HUTI Bulten Ekim 2011

Page 1

hüti

BÜLTEN

yor

Yeni Dönem

T

T


...bu sayıda... başlarken

3

baykuştan

4 5 6-7

yeni dönem başlıyor perde ayracı

bir oyunun anatomisi

8-15

heves, emek, yetenek:

Hastane 16-19

20-23 CATS 24-25 Ankara’da sanat 26-27

ustanın sofrasında

HütiBÜLTEN hakkındaki her türlü öneri ve görüşleriniz için: hutibulten@hotmail.com


başlarken mahir ulaş yeşil

Hüti BÜLTEN yayına hazırlayanlar: mahir ulaş yeşil betül ceren taştoka cansu aksoy grafik tasarım: mahir ulaş yeşil iletişim: hutibulten@hotmail.com eski sayılar & e-bülten: http://issuu.com/hutibulten

1982

hüti

www.tiyatrohacettepe.com tiyatrohacettepe@hotmail.com www.facebook.com/huti.baykus

Yine bir heyecan içindeyiz. Aylarca üzerinde çalıştığımız bir oyunun prömiyerinde nasıl bir çoşku içinde oluyorsak; nasıl heyecanlanıyorsak tiyatro festivallerinde sahne alırken, okulumuzu ve topluluğumuzu kilometrelerce yol kat edip temsil ederken; bugünlerde de hem yeni bir döneme başlamanın hem de bültenimizin ilk sayısını yayınlamanın heyecanını ve gururunu yaşıyoruz. Çünkü bu elinizdeki bülten potansiyelimizin ve dinamizmimizin bir göstergesidir ve yazılarından, fotoğraflarına, grafik tasarımından, basılmasına, katlanıp zımbalanmasına kadar tamamen HÜTİ ailesinin emekleriyle meydana gelmiştir. İşte şimdi tabiri caizse her bir çivisini kendimizin çaktığı gemimizi suya indiriyoruz. Yelkenler fora! Amacımız bizi bir araya getiren tiyatro sevgimizi, bilgimizi arttırmak, ufkumuzu genişletmek… Amacımız HÜTİ’nin çalışmalarını, birikimlerini sizlere ve gelecek kuşaklara aktarmak, “orada aylarca, yıllarca ne yapıyorsunuz?” sorularını yanıtlamak, repliklerimizi tarihe not düşmek… Rotamız tiyatro ve sanat... Heyecanlıyız. Topluluğumuzu ve çalışmalarımızı sizlere tanıtmaya ağırlık verdiğimiz bu ilk yolculuğumuza yönetim kurulumuzun yazısıyla başlıyoruz. Aramıza yeni katılacak arkadaşlarımızla buluşacağımız tanışma toplantısı, tarihimiz, yapımız ve işleyişimiz hakkında bilgi sahibi olacağınız sayfaların ardından geçtiğimiz sene sahnelediğimiz Hastane oyununun reji ekibi, ilk bölümünü bu sayıda yayınladığımız röportajda oyun hakkındaki sorularımızı yanıtlayacaklar. Yine geçen seneki hummalı oyun hazırlığımızı size aktardıktan sonra değerli ustamız Sertel Çetiner’e uğrayıp güvertemize kendisinin bilgi ve tecrübelerini yükleyeceğiz. Ardından Broadway ve Londra limanlarına uğrayıp yıllara meydan okuyan muhteşem CATS müzikali ile tanışacağız. Ve nihayet tekrar Ankara’ya dönüp tiyatro başta olmak üzere, Ekim ayında gerçekleşecek olan kültür-sanat etkinliklerini sizlere duyurmaya çalışacağız. Keyifli bir yolculuk geçireceğinizi umuyoruz. O halde… …vira demir!


baykuştan Herkese Merhabalar ! Hacettepe Üniversitesi Tiyatro Topluluğu (HÜTİ), 29 yıllık mazisiyle yeni bir sezonla yine perdelerini açıyor. HÜTİ, gerek teatral, gerekse kişisel anlamda üyelerine kazandırdıklarıyla üyelerimizin öğrenci yıllarının unutulmaz bir parçası olmuştur. Biz de yönetim kurulu olarak bu bilinçle hareket ediyor ve topluluğumuzu daha iyiye taşımayı bir borç biliyoruz. HÜTİ; üyelerine tiyatro eğitimi vererek onlarla birlikte üniversitemizde ve Ankara seyircisine oyunlarını sahnelemeyi, şehir içinde ve dışında katıldığı amatör tiyatro platformlarında hem tanıtım yapıp hem de diğer amatör tiyatro toplulukları arasında kendi yerini görmeyi, amatör ruh profesyonel iş sloganı altında topluluğu daha iyiye ulaştırmayı hedeflemiş, yıllar boyunca üyelerinin ‘tiyatro için’ dediği her işte büyük gönüllülükleri içinde ilerlemiş ve gün geçtikçe hem üye sayısı hem de tiyatroyla ilgili olmanın verdiği güzellikle büyümeye devam etmektedir. 2011-2012 döneminin de yeni üyelerimizle beraber Tiyatro için, HÜTİ için daha iyi bir yıl olmasını temenni etmekle beraber, perdenin arka tarafından tiyatroyla birlikle büyümek isteyenlere selamlar göndermek istedik… HÜTİ Yönetim Kurulu

4 EKİM 2011

hüti BÜLTEN

Berkay Telatar

Aycan Kulaksız

Görkem Ürer

Kübra Bayramoğlu


yeni dönem başlıyor!

H

acettepe Üniversitesi Tiyatro Topluluğu (HÜTİ), öğrenci topluluğu olduğundan beri birçok oyun sergilemiş, çeşitli tiyatro festivallerine katılmıştır. Bu sayede hem üniversitemizin en faal topluluklarından biri, hem de tanınan seçkin bir üniversite tiyatrosu olmuştur. Tiyatro aşkıyla ve bitmeyen coşkusuyla yoluna devam eden HÜTİ, büyük bir heyecanla yeni dönemine ve aralarına yeni katılacak tiyatroseverlere merhaba diyor. 2010-2011 dönemini Hastane oyunuyla seyirciyle buluşarak geride bırakan HÜTİ, 15 Ekim 2011 Cumartesi günü saat 14.00’de, Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Merkez Kampüsü, Tıp Fakültesi Konferans-2 salonunda kapıla-

cansu aksoy rını yeni üyelerine açacak. Bu tanışma toplantısında başlayacak olan kayıtlar üç çalışma boyunca devam edecek. “Daha önce tiyatroyla aktif olarak ilgilenemedim, tecrübem yok” kaygısına düşmeyin. HÜTİ’de yer almak için gelirken yanınıza tiyatro sevginizi almanız yeterli. Yeni üyeleri neler mi bekliyor? İlk çalışmadan itibaren sürprizlerle dolu bir eğitim dönemi… Bu çalışmalarda tiyatroya dair birçok şeyi öğrenip, uygulayacaksınız. Öğrenecekleriniz size ilerde ayna tutan bilgiler olacak. Ardından yılmadan devam edildiği takdirde sürprizlerin ve heyecanın artacağı bir oyun dönemi… Kendinizi sahnelenecek oyuna hazırlık içinde bulduğunuzda eğitim çalışmalarının yararını anlayacaksınız.

Her ne kadar eğitim dönemi bitmiş olsa da, öğrenme devam edecek ve koca bir sene boyunca tiyatroya dair verilen emeklerin karşılığını oyun sonunda alınan alkışlar ödeyecek. O alkışlar oyunda emeği geçen herkesindir. Çünkü tiyatro ‘’birliktelik başarısı’’na bağlıdır ve yapıt ancak sahne önü ve arkasındaki bu birlikteliğin uyumuyla ortaya çıkarılabilir. HÜTİ’de geçireceğiniz süreç size ‘’İyi ki buraya geldim,’’ dedirtecek. Topluluğun size kattıklarını anlamaya başladığınızda artık buraya ait olduğunuzu da anlayacaksınız. HÜTİ, ister oyuncu, ister teknik ekibin bir parçası olun, sahne tozu yutmak, tiyatro içinde yön bulmak isterseniz, gelip tanışmanızı bekliyor.

hüti BÜLTEN

EKİM 2011

5


perde ayracı... kübra bayramoğlu

B

u toplulukta her renk tuvale yansır, her rengin söyleyecekleri, anlatacakları vardır. Ve bunlar hiçbir zaman unutulmaz, yeri geldiğinde yad edilir. Ben de mavi boyayı aldım elime ve tuvali anlatmaya adadım kendimi... Hacettepe Üniversitesi Tiyatro Topluluğu 1982 yılında akademik danışmanlığı Doç.Dr. Füsun Balkaya tarafından Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Seçmeli Dersler Birimi’ne bağlı olarak kurulmuştur. 1997 yılına kadar çeşitli oyunlar sergilemiş ve o yılın sonunda tüm üniversite öğrencilerine açık bir “öğrenci topluluğu” sıfatı kazanmıştır. HÜTİ, o yıllardan beri birçok oyun sahneye koymuş, söyleşilere, diğer amatör tiyatro topluluklarının düzenlediği tiyatro festivallerine katılmış ve hem Hacettepe Üniversitesi içinde hem

