FORELINE

Page 1


GENEL YAYIN YÖNETMEN‹

Her şey hayal etmekle başladı… Temmuz 2009

Merhabalar, Nereden başlayacağınızı bilemediğiniz anlar olmuştur hayatınızda… Nereden başlamalı? Ne söylemeli? Nasıl anlatmalı? Elleriniz klavyede birkaç kere gezinirken bu çaresiz anlatma isteğiyle yazınıza başlarsınız… Yaklaşık 5 ay önce, gecenin bilmediğimiz bir vaktinde başladı bu hikaye… Diğerlerinden farklı olmalıydı, yeni bir heyecan yaşatmalıydı herkese. Kimine göre çok kalın kimine göre ince yaprakları olmalıydı. Aslında yıllardır özlemi çekilen, çok zamandır beklenen bir heyecanmış, o anlaşılır… Peki ya adı ne olmalı? O gerçekten diğerlerinden farklı olmalı, eskilerin devamı olmamalı, bütün herkese hitap etmeli, gündemin nabzını tutmalı, çok konuşulan konulara farklı açılardan bakmalı, birilerine yazarlığı yaşatmalı… Tüm bunların birleşimi olmalı. Öncü olmalı, yeni ufuklar açmalı herkes için. Bu hikayenin adı “FORELINE” olmalı! Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü olarak yenilikçi ve öncü olma misyonumuzun en önemli sembollerinden biri olan Foreline, farklı yorumları ve farklı yayıncılık çizgisiyle bundan sonra okuyucularıyla olacak. Bu derginin amacı sadece okurlarını değil, bu dergiye katma değer sağlayan bütün herkesi bilgilendirmek ve geliştirmek. Bundan sonra her akademik yılda 2 kez çıkarılacak olan Foreline, okurlarına ekonomiyi, pazarlamayı, iletişimi, finansı, teknolojiyi, iş dünyasındaki gelişmeleri, kariyer alanındaki farklılıkları anlatacak. Sadece belirli bir alanda değil, birkaç farklı bakış açısını aynı satırlarda birleştiren bir anlayışın ürünü olacak. Bunun yanında, ünlü isimlerden alınan fikirler ve yapılan ropörtajlarla, anlatılan konular desteklenecek. Uzun bir gecenin içinden doğan yepyeni bir heyecan bizim için Foreline. Sizlerle ilk defa buluştuğum bu satırlarda ne çok şey anlatmak isterim. Ancak sözü aylardır bu iş için emek veren yazarlarıma bırakmak istiyorum. Derginin doğuşunda fikir veren ve emeği geçen herkese çok teşekkür etmek isterim. Başta Foreline editörü Merve Akgül’e, yazı ve reklam sorumlularım Alperen Adikti, Duygu Olgaç, Funda Kocaarslan, Tolgacan Ceylan ve elbette ki desteğini hiçbir zaman esirgemeyen 2009-2010 Yönetim Kurulu’na çok teşekkür ederim. Bir sonraki sayımızda, yani Mayıs’ta görüşmek üzere... Keyifli okumalar. Genel Yayın Yönetmeni Ezgi Öztorun 26/11/2009 İstanbul

4


ED‹TÖR

Kötü diye nitelendirdi¤imiz her fley gerçekten de herkes için kötü müdür? Kötü veya iyi, fırsat veya tehlike nesnel olarak değerlendirilemez; çünkü bu kavramlar bireylerin, kurumların veya devletlerin içinde bulundukları durumu kendi açılarından değerlendikten sonra vardığı sonuçlardır. Öyle bir dönemden geçiyoruz ki gencinden yaşlısına dillerde kriz sözcüğü. Bu kriz de ne zaman bitecek? Kriz var, tasarruf yapalım. Kriz var şöyle yapalım, böyle yapalım… ve daha yüzlerce kriz repliği. Böylesine kötü bir şey mi peki bu kriz? Herkes bu kadar çok etkilendi mi krizden? İnsanoğlu, alışagelmiş şeyleri çok sever ve hayatını da bu doğrultuda sürdürür. Kriz bütün dünya için kötü bir izlenim yarattı ve herkes bu kalıbı sorgulamadan aldı, hayatına yerleştirdi. Halbuki işin bir de diğer tarafı var: Krizin Sıradışı Yansımaları. Krize farklı bir açıdan bakmayı denedik ve krizin sıradışı yansımalarıyla yani krizi fırsata çevirenlerle karşılaştık. Demek ki kötü diye nitelendirdiğimiz her şey gerçekten de herkes için kötü değilmiş. Siz de alışagelmiş kriz repliklerinden kurtulmak isterseniz dosya bölümünde krizde ayakta sapasağlam durmayı başarabilmiş örneklerle kriz tabularınızı yıkabilirsiniz. Foreline’ı okurken yazıların genelinde krizin gölgesini görmeniz mümkün. Çin ve Hindistan odaklı ülke analizinde, otomotiv sektörüne odaklı yazımızda ve kariyer odaklı yazılarda bu etkiyi şiddetle hissedebilirsiniz. Malum dünyayı sarıp sarmalamış bir hastalıkla karşı karşıyayız: Kriz. Hastalık demişken ülkemizde gündemi meşgul eden domuz gribinden bahsetmemek olmaz. Domuz gribinin ekonomiye bulaşmasından bahsetmemek ise hiç olmaz. İş dünyasına ve ekonomiye bilgiler ışığında odaklanırken deneyimlerden faydalanmayı da unutmamak gerek. İş ve özel hayatları hakkında bilgi edinirken hayran kalacağınız üç önemli ismi misafir ediyoruz Foreline’ın ilk sayısına: Çağlayan Arkan, Acun Ilıcalı ve Cem Kozlu. Bu üç röportajın yanında Boğaziçi Üniversitesi’ne kadar gelip bizlerle ekonomi üzerine sohbet eden ekonomist Ege Cansen’in de düşüncelerini dergimizde bulabilirsiniz. Çok emek vererek Foreline’ın ilk sayısının içeriğinin oldukça dolu dolu olmasını istedik ve bunu başardığımıza inanıyoruz. Umarım siz de Foreline’ı zevkle okur ve bizimle aynı kanıya varırsınız. Keyifli okumalar, Merve Akgül

6


‹Ç‹NDEK‹LER

66

64

102 10

IMF Toplantıda Dünyanın en büyük para kuruluşu İstanbul’da

12

Konutta “Lüküs Hayat” Lüks eve rağbet kriz dinlemiyor.

14

Bize Kaç Köprü Lazım? 3.Köprü tartışmalarına farklı bir yorum

16

Sağlıklı Büyüme Hastalıkta ve sağlıkta gelişen bir sektör öyküsü

18

Domuz Gribi İnsandan Ekonomiye Bulaşırsa... Türkiye ekonomisi de domuz gribi oldu

20

Ansiklopedi Kavramımız Değişiyor Bir tıkla bilgiye ulaşmak çok kolay

23

DOSYA Krizin Sıradışı Yansımaları

26

Nereden Nereye: Türk Bankalarının İmrendiren Öyküsü 2001 krizinden ders alan Türk bankalarından 2008 dersleri

30

Beklesek de mi Yatırsak Beklemesek de mi? Kriz dönemi yatırımın artıları

34

Krizi Fırsata Çeviren Sihirli Değnek: İletişim İletişim sayesinde krizde ayakta kalmayı başaranların öyküsü

38 42

Krizi Milat, Geleceği Aydınlık Görenler

44 46

Gelin, Türkiye’yi Krizden Güçlü Çıkaralım

Şirketler Krizden Nasıl Kârlı çıkabilir Toyotasa deneyimi

Güneş Doğu’dan Yükselir Dünya’ya meydan okuyan iki büyük güç: Çin ve Hindistan 8

56

Araba Sevdası Kriz otomotiv sektörünü “Teğet” geçti mi?

60

Varlık yönetim şirketleri: Ekonominin Geri Dönüşüm Makineleri Ödenemeyen borçlara çözüm arayışları…

64

Kendi İşinin Sahibi Olmanın Bir Adım Ötesinde, Girişimcilik Kendi patronun olmanın dayanılmaz hafifliği ve Acun Ilıcalı

68

Ekonomi Sohbetleri Ege Cansen ile ekonomi üzerine…

72

Sivil Toplum Dümene Geçiyor STK’larda yönetim anlayışı yeni bir görünüm kazanıyor.

76

3G… Zeki Müren de bizi görecek mi? 3G’li hayatın yeni boyutu


82 2009 SAYI 1 Sahibi Bo¤aziçi Üniversitesi ‹flletme ve Ekonomi Kulübü Ad›na Onur Okut Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Onur Okut

46

Genel Yay›n Yönetmeni Ezgi Öztörün

98

Editör Merve Akgül Yaz› ve Reklam ‹flleri Sorumlular› Alperen Adikti Duygu Olgaç Funda Kocaarslan Tolgacan Ceylan Yaz› ve Reklam Kurulu

80

Teknolojinin Son Nimetlerinden, Akıllı Telefonlar Günümüzün “akıllanan” telefonları

82 88 94 98 102

106

Başarı ve Mutluluğun Yol Haritası: Kariyer Danışmanlığı Şirketler de iş arayanlar da artık danışıyor..

Türkiye Bilişimle Kalkınıyor Türkiye’den Amerika’ya uzanan bir kariyer hikayesi

110

Sarı Sayfalardan Arşiv Yapmak Krizle yeni bir boyut kazanan işsizlik

Bir Elmadan Fazlası Bir elmadan ısırık almak…

114

Öğrenciler “İş” Başında Öğrenciler çeşitli firma aktiviteleriyle iş dünyasının kapılarını aralıyor.

118

Sınırların Ötesinde Bir Lider, Cem Kozlu Dr. Cem Kozlu ile keyifli bir sohbet

124

Vodafone’da Fark Var! Telekomünikasyon devi Vodafone ‘da bir gün...

128 130

2010’u Beklerken İyisiyle kötüsüyle yıl 2009

Dikkat! Burada Reklam Yapmak Yasaktır Yasalarla başı dertte olan sektörler Pazarlamada Trendi Yakala Taktiğini belirle, farkını ortaya koy, öne çık! Reklamın İyisi ve Kötüsü Artık Var! Reklam sektörü inanılmaz bir hal almaya başladı.

Yeni Çıkan Ekonomi Kitapları Birkaç öneri. 9

An›l Aktürkçe, Aylin Kuyucu, Ayfle ‹rem Aycan Bar›fl Karahan, Bengü Bulduk, Burçak Bafl Burcu Sa¤lam, Can Yurttafl, Cenk Ç›t›ro¤lu Dilan Ulak, Dilara Coflkun, Ecem Bayar Ecem Dönmez, Ela Nur Cumal›, Emir Atmaca Emre Enes Yavuz, Enis Can Karakoç Enver Melih Sorkun, Erman Kaya, Fatma Varol Gökhan Er, Gözde Da¤l›, Halil Emre Lale Hande Akp›nar, Kardelen Altafl Kayhan Kökbudak, Kübra Derya Mert Emre Kalao¤lu, Merve Kantar Mustafa Cemil Coflkun Mustafa Do¤an Özge Sönmezöz, Özlem Büyükgümüfl Selin Bayraktaro¤lu, Sena Saban Sena Sar›hasan, Serden Ça¤lar fiener Serhat Karakuz, Sevim Özen, Tankut Atuk Ya¤mur Ulutürk, Yasemin Çengel Yunus Topbafl, Zeynep Begüm Gürses Zeynep Çak›r Görsel Yönetmen O¤uz fieno¤uz Matbaa Punto Bask› Çözümleri Tel: 0 212 231 30 68 www.puntops.com Yay›n Kurulu Onur Okut, M. Gizem K›revliyas› Ezgi Öztörün, U¤urcan Aksoy Cansu Çilingir, Ça¤la Demircio¤lu Merve Erdemli

Bo¤aziçi Üniversitesi, Güney Kampüs ‹ktisadi ve ‹dari Bilimler Fakültesi Alt Kat› 34342 Bebek/‹stanbul Tel: 0 212 257 57 98 Faks: 0 212 257 16 52 www.buik.boun.edu.tr buik@boun.edu.tr

Bu dergi süreli yerel yay›nd›r.


GÜNDEM

‹stanbul geçti¤imiz Ekim ay›nda IMF toplant›lar›na ev sahipli¤i yapt›. Dünyan›n dört bir yan›ndan gelen kat›l›mc›lar, ‹stanbul’a kriz döneminde canl›l›k getirdi. Toplant›da konuflulanlar haftalarca gündemi meflgul etti. ‹stanbul’da gerçekleflen bu toplant›lar, “IMF niçin kuruldu ve neler yap›yor?” sorular›n› ak›llara getirdi. EMRE ENES YAVUZ // emreenesyavuz@gmail.com MUSTAFA CEM‹L COfiKUN // cemil.coskun@boun.edu.tr

IMF Toplant›da…

1

929 küresel ekonomik krizi ve sonrasında II. Dünya Savaşı’nın olumsuz etkilerini gidermek için uluslararası işbirliğinin gerekli olduğu düşüncesiyle 1944’te ABD’nin Bretton Woods kasabasında 45 ülkenin katıldığı “Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı” toplandı. İşte, IMF Dünya Bankası’yla birlikte bu konferansta kuruldu. IMF’nin kurulmasındaki temel amaç, 1929 krizinin sebeplerinden olan ülkelerin karşılıklı devalüasyon yarışını önlemekti. Genel olarak amaçları da uluslararası parasal meseleleri düzenlemek, ihtiyacı olan ülkelere borç vermek ve ekonomiyi inceleyerek analizler yapmak. IMF sermayesinin temel kaynağı, her ülkenin ortaklık payını temsil eden kotalardır. Toplam kota 217,4 milyar SDR, yani yaklaşık 340 milyar dolar. En çok kotası olan ülke tahmin edeceğiniz gibi 58 milyar dolarla ABD. Türkiye’nin kotası ise 1 milyar 858 milyon dolar. Bu kotalar, genel kuruldaki oy gücünü temsil etmekle beraber, sağla nan imkanlarından bir seferde yararlanma limiti ni de belirler. IMF’ye 1947’de üye olan Türkiye, şimdiye kadar tam 19 kez bu imkânlardan yararlanmış ve

toplam tahsis edilen 37,7 milyar SDR’lik bölümün 32,8 milyar SDR’sini kullanmış. IMF, destek verdiği ülkenin istikrarlı bir ekonomiye sahip olması için, başka bir deyişle borç verdiği paranın geri dönüşünü garantilemek için, bir istikrar programı uyguluyor. Türkiye’nin IMF ile 62 yıl içinde birçok kez masaya oturmasına rağmen hâlâ yeni bir anlaşma yapmaya çalışılması akıllara Türkiye’nin ekonomisi ile ilgili soru işaretleri getiriyor. IMF’nin yönetiminde “Guvernörler Kurulu” adında pay sahipleri genel kurulu bulunur. Kurul, her üye ülkeden bir guvernör ile bir alternatif guvernörden oluşur. Guvernörler genellikle o ülkenin maliye bakanı ya da merkez bankası başkanı olur; ama bu kurul, yetkilerinin çoğunun kullanılması için direktörler kurulunu kendine vekil tayin etmiştir. Yani, asıl yönetim organı icra direktörleri kuruludur. Bu kurul beşi atanmış (ABD, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa), üçü kotalarının fazlalığı nedeniyle seçilmiş (Çin, Rusya, S. Arabistan) ve 16’sı da kalan ülkeleri gruplar halinde temsil eden ülkelerden oluşur. Türkiye bu kurulda Belçika, Avusturya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovak Cumhuriyeti, Belarus, Slovenya, Kazakistan ve Lüksenburg 10

ile birlikte temsil ediliyor. Bu grupta kotası en fazla olan ülke Belçika olduğu için grubun direktörler kurulundaki temsilcisi Belçikalı. Kurullar yılda bir kez Dünya Bankası’yla birlikte “IMF DB Yıllık Toplantıları”nda bir araya gelir. Toplantılar genel olarak iki yıl üst üste Washington’da yapıldıktan sonra üçüncü yıl eylül ya da ekimde başka bir ülkede yapılır. İstanbul birincisi 1955, ikincisi ise 2009 Ekim ayında toplantılara ev sahipliği yaparak toplantıların ikinci kez yapıldığı ilk şehir oldu. 1955 ‹stanbul O yıllarda Kıbrıs Meselesi’ni dünyaya anlatma derdinde olan Türkiye, IMF toplantılarını bunun için bir fırsat olarak gördü. Mısır ile toplantıya ev sahipliği konusunda girilen diplomatik yarış, toplantının Mısır başkanlığında İstanbul’da yapılmasına karar verilmesiyle son buldu. 12 Eylül 1955 tarihli Hürriyet gazetesi toplantıyı şöyle duyurdu: “İmar-Kalkınma Bankası ile Para Fonu toplantısı bugün açılacak. Toplantıya iştirak edecek 58 devletten 446 üyeye 130 oda ile 101 otomobil tahsis edildi. Kırk ecnebi gazeteci geldi.” 4 Eylül’den itibaren İstanbul’a gelmeye başlayan 4 bine yakın katılımcı, o zamanlar yeni açılan İstanbul Hilton'a sığmadıkları için birçoğu rıhtımdaki gemilerin suit odalarında ikamet etti. Daha sonra Atatürk’ün evine Rumlar tara-


IMF Toplant›lar›’n›n ikinci kez yap›ld›¤› ilk ülke Türkiye.

fından bomba atıldığı yalan haberinin İstanbul’a yayılmasıyla 6-7 Eylül olayları patlak verdi. 2 gün boyunca Rumlara ait ev ve işyerleri tahrip edildi. Çatışmanın ortasında kalan bazı delegeler ortamın karışıklığı içerisinde karakolluk oldular. Tüm bu olumsuzluklara rağmen 12 Eylül’de toplantılar başladı. Aynı tarihteki Hürriyet gazetesi toplatının önemini şöyle açıkladı: “Toplantıya aza olan 58 devlet iştirak etmektedir. Bunun 26 tanesini Maliye vekilleri teşkil etmektedir. Delegeler arasında büyük bankacılar, plasman müesseseleri başında bulunan zatlar ve dünyaca tanınmış işadamları da vardır.” Başbakan Menderes olaylar sebebiyle açılış konuşmasını Maliye Bakanı Hasan Polatkan’a devrederek Ankara’ya gitti. Böylece Kıbrıs Meselesi’ni uluslararası platforma taşımak isteyen Türkiye, ev sahipliği yaptığı toplatının katılım profilini düşürdü. Tüm bu olanlar nedeniyle toplantıdan beklenen elde edilemesede IMF başkanı ve diğer üst düzey katılımcıların övgü dolu sözleri Türkiye’ye teselli oldu. 2009 ‹stanbul Toplant›s› 1955 Toplantısı’ndan sonra İstanbul’da ikinci kez yapılan IMF-DB toplantıları için aylar öncesinden hazırlıklar yapılmaya başlandı. 6-7 Ekim 2009 tarihlerine yetiştirilmeye çalışılan bu hazırlıklar çerçevesinde toplantının tanıtımı için Dünya Bankası’nın Washington’daki binasında bir tanıtım standı kuruldu. Yaklaşık 15 bin kişinin geleceği bu toplantı için 11 ayda Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı ile Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu

IMF Baflkan›’na Bilgi Üniversitesi’ndeki konuflmas› s›ras›nda ayakkab› f›rlat›ld›.

1947’de IMF’ye üye olan ve toplam kotas› 1 milyar 858 milyon dolar olan Türkiye, tam 19 kez IMF imkânlar›ndan yararland›.

arasında yerin yedi kat altında bir kongre merkezi kuruldu. Koordinasyonunu Hazine Müsteşarlığı’nın sağladığı toplantı hazırlıkları için 12 teknik komite ve bir de yürütme komitesi oluşturuldu. Toplantı, kriz ortamında 300 kişilik istihdam sağlayarak aynı zamanda ekonomiye katkıda bulundu. Bütün bunlara ek olarak domuz gribi için ek önlemler alındı. Termal kameralarla gerekli sağlık kontrolleri yapıldı ve toplantıların yapıldığı binada 24 sağlık ekibi hazır bulundu. Uluslararası toplantılarda güvenlik tehdidinin üst düzeyde olması sebebiyle bin altı yüz özel güvenlik görevlisi ve on bin polis görev yaptı. Vali Güler yaptığı açıklamalarda protestocuları, fikirlerini sadece İstanbul’un belli bölgelerinde belirtmeleri konusunda uyardı. Buna rağmen IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn protestolardan nasibini aldı. Birgün Gazetesi muhabirlerinden bir kişi, IMF Başkanı’na Bilgi Üniversitesi’ndeki konuşması sırasında bir ayakkabı fırlattı. Akıllara Iraklı bir gazeteci tarafından ABD Başkanı’na fırlatılan ayakkabıyı getiren eyleme üniversiteli öğrenciler de “IMF Defol!” yazılı pankartlarla destek verdiler. Bütün bu eylemlere ve protestolara rağmen IMF - DB toplantılarının güzel bir atmosferde geçtiği rahatlıkla söylendi. Bununla birlikte uzmanlar IMF 2009 Toplantısı’na katılanların temkinli açıklamalarda bulunduğu konusunda hemfikirler. Katılımcılar, mevcut durumu olandan biraz daha vahim göstermek istediler; çünkü kriz ortamından doğan ürkeklik hâlâ devam ediyordu. Katılımcılar, yeni döneme ilişkin

IMF’ye en çok borcu olan üç ülke: Macaristan, Meksika ve Ukrayna.

yapılması gerekenleri tartıştılar. Gelişmekte olan ülkelerin ekonomide ve ileriye dönük alınan önemli kararlarda daha fazla rol alacaklarını belirttiler. Bu da demek oluyor ki Türkiye gibi ülkelerin toplantılardaki ve kotalardaki ağırlıkları değişecek. Bunların yanında IMF’nin G20 gibi önemli zirvelerle ilişkisi de tartışıldı. Toplantıda sadece krizden nasıl çıkılacağı değil, bundan sonra benzeri sorunlarla karşılaşmamak için neler yapılması gerektiği de konuşuldu ve tarihe İstanbul Kararları olarak geçecek dört önemli karar alındı. IMF, ilk olarak görev tanımını değiştirecek. IMF, bugüne kadar ülkelerde uyguladığı ekonomik istikrar paketlerini cari işlemler ve kur krizlerine göre hazırlıyordu. Halbuki son kriz, finansal olarak başlasa da reel sektör krizine dönüşmüştü. IMF, reçetelerini bu yönde genişletecek. İkinci karar da IMF’nin ekonomik göstergeleri iyi olan ülkelere sunduğu esnek kredilerin kapsamının genişletilmesi oldu. Üçüncü olarak, Türkiye’nin de arasında bulunduğu 54 ülkenin kotalarının artırılması kararlaştırıldı. Kota değişikliğinin en geç 2011 yılının Ocak ayında yapılması planlanıyor. İstanbul kararlarının sonuncusu ise IMF’nin G20 Zirvesi’nde daha etkin rol alması gerektiği oldu. Toplantıların ardından akıllarda eylemler, fırlatılan ayakkabı ve İstanbul Kararları kaldı. Alınan kararların nasıl sonuçlar doğuracağını zaman gösterecek. Yorumlar Türkiye’nin bu fırsatı iyi değerlendirdiği yönünde. Sonraki sürecin de aynı şekilde olumlu olması umuluyor.

Kaynakça - “Yol İstanbul’a” http://www.imf.org/external/np/exr/am/2009/roadistanbul/index_tur.htm - “Yıllık Toplantılar” http://www.imf.org/ - Hürriyet, 12 Eylül 1955 “İşte tarihi İstanbul Kararları” http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/12639593.asp - Milliyet, 12-16 Eylül 1955 “İstanbul’da IMF toplantıları alarmı” http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1144401 - Eğilmez, Mahfi. “IMF, Dünya Bankası ve Türkiye”. CNBC-e Business, Ekim 2009

11


?

GÜNDEM

“Ferah bir yap› ve kaliteli mobilyalar›, bu evlerin her taraf›nda görmek mümkün”

KONUTTA “LÜKÜS HAYAT” Geliflen teknoloji ve artan imkânlarla insano¤lunun “ev” kavram›ndan beklentisi de de¤iflti. Art›k evler sadece bar›nmak için de¤il; iyi, kaliteli ve e¤lenceli bir yaflam sürmek için tasarlan›yor. Hal böyle olunca lüks konut tüketimi de günümüze damgas›n› vuran bir emlak hareketi olarak karfl›m›za ç›k›yor. SERHAT KARAKUZ // serhatkarakuz@hotmail.com

T

üm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, özellikle cumhuriyetten sonraki yıllarda, “köyden kente göç” artan bir ivmeyle yaşandı. Bu göç, 80’lerden bu yana rekor düzeylere ulaştı. Tabii ki bu durum nedensiz değil. Çeşitli etkenler bunu tetikliyor ve bu insan yığınları hareketi giderek büyük bir çığ halini alıyor. Bu nüfus akışına yol açan faktörlerden birincisi para kazanma ve geçinebilme çabası. İnsanlar daha iyi bir iş için adeta “ekmek kavgası” ediyorlar. Çoğu da bu iş kovalamacasını, iş sahasındaki çeşitliliğin ve talebin fazlalığına dayanarak şehirlerde sürdürmeyi tercih ediyor. İkinci neden ise insanın hep daha iyi olanı istemesiyle ilişkili. Sürekli daha iyiye sahip ol-

mayı arzulayan insanoğlu, şehirlerin sunduğu olanakların çokluğuna ve yaşam kalitesinin yüksekliğine bağlı olarak şehirlere doğru daimi bir akımın içinde buluyor kendini. Tüm bu nedenler bir de günün şartlarıyla birleşince göç, insanlar için adeta kaçınılmaz oluyor. Dolayısıyla şehirler, kapasitelerinin çok daha üstündeki bir insan kalabalığını barındırmak zorunda kalıyor. Tüm bu yaşanan nüfus hareketleri; yani göçler, insanları “barınma yeri” arayışına itiyor ve sürekli bir yapılaşmanın içine doğru çekiyor. Konut yapımı ve kentleşme de bu bağlamda günün meselesi olarak karşımıza çıkıyor. Göçler, konuta olan talebi artırırken konut alanında oluşacak yeni konseptler için de altyapı hazırlamış oluyor. Şirketler, sürekli yeni 12

projeler üretip yeni fikirlerle alıcılarının karşısına çıkarken her geçen gün yeniliklerle karşılaşan tüketici de sürekli daha iyisini bekler hale geliyor. İşte tam bu noktada, sürekli daha iyisini bekleyen üst gelirli tüketici için yeni bir konsept doğuyor: lüks konut. Lüks Yaflam›n Simgesi Lüks konut, “standart” ev anlayışını büyük ölçüde değiştiren bir kavram. Artık küçüğünden büyüğüne her şehirde gördüğümüz projelerin birçoğu, aslında lüks konut projeleri. Günümüzde insanlar evlerini sadece uyumak ve TV izlemek gibi etkinlikler için değil; onları zamanlarını aktif ve güzel şekilde geçirebildikleri bir yaşam alanı olarak da kullanmak istiyor. Yoğun bir tempoyla de-


vamlı koşuşturma halindeki modern in- nün, son zamanda üst gelirli kesime devam ettirdi. Kâr marjlarını düşürüp sanın nefes alıp dinginleşebildiği belki sunduğu güzel bir hizmet aslında bu ya- alıcılarına çok daha cazip ödeme seçede kendine vakit ayırabildiği tek yer evi. pılar. Lüks konuta olan talep ilk zaman- nekleri sunma yoluna gitti. Bu firmalarPeki, böyle bir evin “lüks konut” larda üretimden çok daha fazlaydı ve dan birisi, inşaat sektörüne getirdiği yeolarak tanımlanması için hangi kriterlere firmalar bu yüzden kapasitelerinin çok ni solukla adını çok sık duyuran Ağaoğsahip olması gerekiyor? Birinci ve en te- daha üstüne çıkarak lüks konut inşa edi- lu İnşaat. “Yaşam Mimari” mottosunu mel özellik hatta gereksinim, çizimdeki yordu. Bu yüzden gerek inşaat firması kullanan firma, gerçekleştirdiği her prove görünümdeki özgerekse lüks konut jede bu düsturla hareket ettiğini alıcılarıgünlük. Şöyle ki bu projesi, sayıca pozi- na ispatlıyor. Ağaoğlu Şirketler Grubu, yapıların satılmasıntif bir ivmeyle arttı; bu zamana kadar teslimi yapılmış birçok da büyük ölçüde rol ta ki küresel ekono- projeye imza attı ve de yapımına devam oynayan etkenlermik krize kadar... eden daha birçok lüks konut projesine den biri, evlerin miHer ne kadar “Kriz sahip. Bu firmanın krizden etkilenmemarisi. Herkes kentüm kesimleri etki- mesinin en büyük nedeni ise yürüttüğü di evinin bir eşi ledi” desek de as- politikalar. Şirketin %1 peşinatla ev sabenzerinin dahi ollında krizden nasi- hibi yapma kampanyası, başta TOKİ olGöçler, konut mamasını istiyor ve bini alan taraf, ağır- mak üzere birçok kuruluşa öncü bir mobunun için çok özel lıklı olarak dar ve del oldu. talebini projeler arıyor, araşorta gelirli vatanKrizin etkileri yüzünden lüks konut art›r›rken konut tırıyor. Bir evin daş oldu. Küresel sektöründe yaşanan küçülme aslında alan›nda “lüks” olarak değerekonomik krizin iyi beklenen oranın altında seyretti. Birçok lendirilebilmesi için gelire sahip üst ke- çevreye göre bunun nedeni, insanların oluflacak yeni diğer etken ise evin simi lüks konut tü- “country” tarzı site yaşamına ve lükse konseptler için sahip olduğu donaketmekten çok da olan eğilimi. “Gated community” veya de altyap› nımlar. Gelişen tekalıkoyduğunu söy- “walled community” olarak nitelendirinoloji sayesinde arleyemeyiz. Nedeni- len bu sitelerin çoğunun şehir merkezinhaz›rl›yor. tık zaten her evin ne gelince... Yük- den uzaklığı ve çok çeşitli özelliklere sasunabileceği stansek gelirli kişiler hip oluşu insanlara evlerindeyken rahat dart özellikler, insanın gereksinimine zor zamanlarda bile konfordan vazgeç- bir nefes alma şansı veriyor. Kendi içinhayli yeten türden. Durum böyle olunca miyor. Lüks bir eve sahip olmak ne ka- de her türlü imkâna sahip olan bu siteda “lüks konut”un sunduklarıyla kendi- dar maliyetli olursa olsun ya da kriz za- lerden dışarı adımınızı atmadan alışverini belirgin bir çizgiye taşıması gerekli; manı tüketiciyi ne kadar zorlarsa zorla- şinizi, sportif veya kültürel faaliyetleriama bu alanda herhangi bir kısıtlama sın; tüketici, konutun her zaman değeri- nizi gerçekleştirme fırsatı bulabiliyorsuyok lüks konutlar için. Lüks konut üre- ni koruyacak bir taşınmaz olduğunu bi- nuz. Çok sıkı güvenlik önlemleriyle kotimi, firmaların projelerine bağlı olarak liyor. Ekonomik durgunluğun yaşandığı runan bu sitelerde insanlar kendilerini sürekli gelişebilen ve yeniliğe açık bir zamanlarda lüks tüketim mallarının en suç oranlarının hayli yüksek olduğu büalan. Günümüz lüks konut projelerinden çok darbeyi alacağı düşünülür. Hâlbuki yük şehirlerde olduklarından daha rahat beklenen asgari donanım ve tasarım lüks konut tüketimi bu genellemenin dı- hissedebiliyorlar. Her türlü imkânın elözellikleri ise alan bazında, genişlik ve şına çıkıyor. Lüks konut satışlarında kriz lerinin altında olduğu duygusu da bu koferahlık; döşemede, zarafet; işçilikte ve kaynaklı dalgalanmanutların tercih edilmemalzemede, yüksek kalite; mümkünse lar görülse de lüks kosinin nedenleri arasınKrizin etkileri güzel ve gerçekten insanı rahatlatan bir nuta rağbet azalmıyor, da. Ayrıca üst tabaka yüzünden lüks manzara ve belki de günümüz şartları- sanılanın aksine zor arasında bu tarz evler, nın en çok gerektirdiği özellik olan er- şartlara rağmen direni- konut sektöründe belirgin bir statü gösgonomi... Ünlü bir şirket tarafından ya- yor. yaflanan küçülme tergesi; çünkü lüks kopılan anketin sonucuna göre evin büKrizin sinyallerinin nut, yüksek yaşam kabeklenen oran›n litesinin bir sembolü. yüklüğünden ziyade kullanım alanının ilk hissedildiği zamanergonomisi, bir başka deyişle kullanıla- larda, inşaat sektörü Değişen hayat alt›nda seyretti. bilirliği daha önemli. zor zamanları atlatacaşartlarına rağmen, lüks ğını varsaydı; çünkü zaten hali hazırda konuta olan talebin pek de değişmemeLüks Konutta Son Dönem yapım aşamasında olan yüksek maliyet- si sektöre geleceğin sinyallerini veriyor. Lüks konut projeleri ülkemizde son li projeleri vardı. Firmalar alternatif dü- İnsanlar lüks konut satın almaktan vazyıllarda muazzam bir hız kazandı ve lüks şünmek zorundaydı. Nihayetinde krizi geçemediği için şirketler de lüks konut konutlar özellikle İstanbul, Ankara gibi iyi planlayıp yönetebilenler ayakta kal- ihtiyacını karşılamaktan vazgeçmeyecek büyük şehirlerde sıklıkla rastladığımız mayı başardı ve projelerini aynı hızda gibi görünüyor. yapılar halini aldı. 1999 depreminden sonra binalarda aranan şartlara, yeni Kaynakça özelliklere ve insanların beklentilerine - Gökçe Deniz, ”Lüks Konut Fiyatları Şaka Gibi” http://www.aksam.com.tr/2009/03/12/yazar/8364/aksam/yazi.html - “İstanbul’da yapılan en lüks konut projeleri” http://www.emlakhaberleri.com/ uymaya çalışan yapı ve inşaat sektörü- - “Flurry of Funds Target Residential Property” http://www.ft.com/cms/ 13


GÜNDEM

Bize kaç köprü MERT EMRE KALAO⁄LU // mertkalaoglu@hotmail.com

Son zamanlar›n en önemli tart›flmalar›ndan biri olan 3.köprü, zihinlerde pek çok soru iflareti b›rak›yor. 3.Köprü’nün ‹stanbul’un yeflil alanlar›n› rant haline getirmek için mi yoksa 2 köprü ihtiyac› gerçekten karfl›lamad›¤› için mi planland›¤› ise hâlâ meçhul.

U

laşım, basit anlamda canlıların ya da mal ve hizmetlerin bir yerden bir yere taşınması olarak tanımlanabilse de bir ülkenin en önemli unsurlarından birini oluşturur; çünkü ülkede birliğin sağlanmasında ve gelişmenin sürekliliğinde önemli bir yere sahiptir. Elde edilen tüm ürünlerin, talep edilen yere ulaştırıldığı takdirde ekonomik bir değer ifade edeceği düşünülürse bir ülkenin kalkınması için ulaşım ağlarının yeterli düzeye gelmesinin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Her Yol ‹stanbul’a Ç›kar Türkiye, Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan oldukça stratejik bir konuma sahiptir. Bu nedenle de sahip olduğu ulaşım yollarının tümünün gelişmiş olması beklenir; fakat coğrafik şartları ve gelişmişlik düzeyine uygun olarak en çok karayolu ulaşımı kullanılmaktadır. Ülkemizin genel görünümüne zıt bir biçimde İstanbul, iki çevre yolu, iki havalimanı ve şehri boydan boya dolaşan tren hattı ile bol seçenekli bir ulaşım sunmaktadır.

Fakat konu şehir içi ulaşıma geldiğinde ise karayolu, ülke genelinde olduğu gibi, öne çıkmaktadır. Deniz ulaşımından ve raylı sistemden yeteri kadar faydalanılmadığı için bu durum İstanbul’u iki çevre yolu ve iki köprüye mahkûm etmektedir. Günden güne artan araç sayısı nedeniyle de yetersiz hale gelen bu çevre yollarında yoğunlaşan taşıt trafiği, şehir sakinlerini birçok konuda mağdur etmektedir. Taşıt trafiğinin çözümünü ise yeni çevre yolları ve köprüler yapmakta görenler, bu yeni yolların araç sayısını daha da fazlalaştıracağını ve işi, içinden çıkılmaz bir kısır döngü haline getireceğini maalesef kestiremiyorlar. Konuyu daha iyi açıklayabilmek için geçmişe dönmekte yarar var. Bundan kırk yıl önce 1. Köprü tartışmaları yapılırken köprüye itiraz edenlerin savunduğu bir tez

14

vardı. Bu tez, yapılacak bir köprü ile o dönem mevcut araç sayısının katlanarak artacağı, bunun sonucunda da araçların ulaşımını sağlamak için yeni pek çok köprünün yapılması gerekeceği ve problemin sonu olmayan bir döngüye dönüşeceğiydi. Nitekim öyle de oldu. 1973 yılına kadar günümüzle kıyaslandığında daha küçük bir şehir olan İstanbul, 1.Köprü ve çevre yollarının olduğu bölgedeki yoğun yapılaşma nedeniyle hızlı bir plansız büyüme içine girdi. Bunun getirdiği sorunlarla başa çıkabilmek için yapılan 2. Köprü ise İstanbul’u bugün on iki milyonluk, %70’i plansız yapılaşmış bir megakent haline getirdi ve bu plansız kentleşme hâlâ hız kesmeden devam ediyor. 30 yıl önce piknik yapmaya ya da

30 y›l önce piknik yapmaya ya da avlanmaya gidilen ormanl›k alanlar, flimdi ya lüks sitelere yatakl›k ediyor, ya da gecekondulara.


daha laz›m? avlanmaya gidilen ormanlık alanlar, şimdi ya lüks sitelere yataklık ediyor ya da gecekondulara. Neden 3. Köprü? Yapılması planlanan 3.köprü, tam bir muamma. Gündeme geldiği andan itibaren devletin bazı kurumlarını bile karşı karşıya getiren plan, yukarıda bahsettiğimiz tezin bir parçası olarak aslında çok uzun süredir belli kesimlerce bekleniyordu ve arsa fiyatları, üzerinde dedikodular olan bölgelerde patlama yapmıştı. Bunun sonucunda da zaten İstanbul’a yetmeyen ve kuzeye çekilmiş olan ormanlar, rant bölgesi olarak yok edilmeye başlandı. Gündeme gelen ilk güzergâh, Tarabya - Beykoz hattıydı. Eğer bu varsayım gerçekleşirse köprünün devamında yapılacak olan çevre ve bağlantı yolları, İstanbul’un ciğerleri olarak nitelenen Belgrad Ormanı ve Beykoz bölgesini yok ederek plansız yapılaşmaya davetiye çıkaracak. Söylentilere göre 2. olasılık ise Boğaz’ın en kuzeyinden transit geçecek bir köprü. Böylece, Başbakan’ın da 2007 yılında söylediği gibi, ilerki zamanlarda 3.Köprü Karadeniz Sahil Yolu ile birleşebilecek. Bu güzergâhtaki köprünün, di-

ğer olasılıklara göre, İstanbul’a en az zararı vereceği ve ulaşımı kısmen olsa da rahatlatabileceği aşikâr. Fakat sürekli artmakta olan trafiği durdurmanın köprüden başka pek çok çözümü var. Şu anda yapılmakta olan ve 2012 yılında bitirilmesi planlanan Marmaray projesi, ulaşım için çok büyük önem taşıyor. Sirkeci ve Üsküdar’ı deniz altından raylı sistemle birleştirecek olan proje, uzmanlar tarafından da toplu taşımayı olumlu yönde etkileyeceği ve köprülerin taşıt yoğunluğunu azaltacağı için destekleniyor. Ayrıca bu projeye bağlı olarak yapılacak yeni metro hatlarının, yerüstüne zarar vermeden, temiz ve toplu taşımacılığı geliştireceği gayet açık. Marmaray sayesinde, Halkalı’dan Gebze’ye hiç araç değiştirmeden yeraltından 60 dakikada gidilebilecek. Ulafl›m Paradoksu 3.Köprü tartışmalarının bir diğer boyutu, uzmanlarla devlet adamlarını karşı karşıya getirdi. Boğaz hattında yeni bir köprü yapılması işi paradoksa çeviriyor. Bu paradoksun temeli 1. Köprü yapılırken atıldı. Köprü ve buna bağlı olan çevre yolları yapıldıkça insanlar taşıt almaya teşvik ediliyor. Bu bölgeler-

Köprü yapmak yerine Marmaray gibi projeler gelifltirilirse ulafl›m sorunu bir k›s›r döngü içine çekilmek yerine çok daha köklü bir biçimde çözülebilir. deki oluşan yapılaşma ve buna bağlı nüfus artışı ile beraber taşıt sayıları katlanıyor ve bir köprü yetersiz hale geliyor. Bunun üzerine 2.köprü inşa ediliyor ve aynı senaryo tekrarlanıyor. İşte, köprü yapımını paradoksa çeviren de bu durum. Köprü yaptıkça araç sayısı fazlalaşacak, araç sayısı fazlalaştıkça köprü yapılacak. Bu arada köprü yapılan yerler hızla imara açılacak ve yeşil alanlar yok edilecek. Bugün İstanbul’un yerleşim yerlerinin çoğu 40 yıl önce tarla ve ormandan ibaretti. Bu süreç yine böyle devam edecek. Zaten tükenmeye yüz tutan ormanlık alanlar, yeni köprü ve yollarla tamamen yok olacak. Köprü yapmak yerine “Marmaray” gibi projeler geliştirilirse ulaşım sorunu bir kısır döngü içine çekilmek yerine çok daha köklü bir biçimde çözülebilir. Köprü yapımı, bu soruna yardım etmeyeceği gibi yeni sorunlar üretir. Eğer gerçekten trafiğe ve toplu ulaşıma çözüm aranıyorsa metro ya da deniz hatları yerine inşa edilecek bir köprü, ulaşım sorununu içinden çıkılamayacak bir labirent haline dönüştürecektir.

Kaynakça - “3. Köprü, Karadeniz Sahil Yolu’nu mu bekliyor?” http://www.ntvmsnbc.com/id/24995108/ - “3. Köprü Güzergâhı Arsa Fiyatlarını Uçurdu” http://www.stargazete.com/ekonomi/ - “3. Köprü Protesto Edildi” http://www.zmo.org.tr/genel/

15


GÜNDEM

SA⁄LIKLI BÜYÜME

Son zamanlarda dünyada ve ülkemizde hemen hemen en çok konuflulan konulardan biri ekonomik kriz. fiüphesiz ki, kriz birçok sektörü olumsuz yönde etkiledi ve birçok alanda küçülmeye sebep oldu. Devletler ekonomik planlar›n› yeniden yap›land›rmak zorunda kal›rken birçok flirketin de durumu farkl› de¤il. Herkes, farkl› küçülme planlar› yaparken sa¤l›k sektöründe bulunan flirketler ise büyümeye devam ediyor. SERHAT KARAKUZ // serhatkarakuz@hotmail.com MERVE KANTAR // kantarmerve@hotmail.com Dünden Bugüne Sa¤l›k Sektörü ağlık sektörü, tarihsel açıdan değerlendirildiğinde sürekli bir gelişim ve büyüme içinde. Özellikle son yıllarda kayda değer bir büyüme sergileyen sağlık sektörünü küresel mali kriz bile engelleyemedi ve sektör son açıklanan rakamlara göre yaklaşık olarak %11,8’lik bir yıllık büyüme kaydetti. Özel hastane sayılarının 2001 – 2006 yılları arasında yani 5 yıl gibi kısa bir sürede gösterdiği artış, oransal olarak neredeyse %100 ve özel sağlık sektöründe beklenen büyüme, gelecek 10 yıl için yine %100’lük bir orana tekabül etmekte. Rakamsal olarak ifade etmek gerekirse sektörün şu anki büyüklüğü 25 milyar dolar civarında. Tabii ki sağlık sektörünün krizlere karşı istikrarlı bir büyüme göstermesinin ve daha da büyüyecek olmasının arkasında çeşitli sebepler var. İlk ve belki de en önemli neden sağlığın ve sağlık hizmetinin tanımında gizli. Sosyal statüsü, kimliği, yaşı ve cinsiyeti ne olursa olsun kişi hastalandığı zaman otomatik olarak kendini bu alanda buluyor; çünkü buna mecbur. Bu gerçek de, kriz anında sektöre deyim yerindeyse “şemsiye görevi” görüyor. Büyümenin sürekliliğini ve krizlere karşı durabilmeyi sağlayan bir diğer faktör de sağlık hizmetlerine ihtiyaç duyan müşteri kitlesinin geniş yelpazesi ve çeşitliliği. Bu sektör, her kesimden insana hitap eden ve etmeye devam edecek olan nadir sektörlerden biri.

