Oniks - Jennifer Armentrout Bonus Bölüm

Page 1

Çeviri: Hanife Albayrak & Berke Kılıç


Sınıfta oturmak normal bir günde olmak isteyebileceğim son yerdi. Burada olmak beni neredeyse öldürüyordu. Evde Dee ile beraber olmak istiyordum. Onun için yapabileceğim çok bir şey yoktu. Çekilen acılar için sözcükler hiçbir zaman yeterli değildi ama onun yanında olamamaktan nefret ediyordum. Aynı zamanda Kat ile de beraber olmak istiyordum. Evet, benimle aynı binadaydı ama aynı şey sayılmazdı işte. Yakınımda olsun istiyordum. Öğretmenin tahtaya çizdiği şeklin ne olduğunu hakkında bir fikrim yoktu. Görebildiğim tek şey Kat’in yatağımda ne kadar harika durduğu, ne kadar güzel hissettirdiği ve tadıydı. Çabalamadan hala onu hissetmem mümkündü. Çılgıncaydı. Aklını başından alıcı. Bacaklarımı öne doğru uzatırken hala nasıl durduğuma inanamıyordum. Doğru şekilde yapmak mı? Adamım, sanırım yakında alıştırıcı sutyenlere de ihtiyacım olacaktı. Ama durmak doğru hissettirmişti. Bir sürü şeylerden, duygulardan geçmiştik. Doğrusunu söylemem gerekirse ilk seferimizin hüzün ve geriye kalan öfkeyle lekelenmesini istemiyordum. O zaman öyle hissetmiyor olabilirdim veya bu bizi etkileyemebilirdi de ama riske atmak istememiştim. Ders bittiğinde koridora çıktım ve cep telefonumu cebimden çıkardım. Sürü gibi gelip geçen öğrencilerin etrafından dolaşırken kaşlarımı çattım. Katy’den kırk dakika önce gelen kaçırdığım bir mesaj vardı. Kaçırdığıma sinir olmuş bir şekilde mesaja tıkladım. “Annem kaza geçirdi. Hastaneye gidiyorum.” Aniden durdum, yüreğim ağzıma gelmişti. Dün akşam annesi nerede çalışmıştı? Bir cevap için beynimi kurcaladım. Winchester. Yollar bir çok yerde hala kaygan diğer yerlerde ise karlıydı. Koridor trafiğinden çıkarken hızlıca Kat’i aradım. Çaldı, çaldı ama cevap yoktu. Kısa bir mesaj bırakıp, hızlıca okuldan çıkıp Kat’i bulma içgüdümle savaştım. Sorun şu ki hangi hastaneye gideceğini bilemiyordum. Burası ile Winchester arasında herhangi bir yer olabilirdi. Bana dönene kadar beklemek zorundaydım. Sabır inandığım bir emel değildi. Bir sonraki dersin olacağı sınafa ilerlemeden önce Dee’yi kontrol ettim. Beklenildiği gibiydi. İyi değildi. Tarih dersi boyunca oturup kalmak kontrolüme yapılmış bir test gibiydi. Öğlen yemeği vakti gelmiş ve tekrar aramayı denediğim halde hala Katy’den haber alamamıştım. Okulda daha fazla kalamazdım.


