Kitapencere Sayı:05

Page 1

襤bni Sina Anadolu lisesi

Dijital Kitap Dergisi Aral覺k 2012 Say覺: 05

encere

. 5 Say覺


3

Kitapenceremiz Hasan Yılmaz

4

Anna Karenina İkgül Çelebi

5

Bir Çerkez Prensesinin Harem Hatıraları Leman Başar

6

Bedenin Dili Ali Fuat Doçan

7

Dönüşüm Hasan yılmaz

8

Düşünmeyi Öğrenme Ve Öğretme Sinan Kalaycı

9

Çoban, Piraye, Kızlarıma Mektuplar Şule Kalıpçı

10

Sarı İstila Hacı Yaman

11

OD Hasan Eldemir

12

Küçük Mucizeler Dükkanı Adile Güngör

13

Mucizeler Dükkanına Dönüş S.Aylin Yıldırım Saraç

14

Leylanın Evi Fatma Karslı

16

Uzun Hikaye Sami Çelik

17

Ferhat ile Şirin (Piyes) Hülya Yamen

18

Nane Limon Kabuğu Hasan Yılmaz


Kitapencere

birinci

yılını

doldururken

beşinci

sayımıza

ulaşmamızın mutluluğunu sizlerle yaşıyoruz. Adsız yazarlar kulübü üyeleri olarak gördüğüm dergimizin roman eleştirmenleri; okudukları , beğendikleri kitapları okuyucularla paylaşırken hiç bilmediğimiz, hiç görmediğimiz yerlere yolculuklarında bizlere de yer ayırtıyorlar. Peki neden kitap okumalıyız ? Kitap okumak sadece boş zaman geçirme uğraşımı dır ? Peki hiç sordunuz mu kendinize gerçekten yapmak istediğim şeyi neden yapamıyorum ? Kitap okumak kendini açığa çıkarmaktır. Bazı anlar ağırlaşmak, bazı anlar da

hafiflemek için okuruz. Edebiyat özünde bir kurgu

sanatıdır. Kurmacanın da en büyük yardımcısı hayal gücüdür. Okuyucu

Kapak Karikatürü: Mehdi Mohammadi Rouzbahani (Iran)

İbni Sina Anadolu Lisesi Dijital Kitap Dergisi

Sayı:05 Editör Ahmet Can Hülya Yamen

Tashih A.Fuat Doçan Bülent Yolcu

Tasarım SaÇe

romanın içinde kendini bulmaya çalışır. İşte benim gibi düşünmüş deriz, yazara. Bazen de okuyucu kendini kabul etmek istemez, yazarı eleştirmeye yeltenir, gerçeği sakladığı için. Okuyucu romanların içinde yol buldukça satırlara cümleler eklemek ister. Artık anlamıştır, yolu yürüyenin bildiğini. Düşünce gücü zengin insanlar iyi ve nitelikli okurlardır. Onlar hayat tarafından yaşanmak yerine hayatı yaşamayı yeğlerler. Her roman, okuyucunun usunda bir başlangıç, aynı zamanda bir sonlanıştır. Hüseyin Rahmi "Nimetşinas"ın başlangıcında göremediği annesinin kokusunu satır aralarında içine çekmeye çalışırken, Amin Maolof "Uzaktan Aşk" da sonunu baştan çizer. Michael Ende "Bitmeyecek Öykü" de on bir yaşında bir çocuğun bulduğu bir kitabı, zaman aşımıyla kitabın içinde masalcı bir kahraman yaparken, Hermann Hesse "Sidarta" ile bir çocuğun gerçeği arayışındaki yolculuğunu tasvir eder. Ahmet Hamdi Tanpınar " Saatleri Ayarlama Enstitüsü " romanında ironi anlatımını, dil zenginliğini yansıttığı romanın karakterlerini canlandırışı ile sen - ben - o - biz - siz - onlar, hepimizin romanıdır. Bu sayının öyküsü: Bir sokakta dört terzi varmış. En büyük ve gösterişli olanın

İrtibat kitapencere@gmail.com

Dijital Dağıtım

vitrininde "Dünyanın En İyi Terzisi" yazıyormuş, yanındaki dükkânın vitrininde "Ülkenin En İyi Terzisi", üçüncü terzinin vitrininde "Şehrin En İyi Terzisi"…Dördüncüsü, sokağın sonunda küçük bir dükkânmış; haddini bilen, mütevazı bir sahibi varmış. Bir gün "Sokağın En İyi Terzisi" yazılı bir levha iliştirmiş vitrinine.

http://issuu.com/ibnisina/docs

kitapencere | aralık 2012 - 05


Anna Karenina Lev Nikoloyeviç TOLSTOY İskele Yayınları 1. Cilt 565 Sayfa, 2. Cilt 485 Sayfa İlkgül Çelebi

“Mutlu aileler hep birbirinin aynıdır. Mutluluğu kaybeden ailelerin de kendilerine özgü bir mutsuzluğu vardır.”

Tolstoy onu dünyanın en büyük romancılarından biri yapan ve başkahramanının adını verdiği Anna Karenina'yı 1877 yılında yayımladı. Tolstoy'un inanılmaz gözlem gücü ve anlatı ustalığı bu kitapta belirgin olarak karşımıza çıkmakta. Kitapta sadece ir aşk hikâyesi anlatılmamaktadır. O dönem Rusya'sında toplumun üst sınıfına mensup kişiler arası ilişkileri, kadınların durumu, eğitim, sanat, hukuk gibi konulara da değinilmekte.