S

Muazzam bir hızla gelişen teknolojinin neden olduğu rahatsızlık ve hastalıklara karşı alınması zorunlu olan önlemler ve bunlara bir çözüm üretme çabası ise sağlık sektörünü vazgeçilmez yapan diğer bir neden. Örneğin, tarımda kullanılan ilaçların neden olduğu hormonal bozukluklar, çeşitli oranda radyasyondan kaynaklanan hastalıklar, giderek kompleksleşen ve farklılaşan virüslerin varlığı. Globalleşen dünya da sağlık sektörünün büyümesini sağlayan başka önemli bir neden. Globalleşmenin getirdiği en büyük dezavantaj, ülkeler ve hatta kıtalar arası etkileşimin artmasına bağlı olarak artan salgın hastalıklar. En son örneklerini yakın tarihlerde SARS tehlikesi, Hanta virüsü, kuş gribi gibi hastalıklar olarak 16

yaşadık ve hâlâ birini, domuz gribini büyük kayıplarla yaşıyoruz. Sektördeki büyüme ve gelişmeyi özel alanda ve kamusal alanda olmak üzere ikiye ayırmak mümkün. Kamusal alandaki büyüme normal olarak daha yüzeysel ve durağan bir eğilim takip ediyor. Büyümenin oluşmasını sağlayan başlıca etken “Sağlıkta Dönüşüm Programı”. Program, Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülmekte. Yürürlükteki program sayesinde yurtçapında bütün devlet hastanelerinde genel bir revizyona gidildi ve bu sayede birçok hastane imkânlarını geliştirme fırsatı bulmuş oldu. Birçok hastane otomasyon sistemine geçiş yaptı. Sistem, hastalara online olarak randevu alma, tedavi olmak istediği doktoru seç-


me ve bir telefonla bile bazı işlemlerini halletme şansını beraberinde getirdi. Otomasyona geçiş, ayrıca hastanelerdeki “kuyruk çilesi”ni azaltmada da etkin bir rol oynadı. Bu sayede yöneticiler de hastanede sürdürülen işlemlerle ilgili detaylı bilgileri kolayca izleme şansı buldular. Son zamanlarda yaşanan bu değişim süreci de klasik devlet hastanesi görüntüsünü yepyeni bir çizgiye taşımış oldu. Özel sağlık sektöründeki büyümenin görüntüsü ise çok daha çeşitli ve renkli. Elimizde çok çeşitli yatırımcılar tarafından gerçekleştirilmiş ve farklı alanlara hizmet eden sağlık projelerinden, hızla gelişen ve adını tüm dünyaya duyurmaya başlayan sağlık gruplarına, dünya markası olup da yatırım için ülkemizi seçmiş şirketlere kadar çok geniş bir gösterge portföyü var. Bunlardan bir tanesi Alvimedica’nın Çatalca’da kurmuş olduğu stent fabrikası. 21 milyon dolarlık bu dev sağlık yatırımı aynı zamanda Avrupa’nın en büyük mikropsuz üretim alanlarından (Class Clean Room) biri olma özelliğine sahip. Bu bölgede planlanan tek sağlık yatırımı sadece bu fabrika değil. Bölgeyi genel olarak “tıbbi bilimler vadisi”ne dönüştürme ve bu sayede 40 – 50 milyar dolara varan ekonomi yaratma planının olduğunu belirtiyor, Alvamedica Genel Müdürü Cem Bozkurt. Tabii ki ülkemizde sağlık alanındaki yatırımlar ve gelişmeler sadece bununla sınırlı değil. Dünya devi General Electric Company’nin (GE) sağlık hizmetleri şirketi olan GE Healthcare, İstanbul’a bir bölge müdürlüğü kuracağını açıkladı. Bu müdürlük, şirketin yeni uluslararası operasyon üssü olma özelliğini de üstlenecek. Son zamanlarda yaptığı işlerle ve kısa zamanda katettiği uzun yol ile adından sıkça bahsettiren Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı’nın girişimleri ve yardımlarıyla yapılan bu operasyon, Türkiye’ye dışarıdan yapılan yatırımlar konusunda öncü bir rol üstlendi. Yapılan açıklamaya göre şirket İstanbul’dan 80 ülkeyi yönetecek ve bu da çoğu kesime göre Türkiye’nin şirketteki öneminin büyük ölçüde göstergesi. Ayrıca şirket, Türkiye ve Orta Asya ayağının Genel Müdürlüğü’ne Türk bir isim olarak karşımıza çıkan Mine Öztürk’ü atadı. Bu gelişmelere ek olarak sadece hastane ve klinik üzerine yoğunlaşıp bu alanda kendini herkese ispat eden çok önemli firmalara sahibiz. Acıbadem ve Medicana Grupları bunlardan sadece ikisi. Bunlar, son 10 yıl içinde çok

Büyüme ve geliflme aç›s›ndan parlak bir geçmifle sahip olan sektörün gelece¤inin daha iyi bir grafikle seyredecek olmas› bekleniyor. büyük ölçüde büyüme kaydedip Türkiye’de özel hastane sektörü kavramını oturtturan firmalar. Son yıllarda Türk sağlık sektöründeki büyümeye gösterilen ilgi, sadece Türkiye medyasıyla da sınırlı kalmadı. Financial Times, Türkiye’de bu hızla gelişen özel sağlık sektörünün yurtdışında da muazzam bir ilgi uyandırdığını beyan etti. Türkiye’deki sağlık kuruluşlarının yurtdışından önemli ölçüde hasta çektiğini de belirten gazete buna somut örnek olarak Acıbadem Hastaneleri’nde kalan Rusların sayıca fazlalığını gösterdi ama gazete, son zamanlarda Sağlık Bakanlığı’nın ve hükümetin getirmiş olduğu düzenlemelerin sosyal güvenlik anlamında ve özel sektörde büyük bir belirsizliğe yol açtığını da belirtmeden geçmedi. Sektördeki Hastal›klar Devamlı büyüyen ve gelişen her alanda olduğu gibi sağlık sektöründe de artan problemler var şu sıralar. Sosyal güvenlik sorunları, katılım payı problemleri, getirilen yeni düzenlemeler bu yelpazenin içinde sayılabilir. Yeni getirilen düzenlemelerden sonra özel sağlık sektörünün ve özel hastanelerin karşılaştığı problemler en önemli sorunu oluşturuyor. Özel sektör, son zamanlarda alışılmadık bir biçimde denetlemeye maruz kaldı ve bu da sistemde büyük bir belirsizlik yaratmaya yetti. Özel hastane yöneticileri, bu son değişikliklerden sonra SGK(Sosyal Güvenlik Kurumu)’ya hizmet edip etmemek konusunda tereddütlü. Yöneticiler, deyim yerindeyse uzun zamandır devam eden “büyüme rüya-

sı”ndan uyandılar ve gerçekten sıkıntıda olduklarını dile getirdiler. Önemli olan diğer bir problem ise ilaç sektöründe karşımıza çıkmakta. Son zamanlarda çok popüler bir problem olan muadil ilaç, birçok sendikanın tepkisini aldı. Çok sayıda sendika, konu hakkındaki düşünce ve fikirlerini protestolar aracılığıyla dile getirdi. Muadil ilaç, genel olarak orjinal ilaçla aynı etken maddeye aynı oranlarda sahip, formülü aynı olan, etkinlik ve kalitesi onaylanmış ilaç demek. Eczanelerde çoğu zaman reçetelerde yazılı olan ilacın birebir aynısı verilmiyor. Bu da zaman zaman eczacılarla hastalar arasında gerginlik yaratabiliyor; çünkü fiyat konusunda büyük farklılıklar meydana gelebiliyor muadiliyle hastanın bağlı olduğu sosyal güvenlik kurumunun ödediği ilaç arasında. Gelece¤in Reçetesi Büyüme ve gelişme açısından parlak bir geçmişe sahip olan sektörün geleceğinin daha da iyi bir grafikle seyredecek olması bekleniyor. Bu konu hakkında fikirlerini aldığımız Medicana Bahçelievler Hastanesi İşletme Direktörü Mustafa Ocağışen, şu anki duruma kıyasla sektörün geleceğinin çok daha parlak olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Sağlık Kentleri Projesi hayata geçirildiğinde yabancı yatırımcılar da Türkiye’ye yatırım yapmak isteyeceklerdir. Kamu - özel ortaklığı modeliyle yapımı öngörülen sağlık kentleri, sağlık alanına yatırım yapmayı düşünen yerli ve yabancı yatırım şirketlerini yakından ilgilendirecektir.” Ayrıca Deloitte Vakfı’nın Economist Intelligence Unit ile oluşturduğu raporda sağlık sektörünün gelecekte büyümesine devam edeceği işaret ediliyor. Sonuç olarak sektörde yadsınamaz bir büyüme söz konusu ve bu büyümenin giderek artan bir ivmeyle devam edeceği de ortak bir öngörü olarak karşımıza çıkıyor. Alınacak çeşitli önlemlerle de büyümenin getireceği olumsuzlukları gidermek mümkün. Dolayısıyla sektördeki büyümenin yalnızca kendi içinde değil; genel anlamda bir artı sağlayıp gerek sade vatandaşın gerekse yatırımcıların yüzünü güldürmesi muhtemel gibi duruyor.

Kaynakça - “10 yıl içinde sektörün görünümü tümüyle değişecek.” http://www.deloitte.com/view/tr - “Özel sektör hastane anahtarlarını devlete verme niyetinde.” http://www.medimagazin.com.tr/ - “Devlet hastaneleri her geçen gün güçleniyor.” http://www.medikalplus.com/index.php?option=com_content&task=view&id=335&Itemid=38 - “GE Healthcare Türkiye Öztürk ile güçlenecek.” http://www.tumgazeteler.com/?a=3970248 - “Özel hastane sayısı 10 yılda ikiye katlanır.” http://www.capital.com.tr/haber.aspx?HBR_KOD=3820 - “Türk sağlık sektörü Financial Times’ta” http://www.webhaber.com/saglik-sektoru-financial-timeste-haberi

17


?

GÜNDEM

DOMUZ GR‹B‹ ‹NSANDAN EKONOM‹YE BULAfiIRSA... Tüm dünya zaten ekonomik krizle bo¤ufluyorken bir de domuz gribi peyda oldu. Domuz gribinin de küresel ekonomik krizden kal›r yan› yok; çünkü bu H1N1 virüsü insandan insana bulaflmakla kalmay›p ayr›ca ekonomiye de s›çrayan cinsten… YUNUS TOPBAfi // yunus.topbas@boun.edu.tr

Domuz Gribi de Neymifl? rında ciddi bir artış oldu. Aynı zamanlaromuz gribine bir insan vi- da Güney Kaliforniya’daki iki çocukta rüsü, bir yabani kuş virüsü grip vakası tespit edildi. Hastalığı atlattıve domuzlarda görülen bir lar; ama aile bireylerine bulaştırma ihtivirüs tipinin karşımı olan mali yüksek olduğu için çocuklar inceH1N1 domuz gribi virüsü lenmeye alındı. Ve sonuç: H1N1 domuz neden oluyor. İnsanlarda görülen gribi… Bu sırada Meksika’daki vakaların H1N1’in insanlardan domuzlara geçip sayısı ellinin üzerine çıkmıştı. Hastalarmutasyona uğrayarak ve kuşlarda görü- dan alınan kan örnekleri, Kanada’da incelen bir virüs tipiyle birleşerek bir pande- lenmeye alındı ve çıkan sonuç sürpriz demi yaratabilecek kadar büyük bir tehlike ğildi. Yine H1N1 domuz gribi… Hastalık haline geldiği düşünülüyor. Bu virüsün hızlı bir şekilde yayılmaya başlamıştı. Şu çift taraflı bulaşıcı bir özelan, Dünya Sağlık Örgüliğe sahip olması tehlikenin Domuz gribi tü’nün açıklamasına göre ne kadar büyük olduğunun hastalık altıncı evresinde. virüsü her bir göstergesi. Öyle ki ekoBu, kıtalar arası bir salgın ve nomik boyutları bile dünya fleyden önce hatta kıtalar arası bir ekonoçapında alarm verilmesi mik kayıp demek. uluslararas› için yeterli. Dünyada hastalığın tedaborsalara H1N1 domuz gribi, ilk visine karşı çözümler üretilkez ABD’nin Wisconsin meye çoktan başlanmıştı. bulaflt›. eyaletindeki bir kasabada Nihayet İsviçreli ilaç firması 2005 yılında 17 yaşındaki bir gençte gö- Novartis, 12 Haziran 2009 tarihinde dorüldü. Bu genç üç gün dinlendikten sonra muz gribinde kullanılacak aşının ilk seriiyileşti ve ailesinden başka birine grip sinin üretildiğini açıkladı. Aşının seri ürebulaşmadı. O zaman hiç kimsenin umur- timi, Almanya’daki bir tesiste yapılacaktı samadığı bu virüs, mutasyonlar sonucu ve bu tesis 1 haftada milyonlarca doz üredört yıl sonra bugün başımızı ağrıtan so- tebilecek kapasiteye sahip. Otuzdan fazla runlardan biri haline geldi. 2009 Mart hükümet, firmadan ilaç talep etti. Bu da ayında Meksika’da görülen grip vakala- durumun ne kadar ciddi olduğunu ortaya

D

18

koyuyor. Dünya Sağlık Örgütü, bu aşıların dağıtım görevini üzerine aldı ve dağıtımlar ekim ayı içinde başladı. Ekonomik Grip Böyle bir gripten tüm dünya etkileniyorsa pekala ekonomi de etkilenecek. Ülkeler domuz gribi ile mücadele edebilmek için önemli bütçeler ayırdı. IMF’nin öngörüsüne göre bu pandeminin dünyaya maliyeti 3 trilyon dolar olacak ve dünya genelinde ülkelerin Gayrisafi Yurtiçi Hasıla(GSYİH)’sında %5’lik bir düşüşe yol açacak. Salgından en çok etkilenecek olan ülkelerin milli gelirlerinde %0,5-1,5 oranında bir düşüş gözlenebilecek. Küresel krizin de hâlâ etkili olduğu bir dönemde, böyle bir felaket dünya ekonomisine ağır bir darbe vuracak. Dünyanın böyle bir duruma hazırlıklı olmadığı açık. Bu öngörüler gerçekleşirse küresel krizin yaralarını sarmaya çalışırken daha da derin krizlerin içine girebiliriz. Bu virüs her şeyden önce uluslararası borsalara bulaştı. H1N1 gribi olan borsalar ciddi derecede değer kaybetti. Bu durumdan en çok etkilenen sektörler havayolu ve turizm şirketleri oldu. Bazı şirketler, küresel krizin de etkisiyle iflasın eşiğine geldi. İnsanlar gribin bulaşma tehli-


Meksika'dan Do¤u'ya tüm dünya alarmda...

kesi yüzünden seyahatlerini ertelediler. Domuz gribinin görüldüğü ülkeleri uğrak yeri olarak seçmediler. Şüphesiz bu durumun en belirgin örneği Meksika. Geçen yıl turizm geliri 13 milyar dolar olan Meksika, o günlerini mumla arıyor. Salgın ortaya çıktıktan sonra gelen kişi sayısında ciddi bir azalma oldu. Gemiler artık Meksika’nın limanlarını bile kullanmıyor ve salgın olmayan başka ülkelerin limanlarını tercih ediyor. Tabii ki bu durumdan kârlı çıkan şirketler de oldu. Özellikle ilaç şirketlerinin hisseleri ciddi oranda arttı. Örneğin, Tami Flu ilaç şirketinin Japon üreticileri olan Chugai Pharmaceutical şirketinin hisseleri Tokyo’da %14,3 değer kazandı. Ayrıca koruyucu cihaz üreticisi şirketlerin hisseleri de değer kazandı; ama bunlar devede kulak. Binlerce şirket zarar ederken bunlardan üç beş tanesinin kâr etmesi dünya ekonomisin kan kaybetmesini önleyemez.

tımızda daha ağır hissetmeye başladık. Dünyada olduğu gibi bizde de en çok etkilenen sektörlerden biri turizm oldu. Her ne kadar Meksika’daki kadar olmasa da Türkiye’nin de turizm gelirlerinde belli oranda azalma oldu. Turizmle birbirini tamamlayan ulaştırma sektörü göreceli olarak bu durumdan nasibini aldı. Bunların haricinde bir de alınan önlemlerin maliyeti var. Bu da Türkiye’nin belini büküyor. Gribin bulaşması ihtimaline karşı ülkeye giriş çıkışları takip ede-

Türkiye Gribe Tutuldu Dünyada bu kadar olay cereyan ederken Türkiye resmin neresinde yer aldı? Gribin ilk olarak Güney Amerika’da ortaya çıkması, Türkiye’ye sıçramasını zorlaştırsa da küreselleşen dünyada artık mesafeler önemli değil. Hele ki taşınacak olan bir virüs ise… Türkiye’ye dünyanın her yerinden binlerce kişi tatil veya iş amaçlı gelip gidiyor. Bu da virüsün bize bulaşması ihtimalini artıran etkenlerden. Nitekim bize de sıçradı. Virüsün bulaşması ile birlikte küresel krizin etkisini sır-

Yaz turizminden istenilen geliri elde edemeyen Türkiye, bir de k›fl turizminde hedeflenen seviyeye ulaflamazsa önümüzdeki y›l bunu telafi etmesi de zor olacak.

bilmek için termal dedektörler alındı. Aşılar sipariş edildi. Ekim ayında ilk partisi gelen aşının tanesine 5 Euro ödüyoruz. Sağlık Bakanlığı bu yıl için toplam 43 milyon sipariş verdi. Bu da yaklaşık toplam 475.000.000 TL tutarında bir değer ediyor. Sağlık Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre aralık ayında domuz gribi vakalarında ciddi bir artış bekleniyor. Bu da ülke içinde ufak çaplı bir kaosa neden olabilir ve bundan dolayı ciddi paralar kaybedebiliriz. Eğer ki virüs yayılmaya başlarsa Ankara’da olduğu gibi birçok yerde okullar kısa süreli tatil olacak. Bu durum uzun sürerse dersler, basın aracılığı ile anlatılmaya başlanacak. Hatta vakalar biraz daha artarsa resmi daireler ve çoğu özel daire tatil olacak. Bu durum, Türkiye için yeni bir kriz anlamına geliyor aslında. Küresel krizin etkisi devam ederken Türkiye’nin ikinci bir krizi kaldıracak durumda olup olmadığı akıllarda soru işaretleri yaratıyor. Tarih 24 Ekim 2009… Türkiye’de domuz gribi virüsü sebepli ilk ölüm gerçekleşti. Zatürre teşhisiyle Ankara’daki bir hastanede yatmakta olan 29 yaşındaki vatandaşımız, ani solunum yetmezliğinden hayatını kaybetti. Hastadan alınan kan örneklerinde H1N1 virüsüne rastlandı. Sağlık Bakanlığı’nın resmi açıklamasına göre bu, pandemiden kaybettiğimiz ilk hastamızdı. Bu takip eden günlerde gripli hasta sayısının toplam 958 kişi olduğu bildirildi. Piyasaların bu haberi hoş karşılamayacağı kesin; ama “grip borsaları ne kadar etkiler”, bunu kestirmek şu an çok zor. Ölümler artarsa azalan turizm ve ulaştırma gelirlerinde daha ciddi düşüşler yaşanacak ve diğer sektörler de ağır yara alacak. Yaz turizminden istenilen geliri elde edemeyen Türkiye, bir de kış turizminde hedeflenen seviyeye ulaşamazsa önümüzdeki yıl bunu telafi etmesi de zor olacak. Domuz gribi dünyayı vurdu diye küresel ekonomik planlar değiştirildi. Yapılacak yatırımlar bir süreliğine durduruldu. H1N1 virüsünün bulaştığı ülkeler, milyarlarca dolar kaybetti ve hâlâ da kaybetmeye devam ediyor. Ekonomik grip, Türkiye’de etkisini yeni yeni göstermeye başlasa da biz de bu işten şimdi bile az zarar etmedik. Üstelik daha büyük kayıplar bizi bekliyor gibi görünüyor.

Kaynakça - “Domuz Gribi Faturamız Toplam 4 Milyar Dolar Olacak” http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/12913675.asp?gid=254 - “Domuz Gribinin Ekonomiye Etkisi” http://www.haber5.com/news_details?id=32064 - “Domuz Gribi Küresel Ekonomiyi de Vurdu” http://www.tumgazeteler.com/?a=5007145

19


GÜNDEM

ANS‹KLOPED‹ KAVRAMIMIZ DE⁄‹fi‹YOR Kolayl›kla ulafl›p yararlanabilece¤imiz arama motorlar›, yani ak›ll› ansiklopediler her an elimizin alt›nda. Neredeyse her gün kulland›¤›m›z bu robotlar›n heyecan verici dünyas›nda, herkesin ö¤renmek isteyece¤i ve ilgilenece¤i önemli ayr›nt›lar bulunuyor. ANIL AKTÜRKÇE // anil_akturkce@hotmail.com ELA NUR CUMALI // elanurcumali@gmail.com

G

ünümüzde arama motorunun anlamı, herkes için hemen hemen aynı: Aklımıza takılan küçücük bir soruya bile anında cevap bulabileceğimiz internet robotu. Bizim için vazgeçilmez olan ve her an elimizin altında olan arama motorlarının ortaya çıkışı ise çok da eskiye dayanmıyor. 1990 yılında ilk arama motoru olan Archie’nin kurulması, internet dünyasında heyecan yaratan bir gelişmeydi; ancak ilk arama motorunun tek işlevi aranılan dosyaları bulmaktı. Çok geçmeden Mark P. McCahill tarafından kurulan “Veronica”nın formatında ise dosya aktarımı ve iletişim kuralları yer almaktaydı. Bunlardan farklı olarak 1993 yılında Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’ndeki Mathew Gray adlı bir mühendis tarafından “Wondex” adıyla ilk internet botu(Bot bilişim dünyasında robot anlamında kullanılır ve arama motorlarında endeksleme teknolojisi için kullanılır.) yapıldı. Bunların ardından bir dizi yeni arama motoru geliştirildi; ancak firmalar birbirlerinden farklı teknolojiler geliştirmeyi başaramadılar. Arama motoru teknolojisinin yaygınlaşmasının ardından kısa süre içerisinde Excite, Infoseek, Inktami, Yahoo, Northern Light gibi birçok arama motoru birbiriyle yarış içerisine girdi. 90’lı yılların sonlarına doğru ise büyük şirketler arama

motorlarına sponsor olup onlar üzerinden para kazanmaya başladılar. Yani artık arama motorları ticari amaçla da kullanılmaya başlandı. Bu, piyasanın canlanacağı ve birbirine rakip şirketlerin ortaya çıkacağı anlamına geliyordu. Arama Motoru Yar›fl› Arama motoru denince ilk akla gelen isim olan Google ise 1998 yılında Larry Page, Sergey Brin ve Page Rank tarafından kuruldu. Kurucuları başlangıçta teknolojilerini satmak istediler; ancak bir alıcı bulamayınca bu teknolojiyi geliştirmeye karar verdiler ve klasik bir arama motoru olmaktan vazgeçip “Google Search”ü kurdular. Kullanıcılar arasında bunun yankıları sürerken mühendisler, “Google Araç Çubuğu”nun temelini attılar. Google, artık basit bir arama motoru olmaktan çıkmıştı. Buna kanıt olarak, Google’ın 2004 yılında “Google Book Search” ile binlerce kitabı aramaya açması ve mail hizmeti vermekten de geri kalmayıp “G-Mail(Google Mail)”i hizmete sokması örnek verilebilir. Google, üstün teknolojik özelliklerinin yanında marka olmayı da başarmış bir şirket. Google’ın markalaşma serüveninde göze çarpan gelişmelerden biri, kullanıcıların Google’ı benimsemiş olmaları. Örneğin; Google’ın binlerce kullanıcısı, internet açılış sayfası olarak Google’ı ayarlıyor 20

ve onu kişiselleştiriyor. Teknoloji bu kadar ilerlemişken Google’ın bu sahnede yalnız kalması elbette düşünülemezdi. Dünya devi Microsoft da arama motorları konusunda kayıtsız kalmadı ve arama motoru “Bing”i kullanıma açtı. Bing’in artılarından biri, internet tarayıcısı olan Internet Explorer’ın sağ üst köşesinde bulunan bir standart arama motoru haline getirilmiş olmasıdır. İnternet tarayıcısında standart arama motoru ayarlarını değiştirmek çok kolay olmasa da, büyük bir çoğunluk, elinin altında hâlihazırda bulunanı kullanmayı tercih ediyor. Bu sayede Bing’in ulaştığı kullanıcı sayısı da hızla artıyor. Microsoft, ilerleyen zamanlarda Bing’i daha da geliştirmeyi planlıyor; ancak bu piyasada Google’ın baş etmesi gereken tek firma Bing değil elbette. Google’dan ayrılan bir grup mühendis, yeni bir arama motoru oluşturmaya karar verdiler. Bu amaçla kurdukları arama motoru, Cuil bugün Google ile rekabet edebilecek düzeye gelmiş durumda. Cuil’in mühendislerinin rekabet konusunda kendilerine bu kadar güvenmelerinin nedeni, Google’ı iyi tanımaları ve Google’ın eksiklikleri hakkında bilgi sahibi olmalarıydı. Cuil’in en büyük özelliği, Google’dan 3 kat daha hızlı çalışıyor olması. Cuil’in tek özelliği tabi ki de bu değil, ayrıca diğer arama motorlarından farklı olarak arama sonuçlarını sınıflara


Birkaç y›l içerisinde arama motorlar› kullan›c›lar›n ne arayaca¤›n› bilecek kadar geliflebilecek. ayırarak listeliyor ve varsa görselleriyle birlikte sunuyor. Google’ın bir arama motoru olan Altavista’yı tahtından indirerek bugünkü konumuna ulaşmasına nazire yaparcasına “Cuil, Google’ı yerinden edebilecek mi?”sorusu da bugünlerde merak uyandırıyor. Arama motorlarından bahsederken Çin pazarını bir kenara atmak tabi ki imkansız. 10 yıl önce Çin’de kurulan “Baidu”, dünya devi Yahoo ve Google’ın üstün olduğu Çin pazarında inanılmaz bir büyüme göstererek ilk üç yılında %30 pay elde etti. Önemli bir yol kat ederek 5 yılda Çin pazarındaki payını %60’a yükselten şirketin büyümesinden rakamlarla söz etmek gerekirse, şirket piyasada çok yeni olmasına rağmen, geçen yıl 2,5 milyon dolar kâr elde etti ve şirketin şu anki değeri 1,84 milyar dolar. Bu hızla ilerleyen bir şirketin başarısını vurgulamak için yapılan bir haberde şu başlık kullanıldı: “Google dünyanın en büyük pazarında Baidu’ya ezildi.” Bu haber başlığı Baidu’nun üstünlüğünü gösterir nitelikte olsa da bir ayrıntıyı herkes atlıyor: Google Baidu’nun hisselerinin %2.6’sına sahip. Bu da şirketleşmenin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor.

olan her kullanıcı, hayatın her alanında ulaşmak istediği her türlü bilgiye hiçbir çaba sarf etmeden ulaşabiliyor ve dokümanlara ulaşmanın en kolay yolu olarak arama motorlarını tercih ediyor. Arama motorlarının geliştiği bugünlerde ortaya çıkan yeni bir arama türü de “Semantik Arama”.

ilgili bağlantılar kurabilmesidir.” “Mesela içinde bulunduğunuz anda oynanan Galatasaray – Fenerbahçe maçında saniyeler önce atılmış bir gol hakkında “Google bilgi edinmek istiyorsudünyan›n en nuz. Arama motoruna “Galatasaray – Fenerbüyük bahçe maçı” yazdığınızpazar›nda da bu gol hakkındaki Baidu’ya renkli ajans bilgilerine ulaşabilir ve arkadaşlaezildi.” Peki, Nedir Bu Serınızla bu gol hakkındaki mantik Arama? düşüncelerinizi tartışabilirsiniz.” Semantik aramaya anlamlandırarak arama diyebiliriz. Bugün kullanılan ara- Araman›n Ötesinde ma motorlarında, aramalar için kullanılan Semantik aramayla yapılabilecekleriyöntem, metnin anahtar kelime içermesi mizden bahsettikten sonra arama motoruiken; semantik arama için kelimelerin nun aklımızı okuyabileceği günler geliyor metinle birebir uyuşma zorunluluğu yok. akıllara. Birkaç yıl içerisinde arama moAranan kelimeler birebir metin içinde torlarının kullanıcıların ne arayacağını bigeçmese bile semantik arama, etiketledi- lecek kadar gelişebileceği öngörülüyor. ği kelimelerin arama sonuçları içinde bu- Yaptığımız aramaların gelecek aramalara lunmasını sağlıyor. Yani semantik arama- katkısı, bugünkü arama motorlarında yok da anahtar kelime olmasa da arama an- denecek kadar az; ama ilerleyen zamanlam bütünlüğü içinde gerçekleşir. Bu da larda arama motorunda her aramamız bir kullanıcıların göz ardı edemeyeceği bir sonraki aramamızla bağlantılı olacak, aragelişme. Bu gelişmeyi, semantik arama ma motoru o an onu neden kullandığımızı Leb Demeden Leblebi Dönemi anlamında bir ilk olan Cuil’in Türkiye anlayabilecek ve bu doğrultuda bizi yönBu kadar çok arama motoru varken Ortağı Seval Öz Özveren şu sözlerle an- lendirebilecek. Bu sistem kullanıma geçive internet ağı bu kadar çok gelişmişken latıyor: rilebildiği takdirde büyük yankı uyandırainsanların bunlardan yararlanmaması gibi “Semantik aramalar oldukça mühim cak gibi gözüküyor. İnternet kullanımının bir durum söz konusu olamaz. Bunun bir konu; çünkü insanlar makineler gibi bu kadar yaygın hale geldiği ve teknolojiiçin usta bilgisayar kullanıcısı olmaya da konuşup düşünemiyorlar. Semantik ara- nin sınırlarının zorlandığı bugünlerde, son hiç gerek yok. Bilgisayarı ve interneti ma teknolojisinin özü aranılan konuyla derece sistematik bir şekilde geliştirilmeye devam edilen arama motorlarının ileride hangi işlevlerde kullanılabileceği ve Kaynakça nasıl bir çalışma sistemine sahip olabile- “Google hakkında gelişmeler” http://www.siberkultur.org ceği hakkında fikir yürütmek hiç de zor - “En çok tercih edilen arama motorları sıralaması” http://blog.alexa.com/ - “Google, Baidu’ya karşı çaresiz kaldı.” http://www.cnnturk.com/2009/bilim.teknoloji./ değil. Yakın gelecekte arayıp da bulama- “Google’a rakip geldi: cuil.com” http://arsiv.ntvmsnbc.com/news - “Semantik arama” http://e-bergi.com/2009/Mayıs/Semantik-Arama yacağımız şey kalmayacak gibi duruyor. 21


DOSYA

Nereden Nereye Türk Bankalar›n›n ‹mrendiren Öyküsü Beklesek de mi Yat›rsak Beklemesek de mi? Krizi F›rsata Çeviren Sihirli De€nek Krizi Milat, Gelece€i Ayd›nl›k Görenler Toyotasa Eski CEO’su ‹brahim Orhon ve Unilever Türkiye CEO’su ‹zzet Karaca’n›n Kriz Yorumlar›

23


DOSYA

KR‹Z‹N SIRADIfiI YANSIMALARI F›rsatlar kap›y› her zaman en beklenmedik anlarda m› çalar? Beklenmeyen bir f›rsat, sihirli de¤ne¤in ucundan gelirmifl gibi hayat›n›zda bir milat yarat›rken en sonunda size nereden nereye dedirtebilir. Her fley çok kötü giderken ve daha kötü olmas› beklenirken bir anda istisnalar kaideyi bozabilir. EZG‹ ÖZTÖRÜN // ezgio@buik.net

24


2008 yılı dünyada kimilerince beklenen kimilerine göre ise tamamen sürpriz olan gelişmelere gebeydi. 2008 yılının 4. çeyreği artık dünyada alarmın verildiği zamandı. İmparatorlukların çöküşüne ya da bir çağın kapanmasına zemin hazırlayan birçok olayın yanında, patlamasına neden olan son olay gibi, Lehman Brothers’ın iflasıyla dünya küresel mali kriz bayrağını çekti. Bunun ardından krizin sonuçlarıyla ilgilenen dünya, gözlerini krizin temeline dikti ve günah keçisi bulundu: Mortgage. Olmayan bir para üzerinden verilen krediler ve kredi sahiplerinin geri ödeme koşullarının dikkate alınmayışı bir anda bütün sistemleri altüst etti. Sadece konut sektöründe değil, aynı zamanda piyasada dönemeyen para, bankaları zincirleme olarak da reel sektörü etkiledi.

tüm dünyanın ilgisini çekmeyi başardı. Birçok büyük banka iflasa sürüklenirken ve birçoğu kredi bulmakta zorlanırken Türk bankaları alınan önlemlerle az zarar görerek 1 yıllık süreci geçirmeyi başardı. Yurtdışı bağlantılı bankaların daha çok zarar gördüğü bir dönemi geride bıraktığımızda görüyoruz ki “Fortis Bank” Türkiye’de krizi yansıtan en önemli örneklerden biri. Ancak geçtiğimiz krize ve bugünkü dünya koşullarına bakılacak olursa Türk bankaları imrendiren bir şekilde işleyişini sürdürüyor. Bankaların krizin en önemli göstergelerinden olmasının yanında, kriz geldi gelecek söylemlerini yalanlayan ya da doğrulayan bir başka parametre ise yatırım... Kriz zamanlarında yatırımların eskisi gibi olmayışına herkes olağan bakabilir. Hem özel sektörde hem de kamuda yatırımlar yavaşlar, hatta başlatılan projeler bile durabilir. Bu anlayış insanlarda güvensizliğe neden olurken aslında tedbir olarak durdurulan projeler, yapılmayan yatırımlar uzun vadede ülkeleri bir adım daha felakete yaklaştırabilir. Bu noktada özellikle inşaat ve otomotivde yapılan yatırımlar 2009’un 3. çeyreğinde bu sektörleri en hızlı büyüyenler listesinin ilk başına yükseltti. “Kriz zamanı yatırım zamanı” diyebilenler krizin etkilerini tersine çevirebildi.

Bugün gelinen nokta ise oldukça karmaşık. Dünya nasıl kriz gelmeden önce ortak bir kararda birleşemiyorduysa bugün (4. çeyrek 2009’da) yani tam 1 yıl sonrasında bile hâlâ kararsızlık içinde. Kimi ekonomistler krizin henüz tam anlamıyla atlatılamadığını, bir iyileşme sürecine girildiğini; ama bunun geçici olabileceğini söylerken global firmalar, bankalar kârlarını açıklıyorlar. Gazetelerde, büyüme beklenenin altındayken parametreler resesyonu işaret ederken krizin bittiği söyleniyor. Öyle ki aynı gazetenin başka sayfaları bile kriz konusunda uyuşmazken net bir şey söylemek oldukça çok zor.

Kriz zamanlarını fırsata çeviren birçok proje 2008 krizinde de bizleri yine olağanın dışına çıkarmayı başardı. Boyner Holding “Fish” projesiyle krizin sembolü haline geldi. Kriz zamanında ortaya çıkan ve Boyner Grup’a çok fayda sağlayan bu proje, kriz döneminde evlerine kapanan tüketiciyi tam zamanında avladı. Kriz zamanlarında en önemli adım kriz söylemlerinden etkilenen tüketicileri evlerinden çıkarmaksa, bunları başaran yeni atılımlar ve elbette ki bunların sunuluşuna yardım eden reklamlar göz ardı edilemez. Reklam gideri kalemini tereddütsüzce bütçesinden silen firmaların yanıldığını ilk ortaya koyanlar FMCG'ler oldu. “Unilever” ve arkasından “Procter&Gamble” en çok reklam veren şirketler sıralamasında en üst sıralara çıkarken reklam bütçelerinde kısıntıya gitmemeyi tercih ettiler. 3. çeyrekte açıklanan rakamlara göre Unilever’in büyümesi, kriz zamanı büyümede önemli bir rolün de reklamda olduğunu görmemizi sağladı.

Rakamlar, grafikler, açıklamalar, iyi niyet toplantıları ve ortaklıklar… Tüm dünyada krizin olumsuzlukları dile gelirken madalyonun hep o gözden kaçırdığımız tarafını 2008 hikâyesinde yine kaçırıyoruz. Aslında kafa karıştıran bu tablonun o sıradışı renklerine çevirmedi kimse yüzünü. Herkes başını olumsuz rakamlara, batık bankalara, iflas eden şirketlere çevirmişken dünyada bambaşka gelişmeler oluyordu. Artık istisnalar kaideyi bozuyordu! Nasıl mı? Gelecek odaklı büyük yatırımlar yapılıyor, genelgeçer gelişmelerin aksine firmalar pazarlama giderlerini kısmıyor; tersine artırıyor, yepyeni girişimler gerçekleşiyor ve sonunda sektörler krizden daha az zarar alıp yollarına devam ediyor. Bu gelişmeler Türkiye’de oluyor. Çok değil, 7 yıl önce sütten ağzı yanan bir ülke kendini krize hazırlıyor ve artık imrendiren öyküleri de beraberinde getiriyor.

Bütün bunlar ortak bir paydada birleşiyor aslında. Krizin karanlıkları bizlerde tam tersine krizin aydınlığını ortaya koyma isteği yarattı. Biz istisnaların kaideyi bozduğu bir kriz tablosu çizmek istedik. Bundan sonra okuyacağınız 4 yazı da farklı farklı taraflardan krizin sıradışı yansımalarını anlatacak sizlere. Dosyanın sonunda ise iki firmanın CEO’larına yönelttiğimiz konuyla ilgili soruların cevaplarını bulacaksınız.

Bankacılık sistemi 2001 yılında önemli bir sınav verirken birçok büyük oluşum zarar görmüş, birçok banka batmış ve ülkece uzun süren bir toparlanma sürecine girilmişti. BDDK’nın tedbirleri yabancı bankalara olan bağımlılığı azaltırken aynı zamanda sağlıklı bir denetleme sistemine geçilmesini sağladı. 2008 krizinde Türk bankaları sıra dışı bir ivme ile 25


DOSYA

Nereden nereye

TÜRK

BANKALARININ

‹MREND‹REN

ÖYKÜSÜ Yeni bir yüzy›la bafllarken ülke olarak maddi ve manevi yeni bafllang›çlar hedeflemifltik. Manen bilinmez; ancak maddi anlamda yeni ça¤a iyi bir bafllang›ç yapamad›k. Kas›m 2000 ve fiubat 2001 ile ekonomik olarak gerilen Türk bankac›l›k sektörü, tarihin gördü¤ü en büyük iki ekonomik krizden biri olan 2008 krizinde deyim yerindeyse rüfltünü ispatlad›. ‹flte, geride b›rakt›¤›m›z 10 y›lda bankac›l›k sektörünün hikâyesi… TOLGACAN CEYLAN // tolgacan.ceylan@buik.net

26


E

konomik kriz söz konusu olduğunda genel görüş, krizin işaretlerinin olabileceği; ancak kesin bir krizin varlığından söz etmenin mümkün olamayacağı, sadece kriz patladığında varlığından söz edileceğidir. Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinde de durum bundan farklı değildi. 2000 yılına girdikten sonraki dönemde banka faizleri gerilemeye başlıyor, enflasyon ise düşüşe geçiyordu. Yıl sonuna doğru ilerlerken bankalararası piyasada faizler yükseliyordu ve finansal dalgalanmalar hafiften baş gösteriyordu. Kasım ayı geldiği zaman ise hiç beklenmedik bir şekilde gecelik faiz tarihi yükselişini, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) ise tarihi düşüşünü yaşadı. Kasım ayından sonraki dönemde ise bir belirsizlik ortamı oluştu. Aralık 2000 ve Ocak 2001, ekonomi piyasası ve bankalar için sıkıntılı geçerken Şubat 2001’de Milli Güvenlik Kurulu (MGK)’nda Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Başbakan Bülent Ecevit arasındaki gerginlik, şiddetini arttıran finansal dalgalanmaları finansal krize çevirmişti.

alarak zararlarını en aza indirgemeye çalıştılar. Verdikleri kredileri birden kesen bankalar, yeni krediler de açmadılar. Türk parasının cumhuriyet tarihinin en büyük değer kaybını yaşadığı bu dönemde hükümet, Türk ekonomisi için bazı radikal kararlar aldı. Bunlardan en önemlisi ise dalgalı kur sistemine geçişin sağlanmasıydı. Ayrıca yapısal reformları devam ettirme kararını alan hükümet, Türk Hava Yolları (THY) ve Türk Telekom’un özelleştirilmesi sürecine hız verdi. Bankacılık sektörüne de birtakım yenilikler getirildi. Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu (BDDK) aldığı kararlar gereği, hem halkın mağduriyetini azaltmak hem de bankaları revize etmek adına kredi kartı kullanımına, kredi kartı edinme ve kredi kartı borç ödeme sistemine yenilikler getirdi. Özel bankacılık sistemini rehabilite eden BDDK, bankaların daha sağlıklı bir yapıya kavuşması için bankalararası iç borç takasını daha fazla teşvik ederek yabancı bankalara olan bağımlılığı azaltmayı hedefledi. Sermayelendirme programı ile sermaye eksikliği yaşayan bankalar için gerekli önlemler alınmak istendi. Bunlara ek olarak kriz döneminde ve öncesinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF)’na giden bankaların fazla olması, bankalara lisans verme sürecinin önemini bir kez daha ortaya koy-

Kabuk De¤iflimi Hiç kuşkusuz en büyük krizi bankalar yaşamıştı. Krize hazırlıksız yakalanan Türk bankaları, hızlı birtakım kararlar 27


muş olup girişimcilerin niyetlerinin ve rının düşük faizlerle sağladıkları krediSermaye risk yönetme kapasitelerinin titizlikle ler, insanların kolayca ev sahibi olmasıyeterlili¤i ve incelenmesi gerektiği gerçeğini ortaya na, doğal olarak eve talebin fazla olmaçıkartmıştır. Nihayetinde ortaya çıkan sına ve bu da fiyatların yükselmesine kalitesi ve sonuç, gözlem ve denetlemenin bunsebep oldu; ancak bu sistemden kaybunlara ek olarak dan sonraki dönemler için daha sıkı bir naklanan sorun, değişken faizli mort2001 sonras› şekilde yapılması gerektiğini göstergage kredilerinin, faizlerin artmasıyla miştir. beraber kredi sahiplerini kredilerini dikkat edilen Hükümet tarafından bunlar gerçeködeyemez hale getirmesiydi. Bundan fonlama ve leştirilirken bankacılık sektörü ise artık sonraki süreç ise emlak fiyatlarının dükriz deneyimine sahip olduğundan şüşüyle devam etti. En nihayetindeyse karl›l›k yap›s›yla kriz, bankacılık sektörü için bir farkınpiyasadaki iyimser hava kaybolup bankalar krizi dalık yaratmıştır ve bu da bankalara Amerikan bankaları tek tek batmaya f›rsata çevirdiler. krize karşı tedbir alma ihtiyacı hissetbaşlayınca doların değerini kaybetmetirmiştir. Tüm bu yaşananlar, Türk si, dünya çapında büyük bir krizi kaçıbankacılık sektörünü daha sonraki yılnılmaz hale getirdi. larda yaşayacağı olası bir krizden sağlam çıkabilecek güce Bu istikrarsız dönemde Türk bankacılık sektörünün nasıl ulaştırmıştır. bir performans göstereceği, herkes tarafından merak ediliyordu. 2001’den gerekli dersleri çıkaran Türk bankaları, bu An›lar m› Canlan›yor? kriz döneminde de gereken tedbirleri alarak krizden çıkmasıGeçen yıllar bankaların önlemlerini arttırdıkları, sektörü nı bildiler. Peki, neydi bu aldıkları tedbirler ve çıkardıkları kuvvetlendirmek için temel taşları döşedikleri, kendi içle- dersler? Türk bankaları, 2001 krizi döneminde uygulamaya rindeki ufak çalkantılara nazire yaparcasına da kâra geçtikle- koydukları yapısal reformları sürdürdüler. Bu yaşadığımız ri yıllar oldu. kriz döneminde de tedbir olarak mali disiplinlerinden taviz 2000’li yıllar boyunca, petrolden tarım ürünlerinin fiyat- vermediler. Sermaye politikalarında dikkatli davranıp kredilarına kadar birçok ürünün fiyatında artış meydana geldi. Çin lerinde aşırı riske kaçmayarak yollarına emin adımlarla deve Hindistan gibi ülkelerdeki tarıma bağlı meydana gelen bü- vam etmeyi tercih ettiler. Bu da bankaların kriz döneminde yümeler, bu ürünlere olan talebi arttırdığından 2008 yılına yüksek kârlara sahip olmasını sağladı. geldiğimizde gıda ürünlerinin fiyatları, en yüksek seviyesine ulaştı. Bununla eş zamanlı olarak Birleşik Devletler’de ko- Say›lar›n Dili nut fiyatları yükselişteydi. Bunun nedeni, kolayca eve sahip Mali disiplin ve yapısal reformlar bir yana, kârın diğer olma imkânı veren mortgage sistemiydi. Amerikan bankala- kaynakları olan sermayenin yeterliliği ve kalitesiyle, 2001 28


sonrası dikkat edilen fonlama ve kârlılık yapısıyla bankalar Dünya Bankalar› vs. Türk Bankalar› krizi firsata çevirdiler. Sektöre genel olarak bakacak olursak, Büyük finans şirketlerinin ve dünyanın önde gelen bankrizi fırsata çeviren bankaların krizle dalga geçercesine en kalarının, piyasalarda krediye ulaşma maliyetini arttırmasıyla fazla kârı elde etmeye çalışmaları, bankaların bir kâr savaşı ve nakit paraya ulaşmanın çok zorlaşmasıyla artçıllarını yaşaiçinde yer aldıklarının bir göstergesidir. Bankacılık sektörü, tan, üst düzey yöneticilerin istifaları ve arka arkaya gelen if2008 yılının ilk yarısına göre 2009 yılının ilk altı aylık döne- las haberleriyle de gerçek etkisini gösteren bir depremdi ademinde net kârını yüzde 10 arttırarak 10 milyar 980 TL’ye ta kriz. 2007 yazından itibaren Bear Stearns, BNP Paribas, ulaştırmıştır. Merrill Lynch gibi bankaların kredi bulmakta zorlandıklarını Sektördeki bu kârlılık, bankalar arasındaki çekişmeyi de ve sıcak para akışının durma noktasına geldiğini açıklamaları, arttırmıştır. Özel bankalar arasında İş Bankası, net kârını yüz- piyasalarda tedirgin bir hava oluşturmuştu. de 20,8 arttırarak 1 milyar 471 milyon TL ile en yüksek kâr Bankalar arası ilişkilerin de bu nedenlerden dolayı azaleden banka konumunda yer almaktadır. Böylesine yüksek ması ve azalan banka ilişkileri sonrası borçlanmaların artkâr yapan bankanın aktif büyüklüğü de 2008 yılının ilk yarı- masıyla da iş artık içinden çıkılması zor bir noktaya vardı. sına oranla 2009 yılında yüzde 7 oranında Amerika’daki emlak kriziyle doğduğu artmıştır. İş Bankası’nın bu görkemli düşünülen ve bütün bir Avrupa’yı doyükselişinin ardından dikkate değer bir laştıktan sonra da hükümetleri Almanbaşka kâr oranı ise Garanti Bankası’na ya, İngiltere ve İzlanda da olduğu gibi aittir. kamulaştırma hamlelerine zorlayan bu Garanti Bankası’nın net kârı yılın kriz, Lehman Brothers’ın iflası ile son ilk altı aylık döneminde 1 milyar 452 raddeye geldi. İçlerinde Almanya, İsmilyon TL’dir. Bu özel bankalara ek panya ve İzlanda gibi ülkelerin bulunolarak bir devlet bankası olan Ziraat duğu 14 Avrupa Birliği (AB) üyesi ülBankası, net kârını 2008 yılının ilk altı ke, bu tarihi krizde resesyona girdi ve aylık dönemine göre yüzde 61 arttırdaha sonra gelişen süreçte hükümetmıştır. ler, ekonomilerini eski gücüne kavuşÖzel ve devlete ait birçok bankanın turmak için canlandırma paketleri hakâr savaşında yer aldığı bu dönemde, zırladılar. Dünya bankalarının ve finans devkrizden en büyük darbeyi yiyen belki lerinin krizde çizdikleri profil ve Türk de tek banka Fortis Bank’tır. 2008 yılıbankalarının açıkladığı birbirinden yüknın ilk altı aylık periyoduna göre konsek kâr miktarları göz önüne alındığınsolide net kârı yüzde 28 oranında bir da, aynı dönemde Türk bankalarının düşüş yaşayan banka, kriz döneminde böyle bir ivme yakalaması, dünya banBelçika’daki ana ortağını da kaybetkalarının ilgisini Türk bankalarına yönmiştir. lendirdi. Diğer taraftansa halkın bankalarla bu dönemde oluşturduğu ilişkiler, yeni Eurobank Tekfen’in Genel Müdürü bir ayrımı da beraberinde getirmiş gibi Mehmet Sönmez bir röportajında, yagörünüyor. Bankaların çok yüksek kâr bancı bankaların, kriz döneminde Türk ...kredilerini yaptığı bu dönemde, bankalardaki pabankalarının sırrının ne olduğunu merak ödeyemeyen ranın yarısına yakın bölümü mutlu bir ettiğini ve bunun bir övünç kaynağı olinsanlar, azınlığın cebinde bulunmaktadır. duğunu vurguluyor. piyasalardaki yüz Diğer tarafta ise gayri safi yurtiçi Yabancı bankaların nakit sıkıntısı hasıla (GSYİH)’nın yüzde 13’ü kadar yaşadığından dolayı Türk bankalarınbinlerce kredi borcu olan aileler, kredilerini ödeyedan gecelik milyar dolarlarla telaffuz kart› ve bireysel meyen insanlar, piyasadaki yüz binleredilen borçlar almasından sonra, şimkredi borcu 3.1 ce kredi kartı ve bireysel kredi borcu di de uzun vadeli krediler peşinde olmilyara ulaflm›fl 3,1 milyar TL’ye ulaşmış vatandaşlar... maları ve bunu yeni dönemde oluştuKısacası borca batmış bir toplum... racakları şirket evliliklerinde kullanavatandafllar... Böylesine farklı ekonomik göstercak olmaları, Türk bankalarının artık K›sacas› borca gelere sahip bir toplum, kendi içinde söz sahibi bankalar olduğunu gösterbatm›fl bir yeni karakterler oluşturuyor ve bu da mektedir. Kim bilir belki de ilerleyen başka tartışmaları beraberinde getirizamanlarda dünya finans merkezi bir toplum... yor. Türkiye’den bahsediyor oluruz.