6 EKİM 2011

hüti BÜLTEN

de diğer üniversitelerde tanınan saygın bir tiyatro topluluğu haline gelmiştir. 2009-2010 yılında dahil olduğum HÜTİ’de birçok etkinlik ve faaliyete tanıklık etmiş bulunmaktayım. İlk olarak sene başında yapılan toplantıda topluluk hakkında bilgi verilip üye formları dağıtılır. HÜTİ’de üyelikler; “aktif üyelik” ve “üyelik” olarak ayrılmaktadır. Eğer tüm çalışmalara katılmak, oyun döneminde yer almak istiyorsanız aktif üye olmanız gerekmektedir. HÜTİ’de eğitim anlayışı bilgi aktarımına dayanmaktadır. Bu yüzden aktif üye olmak çok önemlidir. Güz döneminde bizi bekleyen yoğun eğitim çalışmalarında eğitim liderleri eşliğinde tiyatroya dair temel bilgiler verilir, oyunlar okunup tartışmalar düzenlenir, fiziksel aktiviteler, tirat çalışmaları, metin oyunculukları gibi birçok faydalı ve eğlenceli çalışma yapılır. Her gün farklı bir aktivite hazırlayıp gelen eğitim liderleri, en ince ayrıntısına kadar düşündükleri bu çalışmaları dönem boyunca titizlikle ve disiplinle sürdürürler. Bu dönemde “hüticikler” (aramıza yeni katılan arkadaşlarımız) birer misafir gibi ağırlanıp el üstünde tutulur. Yoğun geçen eğitim dönemin içinde hiçbir aktiviteden geri kalmayan HÜTİ üyeleri bunun yanında tiyatro, konser, sergi, söyleşi, festival gibi


1982 birçok sanatsal etkinliğe de katılmaktadır. Güz dönemi biterken eğitim çalışmaları da sonlanır ve güzel bir kapanışla ilk dönem bitirilir. ”Gerçek bir HÜTİ üyesi olunması için oyun dönemini tatmak gerekir,” sözüyle hareket eden hüticikler artık bahar dönemine “merhaba” der. Ve zaman oyun zamanıdır... Oyun dönemi gelenekselleşmiş Cast Töreni ile açılır. Cast Töreni’ne gitmeden önce kesinlikle mimik çalışması yapılması önerilir. Çünkü ertesi gün haddinden fazla gülmekten dolayı vücutta oluşacak aşırı yorgunluk ve yüzdeki huzurlu sırıtma her şeyi açıklayacaktır. Bu gecede olan her şey bir yıl boyunca konuşulur, anlatılır. Kısaca oyun castının açıklandığı bu gece her zaman hatırlanacaklar arasındadır. Kendine ait bir sahnesinin olmamasından dolayı HÜTİ’nin çalışmaları her şartta ve koşulda devam eder. Tıp Fakültesi Yeşil Amfi’de sürdürülen çalışmalar ve provalar yeri geldikçe açık amfide, Beytepe çimenlerinde, topluluk odasına nazır bahçesinde de yapılagelmiştir. Oyun hazırlıkları sıkı bir şekilde devam ederken artık bir HÜTİ’li olduğunuzu benimsemeye başlarsınız. Bu demektir ki; Beytepe yolları gibi gidilmesi zor ama dönülmesini de istemeyeceğiniz bir yola girdiniz. Korkmayın bu iyi bir şey... Evet, evet kendimden biliyorum. Afişler hazırlanmış üniversitenin her yerine asılmış; hatta Kızılay Meydanı’nda bile yoldan geçerken gördüğünüzde gülümsemenize neden olmuştur. Oyun günü gelir ve izleyiciler “5-10 dakika kala gideriz herkes dağılmış olur,” fikriyle

hareket edince oyuna 10 dakika kala bir bilet alma ve verme telaşı içine girilir. Oyun başlar… Ve biter. Emeği geçen herkes sahnede yerini alır ve selama durur. Oyun bitimiyle bütün dekorlar en kısa sürede toplanır ve topluluk odasına götürülür ve HÜTİ üyeleri senenin bu güzel yorgunluğunu bir yerde toplanıp günün değerlendirmeleriyle, fikir alışverişleriyle, eğlenceyle sonlandırır... Geçen yıl önce Kasım ayında Albay Kuş adlı oyunla Ankara seyircisi karşısına çıkan HÜTİ, Bahar döneminde hazırladığı Hastane adlı oyunu üç kez Ankara Sanat Tiyatrosu’nda sahnelemiş, ayrıca Ankara Üniversitesi ZİFTT Tiyatro Festivali, ODTÜ Bahar Şenlikleri, ve Ege Üniversitesi Tiyatro Festivali’nde aynı oyunla tiyatroseverlerle buluşmuştur. HÜTİ’ye ilk geldiğimde buranın herhangi bir topluluk olmadığını fark etmiştim. Kırk-elli kişinin bir araya gelerek bilgi aktarımı sağlaması, herkesin bu uyuma dahil olması ve bunu devam ettirmekte kararlı olmanın verdiği gönüllü sorumluluklar... Taşın altına elini koymak… Bazen de taşa taş eklemek... Emek vermek… Üç noktayla bitirelim istedim yazıyı. Tiyatro için, HÜTİ için perde hiç kapanmasın diye...

üti

hüti BÜLTEN

EKİM 2011

7


bir oyunun anatomisi Hastane reji ekibiyle söyleşi 1. Bölüm alican ozan işcan

H

ÜTİ’nin 2010-2011 döneminde sahnelediği Behiç Ak’ın, Hastane oyununun reji ekibi Alican Ozan İşcan ve Kübra Bayramoğlu ile görüştük. Bir çok konuya değindiğimiz röportajın ilk bölümünde arkadaşlarımız, oyunun seçimi, metni ve reji uygulamaları hakkındaki sorularımızı yanıtladılar. Önümüzdeki sayıda oyuna hazırlık süreci, sahneleme ve turnelere ilişkin cevaplarını yayınlayacağız. Düşüncelerini bizlerle paylaştıkları için kendilerine teşekkür ederiz. Sahnelenecek oyun için araştırmalara ne zaman başladınız? Bu araştırmaları ikiniz mi yürüttünüz yoksa daha kalabalık bir ekip miydiniz? Kübra: Oyun okumalarımıza aslında eğitim dönemi içinde üyelerle beraber ara ara başlamıştık; fakat bu daha

8 EKİM 2011

hüti BÜLTEN

kübra bayramoğlu

bireyseldi, herkes kendi araştırmasını yapıp bir yandan da eğitim grubuna katkı sağlamaya çalışıyordu. Eğitim döneminin sonlarına doğru hızlandırdık ve biraz daha kolektif yapmaya çalıştık araştırmalarımızı. Bir arada toplanıp oyunlar üzerinde konuşmalar şeklinde ilerledi. Oyuna karar verince de onun üzerine çalışmakla geçti. Alican: Evet, oyun için araştırmalar aslında “başlanmış” olan bir şey değildi tam olarak. İlk zamanlar birçok kişi kendi kendine potansiyeli olan bir oyun bulmak için oyun okuyordu. Fakat Kübra’nın da dediği gibi bireysel bir şekilde ilerledi bu okumalar. Bu durumda, eğitim dönemi devam ederken, geçen seneki oyunumuz olan Albay Kuş’u yeniden


festival için hazırlamanın da katkısı var. Dolayısıyla festivalde oyun sergilendikten sonra, eğitim döneminin bitişine 1-2 hafta kala daha planlı ve programlı bir oyun okuma dönemine girildi. Ne kadar sürdü arayışınız? Tahminen kaç oyun okundu bu süreçte? Kübra: Yani dediğim gibi bir dönem boyunca arayış içindeydik zaten ama oyunları saymadık. Herkesin toplam okuduğu oyun bir 500 civarıdır belki, bilmiyorum. Ama elimizde kütüphane için bayağı bir oyun arşivi oluştu, odamı işgal ediyor. Alican: Arayış aslında epey uzun sürdü. Ekibin kalabalık olması ve kadın oyuncu sayısının da erkek oyuncu sayısına oranla fazla olması filtreyi epey daraltıyor. Dolayısıyla arayışımız normalden biraz daha uzadı. Kaç oyun okunduğu konusunda da pek bir fikrim yok. O kadar fazla insan o kadar fazla oyun okudu ki, DT arşivinden oyun fotokopisi çekilecek diye servet gitti resmen. Bu yüzden Kübra’nın tahminine katılıyorum. Peki, “uygun” bir oyun ararken göz önünde bulundurduğunuz kriterler nelerdi? Alican: Üniversite tiyatrosunun yapıldığı bir ortamda oyunun uygunluğu konusunda iki seçenek söz konusu: Birincisi ekibi elinizdeki oyuna uygun bir hale getirmek, elinizdeki oyuna göre

üyeleri eğitmek. İkincisi ise ekibe uygun bir oyun bulmak. Şahsen ben her zaman birincisinden yana olurum. Çünkü ekibin, oyunu güzel çıkarması için oyunu gerçek anlamıyla tecrübe edebilmesi gerekir. Bunu sağlamanın en iyi yolu da bence birinci seçenekten geçiyor. Fakat HÜTİ’nin önümüzdeki döneme kadar çekmiş olduğu bir sahnesizlik sıkıntısı olduğu için birinci seçenek pek imkan dahilinde olmuyordu. Ekip mecburi bir yaz uykusuna yatıyordu. Dolayısıyla ikinci seçenek de mecburi oluyordu. Biz de “uygun” oyunun kriterlerini, ekibe uygunluk üzerinden belirledik. Kübra: Aslında... Öncelikle reji olarak belli kriterlerle yola çıkıp bunları göz önünde bulundurmamız, bizi kısıtlamadı değil. Çünkü sonuç olarak dahil olduğunuz topluluğun bir geçmişi var ve onu kökleştirmeye gidecekseniz eğer, bir takım şeyleri devam ettirmek ve tabii ki söylenecek sözünüzü de söylemek gerekmekteydi. Bu bağlamda okumalarımızı yaparken üye sayımızı göz önünde bulundurmamız en önemlilerinden biriydi örneğin. Çünkü HÜTİ’de oyun dönemine kalan herkesin belli bir castı oluyor gerek sahnede gerekse sahne arkasında. Kalabalık bir ekiple çalışmış oluyoruz. Bu da oyunu seçerken göz önünde bulundurmamızı gerektiriyor haliyle... Alican: Tabii bu kriterlerin bir sürü yan unsurları da var. Hitap ettiği kitle, gerektirdiği dekor, reji uygulamalarına açık olup olmaması gibi...

hüti BÜLTEN

EKİM 2011

9


Neden Hastane’de karar kıldınız? Hastane, bu kriterlerinizin hangilerine uyuyordu? Kübra: Oyuna hazırlanırken aslında bir kitle de belirlemeniz gerekiyor. Yani nasıl bir kitleye hitap edeceğinizi bilmeniz gerekiyor. Üniversite seyircileri bile kendi arasında farklılık gösteriyor örneğin. Tabii ki bu oyunu seçerken bir kriter değil ama düşünülmesi de gereken bir ayrıntı bence. Hastane’yi okuduğumuzda da olayların bir hastanede yaşanıyor olması, “hastane”nin insanlar için ortak bir alan olması, hatta orada yaşanmışlıkların bile ortak olması bize daha geniş bir kitleye hitap etme olanağı sağladı ister istemez. Ama Hastane’yi seçmemizdeki en önemli neden, metni okuduğumuzda, reji olarak yapabileceğimiz birçok şey olduğunu, yaratıcılığımızı kullanabilece-

Metni ilk okuduğumuzda bile kafamızda bir şeyler

canlanmaya başlamıştı ve hemen neler yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Yani seçmemizdeki belki de en büyük neden bizi heyecanlandırmış

olmasıydı. Ve bu en güzel nedendi bence.