Olaylar Moskova'da, Petersburg'da asilzadelerin evinde, çiftliklerinde geçmektedir. Romanda, evlilik, aşk, tutku, kıskançlık, düş kırıklıkları, sadakat gibi konular işlenmektedir. O dönmedeki Rusya'nın aristokrat kişilerinin ilişkileri, sosyo-ekonomik durum, kültürel yapı da çarpıcı bir şekilde ifade edilmekte. Ben bu kitabı okurken olayları gözümün önünde gerçekleşiyormuş gibi hissettim. Eleştirilen, yargılanan, toplumca dışlanan bu kadına çoğu zaman acıdım ve haksızlık yapıldığını düşündüm. İkiyüzlü toplum ve yaşanan dram… “Mutlu aileler hep birbirinin aynıdır. M u t l u l u ğ u kay b e d e n a i l e l e r i n d e kendilerine özgü bir mutsuzluğu vardır.” Mutluluğu hiç kaybetmememiz dileğiyle…

kitapencere | aralık 2012 - 05


Bir Çerkez Prensesinin Harem Hatıraları Leyla Açba TİMAŞ Yayınları 568 Sayfa

Kitap aşağıda da zikredileceği üzere hatıra türünde bir eserdir. Gerek yakın tarihi, gerek uzak tarihi hatıra türünde eserlerden okumak bana farklı bir bakış açısı getirdi. Tarih kitaplarındaki klişeleşmiş ifadelerin yerini daha samimi olduğuna inandığınız cümleler alıyor hatıra türündeki eserlerde. Gözünüzde, belleğinizde ulaşılmaz noktalara ko yd u ğ u n u z i n s a n l a r ı n za a f l a r ı i l e karşılaştığınız gibi;değil belleğinizde gözünüzde bile yeri olmayan insanların hiç beklemediğiniz harika yönleri ile de karşılaşabiliyorsunuz bu tür eserlerde. Okuduğum bu kitap da Osmanlının son zamanlarına ,haremden bir Çerkez P re n s e s i n i n ka l e m i ş a h i t l i k e d i yo r .Anlatılanlar birbirini doğrulayan tarihlerle, belgelerle ve fotoğraflarla destekleniyor. Osmanlı haremini,reyting rekorları kırmak için yeniden kurgulanmış tarihi dizilerin senaryolarından değil de o haremde yıllarca yaşamış tabir yerinde ise tarihe tanıklık etmiş kişilerin birincil kaleminden okumak sanırım bizler için daha sağlıklı sonuçlar doğurur.”II. Abdülhamit-harem-Osmanlı-Çerkez-hatıra ve prenses kelimeline duyduğum ilgi ve zaaf beni bu kitabı almaya ve okumaya yöneltti diyebilirim.(İşin içine bir de Sivas girince )

Leman Başar

Kitaba bir de arka kapaktan bakacak olursak: “Osmanlı İmparatorluğu'nun son padişahı Sultan Vahdettin'in haremlerinden Nazikeda Kadınefendi'nin nedimelerinden Prenses Leyla Açba'nın Fransızca ve Osmanlıca kaleme aldığı hatıraları, sırlarla dolu harem hayatını ve yakın tarihimizin tartışmalı noktalarını birinci ağızdan bir tanıklıkla dile getiriyor. Rus işgali üzerine Osmanlı İmparatorluğu'na göç etmiş büyük bir Kafkas hanedanına mensup Leyla Hanım'ın çocukluk ve ilk gençlik yılları II. Abdülhamit döneminde Yıldız Sarayı çevresinde geçer. Saltanatın kaldırılmasına kadar Sultan Vahdettin hareminde nedime olarak hizmet eden Leyla Açba birçok önemli olaya tanıklık eder, bir kısmını şahitlerden dinleme fırsatı bulur. II. Abdülhamit'in tahttan indirilişi ve Yıldız Sarayı'nın basılması; Mustafa Kemal Paşa'nın huzura çıkarak Sabiha Sultan'ı istemesi ve Sultan Vahdettin tarafından Samsun'a gönderilmesi; Şehzade Yusuf İzzettin Efendi'nin Alman İmparatoru Wilhelm'in önünde Enver Paşa'yı tokatlaması ve gizemli ölümü; Sultan Vahdettin'in ülkeyi terk edişi gibi yakın tarihimizin tartışmalı konularının yanında harem hayatı, aşklar, moda, düğünler, Ramazan ayı adetleri gibi dönemin kültürel hayatına ilişkin detayları fevkalade hoş bir anlatımla okuyacaksınız.”

kitapencere | aralık 2012 - 05


Bedenin Dili Zuhal Baltaş Acar Baltaş Remzi Kitabevi 166 Sayfa

Ali Fuat Doçan

BEDENİN DİLİ NEYMİŞ, NE DEĞİLMİŞ Son yıllarda dersine girdiğiniz sınıfların bir kısmında, özellikle daha önceki yıllarda sınıfta kalıp, bunun acısını sizden çıkarmaya çalışan öğrencilerin sayısı artmaya başlayınca, acaba bende mi yanlış olan birtakım davranışlar var, diye düşünmeye başlıyorsunuz. Bu düşünce, son bir iki yıldır, aklıma takılı duruyordu. Kitapçıları dolaşırken Psikolog Dr. Zuhal Baltaş ve Psikolog Dr. Acar Baltaş'ın birlikte hazırladıkları “Bedenin Dili” adlı kitaba rastladım. Acaba karşımdaki insanlara Bedenimin dili, yanlış iletiler mi gönderiyor da, bana bu şekilde davranıyorlar, diye düşünmeye başladım. Tam bu düşünce kafamın içinde uğuldarken bu kitabı gördüm ve aldım. Bilmeden meğer bazı hareketlerimle karşımdaki insanlara “ben sizin söyleyeceklerinize kapalıyım” iletisi gönderiyormuşum da benim haberim yokmuş. Eh, “ben, senin verdiğin mesajlara kapalıyım, mesajını alan karşınızdaki insanlar da, “madem sen benim vereceğim mesajlara kapalısın. Ben de senin vereceğin mesajları istemiyorum. Çünkü senin verdiğin mesajlar, şu anda benim işime yaramıyor, ben işime yarayan mesajları başkalarından zaten alıyorum” diyormuş da benim bu yaşa kadar haberim olmamış. Bu kitabı okuduktan sonra bilmeden yaptığım bazı hareketleri bilinçli bir şekilde değiştirmeye başlayınca, karşımdaki

