Megaron-2007-4

Page 1

YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

8 YILLIK TEMEL EĞİTİM OKULLARINDA MÜFREDATIN GEREKTİRDİĞİ MEKAN STANDARTLARININ İSTANBUL OKULLARI ÜZERİNDEN ANALİZİ Candan Çınar, Füsun Çizmeci, Zafer Akdemir Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü, Barbaros Bulvarı, İstanbul –Türkiye candancinar@hotmail.com, fusuncizmeci@yahoo.com, akdemir@yildiz.edu.tr

ÖZET Çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze kadar temel eğitimin geçirdiği değişimler ülkenin sosyo-ekonomik ve politik koşulları gözönünde bulundurularak ortaya konmuştur. Sonraki bölümde temel eğitim okullarının öncelikli mekansal gereksinimleri ortaya konmuş daha sonra ise temel eğitim sürecinde yaşanan değişimlerle bu mekanların değişime nasıl karşılık verdiği gösterilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın son bölümünde de temel eğitim sistemindeki gelişim sürecinde ilk iki bölümde anlatılanlar aracılığı ile İstanbul’da belirli okullar üzerinde yapılan alan araştırmasının analizleri ve sonuçları tartışılmıştır. Anahtar kelimeler: temel eğitim, mekansal gereksinim, eğitim yapıları, kamu ve özel okul. AN EXAMINATION OF ISTANBUL SCHOOLS OF THE SPATIAL REQUIREMENTS REQUIRED BY THE EDUCATIONAL MODEL APPLIED TO EIGHT-YEAR BASIC EDUCATION SCHOOL ABSTRACT The study is made up of three main sections. In the first section the changes that primary education went through from the establishment of the Republic in Turkey until today have been examined with attention to the socio-economic and political conditions that the country was experiencing. In a later section of the study the conditions that show the spatial requirements of the primary schools are first set out with their priorities; then later how the educational buildings that experienced transformation in the primary education process were considered. In the last section of the study, the developmental period in the primary education system in general that is taken up separately in the first section was reduced to the particular characteristics of Istanbul province. Keywords: primary education, spatial requirements, education buildings, public and private school.

188


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

1. GİRİŞ Türkiye’de çeşitli dönemlerde eğitim seferberliği yaşanmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren görülen bu eğitim seferberlikleri içinde hem eğitim müfredatının (curriculum) hem de okul binalarının yeniden yapılanmasını sağlayan 1997’den itibaren başlayan son eğitim seferberliği olmuştur. Temel eğitimin 5 yıldan 8 yıla çıkarılmasını kapsayan bu eğitim seferberliği müfredatta oluşturduğu temel değişikliklerden dolayı eğitim mekanlarında da köklü değişimleri mecbur hale getirmiştir. Konunun çok yönlü ele alınması mümkün, fakat bu çalışma kapsamında eğitimdeki bu önemli değişimin yol açtığı eğitim mekanlarının mekan standartları bağlamında yeniden tanımlanması ve bu yeni tanımlamalar doğrultusunda yeni eğitim yapılarının üretim süreci ve 1997 yılından önce yapılmış eğitim yapılarının da bu yeni standartlara ne şekilde uyum gösterdiği İstanbul ili kapsamında ele alınan 74 adet ilköğretim okulu çerçevesinde tartışılacaktır. Çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar ilköğretimin geçirdiği değişimler ülkenin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve politik koşullar dikkate alınarak incelenmiştir. Bu süreç içerisinde hem ilköğretimin kesintisiz ve zorunlu olarak sekiz yıla çıkarılması hem de kamu ve özel eğitim kurumları ayırımını oluşturan koşullar ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Çalışmanın sonraki bölümünde önce ilköğretim okullarının mekan standartlarını belirleyen koşullar eğitimdeki önceliklerle ortaya konmuş, daha sonra ise ilköğretim sürecinde yaşanan dönüşümlerin eğitim yapılarının mekan standartlarını nasıl etkilediği üzerinde durulmuştur. Özellikle “sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim”e geçilmesi ile birlikte eğitim mekanlarında olması gereken dönüşümler ifade edilmiştir. Çalışmanın son bölümünde ise ilk bölümde ayrıntılı olarak ele alınan genel olarak

ilköğretim sisteminin gelişim süreci İstanbul ili özeline indirgenerek; İstanbul genelinde 2004 yılına ait verilerle 1244 adet kamu ilköğretim okulu ve 244 adet özel ilköğretim okulundan, 59 adet kamu ve 15 adet özel ilköğretim okulu olmak üzere toplam 74 adet ilköğretim okulu seçilerek bir örneklem grubu oluşturulmuş ve bu örneklem grubuna yapılan anket çalışması sonucunda elde edilen veriler değerlendirilerek sonuçları tartışılmıştır. Veriler değerlendirilirken üç unsur üzerine odaklanılmıştır; • İlköğretim okullarında branş derslerinin nerede yapıldığı (ilköğretim okullarında branş dersliklerinin ve uygulama mekanlarının olup olmadığını, branş derslerinin sabit dersliklerde mi, branş dersliklerinde mi yoksa uygulama mekanlarında mı yapıldığını değerlendirmek için), • Branş dersliklerinin ve uygulama mekanlarının kamu ilköğretim okullarında ve özel ilköğretim okullarında farklılaşan yoğunlukları (kamu ilköğretim okullarında yeterli bütçe olmadığı ileri sürülerek var olamayan branş dersliklerinin, özel ilköğretim okullarında niçin var olmadığını tartışmak için), • İlköğretim okullarının yapım yılları ile branş derslikleri ve uygulama mekanları yoğunlukları (özellikle 1997 yılı sonrası yapılan okullarda da branş derslikleri ve uygulama mekanlarının üzerinde yeterince durulmadığını göstermek için).

189


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

C. Çınar, F. Çizmeci, Z. Akdemir

2. İLKÖĞRETİM POLİTİKALARININ GELİŞİMİ 2.1. Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim “Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim”, 16.08.1997 tarihinde yürürlüğe giren 4306 sayılı kanun kapsamında Türkiye’de uygulanmaya başlanan temel eğitim modelinin adıdır ve 6-14 yaş arasındaki öğrencilerin eğitim ve öğrenim sürecini kapsamaktadır. “Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim” kavramında yer alan “sekiz yıl”-“kesintisiz” ve “zorunlu” sözcüklerinin Cumhuriyet öncesi dönemden günümüze eğitim alanındaki gelişmeleri ve eğitim politikalarını izlemeye imkan veren bir hikayesi vardır. Bu hikaye, salt eğitim politikalarının gelişimi ile sınırlı değildir, aynı zamanda ulusal ve uluslararası ölçekte toplumsal, sosyal ve ekonomik gelişmeleri de kapsamaktadır. Zorunlu Eğitim “Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim” kavramında, her öğrencinin sekiz yıl eğitim almaya mecbur olduğu “zorunlu” sözcüğü ile ifade edilmiştir ve bu yeni bir olgu değildir, aksine 19.yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanır. II.Mahmut Dönemi’nde1 1824 yılında yayınlanan bir ferman ile zorunlu ilköğretim kavramı dile getirilmiş, kaç yıl olduğu kesin olarak belirtilmese de çocukların ergenlik çağına kadar eğitim almalarının zorunlu olduğu ve bu hükme uymayanların cezalandırılacağı bildirilmiştir [14],[5]. 1876 Anayasası ile birlikte ilköğretimin “zorunlu” hale getirilmesi yasallaşmıştır [5]. Eğitimdeki zorunluluk, 19.yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda her öğrencinin özellikle din konusunda temel bir eğitime sahip olabilmesi ve dininin gereklerini yerine getirebilmesi amacını taşımıştır. 19. yüzyıl sonlarına gelindiğinde eğitim sistemi hala

din merkezli olup aritmetik, geometri, tarım, müzik, resim gibi dersler de eğitim programına eklenmiştir. Ancak 20. yüzyıldan itibaren tüm dünyada ulusdevletlerin kurulmasına ve toplumsal ilişkilerin dönüşümüne paralel olarak eğitim anlayışı da ulusal dinamikler üzerine kurgulanmaya başlamış, vatandaşlık bilincine sahip bireyler yetiştirmek önem kazanmıştır. Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak tarım toplumundan sanayi toplumuna geçilmesi vatandaşlık bilincini kazanmış bireylerin aynı zamanda bilimsel ve teknik bilgi ile donanmış olmasını gerektirmiştir. Bu durum zorunlu eğitimin önemini arttırdığı gibi hem eğitim programlarında dönüşüm yaşanmasına hem de zorunlu eğitim süresinin artmasına neden olmuştur [7]. Sekiz Yıllık Zorunlu Eğitim Zorunlu eğitimin süresi, 1913 yılında “Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-u Muvakkatı” kapsamında kentlerde açılan ilkokullar ile altı yıla çıkarılmıştır [14]. Cumhuriyetin kurulmasından sonra 1924 yılında zorunlu eğitimin, o günkü ifadesi ile ilkokul eğitiminin süresi beş yıla indirilmiştir [4]. Zorunlu eğitim sürecinin sekiz yıla uzatılması ilk olarak 1946 yılının Aralık ayında toplanan Üçüncü Milli Eğitim Şurası2 ile gündeme gelmiş, kent okullarının sekiz yıla çıkarılması, beş yıllık ilkokul eğitimi ile üç yıllık ortaokul eğitiminin birleştirilmesi hedeflenmiş, ancak gerçekleştirilememiştir [14]. 1971 yılında zorunlu eğitim süresinin sekiz yıla çıkarılması tekrar gündeme gelmiş ve Milli Eğitim Bakanlığı bir komisyon kurarak sekiz yıllık zorunlu eğitim için çalışmalara başlamıştır. Bu çalışmalar dönem dönem kesintiye uğramakla birlikte 2

Milli Eğitim Şuraları adıyla anılan Türkiye’de 1939 yılından beri

düzenlenmektedir. Bu toplantılarda toplumsal, ekonomik ve siyasal gelişmeler doğrultusunda eğitim sisteminde yapılması gereken dönüşümler dile getirilmekte, eğitim alanında yaşanan sorunlara dikkat çekilerek, sorunların çözümünde yardımcı olmak

1

amacı ile uzmanlarca tartışılmak üzere öneriler sunulmaktadır II. Mahmut 1808-1839 yılları arasında padişahlık yapmış olup,

[15].

Osmanlı İmparatorluğu’nun 30.padişahıdır.

190


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

uzun yıllar devam etmiştir. 1973 yılında çıkarılan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ile ilkokul ve ortaokulu kapsayan eğitim sürecine “temel eğitim” adı verilmiş ve sekiz yıllık eğitime geçiş sürecinin yasal zemini hazırlanmıştır. 1983 yılında çıkarılan 2842 sayılı yasa ile “temel eğitim” kavramının yerini “ilköğretim” kavramı almış, sekiz yıllık eğitime geçilinceye kadar beş yıllık ilkokul eğitiminin zorunlu olduğu hükmü getirilmiştir [14]. Seksenli yıllarda bilim ve teknoloji alanında yaşanan gelişmeler, kalkınmakta olan ülkenin nitelikli işgücü gereksinimi sekiz yıllık zorunlu eğitime bir an önce geçilmesini gerektirmiştir [14]. Bu bağlamda zorunlu eğitimin sekiz yıla çıkarılması hedefi 1980’li yıllardan itibaren bir çok hükümetin programında yer almıştır. Ancak sekiz yıllık eğitime geçiş 1997 yılında Milli Güvenlik Kurulu’nun3 da devreye girmesi ile gerçekleşebilmiştir. 1996 yılında, Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi ile oluşan koalisyon hükümeti döneminde (54.Hükümet) dinin siyaset üzerindeki etkisinin artması, başka bir deyişle anayasa ile güvence altına alınmış laiklik ilkesinin toplumsal yaşamın her alanında zedelenmeye başladığının düşünülmesi ile, 28 şubat 1997 günü toplanan ve 54.Hükümetinde katıldığı Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında “28 Şubat Kararları” nın alınmasına neden olmuştur [2]. Bu toplantıda alınan kararlar “Anayasa ile Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olarak belirlenen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı çağdışı bir kisve altında zemin oluşturmaya yönelik rejim karşıtı gerici 3 “

Milli Güvenlik Kurulu (MGK) anayasanın 118.maddesi gereği kurulmuştur. Milli Güvenlik Kurulu, Cumhurbaşkanının başkanlığında, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma, İçişleri, Dışişleri Bakanları, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ve Jandarma Genel Komutanından oluşur. Kurul toplantılarına üyeler dışında, gündemin özelliğine göre ilgili bakan ve kişiler de çağırılarak bilgi ve görüş alınabilir”. Bu kurumun görevi “devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili konularda tavsiye kararları almak ve bunları Bakanlar Kurulu’na bildirmek” olarak tanımlanabilir (www.mgk.gov.tr).

girişimlere karşı alınması gereken önlemler” başlığı altında yayınlanmıştır. 28 Şubat Kararları’nın eğitim sistemi ile ilgili bölümü dört madde halindedir. Bu maddelerde; 1. Laiklik ilkesinin titizlikle uygulanacağı, 2. Tarikat okullarının bakanlığa devredileceği, 3. Sekiz yıllık zorunlu eğitimin uygulanacağı, 4. Giysi yasasının ödünsüz uygulanacağı,[2] belirtilmiştir (Altıntaş,2003). Böylece zorunlu eğitimin sekiz yıla çıkacağı doğrudan ve çok net bir biçimde ifade edilmiştir. 28 Şubat Kararları’nın alınmasına neden olan siyasi ortam, 54.Hükümet’in düşürülerek yerine üç siyasi parti koalisyonundan (ANAP-DSP ve DTP) oluşan 55.Hükümet’in kurulması ile sonuçlanmıştır. 55. Hükümet’in 7 Temmuz 1997 yılında okunan hükümet programı, eğitim alanında 28 Şubat Kararları’na ödün verilmeden uyulacağının göstergesi olmuştur. 55.Hükümet’in programında “sekiz yıllık zorunlu ilköğretim kesintisiz olarak uygulanacaktır” ifadesi yer almıştır [2]. Hükümet programının açıklanmasından sonra yaklaşık bir ay kadar kısa bir zaman içerisinde 16.Ağustos 1997 tarihinde 4306 sayılı kanun ile uzun zamandır hedeflenen ancak hükümetlerin kendi iradeleri ile bir türlü uygulamaya koyamadıkları sekiz yıllık eğitim programı hayata geçirilerek, ilköğretim kurumlarının yapısı ve işleyişi değiştirilmiştir. 4306 sayılı kanun ile İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nun 12.10.1983 tarihli ve 2917/1 sayılı maddesi şu şekilde değiştirilmiştir: “Mecburi ilköğretim çağı, 6-14 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği eylül ayı sonunda başlar, 14 yaşını bitirip 15 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biter”. Aynı

191


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

C. Çınar, F. Çizmeci, Z. Akdemir

kanunun 9. maddesinin 1.fıkrası ise şu şekilde değiştirilmiştir: “İlköğretim kurumları sekiz yıllık okullardan oluşur. Bu okullarda kesintisiz eğitim yapılır ve bitirenlere ilköğretim diploması verilir”. Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim 4306 sayılı kanun 1997 - 1998 öğretim yılından itibaren uygulanmaya başlamıştır. Böylece 28 Şubat kararları, 5 yıllık ilkokul ve 3 yıllık ortaokul eğitimi birleştirilerek sekiz yıllık kesintisiz bir ilköğretim sürecinin Sekiz yıllık yasallaşmasını sağlamıştır. eğitimin yasallaşmasında “kesintisiz” ifadesinin kullanılması bazı kesimlerce ortaokul ve lise düzeyinde din ağırlıklı eğitim veren İmam Hatip Okulları’nı etkisiz hale getirmek olarak nitelendirilmiştir. Çünkü bu yıllarda İmam Hatip Okulları’nın sayısı hızla artmakla birlikte bu okulların din adamı yetiştiren okullar olmaktan çıktıkları ifade edilmektedir. Diğer taraftan tüm dünyada temel eğitimin süresinin arttırılması doğrultusunda yapılan tartışmalar ışığında Türkiye’de de toplumsal gelişmelerin gereksinim duyduğu temel eğitimin sekiz yılda verilebileceği savunulmuştur. Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu ilköğretim yasasının uygulanmasıyla Türkiye genelinde öğretmen başına düşen ortalama öğrenci sayısı arttığı gibi öğretmen, okul ve derslik sayıları yetersiz kalmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı 1998 yılında öğretmen açığını gidermek üzere 25.000’in üzerinde yeni öğretmen atamış, emekli öğretmenleri tekrar göreve çağırmıştır. Sekiz yıllık eğitime maddi kaynak yaratabilmek amacı ile Maliye Bakanlığı tarafından “eğitime katkı payı” adı altında cep telefonu, yakıt, otomobil, emlak, vb. tüketim maddelerinin alım satım işlemlerinden farklı oranlarda kesinti yapmış ve bu para yeni okul ve dersliklerin yapılmasında kullanmıştır. Ancak ülke bütçesinden eğitime ayrılan payın sürekli arttırılmasına rağmen genç nüfusun hızla çoğaldığı Türkiye’de eğitim toplumun talebini karşılayamamaktadır. Bu

durum kamunun dışında özel sektör sermaye sahiplerinin de eğitime yatırım teşvik edilmesine neden yapmasını olmuştur. İlköğretimde özel sektörün eğitime katkı sağlaması ekonomik kaynakların sınırlı olan devletin yükünü hafifletmesi açısından önemli hale gelmiştir [5], [8]. 2.2. Kamu Okulları ve Özel Okullar 1961 anayasası ile halkın eğitim ve öğretimi devlet tarafından üstlenilmiştir. Aynı yasa ile ilköğretimin kız ve erkek herkes için zorunlu olduğu ve kamu okullarında parasız olduğu da belirtilmiştir. Bu ifade ile kamu okullarının dışında paralı eğitim veren özel okulların varlığına da dikkat çekilmiştir. Ancak özel okullar 1961 anayasası ile ya da Cumhuriyet’in kurulması ile ortaya çıkmış kurumlar değildir, bu okulların tarihi Osmanlı İmparatorluğu’na dayanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde Tanzimat’tan sonra 1880’li yıllarda özel okulların sayısı artmıştır. Bu okullar gelir düzeyi yüksek ailelerin çocuklarına eğitim vermişlerdir. Özel okulların bir kısmı yabancı devletler, kiliseler ve azınlıklar tarafından yönetilmiş, Batı ülkelerinin eğitim anlayışını benimsemişlerdir. Diğer özel okullar ise özel vakıflar, medreseler veya kişilerce İslam dininin gerektirdiği bir anlayışla eğitim faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu’nda eğitim ve öğretim faaliyetleri birlik içinde olamamış, başka bir deyişle devletin denetiminde ve gözetiminde gerçekleşmemiştir. Öğrenim birliği ancak Cumhuriyet’in kurulmasından sonra 3 Mart 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun4 yürürlüğe girmesi ile sağlanabilmiş [4],[8], bu tarihten sonra özel okullar ve kamu okulları devlete bağlı olarak faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Özel okulların dönemlerinde 4

192

Öğrenim Birliği Kanunu.

Cumhuriyet’in ilk kamu okullarıyla


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

kıyaslandığında nitelikli bir eğitim sunamadıkları iddia edilmiş, ülkedeki eğitim kalitesini düşüren kurumlar olarak değerlendirilmişlerdir. 1962-1963 yılında İsmet İnönü’nün başkanlığını yaptığı 27.Hükümet tarafından; “ özel öğretim kurumlarının, resmi öğretim kurumlarının seviyesine uygun bir şekilde gelişmesi ve yayılması için teşvik edici ve destekleyici tedbirler alınacağı” belirtilmiştir. Özel okulların sunduğu eğitimin niteliği hep tartışılmışsa da, özel okullar devletin tek başına üstesinden gelemediği eğitim faaliyetlerinde devlete destek olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana devlet toplumun eğitim talebini karşılamak amacı ile çeşitli vergiler toplamış, il özel idare kurumlarından, muhtarlardan ve toplumdan maddi destek almıştır. Her dönem yaşanan bu kaynak sorunu özel öğretimin siyasi otoriteler tarafından da desteklenmesine özel öğretim kurumlarının yaygınlaşmasına neden olmuştur [15]. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda5 eğitim alanında uygulanacak politikalar saptanırken; toplumun tümünün eğitim ve öğretim faaliyetlerinden yararlanabilmesi için “her eğitim kademesinde özel öğretim kurumlarının arttırılmasına yönelik yeni düzenlemelere ihtiyaç duyulduğu” belirtilmiştir. Özel öğretim kurumu bir başka deyişle özel okul ile kastedilen kamu okulları tarafından sürdürülen eğitim ve öğretim faaliyetlerinin özel sermaye sahipleri tarafından belirli bir bedel karşılığında arz edilmesidir. Bir anlamda da 1980 sonrası neoliberal politikalar bağlamında düşünüldüğünde pek çok ekonomik faaliyet alanında olduğu gibi eğitim de serbest piyasa ekonomisinin gereklerini yerine getirerek özel sektör sermayesinin eğitimdeki yatırımını güçlendirecek bir sektör haline gelmiştir [15].

5

Kalkınma Planları, 1960 yıllardan itibaren devletin ekonomi politikalarının özünü oluşturmuştur. Yedinci Kalkınma Planı 1996 yılından 2000 yılına kadar olan dönem için hazırlanmıştır.

Sanayi toplumlarından enformasyon toplumlarına geçiş sürecinde üretim faaliyetlerinde köklü değişikliklerin yaşanması olmuştur. Sanayi toplumunda üretimin en önemli girdilerinden birini bedensel emek –vasıfsız işgücüoluştururken, enformasyon toplumunda üretim faaliyetlerini zihinsel emek –vasıflı işgücü- belirlemeye başlamıştır. Sanayi toplumunda işgücünün herhangi bir niteliğe sahip olması gerekmemiş, sadece sanayi toplumu ile ortaya çıkan diğer bir olgu olan makineleşme ile birlikte işgücünün makineleri kullanma kapasitesine sahip olması beklenmiştir. Oysa enformasyon toplumunda makine teknolojisinin yerini enformasyon teknolojileri almıştır, dolayısıyla da bilgi, üretimin en önemli hammaddesi haline gelmiştir. Teknolojik gelişmelerin hızla ilerlediği, yaygınlaştığı ve her alanda yaşanan gelişmeleri koşulladığı bir ortamda teknolojiyi kullanabilen, üretebilen ve enformasyon teknolojileri yardımı ile gerekli bilgiye ulaşıp, değerlendirebilen ve gerektiğinde bilgiyi üretebilen nitelikli-vasıflı- işgücüne sahip olabilmek üretim faaliyetleri açısından çok önemli bir hale gelmiştir. Kamu kaynaklarının eğitimin maliyetini karşılamakta yetersiz kalması, eğitiminin bireye nitelik kazandırması ilerisi için gelir sağlaması anlamına geldiğinden birey eğitim sürecinin maliyetini karşılama konusunda istekli hale gelmiştir. bu bağlamda eğitim talebinin en azından bir bölümünü karşılama görevi özel sektör tarafından üstlenilmiştir. Piyasa ilişkilerinin toplumsal düzenin şekillenmesinde en önemli etken olduğu bu yeni düzende ulusdevletlerin rolünün azalması eğitim sürecine de yansımış, eğitim faaliyetleri üzerinde sermaye sahiplerinin yani özel sektörün rolü artmıştır [7]. Böylece eğitim de özel sektör için kar elde edilen bir yatırım aracı haline gelmiştir. Bu yatırım hem ticari kar elde etmek kadar topluma da hizmet etme imkanı sunduğundan prestijli bir faaliyet alanı haline gelmiştir. Bu nedenle özel

193


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

C. Çınar, F. Çizmeci, Z. Akdemir

sektörün eğitim alanına yatırım yapması devlet tarafından da desteklenmiştir. Devlet özel okullara düşük faizli, geç ödemeli krediler vererek, vergi indirimi, yatırım indirimi ve benzeri kolaylıklar sağlayarak özel sektörü teşvik etmiş, eğitim alanına yönlenmesini cazip hale getirmiştir. Böylece Türkiye’de 20.yüzyılın sonlarından itibaren eğitim alanında üzerinde en çok tartışılan konular; temel eğitimin daha nitelikli bir hale getirilmesi, temel eğitimin süresinin uzatılması (sekiz yıla çıkarılması) ve eğitimde kaynak sorununa çözüm bulunması ve bu doğrultuda özel okulların teşvik edilmesi olmuştur. 3. TEMEL EĞİTİM YAPILARINDA MEKAN STANDARTLARI Bugün dünya genelinde temel eğitimin süresi ve müfredatı geniş bir tabana yayılarak tartışılmaktadır. Temel eğitimin gerekli ve zorunlu olmasının ötesine geçerek eğitimin ve öğretimin hangi metotlarla, hangi ortamlarda ve ne şekilde olması gerektiğine ilişkin çeşitli görüşler ve modeller ortaya konmaktadır. Öğrenmenin beyni faaliyete geçirmekle olacağını ve bunun türlü yolları olduğunu bilinmektedir. Bu aynı zamanda eğitim ve öğretim faaliyetinde bulunduğumuz dönemde, bulunduğumuz ortamı da belirleyen ve oluşturan koşullardır. Eğitim ve öğretim faaliyeti temel olarak üç ortamı gerekli hale getirir; toplumsal ortam (community environment) – öğrenme ortamı (learning environment) – fiziksel ortam (physical environment) [3]. Toplumsal ortam (community environment) aileyi, akrabaları, arkadaşları, yaşanan mahalleyi kapsamakta ve şehrin bireyle doğal ilişkisini ifade etmektedir. Ayrıca toplumsal ortam bireyin temel eğitiminde, eğitim kurumu ile kurduğu işbirliği açısından eğitim sürecinde önemli bir role sahip olmaktadır. İlköğretim yapılarının planlanması ve programlanmasında gözönünde bulundurulan temel özelliklerden birisi

eğitimin sürekli ve kesintisiz olmasının ancak toplumun eğitimin içine katılması ile mümkün olacağıdır. Bu temel varsayım çok daha detaylı olarak başka bir çalışmada ele alınacaktır. İkinci temel ortam, öğrenme ortamı direkt olarak öğrenmenin sadece “okul” da olamayacağını herhangi bir yer ve herhangi bir zamanda da öğrenmenin mümkün olduğunun üzerinde durur. Genel olarak öğrenme ortamını eğitimin gerektirdiği aktiviteleri, zamanını ve kurulması gereken ilişkileri ve bunlar için gerekli metotları tanımlar. Üçüncü temel ortam ise tüm bu faaliyet ve ilişkilerin kurulduğu fiziksel ortam olarak adlandırılan yapma çevredir, yani okul binaları ve tesisleridir. Bu yazı kapsamında bizim üzerinde duracağımız ortamlar, eğitim faaliyeti olarak ele alınan ve belirli öğrenme metotlarının gerektirdiği ilişki ve araçların kullanımını ifade eden öğrenme ortamı ile bu faaliyetlerin gerektirdiği fiziksel çevreortamlardır. Günümüz eğitimcileri öğrenmenin yöntemleri üzerinde çeşitli metodlar geliştirirken bunun temel araçlarından birisinin de teknolojik donanım olduğunu belirtirler. Eğitim kurumlarında teknolojik donanımın her yerde ve ulaşılabilir her noktada olması gerektiğini savunan görüşler gittikçe çoğalmaktadır, bununla beraber bu koşulların yaratılamadığı yerlerde de bu teknolojik donanımlara sahip belirli mekanların olması gerektiği ve bu mekanların da herkesin kullanımına her zaman açık olması gerektiğini de ileri süren görüşler vardır. Her iki görüşün ortak tarafı ilköğretim okullarında teknolojik donanımlı mekanların olması gerektiğidir. Teknolojik eğitimin donanım uzmanlaşmış vazgeçilmez aracıdır. Uzman eğitmenin yanı sıra uzmanlığın gerektirdiği teknolojik donanım olmaksızın uygulanan uzmanlaşmış eğitim modelinin de bir anlamı yoktur. Çünkü, öğrenme sürecinin verimli olması öğretmenin varlığının yanında

194


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

öğrencinin görerek, küçük çalışma grupları ile aktif olarak çalışıp, tartışarak ve kimi zaman da bireysel olarak kendi çalışma ortamını yaratması ile mümkündür. Bu tür çalışmaların olacağı yer ise ilgili uzmanlık alanının kendi donanımlarının yeralacağı “branş derslikleri” ve “uygulama mekanları” dir. Enformasyon çağının en önemli aracı haline gelen bilgisayarların kolay ulaşılır ve kullanılır olamadığı yerlerde en azından bilgisayar labarotuvarlarının olması şarttır. Bu şartın ötesinde bilgisayar labarotuvarlarının nasıl mekanlar olması gerektiği hakkında bugün çok geniş bir tartışma alanı vardır; bilgisayarların eski tarz daktilo yazım odaları gibi sıralanması değil, küçük gruplar halinde öğrencilerin hem birbirleri ile hem de merkez konumunda yer alacak anabilgisayardaki öğretmen ile birebir ilişki kurarak çalışabilecek ortamların yaratılması gerektiği savunulmakta, her öğrenciye bir bilgisayar düşmesinin ideal olduğu ama bunun olmadığı ortamlarda ise iki kişiye bir bilgisayar düşmesi gerektiği belirtilmektedir. Bunun gibi biyoloji labarotuvarlarının da uzmanlaşmış eğitimin uygulandığı okullarda öğrenciye birebir canlı yaşamın gösterilebildiği yerler olarak düşünülmesi gerektiği ortaya konmakta, bu tip mekanlarda çeşitli türlerde hayvan ve bitkilerin yaşam koşulları sağlandığı ölçüde bu mekanlarda yaşaması sağlanarak, gözlemlerin canlılar üzerinden izlenmesinin öğrencinin öğrenme sürecine çok olumlu katkıları olacağı belirtilmektedir. “Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim” ile ortaya konan “branş derslikleri” ve “uygulama mekanları” yukarıda belirtilen uzmanlaşmış eğitimi ve onun gereği olan teknolojik donanımları içinde barındıran mekanlar olarak düşünülerek eğitim programına dahil edilmişlerdir. 3.1. “Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim”in Getirdiği Mekan Standartları

Sekiz yıllık zorunlu eğitime dönük olarak Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğü’nün belirlemiş olduğu temel varsayımlara göre; 1- İlköğretim kesintisiz sekiz yıldır. İlköğretim bünyesinde okul öncesi sınıfı bulunur. 2- 1 ve 5. yıllar arası her sınıfın öğretmeni vardır. Ancak 4.yıldan itibaren özel mekan gerektiren dersler mümkün olduğunca özel dersliklerde ve branş öğretmenleri tarafından verilir. 3- 6.-8. yıllar arası tüm dersler branş öğretmenlerine tahsis edilmiş özel mekanlarda verilir. 4- Derslikler, eğitim kalitesini sağlamak ve koruyabilmek amacıyla en fazla 30 kişidir. Dersliklerde her öğrenci için ayrı çalışma masası ve sandalyesi bulunur. 5- İlköğretim okulu aynı zamanda çevreye açık bir sosyal, kültürel, sportif etkinlikler ve hizmet içi eğitim merkezidir. Okul binaları, öğretim saatleri dışında da tüm yıl boyunca kullanıma açıktır. 6- İlköğretim okulu içinde tüm kullanıcılara açık mekanların yanısıra, dört farklı yaş grubu için özel mekanlar bulunur. 7- Okul mekanları, programları ve süreleri öğrencilerin akademik, sosyal ve kişisel gelişimini sağlayacak şekilde planlanır. Temel eğitimin sekiz yıla çıkarılması ile müfredatta büyük bir değişiklik yaşanmıştır. Yeni müfredat derslerin uzmanları tarafından ve ilgili mekanlarda verilmesi bağlamında daha önceki öğretim müfredatlarından büyük farklılık göstermektedir. Bu doğrultuda ilköğretim yapılarında derslerin; ilk sınıflarda “sabit derslik” olarak adlandırılan ve kısaca bütün günün aynı mekanda geçtiğini ifade eden dersliklerde, ileriki sınıflarda ise sabit dersliklerin yerini alan “branş derslikleri” ve

195


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

C. Çınar, F. Çizmeci, Z. Akdemir

“uygulama mekanları”nda ve uzmanlık eğitiminin gereği olan teknolojilerle donatılan, tüm öğrencilerin kullanımına açık mekanlarda yapılmasını gerekli kılmıştır. Bu anlamda “sekiz yıllık zorunlu eğitim” modeli ile yeni mekan standartları da oluşturulmaya çalışılmıştır. 4. İSTANBUL İLİ DAHİLİNDEKİ İLKÖĞRETİM YAPILARININ MEKANSAL ANALİZİNE İLİŞKİN BİR ÇALIŞMA Yukarıda sıralanan temel varsayımların kanunun yürürlüğe girdiği 1997 yılından bu yana hangi koşullarda biçimlendiğini belirlemek amacıyla İstanbul ili sınırlarında yapılan araştırma kapsamında; 98 kamu, 33 özel ilköğretim okulu örneklem sıralaması ve tesadüfilik sayıları yöntemi ile belirlenerek İstanbul İl Milli Eğitim Kataloğu’ndan seçilmiştir. İstanbul ili sınırları dahilinde yapılan bu araştırmada okul seçimi ilçeler ölçeğinde yapılıp, ilçeler belirlenirken öncelikle aşağıda belirtilen kriterler gözönünde bulundurulmuştur: 1- Nüfus/okul sayısı oranı 10.000’in üzerindeki ilçeler; (Avcılar, Bağcılar, Bahçelievler, Bayrampaşa, Esenler, Güngören, G. Osmanpaşa, Zeytinburnu, Sultanbeyli), 2- Özel okul sayısı 15 ve üzerindeki ilçeler; (Bakırköy, Bahçelievler, Beşiktaş, Beyoğlu, Şişli, Üsküdar, Kadıköy) 3- Özel okul sayısının 0 olduğu ilçeler; (Bayrampaşa, Çatalca, Şile) gibi hem kamu okullarının çok kalabalık olduğu hem de özel sektöre ait okulların ya çok sayıda ya da hiç olmadığı ilçeler. Bu yönteme göre; Katalog’da ilçeler bazında alfabetik sırayla yeralan okullar örneklem sıralamasıyla tesadüfilik sayı aralıkları belirlenerek seçilmiştir. Örneğin: Nüfusun en yoğun olduğuBağcılar ilçesinde 43 kamu, 9 özel ilköğretim okulu bulunmaktadır. Tesadüfilik sayıları listesine

göre düzenli aralıklarla her 7 okuldan biri seçilerek (1,8,15,22,29,36,43 nolu kamu okulları) araştırmada alan çalışmasına dahil edilmiştir. Özel okullarda ise her 5 okuldan biri seçilerek, 9 ilköğretim okulundan 1. ve 6. sıradaki okullar alan çalışması kapsamında değerlendirilmiştir. Buna göre 131 ilköğretim okulu Milli Eğitim Bakanlığı’nın Kataloğu’ndan seçilerek örneklem grubu oluşturuldu ve anketler fax. ve posta yoluyla okul yönetimlerine iletildi. 131 anketten yalnızca 74 tanesi cevaplanarak geri gönderildi. Belirlenen bu okullarda; mekan standartlarını ortaya çıkarabilecek sorular farklı başlıklar altında toplanarak kapsamlı bir anket formu oluşturulmuştur. Bu formun hazırlanmasına veri teşkil eden başta kamu ve özel okul yönetmelikleri olmak üzere farklı kaynaklardan yararlanılmıştır. İstanbul genelinde yapılan alan çalışmasının verileri istatistiksel değerlendirme programında (SPSS) uygulanan çeşitli metotlar ile değerlendirilmiştir. “Sekiz yılık kesintisiz zorunlu eğitim” yasası, ilköğretim yapılarının mekan standartlarının yeniden düzenlenmesine neden olduğu önceki bölümlerde belirtilmişti. Elde edilen istatistiksel veriler “sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim”e geçilmesinde mekan standartlarının nasıl dönüştüğünü yorumlama imkanı vermektedir. Ancak mekan standartları yorumlarına geçmeden önce değerlendirme sonuçları doğrultusunda “sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim” ile artan okul gereksinimi arasında ilişki nasıl bir ilişki olduğuna bakabiliriz. İstanbul ili kapsamında alan çalışmasını oluşturan 74 ilköğretim okulunun bina yapım yıllarına bakıldığında şu sonuçları görmek mümkündür: Okullardan bazıları 1700’lü yıllarda yapıldığı için yapım yılları bu tarihten itibaren karşılaştırılmıştır. Dolayısıyla 1750 ile 1900 tarihleri arasındaki 150 yıl içerisinde dört okul,

196


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

1900’lerden 1990’lara kadar olan 90 yıllık süre içinde ise 29 okul inşa edilmiştir. Bu çalışma kapsamında yer alan 74 okuldan 45 tanesi, yaklaşık %60’ı ise1990’lı yıllardan günümüze kadar geçen 14 sene içerisinde inşa edilmiştir. Bu veriler ışığında nüfusun hızlı bir şekilde artmasıyla beraber 90’lı yıllardan itibaren ilköğretim yapılarının sayısının da büyük oranda arttığını görmekteyiz. Burada ifade edilmeyen ancak anket sorularına verilen cevaplara bakıldığında görünen ayrıntı ise 1900’lerden önce yapılmış ilköğretim okullarının ek yani yeni binaları ile güncel eğitimin gerektirdiği mekan gereksinimlerini karşıladıklarıdır.

1990’lardan itibaren hem kamu hem de özel ilköğretim okullarının sayısı artmıştır. Özel ilköğretim okulları ile kamu ilköğretim okullarının yapım yıllarını gösteren tabloya (Tablo-1) bakıldığında özel ilköğretim okullarının 1930 – 1978 yılları arasında sayısal olarak çok az bir artış gösterdiğini 1998 – 2000 yılları arasında bu tür okulların sayısında bir artış gözlense de 2000’li yıllarda artışın yeniden yavaşladığı tablo1’den okunabilmektedir. Kamu İlköğretim okullarında ise 1990 – 2000 yılları arasındaki son 10 yıllık dönemdeki sayısal artış oldukça çarpıcıdır.