ğimiz bir oyun olduğunu, dile getirmek istediklerimizi metinde yakaladığımızı düşünmemizdi sanırım. İlk okuduğumuzda bile kafamızda bir şeyler canlanmaya başlamıştı ve hemen neler yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Yani belki de en büyük neden bizi heyecanlandırmış olmasıydı. Ve bu en güzel nedendi bence.

10 EKİM 2011

hüti BÜLTEN

Alican: Ayrıca Hastane, oyuncu sayısı açısından da ekibe uygundu. “Öyle oyun mu seçilir?” demeyin, geriye kalan bütün kriterleri dolduran bir sürü oyun sadece bu kriteri yerine getiremediği için elendi. Bunun dışında hepimizin eğitim dönemini de oyun dönemini de aslında bir hastanede geçirmemiz de etkilidir. Bu, oyunun ekibe uygunluğu açısından önemli bir noktaydı. Az önce bahsettiğim “ekibin oyunu tecrübe edebilmesi” noktasında ekibin işini gerçekten kolaylaştıran bir durum oldu. Oyunu hep birlikte üretmemizi ve yaşamamızı sağlayacak bir kriterdi. Geriye kalanlara Kübra değindi zaten. Oyun tam olarak hangi türe girer? Kara komedi diyebilir miyiz? Kübra: Bu, kendi aramızda da çok konuşup tartıştığımız bir konuydu aslında. Çünkü metne baktığımızda ve yazarla konuştuğumuzda, zihnimizde klasik bir hastane ortamı ve çok gerçekçi bir oyunculuk gerektiren bir sahneleniş beliriyordu ilk önce. Fakat biz oyunu biraz daha karikatürize etmeye, oyunda çok normal gibi görünen mevzulardaki absürtlüğü çıkartma yoluna gittik. Bu yüzden daha kara komedi olan yanı ortaya çıkmış oldu. Tam bir şey söylemek doğru olmaz belki ama kara komedi diyebiliriz yine de. Alican: Oyunun türü turnelerde de en çok sorulan soru oldu. Hatta kendi kendimize de en çok sorduğumuz sorulardan biriydi. Aslında oyunun iki perdesi de birbirinden farklı unsurlar barındırıyor. Birinci perde metin üzerinden gidildiğinde kara komediye uygun, mekan üzerinden gidildiğindeyse ontolojik bir anlatıydı. Hayatın korunduğu yerde ölümün soğukkanlı bir şekilde içselleştirilmesi ve ölmek üzere olan insanların sınıfına göre muamele görmesinin bir arada oluşu birinci perdeyi, normal olarak kabul edilmiş olanın içinde “anormal”i (“yanlış”ı değil) nasıl barındırdığını ahlaki yönden de varlık yönünden de anlatır bir hale getirmiş. İkinci perde ise ilk perdenin bilim kurgu versiyonu gibi. Birinci perdedeki ahlaki yapının sonunda nereye varacağının bir göstergesi fakat birinci perdeyle aynı zamanda, farklı karakterler ile geçiyor. İlk perdede karakter üzerine empati yapıp hastanenin ne ifade ettiğini sorgularken, ikinci perdede kendi-


ni gösteren absürt anlatı, bilimin ne ifade etmesi gerektiğini de sorgulatıyor. Kara komedi de içinde “fiziksel ve zihinsel şiddeti içselleştirmek” ve “üzücü olana gülmek” unsurlarını barındırdığı için az önce bahsettiğim karmaşa içerisine uyum sağlayan bir tür. Dolayısıyla oyunun yoğun olarak kara komedi özellikleri gösteren bir oyun olduğunu söyleyebilirim. Son yıllarda Hüti’nin bu türe ağırlık verdiği görülüyor; bu bilinçli bir tercih, bir gelenek mi? Eğer öyleyse bunun sebebi nedir? Kübra: Doğrudur... Bakıldığında hem bilinçli bir tercihtir, hem de yeri geldiğinde gelenektir de... Yani bu biraz da topluluğun belirlediği eğitimle alakalı, ya da nasıl bir oyunculuk eğitimi tercih ettiğinizle... Alican: Önceki oyunlar üzerine bir şey söyleyemem ama bizim için bilinçli bir tercih oldu daha çok. Muhtemelen önceki oyunlarda da gözetilen bir durum var ki şudur: Oyunun türüne göre değişkenlik gösteren oyunculuk türleri var ve bu oyunculuklar farklı bir eğitim ve pratik gerektiriyor. Bu durum üzerinden önceki sorulardan birinin cevabına döneyim. Ekip oyuna göre değil, oyun ekibe göre seçildiği için oyunun türü eğitim döneminden önce belirlenmiyor. Kübra: Bir de, zaten belli bir tür üzerinden çalışmaya gitmek öyle bir eğitim yılı boyunca tam anlamıyla halledilemiyor. İster istemez daha fazla öğrenip daha fazla hakim olma ihtiyacı hissediliyor. Bu yüzden de bir türe yönelinmiş olunabilir. Alican: Dolayısıyla farklı türler denemek bir anlamda “nasip olmadı”, bir yandan da farklı türler denemek istenmedi çünkü HÜTİ eğitiminin kara komedide iyi sonuçlar elde ettiği görüldü. Belki de artık, hazır sahne gibi bir imkan da varken farklı türler denemenin zamanı gelmiştir. Oyunun metnine baktığımızda 1.Perde ile 2.Perde’nin uzunluklarında bir eşitsizlik söz konusu. 2.Perde’nin neredeyse ilkinin iki katı olduhüti BÜLTEN

EKİM 2011

11


ğunu görüyoruz. Bu bir problem oluşturdu mu? Eğer öyleyse nasıl çözdünüz? Alican: Evet, oluşturdu. Özellikle ikinci perde seyir üzerinden düşünüldüğünde fazlasıyla diyalog üzerinden gidiyor. Bu izleyiciyi zorlayan bir durum. Dolayısıyla ilk perdedeki atmosferin dağılma riski yüksek. Biz daha çok bu durumu göz önünde bulundurarak, ikinci perdenin de içeriğini yitirmesine sebep olmadan, ikinci perdeyi kısaltma tercihinde bulunduk. Tek perde yapma düşüncesinden de, dekor değişiminin sıkıntı oluşturması ve oyun yazarının ikinci perdede seyircinin farklı bir oyuna geldiğini hissetmesi gerektiğini metinde de tembihlemesi sebebiyle vazgeçtik. Kübra: Zaten bu, metni elimize aldığımızda görülen önemli sorunlardan biriydi. İkinci perde gerçekten çok uzundu. Alican’ın da dediği gibi üstelik de sırf diyaloglarla geçen bu süreç, sahneye yansıyınca izleyici açısından

da ciddi bir kopukluk yaratabilirdi. Bunun üzerine çözüm önerileri düşünmeye başladık. İlk aklımıza gelen “Tek perdeye uyarlayabilir miyiz?” sorusuydu. Ama pek mümkün olmadı bu. Daha sonra ikinci perdedeki bazı repliklerin aslında aynı şeyi temsil ettiği ve mevzuyu pekiştirici konuşmalar olduğunu anlayıp kırpmaya karar verdik. Ama asıl amaç oyunu kısaltmak ya da perde sürelerini eşitlemek içindi demek çok yanlış olur. Daha seyirlik bir hale getirmek için uğraştık aslında.

Metinde anlatılanlar sadece ütopik bir hastane ve oradaki hasta ve doktorların başından geçen trajikomik olaylar mı? Yoksa bu hastane simgesel bir kurum mu? Kübra: Bu önemli bir soru çünkü biz oyunu metinden ve yazardan biraz farklı ele aldığımızı hep söylüyoruz. Ama mekansal anlamda evet tam bir hastane ortamı. Zaten doktor ve hastalar arasındaki konuşmalara bakılınca hiç de yabancı olmadığımız bir durumla karşılaşıyoruz. Ama bu durumu o kadar içselleştirmişiz ki, normalimiz artık bu anormallikler olmuş. Yani ciddi anlamda trajikomik bir hayat yaşıyoruz fark etmeden. Oyunun dramaturjisini yaparken hastaneyi simgesel bir kurum olarak ele almadık hiç. Çünkü burada önemli olan aslında yaşanılanların hastanede olması değildi. Bir eğitim kurumunda ya da bir devlet dairesinde de yaşanabilecek klasik prosedürlerden ibaretti. Simgeselliği sessiz hemşireyle çok farklı bir boyutta göstermeyi amaçladık aslında. Alican: Evet, bu soruyu dikkatli cevaplamak gerekiyor, çünkü metnin -daha önce de söylediği-

12 EKİM 2011

hüti BÜLTEN


Oyun kişileri birer karakter mi, tip mi?