insanlardan, yani öğrencilerimden, daha kolay geri bildirim almaya başladım. Bu benim aldığım iletiydi. Mesela gençler, karşılarındakilere vücut dilleriyle bilinçsizce yanlış mesaj vermemek için bu kitabı okumalılar. Unutmamalılar ki, bu dünya ve bu toplumda yalnız değiliz. Her birimizin günün birinde bir başkasına ihtiyacı olabilir. Kitap, 166 sayfa. Davranışlar, bazı örnek renkli resimlerle desteklenmiş. Psikoloji sevmeyenler sıkılabilirler. Hangi kitabın ilk 20, 30, 50 sayfası okuyanı sıkmaz ki. İletişim, Yüz İfadeleri ve Baş Hareketleri; Eller, Kollar ve Parmaklar; Bacakların Kullanılışı ve Oturma Düzenleri; İnsanlararası İlişkilerde Mesafe ve Bedensel Temas; Cinsel Sinyaller ve İlgi İşaretleri; Yalan, Samimiyetsizlik, Şüphe ve Tereddüt; Statü Sembolleri ve Daha İyi İnsan İlişkileri Kurabilmek İçin… kitabın içindekiler bölümünde bulunan başlıklar Unutulmaması gereken şu: Toplum içinde yaşıyoruz ve komşu komşunun külüne muhtaç. Bugün olmazsa yarın, öbür gün… Kim bilir? Belki ilgi duyar da satın alır okursunuz.

kitapencere | aralık 2012 - 05


Dönüşüm Franz Kafka Can Yayınları 96 Sayfa Hasan Yılmaz Böcekleşen ama böcekleştiğinin farkına varabilme yetisini kaybetmiş, bütünüyle çalışma toplumunun içine gömülmüş ve...

Kafka'nın 1915 yılında yayımlanan “Dönüşüm” adlı anlatısı, yazarın anlatım sanatının gerçek anlamda doruklarına varmış olduğu bir yapıttır. Küçük burjuva çevrelerindeki tiksindirici aile ilişkilerini en ince ayrıntılarına kadar irdeleyen anlatı,aynı zamanda genelde toplumun kalıplaşmış, işlevini çoktan yitirmiş akışına bilinç düzeyinde başkaldıran bireyin tragedyasını çarpıcı biçimde dile getirir.”Gregor Samsa'nın başkalaşması , bir böceğe “dönüşmesi,salt bir çarkın kaskatı dişlisi, eleştirmeyen, ama yalnızca “boyun eğen” bir toplum teki olmaktan çıkma anlamını taşır;böylece böcekleşen'in yazgısı, elbet toplumca dışlanmaktadır. Kafka'nın en kalıcı yapıtları arasında yer alan ve Nobel ödülü sahibi Elias Canetti'nin “en yetkin düzeydeki anlatım sanatının tipik örneği” diye nitelendirdiği “Dönüşüm” ü, “Ahmet Cemal'in kaleminden yeni bir çeviriyle sunuyoruz. (Arka Kapak )

Kafka'nın romanı değişim mi dönüşüm mü? Gregor Samsa değişti mi? dönüştü mü?.Dibine varılmaz bir tartışmadır. Kafka”nın bu eserini inceleyen binlerce eleştirmen oldu.O kadar çok yazıldı, o kadar çok söz söylendi ki, günümüzde halen eseri tartışılmaya devam ediliyor. Kafka'nın Dönüşüm isimli eseri bir çok tercümede Değişim olarak çevrildiği görülmektedir. Ama çeviren Ahmet Cemal' e göre Dönüşüm'ün Değişim olarak düşünülmemesi gerektiğini savunur..Çünkü o, öykünün ana karakteri olan Gregor Samsa'nın değiştiğini değil, dönüştüğünü , başkalaştığını düşünür. Kafka'nın bu gerçek üstü kurgusu bireyin toplumda nasıl yabancılaştığını gösteren bir metafordur. Böcekleşen ama böcekleştiğinin farkına varabilme yetisini kaybetmiş, bütünüyle çalışma toplumunun içine gömülmüş ve çalışma toplumunun ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçları gibi görüp ,köleden bile beter bir yaşamı yaşamaktadır… Kısaca söylemek gerekirse Kafka; gerçeği kitabında gösterir, Gregor Samsa deneyimler !

kitapencere | aralık 2012 - 05


Düşünmeyi Öğrenme Ve Öğretme Zehra İpşiroğlu AfaYayınları 99 Sayfa Sinan Kalaycı

Bizim edebiyatta içinde “kitap” ve “yazar” sözleri geçen hafif cümleler bulmak zordur. Çünkü toplum olarak yazarın bilge bir kişi olduğuna ve karanlıkta kalmış konuları büyük bir duyarlılıkla irdeleyip, aydınlatan gerçek bir filozof olduğuna inanmışızdır. Bir arkadaşımız ya da dostumuzun büyük bir heyecanla okuduğu ve kesinlikle okumamızı salık verdiği kitabı elimize aldığımızda, önce ağırlığından irkilir sonra da sonu gelmeyen cümleler içinde kaybolur gideriz. Şiir ya da roman her neyse ama söylenenlerin çoğunu anlamadığımız için kitabın yazarı giderek gözümüzde büyür ve anlamadığımız bir şeyin eleştirisini de yapamadığımız için biz de fikrimizi soranlara yazarı ve kitabını överiz ancak. İçimizdeki en sağlam okuryazar kişinin bile künyesinde internetten göz ucuyla okunan bir iki haber ve gazetelerin tüm spor sayfası olduğuna göre bunun böyle olması çok doğaldır bana göre. Burası tamam ama yazarın da payı yok mu bu durumda? “İmgeler dünyası”nda yaşıyor olmaları mazereti, günlük yaşamlarında hiç mi hiç kullanmadıkları uzun, ağdalı ve pek çok anlama gelebilen cümleleri yazılarında kullanmalarının gerekçesi olabilir mi?

