Ali Bey’in gemisi Navek-i Bahri, karşısında demirli Rus gemisinin ateşiyle perişan olmuştu. Bu durumu gören Ali Bey geminin düşman eline geçmemesi için herkesin gemiyi terk etmesini emrederek, eline geçirdiği bir meşale ile kendisini cephaneliğe atıp gemiyi havaya uçurdu. Sinop baskını 3 saat içerisinde neticelendi. Buna rağmen Rus Amirali Nahivmof savaş dışı kalmış, karaya

1. Yelkenlilerde ana direğe dik şekilde tutturulan ve yelken germeğeyarayan ağaç.

58

Mart 2018


vurmuş Osmanlı gemileri üzerine gülle ve yağlı paçavra atmaya devam etmiş ve savunmasız kalmış bir çok Osmanlı askerini bu yolla şehit etmişti.” Sinop katliamından sonra Petersburg’da “Sinop savaşı” ile anılan alelacele hazırlanan bir müzikal piyes hemen sahneye kondu. Yine Petersburg’ta günlerce süren balolar ve eğlenceler düzenlendi. “Bu savaşta Osmanlı hafif filosu, 2.989 mevcudundan 2.031’e yakın şehit ve yaralı verdi. Yaralıların 556’sı ağırdı. Piyale Hasan Paşa da şehitler arasında idi. Rusları kaybı ise 33 ölü ve 330 yaralıdan ibaretti. Sinop faciasında askeri kararsızlığı nedeniyle Osman Paşa’nın yanı sıra birinci derecede sorumlular arasında İngiltere’nin İstanbul Büyük Elçisi Stradfort Canning’in de olduğu bildirilmektedir. İngiliz ve Fransız gemileri boğazda demirliyken Rusya’nın Sinop baskınını gerçekleştirmesi İngiltere ve Fransa kamuoyunda bir meydan okuma olarak algılandı ve harbin başladığının da kesin bir işareti olarak kabul edildi.”

Savaş, Sinop faslından sonra Kırım’a taşındı, Sivastopol’de ciddi mücadeleler verildi. Kırım faslını, Paris anlaşmasını ve İmparatorlukta ilan edilen ıslahat fermanını inşallah bir sonra ki yazıda anlatacağız. Yazımıza birkaç ekleme yapıp yazıyı bitirmek istiyoruz. Ruslarla 1711’de Prut’ta karşı karşıya geldiğimizde onların bütün ordusunu yok edecekken, bütün kontrol bizim elimizdeyken ne gariptir ki Prut Anlaşmasıyla oradan geri çekildik. Daha sonraki yıllardan günümüze gelene kadar namı diğer “Rus Ayısı” mü'min erkekleri ve mü'min kadınları öldürmekten asla geri kalmamıştır. Lakin unuttukları bir husus vardı ki, bu ümmet tarihi boyunca hep izzetli olmuştu ve şehadeti bir ecdat mirası olarak görmüştü. Bu ümmet tek bir kişi kalsa dahi başta Ruslar olmak üzere İslâmiyet’e savaş açmış kim varsa galip gelecektir. Vakit, bundan gayrı bizlere emanettir. Vakit, düştüğümüz yerden kalkma vaktidir, biz büyük bir ümmetiz bunu yeniden idrak etme ve ümmetin hamisi olma vaktidir. Vakit, her birimizin Fatih olup adaletin sancağını dalgalandırma vaktidir…

Cemâziye'l-Ahir 1439

59


NEBEVÎ AİLE Halime Yılmaz

NE YETİŞKİN NE ÇOCUK ONUN ADI ERGEN İnsan Hayatının En Özel Dönemi (1) Ergenlik döneminde anne-babaların doğru bilgilerle donatılması çok önemlidir. Bu dönemde çocuğun anne-babanın anlayışına, sabrına, güvenine çok ihtiyacı vardır.