Burada bir eğitim kurumu da anlatılabilirdi, bir karakol da.

Temelinde yatan şey buraya başvuran, bu kurumlara güvenen insanların gördüğü muamele ve bu kurumların bu insanlar için var olduğunun unutulması. Fakat bu oyundaki hastane, sadece simgesel bir kurum olarak var olmuyor. Çünkü mevzubahis hayat olduğunda bile “torpil”in kendini göstermesi, hayatların “gözden çıkarılması” başka bir kurumun işaret edebileceği bir nokta değil.

miz gibi- birinci ve ikinci perdesi arasında bir ayrılık var. Anlatılanların “ütopik” kısmı sadece ikinci perdede. İlk perdedeki ortamın, hastaların tıbbi kitaplar okumalarına verilen cezaları dışında sıra dışı bir yapısı yok. Simgesellik kısmı üzerinden de şunu söyleyebiliriz: Burada bir eğitim kurumu da anlatılabilirdi, bir karakol da. Temelinde yatan şey buraya başvuran, bu kurumlara güvenen insanların gördüğü muamele ve bu kurumların bu insanlar için var olduğunun unutulması. Fakat bu oyundaki hastane, sadece simgesel bir kurum olarak var olmuyor. Çünkü mevzubahis hayat olduğunda bile “torpil”in kendini göstermesi, hayatların “gözden çıkarılması” başka bir kurumun işaret edebileceği bir nokta değil. Sadece hastanenin gösterebileceği bir trajiklik.

Sadece hastanenin gösterebileceği

bir trajiklik. Kübra: Daha çok tip-karakter diyebiliriz. Ama örneğin birinci perdedeki Adam-Kadın diğerlerine göre daha karakteristik özellikler taşıyorlardı. Bunlar da daha çok oyuncuya yardımcı Özellikle Sessiz Hemşire’yle ve geçişi de sağlamış oldu. Tabii bir 2.perdenin başındaki klonla- de topluluk olarak şanslıyız; klon olacak detaylardan ibaret. ma sahnesiyle neyi amaçladı- yerine ikizlerimiz var. Alican: Oyun kişileri birer tip- nız? Alican: Sessiz Hemşire ile amaçkarakter diyerek genelleyebiliriz, Kübra: Sessiz Hemşire ile Klonladığımız aslında çok klasik bir evet. En azından çoğu. Yine de lama Sahnesi rejisel anlamda üç maymun etkisi. Özellikle ilk oyunun üzerinden ilerlediği birbizi heyecanlandıran fikirlerdi. perde boyunca gülünen şeylerin iki oyun kişisinde karakteristik Klonlama birinci perdede birhepsi başımıza gelen şeyler. İkinbazı ayrıntılar var. Fakat bunlar kaç yerde geçiyor. İkinci perdede ci perdede bahsi geçen ürpertici da alt metni kuvvetli karakterler klon olan Başhekimlerle karşıladiyaloglarsa bizim için bir anoluşturmaya yönelik değil. Temşacak olan seyirciye bir önseme lam ifade etmeyen cümlelere siliyetten ziyade bu kurumda yaşanan durumların aslen kimi vermek istedik. Hem perde dönmüş. Bizse bu trajikomiklietkilediğine yönelik işaretlerde arasını hem de Hastane’nin bu ği içselleştirme yönüne gitmidenli farklı iki alanı arasındaki şiz. Bunu göstermek için Sessiz bulunan kişiler bunlar da. hüti BÜLTEN

EKİM 2011

13


Reji olarak aslında yaptığımız şey oyunu yorum-

lamak oldu. Çünkü oyunu olduğu gibi sergilemeye çalışsak, elimizde seyirciyle iletişim kuramayan, sadece kendi derdini anlatan ve giden bir oyun olacaktı. Oyun esasında zengin ve yoruma çok açık bir oyun. Biz de oyunun hastanede geçmesinin bize verdiği iletişim kanalını kullanarak oyu-

nu seyirciye yakınlaştırmayı seçtik.

14 EKİM 2011

hüti BÜLTEN

Hemşire’yi kullandık. Klonlama sahnesiyle de, oyuna varlığın haklı çıkarılabildiği oranda değer gördüğü çeşnisini katan Başhekim 1 ile Başhekim 2 arasındaki çatışmanın önsemesini (Kübra’nın da söylediği gibi ikizlerimizden istifade ederek) vermek istedik. Kübra: Sessiz Hemşire aslında genel olarak anlatmak istediğimiz şeydi. Hastanelerde sessiz olunması gerektiğini gösteren o portre, Hastane’de olup biten bu durumlara karşı izleyicinin; yani aslında bizim verdiğimiz tepkiyi anlatıyordu. Bunu anlamak zor değil, çünkü Doktor’un Kadın’a karşı her ilgisizliğinde insanlar Kadın’a karşı bir sempati duymuyorlar. Halbuki izledikleri kendileri bir anlamda. Bunu fark etmeleri de Sessiz Hemşire’nin çıktığı yerlerde sağlandı. İnsanlar görmedikleri ya da görmemezlikten geldikleri, duyarsızlaşıp kabullendiği noktayı fark edebiliyordu. O esnadaki gülmeler biraz can sıkıcı kendi açılarından. Bunu daha simgesel düşünerek üç maymundan yola çıktık, çünkü bir anlamda sadece konuşmuyor değildik duymuyor ve görmüyorduk da. Reji olarak oyuna başka eklemeleriniz, yorumlamalarınız oldu mu? Alican: Sessiz Hemşire ve klonlama sahnesi dışında pek bir eklememiz, ikinci perdedeki diyalogların kısılması dışında da pek çıkardığımız


Oyun boyunca hiç kimsenin adı telaffuz edilmiyor. Bu metinde de böyle miydi? Bununla amaçlanan nedir?

bir şey olmadı. Reji olarak aslında yaptığımız şey oyunu yorumlamak oldu. Çünkü oyunu olduğu gibi sergilemeye çalışsak, elimizde seyirciyle iletişim kuramayan, sadece kendi derdini anlatan ve giden bir oyun olacaktı. Oyun esasında zengin ve yoruma çok açık bir oyun. Biz de oyunun hastanede geçmesinin bize verdiği iletişim kanalını kullanarak oyunu seyirciye yakınlaştırmayı seçtik.

Alican: Metinde de iki karakter dışında kimsenin ismi geçmiyor. Metinde amaçlanan şey bu durumun lokal bir yapı içermediğini, her yerde farklı isimler üzerinden rastlayabileceğimiz durumlar olduğunu göstermeye çalışmak. Doğru bir tutum. İsmi geçen iki kişinin isminin geçmesinin sebebi de oyundaki hengame içerisinde tanışmanın, isim sormanın nasıl ertelenebildiğini fark ettirmek. Fakat bu fark ettiriş ana karakterler diyebileceğimiz karakterler üzerinden yapıldığı için, bu karakterlerin isimleri zikredildiği anda seyircide karakterlere dair bir alt metin beklentisi oluşuyordu. Biz de kişilerin “işaretlerde bulunan” yapılarına dokunmak istemediğimiz için tanışma faslını ve dolayısıyla isimleri çıkardık. Kübra: İsimler metinde geçiyor birkaç yerde, ama provalar esnasında aldığımız eleştirilere göre, oyun esnasında bir anda “Hangi oyundaydık biz?” izlenimini verecek derecede rahatsız ediyormuş. Haklı bulduk, kullanmadık. (röportaj: Mahir Ulaş Yeşil)

hüti BÜLTEN

EKİM 2011

15


heves, emek, yetenek: Hastane

Ş

selcen gerçek

ubat ayının sonlarında başlayıp mayıs ayının başına kadar devam eden çalışma ve hazırlık süreci... Akabinde çalışmalarımızın ürünü olan oyunun altı kez seyirciyle buluşması... Mayıs ayı boyunca üç kez Ankara Sanat Tiyatrosu’nda, üç kez de üniversitelerin tiyatro festivalleri ve bahar şenlikleri kapsamında gösterilen Hastane oyunu, oyun üzerinde emek sarf eden herkes için bir oyundan çok daha fazlası aslında. Tiyatro hakkında detaylı bilgiye sahip olmayan bir izleyici gelir, koltuğuna oturur. Oyundan oyuna değişen süreçlerde (kimi oyunda bir saat, kimi oyunda üç saat) sahne üzerinde olan biteni izler, kendi hayatıyla bağdaştırmaya çalışır. Yakınlık hissettiği anlarda tebessüm ederken, kendisine yabancı gelen kısımlar hakkında düşünme fırsatı bulur. Oyuna biçilen süreç sona erdiğinde, izlediği her ne olursa olsun, oyun boyunca aktarılmaya çalışılan coşku alkışlara dökülür, koltuklar boşalır ve seyirci oyunu birkaç gün daha zihninde taşıdıktan sonra “hoş bir anı” olarak belleğinde, anımsatıcı bir anda ortaya çıkarılmak üzere depolar. Tiyatro üzerine fikri olan, meraklı, araştıran seyirci daha farklı bakar oyuna. Kendisiyle bağdaştırır yine, ama yeni çıkarımlar üretecek alt yapısı olduğundan oyun, hacminden fazlası kadar yer kaplar zihninde. Bu seyirci için oyun, yalnızca bir anı olarak kalmayacaktır. Düşüncelerine dayanak, savunduklarına