Çıkarken tekrar aramaya çalıştım. Hala cevap olmaması ve huzursuzluk hissi midemde asit gibi yükseliyordu. Buradan Virginia’ya kadar telefon hatları pekte iyi sayılmazdı ama şimdiye kadar Winchester’a varmış olmalıydı ve Kat…aramalarına dönerdi, özellikle de bütün olanlardan sonra. Eve gitmeden önce Thompsons’ların evinde durdum. Hüzün duvarlara bir kalıp gibi yapışmıştı. Onlarla zaman geçirirken ne söyleyeceğimi ne yapacağımı bilmez bir şekilde buldum kendimi. Hayatımda nadir yaşadığım şeylerden biridir ama ölüm anlayamadığım hükümsüz şeylerden biriydi. Bir an vardın, sonra ki zaman ise yok. Ölüm işte o kadar hızlıydı. Luxenler içinde özel bir cenaze töreni olacaktı. Adam’ın vücudu geleneklere göre yakılacak ve sonrasında hiçbir şey kalmayacaktı. Her zaman anılar dışında bir şey kalmazdı. Düşüncelerle boğuşurken boş evimize gittim. Aşağı yukarı deli gibi volta atıyordum. Kat’den hala bir haber alamadan birkaç saat geçmişti. Çaresiz hissetmeye başlamıştım. Ya annesi ölmüşse ve beni arayamayacak kadar perişan haldeyse? Arabası hala evinin önündeydi ve bu da büyük ihtimalle Bay Michaels’in onu okuldan aldığı anlamına geliyordu. Telefonumu bıraktığım sehpaya doğru ilerleyip, aklıma gelen tüm hastaneleri aramaya kararlıyken telefon çaldı. Odanın öbür tarafına doğru fırlayıp telefona cevap verirken midemde bir delik var gibiydi. “Kat?” diye cevapladım. Biraz sessizlikten sonra “Hayır, Kat ile konuşmuyorsun.” Endişem artmıştı. “Bay Michaels? Kat nerede? İyi mi? Ne –?” “Aslında pek de … iyi değil, Daemon.” Uzanıp elimi duvara dayadım, bacaklarım birden halsizleşmişti. Bu tuhaf hissi daha önce polisler bana Dawson’dan bahsettiklerinde hissetmiştim. Katy’nin hayatta olmak zorunda olduğunu biliyordum ama… “Daemon?” Derin bir nefes aldım. “Ona ne oldu?” “Şu durumda geri döndürülemeyecek bir şey değil.” Dur bakalım. Ne? Duvardan uzaklaştım. Tüm dünyam Bay Michaels’ın söylediğine odaklanmıştı. “Bununla ne demeye çalışıyorsun Will?” Bir duraklama oldu. “Kat iyi durumda. Yani sayılır. Pekala, açıkça söylemek gerekirse şu anda pek eğlendiği söylenemez.”


Öfkem hızla artmıştı. Parmaklarımı sıkarak telefonun plastik ve metalini büküyordum. Neden Kat’e bir şey yaptığını bilmiyordum. Umurumda değildi. Tek bildiğim bunun için onu öldürecek olacağımdı. “Seni gidi onun –“ “Hadi ama şimdi bunlarla vakit harcamayalım. Bunu düzeltebilirsin Daemon. Dinliyor musun? Bunu kaçırmak istemezsin.” “Oh, merak etme dinliyorum. Aynı zamanda bir kenara da yazıyorum.” Bay Micheaels kuru bir şekilde güldü. “Depo’ya gel. Hangisinden bahsettiğimi biliyorsun. Ve Daemon? Yerinde olsam acele ederdim.” Adi herif karşılık veremeden telefonu kapatmıştı. Bir anlığında telefonu bakarak durdum. Tenim karıncalanıyordu ve insan formumun kontrolünü kaybettiğimi hissediyordum. Telefonu bir kenara atarak kapıya doğru atıldım ve araba yolunu yarılayacakken geriye dönüp Dolly’e yöneldim. Kat ile neler olduğunu veya yaralı olup olmadığını, yaralıysa ne kadar kötü olduğunu bilmiyordum. Arabayı getirmek zorundaydım ki bu da beni yavaşlatırdı. Kasabada Kat’in iki memur tarafından sıkıştırıldığı depoya doğru sürerken on farklı hız yasağını çiğnemiştim. Sürüş sürecinde beynim adeta boştu. Kendime bir şeyler düşünme fırsatı veremezdim. Sakin olmalıydım. Kendime onun incinmiş olduğu düşünmeye izin verdiremezdim çünkü Blake ve Adam’dan sonra bu durumla nasıl başa çıkabileceğimi bilemiyordum. Kesin kendimi kaybeder ve tüm dünyaya ırkımı açık ederdim. Gökyüzü deponun arkasına yanaştığımda koyu mavi ve bulutsuzdu. Dolly’i park ettikten sonra arabadan fırlayıp binanın etrafında dolaştım. İlk karşıma çıkan kapı açıktı ki buda beni tetikte tuttu. Tavandaki soluk aydınlatma metal masa ve sandalyelere sarı bir ışık yayıyordu. Bayat sigara kokusu hala durmaktaydı ama başka hiçbir şey yoktu. Hatıralarıma güvenerek direkt merdivenlere doğru yöneldim. Kendimi olacaklara hazırlamak için zamanım yoktu. İkinci kata ulaştım ve ikili kapıyı açtım. Kapı çimento duvarlara çarptı. Gördüklerim beni neredeyse dize getirecek cinstendi. Will’in durduğu yeri görmezden gelerek gözlerim Kat ile birleşti. Bir kafesteydi – kafeste. Sanki vahşi bir hayvanmış gibi zincirlenmişti. İçimden o kadar fazla his geçti ki neredeyse insan formumu kaybediyordum. Öfke ve çaresizlik azıcık bir rahatlamayla karışmıştı. İşte Kat oradaydı. Tek parça halindeydi. Kat bana doğru ufacık bir harekette bulundu ve vücudu istemsizce titremeye başladı. Ağzı sessiz bir çığlıkla açılmıştı. Kaskatı bir korku üzerimden geçti ve onun yanına doğru fırlayıp parmaklıkları tuttum. Keskin bir acı parmaklarıma yayılınca geri çekildim. “Bu da nedir?” Ellerime sonrada Kat’in bileklerini çevreleyen metale baktım. Hayatımda ilk defa kusacak gibi olmuştum.