Kaynakça - “Krizden İstikrara” http://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/raporlar/Calisma_Raporlari/6313Krizden_Istikrara.pdf - “21 Şubat Krizi” http://www.belgenet.com/eko/21subat01.html - “Krizde bankalar refleksi ve yansımalar raporu” http://www.porttakal.com/haber-krizde-banka-refleksi-ve-yansimalar-raporu-258617.html - “Küresel krizin köşe taşları” http://www.bbc.co.uk/turkce/lg/haberler/2009/09/090907_timline_credit_crunch.shtml - Çetin, M. “Bankaların Kâr Açılımı”. Infomag, Eylül 2009

29


DOSYA

Beklesek de mi

YATI

Dünya finans sistemini allak bullak eden küresel ekonomik kriz, iflin yat›r›m boyutunda da korkutan sonuçlar ortaya ç›kar›yor. Peki, böyle bir dönemde krizi yat›r›m f›rsat›na çevirmenin hiç mi yolu yok? Düflen reklam ve nakliye maliyetleri, ulafl›lmas› kolaylaflan ifl ve beyin gücü… Krizi f›rsata çevirmemek için hiçbir neden yok.

ALPEREN AD‹KT‹ // alperen.adikti@buik.net

30


RSAK

beklemesek de mi?

’7

3 Petrol Krizi, ’97 Asya Krizi derken çağımız en sonunda Büyük Bunalım (Great Depression)’ın varisini bulmuş görünüyor. Amerikan finans sisteminin durdurulamaz risk alma iştahının küresel anlamda bir bunalıma neden olacağı fikrini, Nouriel Roubini Davos 2007’de dile getirdiğinde birçok insan ona deli gözüyle bakmıştı. Ancak gelinen noktada “Bay Kâhin”in ne kadar haklı olduğunu görüyoruz. Aslında var olmayan ve hiçbir zaman da var olamayacak olan inanılmaz miktardaki “türev” oyuncaklarla oynanan tehlikeli oyunlar, en sonunda dünyayı son yüzyılda gördüğü en büyük krizlerden biriyle karşı karşıya bıraktı. Buna bir de çok ani bir şekilde ortaya çıkan ve yönetilemeyen güvensizlik ortamı eklenince insanlar için ellerinde tuttukları “gerçek” paradan başka bir güvence kalmadı.

ce içinden çıkılamaz bir hal alıyor. Örneğin; Uluslararası Yatırımcılar Derneği(YASED)’nin yaptığı bir araştırtmaya göre “Yatırım yapmayı düşünüyor musunuz?” sorusuna olumlu yanıt verenler, 2008 – 2009 döneminde %61 oranında iken 2009 – 2010 dönemi için aynı oran %30 olmuştur. Daha ilginç ve Beklenti Teorisi’ni destekler nitelikte bir cevap ise bu soruya verilen %30 oranındaki “Daha karar vermedim” cevabıdır. Bu, nakit sahiplerinin tehlikeli ve belirsiz ortamlarda çekingen davranma eğiliminde olduklarını kanıtlar niteliktedir. Rakamlar da Yat›r›mdan Yana Bahsettiğimiz psikolojik teoremlere aldırmayan ve elinde nakit bulunduran yatırımcı için iyi haberler, fırsatlar yok mu? İşte; krizi fırsata çevirecek olan kesim tam olarak bu insanlar ve şirketlerden oluşmaktadır. Peki, nedir bu insanlar için krizi cazip kılan ve onlara yatırım yaptırtacak etkenler?

Nereye Kadar Rakamlar, Nereye Kadar Tedirginlik? İlk etken, çok farklı gider kalemleDaniel Kahneman, “Beklenti Terinde meydana gelen ciddi düşüşler. “…insanlar için orisi” üzerine yaptığı çalışmalarla Bir ara 200 doların üzerine çıkacağı ko2002 Nobel Ekonomi Ödülü’ne layık nuşulan petrol fiyatları, Haziran ellerinde görülen bir psikoloji profesörü. İlk ba2008’de 147,27 dolar ile tarihi zirvesituttuklar› ‘gerçek’ kışta bir psikoloji profesörünün Ekoni yaşadıktan sonra çok hızlı bir düşüşnomi Nobel’i alması biraz garip görüle Aralık 2008’de 46,28 dolar ile en düparadan baflka nebilir ama üstünde çalıştığı teorinin şük seviyesini gördü. Son zamanlarda güvenecek bir fley günlük hayatta ekonomi üzerine yaptıtoparlanan petrol 70 – 80 dolar seviyeğı etkilere bakınca bunun ne kadar da lerinden işlem görmektedir. Benzer şekalmad›.” isabetli bir karar olduğunu anlıyoruz. kilde bir ara ton fiyatı 8000 dolar seviBeklenti Teorisi uyarınca insanlar köyesine çıkan bakır fiyatları, 2008 sotüye giden ve sonuçları belli olmayan durumlarda her şeyin nunda 2800 dolar seviyelerini görmüştü. Şimdilerde tekrarsonuçlarını kötü olarak düşünürler ve bu duruma karşılık dan tarihi zirvesine doğru yol alan bakır fiyatları, krizden çımantıklı olmayan kararlar verebilirler. Günümüz ekonomik kışın bir kriteri olarak görülüyor. Hammadde dışında fabrika krizindeki talep daralması ve harcamalardaki azalmanın yatırımı için gerekli olan arazi fiyatlarındaki düşüşler ve büönemli bir kısmı da bu nedenden ileri gelmektedir. Başka bir yük yatırımları çekmek için kullanılan devlet teşvikleri de bu deyişle, insanlar paralarını her türlü riske (ortada bir risk ol- konuda itici bir güç oluşturmaktadır. Örnek vermek gerekirmasa bile) karşı ellerinde tutma isteği göstermektedirler. Bu se; çıkartılan son teşvik paketiyle Türkiye’de kurumlar vergisonuç, sadece bir ailenin araba ya da ev almasını ertelemesi si %20’den, bölgesine göre %2’ye kadar indirildi. Ayrıca, durumunda değil; aynı zamanda bir şirketin yapacağı yatırım- SSK işveren primlerine de yine bölgesine göre 2 ile 7 yıl aralar söz konusu olduğunda da ortaya çıkmaktadır. Zaten krizin sında muafiyet getirildi. Bunun gibi birçok paket, dünyanın getirdiği zorluklardan dolayı yapılamayan yatırımların yanı- her yerinde açıklanıyor ve kendini geride tutan yatırımcılar na, bir de nakdin elde tutulması eğilimi eklenince durum iyi- teşvik edilmeye çalışılıyor. 31


Normal zamanlarda yatırımcıları en örneğiyle doludur ve bu anlamda da “…dev flirketlerin çok düşündüren konulardan biri de iş müthiş fırsatlar yaratmaktadır. Örnek CEO’lar›n›n gücüne ödenecek yüksek meblağlardır. vermek gerekirse; bankacılık sektörüBelki de krizin işveren kesimine getirnün yıkılmaz, dokunulmaz denen devmilyonlarca dolarl›k diği en önemli fırsatlardan biri, insanleri arasında bulunan Citi, Birleşik kontratlar›ndan ların iş kaygısı ile olağandan çok daha Arap Emirlikleri devlet fonuna ciddi vazgeçerek y›ll›k 1 düşük ücretlerle çalışmayı kabul etmeanlamda hisse satmak zorunda kaldı. leri oldu. Her şeyin başladığı yer olan Aynı şekilde Fortis, Çin'in en büyük dolarl›k sembolik ABD'de, krizin sorumluları olarak göikinci sigorta şirketi olan Ping An Inmaafllar almay› kabul rülen dev şirketlerin CEO’larının milsurance'a 2,7 milyar dolarlık bir hisse etmeleri san›r›m yonlarca dolarlık kontratlarından vazsatmakla işe başladı ve daha sonra Belgeçerek yıllık 1 dolarlık sembolik maçika ve Lüksemburg operasyonlarını krizin maafl aşlar almayı kabul etmeleri, krizin maBNP’ye satmaya kadar gitti. Başka bir piyasas›n› ne denli aş piyasasını ne denli etkilediğini gözsektörü ele almak gerekirse, dünya saler önüne seriyor. Bir önceki sene yıllık nayi üretiminin en önemli parçalarınetkiledi¤ini gözler 14,4 milyon dolar alan General Motors dan biri olan otomotiv sektörü de son önüne seriyor.” (GM) CEO'su Rick Wagoner, 21,7 milzamanlarda buna benzer satın almalaryon dolar alan Ford CEO'su Alan Mula gündeme sıkça geldi. lally, yaklaşık aynı rakamı alan Chrysler CEO'su Robert NarBir General Motors markası olan önemli Alman şirketi delli ve AIG CEO'su Edward Liddy bu kervana katılan üst Opel’in, Kanadalı yedek parça üreticisi Magna’ya devri dudüzey yöneticilerden sadece bazıları. Konu niteliksiz iş gü- rumu hala belirsizliğini korurken Arap fonları, Mercedes cüne geldiğinde ise tablo çok daha vahim olabiliyor. Önemli markasını da üreten Daimler şirketine %9,1 hissesine karşılık olan ücretten ziyade işin kendisi ve devamı haline geliyor. olarak yaklaşık 2,7 milyar dolar yatırdı. Bunlar kriz olmasa Örneğin, son günlerde satışı gündemde olan TARİŞ İplik ve akla gelmeyecek satın almalar olarak bize sıkıntılı ortamların, Dokuma Fabrikası’nın işçilerinin, işten çıkarılma tehlikesine elinde nakit tutan yatırımcılara nasıl kapılar açtığını gösterkarşı kısa çalışma ödeneğini 6 ay daha kabul etmesi bunun en mektedir. çarpıcı örneği. Bunun anlamı, işverenin ekonomik kriz koşulları altında işleri büyük ölçüde askıya alması ve bunun Ya Türkiye? Peki, dünyada bunlar olurken ülkemizde yatırımlar nasıl karşılığında da işsizlik sigortasından kısa çalışma ödeneği adıyla isçilerin çok az bir ücreti kabul etmesidir. Benzer şe- gidiyor, hangi şirketler yatırım yaptı, hangileri yapmayı plankilde ERDEMİR'in de 1400 işçinin maaşında %35 indirime lıyor? Ülkemizin, bu ortamda yatırım çekme yarışına katılırgitmesi, krizin işgücü maliyetlerinde yaptığı etkiyi örnekle- ken çok önemli bir avantajı varmış gibi görünüyor. O da daha yeni kurulan Başbakanlık Yatırım ve Destek mektedir. Ajansı’nın başında bulunan Alpaslan Korkmaz. Korkmaz, bu işe hiç de yabancı değil. Çünkü zaten kendisi, İsviçre’nin en Her fieyin Bafl› Güven çok yatırım çeken kantonlarından biri olan Neuchatel’in yatıKonuya farkl› bir aç›dan yaklaflacak olursak kriz rım ajansında direktörlük görevinde bulunmuş bir isim. Bu gibi birçok kiflinin, flirketin ve daha büyük ölçeksayede kendisi, kısa zamanda 11 dil konuşulan ve dünyadaki te de ülkelerin s›k›nt› çekti¤i dönemlerde yap›laağı çok kuvvetli bir ajans kurmayı başardı ve deyim yerindeycak olan yat›r›mlar, normal zamanlarda getirese dünyada yatırımcı avına çıktı. ceklerinden çok daha fazla ses getirmektedirBunun meyvelerini toplamaya krizde ara vereceği düşüler. Bu da kolay tesis edilen bir fley olmayan günülen ajans, kendinden beklenenden çok daha iyi bir perforven ortam› oluflturacakt›r. Bir flirkete duyulan mans ortaya koyarak birçok yatırımcıyı ülkemize çekmeyi bakurumsal güven ise, o flirketin sahip olabilece¤i şardı. Çin’in 3. büyük otomotiv üreticisi Dong Feng Motor birçok de¤erin üstünde bulunmaktad›r. Türki(DFM)’un 250 milyon dolarlık yatırım planı, demir çelik sekye’de bir Koç, Sabanc›; ABD’de bir Wal-Mart, törünün devlerinden Güney Koreli Pohang Iron and Steel General Electric (GE) olmak, o güvene sahip Company (POSCO)’nin Bursa’da yapacağı yatırım ve dünyaolabilmek birçok kuruluflun özendi¤i bir durumnın en büyük sulama teknolojisi şirketlerinden Jain’in Adadur. Bu güven ise baflka birçok flirketin aciz göna’da yapacağı yatırım son günlerde piyasaları heyecanlandırzüktü¤ü bir ortamda güçlü durarak etkin bir flemış bulunuyor. Renault’un yeni modeli Fluence’i ve elektrikle çalışan kilde kazan›labilir. hibrit modelleri Türkiye’de üretme kararı, buna benzer olarak Hyundai'nin yeni modeli i20'nin üretim üssü olarak Türkiye’yi seçmesi, Peugeot'nun da yeni üreteceği sedan tipi Dünya Beklemiyor Yatırım deyince akla gelen fabrikalar kurma, makineler araç yatırımı için en güçlü adayın Türkiye olduğunu belirtgetirme, istihdam yaratma gibi faaliyetler aslında kelimenin mesi yukarıda saydığımız örneklere eklenebileceklerden satam anlamını karşılamamaktadır. Bir markayı ya da hâlihazır- dece birkaçı. da kurulmuş olan bir şirketi, fabrikayı devralmak da bu kavÖnümüzdeki günlerde de bu tip yatırım açıklamalarının ramın içinde yer almaktadır. Günümüz krizi bunun da birçok devam edeceğini söyleyen Alpaslan Korkmaz, Türkiye’nin 32


dikten sonra memleketlerine yatırım yapan iş adamlarının bunu yapmaktaki nedeni, nasıl “vefa borcunu ödemek” ise, kriz dönemlerinde yatırımlarını en azından ertelememek de sermaye sahiplerinin, vefa borcunu ulusal anlamda ödeme şekli olabilmektedir. Ayrıca insanların işlerini kaybetmemek için birçok fedakârlık yaptıkları zor dönemlerde istihdam yaratmak ve iş kapıları açmak bu eylemin insani yanını kuvvetlendirmektedir. Bu konuyu daha iyi anlatabilmek için cumhuriyetimizin en önemli iş adamlarından biri olan Vehbi Koç’un bizzat kendi sözlerine başvurmak bizim için çok aydınlatıcı bir yol olacaktır. Koç, kendi kaleme aldığı “Hatıralarım, Görüşlerim, Öğütlerim” kitabında kendi yaşadığı kriz dönemlerinde yatırıma devam etmesini şöyle anlatıyor:

krizden dünyaya nazaran yatırım alanında daha az etkileneceğini her fırsatta dile getiriyor. Dünya devleri ülkemizde yatırımlarını açıklarken Türk şirketlerinin pasif kalması herhalde düşünülemezdi. Büyüklükleri, sözü edilen şirketlerin yatırımlarını geride bırakan birçok proje ülkemiz şirketleri tarafından yürütülüyor. Özellikle geçtiğimiz aylarda uygulamaya geçen 3G teknolojisi için sadece Turkcell’in 2,1 milyar TL yatırım yaptığı düşünülürse, yapılanların büyüklüğü anlaşılacaktır. Limak Holding’in 450 milyon doları aşan hidroelektrik santral (HES) yatırımı ve Sabancı’nın önümüzdeki 5 yıl için enerjiye yatırmayı planladığı yaklaşık 6 milyar dolar, diğer sektörlerde de bu konunun hız kesmediği anlamına gelmektedir.

"...Sanayici olarak

Yat›r›m›n Etik Yönü de “...özellikle 1973 – 1980 arasında rahat flartlar› Neymifl? durmadan tırmanan siyasal kriz devbeklemek, ülkenin Yaşadığımız kriz de göstermekteresinde de yatırımları durdurmadık. dir ki günümüzde sınırlar ortadan Sahip olduğum her şeyi bu memleketgelecekteki kalkmakta ve bir yerde ortaya çıkan ten almıştım ve kaderimiz memleket ekonomik sorun, özellikle finansal ve politik anbekasına bağlanmıştı. Politik ve ekolamda çok uzaklardaki başka yerleri nomik sıkıntılara bakıp gelecekten s›k›nt›lar›n› etkileyebilmektedir. Çok uluslu şirumutsuz olamazdık.” büsbütün ketler, onlarca farklı etnik kökenden art›rmaktan baflka gelen çalışanlarını aynı amaç uğrunda Aynı kitabında Koç, “Sanayici seferber ederken düşünülebilir ki orolarak rahat şartları beklemek, ülkebir fley olmazd›" tadan kalkan sınırlar, aynı zamanda ainin gelecekteki ekonomik sıkıntılarını Vehbi Koç diyet duygusunu da yok edecek. Ama büsbütün artırmaktan başka bir şey birçok düşünürün ulaştığı ortak bir soolmazdı” ifadeleriyle aslında bir iş nuç da bu kadar vahşi bir küreselleşadamının ülkesine nasıl borçlu durumme yaşadığımız çağımızda ulusal aidida olduğunu ve bu borcu ödemek için yetlerin, bu küreselleşmeden canı yananların sığındığı bir li- en iyi zamanın kriz zamanları olduğunu belirtmektedir. man olacağı fikridir. Çünkü kendi anayasasının ilk maddesi "Ülkem var oldukKonuya bu açıdan bakıldığında, ait oldukları ülkenin ve ça ben de varım" dır ve bu var olma, ekonomik anlamda antoplumun kalkınma serüvenine katkı sağlamak sermaye sa- cak zor zamanda ülkesine destek olmakla gerçekleşebilir. hiplerinin ve iş adamlarının sorumluluklarından biri haline Yani bu zor zamanlarda yatırımı rakamlarla ilişkilendirmek geliyor. Bu, pek de etiğe önem verilmeyen bir alan olan iş istemeyenler için oldukça yararlı olabilecek bu bakış açısı, dünyasında daha çok etik ve ahlaki bir problem olarak gözük- bizi şu sonuca götürüyor: se de uygulamada çok da yaygınlaşabiliyor. Büyüyüp güçlenBeklemeden yatıralım!

Kaynakça - Koç, Vehbi. “Hatıralarım Görüşlerim Öğütlerim İstanbul”. Vehbi Koç Vakfı, 1987. - Münir, Metin “Alpaslan Korkmaz: Yabancı Sermaye Rüzgârını Fırtınaya Çevirecek Olan Adam” http://www.milliyet.com.tr/2007/02/11/yazar/munir.html - “Adana'ya 20 milyon dolarlık 'sulama' yatırımı” http://www.ntvmsnbc.com/id/25004400/ - "Abu Dhabi fund invests in Daimler" http://news.bbc.co.uk/2/hi/business/7958567.stm - "Uluslararası yatırımcı yatırımlarını erteleme eğiliminde" http://www.haberx.com/Ekonomi-Haberleri/Mart-2009/Uluslararasi-yatirimci-yatirimlarini-erteleme-egiliminde.aspx - "Devlet fonları, 2008'de dolardaki düşüşü tersine çevirebilir" http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/7933854.asp - " Hükümetin yeni teşvik paketi" http://www.cnnturk.com/2009/ekonomi/genel/06/04/hukumetin.yeni.tesvik.paketi/529458.0/ - " Obama’dan CEO’lara maaş resti" http://www.tumgazeteler.com/?a=4638803

33


DOSYA

KR‹Z‹ FIRSATA ÇEV‹REN S‹H‹RL‹ DE⁄NEK: ‹LET‹fi‹M Kriz sözcü¤ü Çince’de “tehlike” ve “f›rsat” sembollerinin yan yana getirilmesiyle yaz›l›r. Kriz dönemi, ço¤u insan için büyük bir tehlikeyken, bu süreci iyi de¤erlendirenler için ise mükemmel bir f›rsatt›r. DUYGU OLGAÇ // duygu.olgac@buik.net

34


K

rizi fırsata dönüştürmek için izlenecek birçok strateji vardır. Tüketicinin hesaplı alışverişe yöneldiği bu dönemde markalar elit ürün imajından kaçınmalıdır. Firma krizden kötü etkilense bile bunu tüketiciye yansıtmamalıdır ve tüm olasılıkları göz önüne alarak her koşula uygun farklı stratejiler geliştirmelidir. En önemlisi de firma tasarruf yapmak adına tüketicinin gözü önünden ayrılmak yerine, tam tersine farklı pazarlama mecralarıyla tüketicinin yanında olmalıdır. Bütün bunları yapmak için ise firma, reklam ve sponsorluk yatırımlarına devam etmelidir. Birçok firmanın reklam ve sponsorluk yatırımlarını azalttığı kriz döneminde diğer firmalar seslerini daha çok duyurma şansını elde ederken aynı zamanda medya pazarındaki düşen fiyatlardan da yararlanma imkanını bulur. Ayrıca kriz zamanı, tüketici tasarruf yapmak için eğlence masraflarını kısar ve daha az masraflı, farklı aktivitelerle ilgilenmeye başlar. Gazete, dergi ve televizyon ile gündemi takip eder, sinema ve spor faaliyetlerini izlemeye başlar. Bu sayede aktivitelerin sponsorları, bilinirliklerini çok daha kolay arttırma şansını yakalar. Bu yüzden kriz zamanı, reklam ve sponsorluk yatırımlarını azaltanlar değil; tersine reklamı krizden az zararla çıkmanın anahtarı olarak kullananlar, daha yüksek pazar payı kazanırlar. 2001 ve 2009 krizlerini ayrı ayrı reklam ve sponsorluk yatırımları açısından değerlendirdiğimizde kriz zamanında iletişimin önemini daha açık ve net bir şekilde görebiliriz. 2001 Krizinde Reklam Ekip Kâr Biçenler 2001 krizi tam bir panik ortamı yarattı. Yakın geçmişte yaşanan bir ekonomik kriz olmadığından, çoğu insan ne yapacağını bilemedi. Tasarruf yapmak adına ilk akla gelen yollardan biri, giderleri kısmak oldu ve firmalar öncelikle reklam ve sponsorluk yatırımlarını azaltmakla başladılar. Hatta çoğu firma, reklam ve sponsorluk yatırımlarını tamamen kesti. Ancak bunların yanında, kendini panik ortamından sıyırıp iletişim faaliyetlerini kesintiye uğratmadan da krizi atlatabileceğini düşünen firmalar da oldu. Bu firmalar, 2001 kri-

zinden en az zararla çıkanlar sıralamasında yerlerini aldı. Peki, bu reklam ve sponsorluk yatırımlarını kesmeyen firmalar hangi yolları izlediler? 2001 resesyon döneminde şirketler, farklı reklam stratejileri ile tüketici karşısına geçme yolunu izledi. Kimisi reklam sloganıyla, kimisi tüketici gibi düşünen reklamlarla, kimisi hedef kitlesine hitap eden reklamlarla, kimisi ise değişik kampanyalarla ürünlerini tüketiciyle buluşturdu. Garanti Bankası, “Alsak alsak bedavaya ne alsak?” sloganıyla 2001 krizinde başarılı ilk 10 firma arasına girdi. Bazı şirketler, kriz ortamında tüketicilerde gelişen farklı bakış açılarından yararlanarak toplumun düşünce tarzına uygun, onların yanında olduklarını hissettirebildikleri reklamlar hazırladılar. Bu firmalardan Akbank güven, sadakat ve dostluk mesajları içeren reklamlarla, Coca-Cola aile bağlarının önemini vurgulayan reklamlarla, P&G ise Alo markası için her gün makine çalıştırmaktan kaçınan tüketiciyi hedef alan reklamlarla hedef kitlesi ile duygusal bağlar kurdu. Hedef kitlesini doğru belirleyip ona uygun reklam yapanlar arasında ise Dove ve Renault-Scenic vardı. Gima ve Petrol Ofisi ise farklı kampanyalar düzenleyerek kendilerini tüketici için cazip hale getirdiler.

Birçok firman›n reklam ve sponsorluk yat›r›mlar›n› azaltt›¤› kriz döneminde di¤er firmalar seslerini daha çok duyurma flans›n› elde ederken ayn› zamanda medya pazar›ndaki düflen fiyatlardan da yararlanma imkan›n› bulur. Firmaları tüketiciyle buluşturan sponsorluk faaliyetleri, marka bilinirliğindeki ve ürün satış miktarlarındaki artışlarda büyük bir rol oynar. 2001 krizinde ise durgunluk döneminden sıyrılmak için bazı markalar, sponsorluk ya35

tırımlarından vazgeçmeyerek krize rağmen hâlâ ayakta olduklarını herkese gösterdiler. Mercedes 2001 Basketbol Milli Takımı’na, Koç Alliance Marmaris Yat Festivali’ne sponsor olarak hem organizasyonların gerçekleşmesine katkıda bulundu hem de tüm dünyanın seyrettiği bu organizasyonlar sayesinde isimlerini duyurma şansını yakaladı. Bu firmalar, 2001 krizinde pazar paylarını iletişim politikaları sayesinde arttırdılar. Hatta sadece pazar paylarıyla kalmayıp aynı zamanda bilinirliklerini ve marka sağlamlıklarını da reklamları sayesinde arttırdılar. 2008’de de F›rsat Kap›y› Reklamla Çald› Peki, 2001 krizini bir şekilde atlatabilmiş şirketler, yaşananlardan ders çıkartıp 2008 krizinde daha mı tecrübeli davrandılar? 2009 yılında reklama yapılan yatırımlar ne derece değişti? 2009’da şirketler için iletişim ne kadar değer kazandı? 2008 yılının sonlarına doğru patlak veren ve 2009 yılında etkisini hâlâ devam ettiren bu kriz, 2001’den daha farklı bir krizdir. Çoğu şirket, bu krizden fazla zarar görmeden çıkma yolunda ilerlemekte. Tabi ki, krizi az zararla atlatmayı sağlayan faktörlerden birisi de reklam ve sponsorluk yatırımlarını azaltmamaktı. Bu da zaten 2001 krizi sonunda, herkesin çıkardığı ortak bir sonuçtu. Bilinen bu gerçeğe rağmen yatırımlarını azaltmak zorunda kalan firmalar oldu. Yapılan araştırmalara göre, 2009 yılında finans, mobilya ve inşaat sektörleri reklam yatırımlarını en çok azaltan sektörler iken; reklamlarını en çok arttıranlar ise sigorta, ticaret, bilgi teknolojileri, iletişim teknolojileri, yayıncılık ve gıda sektörleri oldu. 2001 krizinde yaşananlar ve reklam tarifelerinde uygulanan indirimler üreticiyi reklam yapmaya teşvik eden faktörler oldu. Bu dönemi özellikle küçük ve orta büyüklükteki işletmeler (KOBİ) iyi değerlendirdi. Şahin Sucukları, Atiker Sıralı Otogaz Sistemleri, Nazo Toz İçecekleri, Bioder, Bolulu Hasan Usta ve Zavoli krizden en kârlı çıkmaya aday kobiler arasına iletişim politikaları sayesinde girdi. Bu kobiler dışında tabi ki ünlü firmalar da resesyon döneminden faydalanarak reklam yatırımlarına devam ettiler. 2009 yılının ilk üç ayında en çok


televizyon reklamı yapan firma, Unilever oldu. Unilever, bu yıl reklamlarında Sana markasına ağırlık verdi. Unilever’in reklam ajansı Mindshare Medya Ajansı’na göre, Sana özellikle senenin ilk aylarında sektördeki sessizlikte konuşan markalardan biri olarak farklılaştı. Krize özel bir iletişim yapmadı, mevcut iletişimine devam etti. “Tereyağ Tadında” lansmanını sadece TV ile değil; destek mecralarıyla birlikte gerçekleştirdi. Hatta internet gibi ev kadınları için henüz gelişmekte olan bir mecrayı da medya planına katıp yenilikçi yaklaşımını göstererek yeni ürünü için 360 derece bir kampanya örmeyi başardı. Ramazan'ın gıda markaları için önemi gereği, TV'deki varlığını diğer mecralarla destekleyerek tüketiciyi sarmaladı. Sana, gelecek senelerde de pa-

zarlama stratejisinin bir parçası olarak olarak reklam yatırımına hedefleri doğrultusunda devam edecek. Bu yıl en çok reklam veren firmalar sıralamasında Unilever’i takip eden firma ise P&G oldu. P&G, Unilever’in aksine tek bir markasına değil; Ariel, İpana, Pantene ve Prima gibi birçok markanın reklamına ağırlık vererek tüketici karşısına geçti.

Türk sporunda, 2004’de çıkarılan “Sponsorluk Yasası”ndan sonra her yıl artış yaşanan sponsorluk yatırımları, 2009 yılında krizin etkisiyle düşüşe geçti. Turkcell Futbol Milli Takım Ana Sponsoru, LG Electronics Formula1 (F1) Sponsoru, Teknosa ise Milli Takımlar Teknoloji Sponsoru oldu. Spor dünyası dışında ise 2009 yılında Akbank 28. Uluslararası İstanbul Film

Yap›lan araflt›rmalara göre, 2009 y›l›nda finans, mobilya ve inflaat sektörleri reklam yat›r›mlar›n› en çok azaltan sektörler iken; reklamlar›n› en çok artt›ranlar ise sigorta, ticaret, bilgi teknolojileri, iletiflim teknolojileri, yay›nc›l›k ve g›da sektörleri oldu. 36


Tasarruf yapmak ad›na ilk akla gelen yollardan biri, giderleri k›smak oldu ve firmalar öncelikle reklam ve sponsorluk yat›r›mlar›n› azaltmakla bafllad›lar. Festivali’yle, Koç Holding ise 11. Uluslararası İstanbul Bienali ile karşımıza çıktı. Örneklerden de anlaşıldığı gibi ekonomik krizlerde, firmaların ayakta kalabilmelerinde pazarlama mecralarının rolü inkar edilemeyecek derecede büyüktür. Reklam, her dönemde satış için önemlidir. Bu önem kriz dönemlerinde daha da ön plana çıkar. Eskiden

KR‹ZDE REKLAMA DEVAM CEYLAN TÜRKMEN TBWA-‹STANBUL AJANS BAfiKAN YARDIMCISI

“TBWA/ISTANBUL olarak hizmet verdi¤imiz markalar›n büyük bölümü krizde reklam› tamamen kesme, durdurma yoluna gitmeyip, geçen y›la nazaran daha k›s›tl› imkanlarla da olsa, markalar›na yat›r›m yapmaya devam etti. Özellikle telekomünikasyon ve finans sektörlerinin reklamlar›na devam etmesi, bu iki sektörün dünyada yaflanm›fl olan ekonomik krize ra¤men bize sa¤lam temeller ve güçlü ifl planlar› ile çal›flmakta oldu¤unu göstermifltir. Genel bir de¤erlendirme yapt›¤›m›zda, kriz ortam›ndan geçmekte olmam›za ra¤men kârl›l›klar›nda önemli düflüfller yaflamayan sektörlerin, reklam harcamalar›nda da öne ç›kt›¤›n› söyleyebiliriz.”

üreticilerin çoğu, krizde tasarruf yapmak adına ilk önce reklam giderlerini kesse de geçmiş krizlerden çıkarılan derslerin sonucunda artık çoğu firma, krizde asıl kâr getirenin reklam

Kaynakça - “Kriz Döneminde 587 Marka Reklamı Tamamen Kesti.” http://www.tumgazeteler.com - “Kriz, Reklam ve Duygu.” http://www.slideshare.net - “Krizde Reklama Sarılan Kazanıyor.” http://www.tumgazeteler.com - “Başarı Hikayeleri.” http://www.iaatram.com - “Kriz İçin Doğru Pazarlama Stratejisi.” http://muratsonmez.wordpress.com - “Kurumlar neden sponsor olmalı.” http://www.egitisim-blog.com

yatırımları olduğunu fark etti. Atlatılan her kriz bir diğerine ders olduğundan ilerde yaşanacak olası krizlerde üreticilerin daha tecrübeli davranacağına hiç şüphe yok.


DOSYA

KR‹Z‹ M‹LAT, GELECE⁄‹ AYDINLIK GÖRENLER Amerika’da mortgage kriziyle bafllayan ve sonras›nda finans ve istihdam krizine dönüflen süreçte dünyada ve Türkiye’de kimler kazand›, kimler kaybetti, hangi yeni at›l›mlar oldu, yak›n tarihte kimler krizin küllerinden do¤du? FUNDA KOCAARSLAN // funda.kocaarslan@buik.net

M

ortgage yoluyla emlak edinmeyi umarak bankalara koşan tüketiciler, borçlarını ödeyemediler ve hacizler kapıya dayandı. Akabinde emlak satışları azaldı. Bunun yanında petrol ve gıda fiyatları dudak uçuklatan seviyelere yükseldi. Dünyayı krizden daha çok etkileyen kriz korkusu ise insanları kemerleri sıkma politikasına yöneltti. Daha az tüketim daha az üretime, dolayısıyla ekonomide küçülmeye ve istihdamda daralmaya yol açtı; işsizler ordusuna yenileri katıldı.

Bu tür zincirleme olaylar tüketiciye, bankalara ve şirketlere derin darbeler vurdu. Devlerin bir kısmı piyasalardan silinirken bir kısmı da krizi lehine çevirmeyi başardı. Krizin kaymağını yiyenlerin başında, borsadaki düşüşlerden yararlanan yatırımcılar, zorda kalan tüketicilerin haklarını korumaya çalışan hukuk büroları, hacizle gelen malların alım-satımını yapan şirketler, IT (bilişim teknolojileri) firmaları, psikolojik danışmanlık merkezleri, kozmetik firmaları ve hatta eskici dükkânları yer aldı. 38


Enformasyon teknolojileri flirketlerin her derine deva oluyor...

Küçülen Gölde Büyük Bal›k Avlamak Ihop Corperation (1958), Sports Illustrated (1958), The Jim Acaba General Electrics, Burger King, Microsoft, CNN Henson Company (1958), Trader Joe’s (1958), Federal Exve daha birçok dünya devinin doğuşu hakkında ne biliyoruz? press (1973), Lexis Nexis (1973) ve MTV Networks (1981) Bunlar için kriz avcıları demek yanlış olmaz herhalde. İster de küresel kriz zamanlarında ortaya çıkmış ve günümüzde petrol isterse finans kaynaklı olsun, ABD’de ne zaman eko- Amerika’da ve dünya çapında devleşmiş diğer şirketlerden. nomik sıkıntılar yaşansa bu sıkıntıları fırsat bilen şirketler teTürkiye’de bugün global verilere paralel bir ortam tenefmellerini sağlamlaştırmış. Hatta birçok şirket temellerini bu füs edilirken şaşırtıcı veriler de karşımıza çıkmıyor değil. fırsatların üzerine atmış. Kârlılığı sürdürmekten vazgeçip krizi Thomas Edison, 1876’da General çok kan kaybetmeden atlatmak isteyen Electrics’i (GE) kurduğunda ABD 6 yılşirketlerin yanında, kârını katlayarak arlık durgunluğun kıskacındaydı; GE butıran şirketler göze çarpıyor. TAV Grubu gün, dünyanın teknoloji üreten devle(Tepe Akfen) bunun güzel örneklerinrinden biri. Hewlett-Packard (HP) den biri. Dünyadaki diğer hava yolu şir1939’da, yani Büyük Buhran (Great ketleri birleşme veya kapanma yoluna Depression) yıllarında, Hewlett ve Pacgiderken Türk firmaları sayılarını artırıkard adlı iki girişimci tarafından kurulyor, filolarına yeni uçaklar ekliyor ve du; bugün ise 100 milyar dolar cirosu dünyadaki diğer hava yolu şirketlerinin ile bir dünya devi. Hyatt Corporation da aksine kârlarını artırıyor. Tailwind sekABD’nin 2 yıl süren durgunluğunda töre yeni katılan hava yolu firmaların1957’de kuruldu; bugün 25 ülkedeki dan. Sky Air, Atlasjet, Sunexpress ve 365 oteliyle hizmet sunuyor. 1954’te Türk Hava Yolları (THY) ise cirolarını kurulan Burger King, 1957’deki durartıran şirketlerden oldu. Dünyayı dargunluğu “Whopper Menü”yü çıkararak boğaza sürükleyen böyle bir kriz ortaaştı; bugün ise 11 bin fast food restoramında Türk sivil hava yolu taşımacılığını ile 65 ülkede sektörünün öncülerinnın büyüme kaydetmesi, sevindirici geden. Tarih 1973’ü gösterdiğinde petrol lişmelerden biri. Diğer sektörlerden Krizde de Türk hava yolu krizi patlak verdi. Fedex de petrol kriSelçuk Ecza Deposu, Doğuş Holding, tafl›mac›l›¤›n›n istikbali göklerde... zinde doğan bir kargo devi; bugün günDoğan Grubu cirolarını büyütürken öte de yaklaşık 7,5 milyon paket taşıyor. Devam eden süreçte yandan Türk Telekom, Koç, Sabancı gibi devler ise büyüme 1975’te bir yazılım devi doğuyor: Microsoft. 1980’e gelindi- hedeflerini koruma adına kârlılıktan ödün verdi. ğinde ABD’de yine bir ekonomik durgunluk söz konusuyken Türk devlerinin istihdam karnelerine bakıldığında çoğu küçük bir kanal olarak yayın hayatına başlayan CNN, bugün grubun sınıfta kaldığı söylenebilir. Koç, Sabancı, Yaşar, Endünya çapında takip edilen bir haber kanalı haline geliyor. ka, Yüksel Holding ve Türk Telekom gibi şirketlerde işten 39


çıkarmalar gözlenirken TAV, Yıldız, Anadolu, Doğuş, Çukurova gibi holdinglerde ise istihdamda büyüme kaydedildi. Türkiye’nin büyük şirketlerinin 2009 hedeflerinin, bulanık kriz ortamında temkinli olduğu söylenebilir. Bu yıl kimisi kâr ve büyüme hedeflerken kimisi maliyeyi güçlü tutmayı planladı, kimisi de yatırımlara öncelik verdi. Bu yıl kriz kaynaklı daralmalar yaşayan ve bu sebeple üzerinde yoğunlaşılması hedeflenen sektörler; otomotiv, finans, enerji, bankacılık, dayanıklı tüketim, inşaat, mobilya, perakende ve hizmet sektörleri oldu. İnternet sektöründe geçtiğimiz yıl Türkiye pazarında daralmalar yaşanmıştı. Koçnet, e-kolay, Ixir, TurkNet gibi büyük bütçeli projeler batmıştı. Burada sorun, şirketlerin inovasyona ve teknolojiye önem vermesi gerekirken hızlı büyümeye ve çabuk kâra geçmeye hipnotize olmasında aranabilir. Google’ın kriz süresince sağlam projelere ve gelişime verdiği önem, diğer firmaların kriz sürecinde kendilerine örnek almaları gereken bir stratejiydi. 2010 içinse umut vadeden tahminler yürütülüyor. 10 milyar dolar e-ticaret pazarı, 250 milyon dolar online reklam pazarı ve yabancı yatırımcıların gelişmeye açık Türkiye pazarını keşfetmesi bekleniyor.

‹ster petrol isterse finans kaynakl› olsun, ABD’de ne zaman ekonomik s›k›nt›lar yaflansa bu s›k›nt›lar› f›rsat bilen flirketler temellerini sa¤lamlaflt›rm›fl. Hatta birçok flirket temellerini bu f›rsatlar›n üzerine atm›fl.

parçası kılacaktır. IT demişken Netron Technology’ye de bir göz atmak gerekiyor. Acaba IT devlerinden Netron, kriz zamanı neler yapmış? İlk olarak düşük fiyatlarla yüksek kalitede sınırsız eğitim vermeyi hedeflemiş. Bu noktada, bilişimin albenisini keşfeden gençlerin ihtiyaçlarına cevap olmuş. Her yerde olduğu gibi Netron’da da fiyat ve ödeme şekillerinde değişikliklere gidilmiş ama kaliteden ödün verilmemiş; her zamanki gibi gelişmeye devam edilmiş. Danışmanlık hizmetlerine ara verilmemiş; hatta “iş garantili eğitim” projesine de önayak olunmuş. Aralarında Boğaziçi, Fatih gibi üniversitelerin olduğu çeşitli üniversitelerde öğrencilerle buluşularak IT ile ilgili çeşitli konularda eğitim seminerleri verilmiş. TürkiKimileri de ye’de sağlam bir eğitmen toplu ifle ve danışman kadrosuna saal›mlara imza hip olan Netron, Microsoft att›... tarafından da dünyada ilk 3 teknik eğitim merkezi arasında gösteriliyor. Buradan da anlaşılıyor ki Netron, eğitimi daima önemsiyor ve eğitimin krizde iyi bir yatırım olduğunu düşünüyor. Kriz döneminde Netron’un öncelik verdiği diğer alanlar da kurumsal yapılanma ve yayılma. Yayılımcı politikası gereği 2008’de New York’ta yeni şubesini açan Netron, Türkiye’de de yatırım konusunda hız kesmemiş. Özellikle İstanbul’da açtığı yeni şubelerle hizmet alanını artırmış. Başarı her zaman elde edilir; ama "Türkiye krizdeyken bile adını duyurmayı başaran kimler var?” diye sorsak...

