Yüz Yıllık Yalnızlık-Marquez

Page 158

Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Başlangıçta herkes bir salgın var sandı. Ev kadınları, özellikle öğle uykusu saatlerinde ölü kuşları süpürüp faraşa toplamaktan, erkekler de kuş ölülerini el arabalarına yükleyip nehre dökmekten usandılar. Paskalya günü, yüz yaşındaki Peder Antonio Isabel vaaz verirken, kuşların ölümüne Serseri Yahudi'nin kötü ruhunun yolaçtığını, kendisinin de bir gece önce Serseri Yahudi'yi görmüş olduğunu söyledi. Serseri Yahudi'nin kafir bir kadınla teke arası bir yaratık olduğunu, soluğuyla havayı yakan bir cehennem hayvanına benzediğini, gözünün değdiği yeni gelinlerin canavarlar doğurmasına neden olduğunu anlattı. Bütün kasabalılar, papazın artık bunayıp abuksabuk konuştuğuna inandıkları için sözlerine önem vermediler. Ne var ki çarşamba günü şafak sökerken, bir kadın çığlık çığlığa kasabayı ayağa kaldırdı. Çatal tırnaklı ve iki ayaklı bir yaratığın ayak izlerini gördüğünü söylüyordu. İzler öylesine belirgindi ki, gidip görenler papazın anlattığı cinsten korkunç bir yaratığın varolduğuna inandılar ve bahçelerinde tuzaklar kurmak için elbirliğiyle çalışmaya koyuldular. Ve onu öylelikle yakaladılar. Ursula'nın ölümünden iki hafta sonra, Petra Cotes ile Aureliano Segundo yakından gelen bir dana böğürtüsüyle korkarak uykudan sıçradılar. Sesin geldiği yere gittiklerinde, birkaç kişi üzeri kuru yapraklarla örtülmüş tuzağa düşen canavarı ucu sivri sopalarla iteleyerek dışarı çıkarıyorlardı. Canavar, genç tosun kadar olduğu halde öküz gibi ağırdı. Yaralarından yağlı, yeşil bir sıvı akıyordu. Gövdesi sert kıllarla ve yer yer öbeklenmiş kenelerle kaplıydı. Derisi balık pullarına benzer bir zırhla kalınlaşmıştı. Ama papazın anlattıklarının tersine, gövdesinin insanı andıran organları; bir erkekten çok mariz bir meleğe benziyordu. Elleri titrek ve ufaktı. Gözleri iri ve hüzünlüydü. Omuz başlarında bir oduncunun baltasına kurban gitmiş olan güçlü kanat dipleri vardı. Herkes görsün diye canavarı ayak bileklerinden bağlayıp alandaki badem ağaçlarından birine astılar: Çürümeye başladığı zaman da, onu hayvan leşi gibi nehre mi atsınlar, insan ölüsü gibi toprağa mı gömsünler, karar veremedikleri için kocaman bir çalı çırpı demetini ateşleyip canavarı yaktılar. Kuşların ölümüne gerçekten onun mu neden olduğu bir türlü anlaşılamadıysa da, ne yeni gelinler canavarlar doğurdu, ne de sıcaklık arttı. Rebeca o yılın sonunda öldü. Ömrü boyunca yanından ayrılmamış olan hizmetçi Argenida, yetkililere başvurarak hanımının üç gündür odasından çıkmadığını bildirdi ve kapıyı kırdıklarında, Rebeca'yı yatağında büzülmüş buldular. Saçkırandan kel olmuştu. Parmağı da ağzındaydı. Aureliano Segunda cenazeyi kaldırmayı üzerine aldı. Sonra evi satmak için onarmak istedi. Oysa ev öylesine yıkıntıya dönmüştü ki, duvarlara sürülen badana hemen kabarıyor, döşemeleri çatlatıp çıkan yabanotlarını, kirişleri çürüten zehirli sarmaşıkları durdurmaya harç yetmiyordu. İşte tufandan sonra işler böyle gitti. Unutkanlık, insanların ağırkanlılığına taban tabana zıt bir hızla ağır bastıkça anılar unutulup gidiyordu. Sonunda unutkanlık öylesine uç noktaya vardı ki, Neerlandia Anlaşmasının bilmem kaçıncı yıldönümünde Albay Aureliano Buendia'nın kaç kez reddettiği madalyayı vermeye gelen Cumhurbaşkanının temsilcileri, albayın soyundan birini bulabilmek için çalmadık kapı bırakmadılar. Madalyayı som altın sanan Aureliano Segundo hemen almaya heveslendiyse de, Petra Cotes, elçilerin bir tören yapmak istediklerini, bildiri ve konuşmaları hazırladıklarını söyleyerek madalyanın üzerine atlamanın uygun kaçmayacağına onun aklını yatırdı. Yine o sıralarda Melquiades'in biliminin son varisleri olan çingeneler yeniden geldiler. Kasabayı öyle yıkık dökük, kasabalıları dünyadan öyle kopuk görünce, tıpkı ilk gelişlerinde yaptıkları gibi, ev ev dolaşıp Babilli bilgelerin son buluşu diye mıknatıslı külçeleri gösterdiler. Kocaman büyüteçlerle güneş ışınlarını bir noktaya yansıttılar. Ve yine çevrelerine kümelenen, çaydanlıkların takla atışını, çanakların sıçrayışını ağzı açık seyreden, bir çingene karısının ağzına sokup çıkardığı takma dişlere şaşkınlıkla bakmak için elli senti bastıran kalabalık bu sefer de eksik olmadı. Mister Brown'un tahtı andıran koltuklarla dolu, cam tavanlı özel vagonunu bağlattırdığı trenden ve geçişi bütün bir öğleden sonrayı kapsayan yüz yirmi vagonluk muz katarından geriye kala kala köhne bir sarı tren kalmıştı. Bu tren artık ne Macondo'ya kimseyi getiriyor, ne de Macondo'dan kimseyi götürüyordu. Issız istasyonda kırk yılda bir duruyordu. Kuşların gizemli ölümü ve Serseri Yahudi'nin kurban edilmesiyle ilgili rapor üzerine incelemeler yapmaya gelen dini yetkililer, Peder Antonio Isabel'i çocuklarla körebe

Page 157


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.