Tablo 1. Yapım yıllarına göre okul türlerinin (kamu okulu-özel okul) değerlendirilmesi Yapım Yılı 1750-1800 1801-1850 1851-1900 1901-1950 1951-1960 1961-1970 1971-1980 1981-1990 1991-2000 2001Toplam

Kamu İlköğretim Okulu 1 1 1 3 6 8 6 28 4 58

Özel İlköğretim Okulu 1 1 1 2 1 2 5 13

Araştırma kapsamında yer alan 74 ilköğretim okulunda, kamu okulu ya da özel okul ayrımı yapmadan ilköğretim okullarının yapım yıllarının İstanbul kentinin semtlerine göre dağılımı incelendiğinde 1990’lı yıllardan itibaren inşa edilen okulların büyük bir kısmının Bağcılar, Esenler, Zeytinburnu, Üsküdar, Kadıköy gibi son yıllarda çeperleri sürekli yeni yerleşim bölgeleri ile genişleyen semtlerde yer aldığı görülmektedir (Tablo 2).

197

Toplam 2 1 2 3 3 6 9 8 33 4 71


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

Tablo 2. İstanbul kentindeki 74 ilköğretim okulunun yapım yılları ve semtlere göre dağılımı

Avcılar Bağcılar Bahçelievler Bakırköy Bayrampaşa Beşiktaş Beyoğlu Çatalca Esenler G. O.Paşa Güngören Kadıköy Sultanbeyli Şile Şişli Üsküdar Zeytinburnu Toplam

17501800 0 0 0 0 0 1 0 0 0 0 0 0 0 0 0 1 0 2

18011850 0 0 0 1 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 1

18511900 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 1 0 1

19011950 0 0 0 0 0 1 0 0 0 0 0 0 0 0 1 1 0 3

19511960 0 0 0 0 0 0 1 1 0 0 0 0 0 0 1 0 0 3

Kamu ve özel ilköğretim okullarının yapım yıllarına göre dağılımına bakılmasının temel sebebi “Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim”in temel unsuru olan “branş”, “uygulama mekanları” ve “sabit” dersliklere yönelik planlanmış müfredatı uygulayıp uygulayamadıklarını mekansal yeterlilik ve yetersizlik üzerinden ölçmek içindir. Bu amaçla; ilköğretim yapılarının, yapım yıllarına göre branş derslerinin branş dersliklerinde yapılıp yapılmadığını anlatan Tablo – 3 anlamlı sonuçların alındığını gösteren bir tablodur. Bu tabloda değerlendirilen 71 okuldan sadece %19’unda branş dersleri branş dersliklerinde yapılmaktadır. “sekiz yıllık zorunlu eğitim”in yürürlüğe girdiği 1997 yılında ve sonrasında yapılmış olan ilköğretm okullarında da branş derslerinin branş derslilerinde yapılma oranlarında dikkate değer bir artış görülmemektedir. Bir başka deyişle temel eğitim müfredatında yapılan köklü değişimin gerektirdiği mekan standartları yönetmeliklerde tanımlı olsa da henüz uygulanmamaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğü’nün belirlemiş olduğu “branş derslikleri”nin; yabancı dil dersliği, türkçe

19611970 0 0 0 0 0 1 0 0 0 1 1 1 0 0 0 2 0 6

19711980 0 0 1 0 0 2 0 0 1 2 2 0 0 0 0 0 1 9

19811990 1 0 2 0 0 0 0 1 0 0 0 3 0 0 0 1 0 8

19912000 1 6 2 0 1 1 1 1 3 4 1 3 1 1 0 4 3 33

2001-

Toplam

1 0 0 0 1 0 0 0 0 0 0 1 0 0 1 0 0 4

3 6 5 1 2 6 2 3 4 7 4 8 1 1 3 10 4 71

dersliği, matematik dersliği, sosyal bilimler dersliği, eğitsel kol dersliği’nin kamu ve özel ilköğretim okulları ayırımı ile yapılan alan çalışmasındaki okullara göre dağılımını gösteren tablo (Tablo-4) aşağıda belirtilmiştir. Tablo-4’deki sonuçlara göre “yabancı dil branş dersliği”nin 58 kamu ilköğretim okulunun 57’sinde hiç olmadığı ve sadece 1 tanesinde olduğu, 15 özel ilköğretim okulunun ise 6 tanesinde 1’er adet, 1 tanesinde ise 15 adet “yabancı dil branş dersliği” olduğunu görmekteyiz. Aynı şekilde “türkçe branş dersliği”nin 59 kamu ilköğretim okulunda hiç olmayıp 15 özel ilköğretim okulunun ise sadece 1 tanesinde olduğunu, “matematik branş dersliği”nin 59 kamu ilköğretim okulunun sadece 1 tanesinde olup, 15 özel ilköğretim okulunun da sadece 2 tanesinde olduğunu, “sosyal bilimler branş dersliği”nin 59 kamu ilköğretim okulunun 3 tanesinde, 15 özel ilköğretim okulunun da 3 tanesinde, “eğitsel kol branş dersliği”nin 59 kamu ilköğretim okulunun 1 tanesinde 1 adet, diğer 1 tanesinde ise 9 adet olduğu, 15 özel ilköğretim okulun da ise 2 tanesinde 1, 1 tanesinde 3 ve 1 tanesinde ise 15 adet olduğu görülmektedir.

198


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

Tablo 3. Yapım yıllarına göre toplam okul sayısının branş dersliklerine oranı. Yapım Yılı

Toplam Okul Sayısı

Branş Dersliği Olan Okul Sayısı

1750-1800 1801-1850 1851-1900 1901-1950 1951-1960 1961-1970 1971-1980 1981-1990 1991-2000 2001Toplam

2 1 2 3 3 6 9 8 33 4 71

1 1 1 2 1 2 5 13

Tablo 4.Kamu İlköğretim Okullarında ve Özel İlköğretim Okullarında Branş Derslikleri 100,0% 90,0% 80,0% 70,0% 60,0% 50,0% 40,0% 30,0% 20,0%

kamu

10,0%

özel

0,0% Türkçe Dersliği

Matematik Dersliği

Sosyal Bilimler Dersliği

Yabancı Dil Dersliği

Yine Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğü’nün belirlemiş olduğu “uygulama mekanları” olan; fen laboratuarı, bilgisayar dersliği, proje stüdyosu, resim dersliği, müzik dersliği, grup çalışma odası, işliğin kamu ve özel ilköğretim okulları ayırımı ile yapılan alan çalışmasındaki okullara göre dağılımını gösteren sonuçlar da (Tablo-5.1, Tablo 5.2) de belirtildiği gibidir. Tablo5’lerde ortaya çıkan sonuçlara göre; “fen laboratuarı”nın 59 kamu ilköğretim okulunun 17’sinde hiç olmadığı, 39 tanesinde ise 1’er, 3 tanesinde ise 2’şer adet olduğu ve 15 özel ilköğretim

Eğitsel Kol Dersliği

Genel Derslik

okulunun 10 tanesinde 1’er, 3 tanesinde 2’şer ve 2 tanesinde ise 3’er adet olduğunu görmekteyiz. Aynı şekilde “bilgisayar dersliği”nin 59 kamu ilköğretim okulunun 32 tanesinde hiç olmayıp, 2 tanesinde 1’er, bir tanesinde 2 adet, 15 özel ilköğretim okulunun 2 tanesinde hiç olmayıp, 10 tanesinde 1’er, 2 tanesinde 2’şer ve 1 tanesinde ise 3 adet olduğu, “proje stüdyosu”nun 59 kamu ilköğretim okulunun 59’unda da hiçbirinde bulunmayıp, 15 özel ilköğretim okulunun da 14 tanesinde hiç bulunmayıp sadece 1 tanesinde 1 adet olduğu, “resim dersliği”nin 59 kamu ilköğretim okulunun 48 tanesinde hiç bulunmayıp, 10 tanesinde 1’er adet, 1 tanesinde 2 adet, 15 özel ilköğretim

199


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

C. Çınar, F. Çizmeci, Z. Akdemir

okulunun 4 tanesinde hiç olmayıp 7 tanesinde 1’er, 3 tanesinde 2’şer ve 1 tanesinde 3 adet olduğu, “müzik dersliği”nin 59 kamu okulunun 52 tanesinde hiç bulunmayıp, 7 tanesinde 1’er adet ve 15 özel ilköğretim okulunun 5 tanesinde hiç olmayıp 6 tanesinde 1’er ve 4 tanesinde ise 2’şer adet olduğu, “grup çalışma odası”nın 59 kamu okulunun 56 tanesinde hiç olmayıp 1 tanesinde 1, 1 tanesinde 2 ve 1

tanesinde ise 4 adet, 15 özel ilköğretim okulunun 11 tanesinde hiç olmayıp 3 tanesinde 1’er ve 1 tanesinde de 6 adet olduğu, “işlik”in 59 kamu okulunun 33 tanesinde hiç olmayıp 25 tanesinde 1’er adet ve 1 tanesinde ise 2 adet, 15 özel ilköğretim okulunun 8 adetinde hiç olmayıp 6 tanesinde 1’er ve 1 tanesinde de 2 adet olduğu görülmektedir.

Tablo 5.1. Fen laboratuarı, bilgisayar dersliği, proje stüdyosu, resim dersliği, müzik dersliği, grup çalışma odası sayısının kamu okullarındaki dağılımı

100% 90% 80%

yok

70%

1 2

60%

3

50%

4

40%

5 6

30% 20% 10% 0% Fen Bilgisayar Laboratuvarı Dersliği

Proje Stüdyosu

Resim Dersliği

Müzik Dersliği

Grup Çalışma Odası

Tablo 5.2. Fen laboratuarı, bilgisayar dersliği, proje stüdyosu, resim dersliği, müzik dersliği, grup çalışma odası sayısının özel okullarındaki dağılımı 100% 90% 80% yok 1 2 3 4

70% 60% 50% 40%

5 6

30% 20% 10% 0% Fen Bilgisayar Laboratuvarı Dersliğir

Proje Stüdyosu

Resim Dersliği

200

Müzik Dersliği

Grup Çalışma Odası


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

5. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ 21.yüzyılda eğitimin nasıl olacağı tartışmalarının temelinde eğitimin herhangi bir yerde ve herhangi bir zamanda olup olamayacağı ve bununla bağlantılı olarak da eğitimin ağırlıkla yapıldığı “okul” mekanlarının bu anlamda nasıl olması, nasıl donatılması gerektiği yatmaktadır. Çünkü, eğitimcilerin ortak görüşü öğrenmenin araçları olan dinamik ve interaktif ortam ile çok disiplinli ve problem çözümüne dayalı müfredatın uygulanabileceği ortamı yaratmak eğitimden beklenen verimlilik için çok önemlidir. Böyle bir tartışmanın eğitim ortamının belirlenmesinde çok önemli bir yer tutacağı aşikarken okul mekanlarının alansal büyüklüklerinin maximum ve minimum standartlarının belirlenmesi ile uğraşmak da bir o kadar anlamsız olacaktır. Öğrenmenin araçları değişirken daha önce belirgin olan öğretmen – öğrenci ilişkisine dayalı eğitim şekli de değişmeye başladı. Öğrenme artık yalnızca öğretmenden öğrenciye olmanın çok ötesine geçerek, öğrenci ve öğrenci, öğrenci ve öğretmen, öğrenci ve aile, öğretmen ve öğretmen, internet ve öğrenci, vb. gibi birçok ilişkiyle mümkün olmaya başladı. Böyle olunca bu ilişkilerin kurulacağı mekanlar da yeniden tanımlandı. Bu mekanlar, bir öğrencinin bilgisayar başında yüzlerce insanla aynı anda ekran karşısında bir güzel sanatlar performansı izleyebildiği ortamdan başlayarak, bilimsel deneylerin yapıldığı labarotuarlara, resim, müzik atölyelerinden kütüphanelere kadar çeşitlendi. Önceki bölümlerde ayrıntısı ile ortaya konan çalışma da işte bu sözü edilen eğitimin gerektirdiği yeni öğrenme araçları ve bu araçlarla kurulan ilişkilerin yarattığı eğitim mekanlarının “okul”larda; “branş derslikleri” ve “uygulama mekanları”nda nasıl şekil aldığını ortaya koymak üzerine kurgulanmıştır.

İstanbul, Türkiye’nin nufus yoğunluğu en yüksek ve aynı zamanda da en fazla göç alan kentidir. Bunun kente getirdiği en önemli sorun ise insanların temel gereksinimleri olan barınma, sağlık, eğitim ihtiyaçlarının yeterince karşılanamamasıdır. Bu çalışmanın temel çıkış noktası da eğitimde son yıllarda meydana gelen gelişmelerin ihtiyaçların karşılanamaması sorununa gösterdiği çözüm önerileri ile sorunu ne kadar çözüp ne kadar çözemediğini ortaya koymaktır. Türkiye’de eğitim sistemindeki gelişmelere paralel olarak çeşitli dönemlerde farklı eğitim modelleri geliştirilmiş ve denenmiştir. Her eğitim modeli kendi müfredatını oluştururken, bu müfredata bağlı olarak gereksinim duyulan eğitim mekanlarının tanım ve tarifi de değişmiştir. Çünkü mekan nitel ve nicel özellikleri bağlamında eğitim modelinin uygulanabilirliğini sağlayan en önemli araçlardan biridir. Bu anlamda eğitim müfredatının amaçlarının çok iyi etüt edilerek gerekli eğitim mekanlarının planlanması çok önemlidir. Eğitim mekanları derslerin yapısına, konusuna ve türüne uygun eğitim ortamı yaratacak şekilde, dersin işleyişine yardımcı olacak tüm fiziksel ve teknolojik donanımlar ile birlikte düzenlenmesi son yıllarda üzerinde en çok durulan konulardan biri haline gelmiştir. 1997 yılında başlatılan son eğitim seferberliği de oluşturulan yeni müfredattan çok bu müfredatın gerektirdiği yeni derslikler-eğitim mekanları ile eğitim modelinde yenilik yaratmaya çalışmıştır. Çalışmıştır diyoruz çünki, mekanların nitelik ve nicelik olarak istenen düzeye erişemediği bu çalışmada ayrıntısı ile ele alınmıştır. Bu bölümde bu sorunun boyutları ve tartışmaya açılması üzerinde duracağız.

201


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

İstanbul ili sınırları dahilinde ilçe seçim kriterlerinin 1. maddesinde belirtilen; nüfus/okul sayısı 10.000’in üzerindeki ilçeler; Avcılar, Bağcılar, Bahçelievler, Bayrampaşa, Esenler, Gaziosmanpaşa, Güngören, Zeytinburnu, Sultanbeyli, kamu ilköğretim okullarının en kalabalık olduğu ilçeler olarak seçilmiştir. Kamu ilköğretim okullarında derslik başına düşen öğrenci sayısı sırası ile; 71, 87, 79, 79, 105, 74, 98, 73, 83’dür. Sözkonusu ilçelerde kamu ve özel ilköğretim okulu ayırımına baktığımızda; Avcılar: 21 kamu + 2 özel, Bağcılar: 43 kamu + 9 özel, Bahçelievler: 33 kamu + 17 özel, Bayrampaşa: 22 kamu + 0 özel, Esenler: 22 kamu + 2 özel, Gaziosmanpaşa: 75 kamu + 3 özel, Güngören: 18 kamu + 5 özel Zeytinburnu: 22 kamu + 1 özel, Sultanbeyli: 14 kamu + 3 özel dağılımını görürüz. İstanbul’un en fazla göç alan ve en kalabalık ilçeleri olarak öne çıkan bu ilçelerde kamu ilköğretim okullarında esas sorunun kalabalık olarak önem kazanması yeni müfredatın gerektirdiği mekan standartların oluşmasını da engellemektedir. Bu durumda bu ilçelerde yeralan özel ilköğretim kurumlarında bu sorunun esas sorun olamayacağı varsayımı ile yeni müfredatın gerektirdiği mekan standartlarının karşılanmış olduğu beklentisi ise tamamı ile yanıltıcı sonuçlar vermiştir. Bunun temel nedeninin ilçelerde yaşayan nüfusun gelir düzeyi ile ilgili olabileceği varsayımı ile ilçe seçim kriterlerinin 2. maddesinde belirtilen; özel ilköğretim okul sayısı 15 ve üzerindeki ilçeler; Bakırköy, Bahçelievler, Beşiktaş, Beyoğlu, Şişli, Üsküdar, Kadıköy ve 3. maddesinde belirtilen özel ilköğretim okul sayısının 0 olduğu ilçeler; Bayrampaşa, Çatalca, Şile gibi birbirine zıt iki grup ilçeler üzerinden bu sorunun ne şekilde tekrar edip etmediği kontrol edilmiştir. Bu ilçelerde kamu ilköğretim okullarında derslik başına düşen öğrenci sayısı sırası ile; 74, 79, 63, 65, 66, 61, 60 ve 79, 24, 31’dir. Bu iki grup ilçede kamu ve özel ilköğretim okulları dağılımı ise

şu şekildedir; Bakırköy: 29 kamu + 15 özel, Bahçelievler: 33 kamu + 17 özel, Beşiktaş: 30 kamu + 18 özel, Beyoğlu: 28 kamu + 16 özel, Şişli: 31 kamu + 19 özel, Üsküdar: 68 kamu + 27 özel, Kadıköy: 75 kamu + 36 özel ve Bayrampaşa: 22 kamu + 0 özel, Çatalca: 53 kamu + 0 özel, Şile: 13 kamu + 0 özel. Araştırma kapsamında ikinci grupta yer alan ilçelere baktığımızda, kamu ilköğretim okullarında derslik başına düşen öğrenci sayısının fazlalığı ile kamu okullarının aynı şekilde yeni müfredatın gerektirdiği mekan standartlarını karşılayamadığı varsayımı ile en fazla özel ilköğretim okulu bulunduran ilçelerdeki özel okullara bakıldığında ise mekan standartlarının yine de karşılanmadığı görülmüştür. Kamu okullarında derslik başına düşen öğrenci sayısının hem en fazla hem de en az olduğu ilçelerde de yeni müfredata ilişkin mekan standartı sorununun tekrar ettiği görülmüştür. Bu bağlamda yeni müfredatın gerektirdiği eğitimdeki yenilik sadece temel eğitimin süresinin uzaltılması ve kesintisiz hale gelmesinin ötesine geçememiş ve eğitimden beklenen kalite artışının, verimliliğin eğitimin gerektirdiği ve vazgeçilmez olan eğitim ortamlarının yaratılamamış olmasından dolayı gerçekleşmesinin mümkün olamayacağı kanısına varılmıştır. 1997 yılından itibaren Türkiye’de önemli bir eğitim atılımı olan “sekiz yıllık kesintisiz zorunlu temel eğitim” modelinin eğitim kurumlarında ne şekilde uygulanıp uygulanmadığını mekan standartları üzerinden incelemek ve tartışmaya açmak bu çalışmanın temel amacıydı. Konu yeterince geniş bir biçimde İstanbul ili dahilinde seçilen kamu ve özel ilköğretim okulları kapsamında incelenmiş ve yukarıdaki bölümlerde sonuçları ortaya konmuş ve bu bölümde de bu sonuçların değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu değerlendirmenin odak noktası sorunu gerçek ve tüm boyutları ile orta koymak

202


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

olup çözüm üretmek değildir. Çözüm ise daha geniş kitlelerin bu sorunun tartışılmasında yeralması ile mümkün olacaktır. KAYNAKLAR [1] Abramson, P. (1999). Disconnect. http://www.designshare.com

Middle

http://www.designshare.com.

School

[14] Tertemiz, I. N. (1999). Sekiz Yıllık Zorunlu İlköğretim: Hedefler ve Uygulamalar. 75 Yılda Eğitim, Bilanço’ 98 Serisi (pp 171-176), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul.

[2] Altıntaş, M. (2003). 28 Şubat 1997’den 3 Kasım 2002’ye Eğitim Alanındaki Gelişmeler, Bilanço’ 98 Serisi, 125144, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul.

[15] Ünal, L. I. & Özsoy, S. (1999). Modern Türkiye’nin Sisyphos Miti: Eğitimde Fırsat Eşitliği. 75 Yılda Eğitim, Bilanço’ 98 Serisi (pp 39-72), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul.

[3] Anstran, D.E. & Kirkbride E.E. (2002). The Education Environment Program http://www.designshare.com

[16] Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, (12.02.2004). Temel Eğitim Programı ve Bu Programın Gerçekleştirilmesinde 16.08.1997 günlü, 4306 sayılı Yasanın Katkılarının Araştırılıp Denetlenmesine İlişkin Rapor Özeti http://www.cankaya.gov.tr

[4] Başaran, E. (1999). Türkiye’de Eğitim Sisteminin Evrimi. 75 Yılda Eğitim, Bilanço’ 98 Serisi (pp. 91-110). İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları [5] Çağlar, A. (1999). 75. Yılında Cumhuriyet’in İlköğretim Birikimi. 75 Yılda Eğitim, Bilanço’ 98 Serisi, 125144, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul. [6] Ehrenkrantz, E. (2000). Planning for Flexibility, Not Obsolescence http://www.designshare.com [7] Ercan, F. (1999). 1980’lerde Eğitim Sisteminin Yeniden Yapılanması: Küreselleşme ve Neoliberal Eğitim Politikaları. 75 Yılda Eğitim, Bilanço’ 98 Serisi (pp 23-38),Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul. [8] Gök, F. (1999). 75 Yılda İnsan Yetiştirme: Eğitim ve Devlet. 75 Yılda Eğitim, Bilanço’ 98 Serisi (pp 1-8). İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları [9] Gürer, A. (1998). Enformasyon Toplumu Üzerine Kavramsal Bir Yaklaşım Denemesi http://www.bilgiyonetimi.org, [10] Kağıtçıbaşı, Ç. (2003). Sekiz Yıllık Eğitimi Bozmak. Radikal Gazetesi. [11] Nair, P. (2000). Schools for 21st Century http://www.designshare.com [12] Pesanelli, D. (1999). Creative Problem Solving Strategies for the 21st Century http://www.designshare.com [13] Tanner, K.C. (1999). A Design Assessment Scale for Elementary Schools.

203


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

TARİHİ ÇEVRELERDE YENİDEN DEĞERLENDİRME KAVRAMI Dr. F. Pınar ARABACIOĞLU*, Prof. Işık AYDEMİR YTÜ Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü, Beşiktaş İstanbul pinara@gmail.com, isikaydemir@yahoo.com

ÖZET Tarihi çevreler, geçmiş dönemlerin sosyal, kültürel ve ekonomik yapısını, yaşam biçimi ve felsefesini yansıtmaları, doğabina ve bina-insan ilişkileri arasında kurdukları ilişkinin doğruluğu açısından büyük bir birikimin ifadesidir. Günümüzde yaşanan hızlı kentleşme ve nüfus artışının da etkisiyle ortaya çıkan, düzen ve plandan yoksun yapılaşmalar, tarihi çevrelerin de zedelenmesine, hatta giderek yok olmasına neden olmaktadır. Bu alanlarda yapılan restorasyon ve koruma çalışmalarına ek olarak yeniden değerlendirme kavramının da giderek önem kazanması ve yaygınlaşması kaçınılmazdır. Bu çalışmada öncelikle tarihi çevre, tarihi kent dokusu kavramları ve tarihi çevre bilinci açıklanmaya çalışılmakta, bu nedenle de tarihi yeniden değerlendirmenin ve tarihi çevrelerin yeniden yaşayan mekanlar haline gelmesinin önemi ve gerekçeleri vurgulanmaktadır. Günümüzde nitelikli tasarım kavramı bile büyük tartışma konusudur. Bu nedenle yeniden değerlendirme çalışmaları gibi geri dönülmesi güç kararlarda nitelik sorunu çok daha fazla önem kazanmaktadır. Bu durum da yapılacak çalışmalar için yöntem önerilerinin analiz edilmesi gerekliliğini doğurmaktadır. Anahtar Kelimeler: Tarihi çevre, yeniden değerlendirme ABSTRACT THE CONCEPT OF REVALORIZATION IN HISTORICAL ENVIRONMENTS Historical environments are the expression of accumulations according to their reflection of social, cultural and economic structures, life styles and philosophy in the past. Also, they do express these accumulations due to the accuracy in the way they combine the relationship between nature-building and human being-building. Lack of order and planning within the structures that arise because of the rapid urbanization and population growth, leads to the damage of the historical environment, even its destruction. Therefore, it is an inevitable fact that the concept “revalorization” is becoming more important and prevalent besides the restoration and preservation activities in this field. Within the framework of this study, first of all, the concepts of historical environment, historical urban tissue and awareness of historical environment are trying to be explained. Thus, it’s been underlined with reasons that the revalorization of history and the revival of life within these historical places are important. Today the concept of “qualified design” is highly questionable. Therefore, the problem of quality on difficult decisions such as revalorization studies is getting more significant. This situation leads to the necessity in the work of analysis of method recommendations. Keywords: Historical environment, revalorization

*

Arabacıoğlu, F. P., (2007), “Sur-Kent İlişkisinin Çevre Düzenleme Kriterleri Açısından Değerlendirilmesi”, (basılmamış), Doktora Tezi, YTÜ, İstanbul

204


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

1. GİRİŞ Yaşayan bir varlık olarak kentin sürekli bir yenilenme ve değişim içerisinde olması kaçınılmazdır. Tarihi çevreler, zaman süreci içinde geçirmiş oldukları değişim sonucunda ortaya koydukları kültürel kimlikleri ile günümüz koşullarına ayak uydurabildikleri ve bu kimliklerini sürdürebildikleri sürece önem kazanmaktadırlar. Toplumlarda görülen sosyal ve ekonomik değişimlerin neden olduğu yeni eylemlere bağlı olarak doğan ihtiyaçlar kente yeni işlevleri ve buna bağlı olarak eski yapıların yeniden kullanımlarını veya yeni yapılar inşa edilmesini gerektirmektedir. Ancak uygun bir koruma imar planına bağlı olmayan, sadece tek yapı ölçeğinde sorunu çözmeyi hedefleyen çalışmalar yeterli olmamakta, aksine bu tür çalışmalar ile ortaya çıkan değişim kentin mimarisinde geri dönülmesi güç bozulmalara neden olmaktadır. Yapılan her hata geçmiş uygarlıklardan günümüze kalan fiziksel izlerin silinmesine, bu nedenle de kimliğini yitirmiş bir fiziksel çevre ve bu çevrede köksüz ve kimliksiz bir sosyal yapı oluşmasına neden olmaktadır. Özellikle İstanbul’da 1950 sonrasında kentin kimliği hızlı kentleşme ve yeni imar karar ve faaliyetleriyle değişime uğramış, modernleşme adına gerçekleştirilen yeni düzenleme ve yapılaşmalar kentin “özel”liğini geriye dönülemeyecek biçimde yok etmeye başlamıştır. 1970’lerde ağırlık kazanan tarihi değerlere sahip çıkma bilinci ile bir yandan tarihi çevreler korunmaya çalışılırken, bir yandan da kasıtlı yangınlar sonucunda tahrip olmaya devam etmiştir. İstanbul ve diğer kentlerimizdeki tarihi dokular yok edilerek oluşturulan yeni yaşam alanları, geçmişin yapı-doğa ve insan-yapı ilişkilerinden yoksun, çevreye duyarsız kentsel gelişmenin meydana getirdiği alanlardır. Sağlıksız ve estetikten yoksun yapısal çevreler, anlam ve kimliklerini kaybeden tarihi yapı ve çevreler bunun bir sonucudur. Oysa sözü edilen bölge ve

yapıların yok edilerek alan kazanılabilmesi için bir araç olmadığı, aksine tarihimizi, kültürümüzü ve sosyal değerlerimizi yansıtan ve günümüze doğru bir biçimde ulaştırılması gereken bir miras olduğu konusunda bir toplum bilincinin yaratılması, hem mevcut yerleşmelerin güncel işlevler yüklenerek korunmasına hem de modern ve çağdaş tasarımlara da esin kaynağı olacaktır. 2. YENİDEN KAVRAMI

DEĞERLENDİRME

Toplumların çeşitli dönemlerde yarattıkları fiziksel mekanlar o toplumun kültürel yapısını yansıtmaktadır. Tarihi mekanlar tanımlanırken konuşma dilinde “eski” olarak nitelenmekte ve bu niteleme hem fiziksel hem de fonksiyonel eskimeyi anlatmaktadır. Mekanlar insan kültürünün bir parçası olduğundan tarihi niteliği de barındırmaktadırlar. Kültürümüzün kalıntıları ise tarihi çevremizi oluşturmaktadır. Tarihi kent dokuları, geçmiş uygarlıkların sosyal ve kültürel ve ekonomik yapısını, yaşam felsefesini, estetik kaygılarını yansıtan, insan ölçeğinde düzenlenmiş mekanlardır. Çevre bir kültürün, tarihi bir birikimin ifadesidir. Çevre insana paralel olarak, doğar büyür ve gelişir. Çevrenin son görüntüsü tıpkı bir insan gibi tüm var oluşunun izlerini taşır. Bu izler, sosyal, kültürel ve ekonomik yapının izleridir ve tarihi çevrenin yapı taşlarıdır. Tarih, aslında sadece geçmişi anlatmaz, bugün de tarihin bir parçasıdır çünkü gelecek kuşakların tarihini de şu anda biz yaratmaktayız. Zaman bu nedenle bir bütün olarak ele alınabilmeli ve geçmiş yine aynı ışık altında değerlendirilmelidir. Ancak o zaman bir tarih bilincinden, tarihi çevre bilincinden söz edilebilir.

205


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

Tarihi çevrenin taşıdığı izler farklı dönemlerin farklı kuşakları tarafından, farklı imkan ve koşullara göre yaratılmıştır. Bu da sürekli bir yenilenme, yeni ile eski olgularının birbirine geçtiği anlamına gelmektedir. “Tarih zaman içinde insanoğluna ait faaliyetlerin diyalektik gelişimiyle oluşan dinamik bir süreçtir.” [1] İnsanoğlu var olduğundan beri ortaya konan eserler nesiller arası devamlılığı sağlamış ve bu devamlılık içinde geleceğe doğru bir düzene gidilmiştir. Aynı düşünce içinde mimari eserler ve anıtlar da çevreleriyle beraber ele alınmış ve bir çevre düzeni, bir mekan olgusu ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan her eser ve olay o toplumun kimliği ve kişiliğidir. Tarihi kent dokuları yeni kuşaklar tarafından ya aynen ya da değiştirilerek kullanılmışlardır. Sosyal, eko-kültürel yapı değiştikçe fiziksel yapı da değişmiştir. Fiziksel yapı da toplum yapısında değişikliklere neden olmuştur. Bu durumun en belirgin örneklerinden biri endüstri devrimidir. Endüstrinin, teknolojinin ani değişimi sosyal yapının da tüm birimlerine yansıyarak köklü değişimlere neden olmuştur. Kentsel ve kırsal alanlar arasındaki denge bozulmuş, fiziksel çevre de bu bozulmadan etkilenmiştir. Kent dokuları bu yeni dengeye göre yeniden planlanmaya başlanmış ve bu planlar uygulanmıştır. Bunun sonucunda o güne kadar var olmuş tarihsel doku yeni işlevlerin kendine yaşayacak alan yaratmak zorunda olması nedeniyle kaçınılmaz bir biçimde tahrip olmuştur. Tarihi çevrelerin tahrip nedenleri şu şekilde sıralanabilir: • Sosyal yaşam koşullarındaki değişimler • Çağdaş konfor koşullarını sağlama isteği doğrultusunda yapılan bilinçsiz müdahale ve ekler • Yanlış restorasyonlar

• Ekonomik zorunluluklar: koruma maliyetini finanse edecek parasal güçten yoksun olunması, alınacak önlemlerin hızlı bir şekilde hayata geçirilmesi isteği sonucu araştırma ve belgelemeye dayanmayan uygulamalar • Kişilerce konuya verilen önemin azlığı, halkta tarihsel çevre bilincinin olmaması, koruma eğitiminin yetersizliği • Yasa ve kısıtlayıcı kararların zorlayıcı etkisi/ters tepkiler • Koruma planının olmayışı veya bilinçsizce hazırlanmış olması veya bilinçsizce uygulanıyor olması • Yerel yönetimlerin isteksizliği ve ilgisizliği, uygulamak zorunda oldukları kararların bilgileri dışında kalması, yeterince açık ve inandırıcı olmaması, kaynak yetersizliği • Hızlı teknolojik gelişmeler sonucu geçmişle bağların kopması Günümüzde, özellikle bazı bölgelerde, tarihi çevre günümüzün gereksinimlerini karşılamadığı gerekçesiyle terk edilmiştir. Terk edilen binaların bakımsızlık nedeniyle değer kaybetmesinden dolayı kullanıcı profilleri değişmiş, bu da dokunun daha fazla zedelenmesine, tarihi çevreye bilinçli bir yaklaşımın söz konusu olamamasına neden olmuştur. Bunun devamında doğru uygulanmayan koruma yaklaşımları çevreyi daha da yıpratmış, yatırımın ön plana çıkmasıyla ise kasıtlı olarak yok edilmeye başlanmıştır. Yapılan planlamalarda bir süreklilik sağlanamamış, aslında temelde bilinçsizlik günümüzdeki sorunlara neden olmuştur. Tarihi çevreler aslında bu olumsuz düşüncelerin aksine, bir yandan da insanın bilinçaltında özlem duyduğu yaşam biçimini de sağlamaktadır. Hangi çevresel niteliklerin insanlara beğeni verdiğini inceleyen deneysel çalışmalara bakıldığında şu sonuçlar ortaya çıkmıştır: • “Doğal, tarihi, toplumsal çevre ile uyumlu, kompozisyonu içinde bir bütünlüğe sahip,

206


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

P. Arabacıoğlu, I. Aydemir

olabildiğince yeşil, sıradanın ötesinde, özgün, yeniliklere sahip ve ayrıca planlı, bakımlı, kullanışlı inşa edilmiş çevre örnekleri insanlar tarafından mimari açıdan güzel olarak değerlendirilirler. • Eğer bir bina belirli bir yere, zamana ait olma, belirli bir düzeyde yeniliğe (örneğin yeni bir kavrama) sahip olma gibi özelliklerle birlikte insanların doğal ve sosyo kültürel niteliklerinden kaynaklanan bazı ortak özelliklere sahipse, o zaman mimaride güzellik kavramı için gerekenler tamam olmakta ve estetik beğeni gelmektedir. • İnsanlar inşa edilmiş çevrelerde/mimaride gelenek ve kültürlerinden gelen bazı etkileri görmek istemekte, bununla birlikte bazı yeni şeyleri de görmek istemektedirler. Onlar yenilikler, buluşlar hakkında da fikir sahibi olmak ihtiyacındadırlar. Çünkü bu aynı zamanda onların doğal yapılarının ortaya koyduğu bir sonuçtur.” [2]

Tarihi biçimlendirmenin niteliklerini bir bütün olarak kavrayan bilinçlendirme oluşmadıkça, süreklilikten de söz edilemeyecektir.

Tarihi kent dokuları, ait oldukları zamanın, kültürün, dönemin yaşam biçimi ve felsefesinin fiziksel mekana aktarılmasında çok başarılı olmuşlardır. Bu çevrelerde, o kültürün kullanıcı profilinin, sosyal, kültürel, ekonomik, teknolojik ve estetik boyutları ve aralarındaki uyumun objeden binaya, binadan bina gruplarına ve kent düzeyine kadar, tüm mekansal boyutlara yansıtıldığını görürüz. Oysa günümüzde, teknolojinin ve bilimin gelişimiyle, bu uyumun yaşam çevrelerine daha fazla yansıtılması ve bu bilincin daha fazla yerleşmiş olması beklenirken, aksine bu koşullar hiçbir şekilde sağlanamaz duruma gelmişlerdir. Oysa bu, mekan-insan uyumunun geçmiş-bugün-gelecek arasında, bir süreklilik arz eder biçimde sağlanması gerekmektedir. Tarihi çevrelerdeki ve dokulardaki olumlu özelliklerin incelenerek ve yorumlanarak günümüz mimarisi ve mekan anlayışına da yansıtılması bu açıdan önemli bir husustur.

Tarihsel çevre ve onun yaşayan bir ortam olarak korunabilmesi karmaşık bir olgudur. Kültürel sosyal ve ekonomik boyutlarıyla bir bütündür. Korumanın en önemli amacı yeni kentsel işlevler kazandırma yolu ile tarihsel çevreyi canlı olarak yaşatabilmek olmalıdır. Yasaklama ve saklamaya yönelik pasif koruma anlayışı değil ekonomik ve toplumsal çözümler getirilerek aktif ve çok yönlü bir yaklaşım benimsenmelidir.

Bu noktada, kültürel duyarlılığın, günümüzdeki fiziksel çevre nedeniyle yeniden uyanması değil, süregelen bir kültürel duyarlılığın var olması günümüzde mimari yönden farklı noktalarda olmamızı sağlayabilirdi. 3. Tarihi Çevrelerin Değerlendirilmesi

Yeniden

Toplumlar kendi tarihi ve kültürel değerlerini koruyabildikleri ve bu değerleri günümüz yaşam tarzları ile birleştirebildikleri ölçüde kimliklerini yansıtmaktadırlar. Bu değerlerin yok olmasını önlemenin bir yolu da tarihi çevrelerin gerekli fonksiyon değişiklikleri ile yeniden yaşatılması ve toplum yaşamına katılmasıdır.