60

Mart 2018

E

rgenlik dönemi; biyolojik, zihinsel ve sosyal açıdan hızlı bir gelişme ve olgunlaşmanın yer aldığı çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemidir. Ergenlik fiziksel gelişim ile başlar, zihinsel ve ruhsal gelişim ile son bulur.

helal ve haramlardan sorum-

İslâm’a göre kadın adet görmeye başladıktan sonra, erkek ise ihtilam olmaya başladıktan sonra buluğ çağına girmiş olur. İster erkek ister kadın olsun ergenlik çağına giren her Müslüman artık İman ve küfür, tevhit ve şirk,

nasıl doğal ise, büyüyen bir

lu olur. Ergenlik dönemi felaket dönemi değildir. Tamamen normal bir değişim ve gelişim sürecidir. 1 yaşına giren çocuğun yürümeye çalışması çocuğun da ergenliğe girmesi aynı şekilde doğal bir süreçtir. Yürümeye çalışan bir çocuğa “adam gibi yürü” der miyiz? Aynı şekilde ergenlik dönemindeki gence de “adam gibi davran” diyemeyiz.


Ergenlik

döneminde

anne-babala-

Dışarıda saygılı olan ergen, evde

rın doğru bilgilerle donatılması çok

huysuz olması anne-babayı daha da

önemlidir. Bu dönemde çocuğun an-

şaşırtır. Ergenin eleştiriye tahammü-

ne-babanın anlayışına, sabrına, güve-

lü yoktur; ama anne-babasını acıma-

nine çok ihtiyacı vardır. Ergenliğe geçişte ıslak rüyalar ve aybaşı kanamaları bilgisiz ergenleri hazırlıksız yakalar. Kızlar, anneleri tarafından aybaşı halini, erkekler babaları tarafından ihtilâmı öğrenmeli ve gence bu durumun normal olduğu, telaşa kapılmaması gerektiği söylenmelidir.

sızca eleştirmekten çekinmez. Sanki anne-babadan öğrenilecek bir şey kalmamış gibi bilgiçlik taslar. Onların görüşleri ile alay eder, görüşlerini çağdışı bulur. İnsanlara çabuk güvenir, çabuk bağlanırlar. Çünkü aldatılmamıştır. Sevgide ve nefrette aşırıya kaçar. Her şeyi

Ailesi ve arkadaşları tarafından sevi-

bildiğini sanır. Bu yüzden yanlışların-

len, değer verilen, yetenekli, başarılı,

da sonuna kadar direnir.

sorumluluklarını bilen, özgüven duygusu gelişmiş ergenler vücut görünüşlerini fazla önemsemezler. Uzun boyun kişiyi yüceltmediğini, kısa bo-

Ebeveynlerin; her şeye itiraz eden, hiçbir şey beğenmeyen, eve istediğinde girip çıkan, derslerini aksatan,

yun küçültmediğini; insanların başa-

en küçük uyarılara sert tepki gös-

rılarıyla, bilgileriyle, güzel huylarıyla

teren ergen karşısında sabretmeleri

saygı gördüklerini öğrenmişlerdir.

zordur. Çünkü bu hızlı gelişmenin ergenlik çağının belirtileri olduğu-

Ergenlik Çağındaki Davranış Bozuklukları İlköğretim yıllarında ailesiyle ilişkileri uyum içerisinde olan çocukların ergenliğe geçişte davranışlarında ve ilişkilerinde belirgin değişiklikler görülmesi anne-babaları şaşırtır. Çünkü ebeveynler, çocuk büyüdükçe daha akıllanır, daha az problem çıkarır zannederler. Her şeyin yolunda gittiğini sandıkları bir dönemde, birdenbire

nu fark edemeyebilirler. Çocuklarının kötü arkadaş kurbanı olduğunu, kendilerinden uzaklaştığını, nankörlük yaptığını düşünürler. Nasihat ve uyarılar bir işe yaramadığı için anne-baba sertleşmeye başlar. Karşılıklı suçlamalar ve bağrışmalar ilişkileri zora sokar. Ergen: “Bu evde yaşanmaz” deyip izin bile almadan kapıyı çarpıp gidebilir. Bir süre sonra hiçbir şey olmamış gibi neşe içinde eve geri

ortaya çıkan huzursuzluklara, itiraz-

dönebilir. Anne-baba bu çelişkiye bir

lara, alınganlıklara ve sebepsiz öfkele-

anlam veremez ve nasıl davranacağı-

re bir anlam veremezler.

nı bilemez.

