SiKB 2008 - 21

Page 1


2 Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER Devrimci baharın birikimlerini ileri taşıyabilmek için!.. . . . . . . . . . . . . . . . . . 3 Düzenin has partisi CHP makyaj tazeliyor… . . . . . . . . . . . . . . . . . 4 Kürt hareketinde çözüm tartışmaları ve 1 Haziran mitingi. . . . . . . . . . . . . . . . 5 Kölelik cehenneminde ölüm–kalım savaşı sürüyor! . . . . . . . . . . 6 Tersane işçileri kölelik düzenine karşı yürüdüler! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7 Yeni TYM’ye dayalı faşist uygulamalar yeni bir boyut kazandı.... . . . . . . . . . . . . 8 “İstihdam paketi” meclisten geçti... . . . . 9 Mayıs şehitleri anmalarından... . . . . 10-11 Hak–İş: Sendikal hareketin dip noktası!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 12 Petlas işçisinin yükselen öfkesi!. . . . . . 13 İşçi ve emekçi hareketinden….. . . . 14-15 21. yüzyılda bir ölüm kampı: Tuzla cehennemi . . . . . . . . . . . . . . 16-17 Gençlik hareketinden... . . . . . . . . . . 18-20 İlbek işçileri (ne) kazandı! . . . . . . . . . . 21 Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı Hazırlık Komitesi sözcüsü ile kurultay süreci üzerine konuştuk... . . . . . . . . . . . . . . . . 22 SİDER’den sempozyum hazırlığı... . . . 23 Eğitim–Sen Genel Kurulu’na ilkesiz ittifaklar damgasını vurdu! . . . . . . . 24-25 Savaş aygıtı NATO’nun 44. Münih Haydutbaşı Bush halklara karşı siyonist canilerin safında! . . . . . . . . . . . . . . . . . 26 ABD ile tetikçileri Latin Amerika’da

Kızıl Bayrak’tan...

Sayı: 2008/07 15 Şubat 2008

Kızıl Bayrak’tan Tersane işçisinin “21. yüzyılda bir ölüm kampı: Tuzla cehennemi” olarak nitelendirdiği Tuzla’da değişen bir şey yok. Ölümler sürüyor. Ölümler artık kanıksanır bir hal aldı. En başta tersane işçinin tutumunu böyle tanımlayabiliriz. Adeta bir kabulleniş var. Ancak bu kabulleniş böyle sürgit devam etmeyecektir. Devlet yetkililerinin ve asalak patronların ölümleri meşru gösteremeye ve taşıdıkları sorumlulukları üzerlerinden atmaya yönelik hiçbir çabası artık onları kurtaramayacaktır. Artık bıçak kemiğe dayanmıştır. Üzerinde atlanamaz bir tablo vardır orta yerde. Tersaneler ara ara gündemin geri planına itilse bile yeni ölümler Tuzla ölüm kampını hızla gündemin ön sıralarına çıkarmakta. Asalak tersane patronları, devlet ve hükümet yetkilileri yaptıkları açıklamalarla durumu kurtarmaya çalışmaktadırlar. Hiçbir ciddi iş sağlığı ve iş güvenliği tedbiri almayan yetkililer ölümlerin peşpeşe yaşanmasının yarattığı sıkışma üzerine tersaneleri kapatma kararı veriyorlar. Ancak bu karar Tuzla cehennemindeki yaşanan sorunları çözemez. Tersane işçisinin “Tersane kapatmak çözüm değil” açıklaması da bunu anlatıyor. Bu adımlar ölümlerin yarattığı tepkiyi boşa çıkarmak ve yaşanan sıkışmayı atlatmak için başvurulan bir manevradan ibarettir. Zira ölüm makinası Tuzla tersanelerinde işlemeye devam ediyor. Asalak tersane patronlarının aşırı kâr hırsı bu çarkın böyle dönmesini zorunlu kılıyor. Bu çark patronlar için başka türlü dönme imkanına sahip değildir. O halde Tuzla cehennemindeki kuralsızlığı ve iş cinayetlerini ancak tersane işçinin örgütlü iradesi çözebilir. Tersane işçisinin sesi ve iradesi olan Tersane İşçileri Birliği, 19 Aralık 2007 tarihinde gerçekleştirdiği 2. Tersane İşçileri Kurultayı’nda aldığı bir kararla 3. Tersene İşçileri Kurultayı’nı bir “grev kurultayı” olarak açıklamıştı. O kararında alınmasından itibaren de tüm çalışmalarını bu eksen üzerinden örgütlemeye başladı. Tersane İşçileri Birliği, önümüzdeki günlerde 15-16 Haziran İşçi Direnişi’nin 38. yıldönümü vesilesiyle tersanelerde iş cinayetlerine kurban giden tüm tersane işçilerin anmak için bir anma etkinliği düzenleyecek. Bu etkinlik ile birlikte tersane işçileri yeni bir sürecin

örgütlenmesini somut bir çalışmaya dönüştürmek için bir dizi adım atacaklardır. Artık tersanelerde, tersane işçisinin iradesine ve inisiyatifine dayalı ve taban örgütlenmeleri üzerinde yükselen bir grevi örgütlemenin somut görevleri adım adım gündeme girmiştir. Tersane havzasında somut kazanımlarla sonuçlanacak bir grevi ciddi bir ön hazırlık temelinde örgütleyecek bu iradenin açığa çıkarılması bugün en temel ihtiyaçtır. Sınıf devrimcileri, bu iradenin ete-kemiğe büründürmesinin yüklediği tüm görev ve sorumlulukları taşımak kararlılığındadırlar. *** 3 Haziran 1963... Sınıfın, devrimin ve komünizmin büyük şairi Nazım Hikmet’in ölümü yıldönümü.... “61 yıllık yaşamının 40 küsur yılını kavgasıyla olduğu kadar sanatıyla da dolu dolu yaşamış ve yaşatmış bir dünya vatandaşıydı Nazım. Sınırsız ve sınıfsız bir dünya özlemi, bu özlemin vücut bulduğu mücadelelerle dolu bir yaşam ve o yaşamın prizmasında kırılıp sanata yansıyan yüzlerce yapıt... İşte buydu Nazım Hikmet. Durup dinlenmeden yazdığı şiirlerinin bugün hala güzelliğinden ve etkisinden bir şey kaybetmemiş olduğunu görüyoruz. Yarına baktığımızda yine o şiirlerin pırıltısını görüyor olmamız ise, Nazım’ın ne denli büyük ve güçlü bir şair olduğunu bir kez daha anımsatıyor bize.” Sınıf devrimcileri, 3 Haziran’da 45. ölüm yıldönümünde gerçekleştirecek anma etkinlikleriyle işçi sınıfının büyük şairini geniş işçi ve emekçi kitlelere tanıtmalı, yaşamını, eserlerini, örgütlü devrimci kimliğini bilince çıkaran bir çabaya konu etmeliler.

savaşı kışkırtıyor! . . . . . . . . . . . . . . . . . 27 TC ve Güney ilişkilerinin Kuzey’e etkileri - M. Can Yüce . . . . . . . . . . . . . 28 A. Cihan Soylular Denizler’e ihanet ettiler... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29 Bültenlerden... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30 Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31 Sosyalizm İçin

Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008 Fiyatı: 50 Ykr Sahibi ve Y. İşl. Md.: Gülcan CEYRAN EKİNCİ

EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. Yayın türü: Süreli Yaygın Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd. (Millet Cd.) No: 50/10 İstanbul Tel: 0 (212) 621 74 52 Fax: 0 (212) 534 95 90 e-mail: info@kizilbayrak.net Web: http://www.kizilbayrak.de http://www.kizilbayrak.org http://www.kizilbayrak.net

. . . e d r le i i y a b e v ı ç p Kita

Baskı: Gün Matbaacılık Beşyol Mah. Telsizler Mevkii Akasya Sk. No. 23/A İSTANBUL / Tel: 0 (212) 426 63 30

CMYK


Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Kapak

Kızıl Bayrak 3

Devrimci baharın birikimlerini ileri taşıyabilmek için!.. 1 Mayıs’la taçlanan “devrimci bahar” sürecinin sağladığı birikim ve olanaklar devrimci güçler tarafından değerlendirilmeyi, yani daha ileri taşınmayı beklerken, işbirlikçi burjuvazi kendi sahasındaki kriz ve açmazları kolayca aşma olanağından yoksun bulunuyor. Kapitalist/emperyalist sistemin kontrol etmekte zorlandığı küresel ekonomik krizin giderek yayılma eğiliminde olması ise egemenlerin açmazını derinleştiriyor. 1 Mayıs’ta işçi sınıfı ile emekçilere saldırma ve Kürt halkı üzerine bomba yağdırma konusunda tam bir uyum sergileseler de, egemenler arası çatışma ve dolayısıyla rejim krizi tüm hızıyla devam ediyor. Çatışmanın yakın gelecekte belli bir dengede tutulmasını sağlayacak belirtilere de henüz rastlanmıyor. Emperyalist efendilerin, özellikle Washington’dakilerin çatışmaya doğrudan müdahale etmemeye özen gösterdikleri ise, bir dengenin oluşması için koşulların yeterince olgunlaşmadığına işaret ediyor. Zira emperyalist efendiler, iki taraftan da vazgeçebilecek durumda olmadıkları için, taraflarla ilişkileri iyi tutma taktiğini sürdürüyorlar. AKP’nin kapatılması davasıyla ilgili olarak Washington’dan farklı görüşlerin yansıması tablonun özünü değiştirmiyor, tam tersine, her iki tarafı da idare etme politikasına uygun düşüyor. Krizin derinleşme olasılığının arttığı bir dönemde işçi sınıfı ile emekçilerin düzen saldırılarına karşı sesini yükseltmesi, işbirlikçi burjuvazi ve onun iktidarının bir diğer kaygı nedenidir. 1 Mayıs’ta sergiledikleri vahşi saldırganlığın önemli nedenlerinden biri de bu kaygıdır. Zira krizin faturasının işçi ve emekçilere ödetilmesi kapitalist rejimlerin en temel kurallarından biridir. Bu ise, zaten sermeye iktidarının yoğun saldırılarına maruz kalan emekçilerin önüne yeni faturaların sürülmesi anlamına gelecektir. Sınıf hareketinin gelişme eğiliminde olduğu bir dönemde saldırı dozunun arttırılması -ki krizin derinleşmesi bunu zorunlu kılacaktır- büyük ihtimalle hareketin gelişim seyrini hızlandıracaktır. Emekçilere düşmanlık ve emperyalizme uşaklıkta birbiri ile yarış halinde olsalar da, egemenlerin olası bir krizi iktidar uğruna çatışırken karşılaması, rejim açısından bir zaafiyete işaret ediyor. Halen işbaşındaki hükümeti kuran partinin kapatılma ile karşı karşıya olması, dahası düzen cephesinde bunun alternatifinin henüz hazırlanamadığı bir dönemde gündeme gelmesi, Amerikancı rejimin bir diğer açmazıdır. Egemenler arası çatışma hangi düzeyde seyrederse seyretsin, Amerikancı rejim ve onun “dinci-laik” tarafları, olası bir krizin faturasını işçi sınıfı ile emekçilere ödetmek için her yola başvuracaklarından kuşku duyulamaz. Zira rejimleri müzmin bir kriz içinde debelendiği için, krizleri yönetme konusunda deneyimli olan işbirlikçi burjuvazinin pervasızlığına, ancak işçi sınıfının örgütlü gücü set çekebilir. Sermaye iktidarının egemenler arası çatışma ve kriz açmazıyla karşı karşıya bulunması, elbette rejim adına bir zaafiyete işaret eder. Ancak bu kadarının ne işçi sınıfına ne de devrimci harekete özel avantajlar sağlaması beklenmemelidir. Zira esas sorun, devrimci öznelerin, düzenin açmazlarının sağladığı olanakları, öteki emekçi katmanları da ardından sürüklemeye

yetenekli biricik gerçek güç olan devrimci bir sınıf hareketi geliştirmek yönünde seferber edebilmelerinde düğümlenmektedir. Kazanımların ileri taşınması yönünde gerekli hassasiyetin gösterilip gösterilmediğinden bağımsız olarak, “devrimci bahar”ın doruğu olan 1 Mayıs’ın politik kazanımla sonuçlandığına dair ortak bir değerlendirme mevcuttur. Sermaye iktidarının önemli açmazlarla karşı karşıya bulunduğu gözönüne alındığında, işçi sınıfı ile devrimci hareketin hanesine yazılan bu kazanımın önemli olduğunu vurgulamak gerek. Yıllardır sermaye saldırılarına karşı kayda değer bir direniş geliştiremeyen işçi sınıfının ölü toprağını silkeleyip atması düzenin efendileri tarafından da yakından izlenmekte, Amerikancı rejim ve hizmetindeki AKP hükümeti bu gelişimi baltalayabilmek için farklı taktiklere başvurmaktadır. Devlet terörünün yanısıra sendikalarda yuvalanmış Truva Atları’nı, dinci gericiliğin temel dayanakları olan tarikatları, kokuşmuş medyayı da etkin bir şekilde kullanıyorlar. Devletin sıçrama potansiyeli taşıyan sınıf hareketini baltalamaya özel bir önem vermesinin bir diğer nedeni, bu gelişimin sınıfın devrimci siyasi temsilcileriyle yakınlaşmasını, giderek birleşmesini sağlayacak uygun bir zemin yaratabilecek olmasıdır. O halde sermaye iktidarının saldırı ve manevralarını sınıfla birlikte karşılamanın hazırlığına şimdiden girişmek gerekiyor. Karşıt kutuplarda bulunan, çıkarları zıt iki sınıfın 1 Mayıs’ta karşı karşıya geldiğini vurguluyoruz. 1 Mayıs’taki karşılaşmanın hem sembolik hem politik bir anlamı olmakla birlikte, gerçekte iki dünyanın karşıtlığı sürekli olduğu gibi kaçınılmazdır da. Başka bir ifadeyle, aralarında uzlaşmaz çelişki bulunan bu iki sınıf, işçi sınıfı ile kapitalist sınıf, hayatın her alanında ve her zaman karşı karşıyadır. Asalak kapitalistler için bu durum her zaman için açıkken, yazık ki aynı açıklığın işçi sınıfı için de geçerli olduğunu söyleyecek durumda değiliz henüz. Ancak kitle

Sınıf devrimcileri, 1 Mayıs’ın direniş ruhunu diri tutmak, mücadele sürecinin işçi sınıfı saflarında yarattığı özgüveni pekiştirmek için azami çaba sarfetmelidir. Sınıf eksenli yaz dönemi faaliyetini örerken bu önceliklere dikkat etmeli, mücadele sürecinin biriktirdiği olanakları sınıfın örgütlü gücüne sıçratma perspektifiyle hareket etmelidirler. hareketinin gelişimi bu bilincin işçi sınıfı saflarında da yayılmasını sağlar zamanla. Bu temel önemde ihtiyacı gözeterek komünistler, sınıfa yönelik propagandaajitasyon ve örgütlenme faaliyetlerinde bu karşıtlığı özenle döne döne vurgulamalı, sınıfı kendi gündemleri üzerinden eyleme çağırırken, şu veya bu düzen gücünün yedeğine düşmemesi gerektiği konusunda da döne döne uyarmalıdırlar. Sınıf devrimcileri, 1 Mayıs’ın direniş ruhunu diri tutmak, mücadele sürecinin işçi sınıfı saflarında yarattığı özgüveni pekiştirmek için azami çaba sarfetmelidir. Sınıf eksenli yaz dönemi faaliyetini örerken bu önceliklere dikkat etmeli, mücadele sürecinin biriktirdiği olanakları sınıfın örgütlü gücüne sıçratma perspektifiyle hareket etmelidirler. Planlanmış yaz faaliyetini örgütlerken, başlayan TİS süreçlerine dönük bir hazırlığımız da olmak durumundadır. Yerellerdeki güçlerin önünü açacak merkezi bir planlamayla sürece hazırlanmalı, olası ihmal ve zaaflara meydan bırakılmamalıdır. Belirtmek gerekiyor ki, ivmelenen bir mücadele sürecinin ardından gündeme gelen TİS’lerde önceki yıllarda olduğu gibi satış sözleşmelerine imza atmak kolay olmayacaktır. Bu durum, işçi sınıfının grev ve direnişlerle mücadeleyi geliştirme ihtimalini de yükseltmektedir. Grev ve direnişlerin gündeme gelmesi ise, sürece müdahale etme olanaklarını genişleteceği gibi, sınıf eksenli devrimci faaliyetin sınıf saflarında daha yaygın bir karşılık bulmasını da sağlayacaktır. Bu alandaki başarımız, bahar döneminde ivme kazanan mücadelenin sağladığı birikimi ileri taşımanın da imkanı ve güvencesi olacaktır.


4 Kızıl Bayrak

CHP’ye cila...

Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Düzenin has partisi CHP makyaj tazeliyor… Anayasa Mahkemesi’nde görülen AKP kapatma davası, düzen cephesinde seçim tartışmalarının gündemleşmesine yolaçtı. Özellikle AKP ve CHP kurmayları, Anayasa Mahkemesi’nden kapatma ve Tayyip Erdoğan’ı da kapsayacak bir siyaset yasağı çıkması durumunda sonbahar-kış aylarında seçim olasılıkları üzerinde çalışmaya başladı. Erdoğan’ın “erken genel seçim gündemde yok” demesine rağmen, AKP kurmayları “her şey masada” diyorlar. Tayyip Erdoğan’a siyaset yasağı gelmesi durumunda, hakkında milletvekili dokunulmazlığı nedeniyle dondurulmuş ceza davalarının yeniden görülmeye başlama olasılığı hiç de uzak bir ihtimal değil. Seçime kadar olan sürede Erdoğan milletvekili adayı olmasına engel bir ceza alırsa, o zaman bağımsız olarak dahi Meclis’e giremeyecek, bu durum AKP’de kaçınılmaz bir kargaşaya ve zayıflamaya yol açabilecek. Kuşkusuz bu olasılık CHP’nin iştahını kabartıyor. CHP, yerel seçimin de öngörülenden daha erken bir tarihte olabileceği fikrinden hareketle, seçim kampanyasını başlatmış bulunuyor. CHP’nin bu davranışı sonbaharda bir erken seçimin ihtimal dahilinde olduğunu gösteriyor. AKP’nin kapatılacağını veya en azından zayıflayacağını hesaplayan CHP, bu sayede bir erken seçimden kolay zaferle çıkabilme hesabında ve çabasında. Baykal ve CHP’sinin son günlerde emekçilerle yakınlaşma çabası içinde olması da bu hesaba dayanıyor. Oysa tıpkı AKP gibi CHP de bir düzen partisi ve hemen tüm temel konularda AKP ile benzer yaklaşımlara sahip. Bu nedenle, emekçilerin sorunlarına çözüm üretme yeteneğinden de, imkanlarından da yoksun. CHP’nin işçi sınıfı, emekçiler ve Kürt halkı içerisinde bir umut haline gelmeye dönük manevraları dikkat çekiyor. Örneğin, Nisan ayının sonunda yapılan 32’inci Olağan Kurultayı’nda CHP lideri Deniz Baykal emekçi kitleleri demagoji ile etkileme çabasına yöneldi. Bilindiği gibi CHP uzun sayılabilecek bir zamandan beri sosyal demagoji yapmaktan uzak duruyordu. Baykal Kurultay’da, demagojilerinin hedefine Kürtler’i de koymayı ihmal etmeyerek, “Kürt kökenli vatandaşlarımıza sahip çıkacağız, onları başımızın üstünde tutacağız” diye konuştu. Kurultay Sonuç Bildirgesi’nde Kürt sorununa ayrı bir yer veren CHP, ilk kez asimilasyondan, Kürt sorunundan, anadilin öğretilmesinden bahsetti. Sonuç bildirgesinde, “... iktidarın bu sorun (Kürt sorunu) hakkında sadece laf ürettiği, takiye yaptığı, çözümden kaçındığı” dile getirilerek, “Devletin kimseyi asimile etmeye hakkı yoktur… Kişisel, kültürel haklar, temel insan hakkıdır…” denildi. Ayrıca CHP Kurultayı’nda ilk kez Kürtçe müzikler çalınıp halaylar çekilmesi de dikkat çekti. Salonda sık sık Aynur Doğan’ın Keçe Kurdan (Kürt kızı), Ciwan Haco’nun “Si u se gule” (33 Kurşun) adlı parçaları çalındı. Yine ufukta beliren seçime hazırlık çerçevesinde CHP, polisin İstanbul’da 1 Mayıs’ta işçi ve emekçilere yönelik saldırgan tutumunu da meclis gündemine taşıdı. Polisin saldırgan tutumunu “polis içerisindeki tarikatçı örgütlenmeye” bağlayarak bilinç bulandırmayı da ihmal etmedi. Sanki içerisinde

tarikatçı örgütlenme olmasa, polis, işçi ve emekçi hareketini bastırmak üzere örgütlenmiş bir kurum olmaktan çıkacak! CHP, “iyi polis-kötü polis” ayrımı üzerinden devlet kurumlarının aklanmasına hizmet ederek geleneksel rolünü oynamakta, işçi ve emekçi kitlelerin, hatta Kürt halkının öfke ve tepkisini yedeklemeye çalışmaktadır. CHP’nin Taksimciliği, 6 Mayıs anması yapması ve Kurultay’da Kürtler’e göz kırpması vb. gibi politikalar izlemesi, istismarcılıkta sınır tanımazlığının yeni kanıtlarıdır sadece. Açıktır ki, hükümette CHP olsaydı, işçi ve emekçiye “ordumuza, polisimize güvenelim”den başka bir şey demeyecek, bugün AKP hükümeti eliyle uygulanan sosyal yıkım politikalarını aynen sürdürecekti. CHP’nin tarihi, işçi ve emekçilere yönelik ekonomik ve sosyal yıkım saldırılarının tarihidir. Aynı CHP, emek düşmanı Kemal Derviş’i bağrına bastı. Derviş bir Dünya Bankası memuruyken, İMF’nin dayatmasıyla ekonomiden sorumlu bakan olmuş, işçi ve emekçilere yönelik tarihin en kapsamlı sosyal yıkım programının altına imza atmıştı. Dünya Bankası memuru Derviş’i İMF’ye güven vermek için bağrına basan Deniz Baykal’ın ta kendisiydi. İşçi ve emekçileri sefaletin kör kuyusuna iten ekonomi politikalarının mimarı Kemal Derviş’i, “başarılı bir ekonomi programı uyguladı” diyerek alkışlayan da D. Baykal’ın kendisidir. Hatırlanacağı üzere, CHP ile aynı gelenekten gelen SHP daha sonra CHP ile birleşti. DYP-SHP koalisyonu sürecinde yaşananlar biliniyor. Bu dönemde 5 Nisan kararları İMF’nin direktifleri doğrultusunda uygulandı. İşçi ve emekçiler bu sosyal yıkım programı nedeniyle bir gecede gelirlerinin yarısını kaybettiler. Bir dizi özelleştirme sonucunda binlerce işçi işsiz kaldı. Yapısal uyum programları çerçevesinde imzalanan Gümrük Birliği anlaşmasının altına Tansu Çiller’le birlikte imza atan diğer isim bizzat Deniz Baykal’dı ve o zamanında bunu büyük bir zafer olarak nitelemişti. AKP onlarca emek düşmanı yasayı meclisten geçirirken, CHP’nin yaptığı tek şey meclis görüşme salonunu terketmek oldu. Bu tutum AKP’nin saldırı yasalarını muhalefetsiz bir ortamda rahatça meclisten geçirmesinin önünü açtı. Son günlerde işçi ve

emekçilere şirin gözükmeye çalışan Baykal’ın CHP’si, sosyal yıkım programlarını engellemek için bırakalım alanlara çıkmayı, mecliste muhalefet yapmayı dahi göze alamadı. Emek düşmanı yasaların çıkmasına örtülü destek verdi. Saldırı yasaları sorunsuzca mecliste onaylandı. 11 Eylül sonrasında uluslararası planda Türkiye’nin artan öneminden bahseden, “Türkiye bölgede yönlendirici konuma gelebilir” diyerek o günkü hükümeti BOP’a destek vermesi için uyaran da Deniz Baykal’ın ta kendisiydi. Çünkü sözkonusu olan sermayenin yüksek menfaatleriydi. Deniz Baykal’ın “stratejik ortak” diye tanımladığı ABD’den duyduğu tek rahatsızlık Güney Kürdistan’da yaşananlar ve bu konuda sermaye devletinin “kırmızı çizgileri”nin dikkate alınmamasıdır. Deniz Baykal, “Barzani tehdittir. Türkiye gerekirse bu tehdidi yoketmek için Kuzey Irak’a girmelidir” diyerek sınır ötesi hava ve kara harekatını hararetle savunabildi. Baykal ve CHP’si, tarihi boyunca bu topraklarda yüzyıllardır kardeşçe birarada yaşayan halkların kimliğini ve meşru haklarını inkar etmiş, kudurgan bir şovenizmin ve ırkçılığın bayraktarlığını yapmıştır. Bugün de bu davranış çizgisini sürdürmektedir. Deniz Baykal’ın son CHP Kurultayı’ndaki “Kürt açılımı” basit oy avcılığına dayalı bir manevradan ibarettir. CHP düzenin has bir partisidir. Tüm düzen partileri gibi sermayeye hizmet, işçi ve emekçilere düşmanlık varlık nedenidir. Onun tek hedefi sosyal demagoji silahını kullanarak, AKP’den kopan ve arayış içinde olan işçi ve emekçilerin desteğini almak, onların devrimci bir kanala akmasını engellemektir. CHP’nin işçi ve emekçilere açlık ve sefaletten, demokratik hak ve özgürlüklerin gaspından, Kürt sorununda imha ve inkâra dayalı çözümden başka verebileceği hiçbir şey yoktur. Burjuva düzen partileri işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin bilinçlerini bulandırarak, onları düzeniçi çözümlerle oyalayarak devrim yürüyüşünü engellemeye çalışırlar. Bunun panzehiri, devrim ve sosyalizmin tek kurtuluş yolu olduğunun başta işçiler olmak üzere bütün emekçi sınıf ve katmanlara, günlük mücadeleleri içinde yer alınarak, bu mücadelelere fiilen önderlik edilerek gösterilmesidir.


Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Kürt sorunu ve yeni arayışlar...

Kızıl Bayrak 5

Kürt hareketinde çözüm tartışmaları ve 1 Haziran mitingi Ahmet Türk’ün Kandil’e yönelik hava harekatına denk gelen günlerde gerçekleşen Talabani ziyaretinde yaptığı “PKK’nin silahlı mücadelesi Kürt halkına zarar veriyor” açıklaması tartışılmaya devam ediyor. Her ne kadar Ahmet Türk, bu ifadenin devamında, PKK’nin silahlarını bırakması için hükümetin gerekli koşulları yaratmadığını söylemiş olsa da, düzen kalemleri, özellikle de liberal yazarlar tarafından tartışmalar daha çok bu ifadenin sınırlarında, PKK’ye karşı bir çıkış olması ekseninde yürütülüyor. DTP yönetiminin PKK’ye net bir tavır takınması gereğine bağlanarak ele alınıyor. Ahmet Türk’ün yaptığı çıkışın anlamlı fakat yetersiz olduğu, DTP’nin daha kararlı bir tutum alarak PKK’ye silah bırakması konusunda baskı yapması ve giderek Kürt sorununda tek ve hakim siyasi güç haline gelmesi gerektiği belirtiliyor. Tartışmanın bu yoğunlukta yapılıyor olması kuşkusuz Ahmet Türk’ün ifadelerinin sarsıcılığından kaynaklanmıyor. Zira Türk’ün dile getirdikleri, konuşmasının bütünlüğü ile birlikte değerlendirildiğinde yeni değil. DTP yönetimi ve aynı çizgideki liberal kesimler uzun süredir bu düşünceyi düzenli biçimde işliyorlar. Dahası bu düşünce Öcalan tarafından İmralı savunmalarından başlayarak sistemleştirilen siyasi platformun köşe taşlarından biridir. Öcalan da, silahlı mücadele döneminin kapandığını, bu noktadan sonra silahla hak elde etme düşüncesinin ve eyleminin mücadeleye zarar vereceğini, devletin “genel af” gibi şartları sağlaması halinde PKK’nin silahlarını bırakacağını belirtiyordu. Bu düşünce doğrultusunda ise yapılan hamlelerden biri de, PKK’nin gerilla güçlerini sınır dışına çıkarmak ve “barış grupları” adı altında sembolik olarak bazı grupları teslim etmek olmuştu. Ancak bilindiği üzere, devlet kayıtsız şartsız teslim olmayı dayattığı gibi, daha sonra Güney Kürdistan’daki gelişmelerle birlikte, köhnemiş inkar ve imha politikalarına saplanıp kaldı. Ahmet Türk’ün ifadesinin yarattığı yoğun tartışmanın nedeni bu ifadenin kendisinde değil fakat Türk’ün Talabani ziyaretiyle ortaya koyduğu inisiyatifle bağlantılıdır. Çünkü sermaye devleti, Güney Kürdistan’daki gelişmeler ve Kürt sorununda Öcalan’ın yakalanması sonrası kazandığı siyasi avantajları yitirip inkar ve imha politikası çıkmazına yeniden saplandığı noktadan, ABD inisiyatifi ve müdahalesiyle yeni bir mecraya yönelmiş bulunmaktadır. Bu mecra, bağımsız bir Kürdistan hedefinin belirsizleştirilmesi ve koşullarının zayıflatılması karşılığında, Türk devletinin Güney Kürdistan yönetimiyle işbirliği halinde ABD’nin bölge stratejileri ekseninde çalışması biçimindedir. Güney Kürdistan’daki devletleşme sürecinin sakatlanması Türk devletinin bir kazanımı olmuştur, böylece buradaki yönetimle iyi ilişkiler kurmasının önünde bir engel kalmamıştır. Diğer taraftan, Kuzey Kürtleri’nin de bir tehlike olarak çıkarılması ve düzenle bütünleşmiş, aslolarak Kürt burjuvazisinin siyasi inisiyatifi altında bir Kürt siyasetinin şekillendirilmesi bu sürecin diğer ayağını oluşturmaktadır. 5 Kasım mutabakatıyla kararlaştırılan “kapsamlı plan” bunları içermekteydi. İşte bu koşullarda Ahmet Türk’ün, Kandil bombalanırken Talabani’nin huzuruna çıkması ve nasıl

bir konuşma bütünlüğü içerisinde olursa olsun kadar toplumsal ve siyasal sonucu önemli olacak PKK’nin silahlı varlığının Kürt halkına zarar verdiğini başka bir miting şimdiye kadar gerçekleşmemiştir.(…) söylemesi, sembolik değeri yüksek bir siyasi çıkıştır. Türkiye’de sorunlarda öncelik ilk defa bu kadar Fakat bu inisiyatif ancak, Kürt hareketi içerisindeki isabetli yapılmıştır. Kördüğümün ucundan silahlı direnişin imkanlarının ortadan kaldırılması ve yakalanmıştır. Türkiye’nin kördüğüm olmuş tüm bu yola ilişkin umutların kırılması, Kürt yoksullarının sorunları, Kürt sorununu çözmeyle bir bir hareket içerisindeki inisiyatifinin zayıflatılması çözülecektir. Bırakalım sorunların çözümünü, Türkiye ölçüsünde anlam taşımaktadır. her alanda birkaç kat daha fazla güce kavuşacaktır. Türk’ün cüretli inisiyatifi düzen Kürt sorununun demokratik çözümü ve adil bir tarafından sahiplenilmekte, yanısıra barış Türkiye’ye sihirli PKK’ye karşı tavır almak ve daha bir değnek değmiş gibi cesur davranmak konusunda teşvik çok olumlu gelişmeler edilmektedir. Bu noktada dikkat yaratacaktır. 1 Haziran çekici olan, Ahmet Türk başta olmak mitingi, adil barış yolunu üzere DTP yönetiminin bu ortaya çıkararak... Kürt durumdan son derece hoşnut sorununun çözümü olmasıdır. Öyle ki, Ahmet Türk’ten sadece Türkiye’yi değil, sonra Hasip Kaplan ve Sırrı Sakık ekonomiyi de da benzer açıklama ve tutumlarıyla demokratikleştirecektir… dikkat çekmektedirler. Mecliste Kürt sorununu çözmüş Devlet Bahçeli ile sarmaş dolaş Türkiye her alanda birkaç görüntüler veren Hasip Kaplan’ın kat daha güçlenecektir. bu kez, “Devlet Bahçeli Emekçilerin siyasette 7 Mayıs 2008 / diyalogdan yana tavırlı” biçiminde ağırlığı artacağı gibi alım Barış Meclisi açıklamalar yapması bunun bir güçleri en kısa sürede örneğidir. Politik olarak Kürt burjuvazisinin siyasi bugünkünün iki katına eğilimlerinin ifadesi olan platformuyla DTP çıkacaktır. Kadıköy meydanı Türkiye’nin tüm yönetiminin bu tutumu yeni olmadığı gibi şaşırtıcı da sorunlarının çözüldüğü bir meydan olacaktır.” değildir. Son örneklerle de görüldüğü üzere, düzenin Mustafa Karasu’nun yazısına koyduğu “Denizler kendilerine kucak açması halinde bu güçler düzene ve Hakiler’le yan yana Kadıköy Meydanı’na” entegre olmakta fazlasıyla isteklidirler. biçimindeki başlıktan da anlaşıldığı üzere, 1 Haziran Böyle bir dönemde “Barış Meclisi” adıyla 1 mitingi ile birlikte oluşturulmaya çalışılan siyasi Haziran’da “Yeter, Kürt sorununa demokratik çerçeve Denizler’in ve Hakiler’in simgelediği çözüm!” başlıklı bir miting düzenlenmektedir. mücadele değerleriyle bağlantılandırılmaya İçerisinde DTP ile birlikte ÖDP, EMEP ile kimi çalışılmaktadır. Böylece bu değerlere gönülden bağlı kuyrukçu çevreler ve KESK’in olduğu güçler olan halkın katılımı sağlanmaya çalışılmaktadır. tarafından desteklenin bu miting mevcut durumda “Eğer şahadetler göze alınmasaydı Kürdistan’da oldukça anlam kazanmıştır. Düzenleyicileri de bu tek bir gün mücadele yürütülemezdi. Bu, PKK‘nin tercih ettiği bir mücadele tarzı olmamıştır. Daha ilk mitinge oldukça ileri anlamlar yüklemekte, “barış” çıkışından itibaren inkarcı-sömürgeci zalimliğin için kitlesel bir siyasi inisiyatif geliştireceklerini dayattığı bir mücadele tarzı olmuştur” diyen Karasu açıklamaktadırlar. Doğrusu, DTP yönetiminin düzenin sözlerini şuraya bağlamaktadır: “Tüm bu şahadetler kendisinden beklediği siyasi inisiyatifi göstermesi tabiî ki bir adil barış için yaşanmıştır. Onlara bakımından önemli bir fırsattır bu miting. bağlılığın bir gereği, onların özlemlerini sağlamak Fakat belirtmek gerekir ki, mitingin siyasi için mücadele etmekse, bir diğer gereği de onların çehresini Kürt burjuvazisinin siyasi platformu özlemlerinin yaşam bulacağı adil bir barışı oluştursa da, mitinge katılım esas olarak Kürt sağlamaktır. Adil barış mücadelesi de bir demokrasi emekçileri tarafından sağlanacak, bu demektir ki ve özgürlük mücadelesidir. Her mücadelenin tabiî ki eyleme Kürt emekçilerinin mücadele isteği ve enerjisi bir barışı olacaktır. Yoksa anlamsız bir savaş kısır damgasını vuracaktır. Dolayısıyla, düzenleyicilerinin döngüsü içinde kalınır.” belirlediği siyasi çerçeveyi zorlayacak bir dinamizm Bu alıntılardan da görüleceği üzere, bugün silahlı gerçeği, 1 Haziran mitinginde bir kez daha ya da silahsız bu güçlerin ortak çizgisi, Kürt görülecektir. Bu ise, düzene entegre olmak ve düzenin burjuvazisinin siyasi çizgisidir. Bunun karşısında belirlediği siyasi alanda hareket etmekte son derece devrimci çizgi, ki bu aynı zamanda Denizler ve hevesli olan Kürt reformistlerinin handikapıdır. Hakiler’in de gerçek çizgisi ve yoludur, devrimci Bundan dolayıdır ki, 1 Haziran mitingine ilişkin “tek yoldur. Bu yolda silahlar “adil bir barış için değil” pankart”, “tek slogan” gibi sınırlamalar fakat, düzenin temellerine, burjuvaziye, emperyalizme getirmektedirler. ve işbirlikçilerine, onların iktidar sistemini yıkmaya Belirtmek gerekir ki, PKK yönetimi de 1 Haziran yöneltilmiştir. Bu da Kürt burjuvazisinden farklı mitingine DTP yönetimi ile paralel anlamlar olarak Kürt emekçilerinin Kürt sorununa ilişkin yüklemektedir. “gundemonline.com” sitesinde yer gerçek çözüm yolunu sunmaktadır. Bu çizginin, alan Mustafa Karasu imzalı yazıda miting hakkında gündemleştirilmesi ve Kürt emekçilerinin burjuva şöyle denilmektedir: inisiyatiflere mahkum olmadığının gösterilmesi bugün “1 Haziran’da Kadıköy’de yapılacak miting Türkiye tarihinin en işlevli mitingi olacaktır. Bu miting daha da önem kazanmış durumdadır.