Cazibeli IT Dünyas› İncelenmeye değer bir diğer sektör ise bilişim sektörü (IT). Buhranlı dönemleri kolaylıkla atlatan ve 2008’de katettiği gelişmeyi bu yıl da sürdüren bilişim sektörü, krizden en az etkilenen alanlardan biri olması özelliğiyle dikkat çekti. Kriz zamanı, şirketlerin iş ortaklarına ve çalışanlarına daha verimli ve daha az maliyetli yollardan ulaşması ve de teknoloji ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için bilişim teknolojileri, şirketlerin ağırlıklı olarak yöneldiği alanlardan biri oldu. Sektörün krizin ağır darbelerinden uzak kalmasında rekabet gücünü yitirmemesi, Ar-Ge çalışmalarına önem vermesi, inovasyona açık olması, şirketlerin maliyetlerini düşürmede ve verimliliğini artırmada aranan çözüm olması etkili oldu; ancak sektörün geliştirilmesi gereken, yeniliğe açık yönleri olduğu da bir gerçek. Donanım ağırlıklı sektörde katma değerli yazılıma ve katma değerli hizmete de gerekli önemin verilmesi, gelecekte bu sektörü şirketlerin kriz zamanı başvurduğu bir trend olmaktan çıkartıp sektörel yapılarının önemli bir

Teknoloji Sat›p Baflar› Almak Bimeks, 1990’da kurulmuş ve teknoloji perakendeciliği yapan bir şirket. 2001 krizine kadar 5 mağaza açmışken bu süre zarfında sektöre yenilerin girmesi ve ardından gelen kriz sebebiyle hızlı temposuna biraz ara vermiş. Ancak, sektörde tutunamayan şirketler piyasadan birer birer silinirken Bimeks, sektörünün geleceğinin parlak olduğuna olan inancını kaybetmemiş. Gerek personelini eğiterek gerek yarattığı deneyimli kadroyu uzun yıllar koruyarak gerekse mağazalaşma sürecini hızlandırarak yoluna devam etmiş ve sektörde son on yılda en hızlı büyüyen şirket olma özelliğini elde etmiş. Bilişim teknolojilerinde dev bir adım olan notebook, PC (kişisel bilgisayar)’nin yerini alırken Bimeks de mağazalarında bu değişimi takip ederek sektörde yerini sağlamlaştırmış. 40


2007’de ilk teknoportu açmış. Bida yerini alacak ve tüketicilerin meks’in tek katta büyük teknoloji beğenisine sunulacak. mağazası konseptini taşıyan tekGelelim başka bir örneğe… noportlardan bugün 2 tane var ve Türkiye’nin genelinde ve iç piyatoplamda 26 mağazaya ulaşılmış. salarda dünyadakine benzer bir 13 ildeki varlığıyla Bimeks, Türkifinansal ve ekonomik durum söz ye’nin teknoloji perakendeciliği konusuyken Boyner Holding çok alanında ikinci yaygın zinciri. büyük bir atılım yaptı. Kredi partı 2008’i 210 milyon dolar ciro ile piyasasını büyütecek, hem tüketikapamış. Bu yıl açıklanan hedefleBal›kl› kredi kart› Fish, ciye hem de proje ortaklarına yarin arasında ise teknoportların sapiyasaya yeni bir soluk oldu... rar sağlayacak olan Fish’i Eylül yısını artırmak, Doğu ve Güneydo2008’de piyasaya sunarak Boyğu Anadolu’ya açılmak ve artması ner, bankacılık ve mağazacılık birlikteplanlanan mağaza sayısıyla büyüme liğinde yeni bir döneme “Merhaba” Kârl›l›¤› seyrini korumak var. dedi. Burada amaç; pazarda hareketlisürdürmekten Kültür perakendeciliği denince akliği artırmak, tüketiciye bir kredi karvazgeçip krizi çok la ilk gelen isim, D&R da 130 milyon tıyla daha önce sunulmamış fırsatları dolarlık cirosu ile pazarın dörtte birine sunmak, Boyner’in yıllık cirosunu bükan kaybetmeden sahip olunca sektöründe birinciliğe yütmek ve Akbank’ın yenilikçi bankaatlatmak isteyen yerleşti. Krizin sektörü daraltmasına cılık anlayışına uygun bir uygulamaya rağmen D&R’ın %14’lük büyümesinyer vererek sektörde öncülerden olma flirketlerin yan›nda, de pazardaki güncel eğilimleri iyi beözelliğini korumaktı. kâr›n› katlayarak lirlemesi, geniş metrekarelerde değişik Görünüşe bakılırsa proje, hayata art›ran flirketler konseptlere yer vermesi, mağazalarının geçirildiğinden bu yana başarıyla sürmetrekaresini artırması, müşteriye ve dürülmüş. Fish, krizle boğuşan tüketigöze çarp›yor. daimi müşteriye özel kampanyalar düciye yeni bir soluk olmuş adeta. zenlemesi, yetişkin ve çocuk müşterilere yönelik özel kart uygulamasına geçmesi, ürün çeşidini Kriz, hem zenginin hem de artırması, internetten satış gibi hizmetlerini geliştirmesi ve zü¤ürdün çenesini yordu Sizce neden? Boyner mağazalarından alışverişlerini Teknosa ve Mars Sinemaları gibi farklı sektörlerden ortaklar ile işbirliğini sürdürüp geliştirmesi etkili oldu. Dönemin Fish ile yapanlar memnun ayrılıyor; çünkü Fish, müşterileşartlarını en iyi şekilde değerlendiren şirket, krizi evinde at- rine başka kredi kartlarının sağladığı taksit, mil, puan, ödül latmak isteyen müşterinin yöneldiği mecra oldu ve DVD sa- gibi avantajların yanı sıra, inanılmaz fırsatlar sunuyor. Fish, tışlarını artırdı. Sırasıyla en çok kitap, DVD, müzik CD’si, tüketicinin kullanımına sunulduğu tarih itibariyle tam bir oyun CD’si, dijital kitap ve elektronik ürün satışı yapan kriz bebeği. Kriz zamanı piyasayı canlandırmak ve üretimD&R, sektöründe öncülüğünü krizde de koruyor. tüketim döngüsüne bir halka daha eklemek için Fish, çekilişler düzenliyor; günlük, haftalık, aylık ve yıllık hediyeler Tatl› Yiyelim Kâr Konuflal›m dağıtıyor. Bedava alışverişlerden tutun da seyahatlere, evlere, araBaşka bir büyüme haberi de gıda sektöründen geliyor. Yıldız Holding’in Nisan 2008’de 850 milyon dolara biraz balara varan fırsatlar Fish sahibi olan herkese sunuluyor. Bu da borçlanarak ABD markası Campbell’den aldığı Godiva, şansı elde etmek için sadece 10 TL tutarında alışveriş yapsatın alınışından bu yana %6,5’lik büyüme gerçekleştirdi. mak yeterli. Basic, Platinum ve Black olmak üzere 3 çeşit Kriz öncesi alınan dünyaca ünlü çikolata markasını başlı ba- Fish Card piyasaya sürülmüş ki kartın çeşidine göre daha şına bir marka yapma yolunda, Ülker Grubu ve Yıldız Hol- çok fırsattan yaralanılabilinsin. Elbette ki Fish’in bir kredi kartı olduğunu unutmamak ding çeşitli yollara başvurdu. Şirketi baştan aşağı yeniden yapılandırmak, teknoloji gerek; ancak özellikleri bakımından dünyada bir ilk olması ağırlıklı yatırımlar yapmak, bünyesinde bağımsız üyelerin de ve Boyner’in girişimci ruhunun Türkiye’nin kredi kartı piyer aldığı uluslararası bir yönetim kurulu oluşturmak, orga- yasasına ve hacmine kattığı değer sektörel açıdan örnek alınnizasyonel planlama ve kalifiye eleman alımı Godiva’nın ci- ması gereken bir girişim. Önümüzdeki örneklerden çıkararosunu 470 milyon dolardan 500 milyon dolara çıkarmaya cağımız ana fikir ise aşikâr. Kriz zenginin de züğürdün de yetti. Godiva ABD’de en bilinen üçüncü, Japonya’da ise bi- çenesini yoradursun, şirketler ve sektörler krizin ağır şartlarinci çikolata markası. Hedef, Çin pazarına girmek ve Rus- rına rağmen kimi zaman tökezleyerek kimi zaman ise koşaya’da büyümek. Türkiye’de ise Godiva, kriz sonrası raflar- rak yollarına kararlılıkla devam ediyor. Kaynakça - Ekonomik Krizden Faydalanan Sektörler. http://www.porttakal.com/haber-ekonomik-krizden-faydalanan-sektorler-621.html - Krizden doğan devler. http://www.tumgazeteler.com/?a=4579834 - Bilişim Çözümleri Şirketlerin Tasarruf Etmelerini Sağlıyor. http://www.onedergi.com/one/index.php/-duenyas-business-life-/30-buelent-tekmen-netron-genel-mueduerue - Devlerin Kriz Karnesi http://www.capital.com.tr/haber.aspx?HBR_KOD=5412 - Akbank ve Boyner'den Yeni Kredi Kartı Fish http://www.porttakal.com/haber-akbank-ve-boyner-den-yeni-kredi-karti-fish-114708.html

41


DOSYA

fiirketler krizden nas›l ç›kabilir Toyotasa deneyimi

K

rizlerle yaşamayı ve onların üstesinden gelmeyi öğrenmemiz gerekiyor, zira ekonomik krizler belli aralıklarla ve değişik nedenlerle karşımıza çıkabiliyor. İçinde bulunulan sektöre, sektördeki konumuna ve şirketin fonksiyonuna (üretici, dağıtıcı, satıcı) göre kriz karşısında uygulanabilecek stratejiler farklılaşabilir. Örneğin, 2002 yılında Stratejiden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptığım Temsa üretici bir kimliğe de sahipti. Temsa’yı çok yıpratan 2001 krizinden çıkarmak için “yeni pazar, yeni ürün ve yeni stratejik ortak” arayışına önem verdik ve bu stratejinin başarıyla gerçekleşmesi sonunda Temsa’nın krizden büyüyerek çıkmasını ve Avrupa otobüs pazarında önemli bir oyuncu haline gelmesini sağladık. 2008’in son çeyreğine girilirken Türkiye’de şiddetle hissettiğimiz global ekonomik kriz ise her zaman olduğu gibi otomotiv sektörünü öncelikle etkiledi. Türkiye otomobil pazarı, normalde yüksek satış sezonu olan kasım - aralık aylarında bir önceki yıla göre %60 kadar daralma gösterdi. Otomotiv sektöründe bu seviyede büyük pazar dalgalanmaları firmaları çok zor durumlarda bırakabilir; zira otomotiv uzun vadeli planlamalar gerektiren ve pazarın iyi tahmin edilerek aylar hatta bazı firmaların yapılarına göre bir yılı bulan süreler öncesinde sipariş ve ikmal planlamalarının yapıldığı bir sektördür. Doğal olarak 2008 Ekim ayına girildikten sonra hemen tüm otomotiv firmaları, yüksek stoklar ve/veya gelecek siparişlerle yakalandılar. Satışların aniden kesilmesi, dağıtıcı(distribütör) firmalar ve onların beslediği yetkili satıcı ağları için hem artan işletme sermayesi yüküyle mali hem de artan stok alanı ihtiyacıyla lojistik sorunlar yarattı. Bunun üzerine bir de 2009 bahar aylarına kadar devam eden yüksek devalüasyonu

da eklersek özellikle stok finansmanın yanı sıra kârlılıkların da büyük baskı altına girdiği ve bu dönemde hemen tüm firmaların zarar yazmaya başladıklarını da unutmamamız gerekir. Düşen talep, düşen fiyatlar, artan maliyetler, artan stoklar, kredi vermekte titiz davranan bankalar ve yükselen kredi maliyetleri. İşte tam bir kriz tablosu. Bu tablo içinde Toyotasa da bütün bu faktörlerden nasibini alarak kötü bir şekilde etkilendi. Ekim itibariyle stoklarımız az bir miktar yüksek olmasına rağmen esas stok yükü, daha sonraki aylarda üretilerek gelecek siparişlerde yoğunlaşmıştı. Kriz tablosuna karşın uzun vadeli senaryolarla planlama yapan Toyota, 2009 için o güne kadar gerçekleşmemiş rekor sayıda yeni ürün lansmanı yapma kararı almış ve hazırlıklar buna göre yapılmıştı. İçinde bulunduğumuz şartlara rağmen, henüz daha üretilmemiş siparişleri bile ana firmayla olan dayanışma ilkesi nedeniyle iptal edemiyorduk. Tipik bir dağıtıcı firma yapılanmasında dört tip esas paydaş bulunur: ana tedarikçi firma, hissedarlar, çalışanlar ve en önemlisi yetkili satıcılar. Bu paydaşların hepsi krizden bir şekilde etkilenirler; ama farklı ölçekte ve farklı fazlarla. Krizin getirdiği ve krizi devam ettiren unsurların başında “belirsizlik” ve bunun getirdiği korku yanı sıra “motivasyonsuzluk” getirir. Dolayısıyla, krize dayanmak ve bitişinde sağlam çıkmak için krizi ve onun olası etkilerini “kontrol” altına almak gerekir. Bunun için de “iyi planlama” ve “açık iletişim” ile krizin belirsizlik değil; belirlenmiş bir rotada devam edilerek atlatılacağı; ama temkinle hazırlanmış bu yol haritasında yaşanacak sıkıntıların da önceden tarif edilmesi ve “zihinsel ve moral” olarak krize hazırlıklı olmak çok önemlidir. Tabii ki krizin gelecekte getirmesi olası etkilerini ve bunların kontrol altında olduğunu ikna edici bir şekilde paydaşlara 42


iletmek için “denenmiş ve güvenilir bir liderliğe” ve yanı sıra aynı inançla “kontrol planını uygulayacak takım arkadaşlarına” ihtiyaç vardır. Puslu havada birçok insan yolun kenarına çekilip beklemeyi yeğler. Kriz belirsizliğini aşmak için bir “Kutup Yıldızı”nı yani hedefi ve oraya ulaştıracak rotayı belirlemeniz ve bunu tüm paydaşlara açıklıkla iletmeniz, belirsizlik nedeniyle oluşabilecek gerilim ve motivasyon eksikliğini giderecektir. Toyotasa’da biz aynen bunu yaptık. Çok detaylı bir kriz bütçesi yaptık, gelir ve giderlerimizi operasyon kârlılığını optimize edecek şekilde planladık. Krizlerde klişe haline gelmiş tasarruf konusunu tepeden inme değil; çalışanların tasarruf kavramını içselleştirerek belli bir “zihinsel mod”a girmeleri için onların önerilerine sunduk ve böylece uygulanan maliyet azaltıcı aksiyonların kolay kabul edilmesini ve etkinlikle uygulanmasını sağladık. Bu bütçemizi tüm çalışanlarımızla ve yetkili satıcılarımızla paylaştık. Yüksek stoklarımızın nasıl uzun bir zaman içinde kârlı olarak eritileceğini izah ettik. Pazarlama giderleri içinde stratejik önemi olan uzun soluklu ve odaklı iletişim harcamalarımızı frekansı kısmadan devam ettirdik; ama tabii ki tedarikçilerden gerekli indirimleri de aldık. Taktik bazlı giderlerimizi ise minimize ettik. Gelirlerimizi artırmak için de satış sonrası hizmet ve ürünlerimize önem verdik, potansiyel müşterilerimizin ziyaret frekansını artıracak programlar uyguladık ve başarılı olduk. En önemli konu ise krizde sahip olduğunuz varlıkların ve değerlerin aşınmadan, eksilmeden korunması. Bu nedenle, şirket vizyon ve değerlerimize daha çok sarılmamız gerektiğini her fırsatta dile getirdik. Vizyonumuzun odağına koyduğum “Müşteri Memnuniyeti”ni, bu alandaki liderliğimize bu yıl içinde rekor seviyelere ulaştırdık. Yetkili satıcılarımıza zor-

da kalmadıkça krizin etkilerini hissettirmemeye, bu etkileri onlarla paylaşmamaya gayret gösterdik. Onların krizi sağlam atlatacağımıza dair inanç ve motivasyonlarını pekiştirdik. Kendi içimizde kontrol altına almaya çalıştığımız kriz etkilerinin yanı sıra, bu etkilerin sektör genelinde asgariye indirilmesi için benim de Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptığım, Otomotiv Distribütörleri Derneği önderliğinde tüm sektör dernekleri ve paydaşlarıyla hükümet ve ilgili merciler nezdinde bilgilendirici ve yönlendirici çalışmalar yaptık. Bunların sonunda bildiğiniz gibi altı buçuk ay süren bir ÖTV indirim desteği sağlanarak düşen talep canlandı ve otomobil pazarı bu süre sonunda yılbaşındaki kötü beklentilerin aksine geçen yıldan daha iyi sonuçlar elde etti. Toyotasa olarak ÖTV indiriminden özellikle ilk dönemde en çok faydalanan firmalardan biri olduk. Bunu ben, yıllardır süren çalışmalarımız sonunda markamızın müşterilerin gönüllerinde yatan marka konumuna yükseldiği için böyle bir fırsat döneminde ilk tercihlerini bizden yana yaptıkları şeklinde yorumluyorum. Stoklarımızı planladığımızdan çok daha erken bitirdik, yeni sipariş verme girişimlerimiz ana firmanın uzun vadeli planlama anlayışı nedeniyle kısa vadeli esneklik gösterememesi nedeniyle sınırlı kaldı; ama tüm olanaklarımızı kullanarak planladığımızdan daha fazla satış gerçekleştirdik. Başarılı sonuçlar mali tablolarımza da olumlu olarak yansıdı ve planladığımız operasyon kârlılığını aşarak gerçekleştirdik. ÖTV desteğinin faydası tabii ki oldu; ama şunu unutmayalım ki eğer bu destek olmasaydı da biz krizi kontrollü bir şekilde atlatmaya hazırdık.

‹brahim Orhon Toyotasa Eski CEO’su 43


Gelin, Türkiye’yi Krizden Güçlü Ç›karal›m ‹zzet Karaca Başkan Yardımcısı Asya, Afrika, Orta ve Doğu Avrupa CEO, Unilever Türkiye

E

■ Ürün

n büyük ekonomiye sahip Amerika’da başlayan “kredi krizi”, küreselleşen dünyamızda hızla tüm dünyaya yayıldı. Köklü birçok banka ve finans kuruluşları iflas ederken dünya ekonomileri önemli oranda küçüldü. Krizler aslında yanlış giden bir şeylerin “düzeltilmesi”dir. 1994 ve 2001’de Türkiye’de yaşadıklarımız birçok sağlam olmayan banka ve bankerin iflasıyla sonuçlanmış; çok yüksek, şişirilmiş gayrimenkul fiyatları düzeltilmiş; alınan sert önlemlerle bankacılık sektörümüz sağlamlaştırılmıştı. 2008-2009 krizinde de birçok makro ekonomik “düzeltme” yaşanmıştır: dünyada spekülasyonla tavan yapan petrol ve hammadde fiyatları dip yaparken Türkiye’mizde düşük seyreden kurlar artmış, dış ticaret açığı ve döviz ihtiyacı azalmıştır. 2001 de alınan önlemler sayesinde finans sektörümüz küresel krizden fazla etkilenmez iken, maalesef başta gayrimenkul, otomotiv ve beyaz eşya olmak üzere reel sektörde önemli küçülmeler meydana gelmiştir. Hızlı tüketim malları sektörü, krizden etkilense de bu daha çok büyümenin bir miktar azalması şeklinde kendisini göstermiştir. Unilever, içinde bulunduğu kategorilerin %85’inde liderdir ve pazarı küçültmeme sorumluluğu ile hareket ederek başarılı olmuştur. Türkiye’nin krizi daha çabuk atlatması adına hepimize önemli roller düşmektedir. Alınacak önlemler, Türkiye’nin küresel piyasalardaki rekabetçi durumunu daha da attıracaktır. ■ Dış para ile ilgisi olmayan alışverişte yabancı para kullanımına son verilmelidir. Örneğin, gayrimenkulde dolarla alım satımın mantıklı bir izahı yoktur. Yabancı para birimiyle çalışmak yabancı para ihtiyacını arttırmaktadır. ■ Yüksek kurlarla cazibesini kaybetmeye başlayan ithal alımlarımızı bir kez daha gözden geçirip yerli hammadde ve ara malı arayışını hızlandırmalıyız. ■ Bitmiş ürün ithalatının yerli üretilme alternatifine daha yapıcı ve yaratıcı gözle bakmalıyız. ■ Yeni kurlarla daha rekabetçi olmaya başladığımız küresel pazarlarda ihracat şansını zorlamalıyız. ■ Türkiye’yi yönetim, ihracat ve Ar-Ge üssü yapmalıyız.

fiyatlarını, her türlü maliyet artışına rağmen dayanabilecek en düşük seviyelerde tutmalı, meydana gelecek kâr kaybını en az seviyeye indirmek için ciddi tasarruf tedbirlerine gitmeliyiz. Tasarruf tedbirlerini alırken personel azaltılmaması konusuna gereken hassasiyet gösterilmelidir. ■ Birim kullanım başına tüketici harcamasını en az seviyeye indirmeli, tüketicimizin durumunu dikkate alarak adım atmalıyız. Bu doğrultuda hem daha büyük hem de daha küçük boylarda ürün sayımızı arttırmalıyız. Unilever, Türkiye’nin krizlerden en az düzeyde etkilenmesi için yıllardır büyük çaba sarf etmektedir. ■ Dolar bazında çalışan medya dünyasında para biriminin TL’ye çevrilmesinde öncülük ettik. ■ 2009’da zam yapmamaya özen gösterdik ve de göstereceğiz. Birçok üründe fiyat düştük. ■ Personel azaltılmasına gitmeden ve de marka yatırımlarını azaltmadan önemli tasarrufları gerçekleştirdik. ■ Portföyümüzü “herkese her keseye” anlayışıyla zenginleştirdik, lansmanları gözden geçirdik. ■ Türkiye talebimizin %95’inden fazlasını Türkiye’deki 7 fabrikamızda üretmekteyiz. Bunun dışında, hammadde ve paketleme malzemelerini ve de ara malları yerli tedarik etmek için seferberlik ilan ettik. Özellikle gıdada ve paketleme malzemelerinde büyük çapta yerli tedariki sağladık. En büyük arzumuz, Türkiye’deki kimya sektörünün gümrük korumacılığı olmadan rekabetçi olmasıdır. Bu konuda çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. ■ 2008’de 32 ülkeye ihracat yaptık ve çok arzuladığımız 100 milyon dolar psikolojik limitini geçtik. ■ 12 ülkeyi Türkiye’den yönetiyoruz. Bunun dışında birçok kategoride Asya ve Afrika ülkelerine hizmet veren bölgesel Ar-Ge, satın alma, finans, ürün geliştirme üssümüzde 160 kişilik beyin takımını oluşturduk. 50 den fazla Unilever Türkiye orta ve üst kademe yöneticisi dünyanın dört bir tarafında başarılı çalışmalarını sürdürüyor. Gelin, Türkiye’yi krizden daha güçlü çıkaralım; “küçük dokunuşlarla, büyük farklar yaratalım.” 44


ÜLKE ANAL‹Z

46


Günefl Do¤u’dan Yükselir Kökleri binlerce y›l geriye giden ve hâlâ sa¤lam duran birkaç medeniyet merkezinden bahsedebiliriz: Anadolu, Çin, Hindistan, Orta Do¤u, Yunanistan… Biny›llard›r kültürel s›rlar›n› korumakta takdire flayan bir kararl›l›k gösteren Çin ve Hindistan’›n art›k tüm dünyaya ›srarla göstermek istedikleri bir yönleri var ki o da uzun u¤rafllar sonucunda sahip olduklar› ekonomik ve politik güçleri. ALPEREN AD‹KT‹ // alperen.adikti@buik.net FUNDA KOCAARSLAN // funda.kocaarslan@buik.net

47


G

ünümüzde dünyanın en Tse-tung) önderliğinde kurulan Çin Halk hızlı büyüyen ekonomileri- Cumhuriyeti, kuruluş yıllarından itibane sahip bu iki ülke, şu an- ren “Büyük Ağabey” Sovyetler ile çok ki konumlarına gelmek samimi ilişkilere sahip olamamıştı. Maiçin hiç de kolay yollardan o’ya göre Sovyet Rusya giderek empergeçmediler. Çin, yıllar süren savaşlar, iş- yalistleşen bir “sosyalist emperyalizm”i galler, ayaklanmalar, iç savaşlardan son- benimsemişti ve Çin’in yolu bu olmara ancak 1949’da bağımsızlığını elde malıydı. Buna bağlı olarak 1958’de uyederken; Hindistan ise 16 yüzyıldan beri gulamaya konulan “Büyük İleri Atısüregelen bir sömürü dönemini 1947’de lım(Great Leap Forward)”, Çin Halk bitirebildi. Bu tarihten sonra önemli dö- Cumhuriyeti’nin birincil ekonomik uğnüşüm hareketleri geçiren raşının tarım olmasını önher iki ülke de sahip olgören bir programdı; fakat Sosyalist dukları devasa insan kayuygulamalar ve akıl politik yap› ile yanlış nakları ile dünya ortalamadışı hedeflerden sonra bikapitalist sının çok üzerinde oranlarlançosu, resmi kaynaklara da büyüdüler. Şimdilerde göre 14 milyon, gayri resekonomik ise dünyanın geri kalanı, mi tahminlere göre ise 30 yap›y› pozitif büyüme rakamları milyon insanın kıtlık soyakalamanın hayalini kuharmanlayan nucu ölümü oldu. Başarırarken bu iki ülke için %5, sızlığın ekonomik boyutu Çin Halk %6’lar ulaşılması kolay ise, 1958’deki rakamlara hedefler durumunda. Bu Cumhuriyeti. dönebilmek için beklendurumda asıl sorulması gemesi gereken 6 yıldı. reken soru: Nasıl oldu da Doğu’nun bu Sonuçları çok ciddi olan bu büyük iki devi uyandı ve bugünlere gelebildi? başarısızlıktan sonra Mao’nun ekonomi Bunu da anlamanın yolu tarihsel bir ana- politikalarının parti içinde muhalif seslizden geçiyor. lerle karşı karşıya kalması bir başka felaketi, Kültür Devrimi’ni getirdi. Binlerce “K›z›l” Ejder Uyan›yor aydının ülke dışına kaçtığı veya öldürül1930’lardan sonra dünyayı etkisi altı- düğü bu harekette kredisini iyice tüketen na alan ideolojiler çağı, Sovyetler Birli- Mao, 1978 yılında artık yerini reformist ği’nin çöküşü ile artık çok gerilerde kal- lider Deng Xiaoping’e bırakıyordu. İşte, dı. Bu durumun göze çarpan örneklerin- Çin Halk Cumhuriyeti için dönüşümün den biri de sosyalist politik yapı ile kapi- başlangıcı da bu dönem olarak kabul editalist ekonomik yapıyı harmanlayan Çin liyor; çünkü Xiaoping’in önceliği ideHalk Cumhuriyeti. Aslında bu iddiayı oloji değil, ülkenin ekonomik anlamda açıklayabilmek ve sosyalizm ile can ilerlemesiydi ve bunun için de yabancı düşmanı kapitalizmin nasıl iç içe geçti- yatırıma kapıları açtı. Bir dizi kanun değini anlayabilmek için biraz geriye git- ğişikliği sonrasında sermaye sahibi şirmekte fayda var. ketler ve ülkelerle kurulan ilişkiler saye1 Ekim 1949’da Mao Zedong(Mao sinde Çin’in 80’lerin ortasında başlayan

Kaynak: Maddison (2003)’deki verilerden faydalanarak haz›rlanm›flt›r.

fiekil 1: Çin’in GSY‹H’sindeki art›fl (milyar dolar)

48

Çin’in en büyük kentlerinden Shangai bir dünya merkezi olma yolunda h›zl› ad›mlarla ilerliyor.


49


1985

2000

Birincil ürünler ‹malat ürünleri

50.6 49.4

10.2 89.8

Birincil ürünler ‹malat ürünleri

12.5 87.5

20.7 79.2

‹hracat

‹thalat

atağına zemin hazırlanmış oluyordu. Zincirin en son halkası olarak 2001’de Dünya Ticaret Örgütü’ne kabul edilen “Kızıl Çin”, hammadde ihraç eden bir ülke sıfatından artık tamamen kurtulup dünyanın üretim üssü olmayı başardı.

leri, ilk olarak 1950’de Kharagpur’da kurulan ve şu an ülke çapında 15 tane bulunan IIT(Indian Institutes of Technology)’ler ile atılmış. Gandhi’nin yanında yetişen dönemin başbakanı Jawaharlal Nehru’nun ileri görüşlülüğünü kanıtlayan bu yatırımlar, 90’larda kazanılan ivmenin adeta zeminini oluşturmuştur. Hindistan ekonomisindeki gelişmenin bir diğer göstergesi ise hizmet sektöründe gelinen noktadır. GSYİH(Gayri Safi Yurt İçi Hasıla)’de yaklaşık olarak %50’lik paya sahip olan hizmet sektörünün bu denli gelişmesinin ardında ise yine tarihi bir neden yatıyor. 1948’de yürürlüğe konulan “Fabrika Yasası” ile işçi çıkarmaların önü neredeyse tıkanmış. Bunun sonucunda da Hindistan, yıllar boyunca yabancı sermayenin ürktüğü bir yer olarak kalmış. Bu durum beklenmedik bir şekilde ülkede hizmet yatırımlarını arttırmış ve ucuz işgücü bu alanda kullanılmış. Bu sayede son 5 yılda yıllık ortalama %8,8 büyüyen Hindistan ekonomisi, Goldman Sachs’in tahminine göre bir zamanlar sömürgesi olduğu İngiltere’yi 2020 yılında geride bırakmış olacak. Kaynak: Story (2003).

Tablo 2: Çin’in d›fl ticaretinin yap›s› (yüzde)

Boynuz Kula¤› Geçer Küresel güçler dengesinde ağırlığını artırmakta olan bir diğer ülke de Hindistan. Aslında Hindistan, birçok insan için dünya gücü olmaya aday değil. Bu görüşün dayandığı argüman ise Hindistan’ın aşırı kozmopolitliği ve tarih boyunca istikrarlı bir siyasi birlik sağlayamamış olması; fakat unutmayalım ki bugün dünya üretiminin %25’ini tek başına gerçekleştiren ABD, kuruluşu sırasında çok farklı coğrafyalardan gelen göçmenlerden oluşan bir topluluktu. Hindistan’ın durumunu ABD örneğinden yola çıkarak değerlendirirsek onun bu demografik çeşitliliğini bir avantaja bile dönüştüreceğini söyleyebiliriz. Nitekim günümüzdeki Sorunlar Farkl› De¤il durum da bu yöne doğru gitmekte. Genel anlamda baktığımızda “Bu iki 1947’de bağımsızlığını kazandığından dev aslında aynı tip sorunlarla mücadele beri “insan”a yatırım yapan Hindistan, ediyor” demek çok da yanlış bir ifade olbugün dünyanın mayacak; çünkü çok Son 5 y›lda y›ll›k önemli beyinlerine hızlı büyümelerindeve önde gelen üniki temel amaç, dünortalama %8,8 versitelerine sahip. yadaki diğer ülkelerÖzellikle yazılım büyüyen Hindistan le karşılaştırılamayaalanında gelişmiş ül- ekonomisi, Goldman cak düzeyde olan nükelerle boy ölçüşefuslarına hızlı bir şebilen Hindistan için Sachs’in tahminine kilde istihdam yaratbilişim adeta milli mak ve vatandaşlarıgöre bir zamanlar bir sektör haline gelnın refah seviyelerini sömürgesi oldu¤u di. Ülke için yıllık artırmak. İki ülke de büyüklüğü 40 milyar 1 milyarı çoktan aşan ‹ngiltere’yi 2020 doları geçen bu seknüfuslarına iş sahalay›l›nda geride tör, kalkınmanın da rı yaratmak ve onların b›rakm›fl olacak. lokomotifini oluştuihtiyaçlarını giderruyor. 2007 verilerimek durumunda. Örne göre Hindistan, “İngilizce konuşan neğin, Çin’in yakaladığı %10 ve üzeri ve bilim odaklı iş gücü potansiyeli” kul- büyüme rakamları herkesçe ayakta alkışvarında Amerika’dan sonra ikinci sırada lanırken aslında bu, ülkenin her yıl tarım yer alıyor. Bu alanda yaratılması hedefle- dışı istihdamı karşılamak için yakalamak nen istihdam ise 2008 yılı rakamlarına zorunda olduğu bir rakam. İki ülkenin göre 2,2 milyon. Bu gelişmişliğin temel- büyük yatırım projelerini çekebilmesinin 50


ve büyümesinin nedenleri de benzer. Her ikisi de ellerinde bulunan milyonlarca insana dayanarak sermaye sahiplerine ucuz işgücü sunabiliyor. Ayrıca yatırımcıları Hindistan ve Çin’e yönlendiren bir başka neden de bu iki büyük ülkenin iç pazarlarının hacmi. Örneğin, Hindistan hâlihazırda 300 milyon orta sınıf vatandaşa sahip ve bunun 2025 yılında 700 milyon olması öngörülüyor. Bu veriler hangi sektörde olursa olsun üreticileri heyecanlandıran rakamlar ve bu yüzden bu iki ülkeye yatırım yapmak için can atıyorlar. Aynı coğrafyada bulunan ve güçlü olmak isteyen iki ülkenin mutlaka günün birinde çıkar çatışmasına gireceği herkes tarafından kabul gören bir gerçektir. Bu durum Hindistan ve Çin için de geçerlidir. Tibet’in aidiyeti ve siyasal statüsü için 1962’de karşı karşıya gelen ve tarihin gördüğü en yüksek rakımlı savaşa imza atan bu iki ülke, konuyla ilgili ancak 2003’te anlaşmaya varabilmiş. Bunun yanında Hindistan’ın kurulduğu günden bu yana en büyük problemini teşkil eden Pakistan ile Çin’in gayet iyi ilişkiler içerisinde olması, bir başka kritik sorun olarak karşımıza çıkıyor. Uluslararas› Yeni Güç: Çindistan! “Eskiden Çin’i bilirdik, Hindistan’ı bilirdik, bu da neyin nesi?” demeyin. Artık ekonomistler, analistler ve tüm dünya Çindistan'ı konuşuyor. Çindistan (Chindia), ilk olarak 2005'te Hintli ekonomist ve politikacı Jairam Ramesh tarafından öne sürülen bir terim. Çindistan’ı, küresel pazarda rekabet gücünü artırmak ve daha güçlü bir politik duruşa sahip olmak adına Çin ve Hindistan’ın oluşturduğu ekonomik ve politik güçler birlikteliği olarak tanımlayabiliriz. Bugün Çindistan henüz çocukluk evresini yaşıyor olmasına karşın, dinamik nüfusu ve etkin potansiyeli ile dünya üzerindeki ağırlığını iyiden iyiye hissettirmeye başladı bile. Dünyada dengeler büyük ölçüde değişirken bu hareketlilikten yararlananlar, çok önemli atılımlar yapan Çin ve Hindistan oldu. ABD’nin pabucunun dama atılacağı, Çindistan’ın dünya ekonomisini zorlayacağı zamanları gördüğümüz zaman şaşmamak lazım. Peki, neden Çin ile Hindistan? Sorunun cevabı hiç de zor değil. Bu iki ülkenin son yirmi yılda kaydettiği ekonomik büyüme, dünya

Hindistan sahip oldu¤u devasa nüfusuyla ucuz iflgücü sunmakta çok avantajl› durumda. 51


ekonomisinin büyüme kapasitesinin iki küresel elit tabakanın yeni seçimleri arakatı. Dahası bu ikili, dünya bazında iş sında yer almaya başladı. gücü potansiyelinin %40’ına sahip buluAmerika ve Kanada’da bulunan saynuyor. Küresel ekonominin %18’lik dili- gın üniversitelerde Hindistanlı ve Çinli mi, bu iki ülke üzerinden dönüyor. Öte öğrenci nüfusu oldukça yoğun durumda yandan, Hindistan çok geniş bir hizmet bulunuyor. Bu, size klasik bir beyin göyelpazesine sahipken Çin bu çeşitliliği çü hikâyesi gibi gelmesin. Yurtdışında üretimle yakalıyor. Çok uluslu şirketler eğitim alan öğrencilerin amacı, ülkeleridonanım sistemlerini Çin’den satın alır- ni gelecekte dünya lideri yapmak. Gençken yazılım sistemlerini ve devrelerini ler, kendilerini küresel rekabete eğitim de Hindistan’dan ithal ediyor. Günümüz yoluyla hazırlıyor ki; bilgilerini, deneverilerine bakılarak yapılan tahminlere yimlerini ve donanımlarını ülkelerine akgöre önümüzdeki on yılda Çinli tüketici- tarabilsinler. İşte, Çin ve Hindistan bu lerin alım gücünün tür stratejik yaklaAmerikalılarınkinden, şımlarla ülkelerindeBugün Çindistan Hintlilerinkinin ise ki okuryazar oranını henüz çocukluk Japonlarınkinden ve ülkenin refah seviyüksek olması bekleyesini uzun vadede evresini yafl›yor niyor. Bunun yanı sıyükseltmeyi hedefliolmas›na karfl›n, ra, Çin’de Pekin ve yor. dinamik nüfusu ve Shanghai; HindisÇindistan birliktan’da ise Bangalor teliğini bir hayal olaetkin potansiyeli ile birer dünya şehri olrak görenlere en son dünya üzerindeki örnek olarak, 2009 ma yolunda adı sıkça duyulan şehirler. Bu a¤›rl›¤›n› iyiden iyiye Aralık ayında yapılaşehirler, büyük atılımcak olan Kopenhag hissettirmeye ları sayesinde hem İklim Değişikliği yatırımcının hem de Zirvesi öncesi ikilibafllad› bile. 52

nin meydana getirdiği güçler birlikteliğini verebiliriz. Çin ve Hindistan beraber hareket ederek müzakerelerde ayağını yere sağlam basmak istiyor ve Batılı ülkelerin çevresel sorumluluk almasını diretmek için ortak bir nüfuz oluşturma çabasında. Bu anlamda Çindistan dediğimiz olgu, sadece ekonomik yakınlaşmadan ibaret olmayan, etkisi aynı zamanda siyasete, yürütülen politikalara ve diğer hususlara da yansıyan bir güç. Görünen o ki, bu iki ülke günümüzde birbirine rakip olmaktan ziyade destekçi. Çin ve Hindistan’ın işbirliğini düşündüğümüzde: Çindistan dediğimiz bileşiğin nüfusu neredeyse 2,5 milyar. Dünyanın en büyük tüketici pazarı oluşuyla sayısız yatırımcının dikkatini üzerine çekmesi bir taraftan, enerji üretip tüketen en büyük insan kitlesine sahip olması diğer taraftan... Bu ülkeler haritada Çin ve Hindistan olarak görünüyor olabilir; ama on yıl kadar sonra Çindistan’ın dünya ekonomisi üzerinde oluşturacağı iki bileşenli güçlü etkiyi şimdiden hissetmek mümkün. Bu süreçte, ekonomistler artık çok kutuplu ekonomik sisteme geçişin tohumlarının atıldığını düşünüyor. Peki, bu duruma bir de ABD, AB ve


Japonya gibi günümüzün hakim derken krizden paçasını Çindistan birlikteli¤ini bir hayal çıkacak güçlerinin gözünden baksak sıyırmayı başaran ilk ülke Çin olarak görenlere en son örnek acaba ne görürüz? Birkaç yüzyıl oldu. Dünya günlük, aylık, yıllık öncesinin İngiliz sömürgesiyrutin turunu atarken ekonomik olarak, 2009 Aral›k ay›nda ken şimdinin gelişen gücü Hinbüyüme kaydetmek takdire deyap›lacak olan Kopenhag ‹klim distan ve ucuz Çin malı diye niğerdir; ancak bu büyümeyi son telediğimiz ürünlerinden elde De¤iflikli¤i Zirvesi öncesi ikilinin yaşadığımız kriz gibi zorlu zaettiği gelirle pahalı işlere imza manlarda kaydetmekse her yimeydana getirdi¤i güçler atan Çin... Bu iki gücün birlikğidin harcı değildir. Bugün teliği, kriz döneminde derin sarÇin’e dünyayı darboğazdan birlikteli¤ini verebiliriz. sıntılar yaşayan mevcut güçler kurtaracak kahraman gözüyle dengesini bozacak gibi görünübakılıyor. Şubat 2009 tarihli bir yor. ABD’nin günü kurtarmak için sa- derecede düşmezken AB ülkelerinin ve istatistiğe göre Çinliler, yeni yıl için alışvunduğu teze gelince: Hindistan’ın nü- Japonya’nın payının neredeyse yarı yarı- verişe 42 milyar dolar harcamış. Bu hacfus artış hızının Çin’inkinden neredeyse ya düşmesi bekleniyor. Bu durumu, min geçen yılın aynı dönemine göre üç kat fazla oluşu, 2030’da Hindistan’ın ABD’nin Uzakdoğu’daki nüfuzunun az %13,8 fazla oluşu, Çin’in büyümek için nüfus anlamında Çin’i yakalayacağı bek- oluşu sebebiyle, onun Japonya ve AB’ye kriz dinlemediğini ve dünya pazarında lentisini doğuruyor. Burada ABD’nin kıyasla Çindistan olgusundan daha az et- nasıl bir hareketlilik yarattığını ortaya dünya ülkelerini yönlendirmek istediği kileneceği şeklinde yorumlayabiliriz. koyuyor. Çin Hükümeti’nin “586 milyar fikir ise iki ülkenin güçlerinin gelecekte Atılımlarını gerçekleştirirken Japonya’yı dolarlık ekonomiyi canlandırma pakeçoğu alanda denkleşmesi sonucu, iki ül- örnek alan Çin’i ve sömürülmüşlüğü za- ti”ni uygulamaya koyduğu düşünülürse ke arasında beraberliğin değil rekabetin manla üzerinden atmaya çabalayan Hin- krizin yükünü başarıyla çekeceği de söyoluşması ihtimali. ABD, tabii ki bu bir- distan’ı günbegün seyretmek ABD’yi, lenebilir. likteliğin önüne set çekmeyi ister. Busi- Avrupalı ülkeleri ve Japonya’yı kara kaÇin’in 5 yıllık kalkınma planının sonessWeek dergisinin 2005’te yayınladığı ra düşündürüyor olmalı. “Gün olur dev- nucunda %8’lik büyüme hedefini aştığırapor, ABD’nin küresel dengeler konu- ran döner” diye boşuna dememişler. nı görüyoruz. Hükümetinin ve önde gesundaki endişesini ve bu doğrultudaki len liderlerinin ekonomilerine olan güpolitik adımlarını somutlaştırıyor. Tah- Hindistan ve Çin: veni, bunun ardında yatan sebeplerden minlere göre, önümüzdeki 40 yıl içinde Krize Çal›m Atan Ülkeler biri olarak çıkıyor karşımıza. Çin 2009 ABD’nin genel hasıla payı kayda değer Biz krizden civciv mi yoksa kuş mu için birtakım adımları kendine hedef be53


Her ne kadar ekonomik programlarda baflar›s›z olsa da Mao Zedong hâlâ Çin Halk Cumhuriyeti için bir kahraman. lirlemiş: Ekonomik canlılığı korumak, kalkınmayı destekleyip mali yapıyı sağlam tutmak, reformcu anlayışı sürdürmek ve en önemlisi de sosyal refahı ve milli geliri yüksek tutmak. Çin’in 2009 mali hedeflerindeyse GSYİH’yi %8 artırmak, işsizliği %4,6’nın altına çekmek, şehirlerde 9 milyon kişiye istihdam sağlamak, şehirde ve kırsalda düzenli gelir artışı sağlamak, TÜFE(Tüketici Fiyat Endeksi)’yi %4 artırmak ve ödemeler dengesini olumlu yönde geliştirmek vardı. 2009’un Ocak - Eylül döneminde ise Çin zaten %7’lik bir büyümeye ulaştı. Gelgelelim bu canlandırma paketi Çin’in genelgeçer sorununu, ihracat fazlalığını, bir kez daha gündeme getirdi. Sanayi ürünlerinde ihracat fazlası bulunan Çin’in bu ihracat açığını perakende satışlar kapatıyor. Çin’de küresel kriz boyunca süregelen bu olumlu havayı, Çin’in koordineli planlamasına ve dizginleri hiçbir zaman elden bırakmamasına bağlayabiliriz. ABD’li dev banka JP Morgan Chase & Co. 2010 yılı için Çin’in GSYİH artış oranını %9 olarak beklediklerini açıkladı. Bankanın Çin’den sorumlu yetkilisi, 2009’un ilk yarısında ilk kez Almanya’nın ihracat hacmini aştıklarını ve Japonya borsasının işlem hacminin üzerine çıkarak ikinci büyük dünya borsası haline geldiklerini belirtti. Çin kriz döneminde başarılarıyla adından söz ettirirken Hindistan da bundan geri kalmıyor. Hindistan, 2009 Nisan - Haziran döneminde, geçen yılın aynı dönemine kıyasla %6,1’lik ekonomik

Birkaç yüzy›l öncesinin ‹ngiliz sömürgesiyken flimdinin geliflen gücü Hindistan ve ucuz Çin mal› diye niteledi¤imiz ürünlerinden elde etti¤i gelirle pahal› ifllere imza atan Çin... büyüme kaydetti. Hindistan’ın 2003 – 2008 yılları arasında yıllık ortalama %8,8 büyüdüğünü düşünürsek bu yılki beklentiler ve ortaya çıkan değerler doğrultusunda, Hindistan’ın bu yıl, potansiyelinin altında bir büyüme sergilediğini söyleyebiliriz. Bunları destekler nitelikte, dünyada hüküm süren küresel durgunluk sebebiyle Hindistan’ın ihracat hacmi bir miktar düştü. Buna rağmen hükümet politikalarının etkisiyle ülke içi tüketim destekleniyor ve bu yolla ekonomik hareketlilik sağlanıyor. Şirketlere danışmanlık hizmeti veren Hint kökenli firmaları da unutmamak gerekiyor. Zamanında şirketler, Hintlilere maliyeti dü-

şürmek amaçlı operasyonel işler verirken; bugün kurumsal sürdürülebilirliği korumak adına SAP(Systems, Applications and Products in Data Processing) gibi yaşamsal sistemlerin işletmesini emanet ediyor. Eski çağların zenginlik ve refah merkezi olan bu iki mistik medeniyet, artık yakın zamandaki sorunlarını aşmış ve yeniden küresel arenada güçlü birer oyuncu olmaya hazır gibi görünüyor. Gerek sahip oldukları büyük nüfuslar gerekse yakaladıkları enerji ile bu amacı gerçekleştirmede de çok fazla gecikmeyecekler. Hele bir de güçlerini birleştirirlerse...