16 EKİM 2011

hüti BÜLTEN

şahit gösterilecektir oyunda anlatılanlar. Ya da olumsuz anlatılarına örnek olacaktır zaman zaman. Bir diğer grup seyirci ise, tiyatro ile amatör olarak ilgilenerek, bilgi dağarcığını hem masa başında hem de sahne üzerinde genişletme çabasında olanlardır. Bu seyirci grubu, diğerleriyle kıyaslandığında, farklı bir boyuttadır artık. Çünkü, oyunu izlerken çıkarımlar yapmakla, oyunu hayatına dahil etmekle kalmaz. Oyuna duygularıyla, coşkularıyla dahil olur. Oyuncuyu sahne üzerinde izlerken, onun gibi hissetmek ister. Koskocaman bir salonda, kalabalık bir seyirci kitlesinin bir üyesi değildir o. Kendisinden başka hiç kimse yoktur ve mekan yalnızca sahnenin üzeridir. Bu yüzden, özel yaşamında onu sahneye iten hevesine önünde sonunda yenik düşer ve arayışa girer. Bu arayıştır bizleri bir araya getiren, bizi bir oyun üzerinde çalışmaya iten. Bir oyun üzerinde çalışmaya başladığınızda, artık yalnızca seyirci değilsinizdir, oyunun


her şeyi olursunuz; tıpkı oyunun, sizin her şeyiniz olduğu gibi. Önce okuyucu olursunuz, sonra oyuncu. Bir anda dekor üzerine düşünmeye başlarsınız. O anda parlak bir fikir gelir aklınıza ve bir mizansen yazarsınız oyun metni üzerinde kalan boşluklara. Birgün reji olarak provalara gidersiniz. Günün sonunda bir oyuncunun kostümüyle uğraşıyorsunuzdur. Oyunculardan birini ışık sistemi ile ilgileniyorken gördüğünüzde şaşırmazsınız, tıpkı dinlediği bir müziği teker teker herkese dinletip fikrini paylaşan makyaj görevlisine şaşırmadığınız gibi. Bir diğer gün, oyun akışı alındığında onlarca reji vardır oyuncuların oyunlarını sergiledikleri. Herkes işini tamamlamış, ortak bir amaç için buluşmuştur: Haftalardır çalıştığımız oyunu, içindeki anlamı yok etmeden, önemli yerlerin altını çizerek, seyirciyi koparmadan, onlara en iyi şekilde hitap ederek nasıl daha iyi oynarız. Evet, oyunu çıkardığınız ekibin bir parçası olduğunuzda, hele ki bir üniversite topluluğundaysanız görürsünüz ki; bir oyun, yalnızca oyuncuları tarafından değil, tüm ekip tarafından oynanır. Bizim oyunumuzun adı: HÜTİ’dir. Hacettepe Üniversitesi Tiyatro Topluluğu (HÜTİ) olarak 2010-2011 sezonunda Behiç Ak’ın Hastane isimli oyunu üzerinde çalıştık. Behiç Ak, çok sayıdaki çocuk kitapları ve tiyatro oyunlarıyla bilinmesinin yanı sıra yönetmenlik yapmış, Cumhuriyet Gazetesi’nde karikatürleriyle gündeme değinen, mimarlık öğrenimini görmüş ve çeşitli toplumsal, sivil sorumluluk çerçevesinde çalışmalara imza atmış bir yazardır. Yazarın taşıdığı tüm bu kimliklerin tiyatro oyunlarına yansıdığını söylemek mümkündür. Hastane oyununun metni ilk defa okunduğunda, oyunun anlatmak istedikleri net bir biçimde görülebilir. Oyun, adından da anlaşılacağı gibi bir hastane ortamında geçmektedir. Bu hastane, gelir düzeylerine göre muamele gören hastaları, yaşamsal öneminden çok hastanın sahip olduğu statüye göre tedavi edilen ya da edilemeyen (!) hastalıkları, do-

layısıyla geliri düşük olan insanların yaşama hakkı olmazken güçlerini cüzdanlarında taşıyanların nefes hakkını resmeder izleyiciye. Amacınız, oyunu sahneye koymaksa önünüzde ‘konuyu anlamak’tan daha uzun bir algı süreci vardır. Bu, oyunun geçtiği dönemi, süreci, bu dönemdeki toplumsal olayları ve olayların oyun kişilerine etkisini; oyun kişilerini, bu kişilerin toplumsal statülerini, toplumdaki ağırlıklarını, yoğunluklarını; oyun yazarının oyunu yansıtma şeklini, yazarın diğer eserleriyle oyun metni arasındaki ilişkiyi algılama süreci olarak tanımlanabilir. Bu esnada, oyun metni yol gösterici olurken toplu yaptığımız dramaturji çalışmaları ve akıl yürütme de aradığımız derinhüti BÜLTEN

EKİM 2011

17


liğe ulaşmada yöntem olma niteliği taşıdı. Bu süreç, masabaşı çalışmalarını vücuda dökmek üzere, gerek canlı gerek cansız görsel varlıkların en etkili biçimde kullanılarak seyirciye ulaştırılması yolunda çalışmalara kapı aralamıştır. Sahnelenecek oyunun belirlenmesinin ardından yapılan görev dağılımı burada devreye girmiş ve topluluğun yaşamasında rol alan her gönüllü tiyatrosever öğrenci, bu kez oyun üzerindeki rolüne adapte olarak ‘amatör’ olmanın bilincinde, dayanışma içinde çalışmasını sürdürmüştür. Bu çalışmaların etkili bir seyirde ilerlemesi ve meyve vermesindeki en önemli faktör, eğitim süresi içerisinde alınan tüm çalışmaların eksiksiz olarak takip edilerek, oyun dönemine en iyi şekilde yansıtılması üzerindeki hassasiyet oldu. Oyun hazırlıkları; reji, oyuncu grubu, dekor, kostüm, makyaj, ışık, ses ve efekt birimlerinin özverili çalışmalarıyla her hafta gelişti. Oyuncu grubu tarafından doğru ses tonu, jest, mimik ve mizansenlerin tespit edilip oyun metniyle organik bir bütün elde edilmesi amacıyla prova alınmasıyla, teknik ekibin sahne üzerinde en doğru görseli, ışık ve ses efektleri ile oyunun, anlam bütünlüğü zedelenmeyecek şekilde zenginleştirilerek,

18 EKİM 2011

hüti BÜLTEN

seyirciye aktarılması üzerine yapılan çalışmalar reji kontrolünde eş zamanlı ilerledi. Haftalarca, saat sınırlaması koymadan verdiğimiz emek gitgide olgunlaştı. Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Kampüsü’nün, deyim yerindeyse, her köşesini adımladık. O günkü çalışmada ön plana çıkarılan hazırlık neyse, kendimize yeni görevler edindik; hazırlığın tamamlanması için hep beraber çalıştık. Oyunun ilk kez sahneleneceği gün geldiğinde hepimiz sahnedeydik. Tıpkı iki buçuk aylık hazırlık aşamasında olduğu gibi, gösterimden hemen önceki saatleri de sahnede, kuliste, gişede her şeyin eksiksiz olması adına hep birlikte geçirdik. Ve perde… Karanlık… Aydınlık… Kırmızı bir spot ışığından başka sahneyi ve salonu aydınlatan hiçbir şey yok. ‘Hemşire’nin gözleri ve salonu baskısı altına alan müzik, yarattığı gerilim ile


kontrolü ele geçirmiş durumda. Emeklerimiz canlanıyor; seyircinin hüznüne, kahkahasına, alkışına bürünüyor. Sahnedeki Hastane, izleyenlerin geçmişteki anıları ve hisleriyle örtüşüyor. Bir kadın, kendisini görüyor karşısında, sahnede izlerken güldüğü olayların günlük yaşamda kendisini nasıl da koyunlaştırabildiğini. Bir adam, ruhundaki para hırsının yüzüne nasıl yansıdığını genç başhekimin kendisine ayna oluşuyla fark ederken yaşlı başhekim dürtüyor onu, aynı kişiliğe sa-

hipken bile ne kadar farklı düşünebileceğine dair. Bir buçuk saatlik sürecin ardından hiç görmediğimiz, konuşmadığımız insanların zihinlerinde bizimkilere ortak fikirler, benzer soru işaretleri beliriyor. Topluluk içindeyse aktardıklarımızın gururu, paylaştıklarımızın doyumsuz sevinci yüzlerimize yansıyor. Topluluk olmak, işte bu sevinci tek kişilik değil kırk kişilik yaşamaktır. Her aşamada karşılaşılan problemleri kırka bölmek, gerektiğinde tek başına problemi çözmektir.

hüti BÜLTEN

EKİM 2011

19


ustanın sofrasında

Sertel Çetiner ile söyleşi özen pelin duran

T

iyatronun bazılarınca rejisel yorumlar ve sahnedeki devinimle kısıtlanarak algılanması üzücü. Bütün o büyünün kapsadığı, midemizde kozalar örmüş kelebekleri uyandıran çok önemli başka faktörler de var oyunculukların ve metnin aklımızı başımızdan alışında. Birkaç saniyeliğine dondurun en sevdiğiniz oyunu, koltuğunuzda oturmuş yüzünüzdeki gülümsemeyle sahneyi izlerken. Kalkın şimdi yeri-