“Yakut ve hematit ile karıştırılmış oniks.” diye cevapladı Will. “Luxen ve melezlerin pekte hoşlanmadığı güzel bir kombinasyon.” Will’e baktım. “Seni geberteceğim.” “Hayır, yapabileceğini sanmıyorum.” Will birkaç adım gerilemişti yine de. “Bu binanın her yeri oniks ile kaplanmış durumda. Bu yüzden herhangi bir gücünü veya ışığını kullanamazsın. Aynı zamanda kafesin ve kelepçelerin anahtarları sadece bende. Onlara ancak ben dokunabilirim.” “Belki seni şimdi öldüremeyebilirim ama mutlaka bunu yapacağım.” dedi boğazının arkasından gelen bir hırlamayla. “Buna inanabilirsin. Bu kesinlikle tutacağım bir söz.” “Ve sende o gün hazırlıklı olacağımı bilsen iyi edersin.” Will bir kaşını Kat’e doğru kaldırdı. “Bir süredir orada duruyor. Sanırım bunun ne demek olduğunu anlayabilirsin. Şu işi halledelim mi artık?” Ondan uzaklaşarak kafesin öbür tarafına gidip, çömeldim. Kat kafasını bana doğru çevirdi. Göğsümde bir baskı vardı. Tanrım, onu böyle görmek beni parçalara ayırıyordu. “Seni buradan çıkaracağım, Kedicik. Sana söz veriyorum.” “Beyanın ne kadar tatlı olsa da onu oradan çıkarmanın tek yolu dediğimi yapmaktan geçiyor ve sadece…” Rolex’ini kontrol etti. “Nöbet değişimine yarım saat kaldı. Ben ikinizin de gitmesine izin vermeye niyetli olsam da onlar vermeyecektir.” Kafamı kaldırdım, yumruğumu suratına geçirmekten bir gıdım öndeydim. “Ne istiyorsun?” “Beni mutasyona uğratmanı istiyorum.” Will’e bakarken, aklını kaybedip, kaybetmediğini merak ettim. Kahkaha attım. “Delirdin mi sen?” Will gözlerini kıstı. “Herşeyi sana açıklama ihtiyacında değilim. Kat durumu biliyor. Sana daha sonra anlatabilir. Beni değiştirmeni istiyorum.” Kafese uzanıp, elini zincirlere doladı. “Kat’in olduğu şeye dönüşmek istiyorum.” “Sadece burnumu oynatarak, olmasını sağlayamam ki.” “Nasıl olduğunu biliyorum.” diye tısladı. “Yaralanmış olmak zorundayım. Beni iyileştirmek zorundasın. Sonrasında ben başımın çaresine bakarım.” Kafamı onaylamaz şekilde salladım. “Sonrasında ne olacak?” Bir defa daha Will Kat’e bakıp gülümsedi. “Kat bu konuda da sonra seni bilgilendirir.” “Beni hemen şimdi durumdan haberdar edeceksin.” diye parladım, sahip olduğum kontrolü de kaybediyordum. “Veya etmeyeceğim.” Will zincirleri çekti ve Kat debelenmeye başladı.