Benim burada tanıtmak istediğim kitap, yıllar önce okuduğum ve yukarıdaki cümleleri kurmama neden olan Zehra İPŞİROĞLU'na ait “Düşünmeyi Öğrenme Ve Öğretme” adlı eser. Aslında yazarın böyle bir şeyi amaçlamadığını belirtmem gerekir ama kitabın ana fikrini tersinden okuduğumuz zaman böyle bir sonuç çıkıyor ortaya. Şöyle ki; Kitap sırasıyla İstanbul ve Boğaziçi Üniversitelerinin edebiyat fakültelerinde okuyan öğrenciler üzerinde yapılan bir araştırmaya dayanıyor. Bir yazara ait makale öğrencilere okutularak sonrasında bununla ilgili bazı sorular yöneltiliyor. Sıradan birkaç soru o kadar. Verilen yanıtlar ise okunan şeyin ne kadarının anlaşıldığı hakkında – bana göre yukarıdaki sözlerimi doğrulayan – ipuçları sunuyor. Kuşkusuz insanlığa malolmuş ve eserleri, çevrildiği her dünya dilinde farklı bir lezzet kazanarak benliklere işlenmiş olan dahileri bu kapsam dışında tutmak gerekiyor. Ayrıca pek çok araştırmacı yazarın da adına “uygarlık” dediğimiz büyük ve ortak yaşam çınarımızı eserleriyle büyüttüklerini unutmamalıyız. Ama gerçek durumu göz ardı etmeden elbette"

kitapencere | aralık 2012 - 05


Çoban Piraye Kızlarıma Mektuplar Şule Kalıpçı

Ali H. Neyzi'den “Çoban” adlı kitabı okurken aslında Türk Edebiyatında çok da yabancı olmadığım; daha önce Yaşar Kemal başta olmak üzere pek çok yazarımızın ele aldığı insanlar arası sınıf farklılığı konusuyla karşılaştım. Kısa bir süre önce yine Canan Tan'dan “Piraye” adlı bir roman okumuştum. Her iki romanda da ağaların halk üzerindeki baskısı söz konusudur. “Çoban” romanında toplum ve ailesi tarafından yalnız bırakılmış, aşağılanmış iki insanın birbirlerine hissettikleri var. Bir aşk konusu etrafında ülkemizde, özellikle doğuda var olan ağalık sistemiyle halka uygulanan baskı anlatılıyor. Bir de toplumumuzda egemen olduğuna inandığım erkeklerin, kadınların üzerindeki egoistçe tavırları bu iki romanda da net şekilde görülmektedir. Canan Tan'ın “Piraye” adlı romanında eğitimli bir kadının; Ali H. Neyzi'nin “Çoban” adlı romanında ise eğitimsiz bir kadının toplumda nasıl ikinci sınıf duruma getirildiği, kadının en hassas noktası olan duygusallığıyla anlatılmaktadır.

Bence bu iki romanın ardında hâlen Cumhuriyet Gazetesinde köşe yazarlığı yapan Emre Kongar'dan “Kızlarıma Mektuplar” adlı roman çok iyi gider. Çünkü aslında bir sosyolog olan Kongar, ikiz kızlarının evden ayrılmaları üzerine babalık sorumluluklarını sorgulamış ve her babanın örnek alması gereken çıkarımlarda bulunmuştur. Bu eser bir “açık mektup” aslında. “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” misali, insanlara somut, eğitici örnekler sunmaktadır. Bu kitapları ard arda okuyan kişi ister istemez kendini, toplumu sorgulamaya başlıyor. Çünkü bir taraftan “sakat” diye horlanan bir genç kız (Çoban Romanı) bir yandan “Geleceğin Umutları” gözüyle bakılan ikiz kızlar. (Emre Kongar'ın Kızları) Ben bu kitapları okurken çok keyif aldım. Tavsiye ediyorum.

kitapencere | aralık 2012 - 05


Sarı İstila

Hacı Yaman

Yasin Aslan Berikan Yayınları 153 Sayfa

Kitap geçmişten geleceğe Avrasya ve Asya'da ki güç dengelerini zaman tüneli içinde değerlendirmektedir. Ana zaman dilimi olarak 1993-2002 yılları almakla beraber 1970-1980 'li yıllarla da çok önemli çözümlemeler yapmaktadır . Zaman zamanda 1700-1800'lü yıllara giderek dönemin siyasi askeri ekonomik analizini yapmaktadır. Yasin Aslan'ın yazdığı” Sarı istila” adlı serde dikkatimi çeken hususları şu şekilde belirtmek isterim. Kitap en fazla 2000'li yıllarım bilgileriyle yazıldığı için Yasin A s l a n ' ı n ge l e c e k l e i l g i l i ya p t ı ğ ı varsayımların önemli bir ölçüde tuttuğunu gördüm. Ancak Rusya ilgili yatığı bazı saptamalar da yanılmasına rağmen 1993'lü yılarda Rusya'nın çözüm gayretlerini detaylı şekil de analiz etmesi çok önemli bir husustur. Öz itibarıyla ifade etmek istersek Çin'in gelecekte süper bir güç olacağı bunun