Cemâziye'l-Ahir 1439

61


Anne Babalara Tavsiyeler Ergenlik dönemi mutlaka her ergen için sıkıntılı geçmez. Bu dönemi sakin, aile çevresiyle uyumlu geçiren ergen sayısı az değildir. Ergenlik çağının özelliklerini ve sorunlarını bilen anne-babalar ergenlere karşı daha sabırlı ve hoşgörülü davranırlar. Ergenle barışık yaşamanın ilk kuralı, çelişkili davranışları karşısında sabretmektir. Ergenin duygusal iniş çıkışlarına ve tutarsız davranışlarına karşı tutum takınmak, onun sıkıntılarını arttırmaktan başka bir işe yaramaz. Anne-babalar çocuklarına ergenlikte sabrettikleri, onlara destek oldukları, duygularını ve tepkilerini rahatça ifade etmelerine fırsat verdikleri takdirde; emeklerinin karşılığını fazlasıyla alacaklardır. Ergen çocuklarıyla uyum içinde fazla çatışmadan bu süreci geçirmek isteyen ebeveynler bu çağın farklılıklarını göz önünde bulundurmalıdır. Bilgisayarın ne işe yaradığını bilmeyen ebeveynler, yanlış kullanılmasını görmezden gelebilirler. Zararlı sitelere girdiğini görürlerse de interneti yasaklarlar. Yasaklamak çözüm değildir. Yasaklamak yerine kısıtlayıp, internette zararlı siteleri engelleyen filtre programları kullanılmalıdır. Günümüzde gençlerin baş etmesi zor olan bir sorun da, cinsellik ve ahlâkî çözülmedir. Bugünün ergenleri

62

Mart 2018

denetimden yoksun, ahlâkî kuralları olmayan bir dünyada yaşıyorlar. Televizyon dizileri, filmler, şarkılar, romanlar, cinselliğin en mahrem yönlerini çekinmeden dillendiriyorlar. Karşı cinsten arkadaşı olmayan ergen kız ve erkekler, arkadaşları tarafından alaya alınmakta ve bu bir eksiklik olarak gösterilmektedir. Amerika’da ergenler üzerinde yapılan bir araştırmada liseyi bitiren ergenlerin %75’inin cinselliği yaşadığını göstermektedir. Bununla birlikte cinselliği yaşayan ergen kızlarla yapılan ankette, kendilerini kullanılmış ve değersiz hissettiklerini söylemişlerdir. Cinselliğin ön plana çıkmasında yazılı ve görsel medyanın payı büyüktür. Ahlâkî ve dinî değerler zayıfladıkça; cinsellik gençler arasında kabul görür. Ergenlik yıllarının en önemli özelliği, kimlik arayışıdır. Her ergen “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, varlık sebebim nedir?” sorularına cevap aramaktadır. Bu dönem gençlerin cinsel gelişim dönemleridir. Cinsel eğitim ve merakları artar, karşı cinse çok önem verirler. Karşı cinsten birini sevmek, hoşlanmak gibi duygular fıtrîdir. Çünkü aile hayatı karşılıklı sevgi ile yürür. Ancak şeytan, bu fıtrî eğilimleri yanlış yolda kullanmaları için, gençlerin kanlarında akar durur. Şeytan ve dostlarının hummalı çalışmaları neticesinde, gün geçtikçe zina