6 Kızıl Bayrak

Tersaneler cehenneminde direniş ateşi...

Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Kölelik cehenneminde ölüm–kalım savaşı sürüyor! Tersane patronlarına saray olan Tuzla tersaneler havzası tersane işçilerine mezar olmaya devam ediyor. Tersanelerde ölümler durmuyor. Son 8 gün içinde Selah ve DESAN tersanelerinde yaşanan 3 ölümle tersane patronlarına öfke birikmeye başladı. Selah Tersanesi’nde 9 Mayıs günü yaşanan patlamanın ardından İzzet Güder isimli tersane işçisi yaşamını yitirdi. Tersanesinde şimdiye kadar ölüm Tuzla tersaneler cehennemi bu sefer yaşanan iş cinayetleriyle değil kapatmayla gündeme geldi. Bugün olmadığıyla övünen Selah Tersanesi sahibi Erkan akşam saatlerinde basına bir açıklama yapan İstanbul Valisi Muammer Güler, Tuzla tersanelerde yaşanan iş Selah 8 gün içinde Selah’ta iki işçinin katledilmesinin cinayetleriyle ilgili iş güvenliği konusunda eksiklikleri bulunduğu tespit edilen Selah Makine ve Gemicilik altına imzasını attı. Güder’in ardından 17 Mayıs günü Endüstri ve Ticaret A.Ş.’nin, bunları tamamlayıncaya kadar tümüyle Deniz Kaşıkeman isimli tersane işçisi “kapatılmasına” karar verildiğini aktardı. yaşamını yitirdi. Tersaneler cehenneminde yaşanan her türlü kuralsızlığın hala yerli yerinde Tuzla tersaneleri daha 24 durduğu bir durumda göstermelik bir şekilde basına yansıyan bu “kapatma” kararı saat dolmadan ölüm tersanelerde yaşanan kuralsızlığın gündemden çıkması için başvurulan bir kusmaya devam etti. Desan manevradan başka bir şey değildir. Tersanesi’nde kaynak ustası Artık herkes bilmektedir ki, tersaneler havzasında yaşanan iş cinayetlerinin olarak çalışan Murat kuralsız çalışmanın ve buna bağlı yaşanan her türlü trajedinin asıl sorumluları kâr Çalışkan isimli tersane üzerine kurulmuş sermaye sınıfının iktidarıdır. Bu asalak sınıf egemenliğini işçisinin cesedi DESAN’dan devam ettirdiği sürece gerek tersanelerde gerekse başka yerlerde ölümler, çıkarıldı. kuralsız ve kölece çalışma koşulları devam edecektir. Tersane İşçileri Birliği Kapatma kararının basına duyurulduğu bugün iş cinayetleriyle ünlü Desan Derneği (TİB-DER) ilk olarak Tersanesi patronun burjuva medyada çıkan kendini aklama açıklamaları bir 17 Mayıs günü Selah’ta tesadüf olmasa gerek. Aynı ve benzer açıklamalar GİSBİR Başkanı Murat yaşanan iş cinayetinin ardından Bayrak tarafından da yapıldı. tersane önünde eylem Tersaneler cehenneminde yaşanan tüm bu kuralsızlığın ilk elden gerçekleştirdi. Bir gün sonra ise uygulayıcıları olan tersane patronları kapatma kararıyla aklanmaya çalışılıyor. Beyoğlu İstiklal Caddesi baret, Tuzla Gemi önü İşçi arkadaşlarımızın katillerinin ekonomik yaptırımlarla katil kimlikleri döviz, tabut ve pankartlarıyla 19 Mayıs 2008 / gizlenmek isteniyor. Orada çalışan işçilerin bu kapatmadan kaynaklı gelen tersane işçilerine ev yaşadıkları mağduriyetle ilgili tek bir açıklama yapılmıyor. Böylelikle sahipliği yaptı. kapatma yaptırımı asıl olarak işgücünden başka hiçbir geçim kaynağı olmayan tersane işçilerini vuruyor. TİB-DER üyeleri 19 Mayıs Tersane İşçileri Birliği Derneği olarak bir kez daha ifade ediyoruz: sabahı da tersaneler havzasında eylemdeydiler. Sürüp * Göstermelik tedbirler değil, gerçek anlamda işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri alınsın! giden iş cinayetlerine karşı Tuzla Gemi önünde eylem * Taşeronluk sistemi tümden kaldırılsın! gerçekleştiren işçiler TİB-DER imzalı dövizlerin * Sigorta primleri ana firma ve gerçek ücret üzerinden ödensin! yanısıra Taksim eylemini manşetine taşıyan BirGün * Tüm işçileri kapsayan işçi lojmanları kurulsun! Gazetesi’ni de taşıdılar. * Ağır ve Tehlikeli İşkolu Yönetmeliği uygulansın! Saat 07.30’da “Tersanelerde sigortasız çalışmaya * İş cinayetlerinin sorumlusu tersane patronları yargılansın! ve iş cinayetlerine son/Tersane İşçileri Birliği” Bizler bu taleplerimizin karşılanmasının tek yolunun dişe diş bir mücadeleden geçtiğini biliyoruz. Sermaye pankartını açan tersane işçileri burada basın devletinin bugüne kadar hiçbir yaptırım karşılık bulmadı ve bu da bulmayacaktır. Tersaneler cehennemindeki açıklaması gerçekleştirdiler. Açıklamada konuşan bu kuralsızlığı ve iş cinayetlerini tersane işçilerinin örgütlü iradesi çözecektir. Tersane İşçileri Birliği Derneği (TİB-DER) Başkanı Kahrolsun ücretli kölelik düzeni! Zeynel Nihadioğlu şunları söyledi: Katillerden hesabı işçiler soracak! “Patronların kar hırsına bağlı önlemsizlik, hızlı Tersane İşçileri Birliği Derneği çalıştırma, taşeronlaştırma ve uzun çalışma 21 Mayıs 2008 saatlerinin varlığı biz işçilerin yaşamlarını peşpeşe öğütmektedir. Tersane patronları ve devlet yetkilileri halen hiçbir şey olmamış gibi davranıyor. Önlemsizlik sürüyor, işçiler ölmeye devam ediyor. Bugüne kadar Tuzla deride iş cinayeti! tersaneler cehenneminde 96 kardeşimiz iş Tuzla tersanelerinde ölümler birbirini izlerken, bu kez de Tuzla’da deri sektöründe bir iş cinayeti cinayetlerine kurban gitti.” gerçekleşti. Sabun imalatı yapan ASC isimli bir fabrikada oksijen tüpünün patlaması sonucu bir kişi hayatını TBMM Tuzla Araştırma Komisyonu’ndan kaybetti, iki kişi de yaralandı. 15 Mayıs günü gerçekleşen patlamada Mehmet Atlan isimli işçi hayatını herhangi bir beklentileri olmadığını da belirten kaybetti. Nihadioğlu tersane işçilerinin sorunlarının çözümünün Gerek tersanelerde gerekse deri sektöründe yaşanan iş cinayetleri devletin tüm göstermelik önlemlerinin örgütlü mücadelede olduğunu sözlerine ekledi. göz boyamak dışında bir işe yaramadığını bir kez daha gözler önüne serdi. Tersane işçilerinin acil taleplerinin sıralandığı açıklamada bir kez daha mücadele çağrısı yapıldı. TKP Selah’a yürüdü! Tersane işçileri eylem boyunca “Kahrolsun ücretli Türkiye Komünist Partisi İstanbul İl Örgütü Tuzla tersanelerinde yaşanan iş cinayetlerine ilişkin 19 Mayıs kölelik düzeni!”, “ Tersaneler cehennem, işçiler köle günü Selah Tersanesi önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. kalmayacak!”, “Patronlar sarayda işçiler mezarda!”, Aydıntepe Tren İstasyonu’nda toplanan yaklaşık 350 kişilik kitle ‘İşçi düşmanı AKP’yi istemiyoruz!’, “Katil GİSBİR/ DESAN /Selah hesap verecek!”, ‘İşçiler ölüyor AKP izliyor!’, ‘Tersane işçisi köle değildir!’, ‘Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!’ dövizleri ve “Artık ölmek istemiyoruz!” sloganlarını attılar. İşçiler ‘Tersane işçisi yalnız değildir!’, ‘İşçi düşmanı işbirlikçi AKP!’, ‘Patronlar için ölmeyeceğiz!’, ‘İşçiler birleşin ayrıca “Çalışma bakanı istifa!” dövizlerini taşıdılar. ölümleri durdurun!’ sloganlarıyla Selah Tersanesi’ne yürüdüler. Tersane önünde TKP İstanbul İl Örgütü adına Açıklama sırasında çevrede biriken işçiler eylemi Kemal Parlak bir açıklama yaptı. Kitle açıklamanın ardından otobüslere yürüyerek eylemi bitirdi. ilgiyle karşıladılar. Kızıl Bayrak / Tuzla Kızıl Bayrak / İstanbul

TİB-DER: Tersane kapatmak çözüm değildir!

Tersaneler cehennemindeki kuralsızlığı ve iş cinayetlerini tersane işçilerinin örgütlü iradesi çözecektir!


Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Tersaneler cehenneminde direniş ateşi...

Kızıl Bayrak 7

Tersane işçileri kölelik düzenine karşı yürüdüler! Ölüm Kampı Tuzla tersaneler cehenneminde iş cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Tersane kapitalistleri işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini almayarak ucuz emek cenneti Tuzla tersaneler havzasında işçi kanıyla saltanat sürüyorlar. Selah Tersanesi’nde 8 günde iki tersane işçisinin yaşamını yitirmesi, Desan Tersanesi’nde Murat Çalışkan isimli kaynak ustasının 25 metre yükseklikten aşağıya düşmesiyle devam etti.

Nihadioğlu: “Ölümler sürecek!” İlk olarak Tersane İşçileri Birliği Derneği (TİBDER) Başkanı Zeynel Nihadioğlu basın açıklamasını okudu. Nihadioğlu tersanelerde en basit iş güvenliği tedbirlerinin alınmamasını şu sözlerle ifade etti: “Ölümleri yaratan diğer bir neden, tersane patronlarının ifade ettiği gibi ‘işçilerin eğitimsizliği’ değil işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri için gereken masrafların yapılmamasıdır. Eski, bakım onarımı yapılmamış ilkel alet ve makineler oldukça, rastgele birbirine dolanmış yıpranmış elektrik kabloları oldukça, gaz birikimi potansiyeli yüksek olan yerlerde gaz ölçümü yapılmadan ve gaz tahliye edilmeden işçilere sıcak çalıştırma yaptırıldıkça 18 Mayıs 2008 ölümler sürecektir.”

peygamberler gibi ağırlayan hükümet, işçilerin ölümünü duymamazlıktan geliyor.” dedi. Tersane işçilerinin iş cinayetlerine karşı çözümünün kendi örgütlü gücünde olduğunu ifade eden Yıldız, mücadelenin önemine vurgu yaptı. Tersane işçilerinin mücadelesinin yanında olduklarını söyledi.

Tersane işçileri cinayetleri anlattı!

Tersane işçilerinin eylemi iş cinayetlerine ve kazalarına maruz kalmış DESAN Tersanesi’nde yaşanan iş cinayeti tersane işçilerinin yaptığı kocasının eve gelmemesi üzerine DESAN konuşmalarla devam etti. Tersanesi’ne giden Çalışkan’ın eşi tarafından ortaya 6 aydır Tuzla çıkarıldı. Çalışkan’ın cesedi tersane içinde bulundu. tersanelerinde çalışan ve Tersane İşçileri Birliği Derneği (TİB-DER) Muş’tan gelerek Selah’ta kaynak ustası Deniz Kaşıkeman’ın yaşamını tersanelerde çalışmaya yitirdiği iş cinayetinin ardından Selah Tersanesi başlayan tersane işçisi önünde eylemdeydi. Reşit, arkadaşlarının Tersane işçileri acil olarak aldıkları Taksim eylemi cesetlerini çıkarmak için kararıyla 18 Mayıs günü de İstiklal Caddesi’ne iş çalıştıklarında tersane cinayetleri gündemini taşıdılar. Saat 12.00’de Emek patronlarının işlerine devam Sineması önünde buluşan TİB-DER üyesi işçiler ve etmesini istediklerini eyleme destek veren kurumlar Galatasaray Lisesi söyledi. Reşit son olarak / Galatasaray Lis esi şunları söyledi: “Hangi önüne yürüdüler. zenginin çocuğu bu “Komisyonun yaptırım gücü tersanelerde çalışıyor? Hangi Tersane işçilerinden tabutlu yürüyüş... yoktur, lağvedilsin!” Başbakan’ın hangi milletvekilinin? Hep doğudan gelen yoksul insanlar... Ben 6 aydan beri taşeronunun birine En önde “Artık yeter ölmek istemiyoruz!” Açıklamasına TBMM Tuzla Araştırma çalıştım, taşeron benim paramı alıp gitti. Köleliğine pankartını taşıyan tersane işçileri Selah Tersanesi’nde Komisyonu’nun Tuzla’da devam iş cinayetlere karşı devam et çalış diyorlar bize, kölelik düzenine razıysak iş cinayetine kurban giden Deniz Kaşıkeman’ın çözüm olamayacağını söyleyerek devam eden bu düzene evet diyorsanız hay hay diyorum.” fotoğrafının olduğu simgesel tabutla beraber Nihadioğlu, komisyonu tanımadıklarını, tersane Eylem Eğitim-Sen Kartal Şube üyesi Zeynel yürüyüşlerini gerçekleştirdiler. Tersane işçileri, işçilerinden, tabiplerden, hukukçulardan ve meslek Hoca’nın yaptığı coşkulu konuşma ile devam etti. üzerinde “Tek tek ölüyoruz sesimizi duyan var mı?” odalarından oluşan bir komisyon kurulması gerektiğini Tersane işçisi Recep de tersanelerde yaşanan yazılı tabutla beraber yürüdüler. şu sözlerle belirtti: ölümleri anlattı. İş cinayetlerine karşı isyan etti, “Tersane işçisi köle değildir!”, “Tersaneler “Bu cinayet gerçekleşmeden bir gün önce Meclis “Ölümüze bile sahip çıkılmıyor” dedi. cehennem işçiler köle kalmayacak!”, “Direne direne Araştırma Komisyonu sözde tersaneleri denetledi. ‘Bu Eylemde söz alan BDSP temsilcisi ise Başbakan, kazanacağız!”, “Artık ölmek istemiyoruz!”, “Katil tersanelerde iş güvenliği yok’ Çalışma Bakanı ve onların kurumlarının tümünün yalan GİSBİR hesap verecek!”, “Katil dediler. Ancak bu sözleri sarf söylediğini ifade ederek, tersane işçilerinin kendi DESAN hesap etmek hiçbir şey ifade verecekleri mücadeleden başka kurtuluşlarının verecek!”, “Kahrolsun etmemektedir. Zira işçilerin can olmadığını söyledi. ücretli kölelik güvenliğinin olmayışı bütün BDSP konuşmacısının ardından “İşçilerin birliği düzeni!” sloganlarını insanlık tarafından sermayeyi yenecek!” sloganı atıldı. atan işçilere OSİMbilinmektedir. Burada OSİM-DER Başkanı da eylemde söz aldı. Ölümlerin DER üyeleri de sorulması gereken tek bir şey kendilerini de ilgilendirdiğini ifade etti ve sermaye dövizler açarak destek var? Bu komisyon çözümün düzenine karşı mücadele çağrısı yaptı. Konuşmanın verdiler. bir parçası olabilecek midir? ardından “Yaşasın sınıf dayanışması!” sloganı atıldı. Emek Bugüne kadar sergilemiş Tersane işçisi Osman ise iş kazası sonucu yaşadığı Sineması’ndan oldukları pratik tamamen tedavi sürecini anlattı. Tersane patronlarının yasa Galatasaray Lisesi’ne çözümsüzlüğü yansıtmaktadır. tanımayan insanlık dışı uygulamalarını teşhir etti. gerçekleştirilen Bu komisyonun tersane yürüyüşte coşku ve öfke patronlarına uygulayacağı Tersane işçilerinin talepleri: bir aradaydı. herhangi bir yaptırım yoktur. * Göstermelik tedbirler değil, gerçek anlamda işçi Yürüyüş boyunca Bu yüzden biz işçiler bu sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri alınsın! İstiklal Caddesi’nden addesi komisyonun lağvedilmesini C l la ik st İ / 8 0 0 * Taşeronluk sistemi tümden kaldırılsın! geçen insanlar tersane istiyoruz. Bir komisyon 18 Mayıs 2 * Sigorta primleri ana firma ve gerçek ücret işçilerine alkışlarla destek kurulacaksa meslek üzerinden ödensin! verdiler. Atılan sloganlara odalarından, hukukçulardan, tabiplerden ve en * Tüm işçileri kapsayan işçi lojmanları kurulsun! katıldılar. Beyoğlu İstiklal önemlisi tersane işçilerinden oluşmalıdır.” * Ağır ve Tehlikeli İşkolu Yönetmeliği uygulansın! Caddesi’nde atkı ve formaları ile dolaşan Eskişehir * İş cinayetlerinin sorumlusu tersane patronları Spor taraftarları da tersane işçilerine alkışlarla destek DTP’den Yıldız: “Yanınızdayız!” yargılansın! oldular, tersane işçilerinin yürüyüşüne eşlik ettiler. Tersane işçileri yapılan konuşmaların ardından Yürüyüş kitlesi Galatasaray Lisesi önüne geldiğinde Nihadioğlu’nun ardından Demokratik Toplum oturma eylemine geçtiler. Baretlerini yere vurarak iş ise burada eylem programı başladı. Partisi İstanbul İl Yöneticisi Dursun Yıldız konuştu. cinayetlerini protesto ettiler. Yıldız yaptığı konuşmada, “İngiltere kraliçesini Kızıl Bayrak / İstanbul

Çalışkan’ın cesedini eşi buldu!


8 Kızıl Bayrak

Korkmakta haklılar!

Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Yeni TYM’ye dayalı faşist uygulamalar yeni bir boyut kazandı...

Korktukça saldırganlaşıyorlar, saldırdıkça korkuyorlar! Yeni Terörle Mücadele Yasa Tasarısı yasalaştıktan Özsöğüt’ün de olduğu 12 kişi tutuklandı. 5 aydır sonra hukukçuların, ilerici ve devrimci kamuoyunun tutuklu bulunan Özsöğüt’ün 15 Mayıs’ta görülen 3. hemfikir olduğu bir nokta vardı: Yasanın devlet için duruşmasında “örgüt propagandası yaptığı ve evindeki geleceğe yatırım olduğu ve sonuçlarının zaman dergi ve kitapların fazlalığı nedeniyle örgüt üyesi geçtikçe fark edileceği!.. olduğu” iddiasına yer verilmesi, yasanın kapsamını bir Zaman geçtikçe bu yasanın faşizmin temel kez daha ortaya koymuş oldu. dayanaklarından biri olacağı ve her yöne çekilebilen Yine son dönemde özellikle Adana’da pek çok kişi kapsayıcılığı ile sermaye devletine sınırsız yasal aylar önce katıldıkları basın manevra imkânı tanıyacağı da açıklamaları nedeniyle görülmüş oldu. tutuklandı. Devlet tarafından TMY’nin getirdiği en bilinçli bir operasyon şeklinde önemli yenilik “terör” gerçekleşen saldırılarda, tanımının yenilenmesi oldu. Kevser Mızrak’ın Yeni düzenleme tüm muhalif katledilmesinin protesto güçlerin “terörist” olarak edilmesi, 8 Mart, Newroz ve tanımlanabilmesine olanak 1 Mayıs çağrısı gibi pek çok veriyordu. Bu çerçevede “suçu eyleme katılındığı gerekçesi ve suçluyu övmek” fiili de ile onlarca kişi tutuklandı. yeniden tanımlandı ve kapsamı Son olarak Alınteri genişletildi. Artık herhangi bir gazetesi temsilcisi Mine flama, afiş, bildiri hatta eşarp Kaynak’ın 8 Mart “örgüt propagandası” olarak eyleminde basın metnini 72 19 45 Mahir Çayan / 19 değerlendirebilecekti. okurken “kırmızı t-shirt” Bir başka önemli nokta ise aynı giymesi tutuklanmasına kapsamıyla basın organlarını “sebep” oldu. Kırmızı t-shirt savcı tarafından “örgüt vurması oldu. “Terör örgütleri”ne dair yayınlar sıkı üniforması” olarak nitelendi ve Kaynak’ın biçimde denetlenecek, örgütlerin tanıtımını yapacak tutuklanması için kanıt olarak gösterildi. şekilde isimlerin, açıklamaların yayınlanması ve örgüt liderlerine dair yayınların yapılması engellenecekti. 12 Eylül’ün yapamadığını TMY yapacak! Bu kuralları ihlal edenler de topluca “terörist” kabul edilecekti. Bunların yanısıra idari amirlere verilen Son günlerin en çok konuşulan uygulaması ise geniş yetkiler, toplantı ve gösteri hakkı gibi anayasada devrimci önder Mahir Çayan’ın “Toplu Yazıları”nın belirtilen pek çok hakkı sınırlandıran düzenlemeler toplatılması oldu. Böylece devlet katlederek TMY’de yeralıyordu. devrimcilerden kurtulamadığını ve düşüncelerinin asıl Ciddi bir muhalefet ile karşılaşmadan yasalaşan “tehlike”yi oluşturmaya devam ettiğini de itiraf etti. TMY, ilerleyen aylarda çıkarılan Polis Vazife ve Toplatma kararı şu sözlerle gerekçelendirilmeye Salahiyet Kanunu benzeri pek çok faşist yasa ile çalışılıyor: “İsimleri kamuoyunca bilinen ve kolluk desteklenerek toplumsal muhalefeti yok etme görevine kayıtlarında bulunan belli terör örgütleri ile ilgili başladı. Yasa ile birlikte devleti “yasadışı” duruma düşüren pek çok uygulama da yasal sınırlara çekilmiş oldu. Bugün 1 Mayıs’ta yaşanan polis terörünü güya protesto eden CHP’nin yasaya tam destek verdiğini bir kez daha hatırlatmakta fayda var!

terör örgütü ismi verilerek yüceltildiği, okuyuculara objektif kriterle değil, yüceltici ifadelerle terör örgütünden bahsedilip, somut bir şekilde şiddet teşvik edildiği, özellikle kitabın son kısımlarında THKC ve THKP gibi yasadışı örgütlerin propaganda mahiyetinde bildirimlerine yer verildiği dikkate alındığında…” İsmi geçen örgütlerin bugün varolmadığı ancak ortaya konan devrimci geleneğin halen varolduğu düşünüldüğünde, düzen cephesinden verilen bu karara şaşırmamak gerekiyor. Yeni TMY’nin 12 Eylül cuntasının uygulamalarını devam ettirmek için vazgeçilmez bir araç olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor.

Korkmakta haklılar! Düzenin tüm bu saldırılarına karşı, son sözü Mahir Çayan’ın 37 yıl öncesinin Türkiye’sinde söylediği sözlere bırakalım. Bu sözler, korkularının sebebini görmek ve korkmakta haklı olduklarını söylemek için yeterli olacaktır: “Ekonomik ve politik buhran hızla derinleşiyor. Hakim sınıflar kendi aralarında çeşitli fraksiyonlara bölünmüş, düzeni kendi resmi kanunlarıyla koruyamaz duruma gelmişlerdir. Bu yüzden, devrimciler üzerinde, karşı-devrim cephesinin baskı, şiddet ve cebri görülmedik bir derecede artmıştır. Temsili demokrasi hızla rafa kaldırılmaktadır. Artık sosyalist politikanın devrimci cesaretle sürdürülebileceği bir ülke haline gelmiştir Türkiye. (…) “Artık devrimciliğin ölçüsü geçmişteki kahramanlık menkıbeleri değil, devrimci pratiktir. Savaş açıktır, savaşanlar da açıktır ve ortadadır. Ve savaşmaya azimli olanlar, aktif mücadeleye hazır olanlar ve bizzat savaşanlar devrim meydanında kalmıştır.” (Mahir Çayan, Devrimde sınıfların mevzilenmesi, 1971)

Eskişehir’de sivil faşist ve polis terörü...

Uygulamalar hız kazandı! Yeni TMY yasalaştığı ilk günden itibaren düşük dozda uygulamaya konuldu. Eylemlerde basın açıklamalarını okuyan kişiler eylemin ardından gözaltına alınmaya başlandı. İlk başta tepki çeken bu uygulama bir süre sonra olağanlaştı. 2007 1 Mayısı için Taksim çağrısı yapılmasının “suçu ve suçluyu övmek” kapsamına girdiği gerekçesiyle yasaklanması ve özellikle devrimci yayınların “örgüt propagandası yaptığı” gerekçesi ile hızla kapatılmaları da ilerleyen günlerde gündeme geldi. Tekil örnekler ile geçen yaklaşık bir yıllık zamanın ardından sermaye devleti yasayı “tüm hızıyla” uygulamaya koydu. Düzenlemeler ile eyleme katılmak ve slogan atmak bile suç haline getirilmişti. Bu kapsamda polis tarafından katledilen Kevser Mırzak’ın cenazesine katılan ve aralarında Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası MYK üyesi Meryem

alındığı bildirildi. Gözaltı haberinin bilgisine Eskişehir’de artan faşist saldırılar ve devlet terörü 21 Mayıs günü de pervasız saldırılarla sürdü. ulaşıldıktan sonra toplu bir şekilde savcılık önüne gidildi. Savcılığın önünde bir süre bekledikten sonra Anadolu Üniversitesi’nde yapılan Kaypakkaya kitle dağıldı. Savcılık önünden anmasından sonra saat 15.30 gibi okuldan çıkan bir grup ayrıldıktan sonra evine giden iki Ekim Gençliği arkadaşımızın önü kesilerek, okuru arkadaşımız Ekim Gençliği okuru bir arkadaşımız TMŞ polisleri evlerinin önünde faşistlerin saldırısına tarafından zorla darpedilerek gözaltına alındı. maruz kaldı. Yine bir arkadaşımız şehir Arkadaşımızın geçen hafta merkezinde saldırıya üniversitede yapılan Bahar uğradı. Saldırıdan sonra Şenlikleri’ndeki saldırıda, hastaneye kaldırılan özel güvenlik görevlilerini darpettiği, kamera arkadaşımız müşade altında alındı. kayıtlarından bunun tespit 21 Mayıs 2008 / Anadolu Üniversite Anadolu Üniversitesi edildiği ve savcılık talimatı si Ekim Gençliği doğrultusunda gözaltına


Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Kadınlar toplumsal yaşamın dışına itiliyor!

Kızıl Bayrak 9

“İstihdam paketi” meclisten geçti...

Kadınlar “İstihdam paketi”yle istihdam dışı bırakılıyor! “İstihdam paketi” adıyla anılan “İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı” 15 Mayıs günü TBMM’de onaylandı. SSGSS Yasası’nın ardından gündeme gelen “İstihdam paketi”, kapsamlı saldırıları içermesine rağmen herhangi bir ciddi tepkiye konu olmadan yasalaştı. Yasanın esasını kapitalist patronlar üzerindeki “yük”lerin (sigorta, vergi vb.) kaldırılması oluştururken, sermayenin uzun süredir gözünü diktiği “İşsizlik Sigortası Fonu”nun gaspedilmesi de hedefleniyor. Yasada sermayeye kaynak aktarılması ve üzerindeki yüklerin kaldırılması çeşitli gerekçelere dayandırılıyor. Bu gerekçelerden birini ise genç işçiler ve kadınlar için yeni istihdam alanlarının yaratılması oluşturuyor. Böylece genç işçilerin ve kadınların istihdamı adı altında patronlar, hem ucuz işgücünden faydalanacaklar hem de “5 yıl boyunca sigorta primlerinin işsizlik sigortası fonundan karşılanması” yoluyla kârlarına kâr katacaklar.

Kadınlar işgücünün neresinde? “İstihdam paketi” ile kadınların işgücüne katılımları yeniden tartışılmaya başlandı. Kadınların üretimde erkeklere göre daha az yer tuttuğu, bu sayının her geçen gün daha da azaldığı bir takım araştırmalara da yansıdı. Örneğin BM’nin 2000’li yıllara ilişkin verilerine göre, Türkiye’de kadınların üretime katılması BM’e üye 130 ülke arasında sondan10., OECD ülkeleri arasında ise en alt sırada yer alıyor. TİSK tarafından yapılan bir araştırmaya göre ise, Türkiye’de 15-29 yaş grubundaki kadınların %60’ı, 25-29 yaş grubundaki kadınların %66’sı ne çalışıyor ne de okula gidiyor. Bu oran toplam 5.5 milyon kadına tekabül ediyor. Bir veri de TÜİK’ten… TÜİK’in “Küresel Cinsiyet Eşitliği” araştırmasının 2007 verilerine göre, bir yılda 237 bin kadın işgücü piyasasının dışına çıkartılıyor. Kadınların üretime katılması sermayenin izlediği politikalar sonucu her geçen gün daha da azalmaktadır. 2003 yılında çıkarılan yeni İş Kanunu ile birlikte esnek üretim, taşeronlaştırma ve güvencesiz çalışma yaygınlaşmış bulunmaktadır. Öte yandan İMF’nin dayatmalarıyla özelleştirme saldırıları devam etmektedir. Tüm bu saldırıların sonuçları ise işsizlik ve daha fazla yoksulluk olmaktadır. Ve bu saldırılar öncelikli olarak emekçi kadınları vurmaktadır. İlk önce işten atılan kadın işçiler olduğu gibi, kayıtdışı ve güvencesiz çalışma koşullarına mahkum edilenler de öncelikle emekçi kadınlar olmaktadır.

“İstihdam paketi” kadınları üretimin dışına itecek! İstihdam Paketi’nde “devrim” diye adlandırılan maddelerin başında “kadınların ve genç işçilerin istihdamı” geliyor. Söylenenlere bakılırsa, bu yasa kapsamında toplumsal bir sorun olan kadınların üretim dışı kalmasına neşter vurulacak, kadınların ekonomik özgürlüğü için adımlar atılacak, aynı zamanda kayıtdışı çalışma önlenecek, beraberinde işsizliğe de

çözüm bulunacak vb., vb… “İstihdam paketi”nin çeşitli övgülere yolaçan söz konusu yasa maddesine bakıldığında ise, “kadınların istihdamının artırılmasına” ilişkin izlenmesi gereken sosyal politikalara ilişkin herhangi bir veriye rastlamak olanaklı değil. Örneğin bu madde kapsamında kadınların çalışmasının teşvik edilmesi ve kadınların çalışması için maddi ve sosyal imkanların sağlanması yer almamaktadır. Kadınların çalışmasında engel teşkil eden İş Kanunu’ndaki kimi maddelerin geri çekilmesi de sözkonusu değildir. Kadınların üretime katılmasının önündeki en temel engel olan çocuk bakımının sağlanmasına ilişkin maddelere de rastlanmamaktadır. Yasada sadece ve sadece, sermayeye kaynak aktarımı ve kadın emeği sömürüsüne dayanarak patronlar üzerindeki sigorta prim “yük”lerinin azaltılması var. Yasa, yeni düzenlenmiş haliyle, bırakalım kadınların istihdamını arttırmayı “150’den fazla kadın çalıştıran işyerlerinde kreş açma zorunluluğunu” ortadan kaldırarak, kadınların istihdamını daha da azaltacak bir nitelik taşıyor. Bugüne kadar yasalarda güdük bir şekilde yeralan “kreş ve emzirme odaları açılması zorunluluğu” maddesi de ihtiyacı karşılamaktan son derece uzaktı. Kreş açılması 150’den fazla kadın çalıştırılan işyerleri ile sınırlı tutuluyor (ki bu da uygulanmıyordu), kadınların büyük çoğunluğu küçük işletmelerde, hatta kayıt dışı işlerde çalıştığından dolayı zaten kreş hakkından faydalanamıyordu. Yeni yasa ile birlikte bu iğreti “kreş hakkı”da tümüyle ortadan kaldırılmış bulunuyor. Çocuklarının bakımı tümüyle kadınların üzerine bırakılıyor. Çocuk bakımı toplumsal bir sorumluluk olmadığı ve kadının görevi olarak görüldüğü sürece de kadının üretim alanının dışına sürülmesi kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Ancak sermaye iktidarı kadınları yine de “seçeneksiz” bırakmıyor! Çocukların bakımı konusunda kendi “önerisini” de sunuyor. Pakete göre, işyerleri için kreş ve emzirme odalarının açılması taşeron şirketlere bırakılıyor. Böylelikle sermayeye

yeni kâr alanlarının açılması da ihmal edilmiyor. Sonuçta yasaya göre işyerinde kreş açma patronların insafına bırakılmış durumda. Açılacak kreşler ise taşeron şirketler tarafından işletilecek ve açık ki ücretli olacak. Böylelikle sermaye çocuk bakımını üzerinden attığı gibi, üstüne üstlük bunu bir de kâr alanına dönüştürecek. İliklerine kadar sömürdüğü emekçi kadınları daha fazla ezerek çocuklarının bakımı üzerinden de kâr elde edecek.

