Gülümse Anılara

Page 1


BİRİNCİ BÖLÜM Metabolizmayı hızlandırmanın tek bir yolu vardır; egzersiz yapmak. Bunu, kırmızıbiber, tarçın özü ve bol miktarda kahve tüketerek, vücudunuzun daha fazla kalori yakmanızı sağlayabileceğinizden bahseden (ki muhtemelen doğru değildi) bir makaleyi düzenlerken fark ettim. Telefon çaldığında, tüm bunların basılmaması gereken bir yığın saçmalık olduğunu, hoş bir dille patronuma nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum. Bir iç çektim. Telefonlardan nefret ediyorum. Aynı zamanda bu yazıdan da ne kadar nefret ettiğimi düşünerek, telefonu açtım. "Dünyaca ünlü zayıflama uzmanı Marissa Rogers ile mi görüşüyorum?" Merhaba, Jules," dedim rahatlayarak. Neyse ki arayan, şu yağ yakan mucize haplardan bahseden reklamcı değil, en iyi arkadaşımdı. "Ne üzerinde çalıştığıma inanamayacaksın?" "Dur, tahmin edeyim. Vejetaryenler için kurabiye tarifi mi?" "Bu dediğin daha çok senin yiyeceğin türden bir şeye benziyor," diyerek güldüm, Julia'nın o incecik vücudunu koruyabilmek adına yaptığı sonsuz araştırmalara atıfta bulunmuştum. "Yine de yaklaştın. Bir kez daha dene." "Hımm... İki kilo vermenin yüz kırk iki yolu." "Çok yaklaştın ama maalesef değil," dedim ve onu daha fazla meraklandırmadan açıkladım. "Metabolizma hileleri." "Yine bu hikaye üzerinde çalıştığına inanamıyorum," diye homurdandı Julia. "Biliyorum. Yazıyı sadece bu yıl tam altı kez yeniden düzenledik." Gerçekten doğruydu. Birçok sağlık dergisinin yaptığı gibi, Svelte de üzerinde ufak tefek değişiklikler yaparak aynı on makaleyi defalarca yayınlıyor, böylece hiçbir yazı bir öncekini aynısı olmuyordu. Metabolizmayla ilgili hikayeler de en çok tekrarlanan konularımız arasında ilk sıralardaydı. Kolon hastalıklarıyla ilgili tartışmaya açık ama yaralı olan yazılardan daha fazla, anoreksiya hastalığı olarak bilinen, ünlülerin bir deri bir kalma sırlarından ise daha az popülerdi. O sırada bilgisayar ekranımın sağ alt köşesinden yeni bir e-posta bildirisi çıktı. Kapatmak üzere tıkladığımda bir yenisi beliriyordu, sonra bir yenisi daha... "Dinle, bu gece için ofisten tam zamanında çıkmak istiyorsam, acele etmem gerek," dedim Julia'ya. "Planda bir değişiklik yok, değil mi?" "Hayır, anlaştığımız gibi," diye yanıt verdi. "Zaten ben de bu yüzden aradım. Seni görmek için sabırsızlanıyorum. Akşam altı buçuğa doğru gelebilme şansın var mı? Bu arada birazcık gecikebilirim." En tatlı ses tonuyla, "Küçük bir şey almam gerekiyor da," diye ekledi. "Hediye falan yok!" diye çıkıştım. "Bu akşam yemekler benden. Terfi alan sensin, unuttun mu?" Julia, kısa süre önce New York Şehir Balesi kadrosuna amatör balerin olarak kabul edilmişti. "Ama terfi almış olmam bir hediye sayılmaz." "Julia."