için kendi içindeki birliği sağlamak için Doğu Türkistan ve Tibet sorunu ve çözüm yollarını hem güç kullanarak hem de Rusya ve ABD ile siyasi bir denge kurarak olayı kendi lehine çözmeye çalışmaktadır.Bölge hem stratejik bir öneme sahip hem de başta petrol olmak üzere değerli doğal kaynaklara sahip.Yazar bunun yanı sıra Rusya'nın, ABD'nin ve Avrupa bazı devletlerinin gerek Kafkasya, gerek Orta Asya 'da ki çıkar çatışmaları gerekse bu bölgeler de var olmaya çalışan özerk Kafkas cumhuriyetleriyle Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nin bu kurtların arasında var olma savaşı gibi çok öneli konularda yıllar öncesinden gelen mücadeleleri anlatmaktadır. Bu bilgiler ışığında Dünya nufusunun %22'sini oluşturan Çin'in hem ekonomik olarak hem siyasi olarak hem de demografik olarak bölgeye yatığı etkiye ek olarak Dünya ekonomisini yönlendireceğini bize yıllar öncesinden haber veren yazar Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin su problemi başta olmak üzere Rus-Çin ilişkileri ,çeşitli terör örgütlerinin kuruluşunda ve onların kullanılmasında gizli servislerin rolleri gibi pek çok konuya kitabında yer vermiştir.

kitapencere | aralık 2012 - 05


OD İskender Pala Kapı Yayınları 361 Sayfa Hasan Eldemir Bana seni gerek seni Aşkın aldı benden beni Bana seni gerek seni Ben yanarım dünü günü Bana seni gerek seni Ne varlığa sevinirim Ne yokluğa yerinirim Aşkın ile avunurum Bana seni gerek seni Aşkın aşıklar öldürür Aşk denizine daldırır Tecelli ile doldurur Bana seni gerek seni Sofilere sohbet gerek Ahilere ahret gerek Mecnunlara Leyla gerek Bana seni gerek seni

Yunus Emre hakkında az çok bir şeyler bildiğimi zannederdim. Bir derviş, bir veli, Anadolu'da yaşamış bir Allah dostu, Tapduk Emre'nin kapısında kırk yıl odun taşımış bir aşık, kah miskin Yunus demişler, kah derviş Yunus demişler, farklı zamanlarda yaşamış, iki veya üç Yunus'tan bahsedildiğini de duymuştum. Aslında Yunus Emre'yi şiirleri ile bir Hak aşığı olarak bilirdim. Fakat OD romanını okuyunca bendeki damlaların çok ötesinde bir deniz olduğunu gördüm. Ona bizim Yunus'ta derlermiş. Nedenini okuyunca anladım. Bizim içimizden, özümüzden, Anadolu'nun bağrında yaşamış savaşçı bir babanın oğlu. İskender Pala bu kitapta hem bize bizim Yunus'un hayatını şiirlerinde geçen Molla Kasım'ın ağzından hem de oğlu İsmail'in dilinden anlatmış. Yunus Emre'nin o yüce mertebelere ulaşmasındaki hayat öyküsünün anlatıldığı bu roman gerçekten beni çok etkiledi. Ateş önce insanın içine düşmeliydi. Önce insan yanmalıydı. Bizim Yunus'ta öyle yanmış. Ana Baba hasreti ile Moğol akınlarında kaybettiği çok sevdiği eşi ve çocuğu ile ve ömrünün son yıllarına kadar hep aradığı eşinin son hatırası ikinci çocuğu İsmail'in hasretiyle ve daha niceleriyle… Hak aşığı olmak kolay değilmiş. Çünkü Hakka yaklaşmak için yanmak gerekmiş. "Acının birine üzülmeden diğeri geliyordu. Yeni bir acıya ah edecek olsak, içimizdeki eski bir ah ağzımızdan çıkıp ona yer açıyordu. Her gelen dert, bir öncekini unutturuyor, her acı diğerini bastırıyordu. İnsanın acılara ne kadar dayanıklı olduğunu başka zaman anlatsalardı inanmazdım." "Sevgilinin gözünden akan bir damla, bir erkek için ya hazinedir, ya da hazineyle tartılır. Çaresizlik yollarınızı bağladıysa o damlayı görseniz de iç acıtır, görmezden gelseniz de..."

Yunus durur benim adım Gün geçtikçe artar odum İki cihanda maksudum Bana seni gerek seni

Son olarak roman gayet sade bir dille ve sürükleyici bir anlatımla yazılmış. İki günde bitirdiğim bir kitap oldu benim için. Emeği geçenlere ve İskender Pala'ya çok teşekkür ederken herkese okumasını tavsiye edeceğim bir kitaptır OD.

kitapencere | aralık 2012 - 05


Küçük Mucizeler Dükkânı Debbie Macomber Martı Yayınları 472 Sayfa Adile Güngör

Hayatın içinden dört güçlü kadın. Küçük mucizeler, büyük umutlar ve dostluğun iyileştirici gücüne dair sımsıcak bir hikâye. Yazar, tecrübe ve gözlemlerinden yola çıkarak yarattığı zorlu karakterlere hayat veriyor. Kitap daha çok bayanlara hitap ediyor. Öyle ki kendinizden (okuyana göre değişir mi bilmiyorum ama bana öyle geldi) bir şeyler buluyorsunuz. Tek hoşuma gitmeyen yazarın kişilerin konusuna geldiğinde tekrar aynı olayları anlatıyor. Açıkçası bu biraz beni sıktı. Sonu merak ettiğim için kendime şiş ile bir örnek başladım ve halen örmeye devam ediyorum. Bayanlar tavsiye ediyorum. Ruhen rahatlıyorsunuz. Beyler… bilemiyorum, siz de isterseniz.