Sosyal yıkım saldırılarına karşı birleşik mücadele! SSGSS ve “İstihdam paketi” yasalaşmış bulunuyor. Sendikalar Kanunu ve kıdem tazminatının gaspına yönelik düzenlemeler sırada bekliyor. Sermaye işçi sınıfına ve emekçilere topyekûn bir saldırı yürütüyor. Topyekûn saldırının püskürtülmesinin yolu ise buna karşı topyekûn bir mücadelenin örgütlenmesinden geçiyor. SSGSS yasasının ardından çıkarılan “İstihdam paketi” de emekçi kadınları doğrudan vurmakta, sınırlı haklarını da gaspetmektedir. Kadınların üretime katılmasının önündeki en temel engellerden biri olan çocuk bakımı sorununu daha da derinleştirmekte ve çözümü tümüyle kadınların üzerine yıkmaktadır. Bu saldırı karşısında “kreş hakkı”nın öne çıkartılması ve “Tüm işyerlerinde ve sanayi bölgelerinde ücretsiz, nitelikli kreş!” talebinin güncel taleplerden biri olarak yükseltilmesi gerekmektedir. Fakat, özellikle de kapitalizmin derinleşen krizi koşullarında sorun kadınlar için “kreş hakkı”na daraltılamayacak denli kapsamlıdır. Birbirini izleyen sosyal yıkım saldırılarından çok yönlü olarak etkilenenler kadınlar olmakta, kapitalizmin onulmaz bir hastalığı olan işsizlik en fazla kadınları vurmakta, çalışma olanağı bulanları ise her türlü güvenceden yoksun ve ağır sömürü koşullara mahkum etmektedir. Emekçi kadınlar bu kapsamlı yıkım saldırılarını püskürtebilmek için tüm işçi ve emekçilerle birlikte topyekün mücadelede yerini alma sorumluluğu ile yüzyüzedir.


10 Kızıl Bayrak

Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!

Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Mayıs şehitleri anmalarından...

“Onlar devrime ve sosyalizme aittirler!” Küçükçekmece: “Sosyalizm mücadelemizde yaşıyorlar!” Mayıs ayında yitirdiğimiz yiğit devrimciler 18 Mayıs günü Sefaköy İşçi Kültür Evi’nde gerçekleştirilen bir etkinlikle anıldı. Etkinliğe 60 kişi katıldı. Etkinliğimiz, Denizler hakkında hazırlanmış kısa bir sinevizyon gösterimi ile başladı. Ardından bir arkadaşımız Deniz Gezmiş’in babasına yazdığı mektup ile Deniz’in idam edilmeden önceki son sözlerini okudu. Bir arkadaşımız da İbrahim Kaypakkaya’nın son sözlerini okudu. Ardından Türkiye ve dünyada devrim ve sosyalizm mücadelesinde yitirdiklerimiz anısına saygı duruşunda bulunuldu. Yapılan açılış konuşmasında şunlar söylendi: “Onlar devrim ve sosyalizm davasına aittirler. Bugün burjuvazi tarafından popüler kültürün aracı yapılmak istenen Deniz Gezmişler’in mirası devrimci bir mirastır ve bizlere aittir. Onlardan bugüne kalıcılaşan ve gelecek nesillere aktarılacak olan devrim davasına ölümüne bağlılıktır.” “Ve bugün onları anmak demek bu topraklarda yaktıkları ateşi büyütmek demektir. İşçi ve emekçilerin haklı mücadelesine omuz vermek demektir. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyayı yaratmak için mücadele etmek demektir.” Etkinlik Sefaköy İşçi Kültür Evi tiyatro topluluğunun hazırladığı “Masal dünyası” oyunuyla devam etti. Coşkulu alkışlarla sona eren oyunun ardından sermayenin sosyal yıkım saldırıları teşhir edildi ve tüm saldırılara karşı ‘68 ruhuyla mücadele çağrısı yapıldı. Kısa bir müzik dinletisinin ardından etkinlik şu sözlerle sona erdi: “Onlar kendilerinden sonraki kuşaklara umutsuzluğu, teslimiyeti ve ihaneti değil, emekçilerin davası uğruna ölümüne direnmeyi miras bırakmışlardır. Onlar devrime ve sosyalizme aittirler. Devrimci yiğitlikleri kararlılıkları ve adanmışlıklarıyla parti, devrim ve sosyalizm mücadelemizde yaşıyorlar ve hep yaşayacaklar...” 18 Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

İzmir’de Kaypakkaya ve Mayıs şehitleri anıldı... 18 Mayıs günü İzmir’de bir araya gelen devrimci demokrat güçler tarafından 18 Mayıs 1973’te Diyarbakır zindanlarında katledilen İbrahim

Kaypakkaya, 18 Mayıs ‘77’de Antep’te katledilen Haki Karer ve Diyarbakır Cezaevinde 18 Mayıs ‘82’de bedenlerini tutuşturan Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Mahmut Zengin ve Eşref Anyık düzenlenen yürüyüş ve basın açıklaması ile anıldı. Önce Konak Pier önünden eski Sümerbank önüne bir yürüyüş gerçekleştirildi. Yürüyüşün ardından devrim şehitleri anısına bir dakikalık saygı duruşuna geçildi. Daha sonra kurumlar adına ortak basın metni okundu. Basın metninde şunlar söylendi: “Onlar tarihimize kararlılığın, gözüpekliğin ve devrim uğruna ölümü kucaklamanın birer örneği olarak adlarını yazdırdılar. Emperyalizme, faşizme, şovenizme, sömürüye karşı devrimci duruşu darağaçlarında, işkencehanelerde, zindanlarda tereddütsüzce sergilediler. Bugün ölümü rezil rüsva eden, işçi sınıfının emekçi halk kitlelerinin kurtuluşu uğruna, kan ve can bedeli direnenlerden aldığımız mirasla yolumuza devam ettiğimizi dosta düşmana bir kez daha göstermek için buradayız.” Ardından hep birlikte İbrahim Kaypakkaya’ya yazılan marş söylendi. Şiirlerin okunmasıyla eylem sona erdi. BDSP, Partizan, DHP, ESP, KÖZ, İLGP, Devrimci Hareket, Dev-Lis ve SDP’nin ortak örgütlediği eyleme Ege ‘78 liler ve SGDF de katılarak destek verdi. Eyleme 200 kişi katıldı. Kızıl Bayrak / İzmir

Bursa: “18 Mayıs’ı unutma, unutturma!” Diyarbakır işkencehanelerinde “ser verip sır vermeyen” yiğit ve başeğmez devrimci İbrahim Kaykapkaya, 17 Mayıs günü Heykel-AVP önünde yapılan basın açıklamasıyla anıldı. Devrim şehitleri anısına bir dakikalık saygı duruşunun ardından basın açıklamasına geçildi. Partizan, DHP, BDSP, ESP, SDP ve Bursa Tuncelililer Derneği ir zm İ / 8 0 tarafından örgütlenen basın 0 2 Mayıs açıklamasında “Yaşasın devrim ve sosyalizm!”, “18 Mayıs’ı unutma, unutturma!”, “Yaşasın siper yoldaşlığı!”, “Yaşasın devrimci dayanışma!” sloganları atıldı. Eylemin ardından Bursa Tuncelililer Derneği’nde İbrahim Kaypakkaya şahsında ‘68 devrimci kuşağıyla ilgili panel gerçekleşti. Panele BDSP, Partizan ve ESP temsilcileri katıldılar. Önce devrim şehitleri için bir

dakikalık saygı duruşu yapıldı. Ardından açılış konuşmasını yapan DHP temsilcisi; son dönemde devrimci mücadeleden düşmüş insanlar tarafından ‘68’in yiğit devrimcilerinin anlatılarak devrimci özün boşaltılmaya çalışıldığını, oysa ‘68 devrimcilerini anlatmayı hak edenlerin bugünün devrimcileri olduğunu 18 Mayıs 2008 / vurguladı. Sefaköy BDSP temsilcisi; ‘71 devrimci kopuşunun Türkiye devrim tarihinin en önemli kilometre taşlarından biri olduğuna, yaşanan kopuşun sadece silahlı birkaç gencin dağa çıkması olmadığına, asıl kopuşun düzene ve kurumlarına cepheden karşı çıkılması ile yaşandığına değindi. Kaypakkaya’nın da bu süreçte Kemalizme ve Kürt sorununa bakışıyla ayrı bir yerde durduğunu vurguladı. ESP temsilcisi, ‘68’in sadece gençlik hareketi olmadığı, işçi sınıfının uyanışta olduğu ve toplumsal muhalafetin hızlandığı bir dönem olduğunu belirtti. Partizan temsilcisi ise, Kaypakkaya’nın sadece Kemalizme ve Kürt hareketine karşı tavrından dolayı değil bir bütün olarak ele alınması gerektiğini belirtti. Konuşmaların ardından serbest kürsüye geçildi. Kısa bir müzik dinletisinin ardından panel sona erdi. Eyleme yaklaşık 70 kişi katılırken, panele ise 60 kişi katıldı. Kızıl Bayrak / Bursa

Gazi: “Çelik aldığı suyu unutmadı!” Partizan 18 Mayıs günü Gazi Mahallesi’nde gerçekleştirdiği bir yürüyüşle Kaypakkaya’yı andı. “Çelik aldığı suyu unutmadı!”, “Şehitlerimiz toprakta tohum, hasadımız devrim olacaktır!”, “Katledilişinin 35. yılında komünist önder İbrahim Kaypakkaya kavgamızda yaşıyor!” pankartlarının ve “İbrahim Kaypakkaya yaşıyor!” dövizlerinin taşındığı eylemde, Eski Karakol önünde toplanılarak İsmetpaşa Caddesine kadar sloganlarla ve marşlarla yüründü. Yürüyüşün sonunda dünya devrim şehitleri adına bir dakikalık saygı duruşu yapıldı ve ardından basın metni okundu. Kaypakkaya’nın 36 yıl önce yaktığı kızıl ateşin devrim mücadelesinin yolunu aydınlattığı, 50 yıllık suskunluğun ardına gizlenmiş karanlığı ortadan kaldırdığı ve Kemalizm’in suratına bir tokat gibi indiği vurgulandı. Anma marşlarla sona erdi. Yaklaşık 150 kişinin katıldığı eyleme BDSP, DHP, ESP ve DTP destek verdi. Kızıl Bayrak / İstanbul


Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!

Kayseri’de Kaypakkaya anması... Kayseri İşçi Kültür Evi’nde 18 Mayıs günü “ser verip sır vermeyen” yiğit devrimci İbrahim Kaypakkaya anıldı. Devrim ve sosyalizm şehitleri anısına yapılan saygı duruşu ile başlayan etkinlik, İbrahim Kaypakkaya’nın yaşam öyküsü ve devrimci mücadelesinin anlatıldığı metnin okunması ile devam etti. Daha sonra marşlar ve Kaypakkaya üzerine yakılan türkülerle etkinlik devam etti. Yaklaşık 30 kişinin katıldığı etkinlikte İbrahim Kaypakkaya’nın devrimci mücadelesi, günümüzde devrimci mücadelenin sorunları ve sorumlulukları tartışıldı. Güncel olaylar üzerinden yapılan canlı tartışmalarla etkinlik son buldu. Kızıl Bayrak / Kayseri

Kızıl Bayrak 11

Kapitalizmde gençliğe gelecek yok!

Kırşehir’de Kaypakkaya anması... 18 Mayıs günü ÖDP Kırşehir parti il binasında gerçekleştirilen bir etkinlikte 18 Mayıs 1973’de işkencede katledilen İbrahim Kaypakkaya anıldı. Etkinlik devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Ardından Kaypakkaya’nın uğruna ölümü göze aldığı devrim ve sosyalizm mücadelesi ve ser verip sır vermeyerek işkencecileri Diyarbakır’da yenilgiye uğratması üzerine bir konuşma yapıldı. Son olarak bir eğitim emekçisi, İbrahim Kaypakkaya anısına bestelenmiş türkü ve marşları bağlamasıyla çalıp söyledi. BDSP’nin destek verdiği anmaya yaklaşık 40 kişi katıldı. Kızıl Bayrak / Kırşehir

Eskişehir: “Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!” 21 Mayıs günü Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü’nde, 18 Mayıs 1973’te işkencede katledilen İbrahim Kaypakkaya şahsında bir anma gerçekleştirildi. Anma saygı duruşuyla başladı ve ardından basın açıklaması yapıldı. Açıklamada Kaypakkaya’nın Diyarbakır zindanlarında yaşadığı işkencelerden, devrimci kimliğinden ve verdiği mücadeleden sözedildi. Katledilen tüm devrimcilerin, Denizler’in, Mahirler’in ne için mücadele verdikleri ve neden katledildikleri, bugünkü saldırıların neye hizmet ettiği anlatıldı. Açıklamanın ardından Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya’nın resimleri ve “Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!” şiarlı pankart ve Kaypakkaya’nın resminin ve katledilişini anlatan bir yazının bulunduğu pankart anmanın yapıldığı alanda sergilendi. Kısa bir şiir dinletisinin ardından etkinlik sona erdi. “Faşizmi döktüğü kanda boğacağız!”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür!”, “Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!”, “Yaşasın devrimci dayanışma!” sloganlarının atıldığı etkinliğe 35 kişi katıldı. Anadolu Üniversitesi Ekim Gençliği

Cebeci’de Mayıs şehitleri anması... Cebeci Kampusü’nde 21 Mayıs günü DGH, Ekim Gençliği, SGD, Yeni Demokrat Gençlik, Yurtsever Gençlik Hareketi ve Tüm-İGD’nin örgütlediği İbrahim Kaypakkaya ve dörtlerin şahsında Mayıs şehitleri anması yapıldı. Anma devrim şehitleri anısına saygı duruşuyla başladı. Ardından okunan ortak metinde şunlar söylendi: “Onlar yaşamlarını insanlığın büyük uyanışı devrim, sosyalizm ve özgürlük mücadelesine adadılar. Üniversitelerde, kentlerde, kırlarda, zindanlarda yaşamanın direnmek olduğunu gösterdiler ve yaşamı uğruna ölecek kadar severek bedenlerini verdiler. Onlardan öğrenmek inadına halkların kardeşliğini haykırmaktır, onlardan öğrenmek inancı ve öfkeyi diri tutmaktır, onlardan öğrenmek onurlu bir yaşam için mücadele etmektir...” İbrahim Kaypakkaya, dörtler, Mazlum Doğan ve Haki Karer’in görüntülerinden oluşan sinevizyon gösteriminin ardından şiir ve müzik dinletisi gerçekleştirildi. “Bize ölüm yok” marşı hep bir ağızdan söylendi. “Yaşasın devrimci dayanışma!” sloganlarıyla son bulan etkinliğe 70 kişi katıldı. Cebeci Ekim Gençliği

Her 19 Mayıs’ta olduğu gibi bu yıl da “Atatürk’ü anma, gençlik ve spor bayramı” vesilesiyle gençlik üzerine beylik laflar edildi, gençliğin geleceğimiz olduğundan sıklıkla bahsedildi. Önceki senelerden biraz farklı olarak bu kez gündeme “gençlik bayramı” ile paralel olarak gençlik üzerine bir dizi de araştırma yansıdı. Ankara Ticaret Odası (ATO) ve Ankara Genç İşadamları Derneği’nin (ANGİAD) araştırmaları “Türkiye’nin aydınlık geleceği” olan gençliğin içinde bulunduğu cendereyi de bir kez daha gözler önüne sermiş oldu.

Gençlik işsiz! ATO’nun yayınladığı, “Gençliğin Hâli” başlıklı raporda gençliğin yaşadığı işsizlik sorunu çarpıcı biçimde görülüyor. Rapora göre Türkiye’de 15 ile 24 yaş arasında, 5 milyon 830 bini kız, 5 milyon 441 bini de erkek olmak üzere 11 milyon 271 bin genç bulunuyor. Bu sayının sadece 3 milyon 425 bini çalışıyor, 3 milyon 424 bini öğrenci olduğu için üretime katılmıyor, 4 milyon 422 bin genç ise ne üretimde ne de eğitimde yer alıyor. Her 100 genç erkekten 23’ü çalışma veya eğitim hayatı içinde yer almazken, genç kadınlardan 55’i çalışmıyor. Çalışan azınlık için de durum pek parlak değil. Çalışan kesimin %62’si kayıt dışı çalışıyor. Bu oran eğitim düzeyi lise altı olanlarda %73’e çıkıyor.

Gençlik umutsuz! Toplum dışına itilen ve işe yaramaz yaftası yapıştırılan gençliğin, özellikle de işsiz kesimin yaşadığı kimlik erozyonu da had safhada. ANGİAD’in araştırması gençliğin yaşadığı yozlaşmayı ortaya koyuyor. Sonuçların oldukça tutarsız ve şaşırtıcı olması da içinde bulunulan durumun trajik boyutlarını gösteriyor. Araştırmaya göre gençlerin büyük kısmı anne-babalarından dayak yediğini belirtirken, “kimi örnek alıyorsunuz” sorusuna “annebabamı” yanıtını veriyor. Raporda yine ağırlıklı olarak milliyetçi-muhafazakar ve AB karşıtı olduğunu söyleyen gençliğin en büyük hayalinin bir AB ülkesine “kapağı atmak” olduğu

görülüyor. Gençliğin örnek aldığı modeller ise oldukça isabetli ve düzenin yozlaştırma politikalarının başarısını gösterir nitelikte: Rahmi Koç, Acun Ilıcalı, Polat Alemdar. Gerçekten de gerek üniversitelerde olsun, gerek mahallelerde, bu üç tipin gençlik içerisindeki yansımaları karşımıza çıkıyor. Rahmi Koç gibi zengin olmaya çalışan, burjuva bir hayat hayali kuran, bunun için ruhunu sermayeye satanlar, Acun Ilıcalı gibi ömrünü sahillerde, partilerde geçirmek isteyen lümpen-züppe özentileri ve Polat Alemdar gibi faşist-mafya-katil rolüne soyunup uyuşturucu, haraç, tahsilat gibi işlere soyunan Çatlı karikatürleri… Tayyip Erdoğan ve Deniz Baykal’ın da bu isimlerin ardından örnek alınanlar arasında sayılmasını unutmamak gerekiyor. Tabii ki yozlaşma ve apolitikleşme yalnızca işsiz kesim ile sınırlı değil. Üniversite öğrencileri de bunun etkilerini fazlasıyla yaşıyor. Gerici-faşist odaklara kapılanlar, apolitizme, pasifizme, liberalizme batanlar üniversitelerin ağırlıklı öğrenci profilini oluşturuyor. Taşra üniversiteleri “ekmek kapısı” haline gelirken, başta vakıf üniversiteleri olmak üzere elit üniversiteler “ortam” için gidilen yerlere dönüşüyor. Politik geleneği ile tanınan üniversite kantinlerinin bile sabahtan akşama kadar kağıt oynanan batakhanelere dönüşmüş olması yozlaşmayı göstermeye yetiyor.

Kapitalizmde gelecek yok! Tüm bu sayılanlar tabii ki gençliğin kaderi değil, ancak bu çürümüş kapitalizm için şaşırtıcı da değil! Gençliğin içinde barındırdığı dinamizm yıllardan beri düzen güçlerine korku saldığı için bu kesim özel hedef alınarak yozlaştırılmaya, apolitize ve pasifize edilmeye çalışılıyor. Bir yandan tam bir geleceksizliğe mahkum edilen gençlik, diğer yandan da utanmazca 19 Mayıslar’da baş tacı ediliyor, yere göğe sığdırılamıyor. Gençliğin gerçek bayramı ancak, onu bu cendereye hapseden kapitalist düzenin yerle bir edildiği gün olabilir.


12 Kızıl Bayrak

Sınıfa ihanette sınır yok!

Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Hak–İş: Sendikal hareketin dip noktası! AKP’nin adeta bir yan kolu gibi çalışan Hak-İş, hükümetin emekçilere yönelik sosyal yıkım saldırı yasalarının da gönüllü savunuculuğu rolünü üstlenmektedir. Üstelik bu görevi uzun bir süredir öylesine bir pervasızlıkla yerine getirmektedir ki, hain Türk-İş bürokratlarına bile taş çıkartmaktadır. Önce SSGSS Yasası, ardından “İstihdam Paketi” derken, şimdi de sıranın 2821 ve 2822 sayılı yasalarda yapılmak istenen değişikliklere geldiği anlaşılmaktadır. Hükümet olduğundan bugüne neoliberal politikalar doğrultusunda işçi ve emekçilere karşı ağır iktisadi ve sosyal saldırıları hayata geçiren AKP, bu politikalara karşı işçi ve emekçilerden gelebilecek direnci kırabilmek için boş durmamıştır. Bir yandan sendikal örgütlülüğün zayıflatılması için sermayenin önü her türlü fiili ve “yasal” uygulamalarla açılıp düzlenirken, diğer yandan sendikalar hükümete eklemlenmeye çalışılmıştır. Nitekim Hak-İş’in bugüne kadarki birçok icraatı, özellikle de son 1 Mayıs’ta sergilediği pratik, hükümetin bu hedefler doğrultusunda ne kadar yol katettiği konusunda somut bir fikir vermektedir. Bu hedefe öncelikle Hak-İş üzerinden varılmasının, AKP ile aynı ideolojik kimlikten beslenmenin getirdiği ek faktörlerle alakalı bir yanı bulunuyor. Ancak başta Türk-İş olmak üzere tüm konfederasyonların getirilip oturtulmak istenen çizginin adeta bir prototip olması bakımından bu gelişme önemlidir. Hükümetin Türkİş’in son kongresine gerçekleştirmiş olduğu “çıkartma harekâtı”nı ve Türk-İş’in yeni yönetiminin gerek asgari ücret tespitinde gerekse de SSGSS saldırısında açığa çıkan “kaba ihanetçi” pratiği bu gözle ele alınmalıdır. Sendikaların çekilmesi hedeflenen düzeyinin daha anlaşılır kılınabilmesi bakımından Hak-İş’in son dönemki birkaç icraatına ve de Genel Başkanı Salim Uslu’nun kaleme aldıklarına bakmak yararlı olacaktır. Sermaye devletinin yeni uygulama ve yasalarla “polis devleti”ne dönüştüğü, 1 Mayıs’ta işçi ve emekçilere uyguladığı azgın faşist terörle bunu bir kez daha ortaya koyduğu bir dönemde, Hak-İş Genel Başkanı’nın “Rotası demokratikleşme ve çağdaşlaşma olan Türkiye”den söz etmesi, 1 hangi ülkede yaşadığı sorusunu akıllara getiriyor. Hükümetin kendi çıkarları doğrultusunda anayasayı değiştirmeye dönük hazırlıkları ve 301. maddeye ilişkin sözde yapılan “değişiklikleri” birer “reform” olarak yansıtılıyor ve methiyeler diziliyor. Uslu’nun bu sözde “reformlar”la birlikte Sendikalar Kanunu’na ilişkin yapılacak değişikliklerin, “Türkiye’nin ilerleme ve KİK

raporlarında ve ILO Genel Kurulları’nda sürekli dönüştüğünü göstermiştir. Gerek Taksim eylemine eleştiri konusu olan bir lekeden de kurtulması” için de karşı Ankara Tandoğan’daki eylemle, gerekse bu gerektiği yönündeki açıklamaları da, kendi eylemin AKP milletvekilleriyle ortak bir şekilde “rota”sınında aslında hangi sınıfa hizmet ettiğini örgütlenmesiyle, dahası Taksim eylemine karşı gösteriyor. Uslu için işçilerin çıkarından çok sermaye sermayenin başlattığı karalama kampanyasının devletinin uluslararası doğrudan savunuculuğunu üstlenmesiyle bu görevi platformda yerlerde sürünen yerine getirmiştir. imajının düzeltilmesi daha SSGSS karşıtı öncelikli. eylemlerinin etkisiyle Yine IMF ve Dünya tabandan gelen basınç Bankası’nın direktifleriyle nedeniyle hain Türk-İş hayata geçirilen sosyal bürokratlarının bile saldırıları alkışlayan Uslu, göstermelik bazı Hak-İş Konfederasyonu kararlar almak zorunda olarak örneğin SSGSS kaldığı 1 Mayıs Yasası’nda sundukları döneminde Hak-İş “hizmetleri” de şu şekilde hükümetin ileri sürdüğü aktarıyor: “provokasyon” “… yürütülen söylemini çalışmalarda reform dillendirmekten geri anlayışına sekte vurmadan kalmamıştır. ancak kazanılmış haklardan Hak-İş yönetiminin da hiçbir şekilde geri adım sermayeye hizmette sınır 1 Mayıs 2008 / T atılmadan sistemin revize andoğan tanımayan çizgisi 1 Mayıs edilmesi için emek sürecinin hemen ardından harcadık. Terörle mücadele kapsamında vazife “İstihdam Paketi”nin malullüğü aylığı alan er ve erbaşların sigortalı olarak gündeme gelmesiyle bir kez daha gün yüzüne çıktı. başka bir işte çalışmaları halinde aylıklarının Salim Uslu tarafından bu konuda kaleme alınan yazıda kesilerek mağdur olmalarının önüne geçtik. İlk defa şunlar söyleniyor: evlenecek yetim kızlara verilecek çeyiz yardımının 24 “İşsizliği azaltmak, istihdamı artırmak ve aydan 12 aya düşürülmesine engel olduk. Kuru yere ekonomik ve sosyal kalkınmayı eş zamanlı ateş yakan, zor koşullarda yuva kuran, yoktan gerçekleştirmek gerekçesiyle hazırlanan ve TBMM varetmek zorunda kalan gençlerimizin hakkını Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlayan İstihdam korumak için yapılan düzenlemelere taraf olduk.” Paketi önemli bir adımdır. Uslu’nun onca güzelleme yaptığı bu “reforma” İstihdam Paketi’nin prim indirimi, teşvik ve cezai ilişkin emekçilere yaptırımları içeren bütünsel bir yapıda olması “müjdelediği” tek şey; ‘şu hak ülkemizde yıllardan beri ötelenen ekonomi politikaları kaybının önüne geçtik’, ‘bu ile sosyal politikaların örtüştürülmesi konusunda indirimin önünü aldık’tan olumlu bir zihniyet değişimi yaşanmaya başladığının başka bir şey değil. da bir göstergesidir.” Kaybettirdiği hakların Sermayenin üzerindeki “maliyet yükünü” yanında Uslu’nun önüne hafifletmek ve yeni teşviklerle kâr oranını arttırmaktan geçtiklerini iddia ettikleri, öte bir amacı bulunmayan böyle bir yasayı emekçiler devede kulak dedirten “lehine” sunmaya çalışmak, yeminli bir işçi cinsten. Örneğin bu yasayla düşmanının işi olabilir ancak. 18-29 yaş arasında yaş ve prim gün sayısının çalıştırılan işçilerin ve kadın işçilerin primlerinin arttırılması ile emekliliğin işsizlik fonundan karşılanmasını büyük bir coşkuyla mezara havale edilmesi, karşılarken, bunun 30 yaş üstündeki işçilerin işten sağlığın piyasalaştırılarak atılmasına yolaçacağı üzerinde durmak bir paralı hale getirilmesi yana,“işsizlik stokumuzun eritilmesinde ve kayıt dışı Hak-İş başkanını hiç mi çalışmanın kayıt altına alınmasında önemli bir hiç ilgilendirmiyor. Bunun gelişme” sağlayacağı bile iddia edilebiliyor. İşçilerin haklarını savunmak bir yana mevcut tkabir içindir ki, bir işçi konfederasyonu başkanı haklarına dönük saldırıları bile alkışlayan bu hain Mayıs 2008 / Anı olarak değil de, güruh, uygulanan “teşviklerin” herşeyden önce hükümetin basın sözcüsüymüş gibi sendikalı işyerlerinde uygulanmasını isteyerek, bu konuşuyor. Nitekim Hak-İş, SSGSS Yasası’na karşı sayede kendi örgütlü oldukları işyerlerindeki sermaye ülke genelindeki protesto eylemlerinden üye işçileri sahiplerine yaranmaya çalışmakta, onların “rekabet uzak tuttu. edebilirliğini arttırarak” varlık koşullarını da bu Hak-İş’in hükümetle kurduğu bu “güçlü diyaloğu” sayede uzatabilmeyi umabilmektedirler. en fazla gözler önüne seren ise 1 Mayıs süreci Hükümetin 2821 ve 2822 sayılı kanunlara ilişkin olmuştur. 1 Mayıs’ta yaşananlar Hak-İş’in artık bir işçi değişiklikleri gündeme getirdiği şu günlerde, Hak-İş konfederasyonu olmaktan ziyade AKP hükümetin kirli bir kez daha secdeye yatmakta ve hükümete icraatlarına destek veren kontra bir örgütlenmeye “temennilerini” iletmektedir. AKP hükümetinin bu


Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008 yasayla, göstermelik birkaç değişiklik üzerinden bir süredir fırsatını kolladığı “Kıdem Tazminatı Fonu”nun kurulması için sendikal ihanet şebekesini bir kez daha devreye sokmak istediği bilinmektedir. Hak-İş ise, üye tabanını şimdiden böyle bir satışa getirmek için hazırolda beklediğini, ancak çıkarılacak bu yasadan ellerini rahatlatmaya dönük bir takım “iyileştirmelerin” yapılması gerektiği yönünde temennilerini bildirmektedir: “Halen yüzde 10 olan işkolu barajının tamamen kaldırılması, TİS prosedürü ile ilgili tüm sürelerin kısaltılması, arabuluculuk sisteminin tamamen ihtiyari hale getirilmesi ve Yüksek Hakem Kurulu’nun yapısının çoğulcu hale getirilmesi, yetki belgesi sürecinde sendikaya üye olmak ve ayrılmak için noter şartı yerine e-üyeliğe geçiş olumlu gelişmeler olup, mutabakata varılan konulardır. Gelinen aşama, mevcut düzenleme ile kıyaslandığında son derece ileri düzenlemeler olmakla birlikte, değiştirilmesine hala ısrarla karşı çıkılan noktalar var: işyeri barajının aynen muhafaza edilmesi, konfederasyon aidatlarında check-off sisteminde uzlaşılamaması ve çerçeve sözleşmelerin kabul edilmemesi gibi.” Uslu, her ne kadar yapılan düzenlemeleri önemli ve olumlu gelişmeler olarak nitelendirse de, gerçekleştirecekleri hizmetler karşılığında mevcut değişikliklerin ellerini rahatlatacak düzeyde olmadığı yönünde serzenişte bulunmaktadır. Zira bugüne kadar üyelerin haklarını tasfiye etme noktasında öyle bir noktaya geldiler ki, artık nerdeyse sendikalı olmak ile olmamak arasında birçok yerde fark kalmamıştır. Kendi varlık zeminlerini de tehlikeye sokan bu gidişatta, işçi ve emekçileri en yoğun sömürüye ikna edebilmelerinin koşullarının en azından varlık zeminlerini koruyacak önlemlerin alınmasıyla sağlanabileceğinin farkındadır: “İşkolu barajı kaldırılırken, işyeri barajının korunması planlanıyor. İşyeri niteliklerinin, iş ve işçi tanımlarının değiştiği bir ortamda işyeri barajının korunmasının pratikte hiçbir yararı yoktur. Bu, sendikalaşmada; sendikalı işyerleriyle sendikasız işletmeler arasındaki haksız rekabeti; sendikasız işletmelerde işçi ücretlerinin artmaması; anayasal toplu sözleşme hakkının kullanılmaması anlamına gelir. İşkolu barajı kaldırılırken, işyerindeki barajla yetki sorununun devam ettirilmek istenmesi örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması anlamına gelmez. Söz konusu olumsuz sonuçları göze alarak işyeri yetkisinde “yüzde 50 artı 1 devam etsin” demenin haklı bir mantığı; AB uygulamaları ve ILO normlarında karşılığı yoktur. 2821 ve 2822 sayılı kanunlarda 27 yıl bekledikten sonra, sadece ülke barajıyla ilgili düzenleme yapılması, işkolu sayısının azaltılması, yöneticilere yönelik bazı düzenlemeler yapılması sorunun çözümüne yetmez.” Gelinen yerde üye işçilerinin “sendikal örgütlenme hakkından” öteye başkaca tasfiye edecekleri hiçbir şeyin kalmadığının itiraf eden ve bu noktada sermayeye varlık zeminleri için adeta yalvaran “zavallı bir sendika” başkanın ruh hali yansımaktadır bu yazılanlardan... “Ayrıca gerek işkolu düzeyinde ve gerekse ülke düzeyinde yapılabilecek çerçeve sözleşmelerine karşı çıkılması, Avrupa endüstriyel ilişkiler sisteminin dinamiklerinin hala anlaşılamadığını gösteriyor. Konfederasyon aidatlarında check-off sistemine geçilmesinin, doğru, istikrarlı ve yüksek kapasiteli sendikal hareket için önemli ve kaçınılmaz bir düzenleme olduğunu herkesin anlaması gerekir.” Bu uşağın efendisinden tek dileği, “AB uygulamaları ve ILO normlarını dikkate almak” oluyor. Fazlasına gerek yoktur, bunlar Türkiye için gerekli ve yeterlidir! Hak-İş şahsında Türkiye’deki sendikal çizginin getirilip oturtulmak istendiği düzeyi böyle özetlemek mümkün. Ancak, son 1 Mayıs tablosunun ortaya koyduğu bir başka gerçek ise, sermayenin bunu öyle kolayından başarabilmesinin mümkün olmadığıdır. Tüm ihanet şebekelerini koltuklarından süpürecek olan ise, tabandan yükselecek militan bir sınıf hareketidir. 15–16 Haziranlar, bu ülkede bu cevherin fazlasıyla bulunduğunu göstermiştir.

Sınıfa karşı sınıf!

Kızıl Bayrak 13

Petlas işçisinin yükselen öfkesi!