Yeniden değerlendirme – revalorizasyon, tarihi varlığın, eski değerinin canlandırılması, bu değerin kendisine yeniden yüklenmesi, “tarihi” ortaya çıkarması, okunabilir, görülebilir, algılanabilir hale getirilmesi anlamına gelmektedir. Geleneksel mekan değerlerinin onarılarak, sıhhileştirilerek günümüzün gereksinimlerine cevap verecek şekilde donatılarak yeniden kullanılmasıdır. Geçerliliğini henüz kaybetmemiş geleneksel mimari ve kentsel değerlerin yeniden keşfidir ve bu keşfin

207


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

daha akılcı, daha ucuza mal olabilmesi modelidir.

3. Yeniden Değerlendirme Kavramının Tarihsel Süreç İçinde İncelenmesi

“Koruma; tarih ya da sanat değeri taşıyan yapıların ya da kent parçalarının yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli önlemleri almaktır”. [3]

Koruma uygulamalarının tarihi, yapı sanatının başlangıcına dek gitmektedir, ancak restorasyonun bilimsel yöntemlere ve belirli ilkelere bağlı olarak gerçekleştirilmeye başlanması 19. yüzyıla dayanmaktadır. Fransız ihtilali ile birlikte taşınmazların el değiştirmesi ve halkın öfkesini bu taşınmazların tahribatı ile dindirmesi pek çok anıtın harap halde uzun yıllar bakımsız kalmasına neden olmuştur. 1820–30 yılları arasında halkın tarihi binalara olan bakış açısı değişmeye başlar. Bu dönemde Yunan ve Roma dönemlerine ait antik eserlerin yanı sıra yakın geçmişe ait eserler de önem kazanır. Binaların yapılış dönemleri ve eklere ait envanter çalışmaları önem kazanır. Yine bu dönemde, koruma çalışmalarının önde gelen ismi Viollet le Duc’tür. Gelişigüzel ve kişisel kararlara dayanan onarımlara bir sistem getirmeyi hedefleyen 10 ciltlik eseri “Mimarlığın Akılcı Ansiklopedisi”nde ilk kez “restorasyon kelimesini kullanır. Ancak Viollet Le Duc’e göre restorasyon, anıtın korunması, onarılması veya yeniden inşa edilmesi anlamına gelmez. Restorasyonu yapan kişi kendini anıtın mimarının yerine koyup, binayı dönemine ait üslup birliği içerisinde tamamlamalıdır.

Günümüzde artık dondurarak koruma anlayışından uzaklaşılmakta ve çağın gereklerini yerine getirerek yaşatma fikri yaygınlaşmaktadır. Doğa ve kültür değerlerimizin korunması için bu değerleri koruyan ve onlara duyarlı bir ekonomi politikası, tarihi çevre bilinci ve yeterli maddi kaynak gerekmektedir. Tarihi birikim, kent kimliğinin tüm yapı taşlarında bulunmaktadır. Bu nedenle bu tarihi birikimin korunması ve doğru yansıtılması aynı zamanda kalkınmanın da bir parçası olacaktır. Bu da ancak koruma bağlamında çevresel ve toplumsal sürdürülebilirliğin tüm yönleriyle ele alınması ile mümkün olacaktır. Bu nedenle de tarihi çevrelerin yeniden değerlendirilmesi, belirlenen bir amaç doğrultusunda, bir kaynağı bulunan ve belirli bir sürece yayılacak olan bir program, bir işlem dizisi olmalı ve böylece de soyut bir kavram olmaktan çıkıp, uygulamalar ile somutlaşan bir gerçek haline gelmelidir. Revalorizasyonun ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmenin önemli bir faktörü olduğu unutulmamalı, sürdürülebilir kalkınmanın ancak yeniden değerlendirmenin de içinde bulunduğu, doğal ve kültürel kaynakların gelecek nesiller için korunması işlemleri ve bu bilince varılması ile mümkün olduğu benimsenmelidir. Bu da ancak, katı kurallar ve yasakçı hükümler yerine, temel evrensel ilkelere bağlı ve gelişmeleri izleyebilen, hatta gelişmenin bir parçası olan bir tutumla mümkün olacaktır. Yeniden değerlendirme, sadece mimari mirasın korunması açısından değil, yeni yapılacak uygulamalara da bir örnek teşkil etmesi açısından kültürel sürekliliğin de bir parçasıdır.

Bu uygulamalara tepki olarak gelişen Romantik Görüş’ün öncüleri ise John Ruskin ve William Morris’tir. John Ruskin’e göre yapının bakımının yapılması ve kendi haline bırakılması en iyi koruma yoludur. Stilistik rekompozisyon adı altında yapılan çalışmaları “onursuz sahte kopyalar” olarak değerlendirir. William Morris ise yayınladığı manifestosunda bu tip uygulamalarda kişisel kararların verdiği zararlardan bahseder ve restorasyon yerine koruma kavramına önem verilmesi gerektiğini vurgular. Stilistik rekompozisyonun binaların belge niteliğini yok edişi ve romantik görüşün

208


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

P. Arabacıoğlu, I. Aydemir

pasif koruma anlayışına reaksiyon 1880– 1890 yılları arasında Tarihsel Restorasyon ve Çağdaş Restorasyon kuramları ile gelir. Tarihsel restorasyon kuramının temsilcisi Luca Beltrami restorasyonun tarihi belge, arşiv ve araştırmalara dayanan bir işlem dizisi olması gerektiğini savunur. Çağdaş restorasyon kuramı ise, kendinden önceki tüm kuramları kendi içinde uzlaştırıp birleştirir. İtalyan Camillo Boito 1883’de açıkladığı 5 restorasyon ilkesiyle bu kuramın öncülerinden biridir. İlkelerinde, anıtların birer tarihi belge olduğunu, üzerlerinde yapılacak değişikliklerin yanıltıcı sonuçlar doğurabileceğini vurgular. Bu ilkelere göre, yenileme ve eklerden kaçınılmalı, bunlar zorunlu ise bile mümkün olan en az müdahale yapılmalıdır. Daha önceki dönemlerden kalma ekler değerleri derecesinde koruma altına alınmalıdır. Yapılan müdahalelerin belli edilmesi gerekliliğinin yanı sıra yapının görsel bütünlüğü ve biçimine saygı gösterilmelidir. Tüm işlemler görsel malzeme ve raporlarla belgelenmelidir. Bu kuramı geliştiren Gustavo Giovannoni’ye göre ise yapıların kimlikleri çerçevesinde yeniden kullanımı önem taşımaktadır. Kamunun koruma konusunda güçlendirilmesi gerekmektedir. Sadece anıtlar değil çevreleri ve bazen yapı kümeleri birlikte korunmalıdır. Çağdaş tekniğin akılcı çözümleri göz önüne alınmalı ve arkeolojik alanlarda da özgün parçaların korunabilmesi için önlemler alınmalıdır. Atina konferansında uzmanlar tarafından tartışılan ve kabul gören bu ilkeler bir yıl sonra 1932’da daha ayrıntılı bir şekilde ele alınarak “Carta del Restauro Italiana” (İtalyan Restorasyon Tüzüğü) adı altında yasallaşmıştır. Carta del Restauro’dan yaklaşık 15 yıl sonra 2. Dünya savaşında Avrupa’da meydana gelen tahribat büyüktür. Öncelikler farklıdır. Bu durum beraberinde 3 farklı görüşü getirir. Birinci görüş tahribatı

kabullenen ve belge yokluğuna da dayanarak yepyeni bir yapılaşmayı kabul eden görüştür. Diğer bir görüş ulusal hafızanın kaybedilmemesi adına belgelere dayalı bir rekonstrüksiyonu kabul eder, Varşova, Petersburg, Leningrad gibi kentler gibi. Bir diğer görüş ise savaşın anısını yaşatmak için savaşın yıktıklarının dondurulması ve olduğu gibi korunmasını kabul eder. Bu savaş anıtlarının yanında ise Berlin, Gedächtniskirche’de olduğu gibi yeni bina inşa edilir. 1964 yılında Carta del Restauro’nun yetersiz kaldığı alan ve konularda yeni ilkeler oluşturmak için Venedik’te toplanan 2. Uluslararası Tarihi Anıtlar Mimar ve Teknisyenleri Kongresinde Venedik Tüzüğü ismiyle alınan kararlar bütünü oluşturulmuştur. Bu kararların uygulanmaya başlanması, özel sorunlardaki açıkların tamamlanmasına dair tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Tüzük olduğu gibi kabul edilse de sonrasında Avrupa konseyi A,B,C,D,E sempozyumları, 1972 yılındaki Dünya Mirası Kongresi, 1975 yılının Avrupa Mimari Miras yılı ilan edilmesi ve bu gibi aktivitelerin UNESCO ve ICOMOS gibi kuruluşların denetiminde ve önderliğinde gerçekleştirilerek ve tartışma ortamları yaratılarak çağın gereklerine uygun koruma kararları alınması konusunda çalışmalar devam etmektedir. Ülkemizde de koruma kavramı 1881 yılındaki 1. Asar-ı Atika Nizamnamesi, 1906’daki 2. Asar-ı Atika Nizamnamesi, 1973 yılında 1710 sayılı Eski Eserler kanunu, 1983 yılındaki 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası, 1987 yılındaki 3026 sayılı kanun eki ve 2004 yılındaki 5226 sayılı kanun eki ile yürürlükte tutulmaktadır. Mayıs 1964 tarihinde Venedik’te toplanan 2. Uluslararası Tarihi Anıtlar Mimar ve Teknisyenleri Kongresinde oluşturulan Venedik Tüzüğü öncelikle “tarihi anıt” kavramını açıklayarak başlar. Tüzüğe göre tarihi anıt tek başına değil çevresiyle birlikte ele alınmalı ve korunmalıdır ve sadece

209


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

büyük sanat eserlerini değil belge niteliği taşıyan daha basit eserleri de kapsar. Bu eserlerin korunması için çağın tüm tekniklerinden yararlanılmalıdır. Korumanın amacı anıtların sanat eseri değerinin yanı sıra tarihi belge değerinin de ortaya konmasıdır. Tüzükte karşımıza çıkan bir diğer kavram sürekliliktir. Bu nedenle korunacak anıtın uygun bir işlevle ve çevresiyle birlikte yaşatılması öngörülmektedir. Aksi gerekmedikçe “in situ” yani anıtın tüm öğeleriyle birlikte bulunduğu yerde korunması tavsiye edilmektedir. Yapılacak her yeni onarımın bilimsel çalışma ve araştırmalara dayandırılması, yine aksi gerekmedikçe geleneksel tekniklerden yararlanılması ve onarımın veya gerektiği takdirde yapılacak eklerin kendini belli etmesi, orijinalden ayrılması gerekliliği savunulmaktadır. Tarih içerisinde anıta yapılmış olan eklere de saygı gösterilmeli bunların da birer belge niteliği taşıdığı unutulmamalıdır. Arkeolojik alanlarda yapılan çalışmalarda yeniden inşa söz konusu değildir, ancak anastilosis yani malzemenin anlam verecek şekilde bütünlenmesi kabul edilebilmektedir. Tüm bu çalışmalar ve hatta çalışmaların her safhası, ilgili raporlar ve görsel malzeme ile belgelenmeli, arşivlenmeli ve araştırmacıların yararına sunulmalıdır. 1970’lerden itibaren yapı ve sanat eseri düzeyinde olan koruma çalışmaları, daha sonra alan temizleme ve büyük ölçekli yeninde geliştirme politikalarının, fiziksel, sosyal ve kültürel anlamda yaşamı uğrattığı kesintiye tepki olarak da alana dayalı korumaya dönüşmüştür. [4] Şehir eskime bölgelerinde 1950’li ve 60’lı yıllarda yaygın biçimde uygulanan yeniden geliştirme ve büyük ölçekli temizleme gibi müdahale biçimlerinin yerini tarihsel niteliği olan alanları tekrar şehrin yaşayan, canlı bir parçası haline getirme amaçlı yeniden canlandırma uygulamaları almıştır. Bu uygulama yaklaşımıyla eskime bölgesi tekrar yaşamak, çalışmak, vakit geçirmek

ve yatırım için kazanmaktadır.

çekici

bir

nitelik

4. Yeniden Değerlendirme Çalışmalarının Gerekçeleri Tarihin yeniden değerlendirilmesi ve korunması, ekonomik, sosyal ve politik boyutlar içinde değerlendirilen, esin alınan, yeni dokuya da anlam kazandıran bir felsefedir. Yeni ile eskinin arasında, ilişkiyi en doğru biçimiyle ele alan, objektif bir yaklaşım içeren bir köprü olmalıdır. Yapılacak yeniden değerlendirme çalışmaları da aslında o tarihi bölgeyi yeniden “değer”lendirecektir. 4.1. Gerekçelerin Sosyal Boyutu Bu alanlarda yapılan çalışma ve araştırmalar, tarihi kent dokularının, günümüze ve gelecek kuşaklara, dönemin yaşam felsefesi ve tarzını, sosyo-ekonomik yapısını yansıtmanın yanı sıra, günümüz ihtiyaçlarına da cevap vererek bir fonksiyon kazanabileceklerini kanıtlamaktadır. Tarihi çevreler, yenileşmeye, modern yaşama engel değildir. “Tarihsel yapıların yeniden değerlendirilmeleri ve yüceltilmeleri, gerçek bir anlayış değişikliğinden değil, günümüzün biçimlendirmelerinin veya biçimsizlendirmelerinin uyandırdığı rahatsızlıkla, şehirlerimizde yanlış anlaşılmış özgürlüklerin kaosa yaklaşan yan yana olmasına duyulan tepkiden ötürü olmuştur. Günümüzde tarihsel yapıların korunmasının istenmesi yeni bir tarihsel bilinç değildir. Yalnızca daha kötü durumları önlemek için bulunan son çaredir”. [5] Oysa aradıkları insan boyutundaki çevre, zaten o tarihi çevrelerin içinde terk edilmeye bıraktıkları konutlarda varlığını sürdürmektedir. Bu çevreler, günümüz sanat ve mimari anlayışına da aykırı değildirler, geçmişle bağlantıları, aynı zamanda sosyal bir gereksinime cevap

210


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

P. Arabacıoğlu, I. Aydemir

vermektedir. Bu çevreler sürekliliğin sağlanması bakımından önemlidir. “Geçmişin göstergelerini taşıyan bir çevrede yaşayarak toplumsallaşan bir kimse, kültürün sürekliliği bilincini kolayca edinecek ve tarih bilincine sahip olacaktır. Burada öngörülen süreklilik yeni yaşamın içinde geçmişin simgelerini taşımaya dönüktür, geçmişin aynen canlandırılmasını öngören bir özlem değildir.” [6] 4.2. Gerekçelerin Ekonomik Boyutu Tarihi çevrenin korunması ve yeniden değerlendirilmesi, konut sorunu yaşayan ülkemizde değerlendirilecek tarihi yapıların sayısı da göz önüne alındığında, ekonomik açıdan da yararlı olacaktır. Bu yeniden yaşanır hale getirilen yapılar ve çevreler de ilgi çekecektir. Bu da halkın da içinde yaşadığı çevreye farklı bir gözle bakmasını sağlayacaktır. Pek çok ülkede, özellikle Fransa’da veya Montreal gibi kentlerde, tarihi ve tarihi olmayan konut bölgelerinde yapılan sıhhileştirme çalışmaları, dokunun yeniden değerlendirilerek günümüze kazandırılmasını sağlamıştır. Böylece mevcut dokuyu bozmadan zedelemeden, yeni barınma imkanları, elden geçirilmiş, yaşanabilir çevrelerde, hem de şehrin merkezinden uzakta olmayan, hatta tam kalbinde bulunan bölgelerde sağlanmıştır. Değişen ihtiyaçlara cevap verebilmek için kentlerin sürekli yenilenmeleri gerekmektedir. Bu nedenle mevcut yapılar, bu ihtiyaçlara cevap verecek şekilde yeniden işlevlendirilebilmelidir. Ancak elbette bu işlevlerin doğruluğunun kontrol altında bulunması denetlenmesi ve niteliğinin kaybedilmemesi, bu önerilerin de uzman kişiler tarafından yapılması gerekecektir. Bu da çalışmalar konusunda yeni bir denetim ve destek yapılandırmasını gerektirecektir.

4.3. Gerekçelerin Politik Boyutu Günümüzün gereksinimlerini, gelecek nesillerin kendi gereksinimlerini karşılamalarını engellemeden karşılamayı amaçlayan bir gelişme stratejisi olan sürdürülebilir gelişmenin pratikteki anlamı yaygın olarak tartışılmaktadır. Bu strateji, doğal kaynaklar, insan kaynakları, ekonomik kaynaklar ve tarihi ve kültürel değerlerden oluşan tüm değerlerin uzun vadeli bir refah içinde organize edildiği bir gelişme stratejisidir. Bir yandan fakir ülke ve bölgelerin ekonomik olanaklarını geliştirmeyi, onları güçlendirmeyi ve eşitlikçi, kooperatif bir dünya toplumuna doğru ilerlemeyi sağlarken, diğer yandan ekolojik sistemlere duyarlılığı özendirerek doğal kaynakların tüketimi de azaltılmalıdır. Sürdürülebilirlik yolu ile doğal ve kentsel çevre koruması ile tarihi ve kültürel değerlerin korunması arasında bir eşitlik de sağlanmalıdır. [7] Günümüzde dünya, gün geçtikçe globalleşirken, yeni iletişim olanakları ile gittikçe küçülüp daralırken, tüm ülkeler de birbirlerinin topraklarında neler olup bittiğini izleyebilmekte, yeniliklerden haberdar olabilmekte, gelişmeleri izleyebilmektedir. Atılan herhangi bir yanlış adımda veya alınan yanlış bir kararda, tüm dünya derhal o yanlışa karşı çıkmakta, ticari, sosyal, ekonomik, politik, kültürel ve hatta tarihi ilgilendirilen konularda, herkes birbirinin işine karışma ve söz söyleme hakkına sahip olduğunu düşünmektedir. Bu durum elbette bir açıdan bakıldığında, oldukça denetleyici ve atılan her adıma dikkat edilmesini gerektiren, yanlışların kolayca hasıraltı edilemeyeceği bir ortam oluşturmaktadır. Ancak iyi değerlendirilerek, yanlışlara mahal verilmediğinde ise, uygarlık konusunda verilecek pek çok cevap olabilir. Özellikle mimari, aslında değiştirilemeyen, saptırılamayan bir konudur. Günümüzde yazılı tarih üzerinde bile tartışmalar sürüp

211


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

KENT ORMANLARININ REKREASYONEL AMAÇLI KULLANIMI VE İSTANBUL İLİ ÖRNEĞİNDE İRDELENMESİ Yük. Peyzaj Mimarı Şerafeddin Uslu, Yrd. Doç. Dr. Tülay Ayaşlıgil YTÜ Mim.Fak. Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Kentsel Planlama Bilim Dalı / Beşiktaş/ İstanbul ayaslitu@yildiz.edu.tr

ÖZET Kentleşmeyle birlikte kent yeşilini oluşturan parklar, çocuk oyun alanları, spor alanları ve diğer rekreasyon alanları, kent insanının üzerindeki kent yaşamından kaynaklanan olumsuz yüklenimleri (stres, trafik, gürültü vb.) atması ve bedensel ve ruhsal yenilenmesi bakımından yetersiz kalmaktadır. Günümüzde, gerek gelişmiş batı ülkelerinde ve gerekse ülkemizde kent insanının kent yakın çevresindeki doğal alanları ziyaret etme eğiliminde artış görülmektedir. Kent insanının boş zamanlarında, farklı doğal mekanları ziyaret etme ve kentten uzaklaşma isteği, kent ormanlarının rekreasyonel açıdan önemini artırmaktadır. Bu tez kapsamında, öncelikle araştırma konusunun temelini oluşturan orman, kent ormanı ve kent ormancılığı, rekreasyon ve orman rekreasyonu kavramları çeşitli kaynak ve kişilere göre detaylı bir şekilde incelenmiştir. Özellikle kent ormanı ve kent ormancılığı kavramlarının ülkemizdeki ve yabancı ülkelerdeki tarihsel gelişim sürecine ve kent ormanı örneklerine yer verilmiştir. Kent ormanlarının, özellik ve kriterleri, kent ve kent insanı için gerekliliği, kentsel yerleşim alanlarına olan çeşitli katkı ve işlevleri ortaya konulmuş ve çeşitli rekreasyonel amaçlı kullanım olanakları irdelenmiştir. Yapılan tüm bu irdelemeler doğrultusunda, İstanbul İli örneğinde rekreasyonel amaçlı kullanılan örnek alanlar (mesire yerleri) incelenmiş ve bu incelemeler sonucunda, örnek alanlara yönelik rekreasyonel ve fonksiyonel amaçlı kullanım önerileri getirilmiştir. Anahtar kelimeler: Kent ormanı, kent ormancılığı, rekreasyon, orman rekreasyonu, mesire yerleri. URBAN FORESTS AS RECREATIONAL AREAS: A CASE STUDY IN ISTANBUL ABSTRACT The parks, children play areas, sports areas and the other recreation areas, which are the natural consequences of urbanization, are insufficient for the urban people in order to abandon the negative effects of urban life such as stress, traffic, noise, etc and by means of physical and psychological renovation. Today, urban people’s trends for visiting natural places increase both in developed countries and in our country. Demands for visiting different natural places and the desire of receding from the urban in the spare times increase the urban forests’ importance recreationally. In this thesis, forests, urban forests and urban forestry, recreation and forest recreation concepts, which constitute the basis of this research subject, were analyzed according to different sources and different bodies. Especially, urban forest and urban forestry concepts were analyzed according to the historical development process both in our country and in foreign countries and the samples from foreign countries have been taken place in this study. The characteristics and criteria of urban forests, their essentiality for the urban and urban people, various additional values and roles of them for urbanized residence places have been stated and the different recreational usage areas have been explicated. In the direction of all these explications, the sample areas that were used recreationally in Istanbul example were analyzed and in the result of these analyses, some suggestions were developed by means of sample areas recreationally and functionally. Keywords: Urban forest, urban forestry, recreation, forest recreation, popular excursion spot places.

213


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

ormanlarda tabii olarak yetişmeyen ağaç ve ağaççık türlerinin bulunduğu yerler,

1. GİRİŞ 1.1.

Araştırmanın Amaç ve Kapsamı

Bu tezle, kent ormanı ve kent ormancılığı olgusunun irdelenmesi; kent ormanlarının özellik ve kriterlerinin, kent ve kent insanı için öneminin ortaya konması amaçlanmıştır. Özellikle ülkemizdeki ve gelişmiş batı ülkelerindeki kent ormanı örnekleri incelenmiş ve İstanbul İli için belirlenen mesire yerlerinde gözlem ve analiz çalışmaları yapılmıştır. Bu alanlara kent ormanı niteliğini kazandırmak ve geliştirmek için rekreasyonel amaçlı kullanım önerileri getirilmiştir. 1.2.

Materyal ve Yöntem

Araştırma konusu olan “Kent Ormanı” ile ilgili tez, bildiri, kitap, internet kaynakları ve fotoğraflar ile orman amenajman plan ve raporlarından yararlanılmıştır. Yöntem olarak, çalışma konusunu oluşturan temel terim ve kavramların ulusal ve uluslararası literatürdeki yerleri belirlenmiştir. Örnek alanlara yönelik araştırmalar, büro ve arazi çalışmaları halinde sürdürülmüştür. Elde edilen verilerin değerlendirmesini yaparak amaca yönelik önerilerde bulunulmuştur. 2. TERİM, KAVRAM VE TANIMLAR

• Sahipli tarım arazisi olarak kullanılan ve dağınık, yer yer küme ve sıra halinde bulunan her tür ağaç ve ağaççıklarla örtülü yerler, • Devlet ormanlarına bitişik olmayan ve yüzölçümü 3 ha’dan küçük sahipli arazideki her tür ağaç ve ağaççıklar, • Sahipli arazide ve çevre özelliklerine göre yetişmiş veya yetiştirilecek olan fıstık çamlıkları ve palamut meşelikleri dahil her tür meyveli ağaç ve ağaççıklar, • Sahipli arazideki aşılı ve aşısız zeytinliklerle hususi kanunu gereğince devlet ormanlarından tefrik edilen ve edilecek olan ve imar, ıslah ve temlik şartları yerine getirilmiş bulunan yabani zeytinlikler ile 6777 sayılı kanunda tasrih edilen yabani ve aşılanmış fıstıklık, sakızlık ve harnupluklar, • Funda veya makilerle örtülü orman ve toprak muhafaza karakterini taşımayan yerler orman sayılmaz” [1] Özdönmez vd., 1996). 2.2. Ormanların Türlerine Göre Sınıflandırılması

2.1 Orman Kavramı ve Tanımı Terim olarak ‘Orman’, Latince “Foris”, İngilizce “Forest” ve Almanca “Forst” sözcükleri ile eş anlamlıdır. 6831 sayılı Orman Yasası’nın 1.maddesine göre “Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları, yerleri ile birlikte orman sayılır. Ancak: • Sazlıklar, step bitkileri ile örtülü yerler, her çeşit dikenlikler, parklar, şehir, kasaba ve köy sınırları içerisindeki mezarlıklarda ağaç ve ağaççıkla örtülü yerler, • Sahipli arazide bulunan ve civarındaki

Ormanlar, oluşum ve işletme şekillerine göre iki sınıfa ayrılırlar [2] (Atay, 1988). Oluşum Şekillerine Göre Orman Türleri: 1. Bakir Orman: Doğada türün kendi biyolojik olanakları ile yetişmiş ve insan müdahalesinin olmadığı ormanlardır. 2. Tabiat Ormanı: İnsanlar tarafından işletilen, fakat doğal kuruluşu ve doğal yapısı değiştirilmeyen, doğa kanunlarının etkisiyle oluşmuş ormanlardır. 3.

214

İşletme

Ormanı:

İşletilirken

doğal


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

Ş. Uslu, T. Ayaşlıgil

kuruluşları, doğal yapısı ve bileşimleri büyük ölçüde değiştirilmiş ormanlardır. 4. Kültür Ormanı: Suni gençleştirme ve ağaçlandırmayla oluşturulan ormanlarıdır. İşletme Şekillerine Göre Orman Türleri: 1. Koru Ormanı: Olgun çağa gelip kesilen meşcereler yerine, yeni ve genç kuşağın tohumdan meydana geldiği ormanlardır. 2. Baltalık Ormanı: Kesilmiş ağaç, kütük, kök, gövde, sürgünden oluşan ormanlardır. 3. Korulu Baltalık Ormanı: Altta sürgünden ve alçak bir baltalık tabakası ile üstte tohumdan meydana gelmiş koru tabakası içeren ormanlardır. 2.3.

Kent Ormanı ve Kent Ormancılığı Tanımları

Kent Ormancılığı deyimini ilk kez 1965 yılında, Toronto Üniversitesi’nde Prof. John W. Andresen ortaya kullanmıştır [3] (Grey ve Deneke, 1986). 1999 ve 2000 yıllarında yapılan kent ormancılığıyla ilgili bir araştırmada Kent Ormancılığı, “Kent içinde veya yakınında bulunan ağaçlar ile orman topluluklarının rahatlatıcı değerleri ile birlikte planlanması, tasarlanması, kurulması ve yönetilmesi” olarak tanımlanmıştır. Bu araştırma kapsamında, ormancılık, peyzaj mimarlığı ve peyzaj ekolojisinin kent ormancılığı araştırmalarında payı olan başlıca disiplinler oldukları ortaya konulmuştur. Kent ormanı kaynaklarını, kentsel açık alanlar, kentsel parklar ve tek ağaçlar ya da yollarda bulunan küçük ağaç gruplarının oluşturdukları belirlenmiştir. İnsan topluluklarının kentsel orman kaynakları ile ilişkisi üç grupta toplanmıştır:

1. Biçim, fonksiyon ve politikalar, 2. Bitki ve materyalinin seçimi ve yöntem, 3. Yönetim olarak sıralanmıştır [4] (Akesen ve Akgün, 2004). [5] Konijnendijk (2003)’e göre Kent Ormancılığı sadece kent alanları yakınındaki ve içindeki ormanları değil, diğer ağaç kaynaklarını ve tüm bitki örtüsünü de kapsar. Örneğin, parklarda ve yollar boyunca bulunan ağaçlar, bahçeler ve diğer özel arazilerdeki ağaçlar kent ormancılığının çalışma alanındadır. Kent ormancılığı, bölge planlama ve yönetimi konusunda güçlü bir sosyal odağa sahiptir. Bunlara bağlı olarak kent alanları içinde ormancılık genel anlamdaki ormancılıktan yapısal olarak farklıdır, genel ormancılık kent içindeki ormanlara uyarlanacak yeni yaklaşım ve yöntemlere gereksinim duyar. [6] Geray (2003)’e göre Kent Ormancılığı, “Tarihi, mimarisi, dokusu, organizasyonu, kültürü ile sürdürülebilir kent yaşamını güvenceye almak ve kent toplumunun fizyolojik, psikolojik, ekonomik, toplumsal, moral düzeyine katkıda bulunmak üzere orman ekosistemlerinden, ağaçlıklardan, ağaç, ağaççık ve çalılardan yararlanmak ve bu kaynakları korumak, geliştirmek, yönetmektir”. Kent Ormanı kavramına “AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Program”nda yer verilmiştir. Burada, “Sosyal, kültürel ve çevresel nedenlerle doğal ormanlara olan sosyal baskının azaltılması amacıyla yeşil kuşak ve parklar şeklinde oluşturulacak kent ormanları ve hatıra ormanları kurulması özendirilecek ve yaygınlaştırılacaktır” ifadesi yer almaktadır [7] (Coşkun ve Velioğlu, 2004). 2.4. Kent Ormanı ve Ormancılığı Tanımlarının Ülkelere Göre Değerlendirmesi

215


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

Çizelge 1 Ülkelere Göre Kent Ormanı ve Kent

Araştırmacı ve bilim adamlarının kent ormanı ve ormancılığı kavramları üzerine yapmış oldukları tanımlar, ülkelere göre farklı anlayış ve fonksiyonlar içermektedir. Kent ormanı ve ormancılığı terimini ormancılık literatürüne katmış ülkelerin tanımların özeti Çizelge 1’de verilmiştir.

Ormancılığı Tanımları [5] (Konijnendijk, 2003). Ülkeler

Finlandiya

Tanımların ortak noktası olarak kent ormanlarının, kent içerisinde ve yakın çevresinde yer alan kent yeşilinin tüm özellik ve fonksiyonlarını, park ve bahçelerin kapsadığı donatıları ve rekreasyonel aktiviteleri içermektedir. Bundan dolayı da, kent için büyük bir görev üstlenmiş, doğal ve yeşil alanlar olduğu anlaşılmaktadır.

Almanya

Kent ormancılığı ve kent ormanı kavramlarına yönelik yapılan tüm bu tanımlamalar doğrultusunda, bu iki kavramı özgün bir tarifle şöyle tanımlayabiliriz:

İzlanda

Kent Ormancılığı, kentiçi ve yakın çevresinde doğal olarak bulunan veya yapay olarak tesis edilmiş ağaç, ağaç grupları ve orman alanlarının, kamu yararına uygun olarak planlama, tasarım, tesis, koruma ve yönetim işlemlerini gerçekleştiren özel bir ormancılık disiplinidir. Kent Ormanı ise, kent içi ve yakın çevresinde doğal olarak bulunan veya yapay olarak tesis edilmiş, kentsel yapıya estetik ve işlevsel katkılar sağlayan, kent insanına rekreatif olanaklar sunabilen ve kısa mesafede ulaşım imkanı bulunan alanlardır.

Yunanistan

İrlanda

İtalya

Litvanya

Slovakya

Hollanda

İngiltere

ABD

216

Kent Ormanı ve Kent Ormancılığı Tanımları Kent alanı içinde veya çevresinde yer alan, temel amacı ve fonksiyonu rekreasyon olan orman alanıdır. Kent insanının rekreasyon ihtiyacını karşılamak için yönetilen ve tasarlanan alanlardır. Kentsel yeşil alanlardır. Şehirlerde cadde kenarlarında bulunan ağaçlar, şehir kenarlarındaki park ve bahçeler, şehir ve kasaba etrafındaki ormanları kapsar. Odun ihtiyacı, doğal güzellik, peyzaj, hayvan barınağı, rekreasyon gibi topluma pozitif değerler sağlayan kent alanları, yasal sınırları içinde yer alan ağaç meşçereleri ve plantasyon sahalarıdır. Bir kent alanının içindeki ve etrafındaki ormanlık alan ve ağaçların tümüdür. Kent ormanı ve ağaçları kentsel yeşil alan, kentlerdeki açık alanların bitkilerle tasarlanması ise kent ormancılığıdır. Kentlerdeki cadde ağaçlandırmaları ve diğer yeşil alanlardır. Vatandaşlar için çevresel ve sosyal fonksiyonlara sahip olan park ve ağaçlık alanların kaynağıdır. Kent ormanı kavramı yerine “kent yeşili” ifadesi kullanılır ve kent içi yeşil alanların hepsini kapsar. Kent içi doğal alanlar, ağaçlıklar, yol kenarı ağaçlandırmaları kamu parkları ve bahçelerdir. Toplumun yaşam kalitesinin zenginleşmesinde yarar sağlayan bitki örtüsü ve yeşil alanlar bütünüdür.


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

Ş. Uslu, T. Ayaşlıgil

2.5. Kent Ormanı Kavramının Hukuksal Boyutu Orman Kanunu’nda kent ormanı ayrımı bulunmamakla birlikte çevreye ilişkin diğer yasal düzenlemelerde de, kent ormanının yasal statüsünü belirleyebilecek herhangi bir tanımlama ve mevzuat yoktur. Yasal statü bakımından kent ormanı teriminde “orman” kelimesi bulunduğundan kent ormanı olarak kabul edilecek alanların Orman Kanunu’nda belirtilen orman tanımına ve orman tiplerinden birine uygun olması gerekmektedir [7] (Coşkun ve Velioğlu, 2004). 2.6. Rekreasyon Kavramı ve Tanımı Batı dillerinden kullanıldığı şekliyle Türkçeye geçen “rekreasyon” Latincedeki re=yeniden ve creative=yaratma sözcüklerinin bileşimden oluşmuştur. Rekreasyon yeniden yaratma anlamındaki recreative sözcüğünün karşılığı olup, oyun, eğlence yeniden oluşma, yeniden kendine gelme anlamlarını taşımaktadır [8] (Barnhart, 1975). [9] Smith (1989) rekreasyonun belirli bir dizi arazi kullanış şekli ya da sınıflandırılmış bir eylemler dizisi olup, rekreasyonun boş zaman, turizm, spor, oyun ve kültürel olayları da içine aldığını belirtmiştir. Bu çeşitli tanımlamalardan yol çıkarak rekreasyon; herhangi bir ödül ya da başarı kazanma amacı olmadan, bireylerin fiziksel, zihinsel, yaratıcı güçlerini dış etkilerin baskısı olmadan, içten gelen arzu ve katılım istekleri ve ilgileriyle, uygulanmasında zevk alma, doyum sağlama hissi oluşturan her türlü boş zaman aktiviteleridir.

3. KENT ORMANLARININ ÖNEMİ, ÖZELLİKLERİ, İŞLEVLERİ VE KENT ORMANLARINDAN ÖRNEKLER 3.1. Kent Ormanlarının Önemi Kent ormanlarının kuruluş amacı; kentsel ortama ve kent insanlarına, ekolojik, rekreasyonel, sosyal, ekonomik ve psikolojik açıdan işlevsel ve estetik amaçlı katkılar sağlamaktır [10] (Gül, 2002). Nüfus artışı ve yoğunluğuna bağlı olarak artan kaçak yapılaşma, çevre kirliliği gibi olumsuzluklar nedeniyle, kent çevresi bozulmaktadır. Bu bakımlardan kent ormanlarının kent peyzajı iyileştirmede ve kent kimliğini oluşturmada, kente imaj kazandırmada önemli katkıları vardır. Ayrıca ormanların, ağaç topluluklarının kent iklimini iyileştirme ve kent ekolojisini yumuşatmada önemli fonksiyonları vardır. Kent ormanları doğanın bir parçası olan insana, doğaya daha yakın olma olanağı sunmaktadır. Hem psikolojik, hem de biyolojik bakımdan daha sağlıklı olmak ve ruh ve bedenen yenilenmek için önemli bir açık ve yeşil alandır kent ormanları. Kent içindeki yeşil alanlar arsa fiyatlarını artırırlar. Bu bakımdan da kent ormanları kentsel alanların arazilerin ekonomik açıdan değer kazanmasında katkıları büyüktür. Ayrıca kentleşmeyle birlikte artan çevresel baskılar ve rekreatif talepler nedeniyle mevcut aktif açık ve yeşil alanların nicelik ve nitelikleri bakımından yetersiz kalmaktadır. Kent ormanları, halkın artan yeşil alan gereksinimleri karşılamak için önemli bir rekreasyon alanıdır. 3.2. Kent Ormanının Özellikleri Bir alanının kent ormanı olabilmesi için, bazı temel kriterlere ve özelliklere sahip olması gerekmektedir (Konijnendijk, 2003) :

217


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

• Kent ormanı, kent içinde veya yakın çevresinde bulunmalıdır, kent bütününe açık, etki yarıçapı (erişilebilirliği) geniş olmalıdır. Kent ormanının kent merkezine uzaklığı 50 km ya da daha az olmalıdır [5] • Orman karakterinde, yani kendini yenileyebilme özelliğine sahip olmalıdır. • Ziyaretçilerin yararlanabileceği bir konumda ve alansal bakımdan büyüklüğü en az 10 ha olmalıdır. • Kentin fiziksel yapısına, ekolojisine ve peyzajına, estetik ve işlevsel açıdan değerler sağlamalı, yeşil dokuyu güçlendirmeli ve bütünlük sağlamalıdır. • Yapay olarak tesis edilecek veya tamamlama yapılacak kent ormanında, gelecekteki estetik ve işlevsel amaçlara ve plan kararlarına göre tür seçimi yapılmalı ve kompozisyon yapısı belirlenmelidir [11] (Gezer vd., 1998).

sahip alanlar seçilmelidir. İçme suyu kaynak varlığı bu alanların çekim gücünü yükseltir. Alanda deniz, göl, gölet, nehir gibi büyük su kaynaklarının varlığı kullanım potansiyeli yanı sıra görsel etkisinden yararlanma bakımından da önemlidir. ¾ İlgi çekici alan ve manzara noktalarının varlığı da, diğer öncelikli tercih nedenleridir. Kent Fiziki Yapısını Güçlendirme Hedefi ¾ Kent ormanı yer seçiminde, kentsel açık ve yeşil alanların mekanları sınırlama, bütünleştirme ve tampon oluşturma potansiyelleri dikkate alınmalıdır. ¾ Kent içindeki açık ve yeşil alanlarla, kent yakın çevresi ve dışındaki doğal alanlarla organik bağlantı ve bütünleşme sağlayacak potansiyeli yüksek olan alanlar öncelikli olarak tercih edilmelidir. Ekolojik Hedefler ¾ Kent ormanı yer seçiminde, ekolojik yönden önemli katkı sağlayabilecek su kaynaklarını içeren alanlar seçilmelidir.