20 EKİM 2011

hüti BÜLTEN

nizden ve dolanın karanlık salonda. Ne görüyorsunuz? Yanınızdan süzülen huzmeyi fark ediyor musunuz? Işık ve efekt odasından geliyor o. Salondaki tozları izleyin biraz, oyunu görebilmek için birbirlerini nasıl da itip kaktıklarını izleyin… Işığın renginin sizde yarattığı duygu nedir? En arkadaki koltukların arasında ilerlerken oyuncuların yüzlerindeki ifadeler dikkatinizi çekmiş olmalı. Yaşlı bir adamı canlandıran kişi kaç yaşlarında acaba? Zamanın gölgesi yüzüne çizgiler kondurmuş. Kıyafetlerine bakın, geçen gün yolda aniden karşınıza çıkıp ödünüzü patlatan o adama ne kadar benziyor… Yanındaki hanımefendiye ne demeli? Tüketim çılgınlığına kapılmış sürüklenenlerden o da. Kim bilir kaç mağaza arasından seçip buldu o zarif ama gösterişli pelerini. Kim bilir, belki de kendi tasarlamıştır, pek uyumlu elinde salınan yelpazesiyle. Salonun sol köşesine yürüyedururken dikkatinizi oyunun başından beri sahnede duran o aynalı soyunma paravanının dağıttığının da mı farkında değilsiniz? Çok gizemli duruyor değil mi?.. Ve oyunun nihayetinde koca bir gülümsemeyle paravana daha çok hayranlık besliyorsunuz. Oyundan aldığınız tadın damağınızda kalmasından memnunsanız yemek özenle hazırlanmış demektir. Sertel Çetiner “işin mutfağı” olarak adlandırıyor, tiyatronun olmazsa olmazı “teknik” kısmını. Çok büyük özveri, emek ve sevgi istiyor bu işi sürdürmek. Tiyatro yeteneği denildiğinde sadece oyunculuğun algılanması büyük ironi doğrusu. Yaratıcılıktan yoksun insanlar sahneyi nasıl böyle donatabilirdi ki? “Oyuncu olup sah-


nede görünmeyeceksem tiyatrodan ne anlarım,” mantığını yıkmak için birebir olduğunu düşündüğümüz inceleme niteliğinde bir söyleşimiz oldu Sertel Çetiner’le. Kendisi sadece Devlet Tiyatroları’nda 36 yıllık emeği olan, 250 oyuna imzasını atmış ve emekli olmasına rağmen tiyatroyu bırakmayan bir ustamız. Perdenin ardında kalan yüzlerden biri Çetiner’inki. Ama zengin ruhunun mücevherlerini seriyor yıllardır sahneye. Sertel Çetiner’i tanımanın, deneyimlerine kulak misafiri olup görüşleri hakkında fikir edinmenin bize mesleğini daha iyi anlama şansı vereceğini düşündük. Toplum bir parça kısıtlamış bu konuda tiyatro düşüncesini. Sözün aksine, gözden ırak lakin gönülle iç içe olmak istiyor bu emek. Sahnedeki güzelliğin kaynağının bu usta aşçıların elinden geçtiğini unutmamak, alkışlardan yükselen melodiye onların notalarının da esin kaynağı olduğunu bilmek şart.

İnsanların, teknik ekibin çıkardığı hayranlık verici işlere alıcı gözle bakma oranını artırmak için, Sertel Bey bu konuda basına biraz iş düştüğünden bahsediyor. Televizyonlarda yayınlanan, oyunun geçtiği aşamaları anlatan perde arkası programlarının artırılabileceğini ve özel tiyatroların broşürlerinde mutfağının tanıtımına da yer vermesini çözüm önerileri olarak sunuyor. Çetiner’in Genç Osman, Kanlı Nigar, Bir Delinin Hatıra Defteri, Uçurtmanın Kuyruğu gibi büyük başarı kazanan olağanüstü oyunlarda imzasına rastlıyoruz. Bu büyük dehayı besleyen kaynak nedir, merak ediyor insan. Öyleyse sormak gerekir diye düşündük: Acaba mesleğinin en çok keyif aldığı kısmı nedir Sertel Çetiner’in? Yanıtı gözümüzü kapatıp, çıkardığı işleri düşününce deliğine oturan anahtar niteliğinde oluyor: “İşimiz rutin değil. Yıllar içinde pratiğiniz artıyor, tecrübe kazanıyorsunuz. Dekoratörlük sahnede bir dünya

yaratmaktır. Her oyun size farklı bir dünya getiriyor ve her oyunda siz seyirciye farklı bir dünya sunuyorsunuz,” diyor bize. Üstada günümüzdeki bu büyük koşturmanın beni ürküttüğünü itiraf ediyorum. Bugün tiyatro ne durumdadır, neden böyledir gibi sorularımı şöyle bir saptamayla yanıtlıyor: “Yorgun günümüzde büyük özveri isteyen tiyatroyu etkileyen olumsuzluklar, ekonomik sıkıntıların getirisi ve tembellik şeklinde seyrediyor. İnsanlar elinde çekirdekle televizyon karşısında olmayı yeğliyorlar. Sanata ayrılan bütçe yetersiz. Burada Türk zekasını kullanıyor. Yaratıcılık baş gösteriyor. Çarkın dönmesi gerekiyor.” Ardından yıllarca Devlet Tiyatroları’nda çalışmış Çetiner’le sohbetimiz anılarına varıyor. Gözlerindeki bilgelikten bir parça daha nasiplenme niyetiyle biraz DT’den söz etmesini, bir de ilginç bir anısını istiyorum ondan. “Tamam,” diyor, kısa bir es ardından şunları sarf ediyor: “DT olarak Türkiye’de yaygınlaştık. On iki ilde müdürlüğü var DT’nin. Gaziantep, Maraş, Malatya… Kendi bölgelerinde ve çevresinde turneleri oluyor. Van’daki DT salonunun açılışı esnasında salonun açılışa hazırlanması için beni görevlendirdiler. Kim gelecek diye düşündüm, küçük bir şehir zaten… Ama salonun dolduğunu gördüğümde yanıldığımı anladım. İyi hizmetler götürürseniz karşılığını alırsınız. Süreklilik de arz ediyor. Çok enteresan bir anım oldu orada. Van Tiyatrosu açıldı, tekrar görevli gittim. Çocuk oyunuhüti BÜLTEN

EKİM 2011

21


nu izleyeyim dedim. En arkada çok fakir bir çocuk, Van’da kış çok sert… Çocuğun üstünde doğru dürüst giyecek bir şeyi yok. Bu kimdir bu kadar fakir, tiyatroya geliyor… Çocuk dilenip o parayla tiyatroya gelirmiş. Atılan çok iyi bir tohum; iyi ki açmışız kente tiyatro salonunu. Tiyatronun katkısı: Çeşitli etnik kültürlerin insanlarını birleştirmesi… Aynı gişeden bilet alıyorlar. Belki oyun öncesi kavga etmiş insanlar bunlar ama aynı havayı teneffüs ediyor, aynı anda alkışlıyor, aynı şeylere gülüp ağlıyorlar. Bunu tiyatro sağlıyor. İnsanları bir araya topluyorsunuz. Gişedeki memur, salondaki seyirci, perdenin arkasındaki insan, sahnedeki oyuncu…” Masal gibi bir öykü Çetiner’in anlattığı… Umarım Kibritçi Kız’ınkine değil, mutlu sonla biten diğerlerine benzer ülkemizden devşirilen bu öyküler. Kıymetli insanlara sormaktan çok keyif aldığım soruma geliyorum, kimlerden ilham aldığını ve öyküsünün nasıl başladığını soruyorum, “Usta dediğin insanları örnek alırsın,” diyor, “almaya yatkınsan her ustandan bir şey kapar ve olgunlaşırsın. Hepsine saygı duyarım, farklı özellikleri vardır. Kendi iç dünyama göre birleştirip bana ait olan yaratıyı oluştururum.” Tekrar tekrar heyecanla doluyorum, senelerin varlığına değer kattığı kalın kapaklı, çevirirken sayfalarını incitmekten korkulan kitaplardan okumanın verdiği ürkek mutlulukla doluyorum. Acaba sözlerinin hayatıma katacağı değerden haberdar mı diye düşünürken kelimeleri yakalamaya devam ediyorum…

22 EKİM 2011

hüti BÜLTEN

“Klasik gibi görünebilir ama annemin karnında başladım mesleğe. Annem beni tiyatrocu doğurmuş. İlkokulda HacivatKaragöz figürleri yapıyordum. Merdiven altına beyaz bez gererek diğer çocuklara gösteriler düzenliyordum. Ortaokul-lise yıllarında tiyatro gruplarındaydım. Oyunculuk deneyimim de oldu ama beni asıl çeken perdeyi kendim geriyor, mumu kendim yakıyor olmamdı.” Tekrar, tekrar ve tekrar gülümsüyorum. “Üniversitede tiyatro dalını bilinçli bir şekilde seçtim, başka meslek icra edemezdim. Ayrıcalığım DTCF’de dekor bölümü bulunmayışı oldu. Dramaturgi bölümü okudum, Özdemir Nutku hocam oldu. Max Meinecke ve Nutku arasında kaldığım zamanlar oldu. İkisi de kendi dekorunu yapmamı istiyordu. Hangisine hayır diyebilirdim?.. Zorlandığım oldu ama bu bana çok şey kattı. Onlardan çok şey kazandım.” Sertel Çetiner de benim hocam oluyor bu kıymetli dakikalar boyunca. Enginliğinden daha çok beslenmek istiyorum ve o “Hayatı boyunca