Kaynakça - “Çin İlk Yarıda Beklenenden Fazla Büyüdü.” http://www.haber7.com/haber/20091019/ - “Çin 2010’da Yüzde 9,5 Büyüyecek.” http://www.cnnturk.com/finans/haber_ic.asp?id=682004 - “Çin’in İklim Değişikliği Kumarı” http://www.bbc.co.uk/turkce/multimedya/2009/10/091023_vid_china_india.shtml - “Çindistan(Chindia) Ne Kadar Hayal Ne Kadar Gerçek?” http://www.1bilen.com/blogtr/cat/fildisikule/11/ - “Hindistan Ekonomisi Yüzde 6,1 Yükseldi.” http://www.stargazete.com/ekonomi/hindistan-ekonomisi-yuzde-6-1-yukseldi-haber-210452.htm - “Hindistan Ekonomisi ve Türkiye - Hindistan Ticari İlişkileri” http://www1.gantep.edu.tr/~habermerkezi/?p=1881 - “E-çağında Hint Yazılımı” http://www.kariyer.net/kariyerRehberi/kariyerRehberiDetay.kariyer?prt=81&kn=25 - “Hindistan Ekonomisi” http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=14819 - “Dr. Kemal, İsmail. “Hindistan’ın Önemi” http://www.londragazete.com/yazar.asp?yaziID=2598 - Kumcu, Ercan. “Hindistan Ekonomisi Yıldızlaşma Yolunda” http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=353630&yazarid=7 - Cooper, Joshua Ramo. “The Beijing Consensus” - Doç. Dr. Aydın, Kenan. “ABD’de Başlayan ve Dünyayı Etkileyen Küresel Kriz” http://perakende.org/haber.php?hid=1224840756 - “Kriz ortamında Çin - Pakistan sınır ticareti” http://turkish.cri.cn/781/2009/09/08/1s118859.htm

54


OTOMOT‹V

ARABA SEVDASI

Dünyada krizi en derin yaflayan sektörlerden biri de otomotiv sektörü. Kimi ülkelerde fabrikalar kapan›rken kimilerinde büyük çapl› iflten ç›karmalar yafland›. Ülkemizde ise mart ay›nda bafllayan vergi indirimleri, krizin otomotiv sektörü üzerindeki etkisini biraz hafifletmifl gibi görünüyor. KAYHAN KÖKBUDAK // kayhankokbudak@gmail.com ERMAN KAYA // ermankaya@gmail.com

M

erkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, 17 Temmuz 2009’da yaptığı bir konuşmada “Tünelin içine girdik. Tünel karanlıktı. Öbür tarafa doğru bir ışık göründü. Işık, öbür tarafa çıkışı mı gösteriyor yoksa üzerimize gelen araba mıdır?” dedi. Konuşmanın yapıldığı temmuz ayından beri kriz etkisini göstermeye devam ediyor. Açıklanan işsizlik oranları, eksi büyüme rakamları tünelin ucundaki ışığın pek de umut verici olmadığının bir göstergesi gibi görünmekte. Ülkemizin can damarlarından biri olan otomotiv sektörü de bu tabloya uygun olarak krizle birlikte çok zor günler geçiriyor. Vergi indirimleriyle ayakta tutulmaya çalışılan sektörün geleceği ise hâlâ belirsizliğini koruyor; ama kriz ve vergi gibi iki can alıcı konuyu irdelemeye başlamadan önce biraz geçmişe dönüp otomotivin ülkemizdeki geçmişine bakmakta fayda var.

Devrim’den Fiat 124’e Türkiye ilk otomobil üretimini, 1961 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in emriyle gerçekleştirdi. Tebliğ edilen görevi büyük bir heyecanla kabul eden dönemin TCDD Genel Müdür Yardımcısı Emin Bozoğlu, bir kaç gün içinde demiryollarında çalışan mühendis ve yöneticilerden oluşturulmuş 23 kişiyi Ankara’da toplar ve kendisine ulaşan yazıyı onların önünde tekrar okur. Yazıda 1,4 milyon Türk Lirası olarak belirlenen ödenekle 4,5 ay içinde “ordunun cadde binek ihtiyacını karşılamak üzere otomobil geliştirilmesi” istenmektedir. Kimilerinin yapılmasına imkân dahi vermediği devrim otomobili, 4,5 ayda başarılı bir şekilde yapılır. 29 Ekim 1961’de Ankara’ya, törenlere katılması için götürülecek iki devrim arabasına az miktarda benzin konulur ve benzine gerekli takviyenin Ankara Sıhhiye’de yapılmasına karar verilir. Araç56


130

Gün Devrim arabalar›n›n yap›m›nda geçen süre

%28,5

Ocak - Eylül döneminde üretimdeki küçülme

%14

‹thal edilen araç say›s›ndaki art›fl

%28,2

Genç nüfusta iflsizlik oran› (Temmuz 2009) lar, Eskişehir’den trene yüklenir; ancak Ankara’da kalabalık bir eskortla karşılanan otomobil meclisin önüne getirilirken benzin takviyesi yapılmaz. Mecliste aceleyle bulunan benzin sadece Cumhurbaşkanını taşıyacak birinci Devrim arabasına konur. İkinci Devrim arabasına benzin konulacağı sırada arabaya binen Cemal Gürsel, birkaç metre sonra duran arabanın direksiyonundaki Mühendis Rıfat Serdaroğlu’na neden otomobilin durduğunu sorar ve “Paşam benzin bitti” cevabını alır. Araçtan inerek diğer araca geçmesi istenen Cemal Gürsel, Anıtkabir’e diğer Devrim aracıyla götürülür. Araçtan inerken söylediği ve tarihe geçen “Batı kafasıyla otomobil yaptınız; ama doğu kafasıyla benzin ikmalini unuttunuz” cümlesiyle birçok insanın gecesini gündüzüne katarak ortaya çıkardığı Devrim otomobili rüyası hüsranla sonuçlanır. Olayın ardından bütün basın ağız birliği etmişçesine Devrim arabasının ancak 100 metre gidebildiğini, bu iş için harcanan paranın boşa gittiğini belirtir. Hiçbir basın kuruluşu, Gürsel’i önce meclisten Anıtkabir’e götüren ardından da hipodromdaki geçit töreninde cumhurbaşka57


nını sorunsuz taşıyan ikinci devrim otomobiline sayfalarında yer vermez. Tüm engellere rağmen üretilen 4 Devrim arabasından biri Eskişehir TÜLOMSAŞ Müzesi bahçesinde sergilenmektedir ve hâlâ çalışır durumdadır. Başarısız bir deneme olarak duyurulan Devrim arabalarının ardından 5 sene sonra Vehbi Koç’un girişimiyle ikinci deneme “Anadol”, 19 Aralık 1966’da piyasaya sunuldu. Gerekli altyapı çalışmalarından sonra üretilen ilk Anadol’un satış fiyatı 26 bin 800 lira, o günün 2,980 Amerikan dolarına denk geliyordu. 1984 yılına kadar 62 bin 543 adet Anadol üretildi ve daha sonra yerini Ford Taunus’a bıraktı. Anadol tecrübesinden 5 yıl sonra iki yerli otomobil daha piyasaya sürüldü. Bunlardan bir tanesi Ordu Yardımlaşma Kurumu ve Fransız işbirliği ile yapılan Renault 12, diğeri ise Koç’un İtalyanlarla birlikte üretilen Fiat 124 modeliydi.

‹SO 500 net sat›fl rakamlar›na göre ilk 50’ye giren otomobil firmalar› Uretimden Satislar Net (TL)

2007 2008 S›ralama S›ralama

Firma

Ford Otomotiv Sanayi A.fi. Oyak Renault Otomobil Fabrikalar› A.fi. Tofas Türk Otomobil Fabrikalar› A.fi. Toyota Otomotiv Sanayi Türk A.fi. Mercedes - Benz Türk A.fi. Hyundai Assan Otomotiv San. ve Tic. A.fi. Honda Türkiye A.fi.

3 5 6 13 21 38 44

2 4 8 5 12 24 54

6.006.491.811 4.710.974.763 4.184.361.976 2.517.017.788 1.753.765.774 1.116.561.018 975.270.000

En fazla kâra sahip 50 kurulufl listesindeki otomotiv kurulufllar› Kârl›l›k S›ralamas›

Firma

Ford Otomotiv Sanayi A.fi. Mercedes - Benz Türk A.fi. Oyak Renault Otomobil Fabrikalar› A.fi. Honda Türkiye A.fi. Türk Traktör ve Ziraat A.fi.

3 7 21 47 50

En çok kifli çal›flt›ran 50 kurulufl aras›ndaki otomotiv kurulufllar› Firma

S›ralama

Ford Otomotiv Sanayi A.fi Tofas Türk Otomobil Fabrikalar› A.fi. Oyak Renault Otomobil Fabrikalar› A.fi. Mercedes - Benz Türk A.fi. BMC Sanayi ve Ticaret A.fi.

Otomotiv’in Türkiye ‹çin Önemi Otomotiv sektörünün Türkiye’de belirli bir geçmişi var. Her ne kadar yapılan işler, bazı kesimlerce başarısız olarak lanse edilse de Türkiye otomobil üretiminde bir tabuyu yıkmış ve önemli bir işe imza atmıştır. Günümüzde diğer sektörlerle karşılaştırıldığında ülke ekonomisinde önemli bir paya sahip olan otomotiv sektörü, bu başarısını geçmişten aldığı tecrübe ve birikime borçludur. Otomotivin Türkiye için önemini rakamlarla açıklamaya çalıştığımızda da bu tezi destekler nitelikte sonuçlarla karşılaşıyoruz. İstanbul Sanayi Odası’nın her sene hazırladığı Türkiye’nin en

büyük 500 sanayi kuruluşu listesinde daha önceki senelerde olduğu gibi, otomotiv üreticileri ve distribütörlerinin listenin üst sıralarında yer alması, sektörün Türkiye için önemini bir kez daha ortaya koyuyor. Otomotiv sektörü hem rakamsal büyüklüğü bakımından hem de sağladığı istihdam açısından ülkemizin kalkınmasında sözü geçen sektörlerin başında gelmektedir. Ortalama 4500 – 5000 farklı parçadan meydana gelen bir aracın yapılması için gereken teknolojik yatırım, ülkemizin sahip olduğu mühendislik kabiliyetlerinin gelişimini sağlamaktadır. Otomobil üretimi, yalnızca sektörün kendisini değil; akaryakıt, sigortacılık, finans gibi iş kollarının büyümesine de yardımcı oluyor. Vergiler Ne Durumda? Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) ilk ola58

7 8 10 18 33

rak 2002 yılında Avrupa Birliği ile uyum süreci çerçevesinde alınmaya başlanmıştır. Genel olarak motorlu taşıtlar, petrol, tütün ürünleri ve alkollü içecek gibi lüks mal ve ürünlerden alınan vergiyi kapsıyor. ÖTV, otomotiv sektörünü çok yakından ilgilendiriyor. Pek çok vatandaşımız vergi oranlarını dikkate alarak otomobil alım satımı yapmakta, ayrıca çoğu girişimcimiz de bu oranları dikkate alarak yatırımlarını gerçekleştirmektedir. Hükümet tarafından ekonomiyi canlandırmak amacıyla yürürlüğe konulan vergi indirimleri yıl boyunca farklı oranlarda uygulanarak tüketici çekilmeye çalışılmıştır. Tablodan da görüldüğü gibi ÖTV oranlarında yıl içinde yapılan indirimler, tüketicinin yararına olurken ayrıca ÖTV mevzuatında yapılan değişiklikler sadece otomobil almak isteyen vatandaşlarımızın yüzünü güldürmekle kalmamış,


VERG‹ ‹ND‹R‹MLER‹ HANG‹ ORANDA ‹fiE YARADI Motor Hacmi …-1600 cc 1600 cc-2000 cc 2000 cc-…

01.07.2008 37 60 84

Di¤er Tafl›tlar Gezinti Gemileri (<18 Gros Tonalito) Yatlar ve di¤er e¤lence gemileri

6.7 8

yatlara ya da 18 gros tonalitonun altındaki gezinti gemiciklerine sahip olmak isteyen dar gelirli vatandaşlarımızı da bir nebze olsun rahatlatmıştır. ‹ndirimler ‹fle Yarad› M›? Kriz döneminde uygulanan ÖTV indirimi, ülkemize pek çok fayda sağladı. ÖTV indiriminin sağladığı bu faydanın asıl nedeni olarak birçok insanın bu vergi oranlarına bakarak yapacağı yatırımlara karar vermesi gösterilebilir. Bu yüzden indirimden sonra yaşanan süreçte hem otomotiv sektörü hem vatandaş hem de devlet kârlı çıkmıştır ve sektör ciddi bir büyüme kaydetmiştir. Bunun sonucunda da küresel krize bağlı olarak ihracatta meydana gelen sert düşüşler, iç tüketim artırılarak çözülmeye çalışılmıştır. ÖTV indirimlerinin ülkemiz bütçesinde meydana getirdigi değişikliği rakamsal olarak ifade etmek gerekirse 2008 Ocak-Eylül döneminde toplanan ÖTV miktarı, 31,746 milyon TL olurken 2009’un aynı döneminde %0,3 azalarak 31,644 milyon TL oldu. Ülkemizde kriz teğet geçer mi geçmez mi şeklinde tartışmalar devam ederken aslında rakamlar her şeyi özetler nitelikteydi. 2008 yılının Haziran ayında %5 küçülen otomotiv sektörü, Aralık ayında bir önceki yılın aynı ayına göre %58 küçülerek tarihi düşüşlerinden birine imza attı. Sektör 2009’un ilk iki ayında da sırasıyla %29 ve %32 küçüldü. Fabrikalar üretime ara vermeye devam ederken işçi çıkarma haberleri de peş peşe gazetelerde yer almaya başladı. Tam bu sırada, 17 Mart’ta, başlayan vergi indiriminden sonra satışlarda ibre tersine döndü. İç talebin canlanmasıyla 2008 yılına göre 2009’un ilk dokuz ayında otomobil pazarı, %15,6 büyüdü; fakat satılan araçların büyük kısmını yabancı araçlar oluşturduğu için ithalatı-

17.03.2009 16.06.2009 22.08.2009 01.10.2009 18 27 27 37 54 60 60 60 80 84 84 84

0 0

6.7 8

0 0

0 0

OTOMOB‹L PAZARINDA DURUM Amerikan Dolar› ve Euro kurlar› için dokuz ayl›k dönemin ortalamalar› al›nm›flt›r.

Ocak - Eylul 2008

Ocak - Eylul 2009

2009/2008 (%)

Otomobil Üretimi

524.329

374.927

-28.5

Pazar Büyüklü¤ü

243.13

281.032

15.6

‹thal Edilen Araç

163.469

186.299

14

‹hraç Edilen Araç

441.117

278.519

-36.9

11.48

3.6

Üretici Fiyat Endeksi Tüketici Fiyat Endeksi

6.83

2.18

Amerikan Dolar›

1.2214

1.5709

28.6

Euro

1.8065

2.1715

14.6

TOPLAM B‹NEK ARAÇ SAYISI

mız %14 artarken otomobil üretimimiz aynı dönemlerde %28,5, Türkiye’de üretilip ihraç edilen araç sayısı ise %36,9 azaldı. İç talebi artırarak canlandırdığımız sektör, ne yazık ki birçok yabancı otomobil üreticisinin kanatları altında. Amerikalıların mortgage borçları nedeniyle çıktığı iddia edilen global ekonomik krizi, Alman ya da Uzak Doğu

markalı arabaları İngiliz ya da Hollandalı bankalardan aldığımız taşıt kredileriyle satın alarak geçiştirmeye çalıştığımız da apaçık ortada. Üreterek başladığımız otomobil macerasına maalesef tüketerek devam ediyoruz. Alıp vererek ekonomiye can vermemizin öğütlendiği şu günlerde üretmeden tüketmenin ülkemize ne kazandıracağını ise bize zaman gösterecek.

Kaynakça - SAĞIN, Salih Kaya “Devrim Arabaları – Tarihçe” http://www.devrimotomobil.com/ - “Anadol” http://www.anadol.org/ - “Murat 124” http://www.murat124.org/ - “İstanbul Sanayi Odası 2008 İSO 500 Raporu” http://www.osd.org.tr/iso500-2008.pdf - “Otomobil Sanayicileri Derneği Eylül 2009 Raporu” http://www.osd.org.tr/2009rapor.pdf - “Maliye Bakanlığı Eylül Ayı Bütçe Gerçekleşme Raporları” http://www.maliye.gov.tr/basin_aciklama/2009/eylul_2009.pdf

59


VARLIK YÖNET‹M fi‹RKETLER‹

EKONOM‹N‹N GER‹ DÖNÜfiÜM MAK‹NELER‹ Geçti¤imiz y›l tüm dünyada deprem etkisi yaratan küresel ekonomik krizin beraberinde getirdi¤i olumsuzluklar hâlâ devam ediyor. Bu süreçte krizin etkilerini hafifletmek için flirketler baz›nda ne tür önlemler al›nabilir? Bu durumun çözüm yollar›ndan birinin de “varl›k yönetim flirketi” ad›yla nitelendirilen kurulufllarda aranabilece¤ini biliyor muydunuz? ECEM DÖNMEZ // donmez.ecem@gmail.com AYL‹N KUYUCU // aylin_kuyucu_@hotmail.com

V

arlık yönetim şirketleri, bankalara ve finansal kuruluşlara borçlarını ödeyemeyen zor durumdaki şirketlerin kurtarılmasını amaçlar. Bu yolda atılımlar gerçekleştirerek bir anlamda piyasanın canlanmasına katkıda bulunur. Türkiye’de ilk olarak 2004 yılında Deutsche Bank’ın Bebek Varlık Yönetim’i kurmasıyla tanıştığımız bu şirketler, küresel ekonomik krizle birlikte ülkemizde de günün şartları gereği önem kazandı. Bebek Varlık Yönetim’i; Girişim Varlık Yönetim, Anadolu Varlık Yönetim, LBT Varlık Yönetim ve RCT Varlık Yönetim takip etti. Sektöre katılan son şirketse Güney Afrikalı Standard Bank’ın Türkiye’de kurduğu Standard Varlık Yönetim oldu. Tüm bu şirketler, adını sık sık duyduğumuz, bankaların tahsili gecikmiş alacakları ve

borçlarını ödeyemeyen şirketler gibi sorunlara çözüm arayışlarının bir sonucu aslında. Kötü Kredi Toplay›c›lar› Bu şirketlerin kuruluş ve faaliyet esasları, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu(BDDK) tarafından belirleniyor. Şirketin kurulma onayı, kredi oranları, kimlerin varlık yönetim şirketi kuramayacağı gibi tüm ayrıntılar BDDK’nın denetimi altında olmak zorunda. Örneğin, belirlenen bu faaliyet esasları yönetmeliğe göre affa uğrasa bile ağır hapis cezası alanlar ve bir bankanın batmasından sorumlu olanlar hiçbir şekilde varlık yönetim şirketi kuramıyorlar. Varlık yönetim şirketleri işe, sorunlu kredileri bankalardan ve finansal kuruluşlardan satın alarak başlıyor. 60

Bu satın alım fiyatları, bankaların tahsilatlarının ne kadarını, ne kadar sürede gerçekleştirebileceğine göre değişiyor. Bir başka deyişle sorunlu kredilerin değerine göre satın alım fiyatları farklılık gösteriyor. Bu da tabloda gördüğümüz gibi bankanın gerçek alacak miktarının çok altında bir değer oluyor. Bu durum, tahsilatın oldukça uğraştırıcı bir iş olmasından ve sorunlu kredileri satmanın, onları toplamak ve takip etmekten çok daha kolay olmasından ileri geliyor. Satın alma gerçekleştikten sonra varlık yönetim şirketi, borçlularla çalışmalarına başlıyor. Sadece tüzel kişilerle değil; gerçek kişilerle de borçları yeniden yapılandırma yoluna gidebiliyor. Bu şirketlere veya kişilere, düşük faizli ya da taksitli ödeme imkânları sunabiliyor. Varlık yönetim şirketinin yapabileceği diğer bir uygulama ise stratejik ortaklık-


Sorunlu kredilerin de¤erine göre sat›n al›m fiyatlar› farkl›l›k gösteriyor.

lar kurmak. Borçlu şirketlerle anlaşmalar yaparak kadro değişiklikleri, yeni yönetim, üretim planları oluşturulabilir ya da doğrudan alacak tahsili işlemlerine başlanabilir. Örneğin, Hüsnü Özyeğin’in sahibi olduğu “Girişim Varlık Yönetim”, tahsilini gerçekleştirdiği malları “girisimvarlik.sahibinden.com” adlı internet sitesinde icradan satılığa çıkarabiliyor. Bu malların arasında villa, yazlık, araba, fabrika, arsa, ofis ve dük-

kân gibi birçok taşınabilir veya taşınmaz varlık bulunabiliyor. Piyasalara Uzanan Kurtar›c› El Bildiğimiz gibi, alınan kredilerin ödenememesi durumuyla en çok karşılaşılan zamanlar, kriz zamanları. İster kısa ister uzun vadede olsun, verdiği kredileri bir şekilde tahsil edebileceğinin hesabını yapıp ihtiyaç sahiplerini kredilerle donatan bankaların, kriz rüzgarları 61

esince bini bir yere savruldu. Bonkörce verilen fakat geri dönmeyen krediler, bankaları sıkboğaz etti. Paranın sürekli sirkülasyon içinde olması gerektiği bankalarda, bankadan müşteriye dönecek veya bankayı ayakta tutacak para kalmadı. Bu nedenlerden dolayı darda kalan bankalar çözümü varlık yönetim şirketlerinde aradı. Bu şirketlerin bankaların imdadına yetişmesiyle borçlarından kurtulan bankaların ve finansal kuruluş-


kaynak: www.gozlemgazetesi.com.tr

HANG‹ fi‹RKET HANG‹ VARLIK YÖNET‹M fi‹RKET‹YLE NE KADARA ANLAfiTI? fi‹RKET‹N ADI

BORÇLARI SATIN TAHS‹L‹ ALAN YÖNET‹M GEC‹KM‹fi fi‹RKET‹ KRED‹LER

Akbank

Giriflim Varl›k Y.

Teb

Giriflim Varl›k Y. 75.6 Milyon TL

337.4 Milyon TL

86.5 Milyon TL 10,8 Milyon TL

fiekerbank

LBT Varl›k Y.

243.7 Milyon TL

61 Milyon TL

Yap› ve Kredi Bankas›

LBT Varl›k Y.

532 Milyon TL

60,5 Milyon TL

ların yeniden kredi verebilmesi ve piyasayı canlı tutabilmesi varlık yönetim şirketlerinin önemini artırdı. Varlık yönetim şirketleri, küresel krizle birlikte hem bankalar hem de borçlular için “kurtarıcı” gibi görüldü ve ekonomik canlanmayı hızlandırıcı olarak nitelendirildi; ancak bunun şirketlerde krizin etkilerini yavaşlatmanın aksine krizi tetiklediğine dair görüşler de var. Bu görüşün temel gerekçesi ise varlık yönetim şirketinin, ona devredilen şirketleri batmış olarak değerlendirmesi ve bu bağlamda batık şirketleri prestij kaybına uğratmakla beraber bunların ekonomik etkinliklerinin de tamamen bitmesine neden olduğu düşüncesidir. Bunun yanı sıra varlık yönetim şirketlerinin, bankaların kredi işlemlerinde ve kredi takibinde daha özensiz davranmasına yol açtığına dair görüşler de var. Varlık yönetim şirketleri yerine sunulan alternatiflerden biri, 1990 yılında İngiltere Merkez Bankası tarafından ortaya atılan ve sonrasında uluslararası bir çözüm yolu olarak görülen “Londra Yaklaşımı” olmuş. Türkiye’de “İstanbul Yaklaşımı” adıyla uygulanmış olan bu yöntem, reel sektörün ve finans sektörünün ortaklaşa gerçekleştirdiği bir çalışmayı gerektiri-

www.girisimvarlik.sahibinden.com

YÖNET‹M fi‹RKET‹N‹N ÖDED‹⁄‹ BEDEL

yor. Bu modelde, ilk olarak yaşayabilecek ve yaşayamayacak şirketler belirleniyor ve bu doğrultuda kurtarılabilecek şirketlere bankalar tarafından ayrıcalıklar tanınarak destek sağlanıyor. Yardıma en çok muhtaç olan ve ancak bu sayede yoluna devam edebilecek gücü kendinde bulan şirketlere öncelikli yardım yapılıyor. Borç Üçgeni Bu karşıt görüşlere ve alternatiflere rağmen varlık yönetim şirketlerinin borçlular ve bankalar ile oluşturduğu üçlü sistemle, günümüz ekonomik düzeninde büyük ölçüde yer tutmaya başladığını söyleyebiliriz. Peki, bu üçgenden kârlı çıkan kim? Aslında borç sahipleri dışında herkes bu işten bir miktar kârlı çıkıyor. Bankalar ve finans şirketleri, borçlarını hiç tahsil edememekten ya da kredi tahsili konularında hızlı kararlar verip zarara uğramaktan kötü kredilerini uygun fiyata satarak kurtuluyor. Varlık yönetim şirketleriyse bu durumdan en çok yararlanan taraf olarak görülebilir. Gerek borçlu şirketlerle kurduğu anlaşmalarla yönetime el atması gerekse satın aldığı borçların tahsili ve icradan sattıkları mallar, varlık yönetim şirketlerine ciddi gelir kazandırıBulundu¤u il yor. Her ne kadar tahsili gerçekleşen borç Ayd›n miktarını tam olarak Antalya

Mülk

Sat›fl fiyat› (TL)

Daire

120.000

Yazl›k

240.000

Fabrika ve Makineleri

5.490.080

Sakarya

Dükkân

60.000

Ankara

‹flyeri

75.000

‹zmir

Daire

233.840

Hatay

Arsa

11.000

‹stanbul

Toyota Avensis

30.000

Ankara

fieftali Bahçesi

13.326

Mersin

Otel

1.114.360

Ankara

F›nd›k Bahçesi

197.709

Trabzon

Villa

100.000

Ankara

Elma Bahçesi

168.000

Sakarya

Un Fabrikas›

1.355.329

Manisa

Dizel Megane

25.000

Mersin

Varl›k yönetim flirketleri, küresel krizle birlikte hem bankalar hem de borçlular için “kurtar›c›” gibi görüldü ve ekonomik canlanmay› h›zland›r›c› olarak nitelendirildi. bilemesek de rahatlıkla şu soruyu sorabiliriz: Bu şirketler, zorlu bir süreç olan icra ve tahsil işleriyle uğraştığında yüksek miktarda kâr yapıyor olmasaydı, tüm dünyada üstelik krizin oldukça yoğun olduğu dönemlerde bu denli revaçta olur muydu? Bir gerçeği gözden kaçırmamak gerekiyor. Varlık yönetim şirketleri, tıpkı geri dönüşüm makineleri gibi piyasadaki artıkları toplayıp bunları para ve üretim olarak tekrar sisteme kazandırıyor. Böylece finansal sektör temizlenirken artıklar da değerlendirilmiş oluyor. Bu işlevleri sayesinde varlık yönetim şirketleri sadece kriz dönemlerinde değil; her dönemde piyasa canlılığını sağlayan önemli bir etken olmaya devam edecek.

Varl›k yönetim flirketleri, t›pk› geri dönüflüm makineleri gibi piyasadaki art›klar› toplay›p bunlar› para ve üretim olarak tekrar sisteme kazand›r›yor. Kaynakça - “Varlık Yönetim Şirketi Tartışması” http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/104016.asp - “Varlık Yönetimi” http://www.yapikredi.com.tr/ - “Banka batıranlar varlık yönetim şirketi kurucusu olamayacak…” http://www.dunyagazetesi.com.tr/ - “Hüsnü Özyeğin’in şirketi icra dairesi gibi çalışıyor.” http://www.tumgazeteler.com/ - “Girişim Varlık Yönetimi” http://www.girisimvarlik.com.tr/ - “ABD, en büyük varlık yönetim şirketi oldu.” http://www.hurriyetusa.com/haber/haber_detay.asp?id=17808

62


G‹ R‹ fi‹M C‹ L‹K

Kendi iflinin sahibi olman›n bir ad›m ötesi…

Giriflimcilik Ekonomik krizin finans sektörü ve reel sektördeki denklemleri bozmas›, beraberinde kimi sektörlerin inifle geçmesi kimilerinin de yükselmesi, “Giriflimcilik nedir?” sorusuna çok farkl› yorumlar getirdi¤ini söyleyebiliriz. FUNDA KOCAARSLAN // funda.kocaarslan@buik.net YA⁄MUR ULUTÜRK // yagmur.uluturkk@gmail.com D‹LAN ULAK // dilanulak@yahoo.com

H

alk arasında en genel ifadeyle “kendi işinin sahibi” olarak nitelendirilen girişimci aynı zamanda yönetici olarak da düşünülmektedir. Düşünüldüğü gibi bir yönetici, aynı zamanda bir girişimci midir? Bu konuda fikir yürütmeden önce “Girişimci kimdir?” ve “Bir girişimcinin sahip olduğu özellikler nelerdir?” sorularına cevap vermek gerekiyor. Bir Ad›m Ötesi Girişimcinin en temel özelliklerinden birisi, riski göze alabilmesidir. Piyasanın son durumu, pazardaki yenilikler, kamusal düzendeki değişiklikler, ticari hukuk alanındaki düzenlemeler bir girişimcinin “risk alma” kararını belirleyen etmenlerdir. İşe başlamadan önce girişimci mevcut sermaye büyüklüğünü de göz önünde bulundurup rekabet düzenindeki değişimleri, teknolojik gelişmeleri de takibe alarak iyi bir iş planı hazırlar ve fizibilite çalışması yapar. Cesur kişiler riski göze

alabilirler; ancak bu alandaki “cesurluk” lere açık, iyimser ve pozitif yaklaşımıyla gözü kapalı her adımı atmak değil, en uy- alternatif çözümler sunan, yaratıcı ve alıgun koşullar altında mal ve üretim ele- şılmışın dışında fikirler öne sürerek birtamanlarını artı değer (kâr) yaratacak şekil- kım stratejiler üretebilendir girişimci. Bu de bir araya getirme riskini göze almaktır. noktada girişimcinin bir diğer önemli Bir girişimcinin öncelikle ilk hedefi özelliği “bilgi ve deneyim” sahibi olmakâr sağlamak değil, işin varlığını ve de- sıdır. Bilgi ve deneyim, bir işe başlama vamlılığını sağlamaktır. Rekabet düzeni sürecinde girişimcinin sahip olduğu ceiçinde var olabilmek adına saret, yetenek, yaratıcılık, girişimci, rakiplerine göre Giriflimci için her özgüven ve liderlik vasıfdaha “kapsamlı bir vizlarını bir arada tutan, başazaman f›rsat yon” sahibi olmalıdır. Bir rılı bir iş inşasının çimenbaşka deyişle, rekabet as- vard›r. Kimi zaman tosudur diyebiliriz. lında girişimciyi motive f›rsat avc›s› kimi eden bir unsurdur. PiyasaH›z, Öngörü ve Plan zamansa da var olabilmek için şirGirişimci aynı zamanketler hizmet ve ürün kalida bir öncüdür. Doğru zaf›rsatlar›n tesini artırarak hem üretim manda hızlı ve akılcı kararyarat›c›s›d›r. sürecini, beraberinde kalar vererek en olumsuz zancı, hem de verimliliği artırmış olurlar. şartları bile kazançlı duruma dönüştürePiyasada var olabilme mücadelesine bilendir. Bir girişimci için her zaman fırdeğinmişken “yaratıcılık”tan bahsetme- sat vardır. Kimi zaman fırsat avcısı kimi mek olmaz. Girişimci, sorunların çözüme zamansa fırsatların yaratıcısıdır. Girişimci kavuşmasında hem çözümün bir parçası hızlı hareket ederek en kârlı durumu yarahem de bu sürecin yöneticisidir. Yenilik- tacak kararları nasıl verebilir diye sorar64


sanız, cevap elbette ki girişimcinin her durumda hazırlıklı olmasıdır. Karşılaşılabilecek güçlükleri önceden belirler, ileriye dönük planlar yapar ve her atacağı adımda elde edeceği faydaları düşünür. Daha derine inecek olursak bir işin sürekliliği işe başlamadan önce hazırlanan iyi bir iş planına bağlıdır. İşin niteliği, hedef müşteri kitlesi, sunulacak hizmet veya ürün çeşidine göre hedef piyasanın özellikleri önceden belirlenmelidir. Bununla birlikte ürün veya hizmetin üretim ya da sunum yöntemleri, maliyet hesaplamaları, satış planı gibi finansal analizler de iş planı çerçevesinde ele alınmalıdır. Ayrıca işin niteliğine göre hangi aşamada ne kadar kaynağa ihtiyaç duyulacağı ve bu kaynakların nasıl temin edileceği de belirtilmelidir. Detaylı bir iş planı ve sıkı bir finansal analizden sonra girişimcinin öncelikle yapması gereken kısa vadede hedefler belirlemek olacaktır. Gerçekleşmesi güç hedefler hem motivasyonu hem de inancı örseleyeceğinden girişimci, var olan maddi kaynaklar dahilinde kısa vadeli amaçlar edinmelidir. Çok uzun zaman gerektiren hedefler bir süre sonra hem işin takibini zorlaştıracaktır hem de işin başarılı olacağına dair olan inanca ket vuracaktır. Dolayısıyla girişimci, hazırladığı iş planı dahilinde çok büyük hedefler değil, aşama aşama ilerleyebileceği küçük hedefler belirlemelidir. Bu hedefleri sıraya koymalı ve her bir etapta yapılanları analiz etmeli; en sonunda da bir ilerleme

risk alma sorumluluğu, re‹nanç, raporu hazırlamalıdır. olma, bilgi ve denegiriflimciyi bir kabetçi Peki, bir işi başarılı bir yim sahibi olma, öncü olma ad›m ilerisine ve liderlik gibi kişisel özelşekilde yürütebilmek için sadece iş planı yapmak ye- götürecek olan likleri bir yana; bu kişisel terli midir? Plan işe başlave becerilerini en etkicesaret, risk, bilgi madan önce atılması gereken li şekilde kullanacağı güçlü öngörü ve adımlardan biridir. Yeni bir bir iletişim ağı kurması da atılım gerçekleştirdikten gerekir. Hem özel sektörde baflar›n›n sonra bunu ileriye taşımak lokomotifidir. hem de kamu sektöründe için elbette ki bir uygulama kurulan karşılıklı güven ilişplanı yapılmalıdır. İş planında belirlenen kilerinin, rekabet düzeni içerisinde ortaya hedef müşteri kitlesine göre girişimcinin çıkabilecek zorlukların etkisini kıracağı elinde bir aktivasyon planı olmalıdır. Su- düşünülebilir. Dolayısıyla girişimci, yanulan hizmet veya ürünün özelliklerine ratıcılığıyla farklılığını ortaya koyan güçlü göre hedef müşteri kitlesi gerektiğinde bir imaj çizerken rekabet piyasasında da segmente edilmeli ve farklı yaklaşımlar itibarını kuvvetlendirmeye çalışır. İşin uygulanmalıdır. varlığı ve sürekliliği esas alındığında imİş planı, piyasa araştırması, fizibilite zalanacak ortaklıklarda veya projelerde, çalışması, aktivasyon planı ve finansal girişimci yarattığı güçlü imaj ve kurduğu analiz… Ya sonrası? Tüm bu gereklilikle- güven inşasıyla en sağlam ve kazançlı ri hayata geçirebilmek için girişimcinin adımları atmayı garantilemiş olacaktır. her şeyden önce kurduğu işin başarılı Yazımızın başında cevaplamaya çalışolacağına inanması gerekir. Öyleyse tığımız “Her yönetici aynı zamanda bir gi“inanç”, girişimciyi bir adım ilerisine rişimci midir?” sorusuna dönersek, bir gigötürecek olan cesaret, risk alma, öngörü rişimci hem işveren hem çalışandır diyeve başarının lokomotifidir diyebiliriz. biliriz. Çalışan olarak kurduğu işin aktif Girişimcinin önceliği kazanç değil, bir üyesi iken, işveren olarak da işi yönişin varlığını sürdürebilmektir. Bu nokta- lendiren, süreci kontrol eden bir yöneticida başarılı bir işin inşası ve devamlılığı dir. Özetle girişimcilik, yöneticiliği de genasıl sağlanır sorusuna verilebilecek en rektiren daha kapsamlı bir kavramdır. Bir sonraki sayfamızda ünlü girişimiyi yanıt “güvenli ilişkiler kurmak” olacaktır. Bir girişimcinin sahip olması gere- ci Acun Ilıcalı ile yaptığımız keyifli sohken cesaret, yetenek, yaratıcılık, özgüven, beti bulabilirsiniz. Kaynakça - “Sonsuz Devinim” http://www.turklider.org/ - “Girişimciye Her Zaman Fırsat Vardır” http://www.capital.com.tr/haber.aspx?HBR_KOD=5312 - “Girişimcinin İş Kurma Motivasyonları” http://www.fortune.com.tr/ - “Girişimci Kimdir?” http://www.kobifinans.com.tr/

65


Acun Il›cal› ve Giriflimcilik

Futbol Muhabirli¤inden Patronlu¤a B ugünlerde girişimci denince akla gelen isimlerden biri hiç şüphesiz ki Acun Ilıcalı. Futbol muhabiri olarak girdiği medya dünyasında, başarılı adımlarla ilerlemekte olan Ilıcalı; girişimciliği, zekası, ileri görüşlülüğü ve samimiyetiyle şu an birçok televizyon programının hem yapımcılığını hem de su-

■ Acun Bey, öncelikle ilk girişimcilik deneyiminiz olan Bağdat Caddesi’ndeki kot dükkânı ile başlayalım isterseniz. Okulunuzu bırakıp bu işe atıldınız ve istediğiniz gibi bir sonuç elde edemediniz. Eğitiminizi bırakıp ticarete atılmaktaki amacınız neydi? Okula adapte olamadım. Hep Boğaziçi’ne gelmek istedim ama olmadı. İlk seferinde İstanbul Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünü kazandım. Sonra bir kez daha sınava girdim. Yine aynı sonuç… Okumaya dair cesaretim kırıldı. Maddi kaygılarım beni girişimci düşünüp ticarete atılmaya zorladı. ■ İlk başarısızlığınız içinizdeki girişimcilik ruhunuza zarar verdi mi? Zarar verdi, hem de çok… İstediğim başarıyı elde edememem girişimci ruhumu çok zedeledi. Yeni maceralara atılma isteğimi köreltti. Bir süre yeni maceralara atılacak gücü kendimde bulamadım. O dönem annemi ve babamı kaybettim. Her şeyin üst üste geldiği bir dönemdi. Beraberinde maddi sıkıntılar baş gösterdi. Yalnız kalınca insan zorlukların daha çok farkına varıyor. Bu farkındalık bende yeni işlere atılmak için gerekli olan adrenalin ve

çalışma güdüsünü artırdı. Yalnızlık sürecinde çok da dibe vurduğumu düşünmüyorum. Aksine mücadele etme gerekliliği motivasyonumu artırdı. ■ İş hayatına ilk adım attığınızda bir prodüksiyon şirketi kurma hayaliniz var mıydı? İşe hayallerle başlamadım. Hayallerim yoktu. İşe ilk girdiğimde sadece bir masam ve bir sandalyem vardı. Sonra bir odam oldu. Zamanla büyüdük ve “Buraya sığmıyoruz” dedik. En sonunda da şu an bulunduğumuz binayı satın aldık. Olaylar beni nereye götürdüyse oraya gittim. Hayallerim olmadığı için karşıma ne çıkarsa çıksın şaşırmam. Bu zamana kadar yaptığım sadece fırsatları değerlendirmekti. Doğru hamleleri yapmak önemli. Aslında fırsatları değerlendirmek 66

de bir değerlendirme yapmaktır. Burada değerlendirmek derken kabul etmeyi kastediyorum. Önüme gelen her fırsatı değerlendirmiş olsaydım bugün kazandığımdan çok daha az miktarlarda kazanıyor olurdum. ■ Yıllar geçtikçe kendi kendinizin patronu olmaya karar verdiniz ve kendi yapım şirketinizi kurdunuz. Bu yolda herhangi bir engel ile karşılaştınız mı? Beni köstekleyen olmadı. Allah’a şükür insanlar tarafından sevilen biriyim. Kimse benim ukalalığımı görmemiştir. O tip insanları da sevmem zaten. O yüzden çevremdeki insanlar da ukala değildir. Çalışma arkadaşlarım arasında bağlılık kuvvetlidir. İş hayatında çevrem, tanıdıklarım sağ olsunlar çok destek oldular. Engellerle boğuşmadım.


sel olduğu zamanlarda, Televole’de kendine ait bir bölüme sahip olan Ilıcalı, bu program dahilinde dünyayı dolaşmaya başladı. Çok geçmeden büyük ilgi gören programın bu kısmının, 2002 yılında “Acun Firarda” adıyla ayrı bir program olarak yayınlanmasına karar verildi. Program süresince 105 ülke gezdi ve yüksek izlenme oranları yakaladı. Daha sonra büyük ilgi gören “Dokun Bana” ve “Biri Bizi Gözetliyor” programlarında yardımcı sunuculuk yaparak kariyerine devam etti. Medya dünyasında emin adımlarla ilerleyen ve kariyerini girişimci ruhu sayesinde sağlam temeller üzerine kuran Acun Ilıcalı, 2005 yılında “Acun Medya” adında kendi prodüksiyon şirketini kurdu. Dünya televizyonlarındaki programları ve yapımları dikkatle takip eden Ilıcalı, ilgisini çeken ve Türkiye’de de büyük başarılar sağlayacağını düşündüklerini Türk televizyonlarına kazandırdı. “Fear Factor”, “Survivor Türkiye-Yunanistan”, “Survivor Kanaryalar-Aslanlar” ve “Var Mısın Yok Musun?” yarışmalarının hem sunuculuğunu hem yapımcılığını üstlendi. Uğur Dündar’ın sunuculuğunu yaptığı

“Yoksa Rüya Mı?” adlı programda ve Behzat Uygur’un sunduğu “Söyle Söyleyebilirsen” adlı yarışma programlarında da karşımıza yapımcı koltuğunda çıktı. Programlarında bir yandan önyargıları yıkmak istercesine Türkiye’nin komşularıyla olan ilişkilerini iyileştirmeye çalıştı, bir yandan da yardıma ihtiyacı olan insanlara el uzattı. Tüm bu yoğun iş temposundan ayırabildiği zamanlarda, “muhabirlikten, kendi kendinin patronu olmaya” uzanan yolda yaşadıklarını ve edindiği tecrübeleri insanlarla paylaşmaktan geri kalmaması onun “girişimci ruhu” başka insanlara aşılamak istediğinin en büyük göstergesi. Hâlâ yeni projelerle ve yapımlarla Türk televizyonuna ilkler kazandırmaya devam eden Acun Ilıcalı, kariyerine devam ediyor. Girişimciliği, ileri görüşlülüğü ve samimiyeti; elbette ki imza attığı birçok başarılı iş sayesinde şu an Türkiye’de en çok bilinen isimlerden biri olan Acun Ilıcalı, kendisiyle yaptığımız röportajda hem bu yolu nasıl kat ettiğini hem de kendisi gibi başarılı bir girişimci olabilmenin ayrıntılarını bizimle paylaştı.