3.3 Kent Ormanlarının Yer seçiminde Temel Hedefler Kent ormanlarının yer seçiminde ise bazı temel hedefler dikkate alınmalıdır [12]: (Gül ve Gezer, 2004). Rekreasyonel Hedefler ¾ Ulaşım, kent ormanının yer seçiminde dikkat edilecek kriterlerden en önemlisidir. Kent ormanına, özel ve/veya toplu taşıma araçlarıyla kolayca ulaşılabilmelidir. ¾ Alan sahip olduğu potansiyel, kültürel ve estetik değerleri ile çeşitli rekreasyonel etkinliklere olanak sağlamalıdır. ¾ Bitki örtüsü bakımından ise, iğne yapraklı türler ve geniş yapraklı türler olmak üzere (karışık yapraklı ağaç türler) bakımından zengin alanlar öncelikli olarak tercih edilmelidir. ¾ Kent ormanları için su potansiyeline

¾ Yaban hayatı ve bitki çeşitliliği gibi doğa değerleri bakımından zengin alanlar, koruma ve kontrollü kullanımla, doğayla kopan kent insanını bütünleştirmede önemli yararlar sağlayacak alanlardır. ¾ Topoğrafik yapı bakımından düz ve düze yakın, az eğimli alanlar bir çok rekreatif etkinlikler için uygundur. Arazi yapısı bakımından düz veya düze yakın alanlar, az eğimli yani % 0-10 eğime sahip olan alanlar öncelikli olarak tercih edilmelidir. ¾ Kısaca kent ormanları, kentsel açık ve yeşil mekanların ekolojik, estetik ve fonksiyonel her türlü işlev ve fonksiyonlarını aynen yerine getirirler.

218


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

Ş. Uslu, T. Ayaşlıgil

3.4 Ülkemizden Kent Ormanı Örnekleri Ülkemizde kent ormanları, T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlı Orman Genel Müdürlüğü’nün 2004 yılında uygulamaya koyduğu “Her İlde Bir Kent Ormanı” projesiyle tesis edilmeye başlanmıştır. Günümüzde kadar hizmete giren kent ormanı sayısı 52’dir. Kent ormanlarından bazıları aşağıda incelenmiştir [13] (Çevre ve Orman Bakanlığı, 2005). Adana Sakıp Sabancı Kent Ormanı Adana İli, Yüreğir İlçesi, Menekşe Köyü yolu üzerinde, Adana kent merkezine 12 km uzaklıkta yer almaktadır ve alanı 31 ha.dır. Seyhan Baraj Gölü’nün Kuzey ve Kuzeydoğusunu çevrelemekte olup, gölün etkisiyle oluşmuş zengin biyolojik çeşitliliğe ve görsel açıdan üstün niteliklere sahiptir. Alanda, tamamen doğal dokuya uygun ahşap malzemelerden inşa edilmiş pergola, seyir terasları, çeşme, yürüyüş yolları, tuvalet, spor alanları, tanıtım levhaları ve oturma bankları bulunmaktadır. Flora (doğal bitki örtüsü) ve fauna (yaban hayatı) yönünden oldukça zengin olan, kent ormanının hakim ağaç türü fıstık çamı, kızılçam ve servidir.

Alanda yürüyüş parkurları, gözlem kulesi, seyir terasları, yağmur barınakları, gölet, asma köprü, çeşme, tuvalet ve otopark bulunmaktadır. Kent ormanı florası çok çeşitli bir koleksiyon sunmaktadır. Hakim olan karaçam ve tüylü meşenin dışında 66 familya, 241 cins ve 419 tür bitki mevcuttur. Yaban hayatı da oldukça zengindir; atmaca, keklik, kartal, dağ bülbülü, doğan, akbaba, karatavuk gibi kuş türleri ile kurt, tilki, sincap, tavşan, porsuk, domuz gibi memeli hayvan türleri yer almaktadır. Artvin Kent Ormanı Şehir merkezine 8 km uzaklıkta Kafkasör mevkiinde olup, 30 ha. büyüklüğündedir. Alanda, kent mobilyaları ve peyzaj tasarımında çevreye duyarlı tasarımlar ön planda tutulmuştur. Bitki örtüsü olarak, ladin, sarıçam, kestane, kavak, göknar ve çalı türleri mevcuttur. Ormanın yaban hayatını ayı, kurt, çakal, tilki, yaban domuzu, karaca, sincap, tavşan ve ötücü kuş türleri oluşturmaktadır. Balıkesir Kent Ormanı

En sık rastlanan yaban hayvanları, yaban tavşanı, tilki, sincap, çakal, yaban domuzu, sansar, kirpi, köstebek, keklik, sülün, kaplumbağa ile yırtıcı kuşlardan şahindir.

Balıkesir iline 10 km mesafede, BalıkesirBursa yolu üzerinde Değirmenboğazı piknik ve mesire yerine bitişik 15 ha’lık bir alan üzerine kurulmuştur.

Ankara Kent Ormanı Ankara’ya en yakın doğal orman örtüsü ve fiziksel yapısıyla ideal kent ormanı olabilme niteliği taşıyan Beynam Ormanları kent ormanı olarak planlanmıştır.

Kent ormanı içerisinde, seyir terası, dinlenme alanları, yağmur korunakları, gözlem kulesi, ahşap köprü, pergola, bilgilendirme levhaları, çeşme, tuvalet, yürüyüş yolları, kitap okuma alanları ve otopark gibi tesisler bulunmaktadır.

Kent merkezine 35 km uzaklıkta bulunan Ankara Kent Ormanı, Bala ilçesi karayolu üzerinde olup 650 ha büyüklüğündedir.

Bitki örtüsü olarak, çam, çınar, kavak, söğüt, sedir, servi, meşe ve maki türleri bulunmaktadır.

219


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

Yabani hayvanlardan ise, tavşan, tilki, çakal, sansar, sincap ve güvercin, ağaçkakan, saksağan, kumru, karga gibi kuş türleri yer almaktadır.

oluşturur. Hayvan varlığını domuz, tilki, tavşan ve sincap oluşturur.

Bursa Kent Ormanı

Erzincan il merkezine 15 km mesafede olup, 500 ha büyüklüğündedir. Davarlı, Yalnızbağ, Hacıali yerleşimleriyle çevrilidir.

Kent ormanı, Bursa şehir merkezine 14 km, Bursa-Kestel yoluna 4 km mesafededir. Hamamlıkızık köyü Küreklidere mevkiinde yer alıp 396 ha büyüklüğündedir. 80 m yükseklikten düşen Küreklidere Şelalesi kent ormanının en gözde görsel elemanıdır. Alanda, otopark, çocuk oyun alanı, dinlenme alanları, amfitiyatro, yürüyüş yolları, tırmanma parkurları, seyir terasları gibi fonksiyonel alanların yanı sıra asma köprü, tuvalet, çeşme, yağmur barınakları gibi yapı elemanları bulunmaktadır. Karışık orman niteliğine sahip olan bu kent ormanı gerek bitki türleri, gerekse yaban hayatı bakımından oldukça zengindir. Bitki türlerini karaçam, kızılçam, kestane, göknar, porsuk, ardıç, kayın, ıhlamur, çınar, akçaağaç, kocayemiş, sandal, katır tırnağı, mayasıl otu, kekik, çuha çiçeği, yüksük otu, sığır kuyruğu ve menekşe türleri oluşturur. Yaban hayatını karatavuk, ispinoz, saka, baştankara, sıvacı kuşu, çıvgın, karga, kızılkuyruk, kumru, serçe, bülbül ve ötleğen gibi kuş türleri oluşturmaktadır. Düzce Kent Ormanı Düzce Kent Ormanı kent merkezine 7 km mesafede olup, 158 ha.dır. Ormanda, gözlem kulesi, pergola, çocuk oyun alanları, yürüyüş yolları ve oturma bankları mevcuttur. Bitki örtüsünü göknar, sarıçam, meşe, gürgen ve kayın, buğdaygiller ve çayırotları

Erzincan Atatürk Kent Ormanı

Alanda seyir terasları, köprüler, çocuk oyun alanı, orman evi, yürüyüş ve bisiklet yolu, göller, hayvan barınakları ve meyve bahçeleri yer almaktadır. Bitki örtüsünü sarıçam, huş, söğüt, akasya, dut, ceviz, kavak, mazı, ladin, kuşburnu, elma ve erik gibi ağaç ve çalı türleri, hayvan varlığını ise, kurt, tilki, kirpi, köstebek, tavşan, porsuk ve kertenkele oluşturmaktadır. Erzurum Kent Ormanı Erzurum’un güney batısında ve şehir merkezine 5 km mesafede bulunan 717 ha büyüklüğündeki Palandöken Ormanı, kent ormanı olarak yeniden düzenlenmiştir. Kent ormanı içerisinde, seyir terasları, futbol ve voleybol sahaları, yağmur barınağı, gözlem kulesi, bilgilendirme levhaları, çeşme, otopark, çocuk oyun alanları, gölet ve şelale yer almaktadır. Bitki örtüsü olarak, sarıçam, huş, söğüt, kuşburnu, dağ muşmulası gibi ağaç ve çalı türleri ile sığır kuyruğu, deve dikeni, papatya, geven, gelincik, süsen, kekik, katır tırnağı, üçgül gibi otsu bitkiler yer almaktadır. Yaban hayatını domuz, tilki, köstebek, tavşan ve sincap oluşturmaktadır. Eskişehir Kent Ormanı Eskişehir çevre yolu üzerinde yer alan kent ormanı, 1287 ha büyüklüğündedir.

220


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

Ş. Uslu, T. Ayaşlıgil

Kent ormanında tamamen doğal dokuya uygun ahşap malzemeden yapılmış tanıtım ve kontrol kulübesi, yağmur barınakları, seyir terasları, tuvalet, köprü, çeşme, oturma bankları, bilgilendirme ve uyarı levhaları ile yürüyüş yolları ve 150 araçlık otopark bulunmaktadır. Hakim ağaç türü karaçam olup, sarıçam, sedir, ardıç, meşe, kavak ve iğde ağaç türleri de bulunmaktadır. Yaban hayatı bakımından kurt, porsuk, sansar, sincap, tavşan ve çeşitli kuş türleri mevcuttur. İzmir Kent Ormanı Kent ormanı İzmir’in Bornova ilçesine 4 km. mesafede ve İzmir-Manisa karayolu üzerinde olup, 1226 ha büyüklüğündedir. Ormanda ahşap malzemeden inşa edilmiş seyir kulesi ve terasları, yağmur korunakları, tuvalet, asma köprü, çeşme, oturma bankları, çocuk oyun alanları, bisiklet ve yürüyüş parkuru yer almaktadır. Kent ormanı bitki örtüsü yönünden oldukça zengindir. Hakim ağaç türü kızılçam olup zakkum, ardıç, akçakesme, servi, meşe, çınar, laden, funda, defne, mersin, geven, çayır otları, papatya, gelincik gibi Akdeniz iklim kuşağına uyumlu bitkiler yayılış göstermektedir.

evi, çocuk oyun alanı, tuvaletler, kameriye, ahşap ve asma köprü, gözlem ve yangın gözetleme kulesi, seyir terasları, barınak, dinlenme birimleri, spor alanı, tiyatro gösteri alanı, koşu ve bisiklet parkuru, yürüyüş patikaları, çeşmeler yer almaktadır. Kent ormanında kızılçam ve karaçamdan oluşan ağaç türleri yanında meşe, sandal, akçakesme, menengiç, karaçalı, sumak, alıç, dağmuşmulası, ardıç, böğürtlen, tavşanmemesi, ateşdikeni gibi çalı türleri ile, eğrelti, ısırgan, çayır otları gibi değişik ot türlerinden oluşan bitki örtüsü mevcuttur. Yaban hayvanı olarak ise, tavşan, tilki, sansar, toprak faresi, sincap, kaplumbağa, yaban domuzu gibi hayvanlarla ağaçkakan, saksağan, baştankara, sıvacı kuşu, karga, güvercin gibi kuş türleri bulunmaktadır. Alanda ayrıca çok iyi gelişmiş odunsu türler ve anıt ağaçlar da bulunmaktadır. Sinop Kent Ormanı Orman, Sinop’a 5 km uzaklıkta Osmaniye köyü yakınında 80 ha. alana kurulmuştur. İçerisinde mini futbol sahası, amfitiyatro, yağmur barınakları, gözlem kulesi, seyir terası, dinlenme alanları, ahşap köprü, çocuk oyun alanları ve yürüyüş parkuru yer almaktadır.

Alanda ayrıca yaklaşık 15 milyon yıllık ağaç fosilleri bulunmaktadır

Kent ormanının bitki varlığını sahil çamı, meşe, kayın, gürgen, akçaağaç, karaağaç, dişbudak, kızılcık, defne, böğürtlen gibi ağaç ve çalı türleri, hayvan varlığını ise, domuz, tilki, çakal, sansar, gelincik, karaca, kaplumbağa ve ötücü kuş türleri oluşturmaktadır.

Karabük Kent Ormanı

İstanbul Kent Ormanı

Kent Ormanı, Karabük kent merkezinde olup, 100 ha alan büyüklüğüne sahiptir.

Kent ormanı, Beykoz ilçesinde yer almaktadır. İçerisinden Asya’yı Avrupa’ya bağlayan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün ana arteri geçmektedir.

Tilki, tavşan, yaban domuzu, sansar, keklik doğan, atmaca, kartal ve ötücü kuş türleri de yaban hayatını oluşturmaktadır.

Ormanda, doğaya uyumlu planlanan orman

221


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

Orman 1063 ha’lık bir alana kurulmuştur. Ana giriş kapısı Ümraniye Küçüksu caddesi, Hekimbaşı mevkiinde olması nedeniyle ulaşımı oldukça kolaydır. Kent ormanı içerisinde bulunan ormanlar genellikle plantasyon yöntemi ile oluşturulmuş ormanlardır. Elmalı Baraj Gölü kent ormanının ortasında olması nedeniyle çok yüksek bir kaynak değer oluşturmaktadır. Alanda danışma binası, gözlem kuleleri, çocuk oyun alanları, mini futbol sahası, oturma bankları, pergolalar, yürüyüş parkuru, tuvalet ve otopark bulunmaktadır. Bitki örtüsü yönünden oldukça zengin olan kent ormanında kestane, çınar, ıhlamur, kayın, meşe, karaağaç, kızılağaç, dişbudak, akasya, akçaağaç, gürgen, üvez, kavak, söğüt, sarıçam, karaçam, fıstıkçamı, kızılçam, sedir, ladin, servi gibi ağaç türleri bulunmaktadır. Tavşan, karaca, çakal, sansar, tilki, sincap, yaban domuzu, kertenkele, bukalemun, keklik, üveyik, alakarga, karatavuk, çulluk, yaban ördeği, serçe, ağaçkakan, ibibik, bülbül, saka, karabatak gibi hayvan ve kuş türleri ise kent ormanının yaban hayatını oluşturmaktadır.

bulunan “Epping Forest” (Epping Ormanı) bu bakımdan özel bir örnektir. Bu orman, hemen hemen hiç zarar görmemiş denebilecek şekilde varlığını sürdürmektedir. Epping Ormanı, görkemli kayın ağaçları, zengin açık ve yeşil alanları ile Londra’nın merkezine doğru uzanmaktadır. Binlerce Londralı özellikle hafta sonları ve sıcak yaz aylarında piknik yapmak, yeşille iç içe olmak için bu ormanı yoğun olarak kullanmaktadır. Orman, yıl boyu yürüyüş yapanların ve ata binenlerin uğrak yeridir. Ancak, kent ormanının rekreasyonel aktiviteler için yarattığı bu olanaklar, ancak orman korunduğu ve tarihi peyzaj değerlerine sahip çıkıldığı sürece var olacaktır. 3.5.2

Bos Park, Amsterdam, Hollanda

Kent yakınlarında rekreasyon amaçlı ormanlar oluşturmak pek çok Avrupa kenti için yeni bir kavram değildir. Amsterdam’ın varoşlarında bulunan Bos Parkı, bir kent ormanının işlevlerin neler olabileceğini göstermesi açısından çok iyi bir örnektir. Yaklaşık 40 yıl önce, bir-iki milyon ağaç, buradaki kanalların ve göllerin çevresine dikilmiştir.

Gelişmiş batı ülkelerinden İngiltere, Hollanda ve Almanya’da yer alan 4 adet kent ormanı örneği incelenmiştir [14] (Countryside Commission, 1988).

Geniş bir tepe özenle planlanmış ve zirvesinde bir restorana yer verilmiştir. Kış aylarında, yamaçlarda kayak yapmak imkanı bulunmaktadır. Ayrıca orman, yat ve sandal kurslarına, yüzme ve tenis sporu, açıkhava tiyatro etkinliklerine de olanak sağlamaktadır.

3.5.1 Epping Forest, Londra, İngiltere

3.5.3

Yüzyılın kentsel gelişimi içerisinde, günümüze kadar yaşamını sadece birkaç orman devam ettirebilmiştir. Yıprandıkları ve zarara uğradıkları için çoğunlukla bir çok orman yok olmuştur. Londra’nın kuzeyinde

Almanya, uzun zamandan beri kent yakınındaki ve kentteki ormanları rekreasyon amaçlı olarak kullanmaktadır. Bu kent ormanlarının bir çoğu, yaklaşık 200 yıl önce oluşturulmuştur. Günümüzde ise,

3.5 Gelişmiş Batı Ülkelerinden Kent Ormanı Örnekleri

222

Bremen Stadtwald, Almanya


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

Ş. Uslu, T. Ayaşlıgil

çevresindeki gelişmelerin artması ile bu ormanlar, yerleşim alanlarına doğru uzanan yeşil kama formunu almışlardır. Stadtwald’ın bir parçası ve kent merkezine en yakın kısmı olan “Buerger Park”ın içinde bulunan geniş göl rüzgar sörfüne, sandal ile gezintiye olanak sağlamaktadır. Burada ayrıca canlı Jazz konserleri verilen bir kafe, orkestra standları ve küçük bir hayvanat bahçesi bulunmaktadır. Ormanın kalan kısmında ise, yürüyüş yolları, kuş gözleme kuleleri yer almaktadır. Ayrıca, Stadtwald, Bremen halkının yeşil ve rekreasyon gereksinimini karşılamasının yanısıra, kereste üretimi ve ağaç ürünleri sağlama açısından da ticari bir öneme sahiptir. 3.5.4

The Black Country, Birmingham, İngiltere

The Black Country, Birmingham’ın kuzey ve batı bölgelerine verilen yerel bir isimdir. Bu alan Dudley, Sandwell, Walsall ve Wolverhampton’ı içermektedir ve toplam nüfusu 1.1 milyondur. Black Country İngiltere’nin ilk kent ormancılığı için seçilen pilot alanıdır. “Black Country Kent Ormancılığı Ünitesi”nin kurulması 1980’lerin ortalarında başlamış ve 1990 yılında hız kazanmıştır. 11 farklı örgüt ile merkezi ve yerel yönetimler tarafından destek görmüştür. Fazla sayıda ve değişik konulardaki işbirliği çok güçlü bir yönetim yaratmıştır. Amaç ağaçların ve ağaçlık alanların plantasyonu, yönetimi ve mevcut eski endüstriyel peyzajı geliştirmektir. Sonuçta, daha fazla ağaca sahip olan kent arazileri, daha güzel bir çevreye dönüşecek, böylece bölgede yeni yatırımlar için ilgi odağı yaratılmış olacaktır. Black Country’de sahip olduğu peyzajla ve yüksek yaşam kalitesiyle arsa değerleri artacaktır [15] (The Black Country Urban Foresty Unit, 1995).

Black Country Kent Ormancılığı Ünitesi tarafından yürütülen kent ormanı planlama çalışmalarında benimsenen ilkeler aşağıda kısaca açıklanmıştır [16] (The 3rd International Conference On Urban And Community Forestry, 1994). Kullanılabilecek Doğal Kaynaklar • Terkedilmiş alanlar: Öncelikle ağaçlandırmalar için kullanılabilecek alanlardır. Geliştirmek şartıyla halk yaşamı için önemli etkinlik olanakları yaratırlar. • Boş gelişme alanları: Ağaçlık alanlar ile sürekliliği olan bir yeşil kuşak oluşturulabilir. • Bahçe ve caddeler: Kent yeşil alan sistemindeki birçok konut alanı, içerdikleri yol ve bahçe ağaçları ile kent ormanlarına önemli katkılarda bulunurlar. • Yeşil alanlar: Kentlerde yeşil alan sistemi içindeki park ve okul bahçeleri kent ormanlarının genişlemesine olanak sağlar. Bu alanlar, peyzajda ve yaban hayatında tür ve biyolojik çeşitliliğin artmasını sağlar. Yeşil alanlar, rekreasyon alanlarının genişlemesini katkıda bulunur ve hava kirliliğinin azalmasına yardımcı olurlar. 1. İnsan Çalışmaya halkın katılımını sağlamak ve bu konuda halkı bilinçlendirmek çok önemlidir. Kent Ormancılığı Ünitesi tarafından ilk üç yıl içinde halkın kent ormancılığı bilinci arttırılmış ve yerel halkın bu çalışmaya aktif olarak katılımı sağlanmıştır. 2. Yeterli Teknik Uygulama Kent Ormancılığı Ünitesi, diğer ormancılık otoriteleriyle, büyük terkedilmiş alanları kamu parklarına dönüştürerek sağlanacak yararları örneklemişlerdir. Ağaçlık alanları çok kısa sürede oluşturmak

223


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

olanaklı değildir. Kent Ormancılığı Ünitesi ile ortakları tarafından korunmasız alanlarda gerçekleştirilen çalışmalarla geniş ağaçlık alanlar elde etmişlerdir. Alana öncü bitki türlerinin dikilmesinin, farklı türlerden oluşan kompleks bir karışımın dikilmesine oranla daha iyi sonuç verdiğini tespit edilmiştir. Ancak bitki türündeki çeşitliliğin artırılması için, sonraki yıllarda yeni türler eklenmiştir. 4. Yarar Belirleme ve Değerlendirmesi Kent ormanlarının sayısız yararlarının belirli sayıda insanlar tarafından benimsenmesi yeterli değildir. Bu yararların herkes için açık ve net bir şekilde anlatılması gereklidir. Kent ormanlarının sosyal, rekreasyonel, yaban yaşamı ve peyzaja olan yararlarının yanısıra enerjinin korunması, kirliliğin azaltılması ve halk sağlığına olan olumlu etkileri açısından toplumun ilgisini çekmek ve karar verici mekanizmalar ile halkın desteğini sağlamak son derece önemlidir.

4. İSTANBUL İLİ ÖRNEĞİNDE REKREASYONEL AMAÇLI KULLANILAN KENT ORMANLARI 4.1. İstanbul İli Örneğinde Rekreasyonel Amaçlı Kullanılan Kent Ormanları Üzerine İrdelemeler Örnek Alanların Belirlenmesi İstanbul metropoliteni içindeki mevcut kent açık ve yeşil alanlarının yetersiz kaldığı varsayımıyla, yeni kent ormanlarının tesisine ihtiyaç bulunmaktadır. Araştırmanın bu bölümünde İstanbul İli’ndeki kent ormanlarını alansal büyüklük ve gerekse sayısal olarak çoğaltmak gerektiği vurgulanmıştır. Bu amaçla mülkiyeti İstanbul Çevre ve Orman İl Müdürlüğü’ne ait olan ve günübirlik piknik ve kamp amaçlı mesire (orman içi dinlenme) yerlerinin Kent Ormanına dönüşümleri bakımından irdelemeleri yapılmıştır. Örnek Alanların Analizi

5. Ağ oluşturmak Black Country Kent Ormancılığı Ünitesi, çalışmanın başlangıcında İngiltere’deki ilgili kurumlar ile ilişki kurmuştur. Bir ağla aynı zamanda Avrupa’nın diğer ülkeleri ve ABD’deki ilgili organizasyonlar ile bağlantı sağlanmış ve bu iletişim, bilgilenme ve haberleşme adına çok yararlı olmuştur. Çünkü Amerika’da kent ormancılığının geçmişi çok eskidir Amerika bu kavram üzerine daha bilinçli bir ülkedir. Kent ağaçları ile ağaçlık alanlarının yararları burada daha iyi bilinmektedir.

Türkiye genelinde toplam 16600,3 ha mesire yeri bulunmakta; bunun % 17’si 2901,2 ha’ı İstanbul İli sınırları içerisinde yer almaktadır. Türkiye genelindeki mesire yerlerinin alansal olarak yaklaşık % 20’si İstanbul İli’nde bulunmaktadır. Ülkemiz bağlamında gerekliliği kabul edilen kişi başına düşen yeşil alan miktarı, ortalama bir değerle (en az olarak) 10 m2 dir. İstanbul İli’nin güncel nüfusu 12.000.000 ise, 12.000 ha yeşil alana gereksinim duyulmaktadır. Halen, yaklaşık 3.000 ha alana sahip olan İstanbul İli mesire yerlerinin tek başına İstanbul İli’nin yeşil alan miktarının % 25’ini oluşturduğu anlamına gelmektedir. Bu durum mesire yerlerinin, İstanbul İli’nin yeşil alan sistemi içerisindeki yerini ve önemini gözler önüne sermesi açısından göz ardı edilmemelidir.

224


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

Ş. Uslu, T. Ayaşlıgil

Çizelge 2 İstanbul İli ilçelerine göre mesire yerleri ve alansal (ha) dağılımları [16] (İÇOlM 2005). İlçe

Adalar

Beykoz Kartal Şile Tuzla Ümraniye Çatalca

Eyüp İstanbul Avrupa Yakası

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37

İstanbul Anadolu Yakası

Sıra İl No

Gazi osman paşa

Sarıyer

Şişli

Mesire Yeri Adı

Alanı (Ha.)

Karacabey-Büyükada Dilburnu Değirmen Burnu Elmasburnu (Riva) Kaymakdonduran Mihrabat Korusu Göztepe Aydos-Yakacık Sazakçeşme Avcıkoru Hacet Deresi Taşdelen M.Fevzi Çakmak İnceğiz Çilingoz Azizpaşa Binbaşı Çeşmesi Ayvat Bendi Kurt Kemeri Fatih Çeşmesi Göktürk Göleti Arnavutköy Tayakadın İmrahor Habibler-Cebeci Gazi Mahallesi Kayabaşı-Şamlar Kömürcübent M.Akif Ersoy F.Rıfkı Atay Kirazlıbent Neşetsuyu Bentler (Valide Sultan) Irmak Marmaracık Fatih Çocuk Ormanı Fatih Ormanı

3,2 7 10 10 65 20 40 662 50 652 17,5 80 132 10 25 50 5 56 6,5 42 56 102 16 25 37 78,5 335 3 25 18 13 76 15 13 10 115 40

yerleri sayı bakımından daha fazla, alan bakımından ise daha az iken, Anadolu Yakası’ndaki mesire yerleri tam tersi bir durum söz konusudur. İstanbul İli mesire yerlerinin konum itibariyle dağılımlarına bakıldığında, Avrupa Yakası’ndaki mesire yerlerinin, genellikle yarımadanın kuzey bölümlerindeki yerleşim alanlarının yoğunluk göstermediği İstanbul Boğazı’nın hinterlandında ve birbirlerine yakın mesafelerde konumlandıkları görülmektedir. Anadolu Yakası’ndaki mesire yerlerinin ise, dağılım bakımından daha eşit bir dağılım sergiledikleri ve birbirlerinden daha uzak mesafelerde konumlandıkları görülmektedir. İstanbul İli ilçelerine göre mesire yerlerinin alansal dağılımına bakıldığında, 702 ha ile Şile, 662 ha ile Kartal ve 593,5 ha ile Gaziosmanpaşa ilçelerinin en büyük paya sahip olduğu görülmektedir. Bunları 215,5 ha ile Eyüp, 173 ha ile Sarıyer, 167,5 ha ile Çatalca, 155 ha ile Şişli, 135 ha ile Beykoz, 80 ha ile Ümraniye, 20,2 ha ile Adalar ve 17,5 ha ile Tuzla takip etmektedir [17] (Çevre ve Orman Bakanlığı, 2004). Örnek Alanların “Kent Ormanı Kriterleri”ne Uygunluğunun Saptanması

İstanbul İli’nde mülkiyeti, İstanbul Çevre ve Orman İl Müdürlüğü’ne bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar Şube Müdürlüğü’ne ait 37 mesire yeri bulunmaktadır. Bunların 25’i Avrupa, 12’si de Anadolu Yakası’ndadır. Ancak Avrupa ve Anadolu Yakası’ndaki mesire yerlerinin alansal dağılımında ise, tam tersi bir durum görülmektedir. Mesire yerlerinin 1304,5 ha’ı yani % 44,6’sı Avrupa Yakası’nda yer alırken, 1616,7 ha’ı yani % 55,4’ü Anadolu Yakası’nda yer almaktadır. Sonuç olarak, Avrupa Yakası’ndaki mesire

Orman karakterine sahip olan bir alanın, kent ormanı olarak nitelendirilebilmesi için, bazı ana kriterlere uygunluk göstermesi gerektiği belirtilmektedir: • Kent merkezine uzaklık: Kent içinde veya yakın çevresinde bulunması gereklidir. Kent merkezine en fazla 50 km uzaklıkta olmalıdır. • Alansal büyüklük: Alan büyüklüğünün en az 10 ha olmalıdır. • Ulaşım: Özel ve/veya toplu taşıma araçlarıyla kolaylıkla ulaşılabilir olmalıdır.

225


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

İstanbul İli mesire yerleri, yukarıda ana hatlarıyla verilmiş evrensel kabullere uygunluk göstermelerine göre aşağıda incelenmiştir. Kent Ormanı Kriterlerine Uygun Olmayan Örnek Alanlar Avrupa Yakası’nda Çilingoz, İnceğiz, Fevzi Çakmak, Tayakadın, İmrahor, Arnavutköy ve Kayabaşı-Şamlar ve Anadolu Yakası’nda Değirmenburnu, Bilburnu, Karacabey-Büyükada, Avcıkoru ve Hacet Deresi mesire yerlerinin kent merkezine olan mesafeleri 50 km’den fazla olduğu için kent ormanı niteliğinde değildir. Avrupa Yakası’nda yer alan, Kömürcübent, Kurtkemeri ve Binbaşı Çeşmesi mesire yerleri ise, alan büyüklükleri bakımından 10 ha’dan az alana sahip oldukları için kent ormanı karakteri gösterememektedir. Kent merkezine uzaklık ve alansal büyüklük kriterlerine uygunluk göstermeyen isimlerini yukarıda saymış olduğumuz bu mesire yerleri, kent ormanı olmaya uygun olmadıkları için araştırmanın geriye kalan diğer bölümlerinde değerlendirilmemişlerdir. Kent Ormanı Kriterlerine Uygun Olan Mesire Yerleri

ve Orman İl Müdürlüğü 2005 yılı raporlarından elde edilen veriler ve detaylı bir şekilde anlatılan, “Kent Ormanlarının Rekreasyonel Amaçlı Kullanım Olanakları” doğrultusunda, yukarıda isimlerini saydığımız mesire yerlerine yönelik rekreasyonel ve fonksiyonel amaçlı kullanım önerileri getirilmiştir. Kent ormanı niteliğine sahip oldukları tespit edilen bu mesire yerleri, İstanbul İli Avrupa ve Anadolu Yakası’ndaki dağılımlarına göre tek tek irdelenmiştir: Ayvat Bendi Mesire Yeri İlçe: Eyüp Mevkii: Kurtkemeri, Ayvat Bendi,Sarıyer Alanı: 56 ha Kapasite (kişi/gün): 10000 Bitki Örtüsü: Bitki örtüsünü meşe, kayın ve diğer yapraklı türler oluşturmaktadır. Ulaşım: Bahçeköy- Kemerburgaz ve Kurtkemeri yolundan özel araçla ulaşılabilir. Mevcut Rekreasyonel Günübirlik piknik alanıdır.

Kullanım:

Öneriler: Bitki örtüsü, yaban hayatı, gölet ve içme suyu kaynağı, manzara ve görsel kapasite gibi doğal ve estetik değerler bakımından zengindir.

İstanbul İli’nin Avrupa Yakası’nda yer alan Ayvat Bendi, Azizpaşa, Bentler (Valide Sultan), Fatih Çeşmesi, Fatih Ormanı, F. Rıfkı Atay, Gazi Mahallesi, Göktürk Göleti, Habibler-Cebeci, Irmak, Kirazlıbent, Marmaracık, M. Akif Ersoy ve Neşetsuyu mesire yerleri ve Anadolu Yakası’nda bulunan Aydos-Yakacık, Elmasburnu, Göztepe, Kaymakdonduran, Mihrabat, Sazakçeşme ve Taşdelen mesire yerleri kent merkezine uzaklık, ulaşım ve alansal büyüklük bakımlarından kent ormanı kriterlerine uygunluk göstermektedir.

Ayvat Bendi mesire yeri, yüksek orman rekreasyonu potansiyeline sahiptir. Bu nedenle mesire yerinde, rekreasyon fonksiyonu ön planda tutularak, mevcut piknik alanının yanısıra “rekreasyon alanı” düzenlenmesi yerinde olacaktır.

Araştırmanın bu bölümünde, İstanbul Çevre

Bitki Örtüsü: Alanın bitki örtüsü saf meşe,

Azizpaşa Mesire Yeri İlçe: Eyüp Mevkii: Azizpaşa Alanı: 50 ha Kapasite (kişi/gün): 13000

226


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

ve meşe ile karışık ağaçlardan oluşmaktadır.

Ş. Uslu, T. Ayaşlıgil

diğer

yapraklı

Ulaşım: Şişli-Kağıthane-Kemerburgaz yolu, Şişli-Cendere yolu, Eyüp-KemerburgazCendere yolu ile ulaşılabilmektedir. Belgrat Ormanı’na 12 km mesafededir. Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Alan, günübirlik piknik, yürüyüş ve dinlenme amaçlı kullanılmaktadır. Öneriler: Azizpaşa mesire yeri, bitki örtüsü, yaban hayatı, manzara ve görsel kapasite gibi doğal ve estetik değerler bakımından zengin rekreasyon potansiyeline sahiptir. Sahip olduğu zengin rekreasyon potansiyeli, kent merkezine yakınlığı, ulaşılabilirliği ve alansal büyüklüğü dikkate alınarak mesire yerinde, “kent parkı, hayvanat bahçesi ve botanik bahçesi” gibi rekreasyonel amaçlı kullanım alanlarından birine yer verilmesi uygun olacaktır. Bentler (Valide Sultan) Mesire Yeri İlçe: Sarıyer Mevkii: Bentler Alanı: 15 ha Kapasite (kişi/gün): 4000 Bitki Örtüsü: Alanın bitki örtüsünü, meşe, kayın, karaçam başta olmak üzere diğer yapraklı ve ibreli türler oluşturmaktadır.

piknik alanı olarak kullanımına devam edilmesi uygun olacaktır. Fatih Çeşmesi Mesire Yeri İlçe: Eyüp Mevkii: Bahçeköy, Kuzgundere Alanı: 42 ha, Kapasite (kişi/gün): 8500 Bitki Örtüsü: Bitki örtüsü olarak meşe, gürgen ve diğer yapraklı türler hakimdir. Ulaşım: Alan Bahçeköy-Kemerburgaz yolu üzerinde yer almaktadır. Bahçeköy’e 5 km, Kemerburgaz’a 6 km mesafededir. Mevcut Rekreasyonel Kullanım: piknik amaçlı kullanılmaktadır.

Alan

Öneriler: Bitki örtüsü çeşitliliği, içme suyu kaynağı, manzara ve görsel kapasite zenginliği gibi doğal ve estetik değerlere sahip olan Fatih Çeşmesi mesire yerinin orman rekreasyonu potansiyeli oldukça yüksektir. Rekreasyon fonksiyonu ön planda tutulması gereken mesire yerinde, alan büyüklüğü de dikkate alınarak, mevcut piknik alanının yanı sıra “rekreasyon alanı” düzenlenmesi doğru olacaktır. Fatih Ormanı Mesire Yeri

Ulaşım: Beşiktaş, Taksim, Mecidiyeköy ve Sarıyer’den toplutaşımayla ulaşılmaktadır.

İlçe: Şişli Mevkii: Fatih Ormanı Alanı: 40 ha Kapasite (kişi/gün): 8000

Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Tarihi bentleri bünyesinde bulunduran bu alan günübirlik piknik amaçlı kullanılmaktadır.

Bitki Örtüsü: Alanın bitki örtüsünü, gürgen, meşe ve diğer yapraklı türler oluşturmaktadır.