Çığlıkları sadece inleme olarak çıkıyordu ama paslı bir bıçak gibi içimi deşmekteydi. Hızla ayağa kalktım. “Kes şunu. Zincirleri bırak.” “Ama daha neler sunduğumu duymadın bile.” Tekrar zincirleri çekiştirdi. Kat’in sırtı kafesin kirli zemininde tamamen kalkacak şekilde gerilmişti. Kirpikleri kapanmış ve yüzünde terden bir tabaka oluşmuştu. Korku içimde bir fırtına gibi uğulduyordu. Kafesin ön tarafına doğru ilerledim, ellerim işe yaramaz yumruklar haline gelmişti. “Zincirleri bırak. Lütfen.” Will zincirleri bıraktı ve Kat de kafesin zemine yığıldı. “Anlaşmam böyle. Beni mutasyona uğratırsan sana kafesin anahtarını vereceğim ama aptal değilim Daemon.” “Değil misin?” diye alayla güldüm. Yaşlı adamın dudakları kıpırdandı. “Burayı terk eder etmez peşimden gelmeyeceğinden emin olmalıyım. Onu kafesinden çıkarır çıkarmaz ilk yapacağın şeyin bu olduğunu biliyorum.” “Hadi ya, o kadar mı tahmin edilebilir oldum? Bu huyumdan vazgeçsem iyi olacak sanırım.” Will bıkkın bir şekilde iç çekti. “Burayı terk ettiğimde peşimden gelmeyeceksin. Bu işi yapmak için yirmi dakikadan az bir süremiz var ve Katy’e verdiğim adrese gitmeniz için aşağı, yukarı yarım saatiniz var.” Katy’e doğru baktım. “Define avı mı oynuyoruz? Bayılırım.” “Belki.” Will yavaşça bana doğru yaklaşıp silahını çıkardı. “Onu kafesten çıkardıktan sonra seçim yapmak zorundasın. Benim peşimden gelebilirsin ya da her zaman istediğin tek şeye sahip olabilirsin.” “Ne? Kıçımda senin resmin olan bir dövme mi?” Will’in yanakları sinirle kızardı. “Erkek kardeşin.” Kalbim durdu ve geri adım atarken vücudumdaki bütün kaslar kasıldı.. “Ne?” “Onu ‘kaçtığı’ pozisyona getirebilmek için çok para ödedim. Ayrıca, sanırım onu gerçekten arıyor olacaklar.” Will sırıttı. “İşe yaramaz olduğu kanıtlandı. Ama diğer yandan sen, daha güçlüsün. Onun defalarca başarısız olduğu her şeyi başardın.” “Neyde…başarısız olduğu?” Kat boğuk bir ses çıkardı. Başımı ona doğru çevirdim, gözlerimi kısmıştım. Sesi... hassas ve acılı geliyordu. Sadece bunun için bile yeri Will’in bağırsaklarıyla süpürmek istiyordum. “Erkek kardeşini insanları mutasyona uğratması için kullanıyorlardı,” diye açıkladı. “Ama işe yaramıyordu. O senin kadar güçlü değil, Daemon. Sen farklısın.” Nefes aldım. Will geri çeviremeyeceğim bir şey öneriyordu: Erkek kardeşimi, kanımı. İçimde onu parçalara ayırmak isteyen koca bir taraf vardı hâlâ. “Seni yakalayıp, yaptığın şey için vücudundaki her kemiği kırmayı tercih ederim. Etini vücudundan sıyırmayı ve sonra Kat’i yaraladığın için onu sana yedirmeyi. Ama erkek


kardeşim intikâmdan çok daha önemli.” Will solgunlaştı. “Bunun senin kararın olmasını ümit ediyordum.”