■ Şirketinizi kurduktan sonra bir ya■ Peki, girişimcilik doğuştan gelen bir pımcı olarak çok başarılı işlere imza şey midir? Yoksa insan hayatı boyunca attınız ve çok geniş kitlelere ulaştınız. böyle bir yeteneği kazanabilir mi? Sonuçta çekirdekten yetiştiğiniz işi yaKesinlikle doğuştandır. Bir defa giripıyorsunuz. Deneyim ve tecrübelerini- şimcilik cesaret gerektirir. Cesaret demek zin başarınızdaki rolü nedir? risk almak demektir. Hatta risk katsayısı Kesinlikle çok önemli bir rolü var. had safhada olmalı diyebilirim. Sonuçta Ben başarıda anlık patlamalar olacağına herkes büyük riskler alamaz, almayı da inanmıyorum. Mesela kendimden örnek öğrenemez. Bu kadar net söylüyorum. vereyim. Programlarımda reytingler aşa- Çünkü biriyle oturup yarım saat konuşma aşama yükseldi. 8 yıl sam onun girişimci olup Önüme gelen önce başlayan “Acun Fiolmadığını anlarım. ■ Girişimcilik hayatınız rarda”nın reytingi 6’ydı. 5 her f›rsat› boyunca risk almaktan yıl önce “Fear Factor”e de¤erlendirmifl hiç korktunuz mu? başladım ve 8 reyting elde Hiç korkmadım. Risk ettik. Türkiye’ye bundan 4 olsayd›m bugün yıl önce getirdiğimiz “Surkazand›¤›mdan almaktan korkan biri olsaydım 3 motosiklet kazası vivor” ise 9 reytinge ulaştı. çok daha az geçirmezdim. Koluma pla3 yıl önce başladığımız tin takılmazdı. Benim dün“Var Mısın Yok Musun?”la miktarlarda yevi korkularım yok. Ben 10’ları gördük. En son “Yekazan›yor asıl hesap verememekten tenek Sizsiniz”de de 11’leolurdum. korkarım. Öldüğümde geri gördük. İşte, bunlar tecride hesabını veremediğim rübelerimin bugünkü başarıma olumlu etkisi. Kısacası başarının for- hiçbir şey kalmasın isterim. Tek korkum mülü tecrübe artı zeka. Bu sözümden budur. Yoksa risk almaktan korkmam. kendimi zeki olarak gördüğümü anlama- ■ Acun Bey, sizce bir girişimcide olmayın sakın. sı gereken genel özellikler nelerdir? Bu

konuda ne gibi tavsiyeler verebilirsiniz? Gençlere kendi girişimcilik maceralarında ne gibi önerilerde bulunuyorsunuz? Tecrübe… Risk… Cesaret… İnsan önce kendini iyi tanımalı. Kendi yaradılışını iyi incelemeli. Örneğin, kimisi sistem adamıdır. İşinde verimli çalışır. Maaşını düzenli alır ve mutludur. Riski değil, düzenli yaşamı tercih eder. Ben ise sistem adamı değilim. Düzenli bir maaşım yok; ama yaptığım işten mutluluk duyuyorum. Bu işte girişimci ruh çok önemli. Kişi girişimci ruhlu değilse boş yere macera aramasın. Kimsenin benim yüzümden para kaybetmesini istemem. Yani “Cesaretli, hatta deli cesaretli değilseniz altından kalkamayacağınız risklere girmeyin” derim ben. Girişimci adım adım ilerlemeli. Belli hamleler yapmalı. Kendimden örnek vereyim. Önce maaşlı ve düzenli bir işte çalışmaya başladım. Sonra risk aldım ve iş değiştirdim. Büyük risk büyük başarı getirir. Toplumdaki herkesin alabileceği riskleri alırsan büyüyemezsin. Girişimci için önemli olan düşük gelir elde ediyor olsa bile uzun vadede sıçrama yapabileceği işlere yönelmesidir.

nuculuğunu üstlenmekte. Kadıköy Anadolu Lisesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği’ni kazanan Ilıcalı, kariyerini bu yönde yapmak istemediğini anlaması üzerine üniversiteyi bırakıp ticarete atılmaya karar verdi. Girişimciliğinin ilk adımı olarak da bir giyim mağazası açtı; ancak iflas etti. Daha sonra bir arkadaşı vasıtasıyla tanıştığı İlker Yasin, Acun Ilıcalı’nın futbol bilgisine hayran kalınca kendisine deneme amaçlı muhabirlik teklif etti. Beşiktaş muhabirliğine başlayan Ilıcalı, yeteneği ve yaptığı başarılı röportajlar sayesinde yıldızını parlattı. Başarıları sayesinde çok geçmeden Şansal Büyüka’nın ekibine transfer oldu. Sporun magazin-

67


SOHBET

EKONOM‹ SOHBETLER‹ 27 Ekim Sal› günü Bo¤aziçi Üniversitesi ‹flletme ve Ekonomi Kulübü’nün ricas›n› k›rmay›p bizlerle ekonomi üzerine sohbet etmeye gelen ekonomist Ege Cansen’le tad› dama¤›m›zda kalan söylefli… MERVE AKGÜL // mervea@buik.net

Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü: Şu an gelişmiş ülkelerin merkez bankaları faiz indirmeye devam ediyor. Peki, bu süreçten sonra merkez bankaları faiz arttırımına giderse ekonomide kıpırdanmalar olabilir mi? Faiz arttırımları ekonominin iyiye gittiğini gösterir mi? Özellikle son dönemde Avusturya Merkez Bankası’nın faiz arttırım politikası gündemde, global piyasaların buna cevabı ne olur? Ege Cansen: Kriz ile birlikte merkez bankaları faizleri düşürdü. Merkez bankalarının faiz indirimi, ekonomiye yansıdı; fakat bankalar, faizlerini merkez bankalarının beklediği kadar indirmedi. Faiz ve ekonomi arasında mekanik bir ilişki vardır. Faizler yatırımların maliyetini belirler. Faizler düşünce sermayenin maliyeti de düşer. Bu da yatırımların fizibilitesini arttırır. Bu faizlerin ekonomiyi etkilemesinin birinci yolu. Diğeri ise faizlerdeki düşüşlerin taksitli alışverişi arttırması. Bu ikisi sayesinde hem tüketim hem de yatırım harcamaları artıyor. Avusturya Merkez Bankası’nın faizleri arttırmasının arkasındaki neden, faiz indirimlerinin enflasyona neden olabileceği gerçeğidir. BUİK: Krizle beraber uygulamaya konan ekonomiyi canlandırma yöntemlerini açıklar mısınız? Bu yöntemlerin

ekonomide enflasyonu tetikleyeceği öngörüsüne göre bu uygulamalara ne zaman son verilmeli ki ekonomi kendi kendine ayakta kalabilsin? Faiz indirimleri 0’a yaklaştı ama ne yatırımlarda ne tüketim alanında önlemlerle arzulanan ölçüde tepki gelmedi. Bunun sonucunda da bazı ihracatçı ülkeler iç pazara yönelmeyi seçti. Bu stratejiler doğru mu? E.C: Ekonomiyi canlandırma iki gruba ayrılır. Bunlar, mali uyarıcılar ve parasal durumun genişletilmesidir. Mali uyarıcılarla ekonomiyi canlandırmak faizlerle oynamak demektir. Kriz döneminde GSYİH(Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) düşer. Bu da paranın el değiştirme sayısını azaltır. Ekonomik dengenin sağlanması açısından merkez bankası para

Ekonomide sadece reel sektör vard›r. Finans sektörü, reel sektörün aynadaki görüntüsüdür.

arzını artırır. Bunların yanında vergi indirimleri de ekonomiyi canlandırma açısından başvurulan bir yöntemdir. Faiz indirimleri ise sorudakinin aksine ekonomide istenen canlandırmayı getirdi. İhracatçı ülkeler genel olarak zaten iç piyasaya yönelirler. Kriz döneminde de vergisel uyarıcılarla (KDV ve ÖTV) iç piyasaya yöneldiler; bu da tabii iç talebi canlandırıyor. BUİK: Tüm pozitif sinyallere rağmen ABD’deki bazı ekonomistler, banka batması ve çifte resesyon konularına özellikle değiniyor. Sizin bu konudaki görüşleriniz neler? 2. bir kriz öngörülebilir mi, sinyalleri daha önceden gelir mi? E.C: Ekonomi sosyal bir bilim. İçinde insan var, psikoloji var. İnsanlar birbirini etkiler. Bu laflar çok dolaşırsa insanlar etkilenir. Çabuk toparlanma olursa da ikinci bir tehlike oluşabilir. Kriz çıkmadan önce hammadde fiyatlarının hızla artışı gibi spekülatif hareketler vardı. Bunlar balonun oluştuğu sinyalini veriyordu. Balonun oluştuğu sinyali geliyorsa balon patlar. BUİK: Krizden sonra Türkiye ekonomisinde asıl zararı reel sektör gördü, finans sektörü büyüyerek çıktı. Avrupa ve ABD’de ise bunun tam tersi bir izle-

68


nim var. Türkiye’de reel sektörün uğradığı bu ağır hasarın sorumluluğunu, Türk finans sektörüne yüklemek mümkün mü? E.C: Ekonomide sadece reel sektör vardır. Finans sektörü, reel sektörün aynadaki görüntüsüdür (Mirror Image). Amerika’da sadece reel olmayan sektör zarar gördü diyemeyiz; çünkü reel sektör de zarar gördü. Türkiye’deki bankaların krizden şimdilik yara almamasının nedeni, bizim borçlu ülke olmamızdır. Reel sektör zarar almışsa bu bankalara da yansır. Türkiye krizden çıkana kadar bankaların kredi verdiği bireyler ve kurumlar batmazsa bankalar da krizden yara almadan çıkar. BUİK: Dünyanın Amerika’dan sonra en büyük iki üretim üssü Çin ve Hindistan. Bu iki ülkenin kalkınma maceraları ve yöntemleri tamamen olmasa da ciddi biçimde birbirine benziyor. Bize bu iki devin uyanışı ve ayrıldıkları noktalar hakkında bilgi verebilir misiniz? E.C: İkisi de büyük ekonomi. Coğrafi açıdan ve nüfusları ile güçlüler. Büyük iç piyasaları var. İş bölümü, uzmanlaşma büyük ülkede daha kolaydır. Pasifik ülkelerinin örnek ülkesi Japonya’dır. Kültür olarak ise Çin’dir. Büyük Doğu medeniyeti Çin’dir ama Batı’ya ilk kez kafa tutan sanayi toplumu Japonya’dır.

Krizden önceki IMF ve krizden sonraki IMF olmak üzere 2 IMF vard›r. Krizden önceki ölmüfltür. fiimdiki ise farkl› bir IMF’tir.

Çin’e kıyasla küçük olmasına rağmen Çin’i işgal etmiştir ve Kore’yi kendine sömürge yapmıştır. Çin’i anlamak için Japonya’yı anlamak lazım. Çin’de komünizm çökünce Çin, örnek olarak Japonya’yı seçti. Japonya’yı taklit etti. İhracata ve imalata yönelik tam istihdama dayalı bir ekonomi yarattı. Çin’i kalkındıran Japon modeline dönmüş olmasıdır. Çin, siyasette komünist kalıp ekonomisinde kapitalist düzene geçmiştir. Hindistan’da ise İngiliz tesiri var. Hâlâ sağlam bir ülke değil. Çin ve Hindistan aynı kefede değiller. Hâlâ kast sistemi var Hindistan’da ve nüfusu çok fazla. Bunların yanında elit üniversiteleri ve mezunları var. Daha programatik bir yer. Dünyaya etkisi Çin kadar fazla değil. 69

Çin’in ticaret fazlası varken Hindistan’ın ticaret açığı var. Bu bile Hindistan’ın Çin kadar olamadığını gösteriyor. Hindistan’da az sayıda çok iyi yetişmiş insan var ve ülkeyi onlar yönetiyor. BUİK: Krizin sonuçlarına bakarak dünya ekonomisindeki rollerin değişmesi bekleniyor. Özellikle Çin ve ABD için bu tür spekülasyonlar mevcut. Ancak bu öngörülerin yapıldığı sistem, bizi yanlış sinyallerle krize sürükleyen sistem. Sizce şu anki makroekonomik teorinin meşruluğu tartışmaya açık mı? Teorinin değişmesi mi gerek yoksa tüm bu olanlar uygulamadaki hatalardan mı kaynaklanıyor? E.C: Kapitalizm sürekli kriz çıkaran bir sistem midir? Krizler, kapitalist sistemin sistemik bir sonucudur. Reel ve reel olmayan sektörün birbirinden kopmasıdır. Bu kopma olunca olmayan bir servet çıkıyor ortaya. Bunun sebebi de paradır. Ekonomi parayla büyümüştür, parayla da başı beladadır. Amerika’nın önemi azalacak ama önde bir ülke olmaya devam edecektir. Lineer hiçbir şey yoktur hayatta, bu yüzden spekülasyonlarda bulunmak çok sağlıklı değil. Amerika liderliğini bölüşmek zorunda artık. Birçok dalda geri kaldı. Benim dünya ekonomik sistemi için bir fikrim var. Amerika, Çin ve Japonya birleşip Pasi-


E.C: İstanbul ikiz şehirden oluşabilir. Asya ve Avrupa olarak ikiye ayrılabilir. Hepsinin kendi merkezi olur. Bu tamamen bir planlama meselesi. O zaman bu kadar köprüden geçme ihtiyacı olmaz. Her arz kendi talebini oluşturur. Köprüden geçmeyecek adam, köprü yapılınca köprüden geçer. Böylece ekstra talep yaratılır. Tamamen planlama meselesi.

fik Merkez Bankası kursunlar. Amerikan doları, Çin yuanı ve Japon yeni birleşip ortak bir para birimine dönüşsün ve paranın adı da yyolar olsun. BUİK: 2008 krizi öncesinde neredeyse tüm kredibilitesini yitirmekte olan IMF(International Money Fund) krizde tekrar popülarite kazandı. Kriz tamamen bittikten sonra IMF tekrar prestij kaybına uğrar mı? IMF’in bu kriz döneminde tekrar gündeme gelmesi, öne sürdüğü programların kalite ve ciddiyetiyle mi ilgili yoksa sadece sahip olduğu para rezerviyle mi? IMF desteği olmadan orta vadeli program yürütülebilir mi? E.C: Krizden önceki IMF ve krizden sonraki IMF olmak üzere 2 IMF vardır. Krizden önceki ölmüştür. Şimdiki ise farklı bir IMF’tir. IMF kurulduğunda amacı, uluslararası cari açıkların yarattığı problemleri çözmekti. Şimdi ise IMF’in amacı krizleri çözmek oldu yani bir nevi canlandırma şirketi oldu. Adı aynı fakat görevi değişti. Kriz önleme aracı oldu. Şartlar kurumların misyonlarını değiştiriyor. Orta Vadeli Plan’ın hedeflerine IMF olmadan ulaşılır. Yabancılar para vermezse biz kalkınamayız düşüncesi, IMF olmazsa biz başaramayız fikrinin bir türevidir. IMF para verirse ekonomi canlanır; ama bu sürdürülebilir bir şey midir? Ne zamana kadar canlanacak? IMF’siz olsun, yavaş olsun, güç olsun. IMF’den para gelirse daha çabuk olur ama sürdürülebilir olmaz; ama azim ve niyet yoksa hiç zorlamaya gerek yok. BUİK: Doğan Grubu’nun aldığı vergi cezasıyla devletin vergi denetleme

mekanizmaları büyük töhmet altında kaldı. Buna alternatif olarak vergi denetleme mekanizmalarının özel sektöre devredilmesi söz konusu olabilir mi? Eğer böyle bir durum söz konusu olursa devlet bunun denetimi için nasıl bir mekanizma öngörebilir? E.C: Devletin iki temel işlevi vardır. Biri silahlı kuvvetlerdir, diğeri ise vergi toplamaktır. Vergi denetleme mekanizması özel sektöre bırakılamaz. Siyasi idareden bağımsız bir denetim mekanizması olmalı, yani özerk olmalı. Özerk olduğu zamanda sorun çözülmüş olmuyor; çünkü özerklikte en önemli iki etken karakter ve kültür meselesi. Özerk olmak keyfi olmak anlamına da gelmiyor. İnsan özerkse kurum özerk olmasa bile o özerk davranır. BUİK: Ulaşım takdir edersiniz ki özellikle İstanbul’un ama genelde tüm Türkiye’nin kronik sorunu. Bu bağlamda planlanan 3.köprü hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce ekstra yollar ve köprüler yapmak sorunun kalıcı çözümü müdür yoksa sadece bir erteleme aracı mıdır?

Ekonomi parayla büyümüfltür, parayla da bafl› beladad›r.

70

BUİK: Otomotiv hem küresel hem de yerel çapta son krizden en çok yara alan sektörlerden biri. Batmaz denen devler ya devlet kontrolüne geçti ya da ciddi miktarda hisse satışı yapmak zorunda kaldı. Sizce otomotivin geleceği nasıl görünüyor? E.C: Mal ne kadar dayanıklı ise krizde etkilenmesi de o kadar fazla olur. Erteler insanlar taleplerini. 1964 1966 arası Amerika’daydım. New York’a tayini çıkanlar arabasını satardı. New York’un trafiği ve park sorunu orada araba sahibi olmayı imkansızlaştırıyor. Bu sektörün geleceği “replacement” yani yenisiyle değiştirme üzerine kurulu. 4 fertten oluşan ve bir arabası olan bir aileye 3 araba daha satmak yerine, sahip oldukları arabayı değiştirmek üzerine yapılıyor her şey bu sektörde. Bu sektörde pazarlama da daha iyisini, daha konforlusunu alın şeklinde yapılıyor. BUİK: Sosyal güvenlik kuruluşlarının birleştirilmesinden sonra, sağlığa ayrılan bütçe daha da arttı. Bunun bütçedeki etkisinin ne olacağını düşünüyorsunuz? Bunun yanı sıra halk arasında SGK’ya duyulan güvensizliğin böyle bir bütçe arttırımıyla hafifletilebileceğini düşünüyor musunuz? E.C: Başbakan Sağlık Bakanı’na “Ben senin sayende 2. seçimi aldım” demiş. Dünya’da bu kadar yaygın sağlık sistemi çok az yerde var; ama şimdi korkunç bir yük geldi devlete bu hizmetle. Halk bu uygulamayı çok iyi karşıladı ama bütçeye büyük bir yük. Nasıl başa çıkılacak? Bir kısım insandan para toplarsın birilerine para verirsin. Devletin bu hizmetle yaptığı da bu aslında. Devlet milli geliri yeniden dağıtan mekanizmadır. Bütçeyi denkledikten sonra sorun yok. En pahalı telefon, elektrik, benzin vergisi bizde. Bunlardan alıp hizmetle geri veriyor. Bütçe denkse iktisatçı itiraz edemez.


YÖNET‹M

S‹V‹L TOPLUM DÜMENE GEÇ‹YOR! BURÇAK BAfi // burcak.bas@boun.edu.tr

Sivil Toplum Kurulufllar›(STK)’nda art›k bir flirkette oldu¤u gibi profesyonel bir yönetim anlay›fl›ndan söz ediliyor. STK’larda yönetim çarklar›n›n nas›l iflledi¤ini görmek için sivil toplumun geliflim süreci ile STK’lar›n yönetim anlay›fl›ndaki paralelliklere bakmakta yarar var.

72


Sivil Toplum ve Yönetim Sivil sözcüğü Latincedeki civilis, yani uygar anlamına geliyor. Günümüzde demokrasi, kalkınma, ilerleme, bütünleşme gibi kavramları akla getiren sivil toplum, şimdiki anlamına ulaşana kadar çeşitli süreçlerden geçti. Sırasıyla modernleşme, devlete karşı demokrasi ve son olarak da katılımcı demokrasi fikirlerinin evrilmesiyle sivil toplum ortaya çıktı. Bu aşamalar sonucunda birey, toplumsal sorunlara dair fikirler ortaya koyabilen ve çalışmalarıyla devleti de bu sorunları çözmeye zorlayan, kolektif çalışmalarda bulunan etkin bir varlığa dönüştü. Bu gelişim aşamaları ile Sivil Toplum Kuruluşları’ndaki yönetim anlayışı arasında bağ kurmak mümkün mü? Sivil Toplum Kuruluşları, modern toplum yolunda ilk adımı atarken sınırlı bütçe ve sınırlı insan kaynağı, hedef kitle belirsizliği ve tanınırlık gibi problemlerle karşılaşıyor. İlerleyen zamanlardaysa kuruluşların bilinirliği, bütçesi, insan kaynağı artmaya ve faaliyet alanı kabuk değiştirmeye başlıyor. İşte o zaman bu kuruluşlarda aktif yönetimin önemi gündeme geliyor ve yönetimlerde donanımlı, belirli konularda uzmanlaşmış bireylerin yer alması gereği ortaya çıkıyor. Böylece Sivil Toplum Kuruluşları, katılımcı demokrasi fikri için stratejiler doğrultusunda yönetilen ve çalışan, değişim ve gelişim için devleti zorlayan kurumlar haline dönüşüyor. Yönetim Çarklar› Dönüyor Sivil Toplum Kuruluşları’nda kâr amacı güdülmemesi ve insan kaynağının gönüllülerden oluşması özelliği, onları diğer işletmelerden ayıran en büyük özellik. Kâr amaçlı işletmelerden böylesi iki temel konuda farklılaşması, STK’ larda yönetimi nasıl etkiler? STK’lar hangi alanlarda nasıl yönetilir, yönetimin kaynağı nedir? Bir işletmenin yönetimi ile STK yönetimi farklı mıdır? STK’lar, diğer işletmelerde olduğu gibi bir organizasyon yapısına sahip. İnsan kaynakları, halkla ilişkiler, finans gibi yönetimsel unsurlarının yanında stratejik amaçları da var. Örneğin; STK’ların verimliliğin artırılması, kaynakların doğru şekilde kullanımı ve pazarda tanınırlık gibi hedefleri var. Buna karşın STK’lar, misyon, gelir ve insan kaynağı gibi konularda diğer işletmelerden çok farklı. Bu durumda Sivil Toplum Kuruluşları’ndaki ve kâr amaçlı kuruluşlardaki

yönetim anlayışının benzerlikleri ve farklılıkları neler? Bu iki yapı arasındaki ilişki için ne söyleyebiliriz? Sorulara daha kapsamlı yanıtlar bulabilmek için toplumsal sorumluluk alanındaki geçmişinin yanında 4,5 yıldır Toplum Gönüllüleri Vakfı(TOG) bünyesinde yer alan Saha Departmanı Yöneticisi Emrah Gürsel ile bir röportaj gerçekleştirdik. Gürsel, özel sektörün kullandığı yöntemlerin özellikle strateji belirleme ve proje geliştirme konularında STK’lar için dönem dönem faydalı olabileceğinden bahsetti. Gürsel’e göre, bir Sivil Toplum Kuruluşu insan merkezli strateji belirlemek ve yatay etkileşimli yönetim modelinden esinlenmek durumunda. Buna karşın Gürsel, özel sektö-

Sivil Toplum Kurulufllar›’n›n insan kayna¤›n›n gönüllüler olmas›, aidiyet ve motivasyon gibi insan kaynaklar› unsurlar›n›n önemini art›r›yor. rün nihayetinde kârlılık amacında olduğunu, STK’larda ise misyon ve vizyonun her şeyden üstün tutulduğunu ve maddi kaygıların ikinci plana atıldığını vurguladı. Bu durumda Sivil Toplum Kuruluşları, kâr amaçlı kuruluşlardan daha karmaşık ve çok boyutlu bir yapıya sahip. Özellikle insan faktörüne dikkat çeken Gürsel, TOG’da gönüllü çalışmanın parayla ölçülemeyecek bir değer olmasından, bunun kişinin kendini var etmesi amacıyla birebir örtüşmesinden ve bu çalışmanın katılım esasına dayanmasından söz etti. Bunun yanında bu temellerin, doğal olarak farklı bir yönetim anlayışını da beraberinde getirdiğini ifade etti. Gelişen teknolojiler ve artan rekabet ortamında, STK’larda insan kaynakları yönetiminden söz etmek mümkün. İnsan kaynakları yönetimi(İKY)nin yeni yüzünde her bireyi değerli kılmak, fikirlerini ön plana çıkararak en alttan en üste kadar her elemanda aidiyet duygusunu yaratmak amaçlanıyor. İKY denince aklımıza neler gelmeli? İnsan kaynakları yöneticileri; iş analizi ve tanımı, eleman seçimi, oryantasyon, eğitimler, ka73

riyer yönetimi, motivasyonun sağlanması gibi birbiriyle iç içe geçmiş alanlarda insandan başlayarak verimliliği ve organizasyon başarısını artırmayı hedefliyor. Sivil Toplum Kuruluşları’nın insan kaynağının gönüllülerden oluşması, aidiyet ve motivasyon gibi insan kaynakları unsurlarının önemini artırıyor. TOG’un organizasyon şemasına baktığımızda yedi ayrı departmanla ön plana çıkıyor. Bu departmanlar da kendi içlerinde alt başlıklara ayrılıyor. Bu durum, TOG’daki insan gücünün yoğunluğuna işaret ediyor. Toplum Gönüllüleri Vakfı’nda insan kaynakları yönetimi için günümüzde izlenen politikaları sorduğumuzda ilginç bir cevap aldık. Saha Departmanı Yöneticisi Emrah Gürsel, Toplum Gönüllüleri Vakfı’nda insan kaynakları departmanının ayrı bir isimle yer almadığından ve bu görevi mali idari işler biriminin üstlendiğinden bahsetti. Özel sektörün spesifik olarak kullandığı karmaşık yöntemlerin STK’lar için söz konusu olmamasını da STK’ların sınırlı olan bütçe ve insan kaynağına bağladı. Sendikal örgütlenme ve Toplu İş Sözleşmesi’nin varlığından söz eden Gürsel, yöneticiler ile çalışanların her birinin karar alma sürecinde aktif olarak görev aldığını vurguladı. Böylece insan kaynağının aktif katılımıyla, TOG’da gençliğin öncülüğünde toplumsal kalkınmaya ve barışa hizmet verildiğinin altını çizdi. STK’lar Görücüde STK’larda iki çeşit hedef kitleden söz etmek mümkün. Bunlardan biri STK’nın yapısına katılıp insan kaynağı olarak görev alacak yeni üyeler, diğerleriyse hizmetin sunulacağı çoğunluk. Bu iki kitleye STK’nın tanıtılması, bir anlamda STK’nın kendisine dikkat çekmek için pazarlanması gerek. Eğitim, çevre, sağlık, kültür gibi çeşitli alanlarda gönüllü olarak faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının sunduğu hizmete bakıldığında pazarlama kavramı konuyla ilgisizmiş gibi düşünülebilir. Halbuki Sivil Toplum Kuruluşları tıpkı kâr amaçlı organizasyonlarda olduğu gibi hedef kitle oluşturabilmeli, hedef kitlenin isteklerini ve ihtiyaçlarını bilmeli ve hedef kitlesiyle uzun süreli ortaklıklar yaratabilmek için hizmetini pazarlamalı. Bunun yanında hedef kitle, sadece hizmetin sunulacağı topluluk değil; aynı zamanda gönüllülük bazında Sivil Top-


lum Kuruluşu’nda çalışacak potansiyel elemanlardır. Peki, bu doğrultuda “TOG’un pazarlama yönetiminde yararlandığı yöntemler neler?” diye sorsak... Biz iki tür hedef kitleden söz etmişken Emrah Gürsel, bunları artırarak insan kaynağı, hizmet edilen çoğunluk ve sponsorlar olmak üzere üçe ayırdı. TOG’da öncelikli hedeflerinin ve kuruluş nedenlerinin gençleri yapılan işlere, eylemlere, olgulara dahil etmek olduğunu belirten Gürsel, gönüllülerin motivasyonu ve kurumsal imaj konusunda TOG’daki en önemli üç öğeye dikkat çekti. Bunlar: hesap verebilirlik ve şeffaflık, gönüllülerin karar alma mekanizmalarında söz hakkına sahip olması ve etkinliklerin somut olarak ortaya konması gereği. Örnek vermek gerekirse Toplum Gönüllüleri Vakfı, gerçekleştirilmekte olan “Genç Alan Projesi” ile gençlerin insan hakları, ayrımcılık, önyargı gibi konularda duyarlılığını sağlarken hakların savunulması eylemini de gençler için eğlenceli bir aktiviteye dönüştürüyor. Bahse-

Hedef kitle sadece hizmetin sunulaca¤› topluluk de¤il; ayn› zamanda gönüllülük baz›nda Sivil Toplum Kuruluflu’nda çal›flacak potansiyel elemanlard›r. dilen bu üç mihenk taşı çevresinde ilke ve değerlerle uyumlu olarak özellikle üniversitelerde örgütlenmeler gerçekleştiren TOG, basın gezileri, toplantılar, cemiyet ilişkileri, lansman, blog, websitesi gibi çeşitli medya unsurlarıyla bu üç hedef kitleyi çekmeye devam ediyor. Kâr amacı olsun veya olmasın bütün kuruluşların çevresi ile iletişim içinde olması gerekiyor. Organizasyonların, yapılan çalışmaların dış dünyayla paylaşılmasına; dış dünyadan gelen yeni fikirlerin veya geribildirimlerin kurumu

74

dönüştürmede kullanılmasına dayalı ikili ilişki içinde halkla ilişkilerin önemi gün geçtikçe artıyor. Sivil Toplum Kuruluşları da insan bazlı olduğundan hizmet verdiği hedef kitle ile sürekli birebir ilişki içinde olması, kamuoyunu yönlendirmesi açısından hayati bir önem taşıyor. Bu bağlamda halkla ilişkiler sivil toplum kuruluşunun görünen yüzü. Halkla ilişkilerinde başarılı görülen Sivil Toplum Kuruluşları’nın, iç dünyasında da aynı başarıyı yakaladığını söylemek yanlış olmaz. Bu noktada TOG’da halkla ilişkiler yönetimi için neler söyleyebiliriz? Emrah Gürsel, “Halkla ilişkiler” kavramının Toplum Gönüllüleri Vakfı için yerinde bir ifade olmadığını ve bu tanımın “halk” ve “biz” gibi bir ayrım yaptığından bahsetti. Gücünü gençlerden alan vakfın yapısında, gençlere ulaşmak ve örgütlenmek için kurulmuş saha birimi, hizmetlerin genç kitlelere tanıtılması ve onlarla paylaşılmasını iletişim biriminin ürettiği broşür, poster, tanıtım filmi, internet, reklam, TV programları, el ilanları, medya, basın toplantıları gibi iletişim mecraları ile yapıyor. Gürsel, genç-


lerin gönüllü katılımının önemine vurgu yaparken müşteri - şirket ilişkisi gibi bir yapının söz konusu olmadığından ve aktif katılım sağlayacak her gencin bu yapıya kolayca dahil olduğundan bahsetti. Sivil Toplum Kuruluşları’nın en büyük sermayesinin insan olmasına karşın maddi anlamda da donanımlı olması, kurumun ayakta kalabilmesi için şart. Bu kuruluşlar, kâr amaçlı kurumlardan farklı olmasına rağmen faaliyetlerini sürdürebilmek için de belirli bir bütçeye sahip olmak ve bunu yönetebilmek zorunda. STK’ların amacı, elbette ki kâr elde etmek değil; ancak STK’ların bağış, sponsorluk gibi kaynaklar aracılığıyla sağladığı geliri, faaliyet alanları doğrultusunda verimli ve etkili olarak kullanması ve minimum gelir kaynağı ile maksimum faydayı sağlaması süreklilik için önemli. Bunun yanında gelir kaynaklarının da düzensiz olma ihtimaline karşı tetikte olmaları ve stratejiler belirlemeleri de finansal yönetimin parçalarından biri. TOG’da maddi gelir kaynağını destekçiler oluşturuyor. Bu destekçiler sponsorlar, bağışçılar ve fon destekçileri olarak üçe ayrılıyor. TOG’un özellikle kriz zamanında bağışçılardan sağlanan gelirdeki düzensizliği telafi etmek veya sponsorlukların devamlılığını sağlamak için ne gibi stratejiler izlediğini, finansal yönetim adına ne gibi taktikler uyguladığını Gürsel açıklarken öncelikle her kurum gibi TOG’un da krizden etkilendiğini belirtti. Vakfın temel faaliyetlerine ve eğitimlerine ağırlık verirken toplumsal faydası daha az olan etkinliklerden feragat ettiklerini; gönüllülerin özverisiyle giderleri düşürmeye çalıştıklarını söyledi. TOG’da her zaman ön plana çıkan yerel kaynağın yanı sıra, bireysel gelirleri artırmak ve uluslararası fonlara ağırlık vermek için bilinirliği ve etkinlik ağını geliştirmeyi hedefledikleri-

STK’lar›n, gelir kaynaklar›n›n düzensiz olma ihtimaline karfl› tetikte olmalar› ve stratejiler belirlemeleri finansal yönetimin parçalar›ndan biri. ni, bu anlamda yeni yeni adımlar attıklarını belirtti. Sivil Toplum Kuruluşları kâr amaçlı kuruluşlardan, misyon, insan ve maddi kaynak bakımından farklı olsa da bazı açılardan bu kurumlara benzer bir kurumsal yapıya sahip. Sivil Toplum Kuruluşları’nda da tıpkı şirketlerdeki gibi yönetim unsurları ve organizasyon yapısından söz etmek mümkün. Toplum Gönüllüleri Vakfı örneğinden de gördüğümüz kadarıyla STK’ların amatör ruh ile profesyonel çalışmaların bir araya geldiği kurumlar olması, kalkınma ve katılımcı demokrasi için çalışması onları değer-

li kılan büyük bir özellik. Toplum Gönüllüleri Vakfı gibi vakıflar, kurumlar, dernekler bireylere aktif yurttaşlık bilinci kazandırma ve bireylerin kişisel gelişimlerine katkı sağlama konusunda fırsat yaratıyor. Eğitim, çevre, kültür, sağlık, kadın, çocuk gibi sayısız pek çok alanda etkin varlıklarını sürdüren ve yeni gönüllüleri ile katma değer yaratan Sivil Toplum Kuruluşları’nın çalışma alanları ve yönetim stratejileri ne olursa olsun her zaman için dürüst, şeffaf ve güvenilir kalmaları onların yerini daha da sağlamlaştıracak olan önemli öğeler gibi gözüküyor.

Kaynakça - “Sivil Toplum” http://www.siviltoplum.com.tr/ - “Avrupa’da ve Türkiye’de Sivil Toplum” http://www.stgm.org.tr/ - Arabacı, Ahmet. “Sivil Toplum Kuruluşlarında Yönetim”. Seçkin Yayınları, Ankara 2008 - Başak, Ayhan. “Sivil Toplum Kuruluşları için Yönetim Rehberi”. Kaknüs Yayınları, İstanbul 2005

75


TEKNOLOJ‹

3G...

Zeki Müren de bizi görecek mi? 2001 y›l›nda vizyona giren ‘Vizontele’ filminde televizyon ile ilk defa karfl›laflan köylü, iflte tam da böyle bir tepki vermiflti yeni karfl›laflt›¤› teknolojiye. Art›k 3G teknolojisi ile Zeki Müren olmasa da telefonun öbür ucundaki kifli bizi görebilecek. MERVE AKGÜL // mervea@buik.net

G

lobal bir köy haline dönüşen dünyada, artık bilgi saniyeler hatta saliseler içinde bir kıtadan diğerine ulaşıyor. Bu bilgi aktarımını, bazen bilgisayarlarımız bazen de mobil telefonlarımız aracılığıyla gerçekleştiriyoruz. Bilgisayarlar aracılığıyla internete ulaşırken ADSL (Asymetric Digital Subscriber Line) teknolojisini, mobil telefonlarımızla internete ulaşırken ise 2G ve 3G teknolojilerini kullanıyoruz. 30 Temmuz 2009 tarihinde ülkemizde de kullanılmaya başlanan 3G teknolojisi ile 1G, 2G, 3G ve hatta ABD’de 2009 yılı içerisinde test edilen ve başarılı sonuç alınan

4G kavramlarının taşıdığı anlamlar merak konusu olmaya başladı. Yaz aylarında Türkiye’nin 3 büyük operatörünün 3G için yaptığı reklamları ve pazarlama stratejilerini takip ettik. 3G, GSM operatörlerinden mobil pazarlama ajanslarına, markaların pazarlama stratejilerinden teknoloji firmalarına kadar birçok alanı etkileyen bir kavram olarak günlük yaşamdaki yerini aldı. Peki, hayatımıza bu kadar hızlı bir şekilde giren ve sanki yıllardır günlük yaşamımızın bir parçasıymış da biz bilmiyormuşuz gibi hissettiğimiz 3G, görüntülü telefon görüşmesi yapmak dışında ne anlama geliyor? 76

3G’nin Teknolojik Yüzü 3G (3rd Generation) kelime olarak 3. nesil anlamına geliyor. İlk kez 2001 yılında Japonya’da kullanılmaya başlanan 3G, 2003 yılından itibaren de Avrupa’da kullanıma sunuldu. Türkiye ise bu teknolojiyi kullanmaya 30 Temmuz 2009 00.00’da başladı ve bu teknolojiyi kullanma sıralamasında 121. oldu. 3G, Uluslararası Telekomünikasyon Birliği tarafından tanımlanmış olup GSM EDGE, UMTS, CDMA2000, DECT ve WIMAX teknolojilerini kapsıyor. 3 rakamını G harfinden önce görünce insanın aklına, “Bunun önceki versiyonları da vardır” fikri ge-


Mobil medya ajanslar›n›n 3G ile ilgili fikirleri soruldu¤unda hepsinin birleflti¤i ortak bir nokta var. O da 3G’nin dijital pazarlamaya de¤il, mobil pazarlamaya daha fazla yarayacak oldu¤u.

liyor hemen. 3G’den önce kullandığımız teknolojiler 1G ve 2G. 1980’li yıllarda hayatımıza giren ilk nesil kablosuz telefon teknolojisi, 1G mobil telefonlarla sesli konuşmaya olanak verirken veri aktarım olanağı tanımıyordu. Bu hizmeti bize sağlayan teknoloji ise 2G teknolojisidir. Bu teknoloji, 1990’ların başında 1G’nin yerini aldı. 2G’nin yani 2. nesil kablosuz telefon teknolojisinin 1. nesilden farkı, analog veri yerine sayısal veri kullanmasıdır. Sayısal veri kullanılması, 2G teknolojisine daha yüksek ses kalitesi ve kısa veri iletimi (SMS) avantajlarını sağlamıştır. 2G, kullanılmaya başlanmasından itibaren bazı geliştirilmelerle mobil telefon kullanıcılarına farklı hizmetler sağlamaya başladı. 2G’nin geliştirilmesi ile iletişime veri aktarımları ve

multimedya öğeleri eklendi. Multimedya mesaj ve internet erişimi, bu geliştirilmelerin 2G teknolojisine kattıkları arasında öne çıkanlar. 3G teknolojisi de tüm bu teknolojilerle aynı sistemi kullanıyor. Onlardan en büyük farkı ise yüksek hızda internet erişimi imkanı sağlaması. 3G teknolojisinin teknolojik açıdan birçok avantajı var: ● Mobil telefon üzerinden görüntülü konuşma ● Mobil cihazlar üzerinden yüksek hızda internet erişimi ● Mobil TV izleme ● 4 saatte indirilen filmin 1 saatte indirilmesi ● Gelişmiş güvenlik yöntemleri ile mobil ticarete ortam sağlama

77

● Multimedya ve eğlence seçenekleri ile hızlı dosya, resim ve müzik aktarımları 3G’nin sağladığı bu avantajlar, onun dört dörtlük bir teknoloji olduğu anlamına gelmiyor. 3G’nin yüksek iletişim maliyeti ve aynı baz istasyonuna çok fazla 3G’li telefon bağlandığında iletişimin yavaşlaması gibi olumsuzluklar, 3G’nin yerini de yeni bir teknolojinin alacağının işaretini veriyor. Bunun için çalışmalar başlamış durumda. ABD’de 2009 yılı içerisinde 4G’nin denemesi yapıldı ve başarılı bir sonuç alındı. ABD’de birçok eyalet 2010 yılında 4G’ye geçmeye hazırlanıyor. LTE (Long Term Evolution) olarak da adlandırılan 4G, 3G’ye göre çok daha hızlı ses ve görüntü imkanı tanıyacak.


3G’nin kullan›ma bafllanmadan ve baflland›ktan sonraki dönemine bakt›¤›m›zda, Turkcell’in 3G PR lideri oldu¤unu görmemek mümkün de¤il. 3G ve 3 GSM Devi 3G mobil iletişim sisteminin Türkiye’de kurulmasına ilişkin ilk ihale 2007 yılında yapılmış; fakat ihalenin içerisinde numara taşınabilirliği olmadığı için tek teklifi Turkcell vermiş, bu yüzden de ihale iptal edilmişti. 2008 yılında yapılan ihalede ise Turkcell, Vodafone ve Avea yer aldı. 358 milyon Euro ile Turkcell A tipi lisans ihalesini kazanan taraf oldu. Vodafone B tipi lisans sahipi olurken, Avea ise C tipi lisansı aldı. Bu lisans tipleri haberleşmek için kullanılacak frekansların belirleyicisi. A tipi lisansı alan şirket 45 Mhz, B tipi lisansı alan şirket 35 Mhz, C tipi lisansı alan şirket ise 30 Mhz frekans hızını kullanacak. Frekansın yüksek olmasının avantajı ise haberleşirken daha az veri kaybının olması ve daha iyi iletişim olanağına sahip olmak. Peki, 2008 yılında yapılan ihaleden sonra 3G teknolojisini ülkemizde hayata geçirmek için uğraşan GSM operatörleri, ektiklerini biçmek için ne gibi yollara başvurdular? Yaz aylarında televizyon kanalları, Türkiye’nin 3 büyük GSM operatörünün 3G içerikli reklamlarıyla doldu taştı. Turkcell, Hidayet Türkoğlu’nun yer aldığı ve “Merak ne güzel şey merak” sloganıyla 3G’yi bağdaştırdığı reklam filmiyle mobil telefon kullanıcılarına seslendi. Turkcell, bu reklam filminden sonra 3G modemi “Vınn”ı tanıtan başka bir reklam filmiyle çıktı karşımıza. Turkcell, reklam filmleriyle yetinmeyip birçok tanıtım aktivitesinde de bulundu. 28 – 31 Temmuz 2009 tarihleri arasında 3G basın lansman

toplantısı, 3G partisi, günlük gazeteler yazı işleri toplantısı, tv röportajları ve 3G Beyoğlu sokak şenlikleriyle 3G teknolojisinin Türkiye’de kullanılmaya başlanacağını bütün Türkiye’ye duyurdu. Hatta çoğu insanda bu iletişim çalışmaları, 3G’nin sadece Turkcell tarafından Türkiye’ye getirildiği izlenimini uyandırdı. Turkcell çalışmalarına hızla devam ederken Avea ve Vodafone da boş durmadı. Avea’nın reklam filminde de ünlü oyunculara yer verilirken, Vodafone ilk etapta global reklam filmini kullanmayı seçti. Avea ve Turkcell’in reklam filmleri, 3G kullanılmaya başlanmadan televizyonlarda yer alırken Vodafone’un Ali Sabancı’nın yer aldığı ve “Tam benim tarzım” sloganıyla Vodafone 3G’yi nitelendirdiği yerel reklam filmi ise ağustos ayının ilk haftasında yayınlandı. Vodafone, Ali Sabancı’nın yer aldığı reklam filmi ile yetinmemiş olacak ki, yeni bir reklam filmi ile karşımıza çıktı. İngiltere’de futbol oynayan Tugay Kerimoğlu’nun yer aldığı reklam filminde Vodafone’un 3G dünya lideri olduğu vurgulandı. Vodafone, Tugay Kerimoğlu’nu reklam filminde oynatarak 3G’deki dünya liderliğini yurtdışında yaşayan bir Türk’e onaylatmak ister gibiydi. Operatörler uyguladıkları bu reklam stratejileri sayesinde haberlerde de boy gösterdiler. Turkcell 3G ile ilgili 656 habere konu olurken, Avea 242 habere konu oldu. Vodafone ise 239 habere konu olabildi. 3G’nin kullanıma başlanmadan ve başlandıktan sonraki dönemine baktığımızda, Turkcell’in 3G PR lideri olduğunu 78

görmemek mümkün değil. Mobil telefon kullanıcıları, yayınlanan reklamlar ve GSM operatörlerinin pazarlama stratejileri sayesinde 3G hakkında bilgi sahibi oldular ve bu teknolojiyi kullanabilmek için başvuru yapmaya başladılar. 3G teknolojisini kullanabilmek için bu teknolojiye uygun bir mobil telefona sahip olmak gerekiyor. İstatistiksel veriler, 3G teknolojisinin Türkiye’de kullanılmaya başlanmasından önce çok sayıda 3G uyumlu telefonun ülkemizde satıldığını gösteriyor. 3G’ye uygun bir mobil telefona sahip olduktan sonra yapılması gereken şey ise kullanılan operatöre 3G başvurusunda bulunmak. Bir de operatörünüzün 3G kapsama alanında bulunmanız gerekiyor. Halkın genel görüşü 3G’nin pahalı bir teknoloji olduğu yönünde. Buna rağmen, 3G teknolojisini kullanmaya başlayan 2,5 milyon mobil telefon kullanıcısı var. 3G’li abone sayısının artması, operatörlerin sunacağı kampanyalara göre değişecek gibi görünüyor. 3G = Mobil Pazarlama 3G’nin en çok fayda sağlayacağı alanlardan biri, kuşkusuz pazarlama. Global bir krizi deneyimleyen firmaların çoğu, kısıntılara pazarlama departmanlarından başladılar. Krizin vurduğu pazarlama, 3G ile canlanacağa benziyor. Pazarlamanın birçok çeşidi çok fazla ön plana çıkmışken mobil pazarlama, pazara daha fazla entegre olabilmek için gerekli teknolojiye sahip değildi. GSM operatörlerinin sağladığı hizmet ile firmalar ve mobil pazarla-


ma ajansları, ellerinden geleni yapıyorlardı; fakat mobil pazarlama ile mobil telefon kullanan tüketiciye ulaştırılabilen mesajların çoğu, sms olarak gönderilebiliyordu. Video içerikli mesaj, teknolojik yetersizlikten dolayı çok az sayıda idi. 3G teknolojisinin ülkemizde kullanılmaya başlanması ile birlikte mobil telefon kullanıcıları, çok yüksek hızda veri iletimini gerçekleştirebiliyor olacaklar. Bu sayede markaların mobil pazarlama ajanslarıyla ortaklaşa yarattıkları pazarlama stratejileri, gerek resim içerikli gerekse video içerikli olsun tüketicilere kolaylıkla iletilebilecek. 3G’nin hızlı veri iletim özelliğinin yanında Mobil Tv izleme olanağını mobil telefon kullanıcılarına sunmasının, 3G’nin daha yaygın biçimde kullanılmaya başlanması ile mobil pazarlama üzerinde büyük etkisi olacak. Mobil Tv izlenme oranı arttıkça mobil reklam oranı da artacak. Mobil medya ajanslarının 3G ile ilgili fikirleri sorulduğunda hepsinin birleştiği ortak bir nokta var. O da 3G’nin dijital pazarlamaya değil, mobil pazarlamaya daha fazla yarayacak olduğu. 3G ile internet ve mobil arasındaki farkın ortadan kalkacağı da çok açık.

Süreyya Ciliv

Bu yüzden internet üzerinden yapılan pazarlama stratejilerinin sayısı da 3G teknolojisinin kullanılmaya başlanması ile artacak çünkü bu teknoloji daha önceden belirttiğimiz gibi yüksek hızda internet erişimi sağlayan bir teknoloji. Böylece mobil telefon kullanıcıları, her an her yerden internete bağlanabilecekler ve markalar, inter-

nette yayınladıkları reklamlar sayesinde tüketicilerle daha fazla iletişim kurabilecekler. 3G’nin dijital pazarlama üzerindeki bu dolaylı etkisini de gözden kaçırmamak gerekir. 3G’nin asıl etkileyeceği sektör olan mobil pazarlamaya baktığımızda ise mobil medya ajanslarına büyük iş düşeceğe benziyor. Mobil pazarlamayı 3G’den önce de sıkça kullanan bankacılık ve finans sektörü, 3G’nin kullanıma sunulduğu gün 3G’ye uyumlu projelerini hizmete sokmuş bulunuyordu. İş Bankası ve Akbank, 3G’nin görüntülü konuşma teknolojisinden faydalanarak müşteri temsilcileriyle yüz yüze görüşme olanağını müşterilerine sundu. Garanti Bankası da görüntülü kredi kartı başvurusu ve görüntülü mortgage danışmanlığı gibi hizmetlerle, 3G’li hayata “Merhaba” dedi. İlerki günlerde de bu sektörlerin mobil ajanslarla ortaklaşa yapacağı çalışmalara sıkça şahit olacağız gibi gözüküyor.