Öneriler: Bentler mesire yeri bitki örtüsü çeşitliliği, gölet, akarsu ve içme suyu kaynağı, manzara ve görsel kapasite gibi zengin, potansiyel ve estetik rekreasyonel kaynak değerlerine sahiptir. Bu bağlamda, orman rekreasyonu potansiyeli yüksek olan mesire yerinin mevcut durumunun korunup,

Ulaşım: Alan Taksim-Sarıyer güzergahında Kilyos-Bahçeköy yolu üzerindedir. Taksim’e 18 km, Tarabya ve Büyükdere’ye 3 km, Ayazağa’ya 4 km uzaklıktadır. Fatih Ormanı’na özel araçlarla ulaşılabilmektedir. Mevcut Rekreasyonel Kullanım:

227


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

Günübirlik piknik alanıdır. Öneriler: Bitki örtüsü, görsel kapasite ve içme suyu kaynağı gibi doğal ve estetik kaynak değerleri bakımından zengin olan bu mesire yeri, yüksek orman rekreasyonu potansiyeline sahiptir. Bu anlamda mesire yerinin mevcut durumunun korunup, piknik alanı olarak kullanımına devam edilmesi uygun olacaktır. Falih Rıfkı Atay Mesire Yeri İlçe: Sarıyer Mevkii: Bahçeköy, Köyyeri Alanı: 18 ha Kapasite (kişi/gün): 4000 Bitki Örtüsü: Alanın bitki örtüsünü, meşe, gürgen başta olmak üzere yapraklı türler oluşturmaktadır.

Ulaşım: Alana TEM yolu-Gazi Mahallesi bağlantı yolu ile ulaşılmaktadır. Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Alan piknik, kamp ve gezi için kullanılmaktadır. Öneriler: Bitki örtüsü, yaban hayatı, gölet ve içme suyu kaynağı, manzara ve görsel kapasite gibi doğal ve estetik değerler bakımından zengin bir görünüme sahip olan bu mesire yerinin, rekreasyon potansiyeli oldukça yüksektir. Sahip olduğu potansiyel doğal ve estetik değerleri, kent merkezine yakınlığı, alan büyüklüğü ve düz ve az eğimli arazi yapısı göz önünde bulundurularak mesire yerinde, “kent parkı ve golf alanı” gibi rekreasyonel amaçlı kullanım alanlarından birisine yer verilmesi uygun olacaktır. Göktürk Göleti Mesire Yeri

Ulaşım: Beşiktaş, Taksim, Mecidiyeköy ve Sarıyer’den toplu taşıma araçlarıyla ulaşılmaktadır. Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Dinlenme ve piknik amaçlı kullanılmaktadır.

İlçe: Eyüp Mevkii: Göktürk Köyü Göleti Alanı: 56 ha Kapasite (kişi/gün): 11000

Öneriler: Belgrad Ormanı’nda Bentler (Valide Sultan) mesire yerinin hemen yanında yer alan Falih Rıfkı Atay mesire yeri, sahip olduğu doğal kaynak değerleri ve rekreasyon potansiyeli özellikleri bakımından Bentler mesire yeri ile benzerlik göstermektedir. Orman rekreasyonu potansiyeli yüksek olan bu mesire yerinde de, mevcut piknik amaçlı rekreasyonel kullanımın sürdürülmesi yerinde olacaktır.

Bitki Örtüsü: Alan Orman niteliğindedir. Bitki varlığını saf meşe ormanı oluşturmaktadır.

Gazi Mahallesi Mesire Yeri

Öneriler: Gazi Mahallesi mesire yeri ile benzer rekreasyon potansiyeli özellikleri taşıyan bu mesire yerinde de, “kent parkı ve golf alanı” gibi rekreasyonel amaçlı kullanım alanları tesis edilmesi uygun olacaktır .

İlçe: Gaziosmanpaşa Mevkii: Gazi Mahallesi Alanı: 78,5 ha Kapasite (kişi/gün): 11000

Ulaşım: Kemerburgaz-Tayakadın yolu üzerinden özel araçlarla ulaşılabilmektedir. Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Saha dinlenme ve piknik alanı olarak kullanılmaktadır.

Habibler-Cebeci Mesire Yeri Bitki Örtüsü: Bitki örtüsünü ibreli türler oluşturmaktadır. Karaçam, sahil çamı, fıstık çamı ve kızılçam en önemli ağaç türleridir.

İlçe: Gaziosmanpaşa Mevkii: Habibler, Cebeci

228


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

Ş. Uslu, T. Ayaşlıgil

Alanı: 37 ha Kapasite (kişi/gün): 7500 Bitki Örtüsü: Bitki varlığını yoğunlukla fıstık çamı ve karaçam oluşturmaktadır.

İlçe: Sarıyer Mevkii: Bahçeköy, Kirazlıbent Alanı: 13 ha Kapasite (kişi/gün): 2600

Ulaşım: Alan Edirnekapı-Arnavutköy yolu üzerinde, Habibler girişinde olup, özel ve toplu taşım araçlarıyla ulaşılabilmektedir.

Bitki Örtüsü: Alanın bitki örtüsünü, meşe, gürgen başta olmak üzere yapraklı türler oluşturmaktadır.

Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Alan piknik ve gezi amaçlı kullanılmaktadır.

Ulaşım: Bahçeköy-Kemerburgaz yolu üzerinde yer almaktadır. Alana özel araçlar ile ulaşılabilmektedir.

Öneriler: Alan zengin doğal ve görsel kaynak değerlerine ve rekreasyon potansiyeline sahip değildir. Ormanın kent iklimini iyileştirme, toprak-su ve doğa koruma gibi ekolojik fonksiyonlarının ön planda tutulması yerinde olacaktır. Mesire yerinin korunarak, sürekliliğini sağlayacak önlemler alınmalıdır. Irmak Mesire Yeri İlçe: Sarıyer Mevkii: Bahçeköy, Kemerburgaz Alanı: 13 ha Kapasite (kişi/gün): 2000

Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Alan günübirlik piknik amaçlı kullanılmaktadır. Öneriler: Kirazlıbent mesire alanı, Irmak mesire yeri ile yan yanadır. Irmak mesire yeri ile aynı doğal kaynak ve rekreasyon potansiyeline sahip olan bu mesire yerinin de mevcut durumunun korunup, piknik alanı olarak kullanılması uygundur. Marmaracık Mesire Yeri

Bitki Örtüsü: Alanın veyetasyonunu, meşe, gürgen başta olmak üzere yapraklı türler oluşturmaktadır. Ulaşım: Bahçeköy-Kemerburgaz yolu üzerinde yer almaktadır. Alana özel araçlar ile ulaşılabilmektedir. Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Alan günübirlik piknik amaçlı kullanılmaktadır. Öneriler: Bitki örtüsü ve çeşitliliği, akarsu ve içme suyu kaynak değerlerine sahip olması nedeniyle, yüksek orman rekreasyonu potansiyeli sergileyen Irmak mesire yerinin mevcut durumunun korunup, piknik alanı olarak kullanımına devam edilmesi uygun olacaktır.

İlçe: Sarıyer Mevkii:RumelifeneriKöyü Marmaracık Koyu Alanı: 10 ha Kapasite (kişi/gün): 2000 Bitki Örtüsü: Bitki varlığı olarak meşe ve karaçam türleri bulunmaktadır. Alanın genele maki formasyonu hakimdir. Ulaşım: Rumelifeneri yolu üzerindedir. Alana özel araçlarla ulaşılabilmektedir. Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Saha piknik ve gezi amaçlı kullanılmaktadır. Öneriler: Marmaracık mesire yeri, bitki örtüsü çeşitliliği, deniz ve plaj sahası ve yüksek görsel kapasite gibi zengin doğal ve estetik kaynak değerlerine sahiptir. Bu mesire yerinde, “motel, tatil köyü ve kamp alanı” gibi turizm ve konaklama alanları tesis edilmesi uygun olacaktır.

Kirazlıbent Mesire Yeri 229


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

mesire yerinin, sahip olduğu alan büyüklüğü de dikkate alınarak, mevcut piknik alanın kullanımına devam edilmelidir.

Mehmet Akif Ersoy Mesire Yeri İlçe: Sarıyer Mevkii: Bahçeköy, Kemeraltı Alanı: 25 ha Kapasite (kişi/gün): 5000

İstanbul İli’nin Avrupa Yakası’ndaki Kent Ormanı Niteliğine Sahip Mesire Yerleri

Bitki Örtüsü: Alanın bitki örtüsünde, meşe başta olmak üzere yapraklı türler hakimdir.

Aydos-Yakacık Mesire Yeri

Ulaşım: Çayırbaşı-Bahçeköy yolu üzerinde yer almaktadır. Alana özel ve toplu taşıma araçları ile ulaşılabilmektedir.

İlçe: Kartal Mevkii: Aydos, Hıdıroğlu Çeşmesi Alanı: 662 ha Kapasite (kişi/gün): 31500

Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Alan piknik ve kamp amaçlı kullanılmaktadır.

Bitki Örtüsü: Bitki örtüsü olarak sahil çamı ağırlıklı ibreliler mevcuttur.

Öneriler: Bitki örtüsü, içme suyu kaynağı, manzara ve görsel kapasite gibi doğal ve estetik değerler bakımından zengin olan bu mesire yeri, yüksek orman rekreasyonu potansiyeli sergilemektedir. Bu mesire yerinin mevcut durumunun korunup, piknik ve kamp alanı olarak kullanımına devam edilmesi doğru olacaktır.

Ulaşım: Samandra yakınında olan bu alan İstanbul’a 35 km mesafededir. Mesire yerine Kartal’dan toplu taşıma araçları ile ulaşılabilmektedir.

Neşetsuyu Mesire Yeri İlçe: Sarıyer Mevkii: Bahçeköy Alanı: 76 ha Kapasite (kişi/gün): 15000 Bitki Örtüsü: Alanın bitki örtüsünü, meşe, kayın, gürgen başta olmak üzere yapraklı türler oluşturmaktadır.

Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Alan piknik amaçlı kullanılmaktadır. Öneriler: Bitki örtüsü, yaban hayatı, gölet ve içme suyu kaynağı, manzara ve görsel kapasite gibi doğal ve estetik kaynaklar bakımından zengin bir görünüm sergileyen bu mesire yeri, yüksek rekreasyon potansiyeline sahiptir. Sahip olduğu alansal büyüklüğü ve düz ve az eğimli arazi yapısı dikkate alınarak mesire yerinde, rekreasyonel amaçlı kullanım alanı olarak “Bölge Parkı” planlanması uygun olacaktır. Elmasburnu Mesire Yeri

Ulaşım: Alana ulaşılabilmektedir.

özel

araçla

Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Alan dinlenme ve piknik amaçlı kullanılmaktadır. Ayrıca içerisinde “Sağlıklı Yaşam Yürüyüş ve Koşu Parkuru” yer almaktadır. Öneriler: Belgrad Ormanı’nda, Bentler mesire yerinin hemen bitişiğinde yer alan Neşetsuyu mesire yeri de yüksek orman rekreasyonu potansiyeli sergilemektedir. Bu

İlçe: Beykoz Mevkii: Kanlıca, Elmasburnu Alanı: 10 ha Kapasite (kişi/gün): 1600 Bitki Örtüsü: Üst yapıda yapraklı-ibreli karışık orman, alt yapıda ise yer yer çalı formasyonu bulunmaktadır. En çok yer alan ağaç türü sahil çamıdır. Ulaşım: Alan Beykoz’a 18 km mesafede

230


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

Ş. Uslu, T. Ayaşlıgil

olup, alana toplutaşımla ulaşılabilmektedir. Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Alanda piknik ve kamp etkinlikleri yapılmaktadır. Öneriler: Alan bitki örtüsünün varlığı, denizi ve plaj alanıyla doğal peyzaj ve kaynak değerleri bakımından zengin bir potansiyele sahiptir. Bu mesire yerinin kullanımında alınacak kararlar doğa koruma öncelikli olmalıdır. Ancak alanın yüksek rekreasyon potansiyelinden dolayı, alana doğa koruma ön planda tutularak günübirlik turizm fonksiyonu verilebilir. Göztepe Mesire Yeri İlçe: Beykoz Mevkii: Çavuşbaşı Alanı: 40 ha Kapasite (kişi/gün): 7000 Bitki Örtüsü: Alan ibreli ve yapraklı türlerin oluşturduğu karışık orman niteliğindedir. Alt florada çalı formasyonları yer almaktadır.

ve gürgen ağaçları oluşturmaktadır. Alt flora elemanı olarak ise, yer yer çalı formasyonu yer almaktadır. Ulaşım: Alana Beykoz’a gelen bütün toplu taşıma araçlarıyla ulaşılabilmektedir. Ayrıca motor seferleri ile deniz yolu ulaşımı mevcuttur. Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Alan piknik alanı olarak hizmet vermektedir. Öneriler: Kaymakdonduran mesire yeri, bitki örtüsü, yaban hayatı, manzara ve görsel kapasite gibi doğal ve estetik değerler bakımından zengin rekreasyon potansiyeline sahiptir. Sahip olduğu zengin rekreasyon potansiyeli, kent merkezine yakınlığı, ulaşım kolaylığı ve alan büyüklüğü dikkate alınarak mesire yerinde, “Kent Parkı, Hayvanat Bahçesi ve Botanik Bahçesi” gibi rekreasyonel amaçlı kullanım alanlarından birisine yer verilmesi yerinde olacaktır. Mihrabat Mesire Yeri

Ulaşım: Alana TEM yolu-Beykoz bağlantı yolu ile ulaşılmaktadır. Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Günübirlik piknik ve dinlenme amaçlı kullanılmaktadır. Öneriler: Alan doğal kaynak ve rekreasyon bakımından önemli bir potansiyele sahip değildir. Bu mesire yeri bir yeşil alan olarak kentte üstlendiği bölümleme ve sınırlandırma görevleri ve biyoklimatik fonksiyonu bakımından korunmalı ve sürekliliği sağlanmalıdır. Kaymakdonduran Mesire Yeri

İlçe: Beykoz Mevkii: Kanlıca, Mihrabat Ormanı Alanı: 20 ha Kapasite (kişi/gün): 2000 Bitki Örtüsü: Alan orman niteliğindedir. Ormanın bitki örtüsünü fıstık çamı, servi, ıhlamur, çınar, defne, meşe gibi türler oluşturmaktadır. Ayrıca otsu bitkiler bakımından oldukça zengin bir alandır. Ulaşım: Alanın Anadolu yakasındaki sahil yolunda bulunan Kanlıca semtinde giriş kapısı bulunduğundan ulaşımı son derece kolaydır. Beykoz’a giden bütün araçlar ile alana ulaşılabilmektedir.

İlçe: Beykoz Mevkii: Kaymakdonduran Alanı: 65 ha Kapasite (kişi/gün): 7000

Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Alan günübirlik piknik ve dinlenme amaçlı kullanılmaktadır.

Bitki Örtüsü: Alanın bitki örtüsünü kestane

Öneriler: Bitki örtüsü, manzara ve görsel

231


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

kapasite gibi doğal ve estetik değerler bakımından oldukça zengin olan Mihrabat mesire yeri, yüksek rekreasyon potansiyeline sahiptir. Bu nedenle mesire yerinde, rekreasyon fonksiyonu ön planda tutularak, mevcut piknik alanının yanı sıra “rekreasyon alanı” düzenlenmesi yerinde olacaktır.

oluşturan başlıca türler, gürgen ve meşedir.

Sazakçeşme Mesire Yeri

Öneriler: Taşdelen mesire yeri, zengin doğal ve estetik kaynak değerlerine ve yüksek rekreasyon potansiyeline sahip değildir. Bu nedenle mesire yerinin, kentsel mekanları sınırlandırma, kentsel mekanlar arasında tampon bölge oluşturma, kentsel mekanlar ile kent dışı doğal alanlar arasında organik bağlantı kurma, kentsel mekanlara estetik kazandırma, kent iklimini iyileştirme ve hava kirliliğini azaltma gibi fonksiyonları ile toprak-su kaynaklarını ve biyolojik çeşitliliği koruma gibi ekolojik fonksiyonlarının ön planda tutulması doğru olacaktır. Bu bağlamda, mesire yerinin korunarak sürekliliğinin sağlanması uygun olacaktır.

İlçe: Şile Mevkii: Sazakçeşme Alanı: 50 ha Kapasite (kişi/gün): 10000 Bitki Örtüsü: Alanın orman niteliğindeki bitki örtüsü çoğunlukla iğne yapraklı türlerden oluşmaktadır. En önemli türler, karaçam, kızılçam ve fıstık çamıdır. Ulaşım: Alana Şile-Üsküdar bağlantı yolundan özel araçlarla ulaşılabilmektedir. Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Alanın mevcut kullanımı dinlenme ve günübirlik piknik amaçlıdır.

Ulaşım: Alana Ümraniye, Üsküdar ve Kadıköy ilçelerinden toplu taşıma araçlarıyla ulaşmak mümkündür. Mevcut Rekreasyonel Kullanım: Alan günübirlik piknik amaçlı kullanılmaktadır.

5. SONUÇLAR VE ÖNERİLER Öneriler: Doğal ve estetik değerler bakımından zengin olmayan, yüksek rekreasyon potansiyeli sergilemeyen ve orman vasfına sahip olan Sazakçeşme mesire yerinin yerleşim alanlarını bölümleme ve sınırlandırma, yerleşim alanları arasında tampon bölge oluşturma, kent iklimini iyileştirme, hava kirliliğini azaltma ve biyolojik çeşitliliği koruma gibi fonksiyonları ön planda tutularak sürekliliğinin sağlanması en doğrusu olacaktır. Taşdelen Mesire Yeri İlçe: Ümraniye Mevkii: Taşdelen Alanı: 80 ha Kapasite (kişi/gün): 16000 Bitki

Örtüsü:

Alanın

bitki

örtüsünü

Kavram ve tanımlar bakımından Bu tez kapsamında, değişik kaynak ve kişiler tarafından kent ormanı ve kent ormancılığı kavramlarına yönelik tanımlar doğrultusunda şu sonuçlara varılmıştır: • Kent ormanı ve kent ormancılığı, farklı kavramlardır, birbiriyle karıştırılmamalıdır. Kent ormancılığı, kent içi ve yakın çevresinde doğal olarak bulunan veya yapay olarak tesis edilmiş ağaç, ağaç grupları ve orman alanlarının, kamu yararına uygun olarak planlama, tasarım, tesis, koruma ve yönetim işlemlerini gerçekleştiren özel bir ormancılık disiplinidir. Kent

232

ormanı

ise,

kent

içi

ve

yakın


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

Ş. Uslu, T. Ayaşlıgil

çevresinde doğal olarak bulunan veya yapay olarak tesis edilmiş, kentsel yapıya estetik ve işlevsel katkılar sağlayan, kent insanına rekreatif olanaklar sunabilen ve kısa mesafede ulaşılabilen alanlardır. • Kent ormancılığı, planlama, tasarım, koruma ve yönetim bakımından genel ormancılık disiplininden geliştirilmiş özel bir ormancılık disiplinidir. • Kent ormancılığı, ormancılık disiplininin tüm genel özelliklerini içinde barındırır. • Kent ormanlarının, kent makroformuna açık hava rekreasyon fonksiyonu vardır. • Kent ormanı, kente estetik ve işlevsel katkı sağlama, kent ormanının ön plana çıkan diğer kuruluş amaçlarındandır. • Kent ormanı, kent yakın çevresinde yer alan ama kent içindeki bir çok yeşil alanın kentte üstlendiği ödev ve fonksiyonları barındıran bir rekreasyon alanıdır. Yasa ve yönetmelikler bakımından • Kent ormanı kavramının hukuksal boyutu incelendiğinde, ilgili yasa ve yönetmeliklerde yer almadığı görülmektedir. Dolayısıyla, kent ormanı kavramının yasal bir tanımı, kapsamı ve yasal statüsü bulunmamaktadır. Bu bağlamda, kent ormanı kavramının bir an önce ilgili yasa ve yönetmelikte yasal statüsü ortaya konmalıdır. • Kent ormanlarının yasal mevzuatı ve yönetimi, Orman ve Çevre Bakanlığı ile il ve ilçe belediyelerinin ortaklaşa yapacakları çalışmalar doğrultusunda belirlenmelidir. • Bu bağlamda, kent insanının doğal ormanlar üzerindeki özellikle rekreasyonel amaçlı kullanımlarından kaynaklanan baskının azaltılması, kent içerisindeki açık ve yeşil alan miktarının artırılması ve kent halkının ruhsal ve bedensel yenilenme

ihtiyacını giderebilmesi amacıyla, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülen “Her İlde Bir Kent Ormanı” projesi desteklenmeli ve geliştirilmelidir. • Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülen proje doğrultusunda tesis edilen bu kent ormanları, özellikle nüfus ve kentleşme bakımından diğer illere oranla daha fazla gelişmişlik arz eden İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük illerimiz için sayıca ve erişebilirlik bakımından eksik ve yetersizdir. • Özellikle gelişmiş illerimizde nüfus yoğunluğu, ulaşım sorunu ve açık ve yeşil alan yetersizliği gibi kentsel sorunlar dikkate alınmalı ve yeni kent ormanı projelerine öncelikle yer verilmelidir. Kent ormanlarının önemi ve özellikleri bakımından • Aşırı nüfus yoğunluğu, hava kirliliği, gürültü ve plansız yapılaşma gibi olumsuz faktörler nedeniyle kent peyzajı ve mekanlarının bozulması ve etkisini yitirmesi, artan rekreasyonel istekler nedeniyle mevcut kentsel yeşil alanların yetersiz kalması ve kent insanının doğaya ve yeşile daha yakın olma istemi gibi sebepler kent insanının kent ormanlarına olan ilgisini ve kent ormanlarının kent ve kent insanı için ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymaktadır. • Kent ormanının sahip olması gereken özellik ve kriterler bakımından, orman karakterine sahip olması, kent merkezine uzaklığının en fazla 50 km olması, alan büyüklüğünün en az 10 ha olması, kentin fiziksel yapısına, ekolojisine ve peyzajına estetik ve işlevsel açıdan katkı sağlaması, özel ve toplu taşıma araçlarıyla kolaylıkla ulaşılabilecek mesafede olması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

233


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

Kent ormanlarının fonksiyon ve işlevleri bakımından Kent ormanlarının rekreasyon fonksiyonunun yanı sıra, • şehircilik açısından kentsel mekanları sınırlama, • kentsel mekanlar arasında tampon bölge oluşturma, • kentsel mekanlar ile kent dışı doğal alanlar arasında organik bağlantı kurma, • kentsel mekanları biçimlendirme ve estetik kazandırma, • kent iklimi açısından kentin iklim koşullarını düzenleme ve iyileştirme, • kent içerisindeki hava sirkülasyonunu düzenleme, kentin hava kirliliğini azaltma ve temiz hava sağlama, • psikolojik ve ruh sağlığı açısından kent insanına doğa ile temas etme ve • mevsimlere göre doğadaki değişiklikleri gözlemleme olanağı ile • mutluluk ve huzur duyguları verme, • ekolojik açıdan biyolojik çeşitliliği, • toprak ve göl, gölet, akarsu gibi su kaynaklarını koruma, • toplumsal açıdan kent insanlarını bir araya getirme, insan ilişkilerini geliştirme ve toplumsal iletişime katkı sağlama gibi bir çok katkı ve işlevlere sahip olduğu görülmektedir. • Kent ormanlarının öncelikli işlevi kent insanına rekreatif imkanlar sunmaktır. Bu bağlamda, bir kent ormanında konumu, büyüklüğü, ulaşım durumu ve sergilemiş olduğu rekreasyon potansiyeli kriterleri dikkate alınmak şartıyla, oyun ve spor alanı, kent ve bölge parkı, hayvanat ve botanik bahçesi, arboretum, rekreasyon alanı, piknik ve kamp alanı, motel ve tatil köyü gibi bir çok rekreasyonel amaçlı kullanım alanının tesis edilebilebilir. Kent ormanlarını planlama yaklaşımı bakımından • Kent ormanlarında gerçekleştirilecek olan rekreasyonel amaçlı kullanım

alanlarının planlama, tasarım ve uygulamaları orman mühendisleri, peyzaj mimarları, şehir plancıları, jeoloji mühendisleri ve ilgili diğer meslek temsilcilerinin yer aldığı uzman bir kadro tarafından ortaya konulacak ortak çalışmalar sonucu yapılmalıdır. • Kent ormanlarında gerçekleştirilecek olan rekreasyon planlama çalışmalarında göz önünde bulundurulması gereken en önemli husus, doğal çevrenin sürekliliğinin korunması olmalıdır. Planlamadaki ana amaç, ekolojik denge ve peyzajın genel görünümünde kabul edilemez bir değişme olmaksızın, rekreasyonel etkinliklerin sürdürülebilirliği ve kullanıcıların doğa ile iç içe olmalarını sağlayarak, ruhsal ve bedensel yenilenme ihtiyaçlarını gidermek olmalıdır. • Kent ormanlarını planlama süreci ve çalışmaları, evrensel standartlar dikkate alınarak yeşil alanların alan kullanımları, fonksiyonları, donatıları ve planlama kriterleri dikkate alınarak yürütülmelidir. • Kent bütününe hizmet edeceği düşünülerek kent ormanlarının, çekim gücünün oluşturulması ve artırılması amacıyla, fonksiyonlarında çeşitlilik oluşturularak değişik yaş gruplarına hitap etmesi sağlanmalıdır. • Ülkemizdeki kent ormanı planlama ve uygulama çalışmalarına yön vermesi ve yol göstermesi açısından, yabancı ülkelerdeki kent ormanı örnekleri incelenerek deneyim edinilmelidir. • Kent ormanlarında rekreasyon planlama ve uygulama çalışmaları sonucunda ortaya konulan rekreasyonel amaçlı kullanım alanlarının rekreasyonel kaynaklarının ve rekreasyon potansiyellerinin korunarak kullanılması ve sürekliliğinin sağlanması için “Black Country Kent Ormanı” örneğinde olduğu gibi bir yönetim komisyonu oluşturulması faydalı

234


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

Ş. Uslu, T. Ayaşlıgil

Fatih Ormanı, F. Rıfkı Atay, Irmak, Kirazlıbent ve M. Akif Ersoy mesire yerlerinin piknik alanı olarak kullanımlarına devam edilmesinin,

olacaktır. Örnek alan irdeleme sonuçları “İstanbul İli Örneğinde Rekreasyonel Amaçlı Kullanılan Kent Ormanı İrdelemeleri” kapsamında yapılan örnek alan değerlendirmeleri doğrultusunda şu sonuçlara varılmıştır: • Örnek irdeleme alanı olarak belirlenen, İstanbul İli mesire yerlerinin alansal olarak Türkiye genelindeki mesire yerlerinin yaklaşık olarak %20’sini, İstanbul İli’nin yeşil alan miktarının ise, yaklaşık olarak %25’ini oluşturmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, İstanbul İli mesire yerlerinin İstanbul halkının rekreasyonel gereksinimlerini karşılama konusunda ne kadar önemli bir yere sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. • Mesire yerlerinin genellikle piknik amaçlı rekreasyonel kullanıma hizmet ettikleri görülmüştür. • Mesire yerlerine uygulanan, kent ormanı kriterlerine uygunluk saptaması sonucunda, Çilingoz, İnceğiz, M. Fevzi Çakmak, Tayakadın, İmrahor, Arnavutköy, Kayabaşı-Şamlar, Değirmenburnu, Bilburnu, Karacabey- Büyükada, Avcıkoru ve Hacet Deresi mesire yerlerinin kent ormanı kriterlerine uygunluk göstermedikleri tespit edilmiştir. • Geriye kalan Ayvat Bendi, Azizpaşa, Bentler (Valide Sultan), Fatih Çeşmesi, Fatih Ormanı, F. Rıfkı Atay, Gazi Mahallesi, Göktürk Göleti, Habibler-Cebeci, Irmak, Kirazlıbent, Marmaracık, M. Akif Ersoy, Neşetsuyu, Aydos-Yakacık, Elmasburnu, Göztepe, Kaymakdonduran, Mihrabat, Sazakçeşme ve Taşdelen mesire yerlerinin ise, kent ormanı kriterlerine uygunluk gösterdikleri görülmüştür. • Kent ormanı kriterlerine uygunluk gösteren mesire yerlerinden Bentler (Valide Sultan),

• Ayvat Bendi, Fatih Çeşmesi, Neşetsuyu ve Mihrabat mesire yerlerinde mevcut piknik alanlarının yanı sıra rekreasyon alanlarının düzenlenmesinin, • Azizpaşa, Gazi Mahallesi, Göktürk Göleti ve Kaymakdonduran mesire yerlerinde hayvanat ve botanik bahçesi, kent parkı ve golf alanı gibi rekreasyonel amaçlı kullanım alanlarından birisine yer verilmesinin, • Marmaracık ve Elmasburnu mesire yerlerinde motel ve tatil köyü gibi turizm ve konaklama alanlarının tesis edilmesinin ve • Aydos-Yakacık mesire yerinin bölge parkı olarak planlanmasının uygun olacağı sonucuna ulaşılmıştır. Ülkemizde mevcut olan kent ormanlarının ortak bazı planlama ilkelerine sahip olduğu görülmektedir. Özellikle sürdürülebilirlik ve koruma prensiplerinin ön planda tutulduğu bu kent ormanlarının planlama ilkelerinden en önemlileri, • Tesis ve yapılarda doğal malzemeler ile • Çevreye duyarlı tasarımların yapılması, • Kent ormanı olarak seçilen alanların kent merkezlerine kolay erişilebilir alanlar olmasıdır. Ancak, nüfus ve kentleşme bakımından diğer illere oranla daha fazla gelişmişlik arz eden İstanbul, Ankara, İzmir gibi illerimizde tesis edilen kent ormanlarının sayıca ve erişebilirlik bakımından yetersiz kaldığı görülmektedir. Özellikle ülkemizin nüfus ve kentleşme bakımından en büyük metropoliteni olan İstanbul’da aşırı nüfus yoğunluğu, ulaşım sorunu, açık ve yeşil alan yetersizliği gibi kentsel sorunlar göz önüne alındığında mevcut kent ormanının kent ve kent halkı için sayıca ve erişebilirlik bakımından

235


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

yetersiz ve eksik kaldığı görülmektedir. KAYNAKLAR Akesen, A., (1978), Türkiye’de Ulusal Parkların Açıkhava Rekreasyonu Yönünden Nitelikleri ve Sorunları, İÜ Orman Fakültesi Yayını, 262, İstanbul. Akesen, A., (1999), Rekreasyon Planlaması (Basılmamış ders notları), İÜ Orman Fakültesi, İstanbul. Akesen, A. ve Akgün, B., (2004), “Kent Ormancılığının Kavramsal Gelişimi ve Günümüzde Taşıdığı Özellikler”, I. Ulusal Kent Ormancılığı Kongresi, 9-11 Nisan 2004, Ankara. Aslanboğa, İ., (2004), “Kent Ormancılığı Bağlamında Ormanların İşlevleri”, I. Ulusal Kent Ormancılığı Kongresi, 9-11 Nisan 2004, Ankara. Atay, İ., (1984), Orman Bakımı, İÜ Orman Fakültesi Yayını, 3196/356, İstanbul. Atay, İ., (1988), Kent Ormancılığı, İÜ Orman Fakültesi Yayını, 393, İstanbul. Barnhart, C., C., (1975), The World Book Dictionary, Field Enterpress Educational, Chicago, USA. Burton, T. B., (1968), Recreation Research Methods, Occasional Paper No: 3 Birmingham Center of Urban and Regional Studies, University of Birmingham. Carter, J., (1995), The Potential of Urban Forestry in Developing Countries, A Concept Paper, Roma, FAO. Clawson, M. ve Knetsch, J. L., (1971), Economics of Outdoor Recreation, The John Hopkins University Press, Baltimore, USA. Coşkun, A. A. ve Velioğlu, N., (2004), “Kent Ormanı Tanımı ve Hukuksal Boyutu”, I. Ulusal Kent Ormancılığı Kongresi, 9-11 Nisan 2004, Ankara. Countryside Commission, (1988), Forest for the Community, CCP No: 270. De Grazia, S., (1970), Some Reflection on the History of Outdoor Recreation, Element of Outdoor Recreation Planning, Ann Arbor Michigan University Press, USA. Dirik, H. ve Ata, C., (2004), “Kent Ormancılığının Kapsamı, Yararları, Planlanması ve Teknik Esasları”, I. Ulusal Kent Ormancılığı Kongresi, 9-11 Nisan 2004, Ankara. Douglass, R. W., (1982), Forest Recreation, Pergomen Press, New York, USA. Fogg, G. E., (1990), Park Planning Guidelines, Published by National Recreation and Park Association, New York, USA. Geray, U., (2003), Kent Ormanı ve 2/B İşlemleri, İÜ Orman Fakültesi, İstanbul. Gezer, A. ve Diğerleri, (1998), “Çevre Koruma Politikaları Açısından Kent Ormancılığının Önemi ve Isparta Örneği”, Cumhuriyetimizin 75. Yılında

Ormancılığımız Sempozyumu, Bildiri Kitabı, İÜ Orman Fakültesi Yayını, İstanbul. Gül, A., (2002), Orman Peyzajı ve Rekreasyonu (Ders notları), SDÜ Orman Fakültesi, Isparta. Gül, A. ve Gezer, A., (2004), “Kentsel Alanda Kent Ormanı Yer Seçimi Model Önerisi ve Isparta Örneğinde İrdelenmesi”, I. Ulusal Kent Ormancılığı Kongresi, 9-11 Nisan 2004, Ankara. Grey, W. G. ve Deneke, J. F., (1986), Urban Forestry, John Willey and Sons, New York, USA. Jensen, R.R., (2000), Measurement, Comparison and Use of Remotely Derived Leaf Area Index Predictors, Dissetation, University of Florida, USA. Kılıçoğlu, M., (1978), “İstanbul’da Yeşil Alanlar Üzerindeki Baskılar”, Büyük İstanbul’un Yeşil Alanları Sempozyum Kitabı, İÜ Orman Fakültesi Yayını, İstanbul. Konijnendick, C., (2003), A decade of Urban Forestry in Europe, Forest Policy and Economics, Elsevier Science. Miller, R. W., (1996), Urban Forestry, Planning and Managing Urban Greenspaces, Second Edition, The Ohio State University, USA. Oğuz, D., (1998), ‘Kent Parkı’, Peyzaj Mimarlığı Dergisi, 6, İstanbul. Özdönmez, M. ve Diğerleri, (1996), Ormancılık Politikası, İÜ Orman Fakültesi Yayını, 435, İstanbul. Sakarya, Y., (1996), Orman İçi Dinlenme Yerlerinin Planlanması, Doğa Koruma ve Milli Parklar Şube Müdürlüğü, İstanbul. Smith, S., (1989), “Why a Botanical Garden”, The Public Garden, American Associa Swathore, USA. Taylor, G. B., (1970), Quality in Recreation, Recreation Research and Planning, London The Black Country Urban Forestry Unit, (1995), The Black Country Urban Forest, A strategy for its Development, England. The 3rd International Conference on Urban and Community Forestry,(1994), Proceeding, Manchester Town Hall August 31st – September 2nd 1993, England. Tocher, D., (1970), Towards a Behavioral Esthetics, The On Of Recreation Engogoment With Aplications for Planning, Element of Outdoor Recreation Planning, Michigan University Press, USA. İNTERNET KAYNAKLARI www.cevreorman.gov.tr www.milliparklar.gov.tr www.tompgalvin.com www.nufu.org.uk www.pbase.com www.amsterdamebos.com www.wildlifetrust.org www.ogm.gov.tr

236


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

giderken, gözle görülür, elle tutulur bir tarihimiz olduğu da bir gerçektir. İyi korunmuş, değerlendirilmiş bir tarihi çevre, kültürümüze nasıl sahip çıktığımızı ve tarih bilincimizin ne kadar etkin olduğu konusunda da oldukça etkili bir silah olacaktır. “Tarihsel dokular, her uygar ülkede kentsel çevrenin kalitesine önemli katkıda bulunan özel alanlardır. İstanbul gibi, bu yüzyılın ilk yarısında hala tarihi çevre açısından dünyanın sayılı kentlerinden biri olan bu yerleşmede, söz konusu değerlere karşı bu bilinçsiz yok etme girişimi, Türkiye’nin geleceğe ilişkin iddiaları açısından da son derece engelleyicidir. Oysa herhangi bir Avrupa ülkesinin herhangi bir kentinde, her tarihsel ize kentin çevresel kalitesine katkıda bulunma açısından özel önemle yaklaşılmaktadır. Bu durum yalnızca varlıklı Avrupa ülkeleri için değil, büyük bir hızla Avrupa’yla entegrasyonu onay gören Doğu Avrupa ülkeleri için de geçerlidir. Geçmişi oldukça eskiye uzanan çeşitli büyüklüklerdeki Avrupa kentleri, tarihi dönemlerinden kendilerini yeniden farklı kılan ne varsa, büyük özenle değerlendirmekte, böylece de tarihteki özel yerlerini, sıradan bir yerleşim olmadıklarını, kanıtlarıyla ortaya koymaktadırlar.” [8] 5. Sonuç ve Öneriler

bağlamında çevresel ve toplumsal sürdürülebilirliğin tüm yönleriyle ele alınması ile mümkün olacaktır. Günümüzde tarihi çevrelerin yeniden tasarlanması ve ele alınması konusunda pek çok çalışma yapılmakla birlikte bunların analitik bir çalışmaya dayandığı örnekler ülkemizde azınlıkta kalmaktadır. Oysa özellikle tarihi çevrelerde bu analiz çalışmalarının titizlikle yapılarak verilen kararların sürekli geri dönüşlerle yeniden değerlendirilmesi ve yapılan müdahalelerin her zaman geri döndürülebilir nitelikte olması gerekliliği kaçınılmazdır. KAYNAKLAR [1] Özer B., (1993), “Yorumlar, Kültür-SanatMimarlık” Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul [2] Şentürer A., (1995), “İnsanın Uyum-Yaratma İkilemi ve Mimaride Eski-Yeni Tartışması”, Yapı Dergisi, 159, İstanbul [3] Hasol D., (1988), “Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü” Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul [4] Oruç Giritlioğlu C. [5] Branca A. F., (1976), “Tarihsel Çevrede Yapı Eylemi, Mimarlık Dergisi, S. 85 [6] Tekeli İ., (1987), “Kentsel Korumada Değişik Yaklaşımlar Üzerine Düşünceler, Korumacı Yaklaşımlarda Amaç Farklılaşması”, Türkiye 2. Dünya Şehircilik Kolokyumu, İstanbul [7] İTÜ Habitat Raporu

Tarihi çevrelerin yeniden değerlendirilmesi, tarihi varlığın eski değerinin canlandırılması, bu değerin kendisine yeniden yüklenmesi anlamına gelmektedir. Özellikle dondurarak koruma anlayışından uzaklaşıldığı ve çağın gereklerini yerine getirerek yaşatma fikrinin yaygınlaştığı günümüzde bu bağlamda henüz geçerliliğini kaybetmemiş fonksiyonları barındıran kent alanlarının yanı sıra orijinal fonksiyonlarını kaybetmiş anıtlar ve çevreleri de ele alınmaktadır. Tarihi birikimin bu anlamda korunması ve doğru yansıtılması aynı zamanda kalkınmanın da bir parçası olacaktır. Bu da ancak koruma

[8] Akın N., (1995), “İstanbul’un Tarihi Çevrelerinde Kimlik Değişimi ve Yitirilen Çevresel Kalite”, Mimarlıkta Kalite Sempozyumu, 1995, Bursa, 150153

212


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

BİLGİSAYAR DESTEKLİ TASARIM VE ÜRETİM TEKNOLOJİLERİNİN MİMARLIKTAKİ KULLANIMLARI Fulya Özsel AKİPEK 1 *, Necati İNCEOĞLU 1

Y.T.Ü., Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü, Bilgisayar Ortamında Tasarım B.D., Beşiktaş, İstanbul, Türkiye. fulyaozsel@hotmail.com

ÖZET Bilgisayar ardındaki sayısal ve algoritmik yapı tasarımcıya geleneksel çizim ortamından farklı imkanlar vermektedir. Bu yazıda, sayısal tabanlı tasarım ve üretim teknolojilerinin mimari tasarımda kullanımlarıyla ilgili bir çerçeve çizilmekte; bu çerçeve kapsamında dört farklı tasarım yaklaşımı ve tasarım yöntemi incelenmektedir: Parametrik tasarım, evrimsel sistemlere dayalı algoritmik tasarım, animasyona ve performans analizlerine dayalı tasarım teknolojileri uygulamadaki örnekleriyle birlikte ele alınmaktadır. Sayısal tasarım teknolojileri başlığı altında oluşturulan çerçeve bu teknolojilerin kullanımının mimarlığa etkilerini kavramsal yönden tartışmak için gerekli altyapıyı oluşturmaktadır. Sonuçlar bölümünde sayısal tasarım-üretim teknolojilerinin mimari tasarım sürecindeki kullanımlarının , mimari kavramlarda, tasarıma yaklaşımda ve mimar profilinde yarattığı dönüşümler tartışılmaktadır. Anahtar kelimeler: bilgisayar destekli mimari tasarım ve üretim, hesaplamalı tasarım, parametrik tasarım, algoritmik tasarım, performans mimarlığı ABSTRACT THE USES OF DIGITAL DESIGN AND MANUFACTURING TEHNIQUES IN ARCHITECTURAL DESIGN PROCESS Digital design medium has various potentials other than traditional drafting environment, for the designer. In this paper, a framework is set which covers the uses of digital design and manufacturing techniques in architectural design process; focusing on parametric design, algorithmic design, animation and performance analysis in early design phase via their applications in praxis. This framework sets the conceptual infrastructure entailed for a structured discussion on the impacts of these technologies on architecture; changing of concepts, design approach and role players in architecture are evaluated in the conclusions. Keywords: digital design and manufacturing techniques, computational design, parametric design, algortihmic design, performative design

*

Bu makale, birinci yazar tarafından Y.T.Ü. Mimarlık Fakültesi'nde tamamlanmış olan “Bilgisayar Teknolojilerinin Mimarlıkta Tasarım Geliştime Amaçlı Kullanımları” isimli doktora tezinden hazırlanmıştır.