çalışmış bir insanın köşesine çekilmesi mümkün mü?” merakımı, “Emekli oldum ama pijamalarımı giyip evde oturmuyorum. Hâlâ dekor teklifleri geliyor,” sözleriyle gideriyor. Hakkında duyduğum ilk şeylerden biri buydu ve evvelki konuşmalarımız esnasında da gençlere yardım etmekten hoşlandığının sözü geçmişti. “Üniversitelerde derslere gidiyorum. Gittiğim dersler seminer şeklinde oluyor. Oyunculuk derslerine gidiyorum ama beyin fırtınası şeklinde sürdürüyoruz,” diye açıyor biraz. DTCF’den mezun olanlar için tek olduğunu söylüyor, “Bu iş usta-çırak ilişkisine dayanıyor, iki çivi çakmak gerekiyorsa çakmayı kendime düstur edinmişimdir,” diye devam ediyor sözleri. Ondan bir örnek istiyorum, yine yüzümde koca bir gülümsemeye yol açan bir cevabı var: “Vereceğim en güzel örnek seninle şu an birebir yaşadığımız olur…” Sürekli Sertel Bey’in sözünü keser gibi hissediyordum. Söyleşiyi düzenlemeye oturduğumda aslında kendi duygu yoğunluğumu bölüp


yapmam gereken şeye devam etmiş olduğumun farkına vardım. Bu söz kesme ardından tekrar söyleşiye dönerek yıllarca Devlet Tiyatroları ailesinin bir üyesi olmuş Çetiner’e dünyada bizim tiyatromuzun nasıl bir yeri olduğunu soruyorum. “Türk tiyatrosunun nerede olduğunu saptamak için dışarıdan bakmanız gerekiyor,” diye başlıyor söze, “bizde şöyle bir olay var, bir kamyonla odun olarak giren malzeme diğer kapıdan dekor olarak çıkıyor. Yurtdışında bu hayranlıkla karşılanıyor.” Gelişme gösterdiğimizi söylüyor. “Yurtdışına açılıyoruz, insanlar bizi tanıyor, Türkiye’de nasıl bir tiyatro var görüyorlar. Dünyaya açılmakta geç kaldık ama geri değiliz. Her anlamda artılarımız var. Ben çıktığımda kendi alanımda kötü olmadığımı görüyorum. Teknolojiyle de yeni tanışıyoruz. Dışarıda teknik anlamda ilerideler ama biz de yakalamaya başladık.” Her an sarf ettiği sözlerin usta-çırak ilişkisinin bir parçası olduğunun daha çok farkına varıyorum. Böyle bir insan karşınızdayken dünyanın ne denli büyük olduğunu daha

iyi anımsıyorsunuz. Söyledikleri onu durduğu yere getiren ilhamın parçaları diye düşünüyor ve havada uçuşan bu tılsımları birer birer yakalamaya uğraşıyorum. Bizlere bağladığı ümit, bize geleceğe umutla bakmak için gereken cesareti veriyor. Sanatın banknotlarla ifade edildiği günümüzde bu umut beni çelişkiye düşürüyor. Teknoloji hem bir başyapıt hem de bir tuzak, diyorum. Modern zaman çok telaşlı… “Modern zamanın ve teknolojinin senin de dediğin gibi iki yönde de etkisi oluyor,” diye toparlıyor düşüncelerimi. Onun gözünde de televizyon insanlarda tembellik ve bağımlılık yaratıyor. “İnsanlar teslim oluyorlar. Öyle ki bazen insanların oynanacak oyunda dizi oyuncusu var mı diye sordukları oluyor,” diyor ve gülüyorum. “Tiyatro yaşayan bir sanat, insanlar bu duyguları kaybetmeye başlıyorlar. Aynı salonda oyuncunun nefesini hissetmek, gözündeki ışığı, mimiklerini görmek, canlı temas etmek çok farklı hisler.

Ressam tablosuyla baş başadır, eserini bitirdiğinde onu izlersiniz ama tiyatro ekip işidir ve oyun esnasında seyirci de ekibin bir parçası oluyor. Dolayısıyla seyirci de heyecanlı olmalı. Oyuncunun iç aksiyonunu dış aksiyona nasıl çevirdiğini çıplak gözle görmeli. Bir oyunu birkaç defa izleyen seyirci merak eder, oyuncu o gün üzgün ya da sinirli mi? Eğer öyleyse bunu sahnedeki hangi makyajla nasıl kapatıyor, seyirciye geçirdiği duygu nasıl oluyor bunları görme fırsatına sahip,” diyor ve ben kendimi şanslı hissediyorum. Son olarak aceleci bir gencin kendisine hazırladığı dekorla ilgili soru sorduğu bir anısını paylaşıyoruz ve üstüne şunları ekliyor: “Sahnedeki masa, sandalye çok şey anlatır insana. Dönemin özelliklerini üstlenmiştir bir kere. Hangi renk olduğu başka bir anlam ifade eder, üzerinde işli motifler, hangi maddeden yapıldığı… Sahneye bir dekor koymanız için dönemin mimari özelliklerini bilmelisiniz bir defa. Mühendislik bilmezseniz dekor başınıza yıkılır. Tarih bilmezseniz illüzyon bozulur. Vitrinin içindeki içki şişesinin dönem Rusya’sında şaraptan ya da viskiden çok votka olacağını bilmelisiniz.” Yani aynı anda hem mimar hem mühendis hem bir tarihçi ve daha birçok şey olmalısınız bir tiyatrocu olmak için. Bu da tiyatroda mutfak kısmının oyunculuk yeteneğinden hiç de aşağı olmadığına alenen bir kanıt olsa gerek. Çok kıymetli üstadımız SERTEL ÇETİNER’e en içten teşekkürlerimizi ve saygılarımızı sunuyoruz. hüti BÜLTEN

EKİM 2011

23


kediler geri döndü! özen pelin duran

B

ir müzikalin ne kadar iyi olduğunun kanıtlarından biri de şarkılarının kulağımıza çalınma oranıdır diye düşünmüşümdür hep. Sayısız ödül sahibi, The Phantom Of The Opera, Evita, Jesus Christ Superstar ve nice hazinelere imza atmış Andrew Lloyd Webber’ın unutulmazlarından biri Cats müzikali. Thomas S. Eliot’ın Yaşlı Sıçan’ın Pratik Kediler Kitabı’ndan (The Old Possum’s Book of Practical Cats, aslen Eliot’un mektuplar halinde torunlarına yazdığı kitaptır) esinlenilen Jellicle Kedileri’nin hikayeleri, izlerken göz bebeklerimizin çizgileştiğini, bıyıklarımızın çıktığını ve Rum Tum Tugger’la kuyruk sallamaya başladığımızı hissettiren bir karnaval. Derinden derine çok fazla şey anlatıyor Cats. Bir yandan içimdeki çocuğa Jellicle’lardan biri olma hayali kurdururken diğer yandan danslarına, müziklerine hayran bırakıp bir yandansa milimi milimine oranlayarak yaptığı benzetmeyle çaktırmadan kendine kilitlemişti beni. Korkuya kapılabilirsiniz Cats’in müzik ziyafetinde. Birkaç dakika içinde kötü kalpli cadının masalından fırlayıp sizi kulaklarınızın iştahla saldırdığı o büyülü eve davet etmesini bekliyor olacaksınız. Ama korkmayın; içerideki tek kafes içine oturup günlerce şarkı söylemek isteyeceğiniz bir yıldız kümesi olacaktır. Müzik, dans, makyaj, dekor, kostüm, ışıklar, oyunculuklar kıyaslanamaz biçimde çok farklı bir platformda Cats’te. Ama başarısının kaynaklarından önemli biri de Cats’te nesil ayrımı olmayışı. Nine de torun da alabiliyor müzikalin zarafetle gizlediği mesajları ve aynı anda hikayenin akışına kapılı-

24 EKİM 2011

hüti BÜLTEN


yorsunuz. Müzikalin yönetmeni Trevor Nunn’ın, Eliot tarafından arkadaşlarının çocuklarına gönderdiği şiirlerin ebeveynlerinin çocukların omuzları üstünden okunduğuna dair muzip şüphesini Nunn tarafından sarf edilen “yetişkinler için çocuk şiirleri’’ sözcükleriyle özetlemek istiyorum. Hele ki bir kedi severseniz –hepimizin içinde bir parça kedilik var diye düşünüyorum- mırıldana yalana izleyeceğiniz, yüzyılın en büyülü masallarından biri Cats. Pek fazla müzikal geçmişi olmayanlara, naçizane, ilk önerim Cats olur. Çünkü; senfonik düzenlemelerden caza, Rock’n Roll’a birçok müzik türü ve birçok dans türünü içinde barındırıyor ve Jellicle’ların bıyıklarına kanat görevi yükleyip türler arasındaki hissel uçurumları en zarif kuşlardan daha profesyonel bir hafiflikle atlatıyor seyirciye.

İlk kez 1981 yılında Londra’da sahneye konan müzikal, yirmi bir yıl boyunca (1981-2002) 8949 kez West End, 7485 kez de Broadway’de sahnelenenmiş. 10 dile çevrilen ve Finlandiya’dan Singapur’a 20 ülkede, Seul’den Buenos Aires’e 250’den fazla şehirde sahnelenen bu görkemli müzikal şu sıra Lüksemburg ve Almanya turunda. Kasım ayında Almanya’nın Bielefeld kentinde sahne alacaklar. En gözde şarkılarından olan ve dışlanmış kedi Grizabella’nın öyküsünü anlatan Memory yüz üstünde sanatçı tarafından yorumlanmış. Susan Boyle bununla epey alkış almıştı. Ben Elaine Paige’den müzikaldeki orijinal halini çok seviyorum; annemin kulağında Barbara Streisand’ın sesiyle kalmış; Sarah Brightman’ın ortalığı inletmişliği var Memory ile… Ve... Bir de Simone Simons’un cennetten inme sesi ve Epica’nın Beyond The Depth şarkısındaki atmosferiyle harmanlanmış baş döndüren versiyonunu tavsiye ederim. Memory... Tüm şarkılar biraz eksik gelmiştir hep bana. Ya fazladan birkaç notaya, ya da farklı sözlere ihtiyaç duyarım içten içe hep. Memory ise beni afallatan, kör ve dilsiz bırakan bir şarkı. Şarkı bir gecede yazılmış Webber tarafından. Sözleri yine Eliot’un Rhapsody On a Windy Night şiirinden yararlanılarak Trevor Nunn tarafından düzenlenmiş. Kendimi gerçekten şanslı hissediyorum bu şarkı ve müzikali tatmış biri olarak. Umarım bizlerden sonraki kuşaklara da aktarımı sürer bu şaheserin. hüti BÜLTEN