kitapencere | aralık 2012 - 05


Mucizeler Dükkanına Dönüş Debbie Macomber Martı Yayınları 528 Sayfa S.Aylın Yıldırım Saraç

F

a r k l ı o r ta m l a rd a k i i n s a n l a r ı n hayatlarını kısa bir an kesiştiği yerde başlayan dostluğun anlattığı, bir solukta okunabilecek kitaplardan Mucizeler Dükkânına Dönüş… Hayata dair pek çok konuyu bulabiliyorsunuz kitapta. Basit bir dille anlatılmasına rağmen kitabı bitirdiğinizde mutlu bir tebessüm hali bırakmakta. Karakterler o kadar içimizden ki işlenen konularda öyle. Kanser, evliliklerboşanmalar, bebek özlemi olan insanlar çevremizde o kadar çok ki okuduğunuzda yakın çevrenizdeki biriyle bağdaştırıveriyorsunuz…

İsteyince her sorunun bir çözümü olduğunu anlıyor insan…. Dostlukların filizlenerek çoğaldığı, zamanla sımsıcak ilişkilere dönüştüğü bir sokak hayal edin. He iki yanında kapısını çalabileceğiniz bir bardak çay eşliğinde sevdiklerinizle sohbet edebileceğiniz dükkânları düşünün. Basit bir örgü dükkânında yaşanan olaylar, kurulan dostluklarda mutlaka kendinizden bir şeyler bulacak ve acı-tatlı sürprizlere tanık olacaksınız. Bir zamanlar hayal olmayan fakat gün geçtikçe hayale doğru kayan değerleri M.D.D. kitabında bulabiliyorsunuz. Nefes aldığımız sürece, hiçbir şey için geç kalmış sayımayız.

kitapencere | aralık 2012 - 05


Leyla'nın Evi Zülfü Livaneli Can Yayınları 270 Sayfa Leyla'nın Evi 270 sayfalık bir roman. Rumeli Paşası Avni Paşa'nın kızı olan Leyla'nın evinin sahte evraklarla elinden alınması ile başlıyor olaylar. Roman üçlü bir sacayağı üzerine kurulmuş. Ortasında da Leyla var. 1. Ayakta Leyla ve onun geçmişi, ailesi anlatılıyor. 2. Ayakta Leyla evinden kovulunca kendisine yardım eden mahallenin çocuğu gazeteci Yusuf ve sevgilisi Rukiye var. 3. Ayakta ise yalıyı satın alan Ömer Bey, babası Ali Yekta ve karısı var. Leyla'nın dedesi Bosnalı Abdullah Paşa, Rumeli toprakları Osmanlı'nın elinden çıkınca İstanbul'a gelir ve boğaz kıyısında bir yalı satın alır. Ailede anneannesi, annesi ve dayısı vardır. Bosnalı Abdullah İstanbul'da görevine devam eder, Rumeli geleneklerini burada da devam ettirir. Annesi ve dayısı eğitimli kişilerdir. Kardeşler güzel İngilizce konuşurlar. O dönem işgal yılları ve Selimiye Kışlası'nda veba hastalığı var. Vebanın yok edilmesi için Abdullah Paşa İngiliz subayını yalıya çağırıp sık sık görüşür. Görüşmelerde kızı Handan onlara çevirmenlik yapar. Bu arada subay ile Handan birbirlerine aşık olurlar. Handan hamile kalır. Hamileliği a n l a ş ı l ı n ca ya l ı d a k ı ya m e t ko p a r. Evlenmelerine fırsat kalmadan Handan'ın abisi İzzet Kemal, İngiliz subayı Robert'i öldürür. İngilizlerde İzzet Kemal'i öldürürler.

Bunun üzerine Abdullah Paşa hayata küser ve bir daha hiç konuşmaz. Handan kendini suçlu hisseder ve çok üzülür. Kızı Leyla'yı doğurduktan sonra ölür. Anneanne Abdullah Paşa ve Leyla'ya bakar. Fakat yalıyı çekip çeviremez. Yalı satılır. Yalının bahçesinde kendilerine ait müştemilata taşınırlar. Anneanne Leyla'yı okula göndermez ama eğitimini de ihmal etmez. Sadece mezarlığa gidip gelir Leyla. Paraları bitince anneanne o yaşlanınca Leyla sadece mücevher satmak için dışarı çıkarlar. Leyla para vermeden ya da çok az para verilerek eve gelen hocalardan Fransızca, Almanca, İngilizce dersleri alır. Çok iyi Almanca konuşur ve org çalar. Rumeli gelenek ve göreneklerini, tarihini, kültürünü çok iyi öğrenir anneanneden. Hiç evlenmez Leyla. Mahalleli onu çok sever, hele çocuklar. Bayramlarda onlara harçlıklar, çiçekler, yiyecekler sunar Leyla. Leyla evinden atılınca onu evlerinde misafir etmek ister mahalleli ama Leyla kapının önünden ayrılmaz bir yere. Yalnız mahallede büyümüş gazeteci Yusuf'un evini almak için ona yardım edeceği sözü üzerine Yusuf'un apartman dairesine gitmeyi kabul eder. Fakat Yusuf'un kız arkadaşı Rukiye Leyla'yı istemez. Onunla tartışır. Almanca küfürler eder Leyla'ya fakat Leyla Almanca bildiğini belli etmez.