237


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

1.GİRİŞ Günümüz mimarlık ortamında bilgisayar genellikle bir temsil aracı olarak kullanılmaktadır; bilgisayar ortamında çizim, üç boyutlu modelleme ve animasyon gibi tekniklerin geleneksel tasarım sürecine destek görselleştirme araçları olarak kullanımı yaygındır. Geleneksel yaklaşımda tasarım ortamı, tasarım düşüncesinin çeşitli temsiller aracılığıyla görsel düşünme ve imgelem ile geliştirildiği ortamdır (1). Bilgisayarın ardındaki sayısal ortam ise hesaplamaya ve algoritmalara dayalıdır ve bu ortam görsel düşünmenin yanı sıra sayısal ve algoritmik düşünme biçimini gerektirir. Bu anlamda sayısal tabanlı tasarım ortamı geleneksel tasarım ortamından farklılıklar gösterir ve yeni olanaklar sunar. Kavramsal olarak, bilgisayar destekli çizimden (CAD), bilgisayar destekli mimari tasarıma (CAAD) ve hesaplamalı tasarıma (computational design) doğru bir evrimin yaşandığı günümüzde bilgisayar artık sadece bir görselleştirme aracı olarak değil, sayısal tabanlı bir tasarım ortamı olarak ele alınmalıdır.

tasarım süreçlerine geçişte tasarım araştırma yaklaşımı mimarlık alanına da yansır; diğer tasarım alanlarıyla ilişki kurmak, tasarımı disiplinler arası bir ortamda bir araştırma süreci olarak ele almak ve tasarım sürecini tasarlamak gibi yaklaşımlar mimarlık alanında geçerlik kazanmaktadır. Günümüzde bilgisayar destekli mimari tasarım alanında parametrik tasarım, algoritmik tasarım, türetici sistemler, biçim gramerleri gibi alt inceleme alanları oluşmaktadır. Akademik çalışmalardan elde edilen bilgiler üniversite-uygulama işbirliği içinde mimarlık pratiğine yansımaktadır. Bilgisayar destekli tasarım alanındaki bilgi, eğitim ve uygulama alanlarının etkileşimi içinde gelişmekte ve her iki alanı da dönüştürmektedir; mimari eğitim ortamları yeniden uygulama bilgisine ve uygulamacı eğitmenlere yer vermekte, uygulama ortamında ise araştırma giderek daha fazla önem kazanmaktadır.

Bilgisayar destekli tasarım ve üretim teknolojileri, mimarlıktan önce endüstriyel tasarım, uçak ve gemi tasarımı gibi alanlarda, film ve müzik sektöründe kullanılmaya başlamıştır; bu teknolojilerin mimarlık gündemine girişi 90’lı yılları bulur. Bilişim teknolojisindeki gelişmelerin etkisiyle teknoloji transferleri yaygınlaşır ve tasarım alanları birbirinden beslenmeye başlar.

Mimari tasarım ve uygulama sürecine, bilgisayar destekli üretim teknolojisinin katılmasıyla (CAD/CAM) dosyadan fabrikaya olarak adlandırılan bir tasarımüretim süreci kullanılmaya başlamıştır. Dijital ortamda geliştirilen tasarımın üç boyutlu maketi, hızlı prototipleme gibi tekniklerle çıktı olarak alınabilir; dijital ortamdaki tasarım bilgileri doğrudan fabrikaya aktarılır ve aktarılan bilgi CAD/CAM teknolojisiyle üretimi yönlendirir. Bu gibi olanaklar mimarlara sayısal tabanlı bir tasarım-üretim sistemine geçişin işaretlerini vermektedir.

Sayısal tabanlı tasarım süreçlerinde, tekil bir ürünün tasarımından önce sürecin tasarımı ve araştırılması önem kazanmaktadır. Tasarım araştırma (design research) kavramı yeniden gündeme gelir: Cross’ a göre (2) , tasarım araştırma yaklaşımı, tasarım alanlarının kendi sınırlı alanları içinde kalmamasını ve tasarım alanları arasında ortak bir diyalog dilinin geliştirilmesini gerektirir. Sayısal tabanlı

Bu yazıda bilgisayar destekli tasarım ve üretim, yalnızca teknolojik açıdan ele alınmamakta; bu teknolojilerin kullanımının yol açtığı kavramsal dönüşümler incelenmektedir. Sayısal tabanlı tasarım ve üretim teknolojileri mimari tasarım geliştirme süreçlerinde farklı şekillerde kullanılmakta ve farklı kavramsal yaklaşımlarla açıklanmaktadır. Sayısal dünya ve mimarlık ilişkisini anlamak için bu

238


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

F. Ö. Akipek, N. İnceoğlu

farklı yaklaşımların çerçevesini kurmak gerekir. Bu hedef doğrultusunda, sayısal tabanlı teknolojilerin mimari tasarım geliştirme sürecindeki kullanımlarıyla ilgili bir sınıflama yapılmıştır. Yapılan sınıflama, teknoloji kullanımına yönelik kategoriler oluşturma çabası değil, bu teknolojilerin kullanımının ardındaki düşünsel yaklaşımları açığa çıkarmayı hedefleyen ilişkisel ve kavramsal bir haritadır. 2. SAYISAL TABANLI TASARIM- ÜRETİM TEKNOLOJİLERİNİN MİMARİ TASARIM SÜRECİNDEKİ KULLANIMLARI Tasarım teknolojileri kavramı bu yazı kapsamında, tasarım geliştirme amacıyla kullanılan sayısal tabanlı teknolojileri ifade etmektedir; tasarım teknolojileri kavramı içinde tasarım yöntemleri önemli bir alt başlıktır. Tasarım teknolojilerinin tanımlanması ve sınıflandırılması için, mimarların bilgisayarı tasarım için nasıl kullandıklarının ve tasarım yöntemlerinin incelenmesi gerekir. Tasarım süreçlerini sayısal teknoloji üzerine kurgulayan mimarların, sabit bir tasarım yöntemi olduğundan bahsedilemez, tersine her projede konunun gerektirdiği yaklaşıma uygun olan teknolojilerle çalışılır. Bu süreçlerde geleneksel temsil tekniklerinin yardımcı araçlar olarak kullanımı devam etmekte, bunun yanı sıra bilgisayarın sayısal ve algorimik yapısı tasarım stratejisinin oluşturulmasında, analiz aşamalarında, biçimsel araştırmalarda, performans testlerinde ve genel olarak tasarım araştırma sürecinde yeni olanaklar sunmaktadır. Sayısal tabanlı teknolojilerin mimari tasarım sürecindeki kullanımları Şekil 1’de gösterildiği gibi gruplanarak sayısal tabanlı (dijital) tasarım teknolojileri ile ilgili kavramsal bir harita çıkarılmıştır. Bu haritanın oluşturulmasındaki amaç sabit sınıflamalar yapmak değil, konuyla ilgili parçaları bir araya getirerek bir çerçeve

çizebilmektir. Bu tür bir çerçeve, mimarlıkta sayısal tabanlı bir tasarım-üretim sistemine geçişte yaşanan kavramsal değişimleri, dönüşümleri tartışabilmek için gerekli altyapıyı kurmaktadır. Dijital tasarım teknolojileri ana başlığı altında incelenen parametrik tasarım, türetici sistemler, uzman sistemler, evrimsel sistemler, animasyona dayalı tasarım, diyagram mimarlığı, performansa dayalı tasarım ve bilgisayar destekli üretim, mimarların sayısal tabanlı tasarım-üretim dünyası içinde test ettikleri yöntemler, teknolojier ve söylemler üzerinden geliştirilen bir çerçevedir. Bu yazı kapsamında, oluşturulan çerçevedeki tüm tekniklere değinilmeyecek, bu alanda yaygın olarak kullanılan parametrik tasarım, evrimsel sistemler, animasyona ve performans analizlerine dayalı tasarım teknolojilerinden ve bu teknolojilerin kullanımlarının ardındaki kavramsal açılımlardan bahsedilecektir. Bu yazıda ele alınan her tasarım teknolojisi, tanımı, ilişkili alt kavramları ve uygulamadaki örnekleriyle birlikte incelenecektir. 2.1. Parametrik Tasarım Türk Dil Kurumu sözlüğü’nde parametre, cebirde bir denklemin katsayılarına giren değişken nicelik olarak tanımlanmaktadır [1]. Bilgisayar biliminde parametre, bir dizi komutun, sisteme girilen çeşitli veriler üzerinde işlem yapmasıyla ilgili bir terimdir [2]. Parametrik tasarım sürecinde tasarımı etkileyecek verilerin parametreler olarak belirlenmesi ve organizasyonu esastır: Hangi verinin diğeriyle nasıl ilişkili olduğunun sayısal ve geometrik olarak tanımlandığı ve sınırlamaların belirtildiği bir tasarım stratejisi kurulur. Bu tür bir ilişkisel model bir kez kurulduğunda parametre değerleri değiştirilerek tüm olası durumları araştırılabilir ya da türetilebilir.

239


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

Şekil 1: Dijital tasarım teknolojileri ve ilgili alt terimler için oluşturulan kavram haritası

240


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

F. Ö. Akipek, N. İnceoğlu

Parametrik tasarım sayısal mimari tasarım tekniklerinin birçoğunun temelini oluşturur. Tasarım sürecinde, konseptin oluşumu, mekanın biçimlendirilmesi, uygulama detaylarının çözümlenmesi gibi çeşitli aşamalarda kullanılmaktadır. Parametrik bir sistemde değişiklik yapma kolaylığı ve parametre değerleri değiştirilerek birçok alternatifin denenebilmesi özelliği vardır. Parametrik tasarımın konsept geliştirme aşamasındaki kullanımlarında, çevre verileri ya da belirlenen diğer faktörler parametreler olarak yorumlanır ve etki-tepki yöntemiyle form oluşumuna etki eder. 2001 Frankfurt Uluslararası Otomobil Fuarı’nda yer alan BMW Pavyonu-Dynaform, parametrik sistemlerin konsept geliştirme aşamasında kullanımına örnek olabilecek bir projedir.

Şekil 2_ Frankfurt Forum Alanı ve BMW Pavyonundan görünümler Tasarım sürecinde pavyonun içinde yer alacağı çevre, bir güçler alanı olarak yorumlanır; çevredeki mevcut pavyonlara niceliksel ve niteliksel özelliklerine göre birer etki değeri verilir; bu güçler, pavyonun biçimlemesinde etkin parametreler olarak kullanılır.

Şekil 3: BMW Pavyonu tasarım sürecinde çevre pavyonların etkisi ve araba hızına bağlı doppler etkisinin denenmesi

Parametrik tasarım detay çözümleri ve strüktür tasarımı için de kullanılmaktadır. Tek bir prensip formül oluşturulur; ölçü, açı,

kalınlık değişimlerinin gerektiği yerlerde, parametrelerin değerleri değiştirilir ve tek bir prensip detay çözümüne dayalı çeşitli çözümler oluşturulabilir. Nicholas Grimshaw ve Ortakları tarafından 1993’te inşa edilen Waterloo Tren İstasyonu’ndaki geniş çatı örtüsü parametrik tasarım teknikleri ile tasarlanmıştır. Eğrisel çatının, değişen arazi biçimine uyum gösteren, ölçüsü ve biçimi birbirinden farklılaşan strüktürel elemanlarının tasarımı için tek bir makasın parametrik modeli yapılmış ve bu modelden türeyecek diğer makaslar için tasarım kuralları belirlenmiştir (3). Waterloo Terminali’nde çatı strüktürünü oluşturan üç mafsallı yay benzeri kemer için ölçek, boyut, pozisyon gibi parametreler belirlenmiş ve terminal boyunca dizilecek diğer makaslar parametre değerleri değiştirilerek kısa zamanda türetilebilmiştir.

Şekil 4: Waterloo Terminali ve her biri farklı ölçüdeki 36 adet yay benzeri strüktür için kurulan parametrik sistem

Oosterhuis’in Floriade World Exhibition için tasarladığı sergi pavyonu üçgen prizmaların birleşiminden oluşan ve tek bir prensip detay çözümüne dayalı olarak tasarlanan bir bina kabuğudur. Tasarım sürecinde, üçgen prizmaların, konumlandığı noktadaki özelliklere göre açısını, ölçüsünü, yönünü değiştiren bir sistem kurulmuş ve bina kabuğu tek bir prensip detayın parametre değerlerinin değiştirilmesiyle elde edilen, her biri farklı ölçü, açı ve kalınlıkta üçgen birimlerden oluşturulmuştur. Tasarıma üç boyutlu modelleme ile başlanmış, Autolisp ile üç boyutlu objelerin iki boyutlu açılımının yapılmasını sağlayan bir betik yazılmış ve çelik üretici firmaya dosyadan fabrikaya yöntemiyle gönderilmiştir. Oosterhuis parametrik tasarıma dayalı projesini “tek bina tek detay” şeklinde yorumlar.

241


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

etmiş, bu sistemi tasarım aşamasında kullanmıştır.

geliştirme

Şekil 6: Gaudi’nin Sagrada Famillia Kilisesinin tamamlanması çalışmaları; kolonların parametrik modellerle düzenlenmesi

Şekil 5: Web of Noth Holland

Parametrik modelleme, parametrelere dayalı olarak kurulan ve bu değerlerin değişimine izin veren, böylece sonuç biçimin parametrelerin kontrolü altında sürekli değişebildiği modelleme yöntemleridir; parametrik modellemede tasarımı geometrik olarak sınırlayan kuralların belirlenmesi gerekir(4).Son yıllarda parametrik modelleme amaçlı özel yazılımlar geliştirilmektedir (Generative Components, Paracloud). Bu programların özelliği, üç boyutlu modelin her bir bileşeninin diğer bileşenle ilişkili olarak oluşturulması ve sayısal değerlerinin her an değiştirilebilmesidir. Bu tür programlarda standart komutlardan çok bu komutların matematiksel formüllerine ulaşılabilir; örneğin kopyalama ya da çoğaltma işlemlerinin matematiksel seri, dizi işlemleriyle gerçekleştirilmesi gibi. 1979’dan beri Gaudi’nin Barselona’daki Sagrada Familia kilisesinin tamamlanması çalışmalarında danışman mimar olarak çalışan Burry, Gaudi’nin tekrarlara dayanmayan, zengin mimari dilini çözümlemek için parametrik modelleme tekniklerini kullanmıştır. Burry (5), parametrik tasarımda tasarlananın biçim değil, biçimi düzenleyen parametreler olduğunu vurgular. Parametrik olarak oluşturulmuş bir modelin değerleri değiştirildiğinde biçimin tamamında değişiklikler otomatik olarak güncellenir ve bu işlemin grafiksel sonucu ekranda oluşur. Burry, Sagrada Familia Kilisesinin üç kemerli kolonlarını parametrik modelleme teknikleri ile oluşturmuş ve parametre değerlerini değiştirerek birçok türevini elde

Şekil 7: Strüktürel bir sistemin parametrik modellenmesi; birimlerin sayısı, eğimi ve yüksekliğiyle ilgili parametreler değiştirildikçe oluşan alternatifler

Parametrik tasarım ve modelleme programları mühendislik, endüstriyel tasarım ve ulaşım endüstrisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu disiplinlerde sonuç ürünün birbiriyle ilişkili alt parçalara ayrılması ve bir sistemin kurulması mimarlık alanına göre daha kolaydır. Mimarlık alanında bu anlamda ilişkisel bir sistemin kurulabilmesi için sistematik yaklaşım önem kazanmaktadır. Parametrik Geometri- Monedero, (6) parametrik tasarım yerine ilişkisel modelleme (associative modelling), varyasyonlara dayalı tasarım ve sınırlamalara dayalı tasarım kavramlarının da kullanıldığından bahseder. Bridges (7), biçimlerin parametrik olarak tanımlanmasıyla sabit uzunluklarla çalışmak yerine, ölçülerin birbirine bağlı halde kurgulanmasının mümkün olduğunu belirtir. Böylece parametrik olarak

242


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

F. Ö. Akipek, N. İnceoğlu

tanımlanmış geometrik biçimin, bir bileşenindeki ölçü değiştirildiğinde ona bağlı bulunan diğer birimlerin nicelikleri de bu değişime göre yenilenir. Parametrik olarak tasarlanan ve otomatik olarak üretilen objeler fikri 80’lerin başlarında ancak deneysel çalışmalar olarak gündeme gelirken nurbs çizimleri, CAD/CAM sistemlerinin kişisel bilgisayarlara uyumlu hale gelmesi gibi gelişmeler sonucunda 90’lı yıllarda uygulanabilir hale gelmiştir. Objectile mimarlık grubu TopCad program platformunda çalışarak tasarım ve üretim için sayısal tabanlı ortak bir platform oluşturmuştur. Objectile tasarımcıları 2002’de Beyond Media uluslararası mimarlık festivalinde uyguladıkları pavyonda projective geometriye (gözün görme esaslarına göre) biçimlenen, üç kaçış noktasına göre her yüzeyi eğriselleşen bir küpün tasarımı ve uygulaması için dijital tasarım ve üretim teknolojilerine dayalı bir sistem kurdular.

Şekil 8:Philibert De Lorme Pavyonu ve modelin üretim için kodlanması

12 strüktürel eleman, 45 eğrisel panel ve 180 birleşim elemanından oluşan ve her biri ayrı biçim, açı ve ölçüdeki bileşenlerin tasarımı ve uygulaması için bir program yazılımı geliştirildi. Amaç üç kaçış noktasının yerleri değiştirildiğinde en küçük detayına kadar otomatik olarak yeniden biçimlenen bir mimari sistem kurmaktı. Şekil 9: Philibert De Lorme Pavyonu

Bu model bir kez kurulduktan sonra biçimlendirmek istenilen bileşenin ilgili olduğu kılavuz geometri seçilir ve parametre değerleri değiştirilerek istenilen bileşen tasarlanmış olurdu. Kurulan sistemde her bir bileşen diğer bileşenle yan yana geliş bilgisini ve CAD/CAM tezgahında nasıl yerleştirileceği bilgisini de içeriyordu. Parametrik tasarımla ilgili bu tip örnekler incelendiğinde mekana yaklaşımla ilgili bazı sonuçlar çıkarılabilir; mimari ürüne bir sistem tasarımı olarak yaklaşılır, kurulan sistem farklı bağlamlara kolayca adapte olabilir, adaptasyon önemli bir kavram haline gelir. Parametrik tasarım yaklaşımıyla standart olmayan (non-standart) objeler üretilebilir. Standart olmayan objeyle kastedilen, tasarımda standart elamanların kitlesel üretimine dayalı olan standartlaşma paradigmasının yerine yine seri üretim teknolojileriyle üretilen, aynı temaya ve biçimsel dile ait olan ancak parametre değerleri değiştirilerek birbirinden küçük ayrımlarla farklılaşan bir serinin tasarımı ve üretimine dayalı yeni bir paradigmadır ve sistemli bir çeşitlilik önerisidir. Tekrar eden ancak birbirinden farklılaşabilen sistemler fikri günümüzde mimari cephelerin, strüktürel elamanların ve dekoratif amaçlı doku yüzeylerinin tasarımı ve üretiminde yaygın olarak kullanılmaktadır. 2.2 Evrimsel Sistemlere Dayalı Tasarım Teknolojileri Tasarımda evrimsel sistemlerin model alındığı örnekler genel olarak algoritmik tasarım ana başlığı altında ele alınmaktadır. Algoritmik tasarım yaklaşımında ürün ya da olası ürünler ailesi, kurulan kurallar ve ilşkiler sisteminin sonucunda kendiliğinden oluşur. Genellikle mevcut çizim ve modelleme programların betiklerine yapılan eklerle ya da özel olarak yazılan programlarla düzenlenirler. Bu yaklaşımdan

243


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

beslenen evrimsel sistemler, biyolojik büyüme ve biçimlenme kavramlarının mimari tasarım sürecinde, tasarıma model olarak kullanılmasıyla ilgilidir. Frazer, Evoutionary Architecture kitabında bu süreci şöyle tarif eder: “Mimari konseptler bir dizi üretim kuralı olarak tanımlanır, bu konseptlerin evrimi, gelişimi sayısal olarak şifrelenebilir. Bir dizi üretim kuralı, çok sayıda prototip biçim türetebilir. Bu ürünler benzeşik bir çevredeki performanslarına göre değerlendirilir. Sonuç genellikle beklenmediktir” (3). Genetik Algoritma, evrimsel mimari yaklaşımında temel bir alt kavramdır. Doğada, canlıların oluşumunda ve biçimlenmesinde yönlendirici olan genlerin işlevini bilgisayar ortamında algoritma ve kodlar üstlenir. Bilgisayar ortamındaki genetik algoritmalar, çoğalma, gen geçişi ve mutasyon kurallarının işlendiği kromozom sarmalı benzeri, kural dizili bir yapıya sahiptirler. Bu sarmala parametreler işlenir ve değerleri tasarım süreci boyunca sürekli değişir, Frazer’ın deyimiyle birbirine benzer biçimdeki yapay organizmalar oluşturulur ve bu organizmalar belirlenen güçlülük kriterlerine uyum gösterip göstermediklerine göre elenirler (3). Seçilen organizma ve onu oluşturan parametreler arası çaprazlamalar yapılır, mutasyonlar olur ve yeni kuşaklara yararlı ve hayatta kalmayı sağlayan davranışlar aktarılır. Karl Chu (3), bir bitki büyüme sürecinin simülasyonun yapıldığı ve dijital modelleme programı haline getirilen kural tabanlı dallanma prosedürlerinden bahseder. Sistem yeniden- yazma kurallarına göre çalışır. Tanımlanan basit bir kurallar dizisine göre oluşturulan obje, yeniden yazma yöntemiyle çalışan geri beslemeli sistemde her defasında yerine yeni objeler koyarak karmaşık bir objeye dönüşür. Bu süreçlerde mimar, biçimin kaynağını, biçimlenme kurallarını oluşturan genetik kodu yazar. Farklı çoğalma işlemleriyle aynı aileye ait, küçük farkları olan biçimler

türetilir. Bu yöntemlerle geleneksel tasarım ortamında mümkün olamayacak çeşitlilikte tasarım alternatifleri elde edilir. Kendisini Organize Eden / Kendiliğinden Oluşan Sistemler mimari tasarım sürecinde biyolojik gelişimin ve doğanın tasarıma model olarak alındığı tasarım yaklaşımıdır. Karmaşık grup davranışlarını açıklayabilmek için, doğadaki kendi kendini organize eden sistemler, örneğin karıncaların yuva yapma süreci ya da kuş sürülerinin hareketleri incelenmektedir. Meksika’da Santa Fe Enstitüsünde bir grup araştırmacı kendisini organize eden sistemlerin strüktürünü çözümlemek için çalışmalar yapmaktadır (8). Bu araştırmalara göre grup davranışlarında karmaşık görünen sistemlerin temeli, grup içindeki birimlerin basit kurallara uyması ve bu etkileşimin bir ağ şeklinde kendi kendini organize eden bir sisteme dönüşmesine dayanmaktadır. Bu bağlamda ‘sürü aklı’ (swarm intelligence) olarak anılan ve birbiriyle etkileşim içindeki güçlerin oluşturduğu ağ sistemi olarak tarif edilen bu terim bununla ilişkili olabilecek tüm olgular için kullanılmaya başlamıştır. Evrimsel gelişime ve kendini organize eden sistemlere dayalı tasarım teknolojileri, biyolojik büyüme ve gelişim, evrim, genetik kodlar gibi olguların tasarıma model alınmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu olguların model alındığı çalışmalarda tasarım ön tahminlere dayalı, doğrusal olarak gelişen, biçimsel kararlarla ilgili bir süreç değildir; belirlenen kurallar ve sınırlandırmalar doğrultusunda kendi kendine gelişen, önceden tahmin edilemez sonuçlar doğuran bir süreçtir. Sonuç ürünler genellikle basit kuralların tekrarından doğan, fraktal geometri benzeri, belirli bir düzen içinde karmaşık bir görüntüye sahip olan, geleneksel temsil teknikleriyle üretimi zor olan biçimlerdir. Bu tip tasarım teknolojilerinin mimari pratikteki kullanımları incelendiğinde, strüktür tasarımını esas alan projelere

244


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

F. Ö. Akipek, N. İnceoğlu

rastlanmıştır. Konsept geliştirme aşamasında doğayla ilgili olguları model alan, çevresel etkilere ve performansa önem veren, kendiliğinden oluşumu önemseyen yaklaşımlarda model olarak kullanılmaktadır ve tasarım yöntemlerini etkilemektedir. Kristina Shea (8) tarafından tasarlanan eifForm programı bu prensiplere ve kavramlara dayalı olarak kurgulanmış; bu programla tasarlanan strüktürel sistem 2002 yılında Amsterdam’da Academie van Bouwkunst’un avlusunda bir sistem prototipi olarak uygulanmıştır eifForm programı belirlenen kombinasyon ve dönüşüm kuralları doğrultusunda strüktürel kompozisyonlar türeten bir programdır. Düzlemsel çatı makaslarının uzay kafes sistemindeki gibi belirli mafsal noktalarıyla bir araya geldiği, açıklık geçebilen, kendini taşıyan ve biçimsel sürekliliğini koruyan bir taşıyıcı sistem modeli kurulmuştur. Tasarımcının belirlediği koordinatlara göre program, çeşitli strüktürel konfigürasyonlar türetir (9).

Şekil 10: eifFORM programı strüktür türetme kuralları ve uygulanan prototip (Hadid ve Schumacher, 2002)

Program düzensiz seçimlere (random) dayalı yapısıyla her defasında birbirinden farklı konfigürasyonlar türetebilmektedir. Düzlemsel çatı makasları türetici sistemdeki başlangıç elemanı olarak belirlenmiştir; geçilen açıklık, destek noktaları, gerekli yükseklik, yer çekimi ve yükler gibi parametrelere ve topolojik kararlara göre bir araya gelme ve dönüşüm kuralları oluşturulmuştur; ancak bu kurallar belirli bir sırada uygulanmaz; program bu kurallar arasından düzensiz seçimler yaparak farklı biçimler türetebilir. Bu düzensiz seçimleri

kontrol eden, hangi kuralın hangi koşullarda uygulanabileceğiyle ilgili sınırlandırmalarla yönlendirilen program, evrim konseptine uygun şekilde kendi kendine gelişir ve tasarımcıya strüktürel kompozisyon alternatifleri sunar. Prototip ahşap dikmelerin mafsal noktalarında çelik bulon ve kancalarla birleştirilmesiyle oluşturulmuş ve strüktür plastik yüzeylerle kaplanmıştır.

Şekil 11: eifFORM prototip uygulama

Otomotiv ve havacılık sektörlerinde, strüktürel analizler ve strüktürel optimizasyonlardan elde edilen sonuçlar tasarımın erken aşamalarında kullanılan verilerdir ve tasarımda belirleyicidirler. Mimari tasarım süreçlerinde ise genellikle biçim kararları verildikten sonra strüktürel kararlar verilir. Mimarlıkta CAD/CAM teknolojilerine dayalı üretim sistemlerinin kullanılmaya başlaması, yeni malzeme araştırmalarının yapılması ve performans analizlerinin gelişmesi strüktürle biçim arasındaki ilişkiyi etkilemiştir. Shea, strüktür kararlarının biçimle entegre olarak geliştirildiği bir tasarım sürecinin artık mümkün olduğunu vurgular. 2.3 Animasyon Teknikleriyle Tasarım Animasyon genel anlamda hareketli görüntü oluşturma tekniğidir; el çizimleri, fotoğraf teknikleri, bilgisayar ortamında iki boyutlu imajlar, üç boyutlu dijital modeller ya da fiziksel modeller kullanılarak görüntüler tek tek oluşturulur. Ayrı ayrı oluşturulan bu kareler saniyede minimum 16 kare hızla gösterildiğinde göz bunu hareketli görüntü olarak algılar [2]. Mimarlıkta üç boyutlu dijital modelin animasyonu genellikle projenin sunum aşamasında kullanılmaktadır.

245


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

Dijital animasyon teknikleri mimarlıkta bir temsil tekniği olarak kullanılırken, Greg Lynn’in öncülüğünü yaptığı çalışmalarla animasyon bir tasarım teknolojisi olarak kullanılmaya başlandı. Hareketin tasarıma katılması mekanik paradigmada hareket eden binalar ya da kinetik mimari anlamında kullanılırken, Lynn animasyonu tasarım sürecine zamanın, evrimin ve yaşam boyutunun katılması olarak açıklamaktadır. Kalıcılık, zamansızlık ve ideal nötr boşlukla tariflenen bir mimari anlayışa karşılık Lynn yaşayan bir çevrede, yerçekiminden başka birçok etkili gücün bağlam olarak algılandığı aktif bir sanal çevrede biçimlenebilen, topolojik yüzeylerle oluşturulan bir mimariden bahseder (9). Lynn’e göre bilgisayar ortamında tasarım, temsil ortamında tasarımdan üç önemli açıdan farklılaşmaktadır: topoloji, parametre ve zaman. Animasyon teknolojisi, kavramsal olarak zaman ve hareketin tasarıma katılmasını sağlar. Lynn’e göre mimari biçim bulunduğu çevrenin ve sosyo-ekonomik bağlamın dinamiklerine cevap vermelidir. Bağlam, aktif bir soyut mekana dönüşür; rüzgar, güneş etkileri, yaya ve taşıt akışları, vistalar gibi çevresel faktörler oluşturulan sanal çevrede şiddeti artıp azalan güçler olarak yorumlanır. Güç alanlarındaki değişimler hareketi oluşturur ve mekanın biçimi bu güçlerin etkisiyle dönüşüme uğrar. Bilgisayar ortamında kurgulanan sanal güçler çevresi, belirlenen zaman dilimi içinde biçimlendirme işlemine katılır.

cevap veren ve dolayısıyla farklı kesitlere sahip mekanlar tasarlanabilmektedir. Bir yandan sürekliliğini korurken bir yandan biçim değişikliklerine uğrayabilen topolojik yüzeylerle çalışılır. Animasyon tekniklerinin tasarım teknolojisi olarak iki şekilde kullanımına rastlanmıştır: Birinci tür kullanımı form oluşturma amaçlıdır; bir zaman diliminde belirlenen parametrelere göre biçim değişikliklerinin oluşturulması ve animasyonun istenilen bir aralıkta durdurularak mekanın belirli bir görünümünün seçilmesi; ya da belirlenen rotalarda hareketlendirilen kütle parçalarının oluşturduğu kompozisyonun istenilen bir noktada durdurularak seçimi gibi yöntemler kullanılır. İkinci tür kullanımı analiz amaçlıdır. Çevresel faktörler örneğin güneş, rüzgar etkileri ya da yaya-araç akışları gibi faktörlerin mekana etkilerinin gözlemlenebildiği simülasyon ortamları kurularak gerçekleştirilir. Örneğin itmeçekme gibi özellikler yüklenen çevresel verilerin çekim güçleriyle birbirine yaklaşan ya da itme gücüyle birbirinden uzaklaşan parçaların oluşturduğu kompozisyonlar tasarıma başlangıç için veri oluşturabilir. New York Presbyterian Church, 1999 yılında mevcut yapının kiliseye dönüştürülmesi ve ek bir yapı ile geliştirilmesi projesidir; Lynn ve diğer proje müellifleri bu proje için animasyona dayalı bir tasarım stretejisi oluşturmuştur.

Şekil 13: Presbyterian Kilisesi

Şekil 12: Animasyona dayalı çeşitli tekniklerin tasarım sürecinde kullanımı için örnekleri

Animasyonla tasarım yöntemleri ile tek bir kütle içindeki farklı bölgelerde farklı güçlere

Mevcut fabrika binasıyla belirli bir dereceye kadar entegre olan, bir noktadan sonra da onu saran, içine alan bir yapının oluşturulması hedeflenmiştir. Mevcut yapının düşey etkisi ek mekanlarla yatay etkiye; yapının yönlenişi, caddeye doğruyken kente doğru çevrilmiştir (10) .

246


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

F. Ö. Akipek, N. İnceoğlu

Film sektöründe kullanılan animasyon programları tasarımın biçim oluşturma aşamasında kullanılmıştır; mekan programlarını kapsayacak hacimlerin oluşturulmasında ve bunları istenilen biçimlere dönüştürülmesinde animasyon platformu kullanılmış, zaman içinde biçimlerin dönüşümü izlenmiş ve program istenilen noktada durdurulmuştur. Geniş açıklıklı ibadet mekanında önce yumuşak hatlı hacimler oluşturulmuş (blob), sonra daha keskin hatlara dönüştürülerek optimize edilmiştir. Ek yapının strüktürel çözümleri ve mevcut yapının strüktürüyle ilişkisi için CAD çizimleri kullanılmıştır.

özelliklerle ilgili olabilir; örneğin yaya-trafik akışları, mekansal ilişkiler, bina programı, ekonomik parametreler gibi faktörler açısından çeşitli performans kriterleri belirlenebilir. Kolarevic (3), bilgisayar ortamında performans analizleri için, geometrik modelin birbiriyle ilişkili üçgen birimlere bölünerek (mesh) strüktürel, enerji kullanımıyla ilgili ve akışkan dinamiğiyle ilgili analizlerinin yapılması yöntemi olan finite element method yönteminden bahseder. Karmaşık biçimli mekanların performans analizleri bilgisayar ortamında bu gibi yöntemlerle gerçekleştirilebilmekte ve bilgisayar grafiğindeki gelişmeler bu tekniklerin kullanımını kolaylaştırmaktadır. Future Systems mimari ofisi 1995 yılında gerçekleştirdiği ZED projesinde çok amaçlı bir binada enerji kullanımı açısından sürdürülebilir bir sistem kurmak için, sayısal tabanlı akışkan dinamiği programını kullanmıştır. Cephedeki güneş kırıcılara yerleştirilen fotovoltaik birimler ve binanın merkezinde geniş bir boşluk açarak bir rüzgar tribünü oluşturulması gibi kararlar performansa dayalı tasarım yöntemleriyle geliştirilmiştir. Cephenin eğrisel biçimlenişi binanın merkezindeki rüzgar etkisini minimuma indirmiş ve açılan boşlukla rüzgar kanallara ayrılmıştır. Bina kabuğunun optimum performansa uygun biçimlendirilmesi için performansa dayalı tasarım teknolojilerinin kullanımı önemlidir (3).