sıradanlaşmaya başlamıştır. Batı toplumunun durumu ortadadır. Ama Müslüman gençlikte bu tehlikeli mecradadır. Burada anne-babalara büyük görev düşmektedir. Gençleri takip etmek, soruşturmak, telefonlarını, ceplerini karıştırmak çözüm değildir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Erkeklerinize Maide Sûresi’ni, kadınlarınıza da Nur Sûresi’ni öğretiniz.” (1) Çünkü Nur suresi aileyi bütün şerlerden koruma suresidir. Bu surede ailenin temelini sarsacak zina ve ahlâksızlık konularına değinilmiştir. Öyleyse gençlerimize ayrıntılı bir şekilde Nur Sûresi’ni öğretelim. Çocuğumuzun bu konudaki yanlışlarını ise yumuşaklık, sabır ve hikmetle düzeltmeye çalışalım. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in örnekliği bize yetecektir: Bir genç Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek “Ey Allah’ın Rasulü! Zina etmem için bana izin ver.” dedi. Oradakiler kızgınlıkla “Sus, ne diyorsun sen?” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Onu yanıma yaklaştırın” buyurdu. Genç, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına oturdu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Annene böyle bir şey yapılmasını ister misin?” buyurdu. Genç: “Hayır, vallahi iste-

Anne-babalar çocuklarına ergenlikte sabrettikleri, onlara destek oldukları, duygularını ve tepkilerini rahatça ifade etmelerine fırsat verdikleri takdirde; emeklerinin karşılığını fazlasıyla alacaklardır.

mem.” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Doğrusu insanlar annelerine

böyle bir şey yapılmasını istemezler. Peki, kız kardeşine, halana, teyzene yapılmasını ister misin?” diye sordu. Genç yine “Hayır” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Doğrusu kimse

istemez” dedi. Daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

elini gencin göğ-

sünün üzerine koydu ve: “Allah’ım! Onun günahlarını bağışla, kalbini temizle, namusunu koru.” diye dua etti. Genç bundan sonra hiç yabancı kadına bakmadı. Rabbimizden temennimiz, gençlerimizi iffetli, hayâlı bir şekilde şeytandan korumasıdır. Geleceğin tertemiz anne-babaları işte bunlar olacaktır.

1. Camiu’s-Sağir, 5482

Cemâziye'l-Ahir 1439

63


İ

mam Buhari Afad Gönüllüleri (İBAG) dünyanın her yanında felakete ugramıs, deprem, sel yangın vb. afetlerde zarara uğramıs; savas, tabii afet gibi sebeplerle mağdur olmuş, yaralanmış, sakat kalmıs; evsiz, yurtsuz, tüm insanlara yardım ulastırmak ve bu insanların temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilmesi önlemek üzere olusturulmustur. İBAG, Operasyonlara katılacak elemanların eğitim ve sertifikalandırılmasıyla uygun yetenekli ekiplerin oluşmasını sağlayarak, ekiplerin gerekli durumlara hazırlıklı olmasını sağlamak amacıyla; faaliyetlere katılan ekiplere sene içerisinde çeşitli eğitim ve sertifikalandırma çalısmalarında bulunmustur. Bu çalısmalar temel olarak 3 kısımda olusmaktadır. • Afad eğitimleri • İlk Yardım eğitimleri • İtfaiye (Yangın) eğitimleri



Hasretli Gözler Davetin minberinde matem var Giden yiğidin ardından Çok dostlar bilirim bu şühedaya ağlayan… Hasretin alevlenir yüreğimizde Hatırandır geçse de ahir zaman Unutulmayacak bu izzetli vedan Yeşil kuşlar gibi zihnimizde sedan Saf tuttuğumuz kubbelerde yankılanan… Takatsiz kalıp dizüstü çöktüğünde Son nefeste yaslandığın taş duvar Görünce kahır doluyor insan… Hiç hayıflanma yiğidim Bizimdir yarım kalan düşlerin Yarına ümit filizlerin Biçilse de bedenimiz geçilse de serden Sürecek davan kaldığı yerden… Esen rüzgarlara karşı Mertçe savurdun her kışı Bıraktığın azimettir bitmeyen gayrettir Düşmana ibrettir bize nasihattır… Çok sevin yiğidim şehadetin berekettir Kaç asırdır dinmeyen sevdadır Sana zafer nesillere mirastır Hasretli gözler şehitler ölmez… Av. Ahmet Özer, 2017


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.