kitapencere | aralık 2012 - 05


Fatma Karslı

Rukiye Almancı bir ailenin kızı. Aile baskısından bunalınca evden kaçıp bir HipHop grubuna katılıyor. Onun solisti oluyor. Grup Türkiye'ye gelince İstanbul'da Yusuf ile tanışıp onunla yaşamaya başlıyor. Grup sık sık Yusuf'un evinde toplanıp provalar yapıyor. Leyla müzik bilgisi ile gruba yardım ediyor. Yusuf'un paraya ihtiyacı olduğunu görünce elmas yüzüğünü satıp parasını ona veriyor. Leyla'nın çok bilgili alçak gönüllü ve başkalarının kusurlarını yüzüne vurmayan karşılıksız yardım eden ender insanlardan biri olduğunu anlıyor Rukiye ve onu sevmeye başlıyor. Artık Leyla onun öğretmeni gibi oluyor. Çok şey öğreniyor ondan. Leyla'da dışarıda bir dünya olduğunu, apartman yaşantısını, bilgilerinden başka insanları yararlandırmanın güzelliğini Yusuf ile Rukiye sayesinde anlıyor. Yusuf ile Rukiye evi satın alan kişilerle görüşüp yapılan yanlışlığı düzetmek ve tekrar Leyla'yı evine kavuşturmak için çok uğraşıyorlar ama başarılı olamıyorlar.

Leyla'nın evini satın alan ise bir banka ve holding sahibi Ömer Bey. Ömer Beyin babası Ali Yekta yalılarda uşaklık yapmış ve kendini oğlunu yetiştirmeye adamış bir insan. Başarılıda oluyor. Ama oğlu zengin olup evlenince karısı onu istemiyor. Oğlu yalı satın alınca hayali o yalıda yaşamak ve yıllarca uşaklık yapmanın acısını unutmak. Yalıda gelinin isteğine göre tadilatlar yapılıyor. Bahçesindeki müştemilatta Leyla'nın yaşamasını gelin istemediği için avukatlarının oyunuyla Leyla yalıdan atılıyor. Ali Yekta Leyla'yı yalının kapısında görüyor ve onun hikâyesinden etkileniyor. Oğlu ile bu konuyu görüşeceğini söylüyor. Ama içeri girdiğinde gelini ve oğlunun kendi uşaklığı ile ilgili tartıştığını görüyor. Gelinini tabancasıyla öldürüyor. Ali Yekta mahallede ne oğluyla ne de avukatları ile konuşuyor. Sadece Leyla'nın hapishane ziyaretinde onunla iki cümle konuşuyor. Hapishanede ölüyor Ali Yekta. Karısı ölünce Ömer Bey bir daha yalıya gitmiyor. Leyla'nın evi olan müştemilatı gene ona veriyor. Leyla sonunda evine geri dönüyor. Bu arada Rukiye hamile ve Yusuf'la evleniyor. Leyla ile birlikte yaşamaya başlıyorlar. Doğan çocuğa Leyla adını veriyorlar. Leyla onu torunu gibi görüyor. Bir gün Leyla elinde evi Leyla bebeğe bıraktığını yazan mektup ile bahçede ölü bulunuyor.

kitapencere | aralık 2012 - 05


Uzun Hikaye Mustafa Kutlu Dergah Yayınları 115 Sayfa Sami Çelik “Nasıl demişti o çingene? Boş bir hüzün.”* “Gide gide şehir bitti.” Diye başlar Zafer Yahut Hiç adlı hikâyesine Mustafa Kutlu. Eskilerin sehl-i mümteni dedikleri görünüşte basit, alelade, “ne var bunda bende yazarım” diyeceğinizi sandığınız yalınlıkta başlar anlatmaya. Anlatır, anlatır, anlatır. Hani “sürsün sabahı haşre kadar” diyesiniz geliyor. Germeden ve gerilmeden. Çünkü edebiyat yapmanın bir yapaylığa tekabül ettiğini söyletir Uzun Hikaye'sinde anlatıcıya. Hayatım boyu (şimdilik) TV'de izlediğimi iki dizi oldu. Ekmek Teknesi ve akim kalan Kapıları Açmak. Osman Sınav bu dizilerin yapımcısı, yönetmeni. Eskiden beri filmini yapmak istediğini okurduk Uzun Hikâye'nin. Nihayet gösterime gireceğini duyunca heyecanlanmadım desem yalan olur. İlk gün izledim. 8-10 yıl önce okuduğum dokunaklı bir hikâye olarak kalmıştı zihnimde. Önce tiren (evet Kutlu hikâyelerinde illa bir tiren vardır ve illa “i” li yazılır), çiçek, saka kuşu, bahçe, hüzün, sabır, isyan, araya girip babacan konuşmalar, küçük ikazlar, şiirimsi cümleler ve mutlaka umut, peş peşe akıp gider. Hele türküsüz, şarkısız ve beyitsiz asla olmaz. Safiye Ayla'nın “Ah bu gönül şarkıları” nasılda sinmiştir hikâyeye. Evet, tekrar okudum filmi izledikten sonra, hem de bağdaş kurduğum koltuğun yanında bir defada. Farklılıklar vardı ancak sanki Kutlu hikâyeyi bazı yerlerinde sinema diline dönüşürken böyle de kurgulayabilirdi diyebileceğimiz geçişkenlikte ana hikâyenin özüne halel getirmeden. Hikâyeyi ya da filmi anlatmayalım, ancak kitaptan birkaç alıntı yaparak bitirelim. Kutlu'ya devam etmek isterim, nasipse diğer sayılarda. Ÿ Ÿ Ÿ Ÿ Ÿ Ÿ Ÿ Ÿ Ÿ Ÿ Ÿ Ÿ Ÿ Ÿ Ÿ