Şekil 14: Animasyon tekniğiyle tasarım sürecinde mekanın biçimlenişi ve mevcut fabrika binasına eklenen mekanlar

Otopark alanına bağlantıyı sağlayan ana çıkış merdivenlerini saran mekan adeta zaman içindeki akışı gözlenebilen, birbirini tamamlayarak tek bir bütünü oluşturan mekan parçalarından oluşur. Tasarım yönteminin sonuç ürüne yansıması açısından önemli bir örnektir.

Şekil 15: Dijital modelden uygulamaya, tasarımüretim süreci

2.4 Performansa dayalı tasarım/ Tepki veren mekanlar Performansa dayalı tasarım teknikleri, mimari tasarım sürecinin performans analizlerine dayalı olarak geliştiği tasarım yöntemlerini kapsar. Bina performansı, binanın iklimsel, strüktürel , akustik veriler gibi teknik veriler açısından gösterdiği performansla ilgili olabildiği gibi tasarımcının mekandan beklediği çeşitli

Şekil 16: Future Systems mimari ofisi 1995 yılında gerçekleştirdiği ZED projesi ve kullanılan akışkan dinamiği programı(CFD)

Foster ve ortaklarının GLA Yönetim binası,

247


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

akustik performansa dayalı simülasyon programlarıyla yapılan analizlere göre ve yıl içindeki güneşlenme verilerine göre biçimlendirilmiştir.

Şekil 17: Foster ve ortaklarının GLA Yönetim binası ve tasarım sürecinde kullanılan performans analizi programları

Bilgisayar teknolojilerini tasarım teknolojileri olarak kullanan bürolar, performans analizlerine dayalı programları sadece tasarımın revize edilmesi için değil, bunun yanı sıra tasarımın erken aşamalarında üretilen bir temel biçimin geliştirilmesi, performansa dayalı parametrelere göre alternatiflerinin türetilmesi için kullanmaktadırlar. Performans analizlerine dayalı tasarım teknikleri mimari pratikte iki şekilde kullanılmaktadır: Birinci tür kullanımda ana kararları verilmiş ve dijital modeli oluşturulmuş bir proje çeşitli performans analizlerine göre test edilir ve proje bu sonuçlara göre revize edilir; İkinci tür yaklaşımda ise performans analizleri tasarımın erken aşamalarından itibaren tasarım girdisi olarak ele alınır ve tasarımda belirleyici rol üstlenir; mekanın biçimlenmesi bu analizlere göre gelişir. Arup mühendislik firması temsilcisi Luebkeman, kullandıkları performans analizi programlarını şöyle örneklendirir; rüzgar, su akışlarının simülasyonlarında kullanılan akışkan dinamiği analizleri, strüktürel analizler, akustik modelleme, insan-yaya akışları simülasyonları, altyapı simülasyonları, strüktürel dinamik analizler, zemin etütleri gibi analiz programları (3). Luebkeman bu tür analizlerle ilgili geliştirilen 150’den fazla program olduğunu ve bu programların tasarım geliştirme aşamasına entegre olması gerektiğini belirtir. Geleneksel tasarım sürecinde yapı

ve afet yönetmeliklerine göre uygulanan bu kriterlerin, genellemelere dayalı olduğu ve yetersiz kaldığı çeşitli projeler üzerinde yapılan performans analizleriyle kanıtlanmıştır. Performans analizlerinde kullanılan simülasyon programları, çeşitli çevresel faktörlerin mekana etkilerinin, olgusal olarak izlenebilmesini ve sayısal olarak hesaplanabilmesini sağlar. Örneğin rüzgar kanallarının mekanda deformasyona neden olduğu bölgelerinin saptanmasında; mekana etki eden yüklerin dağılımının ve gerilim bölgelerinin ortaya çıkarılmasında; yangında dumanın mekan içindeki yönlenmesinin ve insan kaçışlarının simüle edilmesinde; bir köprünün salınımının canlandırılması ve hesaplamalarının yapılmasında çeşitli simülasyon teknolojileri kullanılmaktadır. Performansa dayalı tasarım yaklaşımında bu tür analizler tasarımın erken aşamalarından itibaren kullanılır ve tasarımı yönlendirir. Dijital tasarım teknolojilerinin uygulamanın gerçekleriyle entegre olabileceği dijital platformların kurulması önemli bir gereksinimdir. Tepki veren mekanlar, çevreden gelen çeşitli verileri algılayarak yüzeyin hareketlenmesi, mekandaki ışık, ses, dijital görüntü özelliklerinin değişmesi gibi tepkiler veren mekanlarla ilgili olarak kullanılan bir kavramdır. Dijital tasarım teknolojilerinin kullanımından önce de bina cephesinde dış etkilere göre değişimlerin olduğu örnekler vardır; örneğin Jean Nouvel’in Arap Enstitüsünde cephedeki birimlerin ışığa duyarlı olarak açılıp kapanması gibi. Bilgisayar teknolojilerinin bina yüzeylerine entegre edilen sensörleri ya da kinetik mekanizmaları programlayabilmesi, ya da mekana gelen veriyi mekandaki hareketlere çevirebilmesi gibi imkanları bu sistemlerin kullanımını yaygınlaştırmaya başlamıştır Aegis Hyposurface projesi, Birmingham Hippodrome Tiyatro binası giriş mekanında yer alacak etkileşimli bir sanat objesi konulu

248


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

F. Ö. Akipek, N. İnceoğlu

yarışma için dECOi mimarlık ofisi tarafından tasarlanan ve birincilik ödülünü kazanan projedir; prototipi 2000 yılında Venedik bienalinde ve 2001’de CEBIT Fuarı’nda sergilenmiştir. Projedeki çıkış noktası tiyatrodaki aktivitelere, yüzey hareketleri ve renk değişimleriyle cevap veren; içteki aktiviteleri dışarıya yansıtan; hareket, sesışık, ısı değişimi gibi çevresel faktörlerle etkileşim içinde olan bir yüzeyin tasarlanmasıdır. Aegis Hyposurface dış mekanla iç mekan arasında bağlantıyı sağlayan, yüzey hareketleri sonucu algılanma şekli sürekli değişen, kendini yenileyen bir mimari yüzeydir (11).

Şekil 18: Venedik bienalinde sergilenen Aegis Hyposurface prototipi (Liu, 2002)

Çok sayıda alıcı-vericinin dizildiği bir matristen oluşan yüzey, çevredeki çeşitli etkileri algılar; bu veriler dijital ortamda matematiksel formüllere dönüştürülür; her bir matematiksel eşitlik ayrı bir yüzey hareketini belirler; yüzeydeki alıcı-verici noktalarının pozisyonu bilgisayarın hesaplama hızıyla paralel olarak sürekli değişir; yüzeyin hareketleri ve davranışları oluşur. Elektronik bir sinir sitemi gibi çalışan, çevreden gelen etkileri bilgisayar aracılığıyla çeşitli fiziksel değişimlerle dönüştürebilen tepkimeli bir mimari üründür.

çevredeki gürültü, ısı ve hareket değişimlerinden örnekler alınır; bu örnekler bilgisayar ortamında çeşitli matematiksel tanımlamalara çevrilir; hız, yön gibi parametreler otomatik olarak değişir.

Şekil 20: Aegis Hyposurface tasarım süreci

8 x 8 metrekarelik bir yüzeye 1000 adet alıcı-verici yerleştirilmiştir. Veri aktarımı bilgisayarın hesaplama hızıyla paralel olarak 0,01 saniyede bir yenilenir ve mekanizma yaklaşık 60 km. çevredeki çeşitli hareketleri ve performans değerlerini algılayıp yüzeydeki noktaların hareketini sağlar. Mevcut mekanizma sonraki uygulamalarında 20 000 adet alıcı-verici yerleştirilerek daha da hassaslaştırılmıştır. Dijital tasarım ve üretim teknolojilerindeki gelişmeler ve disiplinlinler arası çalışmalar yeni yapı malzemelerinin geliştirilmesini sağlamaktadır. Birbirinden farklı özellikteki malzemelerin özelliklerinin bir araya getirildiği kompozit malzemeler, çevresel faktörleri algılayan, tepki veren akıllı malzemeler, ya da çevredeki değişimlere uyum gösterecek şekilde kendini yenileyen malzemeler geliştirilmektedir. Malzeme katmanlarına yerleştirilen optik kablolar ve diğer dijital sistemler malzemeleri bilgi tabanlı sistemlerle entegre edebilmekte ve yapı malzemesi geleceğin önemli bir araştırma alanı olarak gelişmektedir.

Şekil 19: Aegis Hyposurface prototipinin yüzey hareketleri

2.5 Bilgisayar Destekli Üretim; Kitlesel Bireyselleştirme

Aegis Hyposurface’in proje geliştirme aşamasında disiplinler arası bir çalışma gerçekleştirilmiştir; mekanizmanın işletim sisteminin kurulabilmesi için elektronikçi, mekanikçi, bilgisayar programcısı ve matematikçilerle birlikte çalışılmıştır. Sensorlar ve dijital teknolojiler aracığıyla

CAD/CAM kısaltmasıyla kullanımı yaygınlaşan terim literatürde bilgisayar destekli tasarım ve üretim ya da dijital tasarım ve üretim terimleriyle ifade edilmektedir. CAD/CAM teknolojilerinin kullanıldığı tasarım ve üretim sürecinde bilgisayar ortamındaki proje bilgileri yine

249


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

bilgisayar ortamında fabrikaya ulaşır. Dosyadan fabrikaya sürecinde bilgisayar tabanlı sayısal kontrole dayalı üretim teknikleri kullanılır. Kolarevic (3) dijital üretim teknolojilerini 4 grupta inceler: •

İki boyutlu işlemleri

Çıkarma işlemine dayalı üretim (katı objelerin frezelenmesi)

Ekleme işlemine dayalı üretim (katmanlı üretim/ serbest biçimli katı obje üretimi/ hızlı prototipleme)

Biçimlendirmeye dayalı üretim

üretim:

CNC

kesim

Üretimi yapılacak tasarımın biçimi, boyutları, kullanım amacı, malzeme türü ve bütçe gibi faktörlere bağlı olarak seçilen bu tekniklerin tümü sayısal tabanlı tasarım bilgisinin üretim tezgahına aktarımı prensibine göre çalışır. Bu tekniklerle kesilecek, kalıbı yapılacak, ısısal işlemlerle biçimlendirilecek ya da katman katman oluşturulacak malzemenin karmaşık bir biçime sahip olması ya da milimetrik hesaplara dayalı olması sayısal tabanlı üretim için sistemi zorlayan ya da bütçeyi arttıran faktörler değildir. Dijital üretim teknolojilerinin mimarlık için kullanılmaya başlamasıyla ortaya çıkan bir kavram kitlesel bireyselleştirmedir (mass customization). Kitlesel bireyselleştirme, mimarlık için yeni bir kavram olmasına rağmen tüketici ürünlerinde ve otomotiv sanayinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Seri üretim sistemi, tüm özellikleri aynı olan ürünlerin hızlı üretimi esasına dayalıyken, kitlesel üretimde özelleştirme ya da bireyselleştirme sistemlerinde kullanıcının ihtiyaçları ve beğenilerine göre alternatifler sunan bir sisteme geçilmiştir. Örneğin Nike spor ayakkabılarında Internet üzerindeki seçeneklerle kendi ayakkabınızı oluşturabilir ve sipariş edebildiğiniz ya da çeşitli otomobil firmalarında belirli özellikler

içinden kendi konfigürasyonunuzu oluşturabildiğiniz sistemler mevcuttur. Bu sistemin mimarlığa uygulanmasında seri üretilebilen ancak kullanıcının belirli özelliklerini değiştirebildiği mekanlar tasarlanabilir ve üretilebilir. Bilgisayar Destekli Üretim teknolojilerinin mimari tasarım sürecine entegre olarak kullanımında öncü olan isim Frank O. Gehry’ dir. Heykelsi binalarının projelendirme sürecindeki ihtiyaç üzerine mimari tasarım ve üretim sürecine bilgisayar destekli tasarım ve üretim teknolojilerini entegre eden Gehry, otomotiv ve uçak tasarımında kullanılan CATIA gibi programların mimari tasarım sürecinde kullanımının önünü açmıştır. CAD/CAM teknolojileri dijital mimarlık süreçlerinde tasarım ve üretimin önemli bir bileşeni haline gelmiştir. CAD/CAM teknolojileri, tasarım sürecinde, maket ve prototip üretimi için kullanılmaktadır. Bu sistemler aynı zamanda sayısal tabanlı tekniklerle tasarlanan mekanların uygulanmasında yapı malzemelerinin kesimi, biçimlendirilmesi, kalıpların oluşturulması, her noktasında değişen ölçü ve biçimlere sahip strüktürel elemanların üretimi gibi imkanlarıyla uygulama sürecinin odağına yerleşmiştir. Günümüzde bu sistemler geleneksel atölyelerde (ahşap, demir vb.) bile yerini almaya başlamıştır. 3. SONUÇLAR Bilgisayarın mimarlık alanında kullanımı, bilgisayar destekli çizimle başlamış, bilgisayar destekli tasarım alanında devam etmiş ve bilgisayar destekli üretime kadar uzanmıştır. Bilgisayar destekli temsiltasarım ve üretim imkanları, mimarlara yeni bir görme aracı, tasarım ortamı ve üretim modeli sunmaktadır. Geleneksel mimari tasarım sürecinde mimar zihnindekileri temsiller aracılığıyla görsel bir dile çevirir ve bu dil aracılığıyla düşünür. Bilgisayar, kağıt üzerinde çizime

250


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

F. Ö. Akipek, N. İnceoğlu

ve maketlerle ifadeye dayalı geleneksel temsil ortamından farklı özelliklere sahiptir. Hesaplamaya, veriler arasındaki ilişkilerin tanımlandığı algoritmalara, kurallar ve sınırlamalar doğrultusunda yeni sonuçlar türetmeye dayalı, sayısal ve işlemsel bir teknolojidir. Bu sayısal-işlemsel sonuçlar program arayüzleri ile mimari düşüncenin tanıdık aracı olan görsel temsillere, grafik dile çevrilir. Ancak bilgisayar bir tasarım ortamı olarak, geleneksel çizim ortamından farklıdır. Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren mimarlık pratiği bilgisayar destekli tasarım alanıyla ve dijital tasarım teknikleriyle ilgilenmeye başlar. Mimarlık pratiği, bilgisayar tabanlı teknolojilerin tasarım geliştirme amacıyla kullanımıyla ilgili araştırmaların parçası haline gelir. Bilgisayar destekli üretim teknolojilerinin bilgisayar destekli tasarıma entegre olmasıyla birlikte dijital mimarlık ürünleri fiziksel dünyada uygulanmaya başlar. Bilgisayarın tasarım geliştirme amaçlı kullanımlarıyla ilgili olarak dijital tasarım teknolojileri başlığı altında bir sınıflama yapılmıştır. Dijital tasarım teknolojileri, parametrik tasarım, türetici tasarım, yapay zeka, kendi kendini üreten-organize eden sistemler; evrimsel sistemler, animasyon, diyagram ve performans analizlerine dayalı ve CAD/CAM teknolojilerine dayalı tasarım teknikleri olmak üzere sekiz grupta sınıflanarak incelenmiştir. Bu yazı kapsamında bu tekniklerin dördü ele alınmış ve uygulamadaki örnekleriyle birlikte incelenmiştir. Dijital tasarım ve üretim teknolojilerinin incelenmesindeki temel hedef sayısal tabanlı bu dünyanın mimarlığa etkileriyle ilgili sonuçlara varmaktır. Dijital teknolojiler geleneksel mimari tasarım sürecinde birbirini doğrusal olarak izleyen tasarım-temsil-uygulama etaplarını içiçe geçirmiş; literatürde dijital süreklilik kavramıyla açıklandığı gibi tasarım ve üretimi sürekli birbirini besleyen döngüsel

bir süreç haline gelmiştir. Bu süreçte CAD/ CAM teknolojileri yardımıyla üretilen 1:1 ölçekli mimari prototipler ara ürünler olarak önem kazanmıştır. Dosyadan fabrikaya sisteminde tasarım bilgisi malzeme, strüktür verileriyle eşlenerek hızla üretim bilgisine dönüşür. Tasarımda tekil bir sonuç üründen önce onu oluşturacak tasarım sisteminin tasarımı ya da tasarım stratejisinin belirlenmesi öncelik kazanmıştır. Tasarım stratejisi belirlendikten sonra kullanılacak tasarım yöntemi tasarlanır, ve bu sistemden türeyen alternatifler değerlendirilerek sonuç ürüne ulaşılır. Bu süreçte tasarım girdilerinin ve birbirleriyle ilişkilerinin açıkça ortaya konması önşarttır. Tasarım sürecinin sayısal ortama aktarımının gereği olarak ortaya çıkan bu yaklaşım mimarlık eğitiminde de ürün hedefli eğitimden süreç hedefli eğitim modellerine geçmeyi gerektirmektedir. Mimarlıkta strüktür, biçim, temsil, geometri gibi kavramlar sorgulanmaktadır: Ayrı bir strüktür katmanı yerine kabuğa entegre strüktür anlayışı, ya da optimum yük hesaplarına göre belirlenen homojen kesitli taşıyıcı sistemler yerine taşıdığı yükün hassas hesaplanabilirliği sonucu kesiti her noktada değişebilen strüktür anlayışı bu kavramda değişimlere neden olmaktadır; mimari biçimlenişte fonksiyon-form ilişkisi üzerinden gelişen tartışmalar giderek erimekte, biçimlenmenin kriterleri değişmektedir; temsil ortamı tasarım ve üretimin içiçe geçişini izleyecek şekilde verilerle eşlendiği ve verilerin birbirleriyle ilişkilerini kurabildiği ölçüde geçerlilik kazanmaktadır; Euclid geometrisi halen belirleyici olmakla birlikte, sayısal teknolojinin matematiksel imkanlarıyla birlikte euclid-dışı geometriler bir araştırma alanı olarak gündeme gelmektedir. Sayısal tabanlı tasarım süreçlerinde standart CAD çizim programlarının yanı sıra endüstriyel tasarım, film endüstrisi, gemi ve uçak tasarımı gibi sektörlerde kullanılan

251


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

programlar ve üretim sistemleri model alınmakta; mimari tasarım diğer tasarım alanlarıyla ilişkilenmektedir. Dijital teknolojilerin form oluşturma amaçlı kullanımı yaygındır. Karmaşık geometrik düzenlere sahip ya da eğrisel formlarının üretiminin amaç haline gelmesi eleştirilmesi gereken bir konudur; sadece farklı tür bir biçim dili yaratmak üzerine gelişen bir mimari kalıcı olmayacaktır. Oysa bilgisayar ortamında performans analizleri gibi, analitik incelemelerin tasarımın erken aşamalarından itibaren tasarıma katılabilmesi gibi imkanlar, mimarlık için önemli ve yararlı bir gelişme alanı açmaktadır; performans analizlerinin sadece yapı fiziği ve iklimsel verilerle ilgili olmadığı, tasarımdan beklenen niteliksel özelliklerle ilgili performansları da içerdiği düşünülmelidir. Dijital tasarım ve üretim teknolojilerini kullanan mimari büroların profilleri incelendiğinde en belirgin özellik disiplinler arası çalışma gruplarının oluşturulmasıdır. Teknolojilerin hızlı gelişimi sürekli araştırmayı gerektirmektedir. İncelenen proje müelliflerinin tamamı üniversitelerle işbirliği içinde çalışmaktadır. Dijital tasarım ve üretim konusunda, uygulama ve araştırma ortamları ortak bir platformda birleşmektedir. Dijital teknolojiler, görsel sanatlar, mimari, mühendislik, bilgisayar programcılığı, multimedya tasarımı ve endüstriyel tasarımdan kentsel tasarım uzanan tüm tasarım alanlarının buluştuğu ortak bir platform yaratmaktadır. Dijital tasarım teknolojilerinin kullanımı mimarı, yeniden farklı disiplinleri bir bünyede toplayan organizatör ya da orkestra şefi kimliğine büründürmüştür. Dijital teknolojilerin bilgi organizasyonuna dayalı yapısında mimar artık bilgi ustasıdır.

KAYNAKLAR 1. Goldschmidt, G., (1994), “On Visual Design Thinking: the viz kids of architecture”, Journal Offprint Paper: Design Studies, Vol:15 2. Cross, N. (1999), “Design Research: A Disciplined Conversation”, Design Issues, Vol. 15, No. 2, 5-10, 1999 3. Kolarevic, B., (2003), Architecture in the Digital Age: Design and Manufacture, Spon Press, London. 4. Schmal, P., (2001), Digital-Real, Blobmeister: First Built Projects, Birkhauser, Berlin. 5. Burry M. ve Murray Z., (1997), “Computer Aided Architectural Design Using Parametric Variation and Associative Geometry”, 15th ECAADE-Conference Proceedings , 1997, Vienna 6. Hadid, Z. ve Schumacher, P., (2002), Latent UtopiasExperiments within Contemporary Architecture , Steirischerbst, Graz. 7. Penz, F., (1992), Computers in Architecture:Tools for Design, Longman, Hong Kong. 8. Hadid, Z. ve Schumacher, P., (2002), Latent UtopiasExperiments within Contemporary Architecture , Steirischerbst, Graz. 9. Rahim, A., (2002), “Contemporary Techniques in Architecture”, AD, 72 (155): 1-93. 10. Lynn, G., (1999), Animate Form, Princeton Architectural Press, New York. 11. Attive, Z., (2002), 40 The New Generation of International Architecture, Skira, Milano. 12. Perella, P., (2002), “Hypersurface Architecture II”, AD, 69 (141): 62-89.

INTERNET KAYNAKLARI [1]www.tdk.gov.tr/tdksozluk [2]http://encyclopedia.thefreedictionary.com

ŞEKİL LİSTESİ VE KAYNAKLARI Şekil 1: Dijital tasarım teknolojileri ve ilgili alt terimler için oluşturulan kavram haritası Akipek, Özsel F., 2004, Bilgisayar Teknolojilerinin Mimarlıkta Tasarım Geliştirme Amaçlı Kullanımları, Doktora Tezi, YTÜ, s:12. Şekil 2: Frankfurt Forum Alanı ve BMW

252


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

F. Ö. Akipek, N. İnceoğlu

Şekil 14: Animasyon tekniğiyle tasarım sürecinde mekanın biçimlenişi ve mevcut fabrika binasına eklenen mekanlar Schmal, P., (2001), Digital-Real, Blobmeister: First Built Projects, Birkhauser, Berlin.

Pavyonundan görünümler Ji-Seong, J., (2003),Modern Architecture, Digital Architecture, CAPress, Seoul. Şekil 3: BMW Pavyonu tasarım sürecinde çevre pavyonların etkisi ve araba hızına bağlı doppler etkisinin denenmesi Şekil 4: Waterloo Terminali ve her biri farklı ölçüdeki 36 adet yay benzeri strüktür için kurulan parametrik sistem Kolarevic, B., (2003), Architecture in the Digital Age: Design and Manufacture, Spon Press, London. Şekil 5: Web of Noth Holland, http://www.oosterhuis.nl Şekil 6: Gaudi’nin Sagrada Famillia Kilisesinin tamamlanması çalışmaları; kolonların parametrik modellerle düzenlenmesi Perella, P., (2002), “Hypersurface Architecture II”, AD, 69 (141): 62-89. Şekil 7: Strüktürel bir sistemin parametrik modellenmesi; birimlerin sayısı, eğimi ve yüksekliğiyle ilgili parametreler değiştirildikçe oluşan alternatifler Perella, P., (2002), “Hypersurface Architecture II”, AD, 69 (141): 62-89. Şekil 8: Philibert De Lorme Pavyonu ve modelin üretim için kodlanması Kolarevic, B., (2003), Architecture in the Digital Age: Design and Manufacture, Spon Press, London. Şekil 9: Philibert De Lorme Pavyonunun üç kaçış noktasına göre düzenlenmesi Kolarevic, B., (2003), Architecture in the Digital Age: Design and Manufacture, Spon Press, London.

Şekil 15: Dijital modelden uygulamaya, tasarımüretim süreci Schmal, P., (2001), Digital-Real, Blobmeister: First Built Projects, Birkhauser, Berlin. Şekil 16: Future Systems mimari ofisi 1995 yılında gerçekleştirdiği ZED projesi ve kullanılan akışkan dinamiği programı(CFD) Kolarevic, B., (2003), Architecture in the Digital Age: Design and Manufacture, Spon Press, London. Şekil 17: Foster ve ortaklarının GLA Yönetim binası ve tasarım sürecinde kullanılan performans analizi programları Kolarevic, B., (2003), Architecture in the Digital Age: Design and Manufacture, Spon Press, London. Şekil 18: Venedik bienalinde sergilenen Aegis Hyposurface prototipi Liu, Y., (2002), Defining Digital Architecture, Birkhauser, Switzerland. Şekil 19: Aegis Hyposurface prototipinin yüzey hareketleri Perella, P., (2002), “Hypersurface Architecture II”, AD, 69 (141). Şekil 20: Aegis Hyposurface tasarım süreci Perella, P., (2002), “Hypersurface Architecture II”, AD, 69 (141).

Şekil 10: eifFORM programı strüktür türetme kuralları ve uygulanan prototip Hadid, Z. ve Schumacher, P., (2002), Latent UtopiasExperiments within Contemporary Architecture , Steirischerbst, Graz Şekil 11: eifFORM prototip uygulama Hadid, Z. ve Schumacher, P., (2002), Latent Utopias- Experiments within Contemporary Architecture , Steirischerbst, Graz Şekil 12: Animasyona dayalı çeşitli tekniklerin tasarım sürecinde kullanımı için örnekleri Kolarevic, B., (2003), Architecture in the Digital Age: Design and Manufacture, Spon Press, London. Şekil 13: Presbyterian Kilisesi Attive, Z., (2002), 40 The New Generation of International Architecture, Skira, Milano.

253


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

TASARIMIN SOSYO-KÜLTÜREL BOYUTU Yrd.Doç.Dr. Mehtap Sağocak Uludağ Üniversitesi, Teknik Bilimler MYO,Görükle, Bursa msagocak@uludag.edu.tr

ÖZET Tasarım nesneleri teknik ve kültürün birleşiminden doğan ve insan hayatını şekillendiren ürünlerdir. Bu çalışmada, zanaat döneminden endüstri dönemine; post-endüstriyel dönemden günümüz bilgi toplumuna gelen süreçte tasarım nesnelerinin üstlendiği sosyo-kültürel rolleri, değişen anlamları, üretim ve tüketime dayalı ekonomik ilişkiler, küresel kültür politikaları, teknolojik gelişmeler ve değişen toplumsal davranış ve yaşam biçimleri bağlamında irdelenmekte, yaşanan kültür krizinin olumsuz etkilerine dikkat çekilmeye çalışılarak, tasarım nesnelerinin yaşamlarımızdaki anlam boyutu tartışılmaktadır. Anahtar sözcükler: tasarım-teknik-tüketim kültürü-anlam SOCIO-CULTURAL DIMENSION OF DESIGN ABSTRACT Design objects created by both technic and culture are the products forming the human life. In this study, the sociocultural roles and changing meanings of the design objects are analyzed in the context of the economic relations based on production and consumption, global politics of culture, tecnological developments and transforming social behaviours and life-styles during the time from crafts period to the industrial period; from post-industrial period to the information society of today. Besides the negative effects of living crisis of culture are brought to attention and the dimension of meaning of design objects in our lives to be discussed in general. Keywords: design-technic-consumer culture-meaning

254


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

1.GİRİŞ Varoluşundan bu yana insan doğayı sahiplenme, biçimlendirme, düzenlenme ihtiyacı duymuştur. İnsanın doğa ile olan bu ilişkisi sonunda ortaya çıkan “techne” kavramı bir akıl yürütme biçimi olarak gündelik çevrenin denetlenmesinde etkin rol üstlenmiştir. Yetisel beceri (techne) ile nesnel ürün birbirinden ayrılmaz bir biçimde tekniğin anlamını kurmuştur. Beceri, kullanım, başarma, bulup buluşturma gücü türünden anlamları içeren teknik, insana bağlı, insandan kaynaklanan bir olgudur. Bunu katı bir “yapabilme” değil, durmadan gelişen esnek bir güç olarak ele almak, sürekli değişen insana özgü olması nedeniyle de çok anlamlı yapısına ve kültürün bir parçası olduğuna dikkat çekmek gerekmektedir. Gündelik hayatımızı kuşatan tasarım ürünü her teknik nesne belli bir kültür ortamının nesnesidir, bu ortamla birlikte varlığını sürdürür. Gündelik nesnelerin her türlü değer ve anlamı, içinde yer aldığı kültürdedir; bu kültürle ölçülür.[1] Bilgisini madde üstünde uygulayan zanaatçı veya sanatçı, çeşitli iş aletleri ve nesneler yapmış, bunları gereksinimleri doğrultusunda kullanırken, toplumsal iletişim süreci içinde bu eşyalara simgesel anlamlar yüklemiştir. Bu açıdan bakıldığında kültür, ürünlerin tasarlanmasını, kullanma ve onlardan yararlanma anlamındaki eylemleri, bunlara sahip olma ve onlarla ilişki kurma biçimlerini, bunların algılanmasını ve anlamlandırılmasını da içerir. Tasarım ürünleri, zamana bağlı olarak farklı oluşum ve kullanım süreçleri bağlamında değerlendirilmişler ve kabul görmüşlerdir. Zanaat döneminden endüstri dönemine geçiş, yaşanan sosyo-kültürel ve ekonomik değişimler paralelinde, insanların nesneler dünyasıyla olan ilişkilerini de dönüştürmüştür. Nesnenin kullanıma yönelik pratik değerinin üzerine eklenen kültürel anlamlar, imgesel çağrışımlar ve simgesel kodlardan kurulu ikinci düzlem,

endüstri öncesi toplumlarda emek, saygınlık ve sınıfsal farklılıkları ifade ederken, endüstriyel toplum için üretimi, standartları, düzen, kesinlik, uzmanlık gibi kavramları öne çıkarmıştır. Post-endüstriyel toplumda bolluk, harcama ve eğlenceyle kendini gösteren tüketim kültüründe ise imgesel değerlerin, taklit ve simulasyonların nesneye ait değerleri belirlediği, markalar ve modellerin statü göstergesi haline dönüştüğü gözlenir. Günümüz bilişim çağında ise, teknoloji ağırlıklı yeni medya platformlarının etkin olarak gündelik yaşamı şekillendirdiği; zaman ve mekan sınırlarını ortadan kaldıran sanal dünyanın nesneler dünyasına ilişkin algılamalarımızı etkilediği bir dönem hüküm sürmektedir. İnsanın gündelik nesnelerle olan ilişkisi, yaşanan bütün bu dönüşümlerle birlikte ortaya çıkan farklı sosyo-kültürel yapılanmalarla ve anlamlandırma süreçleriyle şekillenmiştir. İnsan sosyal bir varlıktır ve nesnelere sahip olmayı sadece fiziksel özellikleri açısından değil, çevresiyle iletişim kurmak için de istemektedir. Kimliğini, bireyselliğini ve farklılığını ortaya koymaya çalışan insanın toplumsal yaşam içinde ürünler yoluyla sosyal ilişkilerini oluşturma çabaları insanların tüketim sürecinin itici gücünü oluşturur[2]. Gelişen hızlı teknolojik gelişmelere uyum sağlarken özgünlük ve yaratıcılık arayışları, küreselleşme karşısında kimlik bunalımları, kültür, anlam ve iletişim sorunları tasarım dünyasının teknolojik, sosyolojik ve ekonomik gelişim süreci bağlamında nasıl değerlendirilir ve çözüme dayalı temel ilkeler neler olmalıdır? 2. NESNE KÜLTÜRÜNDE ANLAMSAL DEĞİŞİMLER Geleneksel zanaat kültürünün hala etkinliğini sürdürdüğü endüstrileşmenin ilk yıllarında, zengin-yoksul ayrımına dayalı sınıf farklılıkları bazı eşyaların (saat, şapka,araba v.b.) kullanımına bir kültürel

255


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

M. Sağocak

dil ve imge özelliği yüklemişti. Bu eşyalar, toplumsal bir statü ve ayrıcalıklı bir yaşam biçiminin ifadesine dönüşmüştü. Bu açıdan bakıldığında tasarım ürünlerinin anlamlandırılmasında , kültürel bağlamın yorumlayıcı, insanın kendi ve çevresiyle olan sosyal ilişkilerini belirleyici bir örüntü oluşturduğu söylenebilir. Tasarım-üretim ve tüketim süreçleri, toplumsal iletişim sürecinde ve gündelik yaşam pratiklerinde etkili olan kültürel yorumlama, beğeni ve algılama modelleriyle bağlantılıdırlar. Kültür ister “herhangi bir özgül tarihsel toplumun pratiklerinin, dillerinin ve göreneklerinin gerçek, yerleşik alanı” olarak yayılmacı yaklaşıma göre tanımlansın; ister simgesel ifade, metin, retorik, söylem üzerinde yoğunlaşılan indirgemeci (metinci) yaklaşıma göre ele alınsın, ürünlerin/nesnelerin yapısal, estetik ve tasarımsal özelliklerinin, kültürel kullanım ve anlamlandırma biçimleriyle somut bir şekilde ilintili olduğu yadsınamayan bir gerçektir [3] 19.yy’da gelişimini tamamlayan zanaat üretiminden endüstriyel üretime geçiş dönemi , önemli sonuçlara yol açmıştır. İlk endüstrileşme evresinden (1830-40) bu yana gündelik nesnelerin niceliksel olarak artışı 20.yy’da bu nesnelerin alt tabakalar tarafından artan kullanımına olanak sağlayan ucuzlamayla birlikte gerçekleşti. Ayrımlaşmış nesne mülkiyeti, maddi açıdan daha iyi durumdaki üst tabakaların ayrıcalığı olmaktan çıkıp, bir kitle gereksinimi biçimine doğru gelişti ki , 1950’li yıllardan bu yana gündelik eşyaların demokratikleşmesi hemen hemen tüm toplumsal katmanlara ulaştı.Toplumsal ayrımları oluşturan artık yalnızca nesnelere sahip olma şansı değildi, bu ayrıcalıklar daha çok kullanılan malzemenin niteliğine, tasarım türüne ve fiyat düzeyine yerleşmişlerdi, toplumsal imlemler de bunların üzerinden sınıflandırılır oldular [4.]