“Bizi satan başkanı, biz de satarız!”, “Çoluğumuzun, çocuğumuzun başını okşadığımız bir Pazar tatilimiz var. Patronun istediği gün tatil yapmamıza nasıl evet dersiniz?”, “Hep biz fedakarlık yapıyoruz. Lassa’da ve diğer lastik fabrikalarında ücretlere bakın. Biz Petlas işçileri hala 800 YTL’ye talim ediyoruz. Üretim 5’de esnek çalışmaya geçildi. Performans kriteri getirdiler. Günde her işçi 20 lastik yaparken, şimdi sayı 40’a çıktı. Patron, Abdurrahman Özcan hala sayıyı daha da arttırmamızı istiyor. Bu nedenle iş kazaları arttı. Kollarımız kopuyor, parmaklarımız kopuyor”, “Baş temsilciye durumu anlatıyoruz. ‘Burası özel sektör, artık servisler de, çalışma koşulları da değişti. Devlette olduğu gibi olmaz’ diyebiliyor. Böyle baştemsilci olur mu?”, “1 Haziran’da sona erecek TİS’den bizi niye haberdar etmiyorsunuz? Yüzde 10 ücret artışını, patronun istediği günde tatil yapmayı kabul etmiyoruz. Zaten Petlas patronu sizin de onayınızla diğer sözleşmede Cumartesimizi yedi, yetmedi mi? Hep biz verdik. Artık yeter! Alalım kararı, işi durduralım!” Petrol-İş Kırıkkale Şube Başkanı’na soğuk terler döktüren, Petlas işçilerinin yaptığı bu konuşmalar, toplantının yapıldığı Petrol-iş Kırşehir İl Temsilciliği’ne yığılan yaklaşık 500 işçinin hararetli alkışlarıyla desteklendi. İşçi toplantısı fiili bir mitinge dönüştü. “Direne direne kazanacağız!”, “Petlas bizimdir, bizim kalacak!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!” sloganlarıyla, Petrol-İş temsilciliğinin bulunduğu işhanı inledi. Petrol-İş Şube Başkanı Recep Sefer, işçinin bu öfke selini önlemek için çaba gösterdi. Ancak 1 Haziran’da biteceğini söylediği TİS sürecine dair yükselen tepkiler karşısında ne söyleyeceğini şaşırdı. Sonuçta işçilerin önünde, Pazar tatilinin sona ermesine yol açacak herhangi bir TİS maddesini imzalanamayacağını ifade etmek zorunda kaldı.

Petrol-İş Kırıkkale Şube Başkanı, geçtiğimiz yıl yapılan Petrol-İş Genel Kurulu’nda, tabanın değişim istediği gerekçesiyle, genel merkez yöneticiliğine aday olduğunu ifade etmişti. Bu manzara Petlas işçisinin uzlaşmacı sendikacı istemediğini, daha da önemlisi değişim istediğini gösterdi. Sendika başkanının eleştirilerden kaçmak için, “Siz arkamda değilsiniz, ilgisizsiniz” vb. söylemlerini boşa düşürmenin yolu, bir an önce Petlas işçilerinin TİS komitesini seçerek sendika yönetimiyle birlikte görüşmelere katılmasından geçiyor. Yıllardır gerçekleşen ihanetler, ileri sürüldüğü gibi “ilgisizlikten” değil, varolan “ilgi”ye rağmen Petlas işçisinin TİS görüşmelerinin dışına itilmesinden kaynaklanıyor. Sendika başkanının işçileri “ilgisizlik”le suçlayarak uzlaşmacı tutumunu örmeye çalışması tam bir utanmazlık örneğidir. Nasıl ki patronlara karşı işçilerin gücünü gösterebilecek en önemli araç örgütlülükse, aynı şekilde işbirlikçi sendikacılara karşı en iyi mücadele yöntemi de yine iç örgütlülüğün pekiştirilmesidir. TİS görüşmelerinde inisiyatifin Petlas işçilerinin eline geçmesini sağlayacak en önemli araçlardan birisi “TİS komitesidir.” Petlas’ta kurulacak “TİS komitesi” Petlas işçilerinin iç örgütlülüğünü sağlamlaştıracak, bilinçlenmelerinin ve mücadeleye en iyi şekilde hazırlanmalarının yolunu açacaktır. Petlas işçileri “TİS komitesi”ni oluşturarak tabanın istem ve kararlarını doğrudan sözleşme masasına yansıtma olanağına hala sahip. 19 Mayıs günü ortaya çıkan basınç, bu yönde atılacak adımların zeminini düzledi. Petlas işçisi hemen harekete geçmeli, sözleşme sürecine müdahale etmeli, sendika yöneticilerinin Petlas patronunun kabul edebileceği sözleşme yaklaşımına geçit vermemelidir. Kızıl Bayrak / Kırşehir


14 Kızıl Bayrak

Sınıfa karşı sınıf!

Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

İşçi ve emekçi hareketinden…. Desa’da jandarma-patron elele! Düzce Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulu bulunan Desa Deri’de baskı ve gözaltılar devam ediyor. Deri-İş Sendikası’nın fabrikada örgütlenme çalışması yürütmesini hazmedemeyen Desa Deri patronu 40 işçiyi işten atmıştı. 6 Mayıs’ta ise Desa işçilerine gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Musa Servi ve Desa Deri işçileri gözaltına alınmışlardı. 29 Nisan’dan itibaren fabrika önünde direnişlerini sürdüren Desa Deri işçileri, 17 Mayıs günü bir kez daha gözaltına alındılar. 17 Mayıs sabah saatlerinde İşKur’a başvurmak için fabrika önünden ayrılan 20 işçinin organize sanayiye dönüşlerinde jandarma tarafından durdurularak üstleri arandı. Fabrika önündeki direniş yerine gitmek isteyen işçiler jandarma tarafından gözaltına alınarak Düzce Jandarma Alay Karakolu’na götürüldüler. Düzce Valisi Bülent Kılıç, patronlardan yana saf tuttuğunu Desa işçilerinin organize sanayiye girişini engellemek için çıkarttığı kararla gösterdi.

Desa işçisi yalnız değil! “Desa Deri’de yaşanan baskılar derhal durdurulmalıdır!” başlığıyla yaptıkları açıklamada Desa direnişinin yanında olduklarını belirten Türk-İş İstanbul Şubeleri, Deri-İş Sendikası’nda örgütlenme mücadelesi veren Desa işçileri üzerindeki baskıların son bulmasını istediler. Açıklamada, Desa işçilerine uygulanan baskıların 1 Mayıs’ta uygulanan saldırılarla paralel olduğu vurgulandı. Desa işçilerinin mücadelesini baskıların ve gözaltıların yıldıramayacağı dile getirildi. Açıklama Desa işçilerinin verdikleri mücadelede yalnız olmadıklarının söylenmesiyle son buldu.

Neşe’de grev sürüyor! Petrol-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu (Kartal) Şube’de örgütlü olan Neşe Plastik işçileri 13 Mayıs günü davul-zurnayla çıktıkları grevlerinde bir haftayı geride bıraktılar. İşçiler fabrika önündeki bekleyişlerini grev gözcüleriyle sürdürüyorlar. Neşe Plastik İşyeri Baştemsilcisi Şerif Ölmez, “grevlerinin mutlaka zaferle sonuçlanacağını, bu konuda gerekli örgütlülüğe ve kararlılığa sahip olduklarını” ifade etti. En demokratik haklarını kullandıklarını belirterek, kısa zamanda anlaşma sağlanacağı noktasında umutlu olduklarını, yaşanan uyuşmazlığın ücret artışı noktasında ortaya çıktığını, diğer sosyal haklarla ilgili bir sorun olmadığını ekledi. Neşe Plastik işçileri de ilk kez bir grev süreci yaşadıklarını, uzun zamandır sendikalı olduklarını ama ilk kez TİS sürecinde böyle bir uyuşmazlıkla karşı karşıya kaldıklarını söylediler. Sürecin uzaması durumunda her türlü desteğe ihtiyaçları olacağını söyleyen işçiler, patronla karşı karşıya gelme yaşanmadan sürecin son bulacağı düşüncesindeler. Kızıl Bayrak / Tuzla

Advansa Sasa’da anlaşma sağlandı Petrol İş Sendikası Adana Şubesi’nin örgütlü olduğu Advansa Sasa Polyester San. A.Ş’ de geçen yılın Aralık ayından bu yana süren toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin tıkanmasının ardından anlaşma sağlandı. 622 Petrol İş üyesi işçinin çalıştığı ADVANSA’da

TİS müzakerelerine geçen yılın 11 Aralık tarihinde başlanmış ancak anlaşma sağlanamaması üzerine de 10 Nisan 2008 tarihinde işyerinde grev ilanı asılmıştı. ADVANSA’da grev uygulama tarihi ise 16 Mayıs olarak belirlenmişti. Petrol İş Sendikası’nın grevin uygulama tarihi olan 16 Mayıs’ta patronla yaptığı son görüşmenin ardından anlaşma sağlandı. Diğer yandan Petrol İş Sendikası’ndan yapılan açıklamaya göre İzmir 15 şubesi kapsamında bulunan ve 34 Petrol İş üyesinin çalıştığı Acıselsan Acıpayam Selüloz San. ve Tic. A.Ş. işyerinde de 15 Mayıs tarihinde toplu iş sözleşmesi imzalandı.

Eylemde konuşan KESK Genel Başkanı, asıl yargılanması gerekenin demokratik, meşru ve haklı bir talep olan 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak değil, buna engel olarak İstanbul’un bir meydanını emekçilere kapatan hükümet ve mülkü amirler olduğunu söyledi. DİSK Genel Sekreteri Tayfun Mayıs 2008 / Neş e Plastik Görgün’ün konuşmasının ardından KESK İstanbul Şubeler Şubeler Platformu adına basın açıklaması yapıldı. 60 kişinin katıldığı basın açıklamasının ardından KESK üyeleri duruşmaya katıldılar. KESK yöneticilerine dava! Kızıl Bayrak / İstanbul KESK üyeleri, 2007 1 Mayısı nedeniyle Genel Başkan İsmail Hakkı Tombul ve 8 yöneticisi hakkında ÇHD’den Yörsan dayanışması! açılan dava nedeniyle 15 Mayıs günü Sultanahmet Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Merkezi 19 Adliyesi önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdiler.

Kayseri İşçi Kurultayı Hazırlık Komitesi’nden açıklama:

“Ortak sorunlara ortak çözüm için!..” Kayseri İşçi Kurultayı Hazırlık Komitesi tarafından 18 Mayıs günü Kayseri İşçi Kültür Evi’nde kurultay çalışmasını ilan eden bir basın açıklaması yapıldı. Hazırlık Komitesi adına yapılan açıklamada; ardı arkası kesilmeyen saldırılarla çalışma ve yaşam koşullarının cehenneme çevrildiği, patronların 4857 sayılı yeni İş Yasası’na dayanarak kölece çalışma koşullarını adım adım hayata geçirdiği, esnek üretim-esnek çalışma sayesinde günlük çalışma süresinin keyfi olarak uzatıldığı, pek çok yerde hafta sonu tatili ve yıllık izinlerin gaspedildiğine dikkat çekildi. Sefalet ücretleriyle, insanca bir yaşam bir yana, zorunlu ihtiyaçların karşılanmasının bile mümkün olmadığı vurgulandı. Tüm sosyal hakların parça parça gaspedildiğine, emekli olmanın artık hayal olduğuna, kıdem tazminatının bir hak olmaktan çıkarıldığına, eğitim ve sağlığın paralı hale getirildiğine, sendikal örgütlenmenin ve sendikal hakları kullanmanın önüne sayısız engel dikildiğine işaret edildi. Çalışanların yarısından fazlasının sigortasız olduğu, milyonlarca işçiye köle gibi çalışıp sefalet içinde çürüme, güvencesiz ve geleceksiz bir yaşam dayatıldığı vurgulandı. Açıklama şu sözlerle devam etti: “Örgütsüz olmanın, mücadeleden uzak durmanın bedelidir bu yaşadıklarımız. Bu tabloyu kökünden değiştirecek bir sınıfın neferleriyiz, değiştirmek zorundayız. Bu güce fazlasıyla sahibiz. Yeter ki örgütsüzlüğe, dağınıklığa ve suskunluğa bir son verelim. Sınıf dayanışmasını güçlendirmek, yılgınlığı ve güvensizliği kırarak saldırılara karşı ortak bir mevzi yaratmak yakıcı bir ihtiyaç haline gelmiştir. Bunun ilk adımı, öncelikle öncü işçilerin bir araya gelmesi, ortak bir mücadele programı temelinde hareket etmesidir. İşte tam da bu amaçla sınıf bilinçli, öncü işçiler olarak bir araya geldik.” Yapılan ilk toplantının ardından, Haziran ayının sonuna doğru bir işçi kurultayı gerçekleştirme kararı alındığı belirtilerek, fabrikalarda karşılaşılan sorunları birlikte tartışmak, ortak hareket zeminleri yaratmak ve engelleri hep birlikte aşmak hedefiyle kurultayın örgütlendiği dile getirildi. “Tüm sınıf kardeşlerimizi fabrika-işyeri komiteleri temelinde kurultay hazırlık çalışmalarına aktif olarak katılmaya, her türden desteği sunmaya çağırıyoruz” çağrısıyla sona eren açıklamaya 25 kişi katıldı. Kızıl Bayrak / Kayseri


Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008 Mayıs günü yaptığı açıklama ile 2007 yılının ortalarından itibaren örgütlenme çalışmalarının başladığı Yörsan Fabrikası’nda çalışan ve ardından işten atılan 402 Yörsan işçisiyle dayanışma içinde olduğunu bildirdi. ÇHD yaptığı yazılı açıklama ile Yörsan ürünlerini boykot çağrısı yaptı. Açıklamada şunlar söylendi: “Sendikaya üye oldukları için işten çıkartılan, işten çıkartıldıktan sonra ağır ve hukuksuz çalışma koşullarına karşı 16 örgütlenme mücadelesini 5 ayı aşkın süredir sürdüren 402 Yörsan işçisinin mücadelesini destekliyoruz. Yörsan ürünlerini tüketmiyoruz!”

Sınıfa karşı sınıf!

sim Hill

Mayıs 2008 / Tak

BATİS “İstihdam paketi”ni protesto etti Bağımsız Tekstil İşçileri Sendikası Genel Başkanı Metin Burak, 16 Mayıs günü yaptığı yazılı bir açıklamayla meclisten geçirilen “İstihdam paketi’ni protesto etti. Açıklamada istihdam paketinin kimi maddelerine değinildi. Son olarak şunlar söylendi: “AKP hükümetinin İMF’nin emrinde yürüyerek, emekçi halkı bu derece ezmesini, dilenci durumuna düşürmesini, ülkesini kalkındırma yerine fakirleştirmesini BATİS olarak kınıyoruz. Gün gelecek halk mutlaka bunun hesabını soracaktır diyoruz!”

4. Uluslararası Sendikal Konferans toplanıyor! İlerici sendikaların çağrısıyla 23-24-25 Mayıs tarihlerinde Gönen Birleşik Metal İş Sendikası Kemal Türkler tesislerinde 4. Uluslarararası Sendikal Konferans gerçekleşecek. “Biraraya gelmemizin zamanıdır” başlığıyla yapılan çağrıda, sempozyumun toplanmasına ilişkin şu görüşlere yer verildi: “Uluslararası tekellere karşı tek tek ülkelerde verdiğimiz mücadeleleri uluslararası bir tecrübe ve ilişkilerle birleştiren ve bu temelde somut saldırılara karşı ortak bir mücadele anlayışı ve hattının temellerini atan bir uluslararası sendikal konferansın; günümüz sendikal hareketin temel sorunlarından olan sendikaların güç yitiminin durdurulması ve işçilere yeniden güven veren mücadele örgütleri olarak inşasının çok yönlü sorunlarını tartışması hiç şüphesiz somut ve ertelenemez bir ihtiyaçtır.” Sempozyumun imzacıları arasında DİSK, KESK ve Türk-İş’e bağlı sendikaların yanısıra, Yunanistan, İtalya, Almanya, Tunus, Fransa, Ekvator, Latin Amerika, İngiltere, İspanya, Rusya, Pakistan’dan sendikalar da yeralıyor.

Genç işçiler buluşuyor! Toplumsal Araştırma ve Eğitim Merkezi (TAREM) çeşitli sendikalarla birlikte “Dünya Genç İşçi Buluşması / 2008 Türkiye” adı altında 9 günlük bir işçi gençlik kampı düzenleyecek. “Dünya Genç İşçi Buluşması/2008 Türkiye” DİSK’e bağlı Birleşik Metal İşçileri Sendikası (BMİS), Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası (Dev Sağlık-İş), Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen), Genç-Sen ve DİSK Tekstil Sendikası’nın yanı sıra

TÜRK-İş’ten Petrol-İş, Tek Gıda-İş, T. Harb-İş, T. Hava-İş gibi sendikalarla birlikte örgütleniyor. 7–15 Haziran 2008 tarihlerinde Balıkesir Gönen’de bulunan Kemal Türkler Eğitim Tesisleri’nde düzenlenecek buluşmada özellikle Türkiye’de de faaliyet gösteren çokuluslu şirketlerin işçileri bir araya gelecek. 9 gün sürecek buluşmada çeşitli kültürel, sanatsal etkinliklerin yanısıra konser, tiyatro, sinema-belgesel gösterimi, Otel tartışma-forum, spor ve gezi etkinlikleri organize edilecek. Kızıl Bayrak / İstanbul

Kızıl Bayrak 15

“Aile hekimliği” uygulaması eylemle karşılandı! Adana’da başlatılan “Aile hekimliği” uygulaması Sağlık Emekçileri Sendikası Adana Şubesi ve Adana Tabip Odası’nın tepkisine neden oldu. 21 Mayıs günü Reşatbey Sağlık Ocağı önünde SES Adana Şube ve ATO tarafından gerçekleştirilen basın açıklaması ile protesto edildi. Sağlık Ocağı önünde “Sağlık Ocaklarımız Kapatılamaz!” pankartı arkasında toplanan sağlık emekçileri adına basın açıklamasını SES Adana Şube Başkanı Mehmet Antmen okudu. 21 Mayıs’ta Adana’da aile hekimliği uygulamasının başladığını söyleyen Antmen sağlık ocaklarının “Aile hekimliği” merkezine dönüştürüldüğünü ifade etti. Aile hekimliğinin taşeronlaştırmayı yaygınlaştıran bir sistem olduğunu vurgulayarak İMF’nin sağlıkta yıkım politikalarının en önemli parçalarından biri olduğunun altını çizdi. Eyleme Dev Sağlık İş Sendikası üyesi işçiler de destek verdi. Kızıl Bayrak /Adana

Unilever’de işçi kıyımı!

“Sendika ve örgütlenme hakkımız engellenemez!” İzmit Dilovası’nda Unilever bünyesinde Lever TÜMTİS’e üye olan işçilerle her türlü dayanışma Elida Fabrikası’nın taşıma işini yapan Çipa ve içinde olunacağı söylendi. Şimşek adlı taşeron nakliye şirketlerinde çalışan TÜMTİS İstanbul Şube Başkanı Çayan Dursun yüzlerce işçi kısa bir süre önce TÜMTİS’e üye ise şunları söyledi: olmuşlardı. “İşverenler işçileri sendikamızdan istifa ettirmek Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı işyerinde için üyelerimizin üzerinde adeta terör estirmektedir. sendikanın çoğunluk sağlandığına karar verdi. Üyelerimizi sendikamızdan istifa ettirmek için baskı Sendikal faaliyetten haberdar kuran işverenler, vekilleri vasıtası ile ‘ikna olan patron üye işçileri sorguya seansları’ düzenlemekte, tek çekerek sendikadan istifaya tek veya gruplar halinde zorladı. Çipa işçilerinin üyelerimiz işveren vekilleri ardından Şimşek işçilerinin de tarafından ‘ikna odalarına’ sendikalaşması üzerine alınarak istifaya patronlar işçi atma yoluna zorlanmaktadır. İkna başvurdular. Son birkaç günde seanslarında üyelerimiz atılan işçi sayısı 39’u buldu. tehdit edilmekte, işyerinin Yaşanan bu gelişmelere ve kapatılacağı ve herkesin işsiz işçi kıyımlarına karşı kalacağı söylenmekte, TÜMTİS 21 Mayıs günü saat sendikamız karalanmakta ve 12.00’de Dilovası’nda üyelerimize silah gösterilerek bulunan Lever Elida zorla istifa baskısı Fabrikası’nın depoları yapılmaktadır. Bunun yanısıra 21 Mayıs 2008 / Ünilever İzmit yasal boşluklardan yararlanan önünde eylem gerçekleştirdi. İlk işverenler işkolu tespiti ve açıklamayı TÜMTİS Genel Sekreteri Gürel Yılmaz çoğunluk itirazı ile süreci yaptı ve şunları söyledi: uzatmaya, örgütlülüğü, dağıtmaya çalışmaktadır. “Anayasal haklarını kullandıkları için işten Sendikal hak ve özgürlüklere karşı başlatılan atılan işçilere sahip çıkmak için buradayız. saldırılara karşı tüm gücümüzle direneceğiz.” İşverenler yasaların kendilerine tanımış olduğu anti Çalışan işçiler de öğle paydosunda kapı önüne demokratik haklardan yararlanarak işkolumuza ve gelerek işten atılan arkadaşlarına sloganlarla destek çoğunluk oluşumuza itiraz ederek süreci oldular. Yaklaşık 200 kişinin katıldığı eylemde, sürüncemeye uğratmak istiyorlar. Çipa’nın ardından “Sendika anayasal haktır, engellenemez! Sendikal Şimşek’te de örgütlenen arkadaşlarımız bu oyunu nedenlerle işten atılmalara son!” pankartının yanısıra bozmuşlardır. İşveren tehdit ve vaatlerle “ÇİPA ve ŞİMŞEK’te işçi kıyımına son!”, “Direne vazgeçiremediği arkadaşlarımızı işten çıkararak direne kazanacağız!”, “Birleşen işçiler yenilmezdir!”, susturmaya ve engellemeye çalışmaktadır...” “Sendika hakkımız engellenemez!” dövizleri taşındı. İşçilerin örgütlenmesinin önündeki engellerin Eylemde sık sık, “Direne direne kazanacağız!”, kaldırılması gerektiğine vurgu yapan Yılmaz’ın “Sendika hakkımız engellenemez!”, “İşçilerin birliği ardından Türk-İş Bölge Temsilcisi Faruk sermayeyi yenecek!”, “Yaşasın sınıf dayanışması!”, Büyükkucak kısa bir konuşma yaparak TÜMTİS “Sendika hakkımız söke söke alırız!” sloganları üyesi işçilerin her zaman yanlarında olacaklarını coşkulu bir şekilde atıldı. söyledi. Gebze ve İstanbul’daki sendikalar da eyleme Ardından Gebze Sendikalar Birliği adına yapılan temsili düzeyde destek verdiler. Kızıl Bayrak / Tuzla kısa konuşmada patronların tüm saldırılarına karşı


16 Kızıl Bayrak Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

21. yüzyılda bir ölüm ka

21. yüzyılda bir ölü Osmanlı barbarlığı ve işçi sağlığı Osmanlı’da işçi sağlığı ve iş güvenliği kavramının, meslek hastalıklarının ve iş cinayetlerinin önemli bir sorun olarak gündeme gelmesi sanayinin gelişimine paraleldir. Osmanlı barbarlığının işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda adım atmaya başlaması emekçilerin tepkilerine bağlı olarak ivme kazanmıştır. Bu sorunla ilgili mücadele 1820’li yıllarda başlar. Ancak 1850 yılında çıkarılan Polis Nizamnamesi ile bu mücadele zorbalıkla bastırılır. Bütün bu mücadelelerin ürünü olarak 1865 yılında çıkarılan ve yüz maddeden oluşan Dilaverpaşa Nizamnamesi işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki ilk yasal belgedir. Ancak bu belge padişah tarafından onaylanmadığı için yürürlüğe konmaz. İşçilerin mücadelesi yeni bir yasanın doğmasına neden olur. Maadin Yasası diye bilinen yasa Dilaverpaşa’nın yasal çerçevesinden daha ileridedir. Ancak bu yasa da padişah tarafından reddedilir. Bu dönemde çıkarılan yasalardan biri de tersane işçilerini kapsamaktadır. Bu elbette ilk sendikayı kuran, ilk greve giden ve o dönemin istibdat rejimine rağmen mücadele veren tersane işçilerinin mücadelesinden bağımsız değildir. Tersane-i Amiriye Mensup İşçilerin Emekliliği Hakkındaki Tüzük de işçiler için bir yasal dayanak olamamıştır. 1908’de kurulmasına izin verilen sendikaların bu konudaki çalışmaları da Osmanlı barbarlığının çizmeleri altında ezilmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla Osmanlı döneminden kalma iz bırakabilecek herhangi bir belge yoktur. 1920’li yılların çalışma yaşamıyla ilgili ilk önemli önlemler 1921 yılında maden ocaklarında alınmıştır. Ancak bu dönemki önlemlerin temel nedeni savaş ve bu savaşta kullanılan tek enerji kaynağının kömür olmasıdır. 28 Nisan-10 Eylül 1921’de çıkarılan iki ayrı yasa ile işçilerin barınma koşullarından ücretlerin iyileştirilmesine, işyeri hekimliğinden hastane kurulmasına, çalışma saatinin 8 saate düşürülmesine kadar bir dizi yasal düzenleme yapılmış ve bu düzenlemeler yaşama geçirilmiştir. Ancak, belirttiğimiz gibi, bu düzenlemeler esasta düzenin ihtiyaçları gözetilerek yapılmıştır.

Tuzla tersaneler: Ölüm kampı Bugüne gelirsek, iş cinayetleri ve meslek hastalıkları muazzam derecede artmıştır. Dünyada yaşanan iş cinayetlerine baktığımızda, savaşlarda açığa çıkan ölüm bilânçosuyla eşdeğer bir bilânço görürüz. ILO kaynaklarına göre her yıl 1.2 milyon işçi iş cinayetlerine kurban gitmektedir. Her yıl 250 milyon insan iş kazaları, 160 milyon insan meslek hastalıkları ile yüzyüze kalmaktadır. Dünya ölçüsünde yaşanan bu ağır kayıpların önemli bir ayağını Türkiye oluşturmaktadır. Türkiye iş cinayetleri konusunda rekora doğru koşmaktadır. Bunun önemli örneklerinden biri Tuzla tersaneleridir. Tuzla tersanelerinde 15 yıl içerisinde yüzlerce işçi iş cinayetine kurban gitmiştir. Tuzla tersaneler cehennemi son bir yıl içerisinde peşpeşe yaşanan cinayetlerle gündemdedir. Yıllardır GİSBİR bezirgânlarının karlarına kar katmasını sağlayan bu kan deryası birileri tarafından yeni yeni görülmeye başlanmıştır. Yüzlerce işçiye mezar taşı üreten bu kanlı çark, artık oldukça geniş bir kamuoyu tarafından bilinmekte ve tepkiyle karşılanmaktadır.

CMYK

Vahşet gözle görülür bir belirginliğe kavuşmuştur. Ancak bu cinayetleri ortaya çıkaran nedenler ortadan kaldırılmadıkça, ölüm çanları başka işçiler için de çalmaya devam edecektir. Peki, yaşanan bu seri cinayetlerin nedenleri nelerdir? Bu cinayetlerin nedenlerinin başında, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin alınmaması gelmektedir. Tedbir diye algılanmaya ya da algılatılmaya çalışılan, sağa-sola uyarıcı levhaların asılması ve kişisel koruyucu donanımların verilmesidir. Tartışmaların ana odağı budur. Oysa bir işçinin tabiriyle “eldiven, kemer, baret vb. verebilirler, ama üzerimizde tonlarca ağırlıkta bloklar geziyor, tüpler patlıyor, elektrik çarpıyor...” O cehennemi yaşayan işçi sorunu çok iyi özetlemektedir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği,“işyeri kapısından girer girmez oluşabilecek tüm risk faktörlerinin önlenebilmesi”ni, yani tüm koruyucu önlemlerin alınmasını gerektirir. Burada işçinin “mesleki deneyimsizliği” bir etken olabilir, ama bunun da sorumlusu patronlardır. İşçiye “Hem mesleki hem de iş güvenliği eğitimi vermek” patronun sorumluluğundadır. Ama asıl sorun bu da değildir, koruyucu önlemlerin alınıp alınmaması sorunudur. GİSBİR burjuvazisinin öne çıkarmaya çalıştığı sorun “köylülük ve eğitim” sorunudur. Oysa asıl temel sorun “risk faktörlerini”n ortadan kaldırılmasıdır ki bu işin “maliyetli” olan yönüdür. GİSBİR patronlarının tartışmaya yanaşmadığı sorun da budur. Belli bir maliyeti olan bu koruyucu önlemlerin kapitalist patronlar tarafından kendiliğinden alınmayacağı yeterince açıktır. Zira bu, “kar, daha çok kar”a dayalı kapitalist düzenin doğasına aykırıdır. Bu tür önlemler ancak zorlu mücadelelerin ürünü olarak aldırılabilmektedir. (Bu konuda en anlamlı örnek Sovyetler Birliği’ne aittir. Sovyetler Birliği’nin ilk sağlık Bakanı Alexandr Semashko bağımsız sağlık örgütleri kurulması ve bunların özellikle koruyucu sağlık hizmetlerinde yoğunlaşması konusunda önemli çalışmalar yapmış ve eğitim merkezleri oluşturmuştur.) İş cinayetlerinin diğer bir nedeni sayısı 2 bini bulan taşeronların varlığıdır. İş Kanunu’nun 2. maddesindeki “İşletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında, asıl iş bölünerek alt işverenlere verilemez” tanımına aykırı olan bu durum, GİSBİR kanunlarının geçtiği “Tersaneler cumhuriyeti”nde son derece yaygın bir biçimde yaşanmaktadır. Bir gemide onlarca taşerona bağlı olarak çalışan yüzlerce işçi iç içe çalışmanın, yoğun ve seri bir şekilde çalıştırılmanın sonuçlarını yaşamaktadır. İlk dönemlerde Çalışma Bakanı, GİSBİR ve sendika arasında yaşanan “taşeronluğun kaldırılması” tartışması, GİSBİR tarafından öfkeyle karşılandı. Çalışma Bakanı ise, aslında kendi yasalarında karşılığı olmayan bu taşeronluk sisteminin kaldırılmasının mümkün olmadığını ancak daha “kontrollü” olması gerektiğini savundu. Ne var ki bu “kontrollülük” durumu çok daha bariz bir gerçekliği karşımıza çıkardı. Desan Tersanesi patronu kendi işyerlerinde sadece tek bir taşeronun olacağını duyurdu. Çok geçmeden, tek bir taşerona bağlı sayısız alt taşeronun varlığı ortaya çıktı. Bu “kontrol altında tutma” mekanizması, patronların aşırı kâr hırsından bir milim bile taviz göstermeyeceğinin açık bir göstergesidir. Taşeronlar üzerinden sağlanan kârın yanısıra üretimin parçalara


Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008 Kızıl Bayrak 17

ampı: Tuzla cehennemi

üm kampı: Tuzla cehennemi ayrılmasının patronlar için siyasal bir anlamı var. Sınıfı atomlarına ayırma ve örgütlülüğünü dağıtma görevini üstlenen bu kan emici küçük şirketler, bu noktada önemli bir işlevi yerine getiriyorlar. Dolayısıyla, sömürü çarkının önemli dişlileri durumundalar ve akan kanın sorumluluğunu dolaysız olarak taşıyorlar. İş cinayetlerinin bir diğer nedeni uzun çalışma saatleridir. Sabahın karanlığında karanlık ambarlara, davlumbotlara, tanklara giren işçiler akşamın karanlığına kadar çalıştırılıyorlar. Gemi inşa sektörünün “Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği” kapsamına girdiğini yetkili-yetkisiz bütün ağızlar ifade ettikleri halde! Yönetmelikte yeralan 7,5 saatlik işgünü uygulaması tersane patronlarının keyfiliği üzerinden büyük bir rahatlıkla çiğnenebiliyor. Bu durum 27 Şubat direnişiyle bir nebze hafifletildi. Çalışma saatleri birkaç tersanede 7,5 saat olarak yaşama geçirilmeye başlandı. Bazı tersaneler bu uygulamadan kısa bir süre sonra geriye dönerek, işçileri yine 8-9 saat çalıştırmaya başladı. Çok sayıda tersanede çalışma süreleri mesai dışında 9 saat, mesailerle birlikte 12 saattir. Fiziki güce dayanan bu yorucu mesailer dikkat dağılmasına ve yorgunluğa bağlı olarak ölümlere yolaçmaktadır.