Eminim ediyordu. Gözlerim ölümcüldü. “Biliyorsun, bunu yapabilmem için yaralı olman lazım.” Will silahı bacağına dayayarak onayladı. “Biliyorum.” Lanet, hayal kırıklığına uğramıştım. Onu vurmak beni biraz daha iyi hissettirirdi. “Hasarı benim vereceğimi ummuştum.” “Avucunu yalarsın.” Will gözlerini kapatıp kendi bacağından vururken sadece izleyebildim. Bu, gördüğüm en delice şeydi. Kurşun etini yırtarken inlememişti bile. İleri adım attım, Will’in kolunu ellerimle sararken tatmin olmuş gülümsememi gizlemek için çenemi aşağı indirdim. Will her şeyi hallettiğini düşünmüştü. Çok yanılıyordu ve buna tanıklık edecek olmama bayılmıştım. Will’i iyileştirdim ve anında yara kapandı, ona sadece kendisinin duyabileceği ekstra bir mesaj yolladım. Bu beni son görüşün mü sanıyorsun? Yanıldın. Onu incittiğin için attığın her adımı takip edeceğim. Bu kıçını tekmeleyeceğimin sözüdür. Will geriye doğru sarsıldı. Bir anlığına gözleri benimkiyle buluştu ve gözlerindeki korkuyu hatırladım. Sırıttım. Cesareti kırılarak kafesi salladı ve kafesin kapısının mandalını açtı. Katy’nin bileğindeki kelepçeleri çözdü. “Sana annene bunları söylememeni öneriyorum. Aksi takdirde, bu onun ölümü olabilir.” Gülümsedi ve o gülümsemeyi yumruğumla yüzünden silmek istedim. “Sakin ol, Katy.” Sonra Will kafesten çıktı ve gözden kayboldu.

“Daemon…”

“Buradayım.” Dikkatlice kafese girerek oradan çıkmasına yardım ettim. “Tuttum seni, Kedicik. Hepsi bitti.”

Zamanımızın kısıtlı olduğunu biliyordum ama onu göğsüme bastırdım; ellerimi ıslak yanaklarında gezdirdim. Sıcaklık, dokunuşumla Katy’e yayıldı ve içine sızdı. Kafesten geriye doğru hareket ettim, onu o kadar yakınımda tutuyordum ki bir daha asla gitmesine izin vermeyeceğime emindim.

Kendisi ayakta durmaya çalışırken kibarca ellerimi itti. Konuşurken sesi genizden ve kısıktı. “Ben iyiyim.”


Yanaklarını kavrayarak dudağını kendi dudağıma yaklaştırırken neredeyse insan dışı bir ses çıkmıştı benden. Öpücük umutsuzluk ve rahatlama tadındaydı. Geri çekildiğimde nefes nefese kalmıştı.

“Ne yaptın sen?”diye sordu.

Alnımı onunkine yasladım. Konuşurken dudaklarımız birbirine sürtündü. “Mutasyonun başlaması için iki tarafın da istekli olması lazım, Kedicik. Matthew’in dediğini hatırladın mı? Eğer fark ettiysen bunu yapmaya istekli değildim. Ölmek ya da ölmek üzere olmak zorunda olmasından bahsetmiyorum bile. Mutasyon muhtemelen işe yaramadı. En azından onun sandığı şekilde.”

Kulak tırmalayıcı bir sesle güldü. “Kötü adam zekâsı.”

“Ne sandın,” diye cevapladım; parmaklarımı onunkilere geçirirken bakışlarım Katy’nin üzerinde dolaşıyordu. “İyi olduğuna emin misin? Sesin…”

“Evet,” diye fısıldadı. “Düzelecek.”

Bu kez hissettiğim her şeyi öpücüğe dökerek öptüm onu. Burada geçen berbat zamanları hafızasından silmek istiyordum. Onu bir daha böyle bir şey yaşamaktan korumak istiyordum. Ellerim beline doğru kaydı, onu kendime yasladım; onu ne kadar istediğimi anlamasına izin verdim, böylece kendisinin benim için ne ifade ettiğini anlayacaktı. Katy benimdi. Ben de onun. Bu gerçek hiçbir zaman değişmeyecekti.

Ağzına doğru iç çektim. “Hadi şimdi gidip erkek kardeşimi bulalım.”


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.