Dikiş makinesinden, bisiklete, yazı makinesinden endüstriyel mobilyaya, otomobilden telefona, radyodan televizyona kadar endüstriyel dönemin modern buluşları gündelik eşya endüstrisini takip edilemeyecek bir hızla geliştirdi. 19.yy’dan bu yana kitle tüketimi türleri , ödeme gücü olan burjuvazinin egemenliği altında iken, 1920’lerden sonra bu durum daha alt tabakalar için de söz konusu olmaya başlamıştır ve 1950’li yılların sonunda yaşanan ekonomik mucizeyle birlikte buzdolabı, mikser, tost makinesi gibi ürünler satın alma ve tüketim dalgaları içinde hemen hemen her eve girmiştir. Ruppert’ın ifade ettiği gibi, (1996) bundan sonra salt bir şapkaya, bir saate yada otomobile sahip olmak insanları ayırmıyor, tersine toplumsal anlatım gücü ve habitusun ayrılması açısından simgesel beğeni yönünde ayrıcalık yaratma, markalar ve modellerin düzeyleri önem kazanıyordu . Endüstriyel gelişmenin yoğunlaşmasıyla seri üretim yöntemleri sonucu kitlesel üretime geçildiği, standart tüketim kalıplarının oluştuğu,üretici tercihlerinin egemenliğindeki istikrarlı pazarların var olduğu Fordist dönem 1930’lardan 1970’lere varana kadar etkisini gösterdi. Post-fordist dönemin önerisi ise, yaşam biçimlerine yönelik pazarlamanın sadece varolan yaşam biçimlerini hedeflemesi değil, tüketici için anlamlı yeni yaşam biçimlerini oluşturması ve önermesi yönündeydi. Bu yaklaşım 1970’lerden sonra kaliteli ve sürekli değişen modellere dayalı çeşitlilik gösteren tüketici tercihlerini doğuruyordu. Ürünlerin ömürleri kısalırken, model çeşitliliği artıyordu. 20.yy.ın ileri endüstrileşmiş tüketim toplumunda çift yönlü bir ilişki ortaya çıkmıştır: bir yandan eşyalarla geniş ölçüde kurulmaya çalışılan sembolik ve anlamsal ilişki, öte yandan teknik ve tasarımsal yenilemeler seli içinde bu eşyaların yerini başkalarının alabilmesi gereği. Artık, eşyaları nesilden nesle miras bırakmak yerine , demode etme-eskitme ve elden

256


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

çıkartmaya dayalı bir tüketim anlayışı hüküm sürmektedir. Genel eğilimlerdeki bu değişim, insanların nesne dünyasıyla olan ilişkilerini , endüstri öncesi toplumlardaki gündelik eşyalara yönelik geleneksel ilişkilerle karşılaştırıldığında , temelden değiştirmişlerdir. Nesne kültürünün 19.yy’dan bu yana arttırılan değişim hızı , insanın gündelik eşyalarla olan ilişkisine “geçici olan, uçup giden “ özelliğini kazandırmış, bu hız artışı, 1970’li ve 80’li yıllarda kullan-at toplumlarda doruk noktasına varmıştır. Maddi endüstri kültürünün fabrikada üretilen yeni nesne dünyaları, modern kültürün dinamik biçim değiştirme sürecinin konusudurlar. Çalışma ve eylem süreçlerini mekanikleştirme ve otomatikleştirme eğilimlerini de kültürel açıdan uzamın genişletilmesi ve sınırsızlaştırmasını, iletişimin, enformasyonun ve imgelerin yerellikten çıkarılmasını, ev konforunun gündelik eşyaların yardımıyla arttırılmasını ve ayrımlaştırılmasını ve başka bir çok şeyi de buraya eklemek gerekir. Zamanın yoğunlaştırılması, zamanın sıklaştırılması, kişilerin ve malların deviniminin, devingenliğin arttırılması (bisiklet, otomobil, uçak), simgelerin ve imlerin çoğaltılışı , bilgilerin ve imgelerin medyalar aracılığıyla yeniden üretimi, yerellikten çıkarılışı (TV), gibi merkezi kavramlar, endüstriyel kitle kültürünün maddi nesneleştirilmelerini ifade ederler [4] . 19.yy endüstrileşme sürecine bağlı olarak yaşanan toplumsal ve kültürel dönüşüm düşünülürse buhar makinesinin işlevselliğinin yanında devinim ve ilerleme kavramının somut anlatımı olarak ikonografik bir değer kazanmış olduğu söylenebillir. Bunu takip eden elektrik lambası günün gece ve gündüz bölümlenmesini önemsiz kılarken, uçak insanın üçüncü boyuttaki hızlı devinimini sağladı; sinema ile fotoğrafın görüntü dili ileriye dönük bir estetik simge özelliği kazandı. Böylelikle endüstriyel nesnelerin

ortaya çıkışıyla, nesnelerin görüntülerine ve işlevsel kullanım değerlerine ikinci bir düzlemin, kültürel anlamların, çağrıştırılan imgelerin ve simgesel kodlama düzleminin bağlandığı görülür [4] Endüstrileşmeyle birlikte gelen seri üretim anlayışı kendi kurallarını da belirlemiş, işletme ekonomisi kavramı içinde girişimcilerin gelir beklentisi, anonim müşterinin beklenti, istek ve ihtiyaçlarına yönelik üretimi gerekli kılmıştı. Endüstriyel sistem sadece seri üretime dayalı ürünlerde standartlaşma sağlamamış, aynı zamanda kitle haberleşme araçlarının gelişmesi ve etkinleşmesiyle birlikte düşüncelerde ve hayatlarda da bir standartlaşmaya yol açmıştır. Kitle kültürü olarak ortaya çıkan bu durum, kendini tüketim olgusuyla göstermiştir. Tüketim, belirli bir ihtiyacın tatmini için bir ürünün yada hizmetin edinilmesi, sahiplenilmesi, kullanılması ve yok edilmesi olarak tanımlanabilir. Ancak bir ürün, ana işlev ve rolünden daha fazlasına sahiptir. Bireyler, sadece pratik yararları ve işlevlerinden dolayı değil, aynı zamanda kim olduklarını gösterme, duygularını ortaya koyma ve çevreleriyle iletişim kurma amaçlarından dolayı da ürün satın alıp kullanırlar. Modern tüketim kavramı içinde ürünlerin özelliklerinden, işlevlerinden çok taşıdıkları ve yansıttıkları anlamların ağırlık kazandığı görülür. Bu da tüketimin ekonomik olduğu kadar kültürel bir olgu olduğunu vurgular. Her ne kadar ticari bir meta da olsa, ürünler, kültürün taşıyıcısıdır ve yaşam biçimlerini değiştirirler. Yaygın küresel pazarın kullanıcıları arasında fark gözetmeyen ve “evrensel tasarım” olarak tanımlanan “çok işlevli” ve “her kültüre uyan” ürünler, tasarım pratiği ve tasarım felsefesi açısından iletişim, kimlik ve anlam sorunları yaratmaktadır. Tüketim kültürü, işaretler, anlamlar, imajlar, gösterilerle yüklü reklam, ambalaj, mağaza düzenlemeleri, teşhir-tanzim, ürün

257


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

M. Sağocak

tasarımları gibi konular aracılığıyla, nesneler hakkında çeşitli görsel ve işitsel anlatımlar sunar. Tüketim olayının gerçekleştirilmesinde önümüze sunulan bu sayısız seçenek arasından yaptığımız tercihler ise aslında bir kültürel seçim sürecinin sonucunda oluşur[5]. Kitle iletişim araçları, magazinler, filmler, romanlar, reklamlar aracılığıyla başka insanların yaşamları, evleri, zevklerini sunarak bu tercihleri güdümlemekte; anlık mutlulukları öne çıkartan, mal-mülk edimini kışkırtan, kullan-at ideolojisini pekiştiren bir popüler kültür anlayışı medyanın da etkisiyle yayılmaktadır. Kitle tüketim kültüründe, sadece nicelik olarak önem ifade eden ve tüketim pazarının bir müşterisi olan birey, maddi hazlara yönelik hedonik bir yaşam sürdürme eğilimine sürüklenmektedir. Popüler kültürde anlamlandırma süreçleri büyük ölçüde medyanın elinde bulunduğu için gösterenle gösterilen arasındaki kurgulanmış sapmalar, anlamın sürekli bir biçimde kaymasına ve belirsizleşmesine neden olmaktadır. Derrida’nın da yapıbozumu stratejisiyle ortaya koymaya çalıştığı gibi, anlamlar metin/nesne ve izleyici/kullanıcı arasındaki etkileşimler içinde üretilmektedir.Anlam üretimi her iki öğenin eşit biçimde katkıda bulunduğu dinamik bir edimdir.Derrida’ya göre anlam sürekli bir gösterenler zinciri boyunca devinir; gösterilen dolaşıma sokulduğu gösteren zincirlerince ve bağlamdan bağlama geçtikçe değiştirilecektir [6]. İşte medyanın da göstergeler aracılığıyla sunduğu anlamlar toplumsal koşullar, ilişkiler ve pratiklere bağlı olarak farklı etkileşimlerle değişime uğramakta ve öznenesne ilişkisi bağlamında sürekli üretilmektedir.

3. TÜKETİM OLGUSUNUN ÇIKIŞI

ORTAYA

20.yy çelişkilerle dolu bir yüzyıl olarak çarpışan ideolojiler, iki dünya savaşı, ve 45 yıllık soğuk savaş dönemine sahne olmuş ve tüm bu gelişmeler Amerika’nın politik ideallerinin zaferine dönüşmüştür. Fakat yüzyılın gerçek kazananı tüketim olmuştur. Politik anlamda denge, paylaşılan değerler ve yurttaşlık gibi kavramlar Amerika’da dinamik fakat pasif bir tüketim toplumunu oluştururken, tüm dünyaya da artarak yayılmıştır. Genellikle toplumsal farklılıkları reddeden ve toplumu kaynaştırıcı yönde birtakım anlamlar, ürünler yoluyla oluşturulmaya çalışıldı. Örneğin, kot pantolon giymek, rahat, ucuz, kolay yıpranmayan işlevsel giysiler olmasının ötesinde, toplumsal kategorilerin sınırlarını çiğneme gibi özel bir yetiye sahipti. Kot pantolonlar gayri resmi, sınıfsız, cinsiyetsiz, kente yada taşraya uygun olarak görülüyorlardı; kot pantolon giymek, toplumsal kategorilerin dayattığı davranış ve kimlik sınırlarından kurtulmanın bir göstergesiydi. Kot pantolondaki toplumsal farksızlık kişiye “kendi olma” özgürlüğü de sağlamaktaydı. Ancak kişinin kendi olma arzusu herkesten bütünüyle farklı olma arzusunu değil, bireysel farklılıklarını toplumsal dayanışma içinde ortaya koymayı ifade etmektedir [7] . İşte bu noktada tüketimin kolektif bir davranış, toplumsal değerler sistemi ve toplumsallaşma tarzı olduğu söylenebilir. Baudrillard’ın belirttiği gibi, tüketim hem bir ahlak (bir ideolojik değerler sistemi),hem de bir iletişim sistemi, bir değiş tokuş yapısıdır. Tüketim bir dil yada ilkel toplumlardaki akrabalık sistemi gibi bir anlamlandırma düzenidir Dolaşım, satın alma, satış, farklılaşmış mallar ve nesneler/göstergelerin sahiplenişi günümüzde dilimizi, kodumuzu tüm toplumun iletişime geçmek ve konuşmak için kullandığı şeyi oluşturur. İşte bu tüketimin yapısı, tüketimin dilidir; bireysel

258


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

ihtiyaçlar ve hazlar bu dile bağlı olarak sözden ibarettir [8] . Tüketim olgusunun başarısının ardında yüzyılın özgürlük ve demokrasi temelli politik ideallerinin olduğu söylenebilir. Tüketim ürünleri Amerikalılara, eski, nispeten güvenli fakat kapalı toplum yapılarından çıkıp, daha ifadeci, ve kitle toplumunun dinamik bireyselciliğini benimsemelerine yol açtı. Tüketim malları insanlara özgürlük duygusu, aile, arkadaş yada kültürel bağlarını yıkmadan kişiliklerini oluşturmalarına imkan sağladı. Örneğin, göçmen çocukları, eğlence parkları, yeni yiyecekler ve moda giysilerle ailelerinden farklılaşmayı seçtiler. Tüketim aile, arkadaş veya yabancılar arasındaki ilişkileri kolaylaştıran yeniden tanımlayan bir dile dönüştü. Arabalar ve giysiler, genç-yaşlı, kadın-erkek, azınlık-çoğunluk arasında kim olduklarını ve nasıl davranılmasını istediklerine ilişkin ipuçlarını sunan araçlar haline dönüştü. Nesneler geçmişle geleceğin yeniden yorumlandığı, gündelik yaşama ritim katan unsurlar oldular. Fiziksel tatmin duygusunu arttırmak, mutluluk ve heyecan katmak için üretilen nesnelerin sağladığı lezzet, duygu ve konfor yeni bir kişisel özgürlük anlayışı yarattı. Tüketimcilik, aynı zamanda demokrasi ve sosyal dayanışmaya da yeni bir anlayış getirdi. Nesneler dünyasına ilişkin vizyon, üreticilerin eski idealinin yerine geçti. Politik paylaşımın temelindeki sınıf, din, etnik unsurlara meydan okundu. Pazara giren yeni ürünlerde, tüketim adına demokratik katılım ilkeleri ve eşitlik kavramı desteklendi. Bu anlamda artan ürün çeşitliliği Ford Model T’nin çoğalan stil seçeneklerinde , radyodan TV’ye uzanan gelişim çizgisinde görülebilir. Demokrasi kavramı hukuksal anlamının ötesinde, mülkiyet ve eşyanın kullanılması bağlamında netlik kazandı. Gündelik deneyimler içinde değişim, gelişim, toplumsal roller bağlamında değişen ihtiyaç tanımlamaları ürünlere yansıdı. Tüketim

geçmişle geleceği bağlamak kaygısı gütmeksizin sadece ticari değerlerle kendini gösterdi [9]. 3.1. 1900-1930 Gelişmeler

Yılları

Arasındaki

Otomobilden uçağa, hareketli görüntüden, radyoya, elektrik ışığından, elektrikli aletlere, şişelenmiş içeceklerden, konserve çorbalara kadar tüm gelişmeler 1900’lerin buluşlarına dayanır. Genç Amerikan ulusu, sıra dışı “boş” yaratıcı ortamı çok iyi değerlendirerek akıl almaz bir gelişme gösterdi. Bu gelişmeler sırasında ulusal kültürler bastırıldı, “makine çağı” ve modern pazar için geleneksel yaşam biçimleri bir kenara itildi, zenginleşme hayalleri fırsatları iyi kullanan Amerika için gerçek oldu. Amerikan tüketim kültürü, artan satın alma gücüne temellendi. İlk 30 yılda harcama %20 den %35’lere çıktı. Tüketmek yeni anlamlar yüklendi. Sıradan bir vatandaş araba, telefon, elektrikli aygıtlar, hazır giyim moda giysilere sahip olabiliyordu. Ayrıca çalışma saatlerinin azalmasıyla bunlardan keyif alacak zamana da kavuşan Amerika’lılar artan bireysel gelire, ev, ulaşım, gıda, giyim, eğitim ve sağlık konularında yükselen standartlara sahip oldu. Yeni tüketim ürünleri, fiziksel konforun ötesinde eğlence ve hareket imkanı sağladı. Sosyal anlamda yeni yaşam stiliyle tanışan, çalışma düzenindeki değişikliğe ayak uyduran Amerika’da tüketim ürünleri değişik kimliklerin ve toplulukların oluşmasında yeni bileşenlere dönüştü. Moda mobilyalar, ambalajlı ürünler, ev aletleri, arabalar, birey ve toplumun ifadesinde yeni bakış açıları kazandırırken, geçmiş ve geleceğe ait yeni anlayışlara da yol açtı. Paketlenen, sergilenen, reklamı yapılan bu ürünler dünyası Amerikan yaşamının politik ve hatta dini vizyonu için baskın bir seçeneği oluşturdu.

259


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

M. Sağocak

Boş zaman, bireysel gelir ve yeni ürünler yeni tüketim toplumunu mümkün kıldı. Ayrıca harcama olanakları Amerikalıların sosyal değişimlere uyumunu sağladı. 19.yy Amerikan toplumu sahip oldukları topraklar, mesleki yetenekler ve ortaya koydukları işlerle kendini ifade ederken; 1900’lere gelindiğinde bu anlayış yok olmaya başladı. Çiftçilikle uğraşan oran %53’ten, 1900’te %37’5 ‘a 1930’da ise %21.4’e düştü. Endüstride ve hizmet sektöründe gelir fazlalaşmasına rağmen özerklik azalmaktaydı. Bağımsız dükkan ve çiftlik sahipleri küçülürken, beyaz yakalıların görev aldığı, satış, pazarlama finans işleri gitgide artan oranda statü kazandılar; bu kişiler işlerinden çok harcamalarıyla ve dinlence aktiviteleriyle öne çıktılar. Özellikle müzikal filmlerdeki saraylara benzeyen evler ve imajlar milyonlarca çalışan insana yıldızlar gibi yaşama hırsı aşıladı. Lincoln’un çalışma ve mülk edinme konularındaki demokrasi ideali, yerini eğlence ve tüketim hayallerine, bireysel tatmin için daha daha çok şeylere sahip olma arzusuna dönüştü.Tüketim şehirlerde artan yalnızlık duygusu , iş hayatındaki hızlı tempo ve artan anlamsızlık karşısında bir avuntu olarak algılandı. Demokratik ‘lüks’ anlayışının en belirgin temsili arabada kendini gösterdi. Sağlam ve ucuz, zaman ve para kazandıran, yolculuklara imkan sağlayan araba, model T ile 19 yılda 15.5 milyon satış rekoru kırdı. Arabayı takiben elektrikli fanlar, ütü, su ısıtıcıları, tost makineleri, Hoover süpürge, daha sonra elektrik ampulü, telefon gibi buluşlar 1900’lere gelindiğinde olağan ev eşyaları haline gelmişti. İlk elektrikli çamaşır makinesi, buzdolabı, radyo, kamera evlere girdi. Evlerinden müzik, komedi ve reklamlara ulaşabilen, hareketli görüntüleri izleyebilen insanlar, konserve ve ambalaj sektöründeki gelişmelerle de yeni bir yaşam biçimine doğru geçtiler.

Amerikan kültürü bu yeni ürünler üzerine kuruldu. Buluşlar kadar bunarın satışı da önemliydi. Perakende satışlardaki yeni yaklaşımlar, kredi kartı, paketleme ve reklam gibi unsurlar, ve alışveriş merkezleri bu sürecin parçalarıydı. Sosyal farklılıkları gözetmeksizin, etnik kökeni yada işi ne olursa olsun herkesin her yerden alabileceği homojen ürünler ve ticari markalar ortaya çıktı. Bunların başında da coca-cola gelmekteydi. Kitlesel reklam, geniş dağıtım ağı, basit fakat etkili isim ve şişesiyle coca-cola ulusal bir içecek olarak Amerikan tüketiminin sembolü haline geldi. Paketleme üreticilerin satış ve tüketim için önemli bir aracıydı. Markanın kimliği üretici ile müşteri arasında bir köprü oluşturuyor, alışveriş merkezleri, alışveriş lüksünü tattırırken, marka ve ambalaj duygusal bir uyarı sağlıyor, reklamlar aracılığıyla insanlar arası bir iletişim kuruluyordu [9]. 3.2. 1930-1960 Gelişmeler

Yılları

Arasındaki

Büyük ekonomik bunalım ve 2.dünya savaşının getirdiği işsizlik, karamsarlık ortamı, Amerikalıların eski tüketim alışkanlıkları ve hayallerine daha sıkı sarılmalarını sağladı. 1930’lardaki ekonomik çalkantılar ve üretilen malların savaş gücüne yönlendirilmesi, bireysel harcamaları azaltırken, Amerikan iş dünyası satış yapmak için yeni yollar ve yeni nesnelerin arayışı içine girmişti. Sosyal düzene başkaldırılara rağmen, Amerikalıların çoğu yine kendilerini ve ilişkilerini tüketim ürünleri aracılığıyla ifade etmekteydiler. Savaş sonrası dönem, yaşanan sıkıntıların da etkisiyle daha fazla hayallerle yüklü olarak ortaya çıktı. İnsanlar ekonomik ve sosyal fırsatları değerlendirmeye hazır bir haldeydiler. 1945 sonrası nesil, arabalara, evlere ve eşyalara harcama yaparken, yenilik ve gelenek; katılımcılık ve bireysellik gibi çelişkiler yaşamaktaydı. Aslında kriz Amerikalıları daha da materyalist yapmıştı. Kumarın

260


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

yaygınlaşması bu dönemde artmıştır. Aileler eski tüketim rutinleri özellikle lükse dayalı olanları devam ettirmeye çalışıyorlardı. Bir radyo, en son müzikal, bir paket sigara, günlük gazete bir ailenin yaşamında en az yiyecek, giyim ve barınma kadar önemli ve vazgeçilmez bir yer tutmaktaydı. Üreticiler açısından da bakıldığında “buhran” yeni ve atak bir pazarlama için ve toplumun sahip olma tutkularını alevlendirmek için bir fırsattı. Alım gücünün düşmesi nedeniyle fiyatlarda ucuzlama, ekonomi modelleri ve orta sınıfa hitab eden bir standart ortaya çıktı. Çünkü o dönem tüketimin tek anahtarı servis-kalite veya statü olmaktan çıkıp, fiyata indirgenmişti. Reklamlar ve promosyonlar da bu yönde etkinliğini arttırdı ve ihmal edilmiş tüketici grupları üzerine yeni stratejiler geliştirildi. Özellikle 2.dünya savaşının bitmesiyle toplum tüketim çılgınlığı içine girdi. Abartılı mobilyaların, gürültülü müziklerin , büyük arabaların ve fast-food olgusunun ortaya çıktığı görüldü. 1946 da bireysel tüketim 1945’e oranla % 20, 1941’e oranla %70 artış gösterdi. Amerika’da nüfusun en yoğun arttığı ; iyimserlik havası içinde dünyada ekonomik ve politik anlamda hegemonya kurduğu dönem de bu zamana rastlar. Otellerde sunulan lükse dayalı ultramodern hizmetler (yüzme havuzları, golf , binicilik sahaları vs..) ve kumarhaneler dışında ev ve aile hayatı, komşuluk ilişkileri de tüketim açısından merkezde yer alan unsurlardı [9]. Hem diğerleriyle bütünleşmeyi, hem de ayrıcalığını ortaya koymanın yolu tüketim ürünlerinden geçiyordu. 1950’lerden itibaren tüketimin hedefi haline gelen gençlik, radyo, rock müzik, plaklar , müzikal gösteriler, drive-in sinemalara fazlasıyla ilgi gösterdi.

3.3. 1960-1980 Gelişmeler

Yılları

Arasındaki

1960’lı yıllara gelindiğinde Cross (2000)’ un da belirttiği gibi tüketimin bedellerinin sorgulanmaya başlandığını, aldatıcı reklamlar kadar artan kirlilik ve atık problemlerinin de ele alınmaya başlandığını görülmüştür. Tüketici hakları ve çevre hareketlerinin ortaya çıkması yanında, araba, reklam, kredi kartı gibi unsurlar aracılığıyla kendini ifade etme yollarına sahip insanlar, daha bireyselci bir tüketim anlayışı içine girdi. 70’li yıllar petrol krizi, enerji kısıtlamalarını gerekli kıldı. Hükümetler büyümeyi sınırlandırarak sosyal dengeyi korumaya, korumacılığı teşvik etmeye yönelik öneriler sundular. Fakat pek az kişi enerji sorununu aşırı tüketime bağladı ve yaşam stilin değiştirdi. Onlar için tasarruf veya korumacılık, çelişki, uyumsuzluk, sığ yaşamlar ve özgürlüğün kısıtlanmasıyla eşdeğerdi. Tüketimi ateşlemek üzere kullanılacak eldeki tek miras ise alt-kültürlerdi (countercultures). Sisteme karşı gelen altkültür hareketleri, politik değil tamamen bireysel hareket eden , inançları değil yaşamı dönüştürmeye yönelik, uygulamaları yada kanunları değil, bilinci değiştirmeyi amaçlayan hareketlerdi. Yiyeceklerinde, saçlarında, giysilerinde yeni bir özgürlük anlayışı sergileyen gençlik, o dönem Vietnam savaşına, görev ve sorumluluklara karşıt bir yaşam biçimi ortaya koydular. 1950’lerin aile ve ev merkezli tüketim anlayışından uzaklaşan bu dönem böylelikle -1980‘lere kadar- hippi gençliğinin estirdiği yeni stille kitlesel bir pazar bulmuş oldu [9] .

261


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

M. Sağocak

3.4. 1980 Sonrası Dönem Radikal alt-kültür hareketlerinin önerdiği , iş ve aile sorumluluklarından koparak libidonun özgürleşmesine yönelik tutum disiplin ve bağımsızlık arasındaki hassas dengeyi sarstı. Korumacılar, zevk ve eğlence tacirlerinden aileyi korumaya çalışırken , tüketicinin kolektif haklarını gözardı ederek, pazarın dayandığı duvarları yıkarak, materyalizmi daha da cesaretlendirmiş oldu. Sonuçta, tüketim sosyal bütünleyici bir gerçeklik olmasının ötesine geçerek, bireysel fantezilere dönüştü. 1960’ların nesli, yeni , parçalı, bireyselci bir tüketime katkıda bulunmuşken, 80’lerin dizginlenemeyen market ideolojisi bu eğilimi daha da arttırdı. Pazardaki rekabet, kişileri yeni bir çalışma döngüsüne sokarken, kapitalizm de insanların nesneleri arzulamalarını istiyordu. Modern çalışma düzeni içinde tüketim de hayatın büyük bölümüne yayılıyordu. Bireysel ifadeyi en yoğun ortaya koyan kesim de artık, bohemler, hippiler yada uyuşturucu satıcıları değil, “yuppi” olarak adlandırılan cep telefonları, dizüstü bilgisayarları kullanan , pahalı şeyler alan, marka giyinen kentli profesyoneller olmuştu. Resmi devlet politikaları bile bozulan pazar disiplinini toparlayamadı ve zengin elit kesimin hedonizm ve eşitsizliğe dayalı tüketim eğilimleri hız kazandı. Elit aristokratik estetik aynı zamanda şöhret kültürünün bir parçasıydı. Bu kültürün, güç, statü ve lezzet imgeleri, eğlence ve modanın ticari dünyasına dayanıyordu. 80’lerden itibaren modern medya ve iletişim, insanlara yetenek ve ürünlere ulaşmanın yolu olarak görüldü. Reklamlar, bir eğlence unsuru olarak hayatların bir parçası haline geldi.Televizyonlarda 24 saat kesintisiz müzik yayını yapan kanallar, telefon yardımıyla yapılan tele market uygulamaları, Pc ‘ler ve internetin yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan yeni medya

platformları , tüketim ve alışverişi büyükler için bir eğlence, küçükler için bir oyun haline getirdi. Çocuklar, filmler, TV Showları, video oyunları ve diğer medya biçimleriyle ilişkili oyuncak, giysi, aksesuar ve fast-food endüstrilerinin hedef kitlesi oldu. Zamanla ev, en büyük pazar merkezi haline geldi çocukların oyunları, büyüklerin eğlenceleri harcamaya indirgendi. 1980’lerde tüketim ekonomik büyümeyle paralel artan gelir eşitsizliğiyle birlikte, dinamik ve bencil bir anlayışla sınırlarını genişletti.Yuppiler de bu ben-merkezci tüketim kültürünün tüketici modelini oluşturdu. [9] 1990’lara gelindiğinde insanlar, kendilerini komşularıyla değil, kendilerinden 3-4 kat fazla geliri olan ünlülerle karşılaştırmaya başladı. Harcama gösteriş adına yapılan bir durum haline geldi ve insanların giydiği giysi yada kullandığı araba gerçek statüleri göstermekten uzak, yanıltıcı imgelere dönüştü.Yükselen standartlar , gelir hiyerarşisindeki dengesizlikle birleşince, insanlardaki endişe daha çok harcamaya dayalı bir rekabete yol açtı. Pc ‘lerin, dizüstü bilgisyarların gelişmesi ve ev hayatının içine yerleşmesiyle birlikte küreselleşen dünyada milyonlarla web ortamında etkileşen sosyal yaşamdan kopuk ama seçim yapma konusunda daha bilinçli insanlar ortaya çıktı. Bölümlenmiş pazar anlayışı ve daha çok seçim imkanı özellikle gençler için bireysel özgürlük demekti. Önceleri insanları toplum içinde bir yere koyan ve zamanın akışını temsil eden nesneler, 90’ların sonunda insanları geçmiş ve gelecekten koparan ve diğerlerinden ayıran bireysel nesneler haline geldiler. Alışverişte geçirilen zamanın artışı, modern tüketimin mantığını yansıtmaktaydı. Geceleri ve hafta sonları da açık olan merkeze uzak alışveriş merkezleri ve fastfood noktaları, arkadaş ve aileyle geçirilecek zamanları da çalmaya başladı.

262


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

Yüzyılın son 20 yılına bakıldığında kapitalizmin yol açtığı kültürel çelişkilere bir çözüm bulunamadığı görülür .Kitlesel hedonik tüketim kültürü , korumacıların savunduğu değerlerin altını oymaya devam ederken, burjuva medeniyetinin de zarar gördüğü izlenir. 1960’ların- 70’lerin ifadeci bireyselliği tüketimi sosyallikten uzaklaştırarak bencil bir hale sokmuş, 1980’lerin ve 90’ların serbest pazara dayalı anlayışı bu süreci hızlandırmıştır. Sonuç, tüketimin, sınırlarını yıkan alternatif hayat vizyonlarını korumak adına bir uzlaşmaya varılamadığı bir yaşam biçimidir. Makinanın akıl almaz gelişimine ve refahın sağladığı tatmin duygusuna rağmen, insanlar 21.yy a ikilemler içinde girmişlerdir. [9] Tüketim nesiller, cinsiyetler ve sınıflar arasındaki ayrımları hafifleten bir olgu olarak 20.yy sonlarında etkisini güçlendirirken, sonsuz seçenekteki giysi, seyahat ve eğlence imkanı kişilerin yaş, gelir ve sınıf farklarını gözetmeksizin insanların katılımıyla gerçeğe dönüşmüştür. Tüketim kültürü, bir yanda tüketimin demokratikleşmesini savunan, toplumun gelişmesini ve refah düzeyinin artmasını tüketime endeksleyen bir anlayışla hüküm sürerken, yabancılaşma, kültürel yozlaşma, yalnızlaşma, bilim, sanat ve insani değerlerin metalaştırılması, kalite yerine niceliksel değerlerin öne çıkması, küresel ekolojik sorunlar gibi olumsuz sonuçlarıyla da gündeme gelmektedir. Tüketen topluluklara karışan yalnızlaşan insanlar, nesneler ve eşyalar aracılığıyla sosyal bağlar kurmaya çalışmışlardır. Tüketim bu anlamıyla, insanlar ve olaylara ilişkin yargıların oluşma sürecinde nesneleri kullanırken, bir anlamda da ritüele dönüşmüştür. İnsanlar, zamana ve mekana bağlı olarak kişiliği, ailesi, konumu, kentli yada taşralı oluşu, iş sahibi yada evde oluşuna dair söyleyecekleri her şey için tüketimi kullanmışlardır. Geleneğe dayalı olayların veya törenlerin yorumlanışından,

selamlaşma biçimlerine, evlerin dekorasyonundan, yemeklerin hazırlanışına kadar her alanda yaşanan değişimlerde tüketim kültürünün etkilerini izlemek mümkündür. 1950’lerden itibaren bölümlere ayrılan pazar; tek kişilik çocuk odaları, çalışma odaları, tek kişilik otomobiller; uzun yemek masalarının, konsol TV’lerin ailece yaşama mekanlarının yerini aldı.Tüketim tarihini, toplumdan aileye sonra da bireye dayalı ürünlerin gelişimiyle izlemek de bu anlamda mümkün olabilir. Şenliklerde, bayramlarda toplumsal bağların yaşandığı zamanlardan, TV başında toplanılan aile ağırlıklı döneme ve sonra da walkman ve günümüzde i-pot dinleyen bireyselliğin hüküm sürdüğü bir anlayışa doğru gitgide yalnızlaşan bir süreç gözlenir. Küreselleşmenin itici gücünü oluşturan iletişim araçları, daha fazla insanı, daha hızlı bir tüketime çağırmaktadır. Küresel tüketim kültürünün salt müşteri konumuna indirgediği birey hem yerel kültürel değerlerinden hem de toplumsal ve siyasal yaşamdan kopartılarak yalnızlığa ve edilginliğe itilmektedir. Bu süreç yeni medyaların yaygın kullanımıyla daha da hızlanmaktadır. İnteraktif elektronik ortamlarda alışveriş yapmak, kişisel bilgisayarların yerini ucuz network (NC) bilgisayarların alması, Web TV’ler, sesleri algılayarak çalışan yeni medya tasarımları kolay kullanım olanakları sunmaktadırlar.Yeni iletişim araçlarına uyum sağlayan bireyler, küresel müşteri olma özelliklerini de pekiştirmektedirler. Alışverişi oyun haline getirerek tüketim sürecini çekici ve eğlenceli kılan sanal ortam, çeşitli tüketim kolaylıkları (kredi kartı, sanal para, evden, ofisten alışveriş v.b.) önererek küresel müşteri sayısını çoğaltmaktadır. Alışılagelmiş iletişim yöntemlerinin yerine bireyi etkinleştiren interaktif araçlar, yeni bir yaşam kültürü sunmakta, bireyciliği dayatan elektronik

263


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

M. Sağocak

yaşam , insanın toplu yaşamdan kopuşunu hızlandırmaktadır[10] Herkesin mutlu gelecek düşleri peşinde koştuğu, mal edinimi, refah düzeyi, toplumsal statüde yükselme gibi arzuların kışkırtılması sonunda bireyciliğin güçlendiği; dayanışma, yardımlaşma, fedakarlık duygularının körleştiği gözlenen bu süreçte kültür de, eğlence sanayinin bir kolu haline gelmektedir. Kültürü, paylaşılan anlamlar, değerler, pratikler ve toplumsal yaşamı biçimlendiren bir bağlam olduğunu göz ardı etmeden, geçmişe ait olduğu kadar geleceğe de ait “kültürel kimlik” sorununu ele almak gerekir. Kültürel kimlik sürekli yapılanan ve oluşan bir kavramdır. Üretimden tüketime geçiş ve küreselleşme süreci bir “kültür krizi” de ortaya çıkarmış; kısa ömürlülük, elden çıkarılabilirlik, geçicilik gibi kavramları beraberinde getirmiştir. Çoğul kullanıcı kitlelerinin beklentilerine karşı geliştirilen tekil çözümler kültürler arası farkları, yer ve kimlik duygusunu göz ardı etmiş, tasarımcının biçimlendirme ve tasarım sürecinde kullandığı gelenek ve kültüre dayalı kavramsal araçlar büyük ölçüde geçerliliğini yitirmiştir. Bu küresel ortamda kaybolan aidiyet duygusunun yerini, bağlamından kopuk, yapay, sanal bir takım ortamlarda ve göstergelerde üretilmeye çalışılan bir yerellik kaygısı almıştır.[11] 4.SONUÇ Küreselleşme ile yerel kültürel kimlik , bireysellik ile toplumsallık arasındaki gerilimlerin dengelenmesi, iletişim ve anlam sorunlarını gündeme taşımıştır. Bireysellik ile toplumsallık arasındaki dengeyi kurma çabaları, insanların yeni paylaşımlara dayalı ritüeller ve nesiller arası bağları güçlendirecek aktiviteler için arayışa teşvik etmektedir. 21. yy’da, tüketime anlam ve tatmin duygusu katarak, sosyal ve

psikolojik sorunlara çözüm getirilmesi, her şeyi pazara indirgeyen, ben-merkezci ve fantastik pazar anlayışının toplumsal sorumluluk ve demokrasi anlayışıyla kontrol altına alınması gerekir Featherstone’(1996)ın belirttiği gibi, tüketim kültürü romantik otantikliği ve bir kimsenin başkalarının yerine narsistik bir şekilde kendisini hoşnut kıldığı duygusal doyumu öneren rüyaları, arzuları ve fantezileri tahkim eden imajları, göstergeleri ve simgesel malları kullanır. Çağdaş tüketim kültürü bu tip davranışların uygun ve kabul edilebilir bulunduğu bağlamlar ve ortamlar yaratmaktadır. Çağdaş tüketim kültürü alternatifler arasından seçim yapmak yerine her ikisini de bir araya getirmektir. Günümüzün tüketim kültürü ne denetimin hükümsüz kılınmasını, ne de daha katı denetim kurumlarının geliştirilmesini temsil etmektedir. Burada söz konusu olan iki uç arasında kolayca gidilip gelinmesini sağlayan esnek bir temel yapıyla desteklenmesidir [12] Tüketim kültürünün bu esnek yapısını karşıtlıkların dengeli birlikteliğini öneren bir bakış açısıya değerlendirmek mümkün olabilir. Kurokawa’nın, 21. yy felsefesi olarak ortaya koyduğu simbiosis felsefesinde de karşıt gibi görünen kişiliklerin ve kültürlerin yüzleşmesi ve rekabet ederken ve eleştirirken ortak bir uzlaşma zemini bularak işbirliği yapabilmesi öngörülür. Özellikle kahramanların, idollerin, süperstarların sıradanlaştığı, bunların yerine “gelişme (progress)” fikrinin ideal olarak benimsendiği çağımızda barış, uyum ve bir arada varolmak konusunda istekli olmak gerekir. Tanrı yada idol mükemmeliyetçiliğini, etrafını ve diğer kişileri gözleyerek arayan çağımızın ayna toplumu “diğerlerine göre” kendini tanımlamak yoluna gider [13]. Simbiosis felsefesi, modern toplumlarda kişinin kendi bireyselliğini ve kimliğini vurgulamak konusunda kararlı, aynı zamanda da farklılıklara saygılı olmasını önermektedir.

264


YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 2, Sayı 4, 2007

YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 2, Issue 4, 2007

Teknoloji en önemli evrensellik biçimi olarak ortaya çıkarken, kültür ve gelenekten kopuk olmamalı özel durumlara, bölgesel farklılıklara uyum göstermeli; malzemede kalite ve yaşam standardında zenginlik sağlamalıdır. Kullanım nesnelerinden , kentlere kadar her ölçekte yaşamı ve çevreyi öz niteliklerinden kopararak, tüketim ekonomisinin birer aracı olarak kullanan küresel mekanizmalar karşısında ,

[8] Baudrillard, J. (1997), Tüketim Toplumu, Ayrıntı Yay., İst, Sf:87-88 [9] Cross, G. (2000), An All Consuming Century, Columbia University Pres, New York [10] Bıçakçı, İ. (2000), “ Sanal Çarşı Ve Küresel Müşteri”, Her Yönüyle Pazarlama İletişimi, Mediacat Yay., Ankara, Sf:145, Mediacat Yay.,İst. [11] Sağocak, M. (2003), Tasarım Tarihi, Endüstri Ürün Tasarımında 250 Yıl, Vipaş Yay., Bursa [12] Featherstone, M. (1996), Post-Modernizm Ve Tüketim Kültürü, ,Ayrıntı Yay., Sf:58 [13] Kurokowa, ( 1991), Intercultural Architecture, The Phylosophy Of Symbiosis, Aia Pr.

-Yaşama ve çevreye zarar vermeyen ve insanların yaşam kalitesine katkı sağlayacak bir üretim ekonomisi -Toplumların kültürel kimliklerini yok etmeyen geniş ölçekli bir tasarım öğretisi -Bilginin evrenselliğini, özkaynakların zenginliğiyle birleştiren kalkınma politikaları -Barışa, insanlığa ve uygarlaşmaya hizmet eden uluslararası işbirliğine dayalı bir gelişme ideali benimsenmelidir. İnsanlığın içinde bulunduğu, yabancılaşma, yalnızlaşma veya yozlaşma sorunları ancak, tasarım dünyasıyla ilişkisi olan -tasarımcı, üretici, yatırımcı, yönetici veya tüketici olsun- her kesimin paylaştığı ve yukarıda sıralanan ilkelere dayalı ortak bir bilinçle çözülebilir. KAYNAKLAR [1] Uygur, N. (1989), Çağdaş Ortamda Teknik, Ara Yay, İst. ,Sf:37-48 [2] Douglas M & Isherwood, B. (2002), The World Of Goods, , Routledge,London And New York, Sf:67 [3] Robertson, R. (1999) Küreselleşme, Toplum Kuramı Ve Küresel Kültür, Bilim Ve Sanat Yay., Sf:83, Ankara [4] Ruppert,W. (1996) Bisiklet, Otomobil, Televizyon: Gündelik Eşyaların Kültür Tarihi, Kabalcı Yay.,İst. Sf:25-34 [5] Odabaşı, Y. (1999), Tüketim Kültürü, Sistem Yay,İst. [6] Erol, A. (2002), Popüler Müziği Anlamak, Kültürel Kimlik Bağlamında Popüler Müzikte Anlam, Bağlam Yay., İst., Sf:199, [7] Fiske, J (1999), Popüler Kültürü Anlamak, ,Ark Yay., Ank. Sf:13

265


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.