Kapitalizm için öncelikli olan emekçi değil kârdır! Tersaneler gerçeği kapitalist sömürünün en uç örneğidir. Ülkenin her yanı, her sanayi sektörü, her fabrika, maden havzası yukarıda saydığımız aynı nedenlere bağlı olarak iş cinayetlerine, tek tek ya da kitlesel ölümlere sahne olmaktadır. Bu örneğin bir yanını Tuzla tersaneleri oluştururken, diğer yanı Davutpaşa’daki kitlesel işçi katliamıdır. Bugün Davutpaşa ya da Tuzla dünyanın her noktasında yaşanmaktadır. İtalya’da 1 Mayıs gösterilerinde iş kazaları önemli bir gündem olabilmektedir. Kapitalizmin işleyiş yasalarının hüküm sürdüğü her yerde öncelikli olan emekçi değil kârdır, yaşanan iş cinayetleri bunun kaçınılmaz sonuçlarıdır. Sermayedarlar saraylarda saltanat sürerken, üretenler açlık, kan ve sefaletle boğuşmaktadır. Bu sefalet ve kıyım bu sınıf tarafından umursamazca karşılanmaktadır. Onların umursadıkları tek şey kasalarının ne kadar dolduğudur. Bu bariz umursamazlık GİSBİR’in kapitalist patronları tarafından da tam bir arsızlıkla sergilenmektedir. GİSBİR patronlarının tersanelerde peşpeşe yaşanan iş cinayetlerine bağlı gelişen tepkilere karşı yaptıkları açıklamaların pervasızlığı ortadadır. GİSBİR Başkanı Murat Bayrak tersanelerde “abartıldığı” kadar ölüm yaşanmadığını belirterek, birilerinin “maksatlı” olarak faciaymış gibi yansıttıklarını ve Avrupa’da çok daha fazla ölümün yaşandığını ifade etmektedir. Murat Bayrak’a göre tersanelerde işçi ölüm oranı oldukça düşükmüş! Bu tutum ve açıklamalar, işçi sağlığı konusunda tek bir adımın atılmaması bundan sonra da ölümlerin süreceği anlamına geliyor. Bu kan emiciler elbette yalnız değiller. Geçtiğimiz yıl peş peşe yaşanan iş cinayetlerine bağlı olarak gelişen kamuoyu tepkisini bertaraf etmek için Çalışma Bakanı Faruk Çelik devreye girmişti. Yaptığı sözde ilk denetlemede

“gezdim, gördüm, ihmal yok” dedi, tepkiler artınca da “kandırıldım” deme yüzsüzlüğünü gösterdi. Bu ikiyüzlü tutumun gerisinde kendi sınıfdaşlarını tereddütsüz koruma bilinci yatıyor. Arkası kesilmeyen işçi ölümleri karşısında bu ikiyüzlü tutum daha da belirgin bir hal aldı. Çalışma Bakanı daha sonraki dönemlerde GİSBİR ile aynı ağzı kullanmaya başladı. Döne döne işçinin cahilliğine bağladılar meseleyi. Oysa iş cinayetine kurban giden işçilerin önemli bir bölümünü kalifiye ustalar oluşturuyor. Daha sonra meclis bünyesinde kurulan komisyon denetlemelere başladı. Bu 15 kişilik ekip tersanelerde yüzeysel incelemeler yaptı. Komisyonun yaptığı bu sözde araştırma ve incelemeler de önlemlerin alınmasını sağlamadı. Zira eksikleri tespit etme yeteneğinden yoksun olan bu komisyon, uzmanları ve işçi temsilcilerini muhatap almıyor. Dolayısıyla bu komisyonun hiçbir meşruluğu yok. Meslek odalarının, hukukçuların ve işçi iradesinin yönlendireceği bir komisyon ise onların işine gelmiyor. 4-11 Mayıs tarihleri arasında kutlanan “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Haftası” Tuzla tersanelerinde de gündemdeydi. Bu haftada İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü (İSGÜM) Kasım Özer’in konuşması tartışmalara yolaçtı. Yaptığı konuşmayla hangi sınıfa hizmet ettiğini açıkça ortaya koyan bu sadık hizmetkâr yine yaşanan ölümleri “köylü işçilere” bağladı. Ancak, çok geçmeden yıllardır tersanelerde kalifiye eleman olarak çalışan İzzet Güder iş cinayetine kurban gitti ve biri mühendis 6 kişi yaralandı. Her köşesi kanlı olan bu dünya beşincisi Tuzla tersaneler cehenneminin patronları, devlet kurumlarıyla elele böyle kanlı bir saltanatı palazlandırma niyetindeler. Sermaye ve kurumları Tuzla’da yaşanan cinayetler konusunda çözümsüzdür. Zira iş cinayetlerinin önüne geçebilmek, insanca çalışma ve yaşam koşulları sağlamak belli bir maliyeti olan bir dizi düzenlemeyi gerektirmektedir. Ancak, kârlılığı azaltacağı için buna uygun adım atmaları mümkün değildir. Burada mesele tek başına Tuzla meselesi de değildir. Bir bütün olarak fabrikalar, maden ocakları, işletmelerde yaşanan bir sorundur bu. Dolayısıyla sorun GİSBİR’i aşmakta, bir bütün olarak kapitalist sistemi ilgilendirmektedir. Taşeronluk yüzyılımızda sömürüyü arttımak için başvurulan yöntemlerden biridir. Bunu ortadan kaldırmak ve tüm gerekli önlemleri aldırtmak zorlu bir mücadeleyi gerektirmektedir.

Yaşama kavgasında çelik adımlarla yürümek! Tuzla tersaneleri yeni ölümlere gebedir. Yeni patlamalara, elektrik çarpmalarına tek tek ya da toplu işçi ölümlerine adaydır. Çalışma Bakanlığı-Dok Gemiİş ile yapılan iş güvenliği eğitimleri protokolü henüz yaşama geçmemiştir. Geçse bile asla çözüm değildir. Çünkü asıl üretimi yapan taşeron işçileri kapsamamaktadır. Üretim dışındaki personeli kapsamaktadır ki zaten ölümler burada yaşanmamaktadır. Dahası sorun bir iş güvenliği eğitimi sorunu değildir. İş güvenliği tedbirleridir ve bunlar patronlar için hayli masraflıdır. Ölüm kampının yaşam kampına dönüşmesi militan bir işçi hareketliliğine bağlıdır. Tuzla tersaneleri

CMYK

ölümlere olduğu gibi militan direnişlere de gebedir. Sınıf devrimcilerinin öncülüğünde gerçekleşen Tersane İşçileri Birliği 2. Kurultayı’nda yapılmış tartışmalar bu açıdan yol göstericidir. Bu yol göstericilik 27 Şubat deneyimle de sınanmıştır. 2. Kurultay’da yapılan tartışmalar 2005 16 Haziran tersane direnişini değerlendirmiş, bu örneklerin havzanın genelini kapsayacak tarzda çoğaltılması gerektiğini saptamıştır. 27 Şubat direnişinde Tersane İşçileri Birliği’nin oynadığı rol önemli bir sınav olmuştur. Şimdi bu sınavın ışığında yeni zengin deneyimlerle grevin temellerini sağlamlaştırmak gibi temelli bir görev sınıf devrimcilerini beklemektedir. Zira sorunu görüşmeler yoluyla çözme girişimi iflas etmiştir. Tuzla cehennemindeki hükümranlık olduğu yerde durmakta, sorunlar konusunda tek bir adım atmayarak işçi sınıfını kavgaya davet etmektedir.

Davetleri kabulümüzdür! İş cinayetlerini kendi başına değerlendirmek ve bu çerçevede mücadele etmek sorunun darlaştırılması olacaktır. Sorun son derece kapsamlıdır. Servis sorunundan soyunma dolaplarına, duşlulara, iş güvenliği tedbirlerine, taşeronluğa, çalışma saatlerine kadar bir bütünsellik taşımaktadır. Tek tek tersanelerde kurulan ve daha geneli kapsayan komiteler bu sorunları geniş bir kapsayıcılıkla ele almalıdır. Çalışılan işyerlerinde en basitinden en zoruna doğru kazanım elde edilebilecek tüm sorunlara komite bileşenleri kilitlenmelidir. Daha sadeleştirilmiş talepler yoğun bir mücadele sürecine konu edilmelidir. Örneğin bir taşeronda servis hakkı kazanabilmek bile büyük bir önem taşımaktadır. Bu ve buna benzer kazanımları çoğaltarak kalıcı kazanımları sağlayabilecek bir grevin örgütlenmesinin zemini döşenmelidir.

Zafer zorlu bir mücadeleyle kazanılacaktır! Tuzla üzerinden anlatılmaya çalışılan, basının yansıttığı gibi bir trajedi değildir. Tersine mücadelenin kendisidir. Ostrovski “Mücadelenin bittiği yerde trajedi başlar” diyor. Tuzla’da hiçbir zaman bir trajedinin yaşanmasına izin verilmeyecektir. Tersane patronlarına ve onların uşaklarına gereken cevap onbinlerce tersane işçisinin gerçekleştireceği bir grevle verilecektir. Tuzla tersanelerinde ortaçağ çalışma koşullarına mahkûm edilmiş işçileri her zaman bir mücadele dinamiği olarak vardı. Bugün ise daha güçlü bir dinamik olarak mücadele alanına çıkma imkanlarına sahipler. Tersane işçileri, en basit taleplerini dahi karşılamayan tersane patronlarının karşısına mücadele içinde adım adım örgütlenerek, güç ve deneyim biriktirerek çıktıklarında, bu bir avuç asalak bugünkü pervasızlığı sergileme gücünü bulamayacaktır. Tersanelerde mücadeleyi kazanmanın yolu, büyük bir fedakarlık, kararlılık ve sabırla mücadeleyi örmekten, militan bir işçi hareketliliğini geliştirmekten geçiyor. Komünistler bu bilinçle görev ve sorumluluklarının gereklerini yerine getireceklerdir.

Komünist Tersane İşçileri


18 Kızıl Bayrak

Gençlik gelecek...

Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Gençlik hareketinden... Sivas’ta faşist saldırı! Sivas’ta Cumhuriyet Üniversitesi Geleneksel Bahar Şenlikleri sırasında ilerici, devrimci ve demokrat öğrenciler “Parasız, bilimsel, demokratik, anadilde eğitim ve sömürüsüz sınıfsız bir dünya istiyoruz!” dövizleriyle stand açmışlardı. Standlar şenliğin ilk gününden beri faşistler tarafından taciz ediliyordu. İlk gün yaptıkları fiili saldırıya devrimci öğrenciler tarafından verilen karşılıkla geri adım atan faşistler, şenliklerin son günü şehir merkezinde pusu kurdular. 16 Mayıs gecesi 15 kişilik bir grup faşist, demir sopalar ile evlerine gitmekte olan devrimci öğrencilere saldırdılar. 17 Mayıs günü Sivas Demokrasi Platformu ve Cumhuriyet Üniversitesi Devrimci-Demokrat Öğrencileri 200 kişinin katıldığı bir basın açıklamasıyla faşist saldırıları kınadı. Saldırının, Gazi’de, Eskişehir’de, Antalya’da, Erzincan’da, Sakarya’da, 1 Mayıs Taksim’de gerçekleşen saldırıların bir benzeri olduğu belirtildi. “Hiçbir faşist, ırkçı, gerici terör bizi mücadelemizden alıkoyamayacaktır” denildi. Ardından Eğitim-Sen binasına yüründü. 20 Mayıs günü de öğrenciler faşist saldırıyı protesto etmek için basın açıklaması yaptılar. Öğlen saatlerinde merkezi kafeteryada toplanan kitle alkışlarla kafeterya önüne indi. Faşist saldırıyı kınayan basın metninin okunmasının ardından rektörlüğe doğru yürüyüşe geçildi. Alkışlar, ıslıklar ve sloganlar eşliğinde yürüyen öğrenciler ve demokratik kitle örgütü temsilcileri rektörlük binası önünde oturma eylemine başladılar. Faşist saldırıya uğrayan 4 öğrenciden rektörle görüşmek için temsilci seçildi. Görüşme sonucunda Rektör Mehmet Bakır, üniversitede güvenlik önlemlerinin arttırılacağını, olayın sorumlularının suç işledikleri netleşmediği için cezai işlem uygulayamayacağını söyledi. Görüşmenin bitmesinin ardından sloganlarla merkezi kafeterya önüne yüründü. Burada yapılan konuşma ile eylem bitirildi. “Sivas faşizme mezar olacak!”, “YÖK kalkacak, polis gidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek!”. “Faşizmi döktüğü kanda boğacağız!”, “Faşizme karşı omuz omuza!” vb. sloganların atıldığı eyleme yaklaşık 150 kişi katıldı. Sivas / Ekim Gençliği

DEÜ’de soruşturmalara hayır! Son dönemde YTÜ’den Çukurova’ya, Uludağ’dan Akdeniz Üniversitesi’ne kadar birçok üniversitede gerçekleşen faşist saldırılar ve soruşturma terörü Dokuz Eylül Üniversitesi’nde de yaşanıyor. Geçtiğimiz hafta 25’ten fazla devrimci, demokrat, yurtsever öğrenci arkadaşımız afiş asmaktan bildiri dağıtmaya kadar türlü gerekçelerle okullarından

uzaklaştırıldı. Benzer nedenlerle 100’e yakın arkadaşımıza soruşturma açıldı. Uzaklaştırmalara sunulan gerekçeler arasında, Dokuz Eylül Üniversitesi rektörü Emin Alıcı’nın, burjuva medya tarafından da gündemleştirilen, DEVAK yolsuzluğunu teşhir eden gazete ve dergi küpürlerini, afişleri panolara asmak “suçu” da yer alıyor. Devrimci, demokrat, yurtsever Dokuz Eylül Üniversitesi öğrencileri olarak, hem okulumuzdaki hem de diğer üniversitelerdeki soruşturma terörünü ve faşist saldırıları teşhir etmek için bir kampanya örgütleme kararı aldık. Kampanya kapsamında Dokuz Çeşmeler Yerleşkesi’nde 21 as iv Mayıs’taki eylemin S / 8 17 Mayıs 200 ardından Eğitim Fakültesi’nde 23 Mayıs günü kütüphane önünden yerleşke çıkışına kadar gerçekleştireceğimiz yürüyüş, yerleşke dışında yapacağımız basın açıklamasıyla devam edecek. Yine aynı gün topladığımız imzaları vermek için toplu olarak DEÜ Rektörlüğü önünde bir basın açıklaması gerçekleştireceğiz. Dokuz Eylül Üniversitesi / Ekim Gençliği

ÇÜ: Saldırılara karşı mücadelemiz sürecek! 12 Mayıs günü gözaltına alınan SGD’li Burcu Çıplak, başka bir soruşturma gerekçe gösterilerek Emniyet Müdürlüğü’ne götürülmüş ve burada kendisine ajanlık yapması için baskıda bulunulmuştur. 15 Mayıs günü İHD Adana Şube binasında bir basın toplantısı düzenleyen Ekim Gençliği ve SGD, ajanlık dayatmasını, tehditleri ve üniversitede gerçekleştirilen saldırıları protesto etti. İlk olarak konuşan İHD Adana yöneticisi, yaşanan sürece değinerek polisin işbirliği teklifini kınadı, İHD’nin her zaman bu saldırıların karşısında olacağını vurguladı. Ardından basın metni okundu. Son dönemde üniversitelerde artan baskı ve saldırılar anlatılarak, Çukurova Üniversitesi’nde gerçekleştirilen saldırılar teşhir edildi. Burcu Çıplak’a yönelik ajanlık dayatması vurgulanarak mücadelenin süreceği söylendi. Burcu Çıplak, polislerin tutumunu ve tehditlerini anlattı. Gözaltına alındıktan sonra emre itaatsizlik suçlamasıyla para cezası kesilmesi, “Burası kışla değil biz de asker değiliz, üniversiteler bilimin üretildiği yerler olması gerekiyor. Ama bizler yılmayacağız” sözleriyle kınandı. Kızıl Bayrak / Adana

ÇÜ’de soruşturma terörü! 1 Mayıs afişi astıkları ve Newroz’a katıldıkları

gerekçesiyle ÇÜ’de devrimci öğrencilere yönelik soruşturma terörü başlatıldı. Ekim Gençliği okuru İ. Yiğit Demirel’e “Yasa dışı kuruluşlara üye olmak, bu kuruluşlar adına faaliyet yapmak veya yardımda bulunmak” “suçu”ndan soruşturma açıldı. Bu soruşturma terörü, devletin 5 Mayıs günü ÇÜ’deki Newroz’a katıldıkları gerekçesi ile ÇÜ öğrencilerinin evlerini basıp gözaltına aldığı saldırıdan bağımsız değildir. Çukurova Üniversitesi’nde 28 Nisan günü 1 Mayıs afişi astıkları gerekçesi ile toplam 12 kişi gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınanlar hakkında, 1 Mayıs afişi astıkları ve eyleme çağrı yaptıkları gerekçesi ile Ekim Gençliği okuru olan İlker Güler ve İ. Yiğit Demirel’e soruşturma açıldı. Rektörlük ve polis eliyle yürütülen terör ve baskılar mücadelemizi engelleyemeyecek. Çukurova Üniversitesi’nde yaşanan baskı ve teröre rağmen devrimci irade kazanacak! Çukurova Üniversitesi / Ekim Gençliği

KTÜ’de baz istasyonuna karşı çalışma! Fatih Eğitim Fakültesi’ne ara tatilde kurulan baz istasyonunun kaldırılması için geçtiğimiz hafta imza kampanyası başlatmıştık. Kampanyamız büyük bir ilgiyle karşılandı. Birçok öğrenci destek vermek istediklerini ifade etti. Dikkate değer olan kendilerini “sağ görüşlü” olarak tanımlayan öğrencilerin de “bu bizim ortak sorunumuz, biz de destek vermek istiyoruz” diyerek Genç-Sen’le birlikte imza toplamaya başlamalarıydı. İlerleyen süreçte “Bu kez adımlar Baz istasyonuna karşı atılacak” başlıklı bir etkinlik düzenleyeceğiz. “Başka bir üniversite mümkün!” kampanyamız çerçevesinde yürüttüğümüz baz istasyonu çalışmamız üzerinden ÜSF’ye katılım çağrısı yaptık. Merkezi pullarımızı Fatih Eğitim Fakültesi’nde, Kanuni Kampüsü’nde ve öğrencilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde; “Başka bir üniversite mümkün!” şiarlı afişlerimizi üniversite giriş kapısı, öğrencilerin sıkça kullandığı Kalkınma Sokağı, Tanjant geçidi ve meydan civarında kullandık. ÜSF’ye KTÜ’den katılacak arkadaşlarımızın ulaşım masraflarını karşılayabilmek için Öğrenci Gençlik Sendikası imzalı şiir kartları bastırdık. Birleşik, kitlesel, devrimci bir Genç-Sen için tüm gücümüzle mücadeleyi yükseltmeye devam edeceğiz. Trabzon / Ekim Gençliği

İÜ’de soruşturma terörü sürüyor… İstanbul Üniversitesi’nde baskılar ve soruşturma terörü artarak devam ediyor. Geçtiğimiz ay yaklaşık 50 öğrenciye açılan soruşturmanın ardından afiş sökmek, aldığı sandalyeleri geri getirmemek gerekçeleriyle soruşturmalar açıldı. Bu soruşturmaların ardından bir Ekim Gençliği okuru bir ay uzaklaştırma cezası aldı. İstanbul Üniversitesi Ekim Gençliği

Edebiyat Atölyesi çalışmalarından...


Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008 Kamp-Üs Kültür Sanat Festivali öncesi oluşturduğumuz atölyelerden biri olan Edebiyat Atölyesi çalışmalarını sürdürüyor. 21 Mayıs günü üç derginin katılımıyla bir toplantı gerçekleştirdi. Diğer toplantılarda bulunan Yazıhane ve Tiryak dergilerinin haricinde Edebiyat Atölyesi isimli bir dergi daha çalışmalarımıza katıldı. Toplantıda ilk olarak oluşturduğumuz Öykü Duvarı’nın nasıl bir etki yarattığı ve bununla ilgili neler yapabileceğimizi konuştuk. Ardından bundan sonra yapacağımız tartışmaların konusunu belirledik. Diğer öğrencileri de katabileceğimiz ve onların da ilgisini çeken konular üzerinden tartışma yapmayı kararlaştırdık. Bu kapsamda ilk olarak 4 Haziran’da “Edebiyat ve Popülerizm” başlıklı geniş katılımlı bir tartışma gerçekleştireceğiz. Toplantımıza ilk kez katılan Edebiyat Atölyesi dergisi 29 Mayıs günü bir panel gerçekleştireceklerini ve panele bizim de katılmamızı istediler. Yapılacak panele hem atölye olarak hem de tüm dergilere çağrı yaparak katılmayı düşünüyoruz. Kamp-Üs Dergisi

İÜ’de soruşturma terörü sürüyor… İstanbul Üniversitesi’nde baskılar ve soruşturma terörü artarak devam ediyor. Geçtiğimiz ay yaklaşık 50 öğrenciye açılan soruşturmanın ardından afiş sökmek, aldığı sandalyeleri geri getirmemek gerekçeleriyle soruşturmalar açıldı. Bu soruşturmaların ardından bir Ekim Gençliği okuru bir ay uzaklaştırma cezası aldı. İstanbul Üniversitesi Ekim Gençliği

Kamp-Üs’te 4. ve 5. gün Kamp-Üs Kültür Sanat Festivali’nin 4. gününde “Edebiyatta biz varız” başlığıyla bir panel gerçekleştirdik. Edebiyat ve toplumcu kimlik konulu panel Şair Ruhan Mavruk’un katılımıyla gerçekleşti. İlk olarak Edebiyat Atölyesi’nden bir arkadaşımız Kamp-Üs dergisini, derginin çıkış amacını ve festivali anlatı. “Siyasi özgürlüğü olmayan bir halkın kendisini ifade edebileceği tek alan edebiyattır.” cümlesiyle başlayan Mavruk daha önce başka bir panelde yaptığı bir konuşmayı okuyarak devam etti. Panele 30’u aşkın kişi katıldı. Gerçekleştirilen bir başka etkinlik Deniz Koçak’ın katılımıyla dia gösterimiydi. İki farklı başlıkta gerçekleştirilen gösterim ilgi çekici karelerden oluşuyordu. “Eski(meyen) hayatlar” ve “İstanbul sokakları” başlığıyla iki gösterim yapıldı. Kamp-Üs Kültür-Sanat Festivali’nin 5.günü 50’ye yakın kişinin katıldığı “Emek ve Yaşam” konulu panel ile başladı. Telekom işçisi Zafer Yolcu 44 gün süren Telekom grevinin deneyimlerinden bahsetti ve sınıfın örgütlü mücadelesinden başka bir alternatifimizin olmadığını ve fabrikalarda yaşanan saldırıların üniversitede yaşanan faşist saldırılardan farksız olmadığını ifade etti. Ardından TİB-DER Başkanı Zeynel Nihadioğlu sözü aldı. 1870’lerden bugüne tersane işçilerinin mücadelesini kapsamlı bir şekilde anlattı. Nihadioğlu daha sonra TİB-DER’in kuruluş sürecinden bahsetti ve öncü işçiler olarak örgütlü mücadeleyi yükseltme amacı taşıdıklarını belirtti. Verilen aranın ardından Grup Tanura’nın verdiği konserle etkinliğe devam edildi. Coşkulu geçen konser sonrasında Kamp-Üs atölyelerinin çalışmalarına devam edeceği söylendi ve çekilen halaylarla birlikte etkinlik sona erdi. Kamp-Üs Dergisi

...gelecek sosyalizm!

Kızıl Bayrak 19

DEÜ: “Atmak yetmez, asın bizi!” Dokuz Eylül Üniversitesi devrimci, demokrat, yurtsever öğrencileri olarak faşist saldırılara ve soruşturma terörüne karşı örgütlediğimiz kampanyanın ilk günü coşkuyla gerçekleşti. Dokuz Çeşmeler Yerleşkesinde 21 Mayıs günü toplanan kitle, “Atmak Yetmez, Tüccar Rektör As Bizi!” yazılı pankartın arkasından yürümeye başladı. Alkışlar ve zılgıtlarla yürüyüşe başlangıç yapıp hazırladığımız dövizleri açtık. YDY çıkış kapısındaki arkadaşlarımız bizleri “Faşizme karşı omuz omuza!”, “Baskılar bizi yıldıramaz!” sloganlarıyla karşıladılar. Bir süre daha attığımız sloganlar ve ajitasyon konuşmalarının ardından basın açıklamasına geçildi. Basın metninde, yükseltilen ırkçı, milliyetçi, şoven dalgadan ülkedeki birçok üniversitenin nasibini aldığına değinildi. Akdeniz Üniversitesi, DTCF, Cebeci, Abant İzzet Baysal, Uludağ, Çukurova, Yıldız Teknik, Ege ve Cumhuriyet üniversitelerindeki faşizan saldırılara ve açılan soruşturmalara vurgu yapıldı. Bu saldırıların ilk olmadığına ve 12 Eylül faşist darbesinin ardından kurulan YÖK’ün asli misyonuna değinildi. Okullarda turnikelerin, ÖGB’lerin varlığı ve okul içinde sivil polislerin cirit atıyor olmalarının nedenleri dile getirildi. Eyleme 85 kişi katıldı. Dokuz Eylül Üniversitesi / Ekim Gençliği

Cebeci’de “güvenlik” terörüne karşı 500 kişi yürüdü! Cebeci Kampüsü’nde giderek artan “güvenlik” terörüne karşı 15 Mayıs günü bir toplantı gerçekleştirildi. Fakültelerde bulunan öğrenci toplulukları, gençlik örgütleri ve ÇHD’den gelen avukatlarla beraber toplantıya yaklaşık 200 kişi katıldı. İlk olarak özel güvenlikle yaşanan sorunlardan bahsedildi. Ardından Mülkiye İnsan Hakları Topluluğu, EBF Felsefe Topluluğu, Hukuk Fakültesi’nden gelen öğrenciler, SBF-DER sorun üzerinden neler yaptıklarından bahsetti. ÇHD’li avukatlar her zaman öğrencilerin yanında olacaklarını vurguladılar. Toplantının devamında neler yapılabileceği konuşuldu. Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’ne kameraların ve turnikelerin kaldırılması, ÖGB terörüne derhal son verilmesi talebiyle dilekçeler yazılması, kampüse toplu girişler gerçekleştirilmesi, kampüs içerisinde eylemliliklerin sürdürülmesi vb. öneriler geldi. 16 Mayıs günü Cebeci kampüsünde kameralara, turnikelere ve ÖGB saldırılarına karşı bir eylem gerçekleştirdi. Saat 12.30’de EBF önünden yürüyüşe geçen öğrenciler fakülteleri tek tek dolaşarak öğrencileri okulda estirilen “güvenlik” terörüne karşı eyleme katılmaya çağırdı. Yaklaşık 500 kişinin katıldığı yürüyüşe birçok öğretim görevlisi de katılarak destek verdi. Yürüyüşte öğrenciler ÖGB şefi Aslan Duran’ın güvenliklerin adını soran bir öğrenciye “Hepsinin adı Aslan Duran” demesini protesto ederek yüzlerine aslan maskeleri taktılar. Saldırgan ÖGB şefi Aslan Duran’ı hedef alan sloganlar attılar. “Cebeci Hapishanesi Mahkumları” imzasıyla yapılan açıklamada şunlar söylendi: “Bu ‘güvenli’ üniversitenin ‘olağan’ şüphelileri olmamak için,

kameralarla yaşamlarının her anı izlenmesin diye, saldırılar son bulsun diye, fişleme mekanizmasına dönüşen turnikeler kalksın diye, duyması gerekirken duymayan kulaklar duysun diye Cebeci Hapishanesi Mahkumları ‘olağan’ şüpheli olmalarının sorumluluğunu yerine getirmeye devam edecekler.” Açıklamanın ardından tekrar kampüse giren öğrenciler sloganlarla dağıldılar. Eylem, Cebeci’de son yılların en coşkulu ve kitlesel eylemlerinden biri oldu. *** ÖGB saldırısının en pervasızı 16 Mayıs akşamı yaşandı. Saat 17.00 civarında 16 Nisan 2008 / C ebeci kampüsten çıkan Öğrenci Kolektifleri üyesi Zafer Algül, bir süre Cebeci Kampüsü’nde görev yapan sivil giyimli bir ÖGB tarafından takip edildi. Okulun yakınındaki Telekom bayiine giren Algül’ün peşine takılan “güvenlik”, bayinin içinde Zafer Algül’ü sıkıştırarak taciz etti. Ardından belinden çıkardığı silahı alnına dayayarak ölümle tehdit etti. Bir eliyle de boğazına yapışan saldırgan kısa süreli arbedenin ardından bayiden dışarı çıkarak etrafta toplanan insanlara “içeride terörist var” diyerek Algül’ü linç ettirmeye çalıştı. Olayı teşhir etmek için 17 Mayıs günü Ankara Öğrenci Kolektifleri tarafından Eğitim-Sen 5 No’lu Şube’de bir basın toplantısı gerçekleştirildi. Yapılan açıklamada, kampüste bahar dönemi içinde yaşanan saldırılara değinildi ve ÖGB’nin rektörlük destekli tutumu protesto edildi. Ardından Zafer Algül söz alarak 16 Mayıs günü başına gelen olayı anlattı. Cebeci Ekim Gençliği


20 Kızıl Bayrak

İP çetesine geçit yok!

Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

YTÜ’de ulusalcı çetelere geçit yok! 5 Mayıs’tan bugüne kadar ulusalcı çetenin çalışmasını sınırlamak için etkin ve sistematik bir faaliyet sürdürdük. İP çetesinin üniversitedeki politik faaliyet alanını daraltmanın en etkin yolu olarak İP’in teşhirini içeren bir politik çalışma yaptık. İP-TGB çetesine yönelik fiili müdahaleyi ve peşi sıra yaşanan çevik polis saldırısını da içeren bu süreçte sistematik teşhir ve tecrit faaliyeti nedeniyle İP-TGB çetesi bu hafta kendi faaliyetlerini gerçekleştiremedi. Türkiye merkezli çalıştaylarının yeri YTÜ olmasına rağmen, ne bildiri dağıtabildiler ne de etkinliğin afişini asabildiler. 17 Mayıs günü sabah erken saatlerde okula gelerek tüm alanı afişlerimiz, duvar gazetelerimiz ile kapattık. “Dikkat kampüste ulusalcı, faşist çeteler var! Yükseltilen şovenizm ve milliyetçilik/ üniversitelere yansıması” başlıklı yapacağımız söyleşinin hazırlıklarına başladık. Bu zaman dilimi içerisinde “Atatürk gençliği çalıştayı” adı altında YTÜ oditoryumunda yapılacak etkinlik için gelenler, İP-TGB çetesinin neye hizmet ettiğini anlatarak onların gerçek yüzünü teşhir eden ve okulun büyük bir bölümünü kaplayan duvar gazetelerinin/afişlerin arasından geçip gitmekle yetinmek zorunda kaldılar. Etkinlik Tonoz kantin önünde bir arkadaşımız tarafından kısa bir çerçeve çizilerek başladı. Eğitim-Sen’den söyleşiye katkı sunan Arzu Acar, bugün kapitalizmin açmazları içerisinde egemenlerin baskı koşullarını derinleştirme ihtiyacını duyduğunu ifade etti. Saldırılara karşı mücadele etmek gerektiğini söyledi. Ardından Tahsin Yeşildere üniversitelerin nasıl bir misyon taşıması gerektiğini anlatarak konuşmasını sürdürdü. Sorulan soruların ardından söyleşi noktalandı. Ardından müzik dinletisine geçildi. Horonlar ve halaylar çekilerek, sloganlar atılarak coşkulu bir atmosfer yaratıldı. Tonoz önünde “Yaşasın halkların kardeşliği!”, “Bijî biratiya gelan!” “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganları atıldı. Sonra kitlesel bir biçimde okul dolaşılarak ajitasyon konuşmaları ve bildiri dağıtımları ile ulusalcı örgütlenmenin teşhiri yapıldı. Konuşmalarda şunlar söylendi: “Bugün bu çalıştayı yapanlar, paralı eğitim, SSGSS gibi saldırıları dillendirmeyenler, ulaşım sorununa, yemekhane zamlarına dair tek bir laf etmeyenlerdir. Öğrencilerin akademik- demokratik taleplerine, güncel politik taleplerine sahip çıkmayanlar, bugün gençlik adına söz söylemek iddiası taşıyor! Her türlü hak arama mücadelesini ‘terör’ olarak gösterenler, öğrencileri mücadeleye çağırıyor! Şoven-milliyetçi havayı körükleyerek sözde ‘bağımsızlık’ çağrısı yapanlar, açıktır ki gençliği kendi sorunlarından uzaklaştırmaya, gençlik içersinde sahte taraflaşmalar yaratmaya çalışıyor!” “‘Milli devlet’i sahiplenme safsatasıyla mevcut sömürü düzenini ve onun kollayıcısı Amerikancı düzen ordusunu savunanlardır! Sınır ötesi ve berisi operasyonlarla kardeş halkların üzerine bombalar

yağdırıp, kardeş halkları birbirine kırdırıp, her daim kirli savaş ve şovenizm çığırtkanlığı yapanlardır! Yeri geldiğinde MHP’li faşistlerle kol kola girerek birlikte Kızılelma yiyenler, ‘kan’ üzerinden siyasetle beslenenlerdir!..” Ortabahçe’den başlayarak, Mimarlık Fakültesi’ne ve İktisat Fakültesi’ne geçildi. Tonoz önüne gelinirken oditoryumdan çıkan kitle ile karşı karşıya gelindi. Burada çevik kuvvet TGB çetesinin önüne geçti. “Perinçeğin itleri yıldıramaz bizleri!”, “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları gür bir biçimde haykırıldı. Bu esnada İP-TGB çetesi çevik polis korumasında suskun bekleyişini sürdürdü. Tonoz’un önüne dönüldükten sonra tekrar halaylar çekildi. Yaşanan iki haftalık süreçte YTÜ’de ulusalcı, faşist çetelere geçit vermeyeceğimizi bir kez

daha göstermiş olduk. YTÜ Ekim Gençliği

İLGP: “Eleme sınavları değil gelecek istiyoruz!” İstanbul Liseli Gençlik Platformu olarak 19 Mayıs günü bir basın açıklaması gerçekleştirdik. Kadıköy İskele’de gerçekleştirdiğimiz eylemde, 19 Mayıs’ı gençlik bayramı ilan edenlerin gençliğe sunduklarının sadece geleceksizlik olduğunu teşhir ettik. Basın açıklamamızda ilk olarak egemenlerin gençliğe sıraladığı yalanları teşhir ederek, sözde bir bayram ilan edenlerin sıra gençliğin hak alma mücadelesine gelince neler yapabildiğini vurguladık. İstanbul ve İzmir’de yaşanan baskıları ve polis terörünü teşhir ettik. Basın açıklamasında şunları söyledik: “... bu aynı kişiler bugün çıkmış, bugün gençliğin günü diyorlar. Gençliğin en temel haklarını bile elinden alan, her aşamada sesinin yükselmesini engelleyenler bugünü gençlik günü ilan ediyorlar. Fakat unutulmamalıdır ki, bugün gençliğin günü diyenlerle, üniversitelerde döner bıçaklı saldırılar gerçekleştiren, uyuşturucuyu liselere, mahallelere, gençliğin bulunduğu her alana sokanlar aynı kişilerdir.” Açıklamamızı şu sözlerle sonlandırdık: “Gençliği gelecek vaatleri ile kandıran, sözde söz hakkı verenlere karşı şimdi gençlik sözünü söylüyor, gençliğin temsilcileri sözünü söylüyor! Gençlik geleceğine sahip çıkıyor!” İstanbul Liseli Gençlik Platformu

İzmir’de ÖSS karşıtı kampanya... 19 Mayıs günü Karşıyaka çarşı girişinde açtığımız imza standı ve dağıttığımız bildirilerle kampanyamızı başlattık.. Yüzlerce bildiriyi liselilere ulaştırdık. Dağıttığımız bildiriler “2008 ÖSS Cevap Anahtarı” başlığını taşıyordu. ÖSS’ye karşı tek cevabımız olan topyekün mücadeleyi saatlerce haykırarak çarşıdan geçen öğrencilerle sınav üzerine sohbet etme imkanı bulduk. Dört saate yakın kaldığımız Çarşıda YÖK Başkanlığına gönderilmek üzere 400 imza toplandı. 20 Mayıs günü Konak Kemeraltı girişinde açtığımız imza masasına ilgi ilk günden de yoğun oldu. Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim taleplerimizi binlerce insana haykırdık. Yüzlerce bildirimizi ulaştırdık. Konak’ta da topladığımız imzalarla aşağıdaki taleplere 970 kişi imza atmış oldu. - ÖSS kaldırılmalı! - Eğitim her düzeyde parasız olmalı! - Eğitimde ayrıcalık anlamına gelen AOBP türü uygulamalar son bulmalı! - Meslek liselilerin üniversiteye girişini engelleyen her türlü uygulama son bulmalı! - Eğitimde eşitsizliğin derinleşmesi anlamına gelen özel eğitim kurumları ve dersaneler kapatılmalı! - ÖSS derhal kaldırılmalı ve sınavsız üniversite, liseyi bitirmiş herkese bir hak olarak tanınmalıdır! İzmir Liseli Gençlik Platformu


Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Bir direnişin ardında...