EKİM 2011

25


EKİM 2011

M: Matine (15:00), S: Suare (20:00)

ANKARA DEVLET TİYATROSU EKİM AYI PROGRAMI

Oda Tiyatrosu için S: Suare (18:30)

BARIŞ

KANTOCU (Müzikal)

Cüneyt Gökçer Sahnesi 1S, 2M, 4S, 5S, 6S, 7S, 8MS, 9M, 11S, 12S, 13S Ekim

Yazan: Haldun Dormen Yöneten: Haldun Dormen

Altındağ Tiyatrosu 4S, 5S, 6S, 7S, 8MS, 9M, 10S, 11S, 12S, 13S, 14S, 15MS, 16M, 18S, 19S, S 20 , 21S, 22MS, 23M, ELMA HIRSIZLARI S S S S S Yazan: Faruk Erem 25 , 26 , 27 , 28 , 29M , Yöneten: Volkan Özgömeç 30M Ekim Küçük Tiyatro 4S, 5S, 6S, 7S, 8MS, 9M, 11S, 12S, 13S, 14S, 15MS, 16M Ekim

SERSEM KOCANIN KURNAZ KARISI Yazan: Haldun Taner Yöneten: Semih Sergen

Yazan: Aristophanes Yöneten: Yücel Erten

Akün Sahnesi 1S, 2M, 4S, 5S, 6S, 7S, 8MS, 9M, 11S, 12S, 13S, 14S, 15MS Ekim KREM KARAMEL OdaS Tiyatrosu S Yazan: Zeynep Kaçar 11 , 12 , Yöneten: Ünsal Coşar 13S, 14S, 15S Ekim

SİNEK KADAR KOCAM Oda Tiyatrosu OLSUN, BAŞIMDA DURSUN 1S, 4S, 5S, 6S, Yazan: Hatice Meryem S S Yöneten: Funda Mete 7 , 8 Ekim ÜÇ YÖNETMEN ÜÇ OYUN: KARINCALAR/KÖROĞLUNUN ORTAYA ÇIKIŞI/BEKLEYİŞ Yazan: J.Steinback-B.Vian/Yaşar Kemal/Ethan Coen Yöneten: Umut Toprak/Naz Yeni/Bahar Kerimoğlu

Stüdyo Sahne 4S, 7S, 9M, 16M, 18S, 21S, 23M Ekim

BİR TAYYARE SERÜVENİ Yazan: Firdevs Aylin Tez Yöneten: Mehmet Ege

SIRÇA KÜMES Yazan: Tenesse WilliamsYöneten: Jason Hale

Şinasi Sahnesi 4S, 5S, 6S, 7S, 8MS, 9M, 11S, 12S, Büyük Tiyatro S S S S S 7S, 9M, 11S, 14S, 16M, 18S Ekim 13S, 19S, 20S, 21S, 22MS, 23M, 25 , 26 , 27 , 28 , 29M Ekim

BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ Yazan: Gogol Yöneten: Cem Emüler

İrfan Şahinbaş Sahnesi ORKESTRA 13S, 15M, 19S, 20S, 22M, Yazan: Arthur Miller 26S, 27S, 29M Ekim Yöneten: Ayşe Emel Mesci

Stüdyo Sahne 11S, 14S, 25S, 28S, 30M Ekim

NAZIM HİKMET’İN “MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI”NDAN ONBİR TABLO

KERBELA

Yazan: Nazlı Nihan Şenol Yöneten: Maral Üner

Akün Sahnesi 18S, 19S, 20S, 21S, 22S Ekim KONTRABAS Yazan: Patrick Suskind Yöneten: Metin Belgin

Büyük Tiyatro 21S, 23M, 28S, 30M Ekim

26 EKİM 2011

Oda Tiyatrosu 25S, 26S, 27S, 28S, 29S Ekim

hüti BÜLTEN

Küçük Tiyatro 18S, 19S, 20S, 21S, 22MS, 25S, 26S, 27S, 28S, 29MS Ekim DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNDAYIZ

Yazan: Nazım Hikmet Yöneten: Rüştü Asyalı

Yazan: Ali Berktay Yöneten: Ayşe Emel Mesci

FİGARO Yazan: Angelo Savelli Yöneten: Angelo Savelli

YASTIK ADAM Yazan: Martin McDonagh Yöneten: İlham Yazar

Akün A Sahnesi 24S, 25S, 26S, 27S, 28S, 29MS Ekim

Oda Tiyatrosu 18S, 19S, 20S, 21S, 22S Ekim


BİR BECKETT OYNAMAK Oynayanlar: Haluk Yüce, Marina Yüce Işık: Saim Özen, Savaş Bayram Teknik Sorumlular: Selim Akbulut, Savaş Bayram Kukla ve Maskların Tasarım ve Yapımı: Haluk Yüce Müzikler: Karlheinz Stockhousen, John Cage

18:00 - Tiyatro Tempo

2 Ekim

23 Ekim

18:00 - Tiyatro Tempo

Strauss & Prokofyef 22 Ekim 2011, 20:00



Bilkent Konser Salonu

6 Ekim

Opera TOSCA

Tiyatro Yeraltı

Devlet Opera ve Balesi

8 Ekim

GİDERAYAK

Devlet Opera ve Balesi

ZÜBÜK

9, 23 Ekim 2011, 11:00 Leyla Gencer Sahnesi

14 Ekim 20:00 - Ankara Sanat Tiyatrosu

SEN VAR MISIN? Yazan-Yöneten: Caner Kuzu Oyuncular: Melek Çınar, Nazlı Atayman, Orhan Soylu, Kamil Livatyalı, Ayşegül Temizyürek, Murat Kayalı, Mert Talat Dilekçioğlu, Kübra Arlı, Yunus Özbudak, Ömer Öney, İbrahim Bildir

20:30 - Başkent Oyun Atölyesi Gösteri Sanatları Merkezi

Bale HAREM

8, 17, 31 Ekim 2011, 20:00 Ulus Opera Sahnesi

SİHİRBAZ OZ

Yazan: Aziz Nesin Yöneten: Dersu Yavuz Altun

26 Ekim

15, 25 Ekim 2011, 20:00 Ulus Opera Sahnesi

Devlet Opera ve Balesi 27 Ekim 2011, 20:00 Ulus Opera Sahnesi

NOTRE DAME’IN KAMBURU Devlet Opera ve Balesi

Müzikal

Yazan: Bülent Usta Yöneten: Dersu Yavuz Altun

12 Ekim

Devlet Opera ve Balesi

22, 26 Ekim 2011, 20:00 Ulus Opera Sahnesi

20:00 - Nazım Hikmet Kültür Merkezi

5 Ekim

BAHAR AYİNİ

Devlet Opera ve Balesi

Ankara Drama

9 Ekim

Modern Dans

ALİ BABA VE KIRK HARAMİLER

ADAM ADAM Yazan-Yöneten: Nuri Gökaşan Müzik: Can Atilla

15:30 - Ankara Sanat Tiyatrosu

Sait Günel 29 Eylül - 21 Ekim 2011 Türk Amerikan Derneği Haydar Ekinek 25-30 Ekim 2011 TBMM Mustafa Necati Kültür Evi

Cumhuriyet Bayramı Konseri 29 Ekim 2011, 20:00



Yazan-Sahneleyen: Yılmaz Angay Oyuncular: Anıl Seren, Zeynep Başaran, Doğan Aktaş Oynatıcılar: Ali Değirmenci, Atilla Aytekin, Aylin Topal, Fulya Paksoy, Hüseyin Martlı, Sedot, Yağmur Yalçın

18:30 - Ankara Sanat Tiyatrosu

Resim

SERGİSİ Şükran Özdamla - Z.Gaye Tezcan 27 Eylül - 2 Ekim 2011 TBMM Mustafa Necati Kültür Evi

Mozart & Şostakoviç 14, 15 Ekim 2011, 20:00

MACBETH - BİR FİKR-İ FİRAR MESELİ

8 Ekim

SERGİSİ Muzaffer Or çoğlu 29 Eylül - 26 Ekim 2011 Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi

Bilkent Senfoni Orkest ası

20:30 - Nazım Hikmet Kültür Merkezi

22 Ekim

Fotoğraf

14 Ekim 2011, 20:00 ODTÜ KKM

Çaykovski - 7 Ekim 2011, 20:00

19:00 - Tiyatro Tempo

19 Ekim

Fazıl Say



Yazan: Athol Fugard Yöneten: A. Tolga Çiftçi Oyuncular: Mertcan Ertürk, Oğuz Sakatoğlu, İlker Ortaç Nazım Gençoyuncular

20:30 - Nazım Hikmet Kültür Merkezi

Ebru

SERGİSİ Eseng l İnalpulat 28 Eylül - 9 Ekim 2011 Ankara Vakıf Eserleri Müzesi



ADA

2 Ekim

Konser

SESLERLE ANADOLU Devlet Opera ve Balesi 11 Ekim 2011, 20:00 30 Ekim 2011, 16:00 Operet Sahnesi, Sıhhiye

1, 6, 13 Ekim 2011, 20:00 Ulus Opera Sahnesi

Festival 2.ÇAĞDAŞ İTALYAN FİLMLERİ HAFTASI İtalyan Kült r 3-6 Ekim 2011 Çağdaş Sanatlar Merkezi

ULUSLARARASI FLAMENKO FESTİVALİ 5-9 Ekim 2011 ODTÜ KKM Çağdaş Sanatlar Merkezi

Seminer Uğ r Mumcu Araştır acı Gazetecilik Vakfı 11 Ekim - Roman İnceleme  11 Ekim - Felsefeye Giriş 

12 Ekim - Yazma Semineri 13 Ekim - Film Atölyeleri

 

hüti BÜLTEN

EKİM 2011

27


1982

hüti

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TİYATRO TOPLULUĞU


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.