"Marissa," dedi sesimi taklit ederek. Telefonun ucunda gülümsediğini hissedebiliyordum. "Orada görüşürüz. Sakın geç kalma!" *** İki saat ve yarım kadeh kırmızı şaraptan sonra, restoranda bir pencere kenarına oturmuş, sinirlenmemeye çalışarak dışarıyı seyrediyordum. Saatin neredeyse yediyi göstermesine rağmen, Julia hala ortalarda görünmüyordu. Başka birini bekliyor olsaydım, on beş dakika önce kalkıp gitmiş olurdum. Daima geç kalan bir anne tarafından büyütüldüğüm için gecikme konusunda tahammülüm yoktu. Gerçi bu sefer suçlanması gereken bir varsa, o da bendim. Julia'nın dediği zamanda gelme ihtimali, Hudson Nehri'nde kutup ayılarının yüzdüğünün görme ihtimaliyla aynıydı ve ben bunu çok iyi biliyordum. Şarabımda bir yudum daha alarak, tadına bakmak için garsonun verdiği peyniri didiklemeye başladım. Herhalde garson, bu kadarcık peynirin dişimin kovuğuna bile gitmeyeceğinin farkında değildi. Pencerenin diğer tarafında, Gramercy Park'ta ise hayat bütün canlılığıyla devam ediyordu. Manolya ağaçları ve ufalanmış kumtaşlarıyla kaplı bu yeri çok seviyordu. Hava, henüz kararmamıştı ve genelde eylül aylarında olduğu gibi, hala şort ve sandaletlerle gezen New York'luları ısıtmaya yetecek kadar sıcaktı. Uzaktan, caddeden aşağı doğru yürüyen tanıdık esmer birinin geldiğini görünce, bir an içimi bir kıskançlık duygusu kapladı. Julia'nın aksine ben, hiçbir zaman etrafımdakilerin baştan aşağı süzdüğü bir kadın olmayacaktım. Gerçi Julia da bir Victoria's Secret mankeni sayılmazdı. Kaldı ki modellerle dolu bir şehirde öyle olmak, pek de dikkat çekici sayılmazdı. Fakat Julia düzgün yüz hatları ve iri, gri gözleriyle oldukça etkileyici görünüyordu. Ayrıca, kendine güvenli yürüyüşü de meraklı gözlere davetiye çıkarır cinstendi. Birlikte dışarı çıktığımız zamanlarda, insanlar nereli olduğunu sormak için onu sık sık durdururdu. Anlamsız bir ifade takınan Julia da her seferinde en iyi Ortabatı aksanıyla farklı verirdi: Honduras. Ukrayna. Suriye. Sonra da kahkahalarla gülerdi. Julia iyice görüş alanıma girdiğinde, beyaz şakayıklardan oluşan kocaman bir buket taşıdığını gördüm. Hiç şüphesiz onları benim için almıştı. Çiçeklerin mevsimi de değildi, muhtemelen bir servete mal olmuşlardı. Ancak Julia her zaman yaptığı gibi, ne kadar tuttuğunu bile sormadan kredi kartını çiçekçiye uzatmış olmalıydı. Bir keresinde, sürekli küçük hediyelerle gelerek beni mahcup ettiğini söylediğimde, "Ben sevgimi hediyelerle ifade ediyorsam, sen de hoşça değerlendirilmiş zamanlarla ifade ediyorsun," demişti. Nihayet San Juan'dan getirdiği bir çanta dolusu kahve, yol kenarında gördüğü bir seyyar satıcıdan aldığı cam süs eşyaları ya da bugün yaptığı gibi bir buket çiçekle çıkıp geldiğinde, ona karşı çıkmayı bırakmıştım. Julia, beklediğimin farkında olduğu için hızlı adımlarla restorana doğru yürüyordu. Köşeye varıp da pencerenin ardından onu izlediğimi görünce, yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Elimdeki kadehi Julia'ya doğru kaldırarak onu selamladım ve o da bana el sallayarak karşılık verdi. Hemen ardından karşıya geçmek için caddeye adımını attı. Ancak kadehimi tekrar masaya bırakmaya fırsat bulamadan, bir taksi gelip Julia'ya çarptı. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki sarı metal bir şeyin ona çarparak kaldırıma fırlattığını zar zor görmüştüm. Bağıramadım. Aslında pantolonumun ıslandığını fark edene dek hiçbir şey yapamadım. Bütün şarabı üzerime dökmüştüm. Yerimden fırlayarak dışarı koştum ve toplanan kalabalığı yararak kendime yol açmaya çalıştım. Herkes bir ağızdan konuşuyordu, bense birbiri ardına gelen korkunç konuşmalara kulak misafiri oluyordum: "Kan içinde," "Kafatası parçalanmış," "Ölmüş."