Kaynakça - “3G ihalesi sonuçlandı”. Hürriyet, 28 Kasım 2008 http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/10461637.asp - “3G gibi geçti”. Marketing Türkiye, 15 Ağustos 2009 - “3G’nin PR lideri Turkcell oldu”. Marketing Türkiye, 15 Ağustos 2009 - Erman, Elif. “Mobil Pazarlama Dünyası 3G’ye Hazır”. IP, 15 Ağustos 2009 - “3G nedir?” http://www.3gnedir.com

79


TEKNOLOJ‹

Teknolojinin son nimetlerinden

AKILLI TELEFONLAR Telefon teknolojisinin insanl›¤a son arma¤anlar›ndan olan ak›ll› telefonlar, gün geçtikçe kullan›c› yelpazesini art›rmaya devam ediyor. Sundu¤u birçok olanakla hayat›m›z›n vazgeçilmezi olmaya aday olan bu telefonlar, sahip olduklar› özellikleriyle a’dan z’ye her insana hitap eder durumda. HAL‹L EMRE LALE // halilemrelale@gmail.com

G

ünümüzde insanoğlu için vazgeçilmez bir unsurdur cep telefonları. Birçok insanın en önemli gereksinimi arasında yerini alan teknolojinin son nimetlerindendir. Fazla uzağa gitmeden bundan 5 – 10 yıl öncesini düşünelim, cep telefonlarıyla ilk tanıştığımız yılları. O zamanlar insanların cep telefonundan en önemli beklentisi halk diliyle “alo” diyebilmekti. Yanında birde titreşim özelliği varsa “mükemmel” denebilirdi o telefona. Günümüz koşullarına geldiğimizde tüketicinin cep telefonu teknolojisinden bekledikleri, azımsanmayacak biçimde değişiklik gösterdi. “Alo desin, yeter” tabiri, günümüzde artık pek değer taşımamaya başladı ve cep telefonu üreticileri bu koşulları göz önünde bulundurarak son gözdelerini cep telefonu pazarına sundular: akıllı telefonlar, dünyaca bilinen ismiyle Smartphone’lar. Peki, nedir bu akıllı telefonlar, neden bu kadar popülerler ve hangi özellikleri bu telefonları diğer telefonlardan “akıllı” kılıyor? Nedir Bu Ak›ll› Telefonlar? Akıllı telefonları diğerlerinden ayırmak için ilk yapılması gereken şey bu telefonların özelliklerini incele-

mek. Akıllı telefonlar, kullanıcısına birçok cazip olanak sunuyor. Bunların başında işletim sistemi, kamera, multimedia, Wi-Fi, 3G’nin hayatımıza girmesiyle görüntülü konuşma, mail takibi gibi özellikler geliyor. Son model bir bilgisayarın sunduğu birçok olanağı kullanıcısına sunuyor akıllı telefonlar. Bu nedenle de bilgisayarın küçülüp cebimize girmiş hali diyebiliriz akıllı telefonlara. Bu özellikleri sayesinde insan yaşamını birçok açıdan olumlu yönde etkiliyorlar. İnsanlar, artık bankacılık işlemlerini telefonlarından gerçekleştirebiliyor ve bu sayede zamanlarını boşuna bankada harcamamış oluyorlar. Bir başka örnek vermek gerekirse, metropollerde yaşayan insanlar bu telefonlardaki GPS özelliğini kullanarak trafikte yol bulmakta çekilen sı-

Fazla uza¤a gitmeden bundan 5-10 y›l öncesini düflünelim, insanlar›n cep telefonundan en önemli beklentisi halk diliyle ‘alo’ diyebilmekti. 80

kıntılardan kurtulabiliyorlar ve buna ek olarak bu telefonlarla her an her yerde internete girebilen kullanıcılar, trafiği her dakika gözleme fırsatına sahip olabiliyorlar. 3G’nin hayatımıza girmesiyle bu telefonlar, aynı zamanda uzağı yakın yapma görevine de soyundular. Artık birçok insan uzaktaki yakınlarıyla akıllı telefonlar sayesinde görüntülü konuşarak hasret giderebiliyor. Daha birçok örnek ekleyebiliriz akıllı telefonların insan yaşamı üzerindeki olumlu etkilerine. Bu telefonlar, birçok özelliği içinde barındırmasından ötürü insanları teknolojik eşya kalabalığından kurtarıyor. Bu telefonlar sayesinde insanlar kamera, ses kayıt cihazı, mp3 player ve daha birçok teknolojik aleti ayrı ayrı yanlarında taşımak yerine, bir telefonla hepsine istedikleri anda sahip olabiliyorlar. Bu sayede aynı zamanda teknolojik israfın da önüne geçilmiş oluyor. Madalyonun Di¤er Yüzü Akıllı telefonların insan hayatına olan olumlu etkileri ve insan yaşamını kolaylaştırmaları, onları “akıllı” kılan unsurlar arasında başı çekiyor; fakat gelin bir de madalyonun diğer tarafından bakalım. Bu kadar olumlu yanı olmasına rağmen akıllı telefonların insan


yaşamı üzerinde belli başlı olumsuz etkileri de bulunuyor. Bu olumsuz etkilerin en ciddisi, telefonların(akıllı veya diğerlerinin) insan sağlığına verdiği zarar. Yapılan araştırmalara göre telefonlardan yayılan radyasyon, insan beynine büyük zarar veriyor. Bu zarardan sadece akıllı telefon sahiplerinin etkilendiğini söylemek yanlış olabilir belki; ama onların çok daha ciddi şekilde etkilendiğini söyleyebiliriz. Bunun en büyük nedeni ise akıllı telefon sahiplerinin telefonlarıyla çok daha fazla zaman geçirmeleri. Bu telefonların bir diğer olumsuz etkisi de insanların sosyal yaşamına verdiği zarar. Akıllı telefon kullanıcıları, bu telefonların kendilerine sunduğu birçok cazip özellikden dolayı sosyal yaşantılarından taviz verebilecek düzeye geliyorlar. Örneğin; çocuklar, bu telefonların gelişmiş oyun teknolojisine kendilerini kaptırarak geri getirilmesi mümkün olmayan ve birçok sosyal özelliğin kazanıldığı verimli çocukluk yıllarını telefon başında harcayabiliyorlar. Bu telefonların bir diğer olumsuz etkisinin de iş hayatındaki insanlar üzerinde olduğunu söyleyebiliriz. Akıllı telefonların mail alışverişine her dakika olanak tanımasından dolayı insanlar, kendilerine ayırmaları gereken zamanlarda bile işleriyle haşır neşir olmaya devam ediyorlar. Trafikte, yemekte ve daha birçok yerde insanların kafa dinlemesi için zaman ayırması gerekirken iş hayatından kopamamaları onlar üzerinde büyük bir stres oluşturuyor. Sonuç olarak akıllı telefonlar birçok olumlu etkisinin yanında bazı olumsuz yönleriyle insanların hayatını negatif yönde etkileyebiliyor. Pazar›n Kare Aslar› Olumlu olumsuz yanlarından ve diğer telefonlardan ayrılan yönlerinden sonra bu telefonlarla ilgili olarak akla ilk gelen şey akıllı telefon üreticileri. Akıllı telefon sektöründeki belli başlı kuvvetli aktörleri saymak gerekirse Nokia, Apple ve RIM şu anda pazarda başı çeken oyuncular. Apple iPhone ile, Nokia Eseries ile, RIM ise Blackberry modeliyle piyasada aktif durumda. Bu aktörlerin hangisi daha kuvvetli? Cevaplaması zor bir soru olmasına karşın rakamların diline bakmakta fayda var. Son zamanlarda yapılan bir araştırmada

akıllı telefon pazarındaki 5 iddialı model, ABD satışları baz alınarak bir incelemeye tabii tutulmuş ve hangi telefonun kaç günde 1 milyon satış rakamına ulaştığı incelenmiş. Buna göre iPhone barajı 74 günde, Blackberry Storm 72 günde, G1 61 günde, Nokia 5800 ise 57 günde geçmiş. Son model olan iPhone 3G’nin durumu ise çok farklı. Araştırmanın sonuçlarına göre kırılması çok zor bir rekora sahip iPhone 3G. Sadece 3 günde Amerika’da 1 milyon adet iPhone 3G satılmış. Bu rakamları baz alırsak iPhone’un yeni modeliyle birlikte pazarda biraz daha fazla söz sahibi olduğunu söyleyebiliriz. Bu gelişimi 2008 yılı telefon satış rakamlarına bakarak da gözlemleyebiliriz. Gartner’ın hazırladığı 2008 cep telefonu satış rakamlarına göre ilk 3 sıra şöyle oluşmakta: Nokia %40,8 pazar payı ile pazarda en büyük paya sahip olan marka; fakat 2007 yılına göre pazar payında %10’luk bir azalma mevcut. İkinci sırada %19,5’lik pazar payı ile Blackberry bulunmakta. Rakamların diline göre Blackberry, pazar payını 2007 yılına göre %85 gibi büyük bir oranda artırmış. Son olarak listede 3. sırasında iPhone yer almak-

Sadece 3 günde Amerika’da 1 milyon adet iPhone 3G sat›lm›fl. 81

ta. Piyasayla tanışalı kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen Apple iPhone %10,7’lik bir pazar payına sahip. Geçen seneye göre pazar payındaki artış ise yabana atılmayacak cinsten %111. Bu rakamlarda gösteriyor ki 3 büyük akıllı telefon üreticisi arasındaki akıllı telefon rekabeti, ilerleyen yıllarda daha da kızışacak cinsten. Bazı olumsuz özellikleri olmasına karşın, birçok olumlu yönüyle insan yaşamını büyük ölçüde kolaylaştıran, insanlara sayısız olanaklar sunan ve eskiye göre daha da “akıllanan” bu telefonlar insanların olmazsa olmaz listesinde bir numaraya oynamaya aday. Gartner’ın yaptığı son araştırmalardan bir tanesi bu görüşe örnek teşkil eder cinsten. Araştırmaya göre dünyanın büyük bir küresel ekonomik krizle karşı karşıya kaldığı, birçok sektörün ciddi finansal zorluklar yaşadığı 2008 yılının son çeyreğinde akıllı telefon pazarı, bir önceki yılın son çeyreğine göre %3,7’lik bir büyüme rakamı yakalayarak krizden etkilenmediğini göstermiş. Rakamların da anlattığı üzere akıllı telefonlar dur durak dinlemeden hayatımıza girmeye devam ediyor ve hayatımızdaki yerini gittikçe sağlamlaştırıyor. Kaynakça - “Akıllı telefon pazarı kriz dinlemedi, işte Gartner'ın araştırma sonucu” http://www.donanimhaber.com/ - “Akıllı telefon savaşında rakamlar konuşuyor” http://www.chip.com.tr/


SÖYLEfi‹

TÜRK‹YE B‹L‹fi‹MLE KALKINIYOR Tolgacan Ceylan // tolgacan.ceylan@buik.net Kübra Derya // kubraderya@hotmail.com Cenk Ç›t›ro¤lu // cenkcitiroglu@hotmail.com

“Y

önetici ifli do¤ru yapan kiflidir, lider ise do¤ru ifli yapan kiflidir.” diyor Ça¤layan Arkan. ‹fller iyi giderken herkes tak›m›n bir parças›d›r; ancak ifller kötü giderken bir tak›m insanlar elini tafl›n alt›na koyar. Kolay de¤ildir sorumluluk almak ve iflleri düzene koymak. ‹flte öyle zamanlardan birinde yani bütün dünyan›n krizden en az zararla s›yr›lmay› planlad›¤› bir dönemde, Microsoft Türkiye Eski Genel Müdürü Ça¤layan Arkan Microsoft’un var olan de¤erine biraz daha fazlas›n› ekledi ve kriz döneminde flirketin kâr oran›n› yüzde 300 oran›na ç›kartarak liderin nas›l biri olmas› gerekti¤ini herkese gösterdi. Sadece kriz dönemi baflar›s› de¤il, gelifltirdi¤i sa¤lam flirket politikalar›yla da büyük baflar› kazanan Ça¤layan Arkan, flu anda Microsoft Dünya Üretim ve Kaynaklardan Sorumlu Genel Müdür s›fat›yla Microsoft Redmond’da üstün kariyerine devam ediyor. 82


83


Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü: Bize biraz kendinizden ve kariyerinizden bahseder misiniz? Çağlayan Arkan: 1962 yılında Ankara’da dünyaya geldim. 1985 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra, 1994 -1995’te Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ekonomi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Executive MBA eğitimimi tamamladım. Profesyonel iş yaşamıma 1984 yılında Tekofaks’ta satış temsilcisi olarak başladım ve kariyerime satış müdürü olarak devam ettim. 1987 - 1997 yılları arasında Kopiteknik Şirketler Grubu’nda kurucu ortak ve yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptım. Bu görevin ardından, 1997 yılında SBS’e (Siemens Business Services) katıldım. 1997 - 1999 yılları arasında SBS’te sırasıyla İş Geliştirme Direktörlüğü, Uluslararası İş Geliştirme Yönetmenliği ve 1999 yılından 2003 yılı Eylül ayına kadar da Genel Müdürlük görevlerinde bulundum. 2003 yılı Eylül ayından 1 Ekim 2009 tarihine kadar Microsoft Türkiye’de Genel Müdürlük görevini üstlendim. Sporun kişisel yaşamımda önemli bir yeri oldu. Dokuz yaşında başladığım basketbol merakım uzun yıllar devam etti. Ankara Ulubatlı Hasan İlkokulu basketbol takımında mezun olana kadar oynadım. Daha sonra Bahçelievler Deneme Lisesi’nde ortaokula başladım ve okul takımıyla birlikte Yenişehir Spor Kulubü minik takımında kulüp oyunculuğu dönemim başladı. Lisenin son yıllarında adı İstanbul Bankası Yenişehir olarak değişen kulübümde A takımına yükseldim ve profesyonel spor yaşantım başladı. Daha sonra sırasıyla Hortaş Yenişehir, DSİ, Tarsus İdman Yurdu Erkutspor, Beslen Makarna ve Çukobirlik takımlarında oynadım. Tekofaks’ta profesyonel iş hayatına başladığım günlerde “profesyonel basketbolculuk” çabam devam edi-

yordu. Basketbolu bırakana kadar doğru dürüst tatil yapmadım, arkadaşlarım gibi gezmedim ve eğlenmedim. Dolayısıyla disiplin, çalışma ve antrenman hayatımın önemli bir parçası haline geldi ve bu alışkanlıklar basketbolu bıraktıktan sonra da devam etti. Hatta daha sonra 30’lu yaşlarıma doğru tenis, kayak ve rüzgar sörfüne başladım, 40 yaşından sonra da yelken yapmanın yanı sıra aikido ve kendo sporlarıyla ilgilendim. Şimdi her sabah yarım saat esneme ve güçlenme antrenmanı ile diğer sporlarımı düzenli olarak yapıyorum. Spor hala hayatımın önemli bir parçası olmaya devam ediyor. Evliyim ve 3 erkek çocuk babasıyım.

84

BUİK: ODTÜ Endüstri Mühendisliği’ni bitirdikten sonra MBA yaptınız. Bir röportajınızda hiçbir kariyer planı yapmadığınızı ifade etmişsiniz. Kariyerinizde bu noktaya gelmeyi nasıl başardınız? Ç.A: Disiplin ve mücadele yaşantınızın önemli bir parçası haline gelince ne yapmak istemediğinizi ve açıkçası ne yapmayacağınızı da gayet iyi biliyorsunuz. Örneğin, okul seçimi yaparken sağlık ve hukuk alanlarında çalışmak istemediğimi biliyordum; ama endüstri mühendisliği ve işletme gibi alanları da çok bilinçli olarak tercih ettiğim söylenemez. Endüstri mühendisliğini bitirdikten sonra mühendisliğin bana göre olmadığına karar verdim. Bir fabrikada mühendis olarak


çalışmak yapıma uygun değildi. Tekofaks’ta bir iş görüşmesinde satış temsilciliği işine alındım ve elimde çantayla bir yıl satış yaptım ve ardından 2,5 yıl satış müdürlüğü geldi. Daha sonra on sene boyunca kendi işimi yaptım; ancak 34 yaşında yön değiştirmek gerektiğine karar verdim ve altı ay boyunca kendimi dinledim, eğitimlere katıldım. İdealist bir insan olduğumu söyleyebilirim. Her zaman ne yapmak istemediğimin farkında olarak istediğim şeylerin peşinden gittim. BUİK: Günde 200 defa tıklanan bir bloğa sahipsiniz ve blogunuzda halkın istek ve düşüncelerine çok önem veriyorsunuz. Halkla bu derece iç içe olmanın başarınızdaki rolü nedir? Ç.A: İletişimin yaygın olduğu bu devirde geri bildirim almak, iletişim kurmak, yeni kişiler ile tanışmak, bir ilişki başlatmak ve sürdürmek çok önemli. Bunun için bloglar, kurumlar açısından da önemli bir araç olarak öne çıkıyor. Kurumsal şeffaflık ve iletişim açısından iyi bir fırsat olarak görülmesi gerekiyor. Biz Microsoft olarak Türkiye’nin bilişim teknolojileri alanındaki potansiyeline inanıyoruz. Genç nüfus, teknolojiye meraklı ve kullanan kesim ile öğrenciler bize Türkiye’nin bilişim geleceği adına büyük umut veriyorlar. Zaten bu umutla, “Türkiye Bilişimle Kalkınıyor” diyoruz. Gençlerle iletişimin, Türkiye’nin geleceğine seslenmek, onu anlamak olduğuna inanıyoruz. Bu inancımı kişisel olarak blogumda da yansıtmak için, gençlere yaşamlarına yön vermelerine katkıda bulunacak ve tavsiyeler sunabilecek bir içeriğe yer veriyorum. Microsoft, çalışanlarının blog hazırlamasını özendiren bir kuruluş; ancak daha kişisel bir seçim olarak bir Microsoft blogu değil; Çağlayan Arkan blogu hazırlamayı tercih ettim. Blogumu ziyaret edenlerin çok özenli davrandıklarını, yorumlarını konuk defterine yazdıklarını, özel sorularını ise e-posta ile kişisel olarak bana yönlendirdiklerini gözlemliyorum. Gençlerden daha çok Microsoft veya kariyerleri ile ilgili sorular alıyorum. Tabii ki her soruya benim yanıt vermem mümkün değil; ancak zaman içinde

okurlar da neyi sorup neyi Microsoft’un ilgili birimlerinden talep edeceklerini öğrendiler. Elbette kurumsal içerikte cevap gerektiren konularda yönlendirme yapıyorum. Kişisel sorulara ise kişisel içerikte cevaplar yazıyorum. Sordukları konularda bilgi alabilecekleri sitelere bağlantılar veriyorum. Bu yüzden zaman içinde blog etrafında samimi ve bilinçli bir okur kitlesi oluştu. Sanırım blogumda herkes kendisine göre bir şeyler bulabiliyor. Ne yazık ki, yeni üstlendiğim küresel görevim nedeniyle blog yazılarıma bir süre ara vermek zorunda kalacağım. Buna rağmen müsait olduğum en kısa sürede yine Microsoft meraklılarıyla buluşabilmek için blog yazılarıma devam etmek isterim.

Genç nüfus, teknolojiye merakl› ve kullanan kesim ile ö¤renciler bize Türkiye’nin biliflim gelece¤i ad›na büyük umut veriyorlar.

Blogların Microsoft’un kurum kültürü içinde yerini almış olması mutluluk verici. Türkiye’de 10 tane Microsoft Türkiye çalışanı blogcu var. Bölüm ve kişi olarak yeni girişimler de var. Örneğin, yazılımcılar ile iletişim halinde olan departmanımız var. O bölüm kendisi için özel bir blog sayfası hazırlamayı ve yazılımcılara yönelik içerik oluşturmayı hedefliyor. Küresel Microsoft içinde de çok blogcu var. Örneğin, Redmond’ta Microsoft’un baş yazılım mimarının çok değerli ve derin bir içerik sunan ve ayda bir güncellenen bir blogu bulunuyor. Sonuçta Microsoft içini dışa açan, hatta zaman zaman iç sorunlarını kamuoyu ile paylaşıp çare arayan bir kurum. Küresel Microsoft’ta şeffaf olmak adına bir85

çok blog var ve ben de zamanla bunları keşfediyorum. Biz, Microsoft olarak erişilebilir, ulaşılabilir olmak istiyoruz ve bu durumdan çok memnunuz. BUİK: Çalışanlarınızın iş ortamı sizin için büyük önem taşıyor. Hewitt tarafından yapılan araştırmada Microsoft Türkiye’nin en beğenilen beş iş yerinden biri olması sizin için ne ifade ediyor? Ç.A: “Türkiye Bilişimle Kalkınıyor” vizyonumuzu çalışanlarımızın ve ekosistemimizi oluşturan 7 bin iş ortağımızın inancı ile hayata geçirdiğimizi söyleyebilirim. Bugün Türkiye’de toplam 147.000 bilişim çalışanının 99.000’i Microsoft’un hemen her gün yeni bir değer yaratan ekosisteminde çalışıyor. Yılda 9,5 milyar dolarlık ArGe bütçesiyle dünyanın ilk 10 şirketi arasında yer alan Microsoft’un yenilikçi teknolojileri verimlilik odaklıdır. Bu nedenle özellikle küresel kriz gibi ekonominin belirsizlik içinde olduğu dönemlerde kurumların verimliliklerini artıran, maliyetlerini azaltan ve tasarruf sağlayan çözümlerimizle ekonomiye yüksek katma değer sağladığımız kanısındayım. Zorlu ekonomik koşullara karşı şirketlerimize bağışıklık ve direnç kazandıran Microsoft teknolojileri ile başta KOBİ’lerimiz olmak üzere bütün işletmelerimizin büyümeye odaklanmasını sağladık. Ayrıca yerel yazılım ekonomisinin güçlenmesi için yatırımlarımızı artırdık ve Microsoft Corporation CEO’su Steve Ballmer’ın Nisan ayında Türkiye’ye yaptığı ziyaret sırasında Microsoft İnovasyon Merkezi’nin açılışını yaptık. 2009 yılı sonunda büyüklük ve çağdaş teknoloji kullanımı açısından dünya çapında sayılı ofislerinden birine taşınmamız da kriz dönemi sırasında alınan diğer bir önemli yatırım kararımız oldu. Yönetici olarak temel felsefem, doğru insanı doğru yere yerleştirmek ve çalışanların kalpleriyle birlikte beyinlerini de işe getirecekleri bir ortam yaratmaktır. Sosyal paydaşlar uzantısında da en çok çalışanı önemserim. Çalışanın mutlu olmadığı bir senaryoda, müşterinizin mutlu olma ihtimali sıfırdır. İşte bütün yaklaşımların sonucu olarak, Microsoft Türkiye, Hewitt tarafından yapılan


“En Beğenilen İş Yeri” araştırmasında en başarılı 5 şirketten birisi olmaya devam etti.

program ve etkinliklerimizle içinde bulunduğumuz zorlu dönemi en iyi şekilde değerlendirdik.

BUİK: Hobi olarak yelken sporu ile ilgileniyorsunuz. Yelkenin düzenli bir takım çalışması gerektirdiğini biliyoruz. Bu hobiniz, iş hayatınızda takım çalışması açısından size nasıl yardımcı oldu? Ç.A: Bir konuya yoğun bir biçimde konsantre olup diğer konulardan arınmayı seviyorum. Spor da bu anlamda beni dinlendiriyor. Yelken sporu ise birlikte mücadeleyi öğrenmek ve mücadele ruhunu anlamak için en ideal sporlardan biri. Yelken sporu hem anlık verilmesi gereken bireysel kararlar açısından, hem de birlikte hareket etmeyi zorlayan disipline edici yaklaşımı nedeniyle, gerçek yaşamın da bire bir kopyasıdır. İşlerimizi yaparken doğru zamanlama ve ayrıntılara dikkat etme anlamında hepimize önemli beceriler ve yetiler kazandırdığı kanısındayım.

BUİK: ‘Türkiye’nin Bilişimle Kalkınması’ fikrinin sizin için çok önemli olduğunu biliyoruz. Bilgi ve teknoloji etkin kullanılmadıkça Türkiye’nin kalkınmasının mümkün olamayacağını söylüyorsunuz. Sizce bilişim, Türkiye’nin kalkınma planı içerisinde ne şekilde ve hangi alanlarda konumlandırılmalı? Ç.A: Bilgi teknolojileri bugün hemen her sektörde ve kamusal hizmet alanlarında iş süreçlerinde verimliliğin, maliyet avantajının ve kalite standartlarının teminatı olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla DPT öncülüğünde yürüyen Bilgi Toplumu Stratejisi, kamu otoritesinin de bu durumun yeterince farkında olduğunu gösteren önemli bir belgedir.

BUİK: Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Meksika ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişen pazarlar grubunun liderliğini yapıyordunuz. Dünyayı sarsan ekonomik krizde gelişen pazarlardan biri olan Türkiye’de Microsoft’un %300 büyüme sağlamasını neye bağlıyorsunuz? Ç.A: Tüm dünyada olduğu gibi başarılarımızı ekosistemimizle paylaşarak ilerliyoruz. Mevcut ekonomik koşulların bozucu etkisine rağmen 7 bin iş ortağından oluşan ekosistemimiz ile sektör ortalamasının üzerinde performans gösteriyoruz. IDC’nin yapmış olduğu bir araştırmaya göre Microsoft Türkiye’nin ürettiği her 1 dolarlık katma değere karşılık, iş ortaklarımız kaydi olarak 13,53 dolar kazanıyor. İş ortaklarımızın kendi yörelerinde deneyimleri ve yetkinlikleri ile müşterilerimize nitelikli çözümler sunduklarını görüyor, mutlu oluyoruz. Kriz döneminde iş ortaklarımızı yalnız bırakmadık. Onların yetkinliklerini yükselten Microsoft Gelişim Atölyesi, KOBİ’lerle her fırsatta bir araya gelmemizi sağlayan Hayırlı İşler Anadolu Turları ve Anadolu’daki iş ortaklarımızla KOBİ’lerimizi buluşturmayı hedefleyen “Gelecek İçin Bilişim” gibi

Türkiye’nin potansiyeli her zaman benim için en önemli motivasyon, ilham ve enerji kayna¤› oldu.

Türkiye’de bilgi toplumuna dönüşüm çalışmaları 2000’li yılların başından itibaren yoğunluk kazanmaya başladı. Örneğin, Türkiye, 2001 yılında AB’ye aday ülkeler için tasarlanan eAvrupa+ Girişimine taraf oldu. 58 ve 59. Hükümet Acil Eylem Planı’nda yer alan “e-Dönüşüm Türkiye Projesi” 2003 yılında başlatılarak ülkemizde yürütülmekte olan münferit çalışmalar tek proje çatısı altında toplanarak hızlandırıldı. Vatandaşlar, işletmeler ve kamu kesimi ile tüm toplumun bilgi toplumuna dönüşümünün uyum içinde ve bütünleşik bir yapıda yürütülmesini amaçlayan e-Dönüşüm Türkiye Projesi bu konuda Türkiye’nin 86

izleyeceği yolu gösteriyor. Bu tip çalışmalar zaman kaybetmeden yapılabilirse Türkiye yeni bir merhale alacaktır. BUİK: Microsoft Türkiye’de elde ettiğiniz başarıdan sonra Microsoft Amerika Merkez Ofisi’nde çok önemli bir görevi üstlendiniz. Türkiye’de başlayıp Amerika’ya kadar uzanan bu süreçten bizlere bahsedebilir misiniz? Ç.A: Microsoft’un Redmond’daki merkezinde kurumsal müşterilerden sorumlu organizasyonda Dünya Üretim ve Kaynaklar’dan Sorumlu Genel Müdür olarak göreve başladım. Liderliğini üstlendiğim Küresel Üretim ve Kaynaklar grubu içinde Havacılık & Savunma, Otomotiv, Yüksek Teknoloji & Elektronik, İlaç, Kimya sanayileri, Petrol & Doğal Gaz ve Elektrik/Su/Gaz Dağıtım Hizmetleri’nden oluşan 7 farklı dikey sektör barınıyor. Bu grubun, 30 Haziran’da biten 2009 mali yılı itibarıyla ciro büyüklüğü 5,8 milyar Amerikan Doları; bu rakam Microsoft Corporation toplam cirosunun yaklaşık %10’unu oluşturuyor. Microsoft Türkiye Genel Müdürlüğü görevim sırasında aynı zamanda içinde Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Meksika ve Türkiye’nin de olduğu gelişen pazarlar grubunun da liderliğini yapıyordum. Microsoft Türkiye’de görev yaptığım 6 yıla çok şey sığdı. Bugün Microsoft Türkiye, Microsoft içinde büyüme, kârlılık, insan ve yönetim kalitesi gibi pek çok kriter açısından çok özel bir yerde duruyor. Beni en çok gururlandıran konular ise, değerli iş ortaklarımızla birlikte, çok kıymetli ve başarılı müşterilerimiz için yaptığımız, birbirinden önemli projeler oldu. Bugün Microsoft Türkiye ekosistemi ülkemiz Bilişim Teknolojileri(BT) pazarı toplam istihdamının üçte ikisi anlamına geliyor. Bundan büyük, mutluluk ve gurur kaynağı tahayyül edemiyorum. Türkiye’nin potansiyeli her zaman benim için en önemli motivasyon, ilham ve enerji kaynağı oldu. Görevim değişmiş de olsa, kalbim Türkiye için atacak ve çabam da bu potansiyelin gerçekleşmesi yönünde olacak. Hayalim, yöneteceğim küresel sektörlerde Türkiye’den çözümlerin dünyaya yayıldığını görebilmektir.


BUİK: Redmond’da Türkiye’deki görevinizden farklı bir pozisyonda Dünya Üretim ve Kaynaklarından Sorumlu Genel Müdür olarak göreve başladınız. Sorumluluğunuzun biraz daha arttığı yeni görevinizde Microsoft’a ne gibi artılar katacağınızı düşünüyorsunuz? Ç.A: Bugün sorumlu olduğum sektörler, dünya ekonomisi açısından da son derece kritik ve yeni potansiyeller taşıyan çalışma alanlarıdır. Özellikle Microsoft’un bu dikey sektörlere yönelik yeni iş fırsatlarını değerlendirmesi ve elindeki gelişmiş teknolojilerden yenilikçi sektörel çözümler üretmesi için elimden gelen gayreti göstereceğim. Ayrıca bu sektörlerin Türkiye ekonomisi açısından da yaşamsal öneme sahip olduğunu söylemek isterim. Teknolojideki her yeni gelişme bu sektörlerdeki kârlılığa büyük bir doping etkisi yapıyor ve bu yöndeki çözümlerin gelişen Türkiye ekonomisine de ciddi bir katkısı olması kaçınılmazdır. BUİK: Kısıtlı kaynaklarla sınırlandırıldığımız dünyada yeni görevinizin Microsoft için olduğu kadar dünya için de öneminin büyük olacağı aşikâr. Microsoft’un Dünya Üretim ve Kaynaklarından Sorumlu Genel Müdür’ü olarak tükenmekte olan kaynaklarla ilgili ne gibi projeleriniz olacak? Ç.A: Microsoft gerek Bulut Bilişim’e (Cloud Computing) yaptığı yatırımlar, gerekse Yazılım artı Hizmetler vizyonuyla kaynakların olabildiğince ekonomik olarak kullanımına katkıda bulunmaktadır. Microsoft’un Birleşik İletişim Çözümleri ve Sanallaştırma gibi çevreci BT yaklaşımını destekleyen teknolojileri ile kurumlarda enerji, donanım, yer ve yönetim gibi çeşitli maliyetlerden tasarrufu özendirirken kendisi de bu teknolojileri bizzat kullanarak daha sağlıklı ve ekonomik bir iş ortamı oluşturmaya yöneliyor. Forrester Research tarafından gerçekleştirilen bir araştırma Microsoft’un bizzat kendisinin Birleşik İletişim Çözümleri ile yılda en az 212 milyon dolar tasarruf ettiğini ortaya koyuyor. Tasarrufun alt kırılımlarına baktığımız zaman gelişmiş iletişim araçları ile 45.600 seyahat devreden kalktığını görüyoruz. Microsoft’un sa-

dece bu nedenle çalışan bazına verimlilik tasarrufu toplamda yıllık 17 milyon dolar düzeyinde gerçekleşti. Birleşik İletişim Çözümü ile gereksiz hale gelen seyahatler nedeniyle toplamda 100 milyon mil uçuş yapılmamış oldu ve dolayısıyla elde edilen çevre kazancı da çok büyük oldu. Böylesine büyük bir tasarrufla atmosfere 17 bin ton metreküp CO2 salınımının önlenmiş olduğu hesaplanıyor. Aynı şekilde sanallaştırma çözümlerimizle Microsoft genelinde çok büyük tasarruflar elde ediyoruz. Tasarruf edilen her birim miktar, daha az sayıda zararlı katkının doğal çevrime girmesi anlamına geliyor. Bulunduğum görevde sektörler açısından bizler de kurum ve müşteri bazında bu anlayışı takip eden bir eylem planının takipçisi olacağız. Ekonomideki tüm aktörlerin, tek-

Söyleyecek yeni bir fleyi olan kifli ve kurumlar›n güne daha flansl› bafllad›klar›n› düflünüyorum.

nolojiyi, yüksek katma değer sağlayan bir araç olarak konumlandırması sürdürülebilir büyümenin garantisidir. Sürdürülebilir büyümenin anahtar sözcüğü verimliliktir. Mevcut kaynaklarını en iyi şekilde kullanabilen kurumlar, diğerlerine göre rekabetçi avantajlarıyla öne çıkacakları gibi sürdürülebilir iş modelleri ile de çevre duyarlılığı açısından örnek oluşturacaktır. Verimliliği ve tasarrufu esas alan yenilikçi teknolojileri ile Microsoft, her iki açıdan kurum ve kuruluşlar için sürdürülebilir büyümenin altyapısını hazırlıyor. BUİK: Sizin gibi başarılı bir iş ada87

mının Boğaziçili arkadaşlarımıza tavsiyeleri nelerdir? Ç.A: Günümüzün gerçekleri konusunda Boğaziçili arkadaşlarımla belli noktalarda buluşacağımız kanısındayım. Öncelikle dünyadaki başarılı iş modellerine baktığımızda şirketleri başarıya taşıyan en önemli faktörün uzmanlaşma ve farklılaşma olduğunu görüyoruz. Günümüzde aynı kulvarda başarılı olan şirketleri ya da kurumları izleyerek bir şeyleri başarmak pek mümkün değil, bu nedenle kendi alanında uzmanlaşmak, farklılaşmak, kısaca yeni bir değer ortaya koymak önem kazanıyor. Söyleyecek yeni bir şeyi olan kişi ve kurumların güne daha şanslı başladıklarını düşünüyorum. Ancak bütün bunların arkasında başarıyı belirleyen temel bir faktör daha olduğu kanısındayım. Yönetici ve lider arasındaki farkı anlamak. Yönetici “işi doğru yapan”, lider ise “doğru iş yapan” olarak tarif edilebilir. Bu nedenle Microsoft iş kültürü, tüm çalışanlarının liderlik vasıflarını ön plana çıkarmayı içerir. Liderlik konusunda çalışanlarımızı cesaretlendiriyor, hatta bunun için özel programlar uyguluyoruz. Microsoft’taki değerlendirmemize her bireyin liderlik özelliklerini taşıdığına inanarak başlıyoruz. Çalışma arkadaşlarımızın bu özellikleri işlerine aktarmalarını ve gerektiğinde hem çevresine, hem de önündeki çalışmalarda uygulayarak, sorunların çözülmesi için uygulamalarını teşvik ediyoruz. Liderliğin paylaşılan bir kültür olduğuna ve liderin sadece en tepedeki kişi değil, değişik yönlerini kullanarak, kendi katkısını getirerek yeri ve zamanı geldiğinde herkesin üstlenebileceği bir konum olduğunu kabul ediyoruz. Bu nedenle, Türkiye’nin kendi liderlerini yetiştirmesi gerektiğine inanıyorum. Bunun için eğitimimizden istihdam politikalarımıza kadar etkin ve kararlı politikalar sergilenmelidir. Bugün sahip olduğumuz eğitim sisteminin 10 veya 15 yıl sonra ülkemiz istihdamına nasıl bir nesil aktaracağını, nasıl bir fotoğraf ortaya çıkaracağına dair şimdiden bir fikrimiz olabilmelidir. Bunu liderlik gelişmesi yönüyle vurguluyorum.


MARKA

Bir elmadan fazlas› Teknoloji yeniliktir. Hayat›m›z› her zaman etkiler, kolaylaflt›r›r ve de¤ifltirir; ancak bir elma bunu nas›l baflarabilir ki? Is›r›lm›fl elmadan yola ç›k›p hayal gücünün doruklar›na giden bir hikaye: Apple. DUYGU OLGAÇ // duygu.olgac@buik.net TOLGACAN CEYLAN // tolgacan.ceylan@buik.net

T

eknoloji, insanoğlunun hiçbir zaman tükenmeyen ihtiyaçlarından doğar. Çamaşır makineleri, bulaşık makineleri, elektrikli süpürgeler her ne kadar temel gereksinimlerimizi karşılamak için ortaya çıksa da bizler, her zaman teknolojiden daha fazlasını isteyerek bilgiye ve kişilere daha kolay ulaşmanın yollarını aramışızdır. Bilgisayarlar ve cep telefonları da bu durumun en güzel örneklerini teşkil eder. İlk çıkan bilgisayarın bir oda büyüklüğünde olduğu ve ilk çıkan cep telefonunun ne kadar kalın ve neredeyse kaval kemiği uzunluğunda olduğu bilinse de, bu cihazlar teknolojiden neler beklediğimizi ortaya koymuştur. İhtiyaçlarımızdan doğan araçların zamanla hayatımızı kolaylaştıran cihazlar haline gelip insani özellikler taşıyabilecek ölçüde geliştirilmesi, teknolojide hangi noktaya varmak istediğimizi ifade etmektedir. Teknolojinin bu boyutlara gelmesinde yeni neslin temel ihtiyaç olarak gördüğü iletişim, eğlence ve kolaylık anlayışı etkili olmuştur. Arza olan talebi arttırmak için de bazı teknoloji şirketleri, sektörlerinde 88


Apple New York.

89


lider olma yarışına girmişlerdir. Apple, Blackberry, Nokia, Samsung, Sony gibi şirketler sektörün öncülüğünü üstlenme hedeflerinden dolayı bir rekabet içinde olmuşlardır; ancak bu firmalar farklı zaman aralıklarında tüketici üzerinde etkili olmayı başarabilmişlerdir. Çoğu insanın belki de ilk telefonunun markası, birçoğunun hâlâ, Nokia’dır veya birçoğumuzun belki de ilk müzik çaları Sony Walkman’dir. Yeni neslin tercihi ise daha duygusal, daha yaratıcı ve çok yönlü markalardan yanadır. Bu noktada Apple, yeni kuşağın isteklerini uzun vadede fazlasıyla karşılayabilecek bir marka olarak ön plana çıkıyor. Tohum At›ld› Apple 1976 yılında “Apple Computer” adıyla kurulmuş olan bir bilgisayar firmasıdır. Şirket, ismini The Beatles grubunun plak şirketi olan “Apple Records”tan almıştır. İsim hakkı konusunda büyük problemler yaşanmış ve grup bu olayı mahkemeye kadar taşımıştır. Yaklaşık 30 yıl kadar süren davada, Apple Computer gruba belli bir miktar para ödeyerek isim hakkının sahibi olmuştur. Üç arkadaşın bir araya gelip bilgisayar sistemleri üzerine yoğunlaşmasıyla Apple markası ortaya çıkmıştır. Bu üç arkadaştan en önemlisi ise hiç kuşkusuz şu anda Apple İcra Kurulu Başkanlığı’nı yürüten Steve Jobs’tır. Firmanın kuruluşundan bir süre sonra yönetimle anlaşayamayan Steve Jobs şirketten ayrılmıştır; ancak Jobs’ın ayrılmasından sonra işleri pek de istediği gibi gitmeyen Apple, 1996 yılında Jobs’ın sahibi olduğu NeXT Computer’ı satın alarak 1997 yılında Steve Jobs’ı CEO koltuğuna oturtmuştur. Steve Jobs, Apple’ın bugünkü yenilikçi ve yaratıcı yüzünün oluşmasında en büyük paya sahip olan kişi olarak firmanın satışlarına ve bilinirliğine büyük katkıda bulunmaktadır. Bir bilgisayar firması olarak kurulan Apple, ilk aşamada fotoğraf makinesi üretimi de gerçekleştirmiştir. Yine ilk çıktığı dönemlerde yazıcı da üretmiş olan firma, gelişen teknolojiye hızla uyum sağlamıştır. Günümüzde ise müzik çalar, bilgisayar, cep telefonu ve yazılım ürünleri üretmektedir. Tasarımı, özellikleri ve içeriğiyle birbirinden farklı ürünleri piyasaya süren marka, müzik çalarlarını iPod, bilgisayarlarını Mac(Macintosh) ve cep telefonlarını

Apple, Magic Mouse ve Tablet PC ile bilgisayarlara olan bak›fl aç›m›z› de¤ifltiriyor

Dokunmatik ekran ve tufl tak›mlar›, asl›nda planl› bir stratejinin ürünüdür; çünkü yap›lan araflt›rmalar tüketicilerin cihazlar› dokunarak kullanmas›n›n o cihazlara olan duygusal yak›nl›kla ilintili oldu¤unu gösteriyor.

ise iPhone adıyla üretmektedir. Apple ürünleri özellikle tasarımlarından dolayı çok ilgi görmektedir. Renkli ve kullanımı kolay tuş takımları ile dokunmatik özellikleri, Apple ürünlerine rağbeti arttıran önemli faktörlerdir. Dokunmatik ekran ve tuş takımları, aslında planlı bir stratejinin ürünüdür; çünkü yapılan araştırmalar tüketicilerin cihazları dokunarak kullanmasının, o cihazlara olan duygusal yakınlıkla ilintili olduğunu gösteriyor. Durum böyle olunca da dokunmatik tuş takımına ve ekrana sahip olan cihazlar, satışlarda fark yaratan önemli ürünler olarak ön plana çıkıyor. Apple’ın satışlarına ve marka bilinirliğine direkt etki eden en önemli ürünü belki de iPod’dur. iPod, en 90

önemli özelliği olan müzik çalarlığının yanında video ve fotoğraf görüntüleme, oyun oynama ve yazı dökümanı kaydı gibi özellikler de taşımaktadır. Shuffle, Nano ve Touch gibi serilere sahip olan iPod’lar hafıza özelliklerine ve yeni eklenen özelliklerine göre sınıflandırılmaktadır. En önemli özellikleri dokunmatik ekrana ve tuş takımına sahip olması olarak gösterilen iPod’lar, normal müzik çalarlara göre daha farklı ve renkli tasarımlara sahip olmasıyla da tercih edilme bazında eşdeğer ürünlerden sıyrılmaktadır. Son birkaç yılda teknoloji dünyasına damgasını vuran en önemli ürünlerden birisi de akıllı telefonlardır. Cep telefonundan normal işlevinden fazlasının beklenmesi, mobil telefon üreticilerini de inovatif düşünmek zorunda bırakmıştır. Vaktiyle arama işini yapmak üzerine üretilen cep telefonları, zamanla mesaj yazma, fotoğraf çekme, radyo, mp3 gibi özellikleri de kazanmıştır; ancak varılan son nokta mobil telefonların bu özelliklerden ibaret olamayacağını ve telefonların başka ilave özelliklere sahip olması gerektiğini ortaya koymuştur. Harita gösterme, yer bildirme, görüntülü konuşma, internete bağlanma gibi özellikler yeni çağ telefonlarında olması gereken özellikler olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda en önemli telefon üreticilerinden Nokia’nın N Series telefonları, Research in Motion’ın Blackberry’si ve Apple’ın iPhone’u yeni neslin ihtiyaçlarına karşılık veren telefonlar olarak gösterilmektedir. Alım gücü açısından herkese hitap etmese de


bu telefonların satış oranları hatrı sayılır rakamları göstermektedir. Son olarak Consumer Reports’un yaptığı araştırmaya göre akıllı telefon pazarında önderliği iPhone 3GS yapıyor. Bu da Apple’ın güçlü rakiplerine karşı yaptığı reklam ve satış stratejilerinde başarılı olduğunu gösteriyor. “Simple Facts” Peki, Apple ürünleri nasıl oluyor da bu kadar insanı etrafına toplayabiliyor? Firma aslında reklam stratejisi olarak çok muazzam şeyler yapmıyor. Basit stratejilerle insanları kendisine çekmeyi biliyor, olaya temelinden yaklaşıyor: “İnsanlar duygularıyla yaşar.” Bu anlayışa odaklı reklamlarla tüketicilere kendini tanıtan Apple, marka bilinilirliğini bu sayede fazlasıyla arttırdı. iPod’ların ilk çıktığı dönemlerde yapılan reklamların kulağında kulaklıkla dans eden insan gölgelerini içermesi,

Apple ileri teknoloji harikas› “Tablet PC” ve “ Magic Mouse” ürünleriyle baflar›l› çizgisinde yürümeye uzun y›llar devam edecek gibi gözüküyor. tüketicilerde o eylemi yapma isteği uyandırmıştır; çünkü yapılan bu reklam, insanlarda o ürünü almak için mantıklı bir sebep uyandırmıştır. Zekice tasarlanan bu ve bunun gibi reklamlarla Apple, tüketiciyi kendisine çekmeyi başarmaktadır. Apple’ın bir diğer reklam stratejisi ise “basit olmak”tır. İnsanların “Olmasa 91

da olur” şeklinde nitelendirdikleri ürünlerin reklamını yapacağınız zaman, tüketicinin isteklerinin o ürünle karşılandığını hissettirmelisiniz ki tüketici üzerinde bir etki yaratabilesiniz. Apple da basit ama ilgi çekici yöntemleri kullanarak ürününü tüketiciler için çekici kılmayı başarmış. Basit bir yöntem olarak ürünü için “Çalışır” damgasını vurarak tüketiciye güven vermiş ve bu sayede satışlarını arttırmayı başarmıştır. Basit olmak üzerine kurulu diğer bir reklam ise markanın akıllı telefonu olan iPhone üzerinedir. Bu reklam, aynı zamanda Research in Motion firmasının Blackberry için tasarladığı böğürtlenin elmayı delip geçmesi üzerine kurulu reklama bir cevap niteliğindedir. Elmaya çarpan böğürtlenin dağıldığı ve sonunda “Simple facts” sloganının yer aldığı reklamda, marka yine basit olmayı ve güven vermeyi ön planda tutarak başarılı duruşunu sergilemiştir. Mac ismiyle piyasada yer alan bilgisayarlarında ise Apple, Mac’i normal bir bilgisayardan daha farklı olarak gösteriyor. Ekim sonuna doğru televizyonlarda dönmeye başlayan Mac reklamları, daha çok belirlenen hedef kitle üzerine yani gençler üzerine odaklanıyor. Reklamda Mac için gündelik kıyafetler giymiş genç bir insan, diğer kişisel bilgisayarlar için ise takım elbise giymiş orta yaşlı bir insan gösteriliyor. Bu sayede genç kitleye hitap etmeyi amaçlayan bu reklamlarda, aynı zamanda Windows’un geçtiğimiz aylarda piyasaya sürdüğü Windows 7 İşletim Sistemi’nin eksikleri vurgulanarak Mac’in kendi işletim sisteminin tercih edilme sebepleri sıralanıyor. Hangi Elma Daha Çok Tüketilmifl? Reklam ve pazarlamada basitlik üzerine ve gençlere yönelik stratejiler geliştiren Apple, tanıtım yapmada ve marka bilinilirliği oluşturmada pek zorlanmadı. Bundan sonraki süreçte eğer bu şekilde devam edecek olursa Apple’ın sırtı pek yere gelecekmiş gibi görünmüyor. Bu başarılı stratejiler, markanın bilinilirliğine yardımcı olduğu kadar satışlar üzerinde de elbette olumlu etki yaratıyor. Güven veren ve sadelik üzerine kurulu reklamları sayesinde ürünlerin satışında problem yaşamayan Apple, bu reklam ve pazarlama


Güven veren ve sadelik üzerine kurulu reklamlar› sayesinde ürünlerin sat›fl›nda problem yaflamayan Apple, bu reklam ve pazarlama yöntemlerine ek olarak baflar›l› sat›fl stratejileri de sergiliyor.

yöntemlerine ek olarak başarılı satış stratejileri de sergiliyor. Bunun en güzel örneği ise Haziran 2009 başında piyasaya çıkan yeni iPhone. Telefon alırken çoğu insanın fiyatı yüzünden tercih etmediği iPhone ailesine Haziran başında katılan iPhone 3GS, türünün bir önceki modelinden 200 dolar daha ucuz bir fiyata satılmaya başlanınca zaten iPhone ailesiyle kârına kâr katan Apple, satışlarını daha da arttırdı. Yeni nesil iPhone’un satış planı, Apple’ın 4.çeyrek mali sonuçlarına göre telefon satışlarını 500 binden fazla arttırmasını ve satışların 7,4 milyona ulaşmasını sağladı. Son dönemin trendi olarak gösterilen akıllı telefonların teknolojik ürün piyasasını meşgul etmesi, Apple’ın iPod ürünlerinin satışını ise olumsuz etkilemişe benziyor. 2008 yılının 4. mali çeyreğine göre bu yılın aynı çeyreğinde iPod satışlarında yüzde 8’lik bir azalma söz konusu. Bu durumun sebebi olarak iPod’daki bir çok özelliğin iPhone’larda bulunması gösterilebilir; çünkü Apple’ın Mac’lerdeki satış oranı 2008’in son çeyreğine göre bu yılın aynı döneminde yüzde 19 artış göstermiş ve 3,1 milyon adet Mac bilgisayar satılmış. Bütün bu oranları göz önüne aldığımız zaman ise teknoloji devi Apple’ın kârının fazlasıyla arttığını ve şirketin büyümesinin çok yüksek bir oranda gerçekleşmiş olduğunu görüyoruz. 26 Eylül’de biten 4. mali çeyreğin sonuçlarına göre Apple firması, bir önceki yılın aynı dönemine göre kârını yüzde 47 arttırarak 1,67 milyar dolar (hisse başına 1,82 dolar) kâr ettiğini

açıkladı. 2009 mali yılına genel olarak baktığımızda kârını yüzde 18 (hisse başına 5,36 dolar) arttırmış ve gelirini yüzde 13 arttırıp 36,5 milyar dolara ulaştırmış bir Apple görüyoruz. Yenileri Yolda Şu ana kadar iPod, iPhone ve MacBook’ların değişik serileriyle piyasada adından söz ettiren Apple, hızını kesmeden yeni ürünlerini piyasaya sürmeye devam ediyor. Yeni ürünlerinden biri ise “Magic Mouse”. Çoklu dokunmatik ilk fare olma özelliği taşıyan bu fareler sayesinde Apple, fareyi yeniden tanımlıyor. Lazer işaretleme sistemi, bildiğimiz farelerden çok daha ileri seviyede ve bir o kadar hassas. Kablosuz Bluetooth bağlantısıyla kullanılan fare, kablo ve tuş olmadan tıklama, yakınlaştırma, döndürme ve çevirme gibi işlevlere de sahip olacak. Bu sihirli farenin yanı sıra Apple 2010 yılında daha ileri bir teknoloji

ürününü piyasaya sürüyor olacak: Tablet PC. Teknolojiyi takip edenlerin merakla beklediği bu yeni ürünün teknik bilgileri hakkında henüz resmi bir açıklama yapılmadı; ancak yeni yılda piyasaya sürülecek bu ürünün 3G, 10 inç dokunmatik ekran, Wi – Fi ve Verizon Wireless özelliklerine sahip olacağı kesin gibi görünüyor. Teknoloji başımızı döndürmeye devam ededursun, gelinebilecek son noktanın ne olduğu şu an için bilinmese de Apple ürünleri hayal gücümüzü zorlamamız gerektiğini ve her türlü yeniliğe açık olmamız gerektiği gerçeğini bize hatırlatıyor..