Kızıl Bayrak 21

İlbek işçileri (ne) kazandı! Ağır ve kuralsız çalışma koşullarına karşı yaklaşık birbuçuk sene önce başlatılan sürecin sonunda, patronun makineleri çalma girişimi ile fiili bir direnişe dönüşen İlbek işçilerinin mücadelesi, 66. gününde sonuçlandı. Sadece direniş aşamasında değil bu birbuçuk yıllık mücadele sürecinde de taraf olan komünistler olarak, İlbek deneyimini değerlendirmeyi temel bir sorumluluk olarak görüyoruz. Ancak değerlendirmeye geçmeden önce, direnişin sonuçlarının daha iyi anlaşılabilmesi bakımından toplam sürecin özetlenmesi yararlı olacaktır.

İlbek direnişinin kısa öyküsü Direnişi koşullayan olayların gelişimi yaklaşık birbuçuk yıl öncesine dayanıyor. İlbek Tekstil’de çalışan GOP İşçi Platformu üyesi öncü işçiler, içeride ağır çalışma koşullarına ve hak gasplarına karşı işçilerin mücadelesini örgütlemek üzere bir çalışma başlattılar. Performans uygulamasından tuvalet turnikelerine, fazla çalışmadan havalandırma sorununa kadar çok yönlü talepler etrafında yürütülen bu faaliyet sürecinde işçilerin bilinçlendirilmesine, taban inisiyatiflerinin geliştirilmesine yönelik adımlar atıldı. Ardından günde 45 dakikalık fazla çalışma ücretlerinin işçilere geri ödenmesi için bir imza toplama süreci başladı. Öncü işçilerin daha bu ilk adımları bile, kapitalist patrona 45 dakikalık fazla çalıştırma saldırısını geri çekmek zorunda bıraktırdı. Tam bu aşamada, sürecin öncülüğünü yapan bir işçinin kişisel hatasıyla komitenin açığa çıkması ve hemen ardından işten çıkartma saldırısı ile karşı karşıya kalınması, çalışmaya müdahalemizi önemli ölçüde sekteye uğrattı. İşten atılan öncülerin işe iadesi için bir yandan dava süreci yürürken, diğer yandan içeride bu çalışmanın sürdürülebilmesi için girişimlerde bulunmaya çalıştık. Komünistler olarak onlarca işçi ile görüşmeler yaptık, onlarla evlerinde, sosyal alanlarında iletişime geçtik ve içerdeki çalışmalara katılmaya çağırdık. İçerden müdahalemizin zayıfladığı bu aşamada işçiler (yaklaşık 150 işçi) 45 dakikalık fazla çalışma ücretlerini almak için mücadelelerini dava sürecine taşıdılar. Daha sonrasında, işçiler lehine gelişmelerden kaygılanan patronun makineleri kaçırmaya çalışması ve işçilerin patronu suçüstü yakalaması ile fabrika önünde direnişe dönüştü.

Nasıl bir direniş komitesi? İşçilerin patronu suçüstü yakalaması ile başlayan direnişte elbette ilk olarak bir direniş komitesinin oluşturulması gerekiyordu. Ancak işçi tabanında ciddi bir örgütlenmenin olmadığı bu aşamada direnişe önderlik edebilecek bir iradenin oluşturulmasında belli zorluklar vardı. İşte tam da burada nasıl bir direniş komitesi oluşturuldu sorusunun yanıtından önce, direnişin önderliğine soyunan kişilerin bizimle olan geçmiş süreçlerine bakmak gerekiyor. “Direnişin önderi” olarak tanınan işçi ile tanışıklığımız, bizim içerden çalışmayı başlattığımız döneme denk geliyor. Kendisi o dönem ziyaret edip görüştüğümüz, örgütlenme çağrısı yaptığımız kişilerden biridir. Bu işçi bizi “yorgun demokrat” ruh hali ile karşılamış, anlayışını “bu işçilerden bir şey olmaz” cümlesi ile özetlemiştir. Fakat sonrasında, yoldaşlarımızın işyerinden atıldığı aşamada, nasıl olduysa birden işçi sınıfına güven duymaya başlamış, bizim boşluğumuzda önderlik havasına girmiş ve bizim başlattığımız bir çalışmada bizi misafir durumuna düşürmeye çalışmıştır. Ayrıca bu işçi ile ilgili son bir ekleme daha yapalım. Önderliğe soyunduğu bu aşama emekliye ayrılma dönemine de denk gelmekteydi. Yani bizim bildiğimiz anlamda

olmasa da “kaybedecek bir şeyi” kalmamıştı! Direnişin önderliğine soyunun kişilerden ikincisi için ise fazla söze gerek duymuyoruz. Sadece devrimci işçilerin içerden atılmasından sonra açtığımız işe iade davalarında patron adına şahitlik yaptığını belirtmek bile safını-sıfatını tanımlamak için yeterli olacaktır. Bu olay o dönemde Kızıl Bayrak gazetesi sayfalarında teşhir edilmiştir. Direniş komitesinin diğer bileşenlerinin önemli bir ağırlığının da bu kişilerin sözünden çıkmayacak ya da inisiyatif koyamayacak işçiler oldu belirtelim. Sadece bu kadarı bile, direniş komitesinin patron ile işçi arasında nasıl bir misyonla hareket edebileceği noktasında ciddi tereddütler yaratmaya yeterlidir. Bu tereddütlerin sahipleri direniş sürecinde sonuna kadar haklı çıkmışlardır. Direniş komitesi işçilerin hak arama mücadelesinde kendiliğinden eyleminin de gerisine düşerek, “aman slogan atmayın”, “aman yol kesmeyin” gibi işçileri engelleyen tutumlar sergilemiştir. Tüm direnişlerin sembolü olan “çadır” direnişin başlamasından 20 gün sonra, “soğuktan korunmak” zorunda kalındığı için kurulmuştur. Patronla yaptıkları her görüşmeden birkaç taviz daha verilerek çıkılmış, bilgilendirme toplantılarında işçilere kendilerini “mağdur taraf”, patronu da “zavallı adam” olarak kabul ettirmeye çalışmışlardır. Son olarak da, patronun makineleri kaçırmasına neden olan 45 dakikalık davalar da dahil tüm davalardan vazgeçilmesi şartıyla, tazminatlarının yarısını peşin diğer yarısını 3-6 arasında taksite bölünerek alınması üzerine hazırlanmış bir protokolle işçilerin karşısına çıkmışlardır. Bu protokole teminat olarak da, patronun kişisel malvarlığını gösterme “sözü” vermesini yeterli görerek, yani “hırsızla güvene dayalı” bir anlaşma ile çadırı kaldırmaya çalışmışlardır. Zaten gönülsüz olarak kurdukları çadırı ilk fırsatta kaldırmaya çalışan direniş komitesinin bu tutumu, komünistler ve işçilerin tepkisi ile boşa düşürülmüştür.

Solun direniş sürecindeki tutumu Solun direnişe yaklaşımından bahsetmeden önce “direniş komitesi”nin sola yaklaşımından bahsetmek gerekiyor. Baştan beridir altını çizdiğimiz gibi, “direniş komitesi” patron ile işçi arasında “dostluk” köprüsü kurma misyonu ile hareket ederken, fiili meşru mücadeleye dayalı bir hak arama anlayışı ile arasındaki mesafeyi de tanımlamıştı. Bunun fiili karşılığı da biz sınıf devrimcilerine karşı tutundukları hasmane tavırlar olmuştu. Direniş sürecinde de yakınlık kuracakları ve mesafe koyacakları kurumları ayırmadaki temel kıstasları bu oldu. Peki kim bu tuzağa nasıl düştü? Burada ilk olarak değinmemiz gereken çevre Emek Partisi’dir. Kendiliğinden harekete tapınma özelliği zaten bilinen Emek Partisi çevresi reformizmin karakterine uygun hareket etmiş, direnişin içeriğiniteliği-geleceği ile ilgilenmeyi gereksiz görmüş, direnişe yaklaşımı “aile fotoğrafında ben de görüneyim” kaygısından ileri gidememiştir. Direnişteki “politik” kaygıları, birkaç eylemde işçilerin tazminat talebine “İş-ekmek-özgürlük” sloganını eklemeye çalışmanın ötesine geçememiştir.. Değinilmesi gereken diğer bir yapı ise HÖC’dür. HÖC’ün direnişle ilişkilenmesi direniş sürecinin ortalarına denk gelmektedir. HÖC’ün, Emek Partisi gibi direnişin içeriği ile ilgilenmeyen tutumları ve bizim hangi tarafta olduğunu dahi tartıştığımız (ki bunlardan birinin patronla ilişkisi mahkeme tutanaklarıyla sabittir) kişilerle kurduğu yakın ilişki bizi doğal olarak rahatsız etmiştir. Konu hakkında ayrıntılı bilgileri olamayacağı düşüncesiyle HÖC’le bir görüşme yapılmış, kaygılarımız belirtilmiş ve bu kişilerle olan

ilişkileri sorulmuştur. HÖC’ün yanıtı, bu kişileri sahiplendikleri yönünde olmuştur. Bunun üzerine sahiplendikleri kişilerden özellikle birinin devrimcilerin patronla olan davasında patron adına şahitlik yaptığı hatırlatılmıştır. HÖC’ün bize yanıtı yine “kendisine sorduk, öyle bir şey yok dedi” şeklinde olmuştur. HÖC, direniş komitesine yönelik eleştirilerimize, “işçilerin kararıdır, sahiplenmek gerekir” diyerek yanıt vermiştir. Bu tutum, halkçı hareketin sınıfın eylemine kuyrukçu yaklaşımının çarpıcı bir örneğidir. Direniş öncesinden sonrasına kadar örgütlenmenin ve direnişin geliştirilmesi çabasında olan, sürece sınıfın çıkarları penceresinden bakan biz komünistlere ve diğer kesimlere karşı açıkça saldırgan tutum alan, hep işçiler ile devrimciler arasındaki mesafeyi açmak için çabalayan, etkinlik ve eylemlerde yerli yersiz “dışardan gelenler” göndermesi yapan ve tüm bunları yaparken “hangi tarafta” oldukları bile tartışmalı hale gelen kişilerin kayıtsız-koşulsuz sahiplenilmesi, direnişin daha ileriden örgütlenebilmesinin önünde bir engeldir zaten.

Komünistlerin direnişteki tutumu Direnişin başlamasına kadarki süreci kısaca özetlemiştik. Direnişin başlamasından itibaren de direnişle aktif bir dayanışma içerisinde olduk, direnişin geliştirilmesi kaygısı ile hareket ettik. Bu kaygılardan hareketle, direniş komitesinin tüm olumsuz yaklaşımlarına rağmen işçiler arasında bir tartışmaya dönüşebilecek her türlü tutumun tarafı olmaktan özellikle kaçındık. Bununla beraber, bir yandan hak arama mücadelesinin geliştirilmesi amacıyla işçilerin bilinçlendirilmesi yönünde çalışmalar yürütürken, diğer yandan bu çerçevede uzlaşmacı anlayışa karşı da mücadele verdik. Direnişin diğer çevre fabrikalarla ilişkilenmesinden sınıfın genel gündemleri ile bağının kurulmasına kadar, işçilerin eğitimine yönelik müdahalelerde bulunduk. Değişik materyallerin kullanımından panellerin örgütlenmesine kadar birçok aracı devreye soktuk. Bu müdahalelerimizle birlikte kurduğumuz ilişkileri güçlendirdik. Direnişin karar alma süreçlerine müdahalede, direniş komitesi üzerinden değil ama tabanda kazandığımız güç oranında imkanlar yakaladık. Örneğin, direnişin sonlarına doğru, daha elde somut bir şey yokken direniş komitesinin çadırı kaldırma girişimine karşı aldığımız tutum işçiler tarafından sahiplenilerek çadırın kaldırılması engellendi. Elbette direniş içerisinde yakaladığımız bu düzey direniş süreci içinde anlam taşımakla beraber, sınıfın sonuç alıcı eyleminin örgütlenebilmesi noktasında eksiklikler taşımaktadır. Sınıfın devrimci bir zeminde örgütlenebilmesinin önünde engel olan birçok zorluğun aşılması da, bu noktada ortaya koyulabilecek önderlik düzeyi ile sağlanabilecektir. İlbek direnişi, bu noktada en küçük olumlu adımların bile ne kadar değerli olduğunu göstermiştir. Tüm olumsuzluklara rağmen, kimi noktalarda komünistlerin de müdahaleleri ile işçilerin aldığı fiili meşru mücadeleden yana tutumlar, sınırlı kazanımların elde edilmesinde belli bir rol oynayabilmiştir. İlbek direnişi sonuçta, ne kazanıldığından ziyade nelerin kazanılamadığının tartışıldığı bir direniş olmuştur. Ve bu direniş, kimlerin işçi sınıfının gerçek temsilcileri olduğunu göstermiştir. Bizlere düşen görev, sınıfın kendi partisiyle buluşmasını sağlamak, kendi programı etrafında mücadeleye sevk etmektir. İlbek direnişi sürecinde yaşananlar bunun hayati önemini bir kez daha ortaya koymuştur.

GOP’tan komünistler


22 Kızıl Bayrak

Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı’na doğru...

Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı Hazırlık Komitesi sözcüsü ile kurultay süreci üzerine konuştuk...

“Sınıfın birliği ve örgütlenmesi doğrultusunda kurultayımıza hazırlanıyoruz!” - Bir süre önce Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı’nın duyurusunu yaptınız. Aradan geçen bu süre içerisinde nasıl bir çalışma gerçekleştirdiğinizi anlatır mısınız?

Sincan’da kurultay hazırlıkları...

- İki ay kadar önce kurultayımızı bir deklarasyon ile kamuoyuna duyurduk. Bu zaman dilimi esas olarak işçi kurultayının gündemlerinin oluşturulması, hedefleri ve örgütlenmesi üzerinden yürütülen toplantı ve tartışmalar ile geride kaldı. Bu çerçevede geçtiğimiz ay Kurultay Hazırlık Komitesi’ni oluşturduk. KHK olarak, gerek kurultay gündemlerinin oluşturulması, gerekse bu gündemler üzerinden bir eylem-etkinlik programı çıkarmak için periyodik olarak görüşmeler yaptık. Ayrıca kurultay gündemleri ve hedefleri doğrultusunda işçi toplantıları, ev ve işyeri ziyaretleri gerçekleştirdik. Bölgemizde yaşanan TEGA ve AKDAŞ gibi yerel gündemlere müdahalenin yanısıra tutuklu TÜMTİS yöneticileri ile dayanışma çerçevesinde çalışmalarımız oldu. Yine bahar gündemleri üzerinden, özellikle 1 Mayıs sürecinde kurultay eksenli bir çalışma yürüttük. Geride bıraktığımız zaman dilimini kurultayımızın nesnel zeminini oluşturmaya yönelik değerlendirdiğimizi söylemek daha doğru olacaktır. - Yaptığınız ilk deklarasyonda kurultayın bahar döneminde gerçekleştirileceği ifade ediliyordu. Yaşanan gecikmenin nedenleri nelerdir? - Kurultay sürecini gündemimize aldığımızda 1 Mayıs öncesinde gerçekleştirmeyi hedefliyorduk. Fakat yukarıda da bahsettiğimiz gibi, öncelikle yapacağımız kurultayın zeminini güçlü bir temelde oluşturma ihtiyacımız vardı. Bu yönü ile birlikte bahar döneminin pratik ve politik yoğunluğu, TEGA, AKDAŞ ve benzeri süreçlerin güncel seyri de gecikmede etken oldu diyebiliriz. - Gelinen yerde işçi kurultayını hangi tarihte gerçekleştirmeyi hedefliyorsunuz? - Haziran ayı içerisinde gerçekleştirmek üzerinden hareket ediyoruz. Zira hazırlıklar çerçevesinde ilk önemli dönemi geride bıraktık. Artık kurultayı gündemleri ile birlikte en geniş işçi kitlesine ulaştırma ve bu çerçevede sınıfa maletme bakışı üzerinden hareket edeceğiz. Önümüzdeki zaman dilimini bu bakış üzerinden örgütleyeceğiz. - Bu süre içerisinde nasıl bir hazırlık planınız var? - Bakıldığında, kurultaya çok fazla bir zaman kalmadı. Dolayısıyla biz de buna uygun bir etkinlik programı çıkardık. Bu program içerisinde başta seminerler olmak üzere film gösterimleri, piknik, toplantılar, ev ve iş yeri ziyaretleri üzerinden kurultayın gündemlerini etkin bir şekilde işlemeyi düşünüyoruz. Bir taraftan Sincan’daki en geniş işçi kitlesine kurultayımızın çağrısını taşırken öte taraftan ulaştığımız her bir işçiyi kurultay sürecinin parçası haline getirmeye çalışacağız. - İşçi kurultayının sınıfa yönelik temel çağrısı ne olacak? - Örgütlenmek! İnsanca bir yaşam ve çalışma koşulları için örgütlenmek! Kölelik koşullarına, düşük ücretlere, fazla mesailere, iş kazalarına ve her türlü hak

gaspına karşı örgütlenmek!.. Çünkü bugün Sincan OSB’de çalışan onbinlerce işçi herhangi bir sendikal örgütlenmeden dahi yoksun. Gelinen yerde bir TEGA örneği yaşanıyor ve tüm organize sanayi patronları bu süreci boğmaya çalışıyor. Çünkü TEGA sürecinin kazanımı tüm OSB’nin atmosferini etkileyecektir. Patronların bu kadar örgütlü olduğu bir bölgede sınıfın örgütlenme deneyimleri oldukça sınırlı ve zayıf. Biz, bu gerçekliğin farkında olarak sınıfın birliği ve örgütlenmesi doğrultusunda kurultayımızın önemli bir adım olacağını düşünüyoruz. - Kurultay sürecinizin başarıyla gerçekleşmesini diliyor, teşekkür ediyoruz. - Biz teşekkür ederiz. Ankara İşçiden İşçiye Bülteni

22 Haziran 2008’de gerçekleştireceğimiz Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı’na yönelik hazırlıklarımızı yoğun bir şekilde sürdürüyoruz. Öncelikle Kurultay Hazırlık Komitesi olarak kurultay hazırlık süresince yapacağımız etkinlikleri, kullanacağımız materyalleri ve bunların dağıtımını planladık. Etkinlik programımızı çevremizdeki işçi ve emekçilere, TÜMTİS işçilerine ve özellikle de grevdeki TEGA işçilerine ulaştırdık. Program dâhilinde ilk etkinliğimizi 18 Mayıs günü gerçekleştirdik ve“Karanlıkta Uyananlar” filmini gösterdik. Film, işçilerin bugün de yaşamakta olduğu sorunları gerçeğe uygun bir biçimde yansıtmış olması ve politik içeriği ile işçiler üzerinde olumlu bir etkide bulundu. Gösterimin ardından canlı bir sohbet gerçekleştirdik. İşçiler kendi sektörlerinde de benzer sorunların yaşandığından bahsettiler. Aynı zamanda iş kazalarından sosyal hak gasplarına, sermaye düzeninin çürümüşlüğünden emekçi kadın sorununa değin birçok konuya değindik. Değişik sektörlerden anlamlı bir katılımın sağlandığı etkinliğimizi, bir dahaki hafta düzenleyeceğimiz pikniğimizin ve kurultayımızın çağrısıyla sonlandırdık. Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı Hazırlık Komitesi

Mamak İKE birlik ve dayanışma pikniğine hazırlanıyor! İşçi sınıfının sermaye sınıfına karşı birlik ve dayanışmasının güçlendirilmesini öne çıkartan bir bakışla yedincisine hazırlandığımız birlik ve dayanışma pikniğimizin çalışmasını Mayıs ayının ilk günlerinden itibaren örmeye başladık. Bahar döneminin coşkusuyla ve önümüzdeki dönemi kazanma hedefiyle yaz dönemi faaliyetimize başlamış olduk. Burjuva ideolojisinin işçi sınıfını dört bir yandan kuşatmasına ve kendi çürümüş kültürünü empoze etmesine karşı birliği ve dayanışmayı mücadele içinde güçlendirmenin önemi açık. Bu amaçla pikniğimizi, işçilerin, kadınların ve gençlerin bu kültürel kuşatmaya karşı paylaşımı, dayanışmayı ve kardeşliği yaşamın içinde yeniden üretebilmelerini sağlayacak araçlarla birlikte örgütlüyoruz. Düzenin işçi ve emekçileri birbirinden uzaklaştırarak yalnızlaştırdığı ve insani değerlere yabancılaştırdığı günümüzde, devrimci bir zeminde örgütlenen sosyal ve kültürel etkinliklerle bu kuşatmayı kırma hedefiyle hareket ediyoruz. Bu gündemli hazırladığımız bültenimizle emekçilere bire bir ulaşmayı sürdürüyoruz. Mamak İşçi Kültür Evi çalışanları


Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

15-16 Haziran’ın yolundan...

Kızıl Bayrak 23

SİDER’den sempozyum hazırlığı...

38. yılında şanlı 15–16 Haziran Direnişi yol gösteriyor!.. 15-16 Haziran Direnişi Türkiye işçi sınıfı hareketinde tarihsel bir dönüm noktasıdır. Hala da aşılmayan militan bir direniş durumundadır. Sınıf dışı siyasal güçlerin döne döne okuması, anlaması gereken önemli bir tarihsel deneyimdir. 15-16 Haziran Direnişi, ciddi bir devrimci siyasal önderlikten yoksun olduğu durumlarda bile, sınıfın militan ruhunun açığa çıkmasının doğurabileceği sonuçların anlaşılması bakımından büyük bir siyasal anlam ve öneme sahiptir. 15-16 Haziran Direnişi, bu topraklarda burjuvazinin karşısına çıkacak ve onun saltanatını yıkacak yegane gücü en kör gözlere dahi gösteren bir mücadele örneği olmuştur. Yalnız iki günlük militan direniş üzerinden değil, sınıfın taşıdığı potansiyel gücü göstermesi açısından ayrı bir anlamı vardır. Kapitalizm toplumsal bir sistem olarak hızla çürüyor. Bu çürüme etkisini toplumun tüm katmanları üzerinden yıkıcı bir şekilde hissettiriyor. Yazık ki bugün sınıf hareketi 15-16 Haziran’ın oldukça gerisinde ve işçi sınıfı ciddi anlamda tarih bilincinden yoksundur. Bu tablo sermayenin saldırılarıyla da birleşince, işçilerin sınıf kimliğinde yaşadığı bozulma ile bir sınıf olarak kendi haklarını savunma, daha iyi çalışma ve yaşam koşullarına sahip olma, kölelik zincirlerini kırma mücadelesini de olumsuz etkiliyor. 15-16 Haziran Direnişi, sınıfa yönelik saldırı yasalarını ve DİSK şahsında sınıfın önemli bir mevzisini hedef alan tasfiye girişimini boşa düşürdü. Fakat bugün sermaye, sınıfın en temel haklarını bir bir gaspediyor. Bu rahatlığın gerisinde, sınıfın örgütlü, militan bir karşı duruş ortaya koyamaması var. Sermaye cephesinden yürütülen kapsamlı örgütsüzleştirme/sendikasızlaştırma saldırısı ve sendikaların büyük oranda devlet güdümlü icazetçi anlayışları da bir başka geriletici etken. Bütün bunlar beraberinde çözüm ihtiyacını da ortaya koyuyor. İşte bu noktada 15-16 Haziran, izlenilecek yolu ortaya koyuyor, hareketin dünü üzerinden bugüne yol gösteriyor. Taksim’e girmenin yolunun milletvekilleriyle kolkola emniyet güçleriyle pazarlık etmekten geçmediğini, sosyal yıkım saldırılarının ancak militan direnişle sokaklarda, mücadelenin özgücüyle püskürtülebileceğini gösteriyor.

Sınıf hareketinde yaşanan mayalanma ve görevlerimiz! Sınıf hareketi uzun yıllardar yaşadığı durgunluktan sıyrılıyor, son dönemde gözle görülür bir canlanma yaşıyor. THY, Telekom, Tekel, tersaneler, sayıları gittikçe artan mevzi direnişler... Son olarak SSGSS karşıtı kitlesel 13-14 Mart ve 1-6 Nisan eylemleri... 2008 1 Mayısı’nda Taksim iradesinin devrimci ve ilerici güçler, işçi ve emekçiler şahsında kazanılması... Sermayenin yaşadığı korku ise polis, asker yığınağı ve azgın devlet terörü ile açığa çıkıyor. Sermaye bu korkuyu ilk defa yaşamıyor. O bu kokuşmuş düzeni yıkacak gücü 15-16 Haziranlar’da da görmüş, etinde kemiğinde hissetmişti. Tam da böyle bir dönemde, bu tarihsel direnişi anmak, anlatmak ve bugünün en yakıcı ihtiyacı olan

militan mücadele geleneğini yaşatmak bakışıyla hareket etmeli, bulunduğumuz her alanda sınıfın genç kuşaklarına 15-16 Haziran ruhunu aşılamalıyız.

direnişi anlatabilmeliyiz. Türkiye işçi sınıfının bütün fertlerine bu şanlı direnişi sahiplendirmeli, tarih bilinci aşılamalı, 15-16 Haziran ruhunu yaşatmalıyız.

15-16 Haziran direnişini yaşatma ve yeni direniş destanları yaratma bilinciyle inatla ve sabırla sınıfa!

Şanlı 15-16 Haziran büyük işçi direnişini yaşatmak!

Adana Sanayi İşçileri Derneği (Sİ-DER) olarak, 20 Nisan’da gerçekleştirdiğimiz işçi kurultayında aldığımız kararlardan biri olarak, 8 Haziran Pazar günü 15-16 Haziran Sempozyumu gerçekleştireceğiz. Bu etkinliği, sınıfın değerlerini yaşatma, geçmiş mücadele deneyimlerini bugünün ışığında daha ileriye taşıma bakışıyla örgütleyeceğiz. Etkinlik, kendi içinde bir anlamı olmasının ötesinde sınıfın bugünkü ihtiyaçları çerçevesinde de özel bir anlama sahiptir. Bu şanlı direnişi bölgemizde sınıfın bütün bölüklerine anlatmak ve ondan dersler çıkartmak ertelenemez görevdir. Bu bilinçle 15-16 Haziran’ı etkinlik gününün ötesinde güçlü bir ön hazırlık ile gündemleştirmeli ve sınıfın ulaşılabilen en geniş kesimine bu tarihsel

15-16 Haziran direnişi, siyasal önderlikten yoksun olmasına rağmen, sınıfın kapitalist sömürü düzenine karşı taşıdığı muazzam yıkıcı gücünü ve devrimci potansiyelini açığa çıkardı. Öte yandan sınıfın devrimci öncü partisine olana yakıcı ihtiyacı da bir kez daha gözler önüne serdi. Şimdi geçmişin ışığında, büyük işçi direnişinin deneyimleriyle sınıfın devrimci öncüsüyle buluşması tarihsel önemdedir. Çürümüş kapitalist düzen karşısında nihai zafer ancak bu sayede kazanılacaktır. Emekten yana olan bütün güçler bu çağrıya kulak vermelidir. Bu tarihsel direnişi ve mirası bölgemizde gündemleştirmeliyiz. Her fabrikada, her sanayi sitesinde, her atölyede, bu direnişi yaşatmak bilinciyle hareket etmeliyiz. Geleceği kazanmak için tüm olanaklarımızla güne yüklenmeliyiz. Adana Sanayi İşçileri Derneği (Sİ-DER)

OSİM-DER’den bildiri dağıtımı...

Sosyal yıkım saldırılarına karşı birleşik mücadeleye! Sosyal yıkım saldırılarına karşı OSB-İMES İşçileri Derneği olarak bölgede işçileri bileşik mücadeleye çağıran çalışmalar yürütüyoruz. İlk olarak 21 Mayıs günü İMES A kapısında bildiri dağıttık. 12 kişiyle yaptığımız bildiri dağıtımıyla birlikte işçilere yasanın ne gibi sıkıntılar getireceğini anlattık. Ajitasyon konuşmalarıyla gerçekleştirdiğimiz bildiri dağıtımından İMES patronları ve sermayenin kolluk güçleri rahatsız oldular. Polisler dağıtımı engellemek için bulunduğumuz alanı terörize etmeye çalıştı. Provokasyon girişimleri boşa düşen kolluk güçleri bulunduğumuz alanı terketmek zorunda kaldılar. İstihdam paketiyle ilgili yürüttüğümüz faaliyet önümüzdeki günlerde de devam edecek. 31 Mayıs tarihinde “Sosyal yıkım saldırıları ve bileşik mücadele!” konulu panel yapacağız. OSB İMES İşçileri Derneği


24 Kızıl Bayrak

Eğitim-Sen’de ilkesiz ittifaklar...

Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Eğitim–Sen Genel Kurulu’na ilkesiz ittifaklar damgasını vurdu! Uzun bir dönemdir KESK’e bağlı sendikaların ve şubelerin genel kurulları ile genel merkez kurulu cansız geçiyor. Her genel kurul dönemi bir önceki ilkesiz ittifakların yol açtığı tahribattan aldığı ağır darbelerle hareketi daha da geriye götürüyor. Zira genel kurul süreci geçmişle devrimci temellerde bir hesaplaşmanın yapılmadığı, emekçilerin hak ve özgürlüklerini kazanmak için devrimci bir mücadele programının tartışılmadığı bir zeminde gerçekleşiyor. Üstelik her genel kurul süreci sonrası, bu tablodan doğrudan sorumlu olan anlayışlar uzlaşmacı-reformist çizgiyi harekete dayatma noktasında birleşiyorlar. Kurul sürecinde yaşanan “sert” tartışmalar ise koltuk kapma yarışına meze olmaktan öteye geçemiyor. KESK’in yönetimini, dolayısıyla mücadele anlayışını belirlemede önemli bir yer tutan Eğitim-Sen’in 3. Olağan Genel Kurulu da benzer bir atmosferde gerçekleşti.

Genel Kurul’da neyin hesabı görüldü? Eğitim-Sen Genel Kurulu’na sendika yönetimlerine hakim reformist, liberal, uzlaşmacı anlayışların iç ayrışmaları, dalaşmaları, birbirini tasfiye etme girişimleri ve ilkesiz ittifakları damgasını vurdu. ÖDP şahsında yaşanan iç çatlak Devrimci Sendikal Dayanışma (DSD) grubunun şube kurullarından genel kurula kadar birbirlerini tasfiye operasyonu olarak yansıdı. Muhtemelen KESK’in genel kurulu da bu operasyona tanık olacak. DSD grubunun bu iç çatışması kimi şubelerde karşı listeler oluşturma şeklinde yansırken, kimi şubelerde ise uzlaşıyla sonuçlandı. Bu durum, çatışma yaşanan şubelerde sınırlı sayıda delegesi olan ilerici, devrimci grupları belirleyici bir duruma getirdi. Şube kurullarına yansıyan bir başka olgu ise “yurtsever emekçiler”in üst kurul delegeliğine özel bir önem vermesi oldu. Şubelerde başlayan ve genel kurula kadar yansıyan bu durum, yıllardır birlikte hareket eden üçlünün (ÖDP, EMEP, DTP) “kutsal ittifakı”nı da bozdu. Sendikal sorunların ve mücadelenin acil ihtiyaç ve görevlerinin tartışılmadığı genel kurulda, gruplar arası çekişme, koltuk kavgası ve pazarlık son ana kadar sürdü. Kurulda, Devrimci Sendikal Dayanışma (İsmail Hakkı Tombul tarafından desteklenen DSD listesi), Emek Hareketi (EMEP) ve Sendikal Birlik’in bir kısmının yer aldığı listeye karşı Devrimci Sendikal Dayanışma (Alaattin Dinçer tarafından desteklenen DSD listesi), Demokratik Emek Hareketi (Yurtsever emekçiler), Devrimci Öğretmen, Sendikal Birlik’in diğer kısmı ve HÖC’ün yer aldığı liste yarıştı. İkinci listeyi ESP ve SDP de destekledi. İçinde CHP, İP gibi ulusalcı kesimlerin yer aldığı Sendikal Birlik gericiliği de kendi içinde ikiye bölündü. Genel siyasal gelişmelerden sınıf hareketine, Kürt sorunundan demokrasi konusuna, kadın sorunundan seçimlere kadar birçok konuda liberal reformist politikalar ekseninde güç birliği, ittifak, çatı vb. girişimlerde bir araya gelen EMEP ile DTP’nin bu genel kurulda ayrı düşmesi EMEP’i yönetim koltuğunun dışında bıraktı. Bazı illerdeki şubelerde yurtsever emekçileri tasfiye etme girişimi sonucunda yönetimlerin dışında kalan Demokratik Emek Hareketi ise sözkonusu bu şubelerde (bilebildiğimiz kadarıyla 6-

7 ilde ve şubede) olağanüstü genel kurullara gitmenin başını çekiyor. Böylece şube yönetimleri genel merkez yönetimine uyumlu bir şekilde oluşturulmak isteniyor. Yazının amacı sözkonusu çatışmalar ve bozulan ittifakların nedenlerini irdelemek değil. Asıl mesele, nedeni her ne olursa olsun gruplar arası bu çatışmaların Eğitim-Sen’deki koltuk dengesini bozduğudur. Grupların, genel kurulu, Eğitim-Sen’i ve kamu emekçileri hareketini kendi dar çıkar çatışmalarına alet etmesidir. Bir kez daha eğitim emekçilerinin kaybettiği gerçeğidir.