Üzerimdeki şoku atmaya çalışarak, kendimi en korkunç senaryoya hazırladım. Nihayet Julia'nın yanına vardığımda bilincinin yerinde olmasının yanı sıra, düştüğü yerde doğrularak oturmaya çalıştığını gördüm. Saçları yüzünü örtmüştü ve yırtık çorabından görülen sağ dizi kanıyordu. Bunlar dışında sadece tökezleyip düşmüş gibi görünüyordu. Julia başını kaldırarak önce bana, sonra da dalgın bir şekilde etrafa dağılmış olan beyaz yapraklara baktı. "Çiçeklerin..." "Julia! İyi misin?" Dilim damağım kurumuştu ve ağzımda metalik bir tat vardı. "Çiçekleri boş ver. Haydi, seni şu caddenin ortasından kaldıralım." Ağır New York aksanıyla konuşan yaşlı bir kadın, parmağını Julia'ya doğrulttu. "Genç bayan, başını çok kötü çarptın. Bir hastaneye gitsen iyi edersin." "911'i aradım," dedi taksi şöförü. Gözleri kıpkırmızıydı, ağlamış olmalıydı. "Hastaneye gitmek istemiyorum," diye cevap verdi Julia, yavaşça ayağa kalkmaya çalışarak. "Ben iyiyim." Kolunu güçlükle kaldırarak taksi şöförünü işaret etti. "Beni öldürebilirdin." "Pekala. Neden gidip biraz oturmuyorsun?" Yola savrulmuş olan deri el çantasını alıp ona verdim. "Ben sürücünün bilgilerini alırım." "Teşekkürler," dedi ve kendisinden hoşlandığı belli olan bir adamın, ona restoranın önündeki banka kadar yardım etmesine izin verdi. "O kadın haklıydı, tatlım," diye seslendim bir kağıt ve kalem bulmak için çantamı kurcalarken. Hala titremekte olan ellerime hakim olamadığım için bu pek kolay olmuyordu. Birkaç dakika önce en yakın arkadaşımın ölümle burun buruna geldiği gerçeğini hazmetmek, o kadar kolay değildi. "Yarınki dans provasında bir yerlerinin çatlamış olduğunu fark etmek istemezsin." Çok geçmeden kalabalık dağıldı. Kaldırımda durmuş, taksi şoförünün ruhsatını ve sigorta kartını getirmesini bekliyordum. Kağıda karaladığım bilgileri üç kez kontrol ettikten sonra restorana döndüm. Daha Julia'nın yanına yanına varır varmaz bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım. Bankta iki büklüm oturan Julia, elleriyle kulaklarını kapatıyordu. "Başım ağrıyor," dedi. Başını ağır ağır kaldırıp bana bakmaya çalıştığında, sağ burun deliğinden kan geldiğini gördüm. "Sanırım kusacağım," diye sızlandı. Kusacağını sanarak biraz gerçi çekildim, çünkü ne görüntüsüne ne de kokusuna dayanabiliyordum. Fakat Julia kusmak yerine, yardım eden adamın onu tutmasına bile fırsat kalmadan bankın üzerine yığılıverdi. "Ambulans yolda mı?" diye mırıldandı. Sonra da bayıldı.


Kördüğüm Hayaller http://kordugumhayaller.blogspot.com/


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.