· · · · · · · · · · · · · · ·

Zihnimi eşiyor, hafızamı yokluyorum. (s.18), yüzü insan içi odun. (s.19), annem beni leğende yıkardı. (s.28), bağır bağır, kulak sağır. (s.48), as elmanın dalına havalansın. (2.50), Kasabadan kaçanların serüvenleri ne kadar birbirine benzer ve niçin sonu hep hüzünle biter. (s.78) Kitapların da bir kaderi vardır. (s.79), Meşime-i şebden neler doğar. (s.84), Yere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten. (s.90), Billur sürahiden su döküldü. (s.92), Gözlerinin yeşilinde kahverengi menevişler varmış meğer. (s.93), Edebiyat yapmak bir yapaylığı tarif etmek için kullanılıyor. (s.94), Gören de cennetten haber gelmiş sanacak. (s.97), Dünya dediğin keyif ehlinin ebedi işret bahçesi değil. (s.101), -Nereye gideceksin? -bilmiyorum. -İyi… bilmemek en iyisi. (s.110)

Ve her şey eskir…

*Aytmatov, Cengiz, Dağlar Devrildiğinde (Ebedi Nişanlı), s.265

kitapencere | aralık 2012 - 05


Perdepencere -PiyesFerhat ile Şirin Nazım Hikmet Hülya Yamen Nazım Hikmet için çok şey söylendi hâlâ da söylenmekte. Şair olarak tanıdık önce onu. Aşktan yokluğa, mücadeleden kaçaklığa, hasretten ulusal kurtuluşa her konuda şiir yazdı. Oyunlarını pek bir şeye benzetemeyenler oldu. Bu değerlendirmeleri yaparken bir şeyi unuttular: Eserlerin yazıldığı zamanı. 1930'lu yıllarda yazılmış ve o zaman için oynanması teknik açıdan mümkün olmayan piyesleri okuyanlar, bu düşünceye kapıldılar. Ferhat İle Şirin piyesine bakın, kişilerin diyaloglarından çok içsesleri konuşur. Efektler olmadan iç ses- dış ses ayrımı yapılmadan sergilenemeyecek olan oyunlar kitaplara tıkılıp kalmıştı. Teknik gelişmeler sahne sanatlarına da uyarlanınca oyunları birer birer sahnelenmeye başlandı ve ses getirdi. Yine beğeni farkı bâkî kaldı tabîî. İstemeyenler, politik bulanlarda oldu oyunları. Hangi açıdan beğenirsiniz, hangi açıdan beğenmezsiniz, bilmem ama Nazım Hikmet'in “fütürist (gelecekçi) ” olduğunu unutmamak gerekir. Aşağıdaki küçücük şiir parçası bile 2000'lerin şair ve düşünürlerine 1930'lardan ipuçları verdiğinin kanıtıdır. Bakın ne diyor şair: “2000 SENESİNİN SANATKÂRINA ey 77 yıl sonra şarkın "futurist abidesi" yükselen meydanlarda mısralarını mikrofonlarla haykıracak şair! ey suratları düzgünsüz aktörlerine kolektivizmin temiz optimizmini oynatacak rejisör! ey yirmi birinci asrın mühendis bestekarı, ben size 1923 senesinde yazdım bu şiiri.” Şair olmak önemlidir, ileriyi görebilmek daha önemlidir. Bütün liderler pek çok adımı atmadan önce tahmin edip planlayabilenlerden çıkmıyor mu?

kitapencere | aralık 2012 - 05


NANE LİMON KABUĞU *İnsanlık Komedisi'nde iki binin üzerinde karakter vardır. Ulysses 260.430 sözcükten oluşur . *Milan Kundera'ya göre, Kafka'nın Kafkalog'ların elinden kurtulması gerekir. *Oscar Wilde Salome'yi Fransızca yazdı. *juliette Drouet, Victor Hugo'ya 50 yılda on sekiz bin mektup yazar. *Berlin ve Viyana elçiliklerinde bulunan 19.yüzyıl ozan ve yazarlarından Sadullah Paşa Viyana'da hava gazı ile intihar etmiştir. *Titizliği hastalık derecesinde olan Abülhak Şinasi Hisar, umumi yerlerde oturmaktan, yemekten, içmekten kaçınırmış. Kişilerin hürriyetini kısıtladığı gerekçesiyle dolmuşa binmezmiş. Saçlarını da berberini evine getirerek kendi ve makasıyla kestirirmiş. *Emily Dickinson 1886' da öldüğünde yazı masasında binden fazla şiir bulunur. *Salinger, insanın yazdıklarını yayımlamasını gerçekten utanç verici olarak görür. *Yaşamının tek yatırımının kitap olduğunu yazar Bilge Karasu, Ne Kitapsız Ne Kedisiz' de. *Otuz yıl sonra memleketi Fas'a dönen ünlü seyyah İbni Batuta, yaşamının son günlerini sıradan bir kadı olarak geçirir. *Knut Hamsun'a yirmi beş yaşında ,tüberkülozdan üç ay içinde öleceği söylenmişti. Doksan üçünde öldü. *Kendisine hiç bıkmadan sorduğu soru şudur Elia Kazan'ın : “Elia Kazan mıyım ben ? *Platon çok gevezeydi, demişti Diyojen. Sokrates'inse tamamen deli olduğunu düşünüyordu. *Kendini Leibniz'le karşılaştırmaya yeltenen çağdaş bir felsefecinin en iyi olasıkla varacağı yer, sessizce ölebileceği bir köşesi olsun istemektir, demişti Diderot.

kitapencere | aralık 2012 - 05


Stephen W. Hawking

kitapencere | aral覺k 2012 - 05


Kelimeler, ne der bize, nasıl görünüz gözümüze?

Algıda seçicilik mi? Kısmet, nasip mi? kitapencere | mayıs 2011 - 04


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.