Programa ve devrimci bir mücadele anlayışına dayanmayan ilkesiz ittifaklar! Geçmiş dönemlerde ve tabana karşı birbirlerini “PKK’li”, “terörist”, “darbeci” vb. sıfatlarla tanımlayan grupları bu genel kurulda yan yana getiren temel faktör, yönetimlere gelme telaşıdır. KESK’i arka bahçesi olarak kullanmak ve düzen içi siyasi arenada “güç” olmak için birbirleriyle kıyasıya mücadele eden reformist anlayışlar, bu genel kurulda da kürsüyü birbirlerine karşı eleştiri yapmanın ve teşhir faaliyeti gerçekleştirmenin bir aracı olarak kullandılar. Oysa her biri önceki süreçlerde bu koltukları işgal etmiş, benzer sendikal anlayış ve mücadele yöntemleriyle sendikanın ve hareketin içerden çökertilmesinde etkin bir rol oynamışlardı. Bürokratik yapının sendikaya hakim kılınmasında, işyerleriyle bağların koparılmasında, tabanın söz ve karar hakkını sınırlamada, sendikanın bir emek örgütünden ziyade “toplumsal muhalefetin” etkin bir dinamiği olarak algılanmasında, sınıf sendikacılığından kopuşta, kitle sendikacılığı adı altında “toplumsal sendikacılık” ilkesinin benimsenmesinde, fiili-meşru mücadele geleneğinin terkedilmesinde her birinin duruşu ve konumu aynıdır. Bu genel kurulda kürsüden yapılan konuşmalarda eleştirilerin mahiyeti üç aşağı-beş yukarı bu minvalde gerçekleşti. Bir diğer eleştiri konusu ise “anadilde eğitim hakkı”nın Eğitim-Sen’in tüzüğünden çıkartılması oldu. Oysa anadil hakkı tüzükten çıkarılırken ilerici ve devrimci güçler dışında bugün bu tutumu eleştiren aynı reformist, liberal grupların hepsi

parmak kaldırarak onay vermişti. Bugün ise Demokratik Emek Hareketi’nin önergesi üzerine yeniden tüzük kurultayının yapılması ve anadilde eğitim hakkının tüzüğe eklenmesi kabul edildi. Anadilde eğitim hakkı dört yıl önce devletin 4688 sayılı yasaya dayanarak tüzükten çıkarılmasını dayattığı, sendika yönetimlerindeki reformist ve liberal anlayışların da karşı durmak yerine alelacele olağanüstü kurula giderek terkettiği ilkelerden biriydi. Peki bu dört yılda ne değişti? Bugün aynı maddenin tüzüğe eklenmesi karşısında devletin yine kapatma tehdidi, baskısı ve terörü devreye girmeyecek mi? Zamanında bu baskı ve teröre karşı durma iradesi gösterilemediği için tüzükten çıkarılan madde bugün nasıl savunulacak? Daha dün devletin terörü karşısında Taksim 1 Mayısı’nın arkasında duramayanlar bugün çoktan terkettikleri bir ilkeye nasıl sahip çıkacaklar? Bu sorular çoğaltılabilir. Zira dört yılda sendikaya hakim anlayışlar eliyle kamu emekçileri hareketi iyice dibe vurmuş, yorulmuş, dinamikleri zayıflamış, bırakalım yeni mevziler kazanmayı en temel hak ve özgürlüklerini koruyamaz hale gelmiştir. Sendikal cephede ise kağıt üzerindeki yetki dahi kaybedilmiştir. Kürsüden sözalan anlayışlar geçmişe yönelik birbirlerine karşı “kıyasıya” eleştiride bulunurken, eleştirdikleri konular üzerine nasıl bir mücadele anlayışı etrafında, hangi taleplerle, nasıl bir mücadele programıyla, hangi ilkeler ekseninde bir araya geldiklerine dair tek bir söz dahi etmemişlerdir. Ortada kamuoyuna ilan edilmiş ne bir mücadele programı vardır, ne de şu ya da bu düzeyde ilkeler bütünü! Kürsüden dile getirilen kimi eleştiriler haklı bir zemine dayansa dahi bu haliyle hiçbir anlam ifade etmemektedir. Genel kurul süreçleri, geçmişin devrimci bir eleştirisinden ve muhasebesinden uzak, aksine giderek tüm ilkelerin çiğnendiği bir hal almaktadır. Geçmişin eksikliklerinden ve zaaflarından aynı derecede sorumlu reformist liberal anlayışlar bugün ilerici söylemlere ve eleştirilere sığınarak ilkesiz ve çirkin pazarlıklar yapmaktadır. İyi niyetle sendikal anlayışlara benzer eleştirileri yöneltenler ise, kamu emekçileri mücadelesini ileriye taşıyacak bir irade ve inisiyatif geliştiremedikleri için eleştirilerinin altı boş kalmaktadır.


Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Eğitim-Sen’de ilkesiz ittifaklar...

Kızıl Bayrak 25

Devrimci, ilerici güçler gerici ve ilkesiz ittifakları bozmak yerine reformist anlayışlara yedeklendiler! Bu genel kurul sürecinde reformist liberal anlayışlar şahsında yaşanan grupsal çatışma ve çıkar ilişkileri devrimci, ilerici unsurların belirleyiciliğini arttırdı. Kuşkusuz bu belirleyicilik taban dinamiklerine dayanmıyordu. Mevcut atmosferden kamu emekçileri mücadelesinin devrimci temellerde gelişmesi ve güçlenmesi doğrultusunda yararlanmak için bir olanak sunuyordu. Ancak devrimci, ilerici unsurlar ilkesiz ittifakları teşhir etmek ve etkin bir taban çalışması yürüterek kamu emekçilerini devrimci bir mücadele etrafında birleştirmek yerine reformist anlayışlara yedeklendiler. Bir programa ve ilkeye dayanmayan ittifakların altına imza attılar. Devrimci Memur Hareketi (HÖC), Devrimci Öğretmen (Halkevleri), ESP’li Memurlar Eğitim-Sen Genel Kurulu’nda özünde birbirinden farklı olmayan reformist anlayışların bir kısmıyla (Alaattin Dinçer’in desteklediği DSD ve çevresi) davrandılar. Yazıp çizerken, eleştirirken, politik bir tutum ortaya koyarken “ilkeli” davranmayı esas aldıklarını ifade eden bu güçler pratikte buna uygun davranmadılar. Davrandıklarını iddia ediyorlarsa kamuoyuna açıklama yapmak zorundalar. Örneğin, Devrimci Memur Hareketi “Sendika Genel Kurulları Sonrası” başlıklı yazısında şube genel kurullarını şu ifadelerle değerlendiriyordu: “‘Şube Genel Kurullarına Giderken’ başlığıyla yazıya döktüğümüz ve ‘Ortak Düşmana Karşı Ortak Cephe’ sloganıyla şekillendirmeye çalıştığımız süreç ne yazık ki siyasetlerin kendini dayatması ve ilkesel değil sayısal verileri öne çıkarması sonucu olumsuzlukla sonuçlandı.” Değerlendirmenin ilerleyen satırlarında ise şu sözlere yer veriyordu: “Sınıf ve kitle sendikacılığından gittikçe uzaklaşarak ekonomizme batan ve ‘sağa yatan!’, sağa yattıkça var olduğu sınıfsal zemini kaybeden sendikalarımızda, varoluş nedenlerinin yeniden hatırlanması ve bu nedenlere uygun bir mücadele programı yaratılması sınıfın kazanması açısından tarihsel önem taşımaktadır.” O zaman sormak gerekiyor. Devrimci Memur Hareketi, “ilkesel değil sayısal verileri öne çıkaran” siyasetlerle yaptığı ittifakı hangi ilkelere dayandırıyor? Devrimci Memur Hareketi bunun yanıtını vermek zorundadır. Atılım’da yayınlanan “Eğitim-Sen Genel Kurulu üzerine” başlıklı yazı ise şu değerlendirme ile son buluyordu: “Ama kahin olmaya gerek yok; genel kurulun çoğunluğunu oluşturan hakim anlayışlar egemenlerin saldırılarını, tabanın duyarsızlığını bahane ederek bir kez daha işin içinden çıkmaya çalışacaklardır. Genel kurulu, öncekilerin bir tekrarı kılıp, sadece yöneticilerin belirlendiği bir işleve büründürmeye çalışacaklardır. Oysa Eğitim-Sen’in, KESK’in yeni örgütlenme modellerine, yeni mücadele araç ve biçimlerine, yeni politikalara ihtiyacı vardır. Devrimci, sosyalist genel kurul delegeleri, işte bu yüzden daha gür bir sesle sorunlara dikkat çekmeli, toplumsal muhalefetin önemli bir dinamiği olan Eğitim-Sen’e ve KESK’e sahip çıkmalıdır.” ESP’li memurlar, bu genel kurulda ortak davrandıkları anlayışların “genel kurulu, öncekilerin bir tekrarı kılıp, sadece yöneticilerin belirlendiği bir işleve büründürmeye çalışanlar”dan ayıran ilkelerin neler olduğunu, Eğitim-Sen’e ve KESK’e nasıl sahip çıktıklarını açıklamak zorundadır. 17 Mayıs tarihli sendika.org sitesinde İlhan Yiğit imzasıyla yayınlanan “Eğitim-Sen seçimleri: Bir dönem biterken” başlıklı yazıda ifade edilen şu değerlendirmeye de bir açıklık getirilmek zorundadır:“Devrimci Öğretmenler, Eğitim-Sen’i sınıf

hareketinin tümüyle birleştirecek ve devrimci bir tarzda yeniden yapılandıracak bir çizgiyi güçlendirmek ana görev olarak kabul etmektedirler. Eğitim-Sen’in bu yeniden inşa sürecinde, her türlü yasal-bürokratik engelleri fiilen aşacak tarihsel birikime, güce ve devrimci sorumluluğa sahip olduğuna dair inancı tamdır. Bu dönemde Devrimci Öğretmenlere düşen, bu yeni arayış dönemine öncülük edecek geniş bir bakış açısı geliştirmek ve atak, yaratıcı bir mücadele çizgisini hayata geçirmektir.” Devrimci Öğretmenler, “yeni arayış dönemine öncülük edecek geniş bir bakış açısı geliştirmek ve atak, yaratıcı bir mücadele çizgisini hayata geçirmek” için ittifak yaptığı bileşenleri hangi ortak program etrafında birleştirmiştir? Nasıl ve hangi bir zeminde yürütülen tartışmalar sonrasında ittifak kurmuş ve ortak liste oluşturmuştur? Bu güçler, bugüne kadar kendilerinin de eleştirdiği, teşhir ettiği, sendikanın ve mücadelenin bugünkü durumundan sorumlu tuttuğu reformist uzlaşmacı anlayışlarla hangi temelde bir araya geldiklerini, yaşanan tartışma süreçlerini, ne üzerinden anlaştıklarını ve ortaklaştıkları noktaları ilerici, devrimci kamuoyuna açıklamak zorundadırlar. Devrimci sorumluluk ve ilkelerde tutarlılık bunu gerektirmektedir.

Devrimci bir taban hareketi gelişmediği koşullarda kaybeden kamu emekçileri hareketi olacaktır! Bu gerici zemini dağıtacak olan tabandan gelişen devrimci bir kamu emekçileri hareketidir. Ancak, mevcut koşullarda bu misyonu oynaması gereken devrimci, ilerici unsurlar reformist anlayışlara yedeklenerek böylesi bir tablonun bir parçası olmakta ve aynı derecede sorumluluk almaktadırlar. Bu genel kurul sürecinde yapılması gereken, hareketin ve sendikal mücadelenin bugünkü durumundan rahatsız olan, yönetimdeki anlayışları eleştiren ancak ona karşı bir irade ve duruş gerçekleştiremeyen tüm iyiniyetli ilerici unsurları devrimci bir mücadele programı etrafında birleştirmek, genel kurul sürecinden kamu emekçileri mücadelesini geliştirmek doğrultusunda yararlanmaktı. Tabandan kopuk, tepeden yürütülen gerici ve kirli ittifakları tabana dayanan devrimci bir irade ve güçle bozmaktı. Genel kurul sürecinde, kamu emekçilerini doğrudan ilgilendiren saldırılara karşı geliştirilmesi gereken devrimci mücadele anlayışını, programını ete kemiğe büründürmeye çalışmaktı. Bugüne kadar sendikaları ve hareketi düzenin cenderesine sıkıştıran reformizmin uzlaşmacı mücadele anlayışının tahrip edici sonuçlarını somut deneyimler ışığında tartışarak onunla

Üç gün süren Genel Kurul’un son günü Devrimci Sendikal Dayanışma (İsmail Hakkı Tombul tarafından desteklenen DSD listesi), Emek Hareketi (EMEP) ve Sendikal Birliğin bir kısmının yer aldığı liste ile Devrimci Sendikal Dayanışma (Alaattin Dinçer tarafından desteklenen DSD listesi), Demokratik Emek Hareketi, Devrimci Öğretmen, Sendikal Birlik’in bir grubu, HÖC, ESP ve SDP’nin yer aldığı iki ayrı liste seçime girdi. İkinci liste yönetime seçildi. hesaplaşmak ve devrimci mücadele programı etrafında kamu emekçilerini taraflaştırmaktı. Ancak ne yazık ki devrimci güçler şahsında, şubelerden başlayarak sendika genel kurullarına kadar tüm süreç boyunca böylesi bir çaba sergilenemedi.

Sosyalist Kamu Emekçileri, kamu emekçilerini devrimci mücadele programı etrafında birleştirmek için taraf oldu! Sosyalist Kamu Emekçileri, bulundukları her alanda politik tutumlarına ve iddialarına uygun bir çaba içerisinde oldular. Sendikal mücadelenin ve hareketin sorunlarını tabandaki ilerici, devrimci güçlerle tartışmak, devrimci bir mücadele programı etrafında kamu emekçilerini birleştirmek, yönetimlere hakim reformist-uzlaşmacı anlayışlarla ve politikalarıyla hesaplaşmak, kamu emekçilerinin devrimci birliğini sağlamak amacıyla tartışma zeminleri ve ilkeli birliktelikler yaratmaya çalıştılar. İyiniyetli, samimi ve devrimci kaygı taşıyan her unsurla bu zeminde hareket ettiler. Bunu ilerici, devrimci kamuoyuna açık, devrimci ilkelere ve mücadele anlayışına dayanan bir tarzda yapmaya çalıştılar. Genel kurul sürecinden (genel kurul sürecini de aşacak tarzda) kamu emekçilerinin devrimci mücadelesini geliştirmenin bir imkanı olarak yararlanmak için çaba gösterdiler. Tüm bu çabalarının sonucunda, sınırlı da olsa, yaratabildikleri mevzileri yine devrimci ilke ve amaçlar uğruna kullanmak ve bunun imkanlarını yaratmak için değerlendirdiler. Kuşkusuz devrimci bir kamu emekçileri hareketi yaratmak, yüzünü tabana dönmüş uzun soluklu bir mücadelenin sonucunda, yükselen bir sınıf ve kitle hareketinin varlığı koşullarında gerçek zeminini bulacaktır. Ancak devrimci olma iddiası taşıyan tüm güçlerin bugünden bunun koşullarını zorlaması, imkanlarını yaratması için çaba harcaması gerekmektedir. Haziran ayının sonunda gerçekleşecek KESK Genel Kurulu’na bu bakışla müdahale etmek ve sonrasındaki süreci bu iddia ve misyonla kucaklamak tüm devrimci, ilerici unsurların görevidir. Bu sorumluluğu yerine getirmek günün ertelenemez görevleri arasındadır.


26 Kızıl Bayrak

Halkların katilleri kolkola!

Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Haydutbaşı Bush halklara karşı siyonist canilerin safında! Irkçı-siyonist İsrail devletinin Ortadoğu’nun kalbine saplanmasının 60. yıldönümü vesilesiyle bölgeye gelen ABD Başkanı George Bush, emperyalizmin ileri karakolu işlevi gören bu devlete sağladıkları “özel koruma”nın devam edeceğini ilan etti. Bu uğursuz ilanı yapan haydutbaşı, hem siyonizmin safında olduklarını söyledi hem de Filistin devletinin kurulmasına yardım edeceğini iddia etti. Siyonist devlete özel koruma sağlayanların Filistin devletinin kurulmasına yardım etmekten söz etmeleri büyük bir utanmazlıktır. Zira İsrail’e sağlanan özel koruma, halen Filistin devletinin kurulması önündeki en büyük engeldir. Zira emperyalist güçler, Filistin devletinin kurulmasını engellemek için siyonist cellatlara her türlü olanağı sunuyorlar. Irkçı-siyonist devlet Ortadoğu’da emperyalizmin ileri karakolu misyonunu yerine getirirken, emperyalist güçler de siyonist canilerin tüm suçlarına ortak oluyorlar.

Siyonistlerle suç ortaklığına devam! İsrail’i ziyaret eden savaş kundakçılarının şefi Bush, siyonistler huzurunda yaptığı konuşmada, suç ortaklığının devam edeceğini yineledi. Filistin devletinin kurulmasına yardım etmekten söz eden haydutbaşı, İsrail parlamentosunda (Knesset) yaptığı konuşmada, “İsrail’in 120. kuruluş yıldönümü kutlamasına kadar geçecek 60 yıl içinde bir gün Filistinlilerin de hayalini kurdukları ve hak ettikleri devletlerine sahip olacaklarını tahmin” ettiğini söyledi. Bu pervasız sözlerle yetinmeyen Bush, “İsrail’in, kendisini imha etme çağrılarında bulunan katillerle görüşmeye zorlanamayacağı” türünden laflar da ederek, Filistin halkına kin kustu. ABD’nin İsrail’in en yakın dostu ve müttefiki olmaktan gurur duyduğunu söyleyen savaş kundakçılarının şefi Bush, Hamas, Hizbullah gibi direniş odakları ile İran’ı hedef alan iğrenç tehditlerini de yineledi.

Onbinler el Nakba gününde yürüdü Bush’un, Filistin halkının felaketi (el Nakba) anlamına gelen 15 Mayıs 1948’i kutlamak için İsrail’e gelmesi, Filistin halkının yanısıra tüm Arap halklarına düşmanlık güdüsüyle hareket ettiğinin yeni bir kanıtı olmuştur. Nitekim Bush siyonist şeflerle samimi pozlar verirken, onbinlerce Filistinli siyonist devletin kuruluşunu protesto ediyordu. Gazze, Batı Şeria, Kudüs ve başka kentlerde düzenlenen eylemlere katılan onbinler, siyonist katillerin zoruyla topraklarını terk etmek zorunda kalan Filistinlilerin geri dönüş hakkından vazgeçmediğini dünyaya hatırlattılar. Batı Şeria’da eylem yapan Filistinliler, İsrail’in kurulmasından bu yana geçen her gün için gökyüzüne toplam 21 bin 915 siyah balon uçurdular. İsrail kolluk kuvvetleri, Gazze’deki Erez geçiş noktasında gösteri yapan Filistinliler’e kurşun yağdırdı. İsrail parlamentosundaki Arap kökenli milletvekilleri ise, Bush’un katıldığı oturumu protesto etti. Milletvekillerinden üçü parlamento binasına, işgalcilerin vurduğu Filistinli ve Iraklı çocukların

fotoğraflarının bulunduğu pankartlarla gelerek eylem gerçekleştirdi. Dünyanın farklı bölgelerine dağılmış bulunan 4.5 milyon Filistinli mülteci vatanına dönüş hakkını talep ediyor.

Şarm El Şeyh’te riyakarlık seremonisi Siyonist şeflerle bol vakit geçirdikten sonra Mısır’ın Şarm el Şeyh kasabasına gelen Bush, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas’la görüştü. Filistin adına görüşen Saib Erekat, Abbas’ın Bush’a Knesset’teki açıklamalarıyla ilgili kaygılarını ilettiğini belirtti. Erekat, Abbas’ın ABD Başkanı’na, “Tüm bölgede barışın gerçekleştirilebilmesi için Filistin halkının özgürlük ve bağımsızlığına sahip olması gerektiğini söyleyebilirdiniz” dediğini aktardı. Bush da görüşmeden sonra gazetecilere yaptığı açıklamada, İsrail-Filistin anlaşmasının bu yılın sonuna kadar yapılmasını kesinlikle sağlayacağını öne sürdü. Filistin halkını acı çekerken görmekten dolayı çok üzüldüğünü iddia eden Bush, İsrail tarafının barış için “büyük özveride” bulunması gerektiğini söyledi. Bush’un Şarm el Şeyh’te sarfettiği sözler kaba bir riyakarlık gösterisidir. İşgalci İsrail’i “barışın savunucusu”, işgale karşı direnen Filistinlileri “katiller” şeklinde tanımlayan bir zihniyetin “Filistin halkını acı çekerken görmekten rahatsız” olduğunu iddia etmesi iğrenç bir ikiyüzlülüktür. Riyakarlık seremonisinden sonra maskeyi çirkin suratından çıkaran Bush, yine Hamas, Hizbullah, İran ve Suriye’yi hedef aldı. Bölgedeki Amerikancı rejimlerin şeflerine seslenen Bush, ABD-İsrail safında yer almaları çağrısında bulundu. Halkları köleleştirme seferinin önündeki temel engellerden birini oluşturan

direniş odakları ve İran-Suriye ikilisiyle başa çıkamayan emperyalist-siyonist güçler, halkları birbirine kırdırtmak için çaba sarf ediyorlar. Emperyalist-siyonist güçler, halklara yeni felaketlerden başka bir şey vaat etmeyen hedeflerine ulaşabilmek için yeni yıkım ve kıyımlar dahil her yola başvurabilirler. Bölgedeki işbirlikçi rejimlerin, çok istemeseler de, bu suçlara ortak olmaları ihtimal dışı değildir. Olası yeni felaketleri ise, ancak halkların anti-emperyalist/anti-siyonist direnişi önleyebilir.

Yunanistan’da 24 saatlik genel grev! Sermayenin saldırılarına karşı yükselttiği meşru-militan mücadele ile tanınan Yunanistan işçi ve emekçileri bu kez özelleştirme saldırısına karşı genel greve çıktı. Başta Yunanistan Telekomünikasyon Şirketi (OTE) olmak üzere kamuya ait pekçok şirketin özelleştirilmesini protesto etmek amacıyla 24 saatlik genel greve çıkan emekçiler, mücadele kararlılıklarını bir kez daha ortaya koydular. Yunanistan İşçi Sendikaları Konfederasyonu (GSEE) ile Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu’nun (ADEDY) çağrısıyla yapılan genel greve resmi daireler, kamu kurumları, yerel yönetimler, banka, posta, elektrik ve su işleri çalışanlarının etkin katılımı oldu. Hayatı önemli ölçüde felç eden genel greve sivil havayolu taşımacılığı ile denizyolu ulaşımı çalışanlarının da katılmaları sonucu iç ve dış hat uçuşlarında çok sayıda sefer iptal edilirken, ana kara ile adalar arasındaki bağlantıların koptuğu bildirildi. Yunan devlet Radyo-Televizyon Kurumu (ERT) teknik elamanları da saat 12.00-15.00 arası iş bırakma eylemi gerçekleştirerek genel greve destek verdi. Atina ile Pire kentlerinin de içinde yer aldığı bölgede bulunan devlet hastanelerinde çalışan doktorların “çalışma koşullarını protesto etmek” amacıyla 48 saatlik greve çıkması nedeniyle devlet hastanelerinde de yalnızca güvenlik ve acil yardım birimleri hizmet verdi. Genel grev dolayısıyla ülkenin tüm büyük şehirlerinde gösteriler yapılırken, Atina’da GESEE, ADEDY, PAME üç ayrı miting düzenlendi. Eylemlerde, sermaye iktidarının özelleştirme ile halkın parasıyla kurulan kârlı ve stratejik öneme sahip kuruluşları uluslararası tekellere hibe ettiğini vurgulayan emekçiler, rejimin bu saldırısına karşı mücadele kararlığını dile getirdi İşçi ve emekçiler meşru-militan mücadele hattını koruyabildiği sürece Yunan burjuvazisinin özelleştirme saldırısını dilediği gibi hayata geçirmesi olası görünmüyor.


Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Latin Amerika’da ABD tetikçiliği...

Kızıl Bayrak 27

ABD ile tetikçileri Latin Amerika’da savaşı kışkırtıyor! “Latin Amerika’nın İsrail’i” sıfatıyla anılan Kolombiya’daki kontra rejim, ABD emperyalizminin maşası olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Washington’daki savaş kundakçılarına meydan okuyan Venezüella’ya karşı saldırgan girişimlerini sürdüren kontra rejim, Pentagon’daki şeflerinin kirli planlarına zemin döşemek için savaş kışkırtıcılığına başladı. 1 Mart’ta Ekvador hava sahasını ihlal ederek, Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) liderlerinden Raul Reyers ile 16 gerillayı katleden Kolombiya ordusu, kontra saldırılarını sınır ötesine taşımıştı. Katliama en sert tepkiyi Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez göstermişti. Kolombiya rejiminin başı Alvaro Uribe’yi ABD’nin fino köpeği olarak niteleyen Chavez, Venezüella’ya benzer bir saldırıyı savaş nedeni sayacağını ifade etmişti. Kontra rejimin başı Alvaro Uribe’nin geri adım atmasıyla sorunun çözüldüğü söylenmişti. Ancak Kolombiya’nın Venezüella’ya karşı başlattığı provokatif girişimler, emperyalizmin kuklası olan bir rejimin sözlerine güvenilmeyeceğini yeniden kanıtlamıştır. Pentagon’dan aldıkları talimatlara göre hareket ettikleri bilinen kontra rejimin şefleri, katlettikleri gerilla lideri Reyers’in bilgisayarında, FARC’ın Chavez yönetimi ile işbirliği yaptığına dair belgeler bulunduğunu iddia ediyor. Venezüella’ya karşı giriştikleri provokasyonu bu iddiaya dayandıran ABD tetikçilerine, emperyalistlerin polis örgütü Interpol de destek vermeye başladı. İddiaya göre Reyers’in bilgisayarını inceleyen Interpol, FARC ile Venezüella arasında işbirliği olduğunu gösteren kanıtlara ulaşmış. Chavez yönetiminin reddettiği bu iddiaların ortaya atılmasından sonra Kolombiya ordusu Venezüella sınırını ihlal ederken, ABD deniz kuvvetlerine bağlı askeri bir uçak da Venezüella hava sahasını ihlal etti. Kontra rejimin saldırganlığını değerlendiren Chavez, ABD’nin bölgede yükselen ilerici hükümetlere dönük “böl ve yönet” politikasını devreye koyduğunu belirtti. “FARC liderlerinin Venezüella’da saklandığı” iddialarına karşı Kolombiya’dan kanıt sunmasını, aksi takdirde çenesini kapamasını söyleyen Chavez, Kolombiya hükümetinin boğazına kadar kontrgerilla ve uyuşturucu pisliğine batmış olduğunu, başka bir yerde olsa bu hükümetin çoktan düşmüş olacağını belirtti. Kontra rejimle ilgili, “ABD’nin işgalini kolaylaştırmak için silahlı çatışmayı tahrik eden emperyalizmin aşırı sağcı oyuncağı” nitelemesini yapan Chavez, “Kolombiya hükümetinin bütün kıtada savaşı kışkırtmak için elinden geleni yaptığı konusunda Venezüella halkını ve silahlı kuvvetlerini uyarıyorum” dedi. Meclis Dış Siyaset Komisyonu Başkanı Roy Daza da, Venezüella televizyonuna yaptığı açıklamada, Uribe’nin Venezüella’nın Kolombiyalı gerillalarla ilişki içinde olduğu iddiasını sürdürmeye devam etmesinin onun “savaş istediği” anlamına geleceğini belirtti. Hava sahasının ihlaliyle bir açıklama yapan Venezüella Dışişleri Bakanı Nicolas Maduro ise, ABD’nin Caracas Büyükelçisi Patrick Duddy’i, hava sahası ihlali ile ilgili bir açıklama yapması için dışişleri bakanlığına davet ettiğini belirterek, ABD’ye nota

vereceklerini söyledi. ABD ile Latin Amerika’daki tetikçisi Kolombiya rejiminin Venezüella şahsında bölge halklarına karşı giriştikleri bu saldırılar, savaş kundakçılarının kıtadaki “sol dalga”dan duydukları rahatsızlığın ifadesidir. Görünen o ki, Irak bataklığına saplandıktan sonra Latin Amerika’daki süreçlere müdahale etme olanakları daralan Washington’daki emperyalist zorbalar, kıtada gelişen işçi ve emekçilerin inisiyatifine daha fazla tahammül etmek istemiyorlar. ABD ile tetikçilerinin bu saldırganlığa devam etmeleri, kitle hareketine yaslanarak başa geçen yönetimleri daha net tutumlar almaya iteceği gibi, sınıf çatışmalarının kıta çapında sertleşmesini de kaçınılmaz kılacaktır. Kitlelerin politikleşme düzeyi, hem ABD emperyalizminin hem tetikçilerinin emekçiler nezdinde teşhir olmuş olması, “sol dalga” üzerinde yükselen yönetimlerin emekçiler lehine yaptığı bazı düzenlemeler, kıta halkları arasında enternasyonal dayanışmayı örme olanakları vb. olgular, işçi sınıfı ile emekçi müttefiklerinin önemli avantajları olduğuna

işaret ediyor. Bu olanaklar devrimci bir hesaplaşmanın zeminine dönüştürülebilirse, keskinleşmesi kaçınılmaz olan çatışmadan işçi sınıf ve emekçilerin kazanımla çıkma olasılığı yüksek olacaktır.

Kapitalizm apartheid kurbanlarını ırkçılaştırıyor! Güney Afrikalı siyahlar ancak 1994’te ırkçı apartheid rejiminden kurtulabilmişlerdi. Bu vahşi rejimin yıkılması, uzun yıllara yayılan ve ağır bedellere mal olan direnişler sayesinde mümkün olmuştu. Kapitalizmi korumak uğruna ırkçılıktan vazgeçmek zorunda kalan Güney Afrika burjuvazisi, istemeden attığı bu adımla hem düzenini tahkim etmiş hem de güçlü bir direniş hareketi olan Afrika Ulusal Kongresi’ni (ANC) düzen güçleri arasına katmayı başarmıştı. Ezici çoğunluğu siyahlardan oluşan bu ülke emekçileri, önemli bir gelişme olan ırkçı rejimi yıkmayı başarmıştı, ancak kölelik ve yağma düzeni kapitalizmin çarkları yerli yerinde durmaya devam etti. Bu çarkın dişlileri arasında öğütülen işçi sınıfı ve emekçilerin ekonomik-sosyal taleplerinin karşılık bulması bir yana, sistemin krizi derinleştikçe gerilemeye başladı. İşsizliğin yüzde 40’larda seyrettiği Güney Afrika’da son aylarda temel gıda maddelerine yapılan yüksek oranlı zamlarla emekçiler açlık sınırına dayandı. Hal böyleyken, yönetimde bulunan ANC hükümetine tepki gösteremeyenler, ülkede bulunan göçmenleri hedef alan ırkçı saldırılara başladı. Çoğunluğu Johannesburg’a yerleşen, üç milyonu Zimbabve’den kaçmış, diğerleri ise Mozambik, Nijerya, Malavi ve Kongo’dan gelen yaklaşık beş milyon göçmen bulunuyor Güney Afrika’da. Göçmenleri hedef alan saldırganlar, yabancı işçileri “iş çalmakla” suçlayarak vahşi saldırılarını gerekçelendiriyor. Göçmenlerin yaşadığı baraka mahallelerini hedef alan saldırganların 30’u aşkın kişiyi öldürdüğü bildirildi. Göçmenlerin barındığı barakaları da yakan saldırgan güruhlara müdahale eden kolluk kuvvetlerinin göz yaşartıcı gaz ve plastik mermiler kullandığı, çatışmalar esnasında 200’ü aşkın saldırganın tutuklandığı belirtildi. İşsizliğin asıl kaynağı olan kapitalist düzene karşı mücadele etme bilincinden yoksunluğun körleştirdiği güruhların göçmenleri hedef alması üzerine, özellikle Johannesburg’da binlerce kişi canını kurtarmak için farklı kurumlara sığınmak durumunda kaldı. Cumhurbaşkanı Thabo Mbeki, şiddet olaylarını soruşturmak için bir uzman kurulu oluşturduğunu bildirirken, Afrika Ulusal Kongresi’nin lideri Jacob Zuma ise, “Güney Afrika’nın yabancı düşmanlığıyla meşhur olmasına izin veremeyiz” açıklamasını yaptı. “Biz böyle davranmayız. Bunlar bizim kardeşlerimiz. Lütfen durun. Apartheid’la savaşırken Afrikalılar bizi destekledi. Teşekkürümüz çocuklarını öldürmek olamaz. Şiddet eylemiyle mücadelemize itibar kaybettiremeyiz” ifadelerinin yer aldığı bir çağrı yayınlayan Başpiskopos Desmond Tutu’nun “iyi niyetli” çabası da pek etkili olmadı. Doğal kaynakları yönünden zengin olan Güney Afrika’da sorunların bu boyuta gelmesi ANC liderliği açısından utanç vericidir. Olaylar ırkçılığa karşı mücadele eden bir akımın anti-kapitalist olmadığı zaman savrulabileceği noktayı göstermektedir. ANC’nin olaylara müdahalesi, sicili pek de temiz olmayan Güney Afrika kolluk kuvvetlerini sokağa salmaktan ibaret kalmıştır. Oysa anti-kapitalist mücadele işsizliğe, yoksulluğa, ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı en etkili mücadele yoludur. Böyle bir mücadele hattını örebilmeyi ise, düzene yamanmış akımlar değil, kapitalizme karşı devrimci tarzda direnenler başarabilir ancak.


28 Kızıl Bayrak

İşbirlikçilerin ilişkilerinde yeni dönem...

Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

TC ve Güney ilişkilerinin Kuzey’e etkileri M. Can Yüce Geçen haftaki yazımızda TC ile Güney Kürdistan yönetimi arasında belli bir yakınlaşmanın geliştiğini, bunun tehlikeli boyutlara kadar tırmanma eğiliminde olduğunu, bu durumun en çok Güney’in kendisine zarar vereceğini ve aynı zamanda diğer parçalara olumsuz etkileri olacağını vurgulamıştık. Özellikle anılan durumun Kuzey Kürdistan’a olan olası etkilerini ortaya koymak önemlidir, gerçeklerin bilinmesinde yarar var ve gerekli duyarlılıkların geliştirilmesine yardımcı olmak asgari yurtseverlik gereği olmaktadır... 1 Mayıs Kandil bombardımanının yapıldığı gün, TC yetkilileri ile Güney yönetimi Bağdat’ta “üst düzeyde” bir görüşme yapıyor ve “Kürt tarafının” ifadesiyle “Tarihi bir adım” atıyorlardı... Aslında bu, paradoksal bir durum... Bir yanda sizin ülkenizin dağları, köyleri bombalanıyor, bir yandan en üst düzeyde diplomatik görüşmeleri yapıyorsunuz; bunu da çok önemli bir adım olarak lanse ediyorsunuz. Bu tutumda “ulusal duruş”, başı dik bir yan görmek mümkün mü? Bir kez TC’nin sopasıyla ve dağların bombardımanı altında bunu yapıyorsunuz, bunu kişilikli bir duruş olarak görmek mümkün değildir! Bu tutumla diğer parçalarda yaşayan halk ve yurtseverler nezdinde “ulusal bir figür” olarak görülmeniz, olumlu bir etkide bulunmanız mümkün değildir! Dolayısıyla bu, yurtseverlik, ulusal kurtuluşçuluk açısından Güney’in bir etki ve çekim merkezi olma şansının da sonuna işaret ediyor. Böylece Güney yönetimi, TC’nin stratejik hesaplarına uygun davranmış oluyor. TC, Güney’in varlığını, yöneten partilerin çizgi ve niyetlerine rağmen, kendisi için stratejik bir tehdit olarak algılıyor. Bu algı bugün de devam etmekle birlikte Güney’in diğer parçaları etkileme şansı en azından gölgelenmiş bulunuyor. Bu eğilimin derinleşerek devam edeceği de kesin gibidir! Aslında Güney operasyonlarıyla dize getirilmek istenen PKK değil, Güney yönetiminin kendisiydi, Güney’in diğer parçalar üzerinde yapacağı etkileri sona erdirmekti. Bu çok açıktı, gelinen noktada operasyonlar politik sonuçlarına varmıştır! Kuşkusuz, bu operasyonların PKK’yi etkileyen boyutları var. Genel anlamda Kuzey Kürdistan devrimci dinamiklerini denetleme ve psikolojik olarak üstünlüğü elinde tutma boyutları var. Politik ve psikolojik olarak TC’nin Kürdistan sorununa stratejik bakışını da çok net bir biçimde özetliyor. Bu, aynı zamanda, “Barış” politikalarının, aynı anlama gelmek üzere İmralı çizgisinin de iflasını bir kez daha belgeliyor. Bunlar ne kadar doğruysa “Bizim Kürtlerin” tekrarlanan tarihi derslerden gerekli sonuçları çıkarmadıkları, yöneten partilerinin toplumsal konumu ve politik çizgileri nedeniyle “akıllanmadıkları”, bu şanslarının da hemen hemen olmadığı görülmektedir! Güney egemen partilerinin, KDP ve YNK’nin zaten geçmiş pratikleri nedeniyle Kuzey Kürdistan halkı ile ilişkileri mesafeliydi. Ancak Güney’deki devletleşme süreci, bu mesafenin kapanmasına vesile oldu. Hatta M. Barzani’nin “ulusal duruşu” belli bir olumlu etkide de bulunuyordu. Ancak TC karşısındaki boyun eğişçi duruş, bunun parçacı bir bakışla ele alınması Kuzey Kürtleri üzerinde olumsuz etkide bulunacak, geçmişten gelen olumsuz yargıları yeniden tetikleyecektir. Hele bu ilişkinin açık düşmanlık ve ortak operasyonlara kadar evrilmesi “Ortak davada, ortak duruşta” derin yaralar açacaktır! Diğer parçaları ve onların mücadelesini olumsuz etkileyen TC ile yakınlaşma ilişkisi, her şeyden önce

Güney’in geleceğini belirsizleştirecektir. Çünkü TC, Kürdistan sorununda bütünlüklü bir bakışa ve bütünlüklü bir stratejiye sahiptir. Bu bağlamda Güney’deki gelişmeleri sınırlandırma ve var olanların içini boşaltma, tersine çevirme çabası onun en önemli güncel politik, askeri ve diplomatik çabası olmaktadır. TC ile Güney yönetimi arasındaki ilişkinin gelişmesi, dahası bunun ortak askeri tutuma kadar evrilmesi, kuşkusuz PKK’nin hareket yeteneklerini sınırlandırır, ama bunun dışında bu ortak yaklaşımın çok yönlü bir tasfiye hareketiyle sonuçlanması olası görünmemektedir. Ancak Kuzey ve Güney Kürtleri’nin arasının açılması, ulusal ve bölgesel politika dengeleri bakımından ciddi bir güç ve prestij yitimine yol açacaktır. Zaten kendi içinde parçalı olan Güney’in bir de diğer parçalardan en azından moral açıdan kopması

telafisi güç olumsuzluklara yol açacaktır! Bir nokta daha var, önemli: TC ile uzlaşan ve bunu çok daha olumsuz noktalara taşıma eğiliminde olan Güney yönetimi, İmralı Partisi’nin Kuzey ve diğer parçalardaki halk üzerindeki etkisini, prestijini daha da arttırmaya yol açacaktır. Bu da bağımsızlık bilinci ve devrimci mücadelenin aşındırılması ve tasfiyesi sürecine katkıdan başka bir anlama gelmez! Kısacası, TC ile geliştirilen her işbirliğinin faturası Kürdistan davasının tümüne çıkarılmaktadır, tarihte de böyle oldu, bugün de öyle... Bu gerçekliği halkımıza anlatmak ve Kürdistan düşmanlarıyla yapılan işbirliklerinin özünü deşifre etmek ve buna karşı devrimci yurtsever bir duruş geliştirmek kaçınılmaz bir görev olmaktadır... 20 Mayıs 2008

Almanya’da işsizlik ve yoksulluğu karşı kampanya BİR-KAR olarak, sermaye birikiminin en yoğun olduğu, dünya ticaretinde bu yıl da birinci sırayı işgal eden, dünyanın üçüncü büyük ekonomik gücü olan Almanya’da, bu büyük zenginliğin ortasında gitgide büyüyen işsizliğe ve toplum ölçüsünde yaygınlaşan yoksulluğa karşı bir kampanya başlatıyoruz. Almanya gibi zengin bir ülkede işçi ve emekçilerin korkulu rüyası haline gelen işsizliği ve yoksulluğu üreten kapitalizmdir. Kampanyamız esas olarak kapitalizmi teşhir eden bir kampanya olacak. Etkin, yoğun, yaygın ve nispeten uzun vadeli bir kampanya yürütmeyi hedefliyoruz. Güçlerimizin çalışma kapasitesini açığa çıkartıp, harekete geçirmek içe dönük hedefimiz. Sorunların muhatabı olan yerli ve yabancı işçi ve emekçilere gitmek ise asıl hedefimiz olacak. Ciddi bir seslenme faaliyeti için gerekli olan görsel ve yazılı materyallerimizi hazırlamış bulunuyoruz. Almanca ve Türkçe 5 bin afiş, 8 bin adet Almanca ve Türkçe bülten hazırlamış bulunuyoruz. Ayrıca yerellerde ek bildiri ve başka araçlarla çalışmayı güçlendirme yoluna gideceğiz. En önemlisi, bu materyalleri rastgele değil hedefli bir biçimde kullanacağız. Fabrika ve işyerlerinin önünde, emekçi semtlerinde, sosyal yardım ve iş bulma kurumlarının önlerinde, üniversite ve okullarda, işlek meydan ve caddelerde hedefli bir dağıtım gerçekleştireceğiz. Bu çalışmaya paralel olarak yaygın bir afiş çalışması yapacağız. Bunları emekçileri birebir ziyaret ederek, sözlü propaganda-ajitasyon konuşmalarıyla birleştireceğiz. Almanya’da çalışma yaptığımız irili-ufaklı tüm birimlerde bilgilendirme stantları açacağız. Almanya’da kimi devrimci partilerin başvurduğu, herkesin düşüncesini dillendirdiği bir tür ajitasyon kürsüsü niteliği taşıyan açık mikrofon yöntemini deneyeceğiz. Tüm bölgelerde, konuya hakim sendika ve diğer kurum temsilcilerinin de katıldığı, konular ve kampanya hakkında bilgilendirme yapılan toplantılar yapmak bir diğer çalışmamız olacaktır. Bu çalışma esnasında dil sorunu yakıcı bir önem taşıyor. Bu sorunu üçüncü kuşak genç yoldaşlarla çözmek yoluna gideceğiz. Bu genç yoldaşlara özellikle bilgilendirme stantlarında ihtiyacımız olacaktır. İşsizlik ve yoksulluktan en çok etkilenenler olarak, yakın dönemde belli kentlerde komisyonlar halinde örgütlenen emekçi kadınlar, bir diğer dinamik gücümüz olacak. Hedeflerimize uygun bir faaliyeti örgütlemek için daha yaratıcı bir inisiyatif, daha yoğun bir çaba! İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu (BİR-KAR)


Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Denizler’e ihanet edenler...

Kızıl Bayrak 29

A. Cihan Soylular Denizler’e ihanet ettiler...

Denizler devrime aittirler! H. Yağmur 15 Mayıs tarihli Evrensel gazetesinde “Denizler, bilim ve devrim” başlıklı A. Cihan Soylu imzası taşıyan bir yazı yayınlandı. A. Cihan Soylu, yazısının hemen başında farklı kesimlerin “‘68 Hareketi” üzerine tartışmalarına değiniyor. Belli ki, sol çevrelerinin yanısıra Taha Akyol gibi yazarların da ‘68 tartışmasına katılması A. Cihan Soylu’yu rahatsız etmiş.

Sadece burjuva yazarlar mı değerleri tüketiyor? “T. Akyol gibilerinin ‘Deniz Gezmiş efsanesi’ başlıklı makaleler döşemeleri boşuna değil. Yeni bir uyanışın mayalanmakta olduğunun; emperyalizme ve işbirlikçi gericiliğe karşı yeni bir halk ve gençlik dalgasının gelişmekte olduğunun farkındadırlar.” Burjuva yazar takımının Denizler’in devrimci mirasını iğdiş etmeye çalışmasında anlaşılmayacak bir yan yoktur. Onlar hizmetinde oldukları sınıfın bilinciyle hareket ediyorlar. Yazarımız da Deniz Gezmişler’in efsaneleştirilmesi çerçevesinde yazılar yazmakta uzmandır. Denizler’e ilişkin son yazısında şunları söylemektedir: “Bir Deniz Gezmiş efsanesi olduğu tartışmasızdır: Halkın ve gençliğin çok geniş kesimleri nazarında o ve arkadaşları büyük yurtseverler; ülkesine ve ülkesinin işçi ve emekçilerine ölüm pahasına sadakatle bağlı, bağımsızlık-özgürlük ve sosyalizm ‘idealleri’nden asla ödün vermeyen, ‘mazlum milletler’in sömürge ve bağımlılık boyunduruğundan kurtulmaları için savaşan ve halkların kardeşçe birliğini sağlamak söz konusu olduğunda kendilerini feda etmekten kaçınmayan genç insanlar, bu ‘efsane’nin ‘kahramanı’ olarak görülürler.” Bugün A. Cihan Soylular’ın duruşuyla, Denizler’in devrimci tutumunun ifadesi olan duruşları arasında hiçbir bağ kalmamıştır. Bizzat kendisi, TDKP’nin tasfiyesi ve sosyal bir reform partisi olan EMEP’e giden yolun en önemli mimarlarından biridir. ‘71 Devrimci Hareketi’nin önderlerini kendi reformcu pratikleri çerçevesinde öne çıkartmak A. Cihan Soylular’ın ortak tutumudur. Denizler’in devrimci mirasını ve değerleri tüketmede A. Cihan Soylular da en az burjuva yazarlar kadar maharetlidirler.

Denizler reformizmden, A. Cihan Soylular devrimden koptular! A. Cihan Soylu şunları söylüyor: “Yürünecek yol ise Marksizm-Leninizmin yol göstericiliğinde, daha 36 yıl önce, darağacı altında, ölüm tehdidine meydan okunarak ve bayrak, devrimin asıl sahiplerine; işçi sınıfı ve kent ve kırın yoksullarına (işçilere ve köylülere) teslim edilerek işaret edilmiştir.” Tabii ki yürünecek yol marksist-leninist yoldur, devrimin ve sosyalizmin yoludur. Bu yolda işçi sınıfının en büyük silahı ise, düzen içine sığmayan devrimci program, devrimci çizgi ve devrimci örgüttür. Peki A. Cihan Soylular ne yapmışlardır? Burjuva karşı-devriminin basıncı altında devrimci çizgiyi, onun ürünü devrimci örgüt anlayışı ve pratiğini terketmiş,

devrimci miras ve değerleri hiçleştirmiş, rejimin içine sığan bir zemine kaymış, devrimci örgüt tasfiye etmişlerdir. Onlar “Deniz Gezmişler’in yolu bugün parlamentoya çıkmıştır” diyecek kadar devrimden, devrimci mücadele yolundan ve devrimci örgüt kimliğinden kopmuşlardır. Düzenin icazet alanına boylu boyunca uzananlar, artık sermayenin parlamentosuna kapağı atma hayalleriyle avunuyorlar. A. Cihan Soylu gibileri devrimci bir partiyi tasfiye ederek TİP’in bile gerisinde olan EMEP’e kapak atarken, ‘71 devrimcileri, Deniz Gezmişler, Mahir Çayanlar, İbrahim Kaypakkayalar, tarihi önemde devrimci bir çıkış ve kopuş yaşayarak, TİP’in parlamenter reformist çizgisini reddetmiş ve devrim yolunu seçmişlerdi. Onlar kurtuluşun reformlarda değil, devrimde olduğu bilinciyle parlamentarizmden bir kopuş yaşamışlardı. Denizler’i devrimci yapan, reformist partilerin bugün içinde bulundukları düzen içi zemini mahkum ederek aşabilmiş olmalarıdır. Onlar reformizmden devrimci kopuşun sağlanmasına önderlik eden kadrolardır. Mahirler, Denizler, Kaypakkayalar devrimci bilinçle içinde bulundukları reformist akımları aşmışlardır. Her yönüyle düzeni cepheden karşıya alan devrimci bir duruştur onların duruşu. Onlar hiçbir koşulda teslimiyeti kabul etmediler. Davaya ölümüne bağlandılar. Devrimci dayanışma ve siper yoldaşlığının en güzel örneklerini verdiler. A. Cihan Soylular ne yaptılar? Liberal demokratizmin politik platformuna boylu boyunca battılar, zamanında devrimci olan TDKP’yi mezara gömdüler. Devrimi terketmenin ve düzen icazetine sığınmanın ürünü reformist EMEP’i her hastalığın ilacı gibi sundular. Bu da yetmedi aynı şeyi Denizler’e yaptılar. TİP çizgisinde karar kılarak, Deniz Gezmişler’in devrimci mirasına ihanet ettiler. Deniz Gezmişler, A. Cihan Soylular’ın bugün temsil ettiği çizgiden ‘60’lı yıllarda koptular. A.Cihan Soylular, Denizler’in koptuğu TİP reformizmine son derece yakın olan EMEP’te karar kıldılar. Böylelikle Denizler’le aralarındaki köprüleri yaktılar. Bugün Deniz Gezmişler’in adını istismar eden A. Cihan Soylular’ın yolu gerçekte öncesinden TİP’e çıkmıştır.

Denizlerin devrimci mirası devrimcilere aittir! A. Cihan Soylu, Denizler’in yolundan yürümenin öneminin altını çizerek şunları söylüyor: “İşçi-emekçi ve gençlik hareketinin yeniden yükselme ve genişleme belirtileri artmıştır. Hareketin temel talepleri yönünden esaslı bir değişim yoktur: bağımsızlık yakıcı ihtiyaçtır; siyasal demokrasi ve halkların gönüllü birliğine temel oluşturacak ulusal hak eşitliği acil gerekliliktir; baskı, sömürü ve eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasının toplumsal koşullarını oluşturacak sosyalizm, insani kurtuluş ve toplumsal ilerleme için zorunludur.” Denizler’in yolunu parlamentoya çıkaranların, Taksim’de 1 Mayıs ısrarını anlamsız bularak, Evrensel gazetesindeki köşelerinden sermaye devletine soldan destek vermeleri anlaşılırdır. Hiç kuşku yok ki onlar, Denizler’in önüne Dolmabahçe’de barikat kurarak

kesmeye çalışan TİP ile aynı kumaştan dokunmuşlardır. Dünün ve bugünün reformistlerinin zerrece Denizler’in mirasına sahip çıkmaya hakkı yoktur. A.Cihan Soylular’ın, Denizler’in adlarına sahip çıkması, düzenin geçmişin devrimci birikiminin ve mücadele içinde yaratılmış değerlerinin içini boşaltma çabasına soldan verilmiş bir destek olmaktadır. A. Cihan Soylular, Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının hayatlarını ortaya koyarak gelecek kuşaklara bıraktıkları devrimci mirası siyasal içeriğinden soyutlayıp duygusal bir anıya dönüştürmekte, böylece ‘71’in devrimci direniş geleneğini ehlileştirme operasyonuna soldan destek vermektedirler.

Denizler devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşıyor ve yaşayacak! Denizler devrim yürüyüşümüzün önemli bir kilometre taşıdır. A. Cihan Soylular gibi, Denizler’in yürüdüğü yoldan sonradan düşenler, bu kilometre taşını anlamsızlaştırmayı, reformizme taşımayı başaramayacaklardır. Denizlerin mirasına sahip çıkarak bayrağı daha da yükseklere taşımak, A. Cihan Soylular’ın değil komünistlerin işidir. Denizler’in mirasını sahiplenmek, belirsizleştirmeye ve anlamsızlaştırılmaya çalışılan ayrım çizgilerinin daha kalın olarak çizilmesi demektir. A. Cihan Soylular’a rağmen, Denizler’in devrimci mirası, devrim ve sosyalizm davasında, ezilen ve sömürülen milyonlarca işçi ve emekçinin kapitalist sömürüden kurtuluş mücadelesinde, komünistlerce yaşatılıyor ve yaşatılacaktır.


30 Kızıl Bayrak

Sayı: 2008/21 23 Mayıs 2008

Bültenlerden...

1 Mayıs’ın coşkusu yerel bültenlere yansıyor! Sınıf devrimcileri çalışma alanlarında işçi ve emekçilere yerel bültenler ile seslenmeye devam ediyor. Ülke ve dünya gündeminden yereldeki işçi ve emekçilerin sorunlarına kadar tüm gündemler bültenlerde yer buluyor. İşçiler sorunlarını bültenler aracılığı ile sınıf kardeşleri ile paylaşıyor. Yerel bültenlerin Mayıs sayıları da 1 Mayıs’ın ardından çıkmaya başladı. Manisa İşçi Bülteni Haklı Dava, Tersane İşçisinin Sesi ROTA, Adana Sanayi İşçileri Bülteni, OSBİMES İşçileri Bülteni Ankara İşçi Bülteni İşçiden İşçiye ve Küçükçekmece Eemkçinin Gündemi coşkulu ve kararlı geçen 1 Mayıslar’ın yansıması olarak 1 Mayıs ağırlıklı çıktılar. Bültenlerde gözlemlere ve değerlendirmelere genişçe yer verilirken her bülten yerel sorunlarını da özel bir biçimde işledi.

Manisa işçileri davaya sahip çıkıyor! İlk sayısı “Davacıyız!” sorusu ünlemi ile çıkan Manisa İşçi Bülteni Haklı Dava’nın ikinci sayısı okuru şu satırlar ile karşılıyor: “Soruyoruz! Ayak takımı kim, baş kim? Üreten kim, çalan kim? Bizler yoksullaştıkça zenginleşen kim? SORUYORUZ! Bugüne dek hep sırtımızda taşıdığımız, hayatımızı, geleceğimizi karartan kim? Devrin cefasını çeken kim, sefasını süren kim? GÖRMEK İSTİYORUZ! Hep birileri yiyor, milyonlar bakıyor. Kopacaksa kıyamet kopsun artık. Ayaklar baş olsun, Baştakiler yok olsun! Dünya emeğin olsun, yoksuldan işçiden yana bir düzen kurulsun!” Yine ön kapakta yeralan Haklı Dava’dan köşesinde 2008 1 Mayısı’na dair kısa bir değerlendirme bulunuyor. Bülten’de Manisa’da sınıfsal yapıya dair bir yazı, Vestel işçileriyle röportajlar, sınıf hareketinden haberler ve Kasım Özer’in açıklamaları üzerine yazılar yer alırken, komünist şair Nazım Hikmet de unutulmuyor ve arka kapaktan Nazım üzerine bir yazı göze çarpıyor. Bültenin değişik sayfalarında da Nazım ve diğer şairlere ait çeşitli şiirler bulunuyor.

Tersane işçileri ROTA’larını takip ediyor! Tersane İşçisinin Sesi ROTA’nın yeni sayısı ise ağırlıklı olarak 1 Mayıs değerlendirme ve gözlemlerine ayrılmış. Bültende TİB-DER ile 1 Mayıs’a gelen işçilere ait çok sayıda gözlem yazısı var. Ayrıca Türkiye’nin farklı yerlerinde gerçekleşen 1 Mayıslar’ın da dökümü yapılmış. ROTA’nın bir başka önemli gündemi ise hiç kuşkusuz ki son yaşanan iş cinayeti. Bülten’de Selah Tersanesi’nde gerçekleşen iş cinayetine dair yazıların yanısıra TİB-DER’in yaptığı protestoların haberleri de yer alıyor. ROTA’nın arka kapağı ise bize “Öyle bir İstanbul gördük/Sorarlar bir gün, sorarlar/Sabahın bir sahibi var/Sorarlar bir gün sorarlar/Biter bu dertler, acılar/Sararlar bir gün, sararlar” dizeleri eşliğinde İstanbul 1 Mayısı’ndan direniş görüntüleri sunuyor.

Adana’da kurultay ve 1 Mayıs

coşkusu birarada! “Kurultay’dan 1 Mayıs’a, 1 Mayıs’tan geleceğe!”şiarıyla çıkan Adana Sanayi İşçileri Bülteni’nin temel gündemini ise 20 Nisan’da gerçekleştirilen Adana Sanayi İşçileri Kurultayı ve 1 Mayıs oluşturuyor. Bültende kurultayın geniş bir haberinin ve sonuç bildirgesinin yanısıra işçilerin gözlemleri ve gönderilen mesajlara da yer verilmiş. Adana 1 Mayısı’na dair haber ve gözlemler de bültende genişçe yer tutuyor.

1 Mayıs’ın ruhu havzaya taşınıyor! OSB-İMES İşçi Bülteni’nin Mayıs sayısı da ağırlıklı olarak 1 Mayıs gündemini işliyor. “2008 1 Mayısı’nda işçi sınıfının Taksim kararlılığı kazandı!” başlıklı değerlendirmenin yanısıra onlarca işçiye ait gözlem ve değerlendirmeleri bültende bulmak mümkün. Ayrıca dünya genelinde gerçekleştirilen 1 Mayıs eylemlerinin bir dökümü de bültende yer alıyor. 1 Mayıs gündeminin yanı sıra bültende “Birleşik Metal’de neler oluyor” başlıklı bir yazı ile Sinter Metal işçilerine seslenen bir yazıya da yer verilmiş.

1 Mayıs’tan Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı’na... Ankara İşçi Bülteni İşçiden İşçiye‘nin temel gündemlerini 1 Mayıs ve 22 Haziran’da gerçekleştirilecek olan Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı oluşturuyor. Ankara ve İstanbul 1 Mayısları’nın haberleri ve değerlendirmeleri bültenin ilk sayfalarında yer alıyor. Bülten’de ayrıca kurultay sürecine dair Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı Hazırlık Komitesi ile ve TÜMTİS işçileri ile röportajlar yer alıyor. 3 ayını geride bırakan TEGA grevine ve sermayenin gündemindeki ekonomik kriz konusuna da yer ayrılmış. Bültenin arka kapağında ise Kurultay öncesi süreç için planlanan etkinlik programı bulunuyor.

Emekçinin gündeminde 1 Mayıs var! Bu ay 14. sayısını çıkaran ve Küçükçekmece bölgesindeki işçi ve emekçilere seslenen Emekçinin Gündemi Mayıs sayısını 1 Mayıs’ta ortaya konan Taksim kararlılığına ayırmış. “Ayaklar baş” olsun, sömürücü zorbalar kahrolsun!”şiarıyla çıkan bültende Türkiye ve dünyadan 1 Mayıs haberleri ile çok sayıda gözlem yer alıyor. 1 Mayıs’ın yanı sıra iş cinayetlerine dair haberler ile iş güveliği konu yazılara da özel olarak yer verilmiş.

Sömürüsüz bir dünya için... Merhaba işçi arkadaşlarım... Ben Sincan OSB’de bir döküm fabrikasında işçi olarak çalışıyorum. Bildiğiniz gibi, döküm fabrikalarında sağlıksız koşullarda çalıştırılıyoruz. İşçinin hiçbir sağlık güvencesi yok. Benim çalıştığım yerde işçiyi koruması gereken araç ve gereçler verilmiyor. Oysa ki günümüzde teknoloji yönünden her şey yapılabiliyor. Fakat patronlar, “o gün benim işimi yapsın, işim bitsin, gerisi önemli değil” zihniyetiyle bizi çalıştırıyorlar. Sizlere kendi karşılaştığım olayları örnek vermek istiyorum. Fabrikada çalışma temposunun çok hızlı olmasından dolayı bayılmalar meydana geliyor. Bayılan arkadaşlarımıza ertesi gün işbaşı yaptırılıyor. Bir nevi çalışma zorunluluğu var. Zaten en büyük sorun bu. İşçi arkadaşlarımız işten çıkarılma korkusu yaşıyor. Patron işçi arkadaşlarımızın bu korkusunu bildiği için daha fazla kölelik dayatmaktadır. Bizlerin fabrikalarda ürettiği mallar milyarlarca lira ediyor. Fakat patron bu paranın ancak yüzde birini bize ücret olarak veriyor, geri kalan tüm zenginliğe ise el koyuyor. Bu zenginliğe böyle kolay elkoymasının bir sorumlusu da biz işçileriz. Çünkü bunun önüne geçecek herhangi birliktelikten yoksunuz. Birlikteliğin olmamasının nedeni ise güvensizlik. Patronlar tarafından işçiler arasında yaratılan rekabet, işçiler arasında güvensizliğe yolaçıyor. İşçiler arasında ücret farkı konuluyor. Patron, yalakalarına daha iyi ücret ve daha basit işler vererek rekabeti körüklüyor ve bizlerin bir araya gelmesini böylece engelliyor. Biz işçilerin yan yana gelememesinin temel sebeplerinden biri de patronların bu oyunlarıdır. Yapılması gereken patronların bu oyunlarına gelmemek ve kendi sınıf birliğimizi yaratarak örgütlülüğümüzü sağlamaktır. Çünkü biz birlikte olursak asla yenilmeyiz. Çünkü örgütlü güç asla yenilmez. Biz işçilerin örgütlü gücüyle yaratabileceğimiz sömürüsüz bir dünyada yaşayabilmek umuduyla sizleri örgütlü mücadeleye davet ediyorum. Sincan OSB’den bir metal işçisi (Ankara İşçi Bülteni İşçiden İşçiye’nin Mayıs 2008 tarihli sayısından alınmıştır...)


Mücadele Postası

Birleşik Metal’de neler oluyor?

Kadınlardan istihdam paketine karşı eylem! Sosyal Haklar İçin Kadın Platformu, istihdam paketinin meclisten geçirilmesi ile ilgili 17 Mayıs günü Taksim Metro önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. “Emeğimiz bizimdir!” pankartı ve “Görünmeyen emek sesini yükselt!”, “İstiyoruz... 100 işçiye 1 kreş!”, “Artık yeter! Çocuklara erkek-patron baksın!”, “Cinsiyetçi işbölümüne son!”, “Kadınlar sendika yönetimine!”, “Her işyerine kadın kotası istiyoruz!”, “İstihdam paketiyle kadın emeği daha da ucuz!”, “Eşdeğer işe eşit ücret!”, “Yalan! İstihdam paketi kadınları görmedi!” dövizlerinin açıldığı eyleme 60 kişi katıldı. Yapılan açıklamada, Türkiye’de 2008 Ocak ayı itibariyle kadınların işgücüne katılımının %22.3, resmi verilere göre işsiz sayısının ise 4 milyon 500 bin olduğu, 12 milyon 300 bin “ev kadını”nın işsiz olarak sayılmadığı ve işsizliğin sürekli arttığı ifade edildi. Yapılan açıklamadan sonra İstiklal Caddesi üzerinde bildiri dağıtımı gerçekleştirildi. Kızıl Bayrak / İstanbul

Frankfurt’ta Mayıs şehitleri paneli... 18 Mayıs günü Frankfurt’ta ‘71 devrimci hareketinin yiğit önderleri, İbrahim Kaypakkaya, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve yoldaşları, Kızıl Bayrak, İşçi-Köylü, Atılım ve Devrimci Demokrasi gazeteleri tarafından düzenlenen bir panelle anıldılar. Yaklaşık 90 kişinin katıldığı panel devrim şehitleri için yapılan saygı duruşuyla başladı. İki bölüm halinde yapılan panelin ilk bölümünde panelistler ‘71 devrimci hareketine ilişkin bakışlarını ortaya koydular. Verilen aranın ardından ikinci bölüm panelist olmayan yapı ve kurumlara verilen söz hakkıyla devam etti. Daha sonra bireysel konuşmalar ve sorularla canlı bir şekilde devam eden panel, panelistlerin sorulara verdiği cevaplar ve toparlayıcı konuşmalarıyla sona erdi. Ortak devrimci bir çabanın ürünü olan panel katılımcılar tarafından ilgiyle izlendi. Kızıl Bayrak / Frankfurt

Birçoğunuzun hatırlayacağı üzere Birleşik Metal İstanbul 1 No’lu Şube (Anadolu Yakası) genel kurulu geçtiğimiz Haziran ayında gerçekleşmişti. Gerçekleşen genel kurulda Ali Rıza İkisivri başkanlığındaki liste ortaya hiçbir mücadele programı koymadan bir dizi dalavere ile yönetime seçilmişti. Ben kısaca genel kuruldan sonra şubede yaşanan gelişmeleri ve en son olarak yönetimde meydana gelen değişikliği sizlerle paylaşmak istiyorum. Dediğim gibi seçilen listenin bir mücadele programı yoktu. Geride kalan yaklaşık 1 yıllık süre zarfında da halen bir program görebilmiş değiliz. Tabii ki sorun tek başına yazılı bir program ortaya koymak değil. Geride kalan 1 yıllık pratikte de mevcut yönetimin biz işçiler için bir şey yapmaya niyeti olmadığını gösteriyor. Bunu en somut olarak bölgemizde iki fabrikada yaşanan olaylar sırasında gördük. Önce Yasan’da çalışan arkadaşlarımız ücretlerini zamanında alamadıkları için iş durdurdular ve direnişe geçtiler. Direniş kararını sendika almış olmasına karşın direniş süresinde sendikadan hiç kimse direnişteki arkadaşlarımızın yanında değildi. Haklı bir şekilde fabrikanın giriş kapısını kapatıp malzeme çıkışını engelleyen arkadaşlarımız daha sonra polis tehditleri ile yolu açmak zorunda kaldılar. Tabii bu arada sendikadan hiçbir yetkili yanlarında yoktu. Gözlerinin önünde fabrikadan TIR’lar çıkarken hiçbir şey yapamayan arkadaşlarımız daha sonrasında sendika ile birlikte mücadeleyi “mahkeme”de devam ettirme kararı aldılar. Bu durum yıllardır sendikayı tasfiye etmek için her yolu deneyen Yasan patronunun istediğini alması anlamını geliyordu. Bundan kısa bir süre sonra ise Silgan’da 37 işçi arkadaşımız sözleşme sürecinin hemen ardından işten çıkartıldı. İşten çıkartılan arkadaşlarımız sendika yöneticilerinin fabrikaya gelmesini beklemeden tazminatlarını alarak işten ayrıldılar. Aslında yanlış yaptılar. Ama seçim döneminde sendikal izinlerle oy peşinde koşan şimdiki sendika yöneticileri de ancak işten çıkarmalardan saatler sonra işyerine geldiler. Hem de şu anda şube başkanı olan yöneticinin Silgan’ın arka sokağındaki fabrikada çalışıyor olmasına karşın. Bu durumu gözetince açıkçası işçi arkadaşların tutumunu çok da yadırgamıyorum. Yöneticisini yanı başında, önünde görmeyen işçilerin yanlış ama olağan tepkisi olduğunu düşünüyorum. Bu yaşananların ardından ve kendi içlerinde yaptıkları kavgaların ardından en son geçtiğimiz ay Ali Rıza İkisivri başkanlıktan istifa etti. Ne yalan söyleyeyim yıllardır sırtımızda bir kambur gibi taşıdığımız, her fırsatta bize ve mücadeleye ihanet eden bu zat-ı muhteremin istifa etmesine birçok arkadaşımız gibi ben de sevindim. Çünkü artık bizden biri gibi görünüp bizi satamayacaktı. Ama bir yandan bu duruma sevinirken bir yandan da bundan sonra ne olacak diye düşünüyorum. Şimdiki yöneticiler yaşanan tüm kötülüklerin Ali Rıza İkisivri’den kaynaklandığını, bundan sonra birçok şeyin düzeleceğini söylüyorlar. Peki gerçekten öyle mi? Tek bir kişi tüm sendikayı kişiliğiyle bu kadar etkileyebilir mi? Açıkçası sanmıyorum. Olsa olsa kişiliği değil ama sahip olduğu sendikal anlayışı şubeye hakim hale getirmesi bunu yapabilir. Durum böyle olunca bugün yönetime devam edeceklerin neler yapacaklarını da merak ediyorum. Acaba daha bir sene öncesinde Ali Rıza İkisivri’nin peşinde koşanlar bize herhangi bir yenilik getirebilirler mi? Açıkçası hiç sanmıyorum. Madem Ali Rıza İkisivri’nin bu kadar hain olduğunu biliyorlardı bir sene önce niye kol kola fabrikaları geziyorlardı diye sormadan edemiyorum. En azından kendi adıma bu kirli ittifaklara girenlerin ve yaptıklarına dair en ufak bir özeleştiri vermeyenlerin bundan sonra da bizlere ve metal işçilerinin mücadelesine bir şey katabileceklerine inanmıyorum. Ama yine de umutluyum. Umutluyum çünkü bizlerin mücadelesini ileriye taşıyacak olan kişiler değil bizlerin mücadele azmidir. Ve gün geçtikçe öfkemiz bileniyor, mücadele azmimiz artıyor. Bizlerin mücadelesi geliştikçe sadece Ali Rıza İkisivri’nin uzlaşmacı-ihanetçi anlayışı değil, koltuk uğruna bu anlayışla kolkola giren anlayışlarda bu sendikadan sökülüp atılacaktır. En sonunda kazanan mücadele ve mücadeleci sendikacılık olacaktır. Ümraniye’den Birleşik Metal İş üyesi bir işçi (OSB-İMES Bülteni’nin Mayıs 2008 tarihli sayısından alınmıştır...)

EKSEN Yayıncılık Büroları

Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!

Üsküdar (İstasyon) Cad. Pınar İşhanı No: 5 Kat: 4 Daire: 52 Kartal/İstanbul (0 216 353 35 82)

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710 Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

Necatibey Cd. Gözlükçü İşhanı No: 26/24 Kızılay/ANKARA Tel: 0 (312) 232 29 10

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

Adı : ........................................................................ Soyadı :........................................................................ Adresi : ........................................................................ ......................................................................... Tel : ........................................................................ 6 Aylık 1 Yıllık

Yurt içi 30.000 000 TL Yurt dışı 100 Euro Yurt içi 60.000 000 TL Yurt dışı 200 Euro

Gülcan Ceyran adına, * TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. * Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSA Tel: 0 (224) 220 84 92

CMYK

0097680-3 10021127094



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.