Bir sonraki Foreline’da hangi markayi gormek istiyorsunuz? www.buik.boun.edu.tr adresimizdeki anketimize kat›l›n...

Kaynakça - “Apple Pazarlama Dersleri” http://www.pazarlamarketing.com/apple-pazarlama-dersler - “Apple’ın Kârı Yüzde 47 Arttı.” http://www.haber7.com/ - “Apple, 2010’u “tablet” ile kutluyor.” http://www.pcworld.com.tr/ - “Apple’dan çoklu dokunmatik ilk mouse” http://www.pcworld.com.tr/ - “Akıllı Telefonların Kralı Kim?” http://shiftdelete.net/akilli-telefonlarin-krali-kim/

92


REKLAM

D‹KKAT! BURADA REKLAM YAPMAK YASAKTIR Tütün, alkollü içki ve ilaç sektörleri... Geliflen ve de¤iflen piyasa flartlar›nda reklam ve tan›t›m yapmas› yasak olan üç büyük sektör. Son dönemde sponsor olabilme hakk›n›n da bu flirketlerin elinden al›nmas› gündemde. Kimileri, yasaklar› yeterli bulmay›p geniflletilmesini arzu ederken; baflka bir kesim, yasaklar› gereksiz buluyor ve bunu sektörlerin ekonomik varl›¤›n› görmezden gelmek olarak belirtiyor. SENA SARIHASAN // sena_snz@hotmail.com BURCU SA⁄LAM // brcsglm@hotmail.com

G

ünümüzde bir ürünün pazarlanması ve satışında reklamın önemi yadsınamaz boyutlarda. Her yıl şirketlerin bütçesinden büyük bir payın, tanıtım ve reklama ayrılması da bunu kanıtlar nitelikte; çünkü tanıtım çalışmaları ürün satışındaki en büyük etkenlerden biri. Reklam, bu denli önemli bir araçken bazı kısıtlamalara tabi tutulması da kaçınılmaz görünüyor. Son yıllarda reklam yasaklarının giderek artması da bunun bir göstergesi. Bu yasakların en çok etkilediği sektörlerin başında tütün, ilaç ve alkollü içki sektörleri geliyor. Bu sektörlerde bulunan firmaların, varlıklarını devam ettirmeyi nasıl başarabildiği sorusu akıllara gelebilir. Konuyla alakalı olarak yapılan araştırmalar, yasaklara rağ-

men söz konusu sektörlerin ekonomideki paylarını giderek artırdığını gösteriyor. Her yıl Capital tarafından yapılan “Türkiye’nin En Büyük 500 Özel Şirketi” araştırmasında ilk 100’ün müdavimleri arasında ünlü tütün üreticileri Philip Morris ve Japon Tobacco International’ın yanı sıra Mey İçki, Anadolu Efes Biracılık, Eczacıbaşı İlaç ve Selçuk Ecza gibi reklam yasaklı firmaların bulunması da bunun somut örneğini oluşturuyor. Yasa(k)lar Yasakların temel gerekçesi gayet net: Bu ürünleri özendirici nitelikte sunmanın önüne geçmek. Tüketicinin Korunması Yasası’nın 4077 sayılı hükmünde geçen “Reklamlar kamu sağlığını bozacak nitelikte olamaz.” 94

maddesi ise gelen kısıtlamaların temel dayanağını oluşturuyor. Televizyon, radyo gibi kitle iletişim araçları başta olmak üzere pek çok alanda tütün, alkollü içecek veya ilaç firmalarının adının geçmesi dahi yasak. Söz konusu yasakların ne denli etkili olduğu tartışma konusu olsa da veriler, son 20 yılda sigara tüketiminin %80 arttığını ve buna bağlı olarak sigaranın sebep olduğu ölümlerin de arttığını gösteriyor. Bu bakımdan yasalar, toplumda sağlık bilincini oluşturmayı gözeterek hazırlanıyor. Tütün sektörünü incelediğimizde yasaların reklamlar üzerindeki etkisini açıkça görebiliriz. Hafızamızı fazla zorlamadan aklımıza gelen ilk örnekler, bu gerçeği gözler önüne seriyor. “Çölde gezen deve” figürlü Camel reklamları ve kovboylu Marlboro reklamları ile


95


Parliament Sinema Kulübü de tarihe karıştı. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın çıkardığı yasayla, yakın zamanda epey meşhur olan “elektronik sigara” da bu kervana katıldı. Gizli reklama karşı da önlem olarak televizyonlarda sigara içilen görüntülerde kareleme yöntemiyle sigara kapatılıyor. Sigaranın veya sigara reklamının hiçbir şekline izin verilmiyor. Kısıtlamaların getirildiği bir diğer sektör de alkollü içki sektörü. Uzun zamandır televizyonda reklam yapması yasak olan sektörün önde gelen firmalarının reklamlarını, ancak sinemalarda ve alkollü içki satan mekanlardaki afişlerde görebilmekteyiz. Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu(TAPDK)’ nun konuyla alakalı olarak getirdiği düzenlemede “Alkollü içkilerin tanıtımına münhasır neşriyat hariç olmak üzere; gazete, dergi, broşür, katalog, ilan ile diğer yazılı medya ve elektronik iletişim araçları vasıtasıyla reklam yapılması halinde; çocuklara ve gençlere yönelik hazırlanan sayfa, ek, program, bölümler ile spor sayfalarında alkollü içki reklamları yer almamalıdır.” maddesi yer alıyor. Bundan sonra firmaların reklam stratejilerini belirlerken daha dikkatli olması gerekecek. Ayrıca bu düzenlemeye göre alkollü ürünlerin reklamlarda herhangi bir araç ya da gıda ile ilişkilendirilmesi de yasak; böylece tanıtım için sıkça kullanılan rakı -balıkbeyaz peynir üçlüsü rafa kaldırılacak. Engellerle karşılaşan bir diğer sektör olan sağlık sektörü de etkinlik ve tanıtım için farklı mecralara yönelmiş durumunda. İlaç reklamlarının yapılması hem ülkemizde hem de dünyanın pek çok ülkesinde yasak; fakat günümüzde bazı doktorların da kaygıyla dile getirdiği gibi medya ve internet üzerinden bir çeşit “hastalık modası” yaratılarak yeni pazarlama stratejileri geliştirilmiş durumda. Reflü, osteoporoz, kolesterol yüksekliği ve alerji moda hastalıklardan başlıcaları. Bazı uzmanlar, bunun insanları “Acaba bende de bu hastalık var mıdır?” korkusuyla bilinçsiz ilaç kullanımına teşvik ettiğini iddia ediyor. Reçetesiz ilaç kullanımının bir çeşit moda olmaya başlamasına bağlı olarak harekete geçen Sağlık Bakanlığı ve TRT, getirdiği düzenlemelerle bu durumun önüne geçme niyetinde. Bazı şirketler ve eczacılar birlikleri konuya tepkili; fakat yetkililer taviz vereceğe benzemiyor.

Twitter, Facebook ve MySpace gibi genifl kitlelerce kullan›lan sitelerde alkollü restoranlar›n ve barlar›n reklamlar›n› görmek mümkün. Ne Yapsak da Pazarlasak? Kısa bir süre öncesine kadar bu sorunun yegâne ve net bir cevabı vardı: sponsorluklar. Fakat durum değişecek ve firmalar yeni yöntemler bulmaya zorlanacak gibi duruyor. Devlet Bakanlığı bünyesindeki Sektörel Rekabet ve Tüketici Hakları Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan yönetmelik, sponsorlukların da önüne geçiyor. Söz konusu şirketlerin başta kültür ve spor aktiviteleri olmak üzere pek çok alanda sponsorluklarının olması, bu konunun daha çok tartışılacağını gösteriyor. Son dönemde tartışmaların odağındaki firmalardan biri, Efes Pilsen markasıyla bira üreten ve Efes Pilsen Spor Kulübü’nü bünyesinde bulunduran Anadolu Grubu. Alkollü içki ve tütün firmalarının kültürel ve sportif etkinliklere sponsor olmaması gerektiğini öngören yasa çıkması durumunda Efes Pilsen 96

World Cup gibi bir organizasyonu da düzenleyen Efes Pilsen Spor Kulübü’nün tepkisinin ne olacağı ise merak konusu. Yasaklamaların kapsamının genişletilmesi halinde bazı sıkıntılar doğacağı kesin; çünkü söz konusu şirketler önemli işlere imza atmakta. Metropolis Kazıları’na sponsor olan Philip Morris ya da Mucize Nağmeler 1 ve 2 gibi Türk Sanat Müziği albümlerine sponsorluk yapan Yeni Rakı bunlardan yalnızca birkaçı. Sponsorlukların yasaklanmasının ardından şirketlerin yöneleceği mecra ise sanal ortam olacak gibi gözüküyor. Söz konusu yasaklar internet için de geçerli olmasına rağmen bu yasakların sanal ortamda uygulanabilirliği başka bir tartışma konusu yaratıyor. Özellikle Twitter, Facebook ve MySpace gibi geniş kitlelerce kullanılan sitelerde alkollü restoranların ve barların reklamlarını görmek


mümkün. Bilhassa Twitter “anlık kişisel paylaşım” mantığına dayandığı için söz konusu yasağı kolaylıkla ihlal edebileceğe benziyor. Peki, bu engellenemez mi? Yurtdışında örnekleri var: ABD’nin Oregon eyaletinde alkollü içeceklerin internette reklamı yasak ve bu yasak uygulanıyor. İhlâli dahilinde işletmenin ruhsatı elinden alınıyor ya da bu şirketler ciddi para cezalarına çarptırılıyorlar. Henüz ülkemizde Twitter’a yazdıklarımız için yargılanmıyoruz; ama ilerleyen günlerde yasakların o boyuta varabileceğini kestirmek çok da zor değil.

K›l›çlar Çekildi Yakın zamanda konuyla alakalı olarak alkollü içki sektörünün önde gelen firmaları (Doluca Şarapları, Efes Pilsen, Kavaklıdere Şarapları, Mey İçki ve Türk Tuborg) düzenledikleri basın toplantısında “Eğer bu yanlıştan dönülmezse yatırım planlarımızı gözden geçiririz. Altımızdaki zemin kayarken kimse yatırım beklemesin!” şeklinde açıklama yaptılar. Toplantıda Efes Bira Grubu Türkiye Başkanı Semih Maviş, “Bira grubu olarak pazardaki gelişmelere göre yatırımlarımızı planlarız. Yatırımları gözden geçirmek zorunda kalacağız. Oluşturduğumuz marka ile 5 ülkede 11 fabrikamız var. Faaliyet gösterdiğimiz ülkelerde Türkiye’deki kısıtlamaları yaşamıyoruz” dedi. Ayrıca yeni tebliğ ile gelen yasaklardaki yoruma açık bırakılan ifadelerden de endişe duyduklarını belirtti. Öte yandan toplantıda düzenlemeyle gelen alkol reklamlarında kültürel ya da coğrafi değerlerin kullanımı ile ilgili kısıtlamanın, markalaşmanın ve ithalatın gelişimine engel olacağı vurgulandı. Sektörden gelen itirazlara ters düşecek şekilde reklam yasaklarının devamı konusunda büyük hassasiyet gösteren kurumlar da var. Yeşilay bunların başında geliyor. Yeşilay Başkanı Necati Özfatura, dizi ve filmlerde uygulanan gizli reklamlar ve özendirici unsurların gençleri alkollü içki ve sigara kullanımına teşvik ettiği kanısında. Alkollü içki kullanmaya başlama yaşının giderek düştüğünü ve toplum sağlığının tehdit altında olduğunu söyleyen Özfatura, sinemalarda ve internette de sigara ve içki reklamı yapılmasının yasaklanması için harekete geçtiklerini belirtti. Konuyla alakalı pek çok farklı görüş var. Kimisine göre yasaklar gereksizken kimisine göre hayati önem taşıyor. Söz konusu yasalara yeni düzenlemelerin gelip gelmeyeceği şu anda meçhul; fakat bu konuda hem sektörlerin ekonomik geleceği hem de toplum sağlığı açısından ortak bir paydada buluşulması gerektiği de bir gerçek.

Kaynakça - “Capital 500 listesine giren ilk 100 şirket” http://www.porttakal.com - “Darısı diğer arkeolojik kazılara” http://www.radikal.com.tr - “Gizlice Yapılan İlaç Reklamları” http://www.sadehayat.org - “Çok Uluslu Sigara Şirketlerinin Stratejileri” http://zehirlenme.blogspot.com - “Alkol reklamları kısıtlanırsa yatırımlar gözden geçirilecek.” http://www.referansgazetesi.com

97

Philip Morris ne diyor? Türkiye'de sigara reklamları 1996 yılında yayınlanan bir kanunla yasaklandı. Özellikle belirtmeliyiz ki, Philip Morris International olarak sigara reklamlarına getirilen kısıtlamaları destekliyoruz; bunlar arasında televizyon, radyo ve açıkhava reklam panoları gibi araçlarda yapılan reklamları da sayabiliriz. Ürünlerimizin satışında üç temel ilkeyi rehber ediniyoruz: • 18 yaşın altındaki çocuk ve gençlere satış yapmıyoruz ve reşit olmayanlar için özellikle cazip görünebilecek görseller ya da diğer herhangi bir içerik kullanmıyoruz. • Satışa sunduğumuz tüm ürünlerin paketleri üzerine yasal sağlık uyarıları koyuyoruz. • Uluslararası bir şirket olarak tüm faaliyetlerimizde genel standartlara ve yerel kültür, gelenek ve uygulamalara saygı göstermeye özen gösteriyoruz. Philip Morris bütün dünyada tüketiciler tarafından tanınan markalara sahiptir. Bu markalarımızın kendi bilinilirlikleri sebebi ile reklam aktivitesine ihtiyacı bulunmamaktadır. Piyasa koşullarına bağlı olarak zaman zaman çıkardığımız yeni ürünlerimizde ise yasal çerçevenin belirlediği alanlarda, rakip ürünleri kullanan tüketicilere ürün özelliklerinin tanıtımını yapmaktayız. Bir diğer konu, reklam yasaklarının içerisine sigara üreticisi kuruluşların sponsorluk faaliyetlerine getirilen yasaklardır. Üretim faaliyetinde bulunduğumuz ülkelerde toplum ihtiyaçları çerçevesinde sosyal sorumluluk projeleri üretmekte iken, Türkiye’de 2007 yılından bu yana bu projelerimize de son vermiş bulunmaktayız. Bu kapsamda 1992 yılından bu yana kazı çalışmalarına destek verdiğimiz Torbalı yakınlarındaki “Metropolis Antik Kenti" kazılarının sponsorluk faaliyetini Sabancı Vakfı’na devretmiş bulunuyoruz. Mor Çatı, Sokak Çocuklarını Koruma Derneği, Müzik festivallerine bu kapsamda verdiğimiz destekleri de durdurmuş bulunmaktayız. Philip Morris International Management SA Türkiye


PA ZAR LA MA

98


PAZARLAMADA TREND‹ YAKALA! Pazarlama, müflterinin ihtiyaçlar›n› ve beklentilerini karfl›layabilmek için yap›lan her türlü hizmetin, kullan›c›lara ulaflmas›n› sa¤lamakt›r. Bu süreçte müflteri beklentilerini do¤ru analiz etmek ve ona göre pazarlama stratejileri belirlemek önemli yer tutmaktad›r. Dolay›s›yla ürün özelliklerinin çekicilik kazanmas› ve müflteriyi etkilemesinde pazarlama ön plana ç›k›yor. YASEMIN ÇENGEL // yasemincengel@msn.com ENVER MEL‹H SORKUN // sorkun.envermelih@gmail.com

99


P

azarlama, 2009 kriziyle beraber önemini gittikçe arttırdı. Tüketicilerin krizle beraber seçiciliğinin artması ve elindeki mali kaynakları daha düzenli kullanma arayışı, firmaların pazarlamaya daha fazla önem vermesini kaçınılmaz hale getirdi. Toplumun istekleri ve beklentilerine göre değişen pazarlama stratejileri arasında kendine en uygununu seçmek ise firmalara kalıyor. Firmaların pazarlama üzerinde çokça durduğu ve en iyi stratejiyi belirlemek için çalıştığı bugünlerde birkaç pazarlama trendi ön plana çıkmış durumda. Daha Fazlas›n› Verin Türkçeye “Deneyimsel Pazarlama” olarak çevirebileceğimiz experiential marketing, tüketiciye üründen fazlasını vermeye dayalı bir pazarlama stratejisi olarak karşımıza çıkıyor. Bu pazarlama stratejisinde memnuniyeti arttırmaya bağlı olarak müşteriyle kurulan bağın, sadece alışveriş olarak kalmaması amaçlanır. Basit bir alışverişten daha fazlası ise müşteriye farklı bir deneyim yaşatmaktır. “Experiential Marketing”, ismini ürünle beraber müşteriye kazandırılan deneyimden alıyor. Bu stratejinin amacı, uygulanışa göre değişse de var olan müşteri sayısını korumakla beraber, arttırılan müşteri memnuniyeti sayesinde yeni müşterilere ulaşmaktır. Ürünü tanıma sürecinde diğerlerinden farklı bir deneyim yaşayan kullanıcı, firmayla arasında bir bağ oluşturur ve bir sonraki kullanımlarda da aynı ürüne yönelir. Önceden bu deneyimi tatmış ve sonrasında sunulan hizmetten memnun kalmış olanlar, “garanti müşteri” olarak görülür. Deneyimsel pazarlamada asıl hedef kitle, daha önceden bu deneyimi yaşamamış olanlardır. Yaşatılan deneyim, müşteride oluşturduğu reaksiyonla sadece o kulla-

nıcıyı etkilemekle kalmaz, bir müşteriden diğer olası müşteriye aktarılarak kendine geniş bir yayılma alanı bulur. Bu sayede tanınan ürün, klasik bir reklamın yapabileceğinden daha öteye geçer ve daha çok sayıda kişiye ulaşır. Deneyimsel pazarlama sayesinde son günlerde öne çıkan firmaların başında Converse geliyor. Converse, müşterilerine “Kendi Converse’ini kendin yarat!” başlığı altında istediği Converse modelini seçip kendi tarzına göre renk ve desen oluşturabilme imkânı tanıyor. Nike ise Nike Town’da ismini verdiği tasarım sistemi ile seçilen ayakkabıyı, oluşturulan sahada test edebilme imkânıyla karşımıza çıkıyor. Buna benzer

Müflteri daha fazlas›n› istiyor! 100

başka bir örnek ise dağcılık malzemeleri satan bir firma. Firma, oluşturduğu dağ platformuyla hem ürünleri denemenizi sağlıyor hem de sizde güzel anılar bırakıyor. Japonya’da İndivi firması, sonbahar - kış koleksiyonunu müşterilerine sunarken bir farklılık yaratıyor, mağazanın önüne koyduğu özel aynalarla müşterilerine kıyafetlerini giymeden deneme gibi bir kolaylık sağlıyor. Kim bir ürüne bu kadar ilgi çekici ve akılda kalıcı bir tanıtımla sahip olmak istemez ki? Pazarlaman›n Sosyal Yönü Sosyal mecra, insanların fikirlerini ve eserlerini paylaşabilecekleri, bu yolla başka insanlara ulaşabilecekleri bir ortamdan oluşuyor ve bir etkileşim ağı olarak karşımıza çıkıyor. Birçok şirket, bu ağa dahil olarak kendisini tanıtma ve ürünlerini pazarlama imkânı buluyor. Şirketler daha geniş miktarda tüketiciye hitap edebilmek için ulaşmak istedikleri hedef kitlenin bulunduğu alanlarda aktif rol almaya başladı. Özellikle internetin günlük hayatımıza girmesiyle firmalar bu potansiyeli gözden kaçırmayarak internet reklamlarıyla tanınma ve kendini pazarlama yoluna gidiyor. İnternet reklamları aracılığıyla daha çok kişiye ulaşabilmek ise sosyal mecra ağlarında reklam vermekten geçiyor. Sosyal ağ olarak en çok tercih edilenler arasında Facebook, MSN, Youtube, Google Groups ve Twitter yer alıyor. 2006 yılında sosyal mecra ağları arasında yer alan Facebook, üzerinden daha bir yıl geçmeden kendinden epeyce


Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine uygulanmıştır.

söz ettirdi. Özellikle son bir yılda genişleyen ağıyla 250 milyonu aşkın kullanıcı sayısına ulaşan Facebook, günümüzün en büyük ve en güncel sosyal ağlarından biri konumuna geldi. Üyelerin Facebook’ta 1 günde harcadığı toplam dakika sayısının 5 milyar olması ise Facebook’un ne kadar yaygınlaştığının bir göstergesi. Bu büyüyen Facebook çılgınlığına markalar da reklamlarıyla ortak oluyor. Facebook, ürünlerin tanıtılması adına büyük bir potansiyele sahip. Buna rağmen reklamların rahatsız edici boyutlara ulaşmıyor olması ise takdir edilir cinsten. Diğer bir sosyal ağ alanı olan Youtube’da ise reklamların rahatsız edici boyutlara ulaşmasını bırakın, ürünlerin tanıtımlarına ulaşmak bile kullanıcıların kendi talepleri doğrultusunda izleme imkânı buldukları videolar aracılığıyla gerçekleşiyor. Reklamların kullanıcıların gözünün içine sokulmaması, tanıtımın kullanıcılara ulaşma şansını azaltıyor gibi görünse de zaman içerisinde sağladığı artılar ortaya çıkıyor. Müşteri, üzerinden kalkan baskıyla ve sahip olduğu seçme özgürlüğüyle kendi isteği doğrultusunda istediği tanıtımlara ulaşabiliyor. Bu da pazarlama stratejisinden alınan verimi arttırıyor. Uzun zamandır anında iletileşme servisi olarak bilinen MSN ise reklam bannerlarıyla öne çıkan bir diğer sosyal medya ağı. Yaş sınırı gözetmeksizin birçok insana seslenebiliyor olması, kullanıcı sayısını gün geçtikçe arttırıyor. Bu durum firmaların işini büyük ölçüde kolaylaştırıyor. Kullanıcı sayısı arttıkça amaçlarına bir adım daha yaklaşmış oluyorlar ve ulaşmak istedikleri hedef kitleyi etkileyebilme olasılıkları artıyor; ancak MSN’deki pazarlama potansiyelinin sadece reklam bannerlarından ibaret olması, kullanıcı sayısı avantajını aşağı

A) Aaa! Orda reklam m› var! B) Görüp geçiyorum. C) Reklama göre de¤iflir. D) ‹lgilendi¤im bir fley olursa t›klar›m.

Kullan›c› yan›t bekliyor! çekebilecek düzeyde. Kullanıcılara ulaşımı güçlendirmek için bannerlara ek olarak başka alternatifler de oluşturulması MSN’in sosyal mecra ağları arasındaki yerini güçlendirebilir. Yaptığımız anket de bu yetersizliği doğruluyor. Ankete göre, her ne kadar reklam bannerlarını görüp ilgilenenler çoğunlukta olsa da, “Hiç görmedim, orada reklam mı var?” diyenler de azımsanmayacak kadar çok sayıda. Bunlara ek olarak, “Reklam ilgimi çekiyorsa talep gösteririm.” diyenleri de göz ardı etmemek lazım. Kısacası deneyimsel pazarlama ve sosyal mecra pazarlamasında kalıcı ve etkili olmanın yolu farklılık yaratmaktan geçiyor. Müflteriyle Üçüncü Ba¤ Türkçe karşılığı geri bildirim olan “feedback”, firmaların müşteri memnuniyetini arttırmak ve bu sayede müşteri çekmek için başvurdukları bir pazarlama stratejisidir. Müşteriye bir hizmetin veya ürünün tam ve doğru olarak aktarılmasında geri bildirimin ayrı bir önemi var. Müşterinin şikâyet ve memnuniyetini dinleyen ve dikkate alan firma, bu yolla ürünün ya da hizmetin geçerliliğini test etme imkânı bulur ki bu da ürün ve hizmet kalitesini arttırmanın en güzel yoludur. Ayrıca müşteri kendine verilen önemi gördükçe firmaya olan güveni ar-

Deneyimsel pazarlama ve sosyal mecra pazarlamas›nda kal›c› ve etkili olman›n yolu farkl›l›k yaratmaktan geçiyor.

tar ve düşüncelerinin dikkate alınıyor olması da firmaya olan bağlılığını pekiştirir. Son zamanlarda gittikçe öne çıkan Feedback 3.0, bugüne kadarki geri bildirim hizmetlerinin en iyisi. Feedback, ortaya çıktığı ilk dönemlerde, müşteri şikâyetlerini neredeyse hiç önemsemeyen bir versiyona sahipti. Ardından müşteri hizmetlerine verilen önemin artmasıyla üst versiyon olarak görebileceğimiz Feedback 2.0 ortaya çıktı. Feedback 2.0’da müşterinin fikirleri ve önerileri dikkate alınıyor, sorunlarına çözüm oluşturulmaya çalışılıyordu. Ancak krizle beraber daha çok müşteri kazanma ve diğer firmalar arasından sıyrılıp öne çıkma arzusu, müşteriyle daha çok iletişime geçilmesi gerekliliğini gündeme getirdi ve Feedback’te daha da ileriye gidildi. Bu da Feedback 3.0 olarak karşımıza çıktı. Feedback 3.0’da artık müşteriyle birebir ilişki kuruluyor. Sorunlara anında ya da mümkün olan en kısa sürede çözüm üretilerek müşterilere daha iyi bir hizmet verilmeye çalışılıyor. Feedback, gelişmesini önümüzdeki günlerde de sürdüreceğe benziyor. İletişim teknolojilerinin gelişmesi bunu büyük ölçüde kolaylaştırıyor. Örneğin, 3G'nin yavaş yavaş hayatımıza girdiği bu günlerde firmalar görüntülü görüşme aracılığıyla müşterilerle bağlantı kurabilir ya da mağazalarda bulunan şikayet formları yerini, ana sisteme bağlı bir bilgisayar yardımıyla şikayeti anında değerlendirebilen sistemlere bırakabilir. Bu ve buna benzer gelişmeler, çok geçmeden karşımıza Feedback 4.0 olarak çıkacağa benziyor. Genel olarak pazarlamada son günlerde öne çıkan stratejilere göz gezdirecek ve genel bir çıkarım yapacak olursak müşterileri şirkete daha iyi bir şekilde bağlamak ve uzun süreli müşteriler haline getirmek daha da önem kazanacak gibi gözüküyor. Deneyimsel pazarlamanın giderek artan önemi, her geçen gün bir yenisi ortaya çıkan soysal medya ağları ve gelişmesine ara vermeyen Feedback mekanizması... Her zamanki gibi pazarlama en kurnaz yollarını o günün şartlarına göre çiziyor.

Kaynakça - Hakim, Eser. “Deneyimsel Pazarlama” http://www.pazarlamadunyasi.com/ - Odabaşı, Yavuz. “Müşteri İlişkilerinden Müşteri Deneyimine; Starbucks Fal Da Bakar Mı?” http://yavuzodabasi.wordpress.com/ - “Hariçten Gazel” http://mah-zen.blogspot.com/2006/08/hariten-gazel.html - “2009 Yılı’nın Önemli Bir Trendi Bence” http://yuzey.blogspot.com/ - Danış, Sarper. “Sosyal Medya Nedir?” http://www.zapmedya.com/

101


REKLAM

REKLAMIN ‹Y‹S‹ VE KÖTÜSÜ ARTIK VAR! Reklam denilen “masum” göz boyama tekni¤i, yaflant›m›z›n bir parças› haline geldi. Bu göz boyama çabalar›na karn›n›z tok mu? O zaman siz de bir alternatif reklam hedefisiniz. Art›k görmezden gelmek sizin için daha zor olacak! CAN YURTTAfi // yurttascan@yahoo.com EN‹S CAN KARAKOÇ // eckarakoc@yahoo.com retime geçen insanoğlunun elde ettiği ürünleri tanıtma ve duyurma ihtiyacı, dünyada birçok farklı eğilim ve yöntemin ortaya çıkışında başrol oynadı. Üreticiler arasında oluşan rekabet ortamı, reklamın ortaya çıkmasına önayak oldu. Milattan önce 3000’li yıllarda, tüccarların halkın içindeki çığırtkanları kullanarak kendi mallarının tanıtımını yapmasıyla ilk reklam denemesinin gerçekleştiği söylenebilir. Ardından yazının da icat edilmesiyle birlikte yeni yollar türetmeye çalışan tüccarlar, bu sefer dükkânlarının önlerine koydukları tabelalar aracılığıyla halkın dikkatini çekmeye çalıştılar. 1400’lü yıllarda matbaanın icadı,

Ü

afiş ve ilan gibi yepyeni reklam mecralarını tüccarların önüne serdi. Gazete ve dergi yayınlarının ortaya çıkması da büyük kitlelere ulaşmayı beraberinde getirdi. Ancak hızla gelişen sanayi sektörü için bu da yeterli değildi. Ardından gelen teknolojik gelişmelerle, sokakta reklam yapan çığırtkanların yerini radyo ve televizyonda yayınlanan tanıtımlar aldı. Böylece “uzak mesafelerdeki geniş kitleleri etkileme” fikri bir hayal olmaktan çıktı. Özellikle 20. yüzyılda firmalar arasındaki reklam rekabeti doruğa ulaştı. Bu durum, insanı farklı yönlerden etkilemeye çalışan reklam sektörünü, özgün ve dikkat çekici çalışmalar üretmeye yöneltti. Alternatif tanıtım ve yeni rek102

lam mecralarının ortaya çıkışı da küresel dünyada sesini duyurabilmek için kaçınılmaz bir gelişme halini aldı. Yürüyen Reklam Reklamın sokaktaki şubeleri panolar oldu. Evden dışarı adımımızı attığımızda onlarla yüz yüze geliyoruz. Otobüste boş gözlerle dışarı bakarken en çok dikkatimizi çekenler de onlar. Yolda yürürken müzik dinlediğimizde de onlar eşlik ediyor melodilere. Bugün ise artık daha ilginçler ve çekiciler. İşte, bu yeni moda reklamlardan biri olan moving board, etkili reklamlar yapma çabasındaki reklam ajanslarının yeni tercihi olmaya başladı. Son zamanlarda İstanbul ve İzmir gibi şehirlerimizin belli başlı yerle-


rinde ve stadyumlarda sırtında ışıklı reklam tabelaları taşıyan insanlar görmeye başladık. Otobüs duraklarında, yol kenarlarında gördüğümüz büyük reklam panolarını sırtlarına geçiren insanlar görürseniz bilin ki bir “moving board” ile karşı karşıyasınız. Bu panoları giyen insanlar, reklamları istenilen anda istenilen mesaj ile tüketiciye iletebiliyor ve bu da ajansların işini daha da kolaylaştırıyor. Ucuz maliyetle etkili reklam diye buna diyoruz. Duvardaki Cazibe Beşiktaş’tan ne zaman geçsek Knorr reklamı hepimizin ilgisini çekiyor, değil mi? Knorr bu çalışmasında iyi bir reklamcılık örneği sergileyerek insanları gerçekten de etkilemeyi başarıyor. Hepimizin alışık olduğu board reklamlarından farklı bir temayla karşımıza çıkan bu duvar reklamında kurutulmuş biberler, patlıcanlar, kavanozlar ve şirin bir pencere ile köy mutfağı gösteriliyor duvarda. Burada Knorr ürünlerinin tazeliği ve doğallığı, neredeyse o kurutulmuş sebzelere dokunuverecekmişsiniz gibi capcanlı yansıtılıyor. Amaç, Türkiye’de zaten belli bir ismi olan Knorr’un, insanlara “Knorr, mutfağınızın vazgeçilmezidir.” mesajını vererek markanın devamlılığını korumak. Peki aynı panolarda Omo adlı deterjan firmasının yaptığı ilginç reklamları unutanımız var mı? Çamurlu tişörtlerle donatılan duvar, yoldan geçenlerin ilgi odağı olmayı başarmıştı. “Kirlenmek güzeldir.” fikrini duvarda üç boyutlu ve adeta ete kemiğe bürünmüş halde görmek, bir tüketici gözüyle insanda daha farklı etkiler uyandırıyor. Dakikalar önce gördüğümüz sayısız pano reklamından birini bile hatırlamazken aylar önce sergilenen o çamurlu tişörtleri nasıl da unutmuyoruz! Hatta, top oynayıp çamura bulanıp eve geldiğinde çamaşırlarını Omo ile yıkamayı düşünenlerimiz bile olmuştur. İşte, bu duvar reklamları insanların sürekli karşısına çıkan board reklamlarından çok farklı bir şekilde umulmadık anda, daha önce görmeye alışık olmadığımız yerlerde karşımıza çıkarak daha çarpıcı bir şekilde mesajını iletiyor. Bu yüzden duvar reklamcılığı, tanıtımlarında sürekli farklı trendler yakalayarak daha çok kişiye, daha hızlı mesajlar verme telaşındaki firmaların yeni gözbebeği olmayı başarıyor.

Duvar reklamc›l›¤›, tan›t›mlar›nda sürekli farkl› trendler yakalayarak daha çok kifliye daha h›zl› mesajlar verme telafl›ndaki firmalar›n yeni gözbebe¤i olmay› baflar›yor.

Aç›khava Kurnazlar› Sokakta gezinirken aniden karşınıza dikilip sizi soru yağmuruna tutmaya çalışan anketörlerden ve tanıtımcılardan kaçtığınız olmuştur. Elinize bir el ilanı tutuşturmaya çalışan görevlileri de çoğu kez dikkate almadığınız. İşte bu durum, reklam yaratıcılarını daha özgün ve dikkat çekici yöntemler bulmaya zorlamış olmalı ki açık hava reklamcılığı adı altında yepyeni ve şaşırtıcı reklam denemeleri yavaş yavaş günlük hayatımıza girmeye başlamış. Uzun zamandır telekomünikasyon sektöründe esen 3G fırtınası, yaratıcı reklamcıların sevgilisi. Hemen hemen her işlek sokakta, meydanda bir 3G rek103

lamı görüyoruz. 3G’nin tanıtımında bir adım öne geçen Vodafone’un reklamları, İstanbul’un beş farklı noktasında sergilendi. Bu dönemde, büyük 3G panolarının üzerinde sandalyeye oturmuş bir genci, 3G mobil modemini kullanarak bilgisayarında internette gezinti yaparken görebilirdiniz. Söz konusu beş farklı noktadan birinin bulunduğu Levent’te yoldan geçen insanlar, açık havada bir yandan keyif çatarken bir yandan da internette gezinen bu genci şaşkın tavırlarla izlediler. Gerillalar ‹fl Bafl›nda Agresif, komik, düşündürücü sloganlarıyla ve kimi zaman da üç boyutlu halleriyle gerilla reklamlar dört bir yanı-


Size ne aç›k havada rahat var, ne de evinizde internetin bafl›nda. Bir yandan gerillalar öte yandan ise panolar, duvarlar üzerinize geliyor. mızı sarmış durumda. Kimi zaman da garip görünüşlü birkaç insan yaptığı ilginç hareketlerle ilginizi çekerken bir anda elindeki ürünü ya da hizmeti size tanıtıveriyor ve o reklam zihninizde kolay kolay kaybolmayacak bir yer ediniyor. Evet, “gerilla reklamcıları” artık çok yakınımızdalar. Etiler’de kaldırımın ortasına kondurulan, dallarında şeftalilerin, elmaların, portakalların sallandığı Cappy meyve ağacı caddede bir meyve bahçesi havası yaratmıştı adeta. Sonra Media Market’ın hayvanlara atıfta bulunduğu pano reklamları da ortalığı birbirine katmıştı. “Vay efendim hayvan hakları nerede?” sitemine karşılık reklam şirketi yetkilileri amaçlarının sadece gerilla pazarlama yapmak olduğunu açıklamıştı. Merkezi Malezya’da bulunan Trust Condom adlı kondom şirketi ise Mersin’in Erdemli ilçesindeki Kızkalesi plajında güneşlenip denize giren insanların üzerine beş bin adet kondomu yağdırıverdi. Yamaç paraşütü yapan tanıtımcılar, havadan fırlattıkları kondomlarla sahilde adeta bir kondom yağmuru yarattılar. Amaçlarının, halkı korunmalı sekse

yönlendirmenin yanında aynı zamanda orijinal reklamlar yapmak olduğunu belirten firma yetkilileri, önümüzdeki sezonlarda Bodrum, Marmaris ve Kuşadası gibi turistik beldelerde de benzer etkinlikleri sürdüreceklerini açıkladı. Aynı anlayış, farklı bir biçimde kısa bir süre önce kamuoyunda çok konuşulan bir “üstü kapalı” reklama daha imza attı. Genç bir kız, kendisini aldattığı iddiasıyla erkek arkadaşının kendisine hediye ettiği eşyaları “www.gittigidiyor.com” adlı internet sitesinde satışa çıkardı. Bu eylemini internete koyduğu bir videoyla duyuran şahsın asıl amacının ilgili internet alışveriş sitesinin reklamını yapmak olduğu sonradan anlaşıldı. Sporun Gücü “Futbol asla sadece futbol değildir.” anlayışının yaratıcısı, spor yazarı Simon Kuper’in belirttiği gibi, futbol ile birlikte diğer belli başlı spor dalları da endüstriyelleşen dünyanın bir ögesi haline geldi. Dünyayı saran NBA çılgınlığı, devasa atletizm organizasyonları, prestijli futbol turnuvaları ve bu turnuvalarda mücadele eden yüksek potansiyelli fut104

bol kulüpleri reklam avcılarının gözünden kaçacak gibi değil. Michael Jordan, Kobe Bryant, Kevin Garnett gibi ünlü basketbol yıldızlarının yaptıkları büyük bütçeli reklam anlaşmaları, Nike ve Adidas gibi spor giyimi üzerine üretim yapan firmaların vazgeçemediği faaliyetler arasında. Geniş taraftar kitlesine sahip ünlü futbol kulüpleri, takım forması üzerine büyük firma reklamlarını alıyor ve bu reklamlar belli zaman dilimlerinde büyük paralar karşılığında değiştiriliyor. Sıradan futbol izleyicileri bile bunun farkındadır. İspanya’nın meşhur spor kulübü FC Barcelona ise uzun süre bu örneklere dahil olmadı ve formasına reklam almadı; ancak Barcelona artık UNICEF’in adını formasında taşıyor, hem de hiçbir maddi beklentisi olmadan. Kulüp, dünyanın en kapsamlı çocuk yardım fonuna destek olarak önemli bir sosyal sorumluluk örneği gösteriyor. Mobil Ç›lg›nl›k Teknoloji son hızıyla ilerlemeye devam ederken firmalar da tanıtımlarıyla bu hıza yetişmeye çalışıyor. Bu konuda mobil reklam, yine revaçta olan reklam yollarından biri. Özellikle telefonlarda oyun oynayabilmemiz, fotoğraf ve video çekebilmemiz, internete girebilmemiz birçok firmanın reklamlarını yapması için yeni bir ortam yarattı. Örneğin, Range Rover markası 2005 yılında İngiltere’de cep telefonları için “Range Rover Sport Tourer” adlı bir oyun çıkararak kitleleri mobil reklamcılıkla etkileme yoluna gitti. Firmalar, insanların mobil iletişim araçları sayesinde eğlenmesini sağlayarak tanıtımlarını yapmaya çalışıyor ve bu yolla amaçlarına hızlı bir şekilde ulaşıyor. ‹nternet Olmazsa Olmaz Günümüzde tanıtımın en hızlı ve en doğru zamanda sağlandığı mecralardan biri de internet. İnternetin neredeyse her eve girmesi, dünyada reklamcılığın daha etkili ve ucuz yoldan yapılmasına olanak sağladı. İnternetin reklamcılığa faydasının, yalnızca hız ve zaman olarak kalmaması ve aynı zamanda az maliyetli reklamcılığı da beraberinde getirmesiyle firmalar, kuruluşlar, hatta devlet bünyesindeki kurumlar bile internet reklamcılığının cazibesine kapıldı. Sonuçta hepsi de en etkili tanıtımı internette buldu. E-devlet, e-fatura derken dev-


Bir Coca Cola reklam› izledikten sonra can›n›z›n neden bu kadar kola çekti¤ini bir sorun bakal›m kendinize.

letin bile çağın gereklerine nasıl da uyum sağladığının farkına varmamak mümkün değil. İlgili kurumun yıl boyunca gerçekleştirdiği projelerin ve etkinliklerin haberini internet yoluyla öğrenerek bu kurumun kendi reklamını yapmasına bizler fırsat veriyoruz. Yazım ve çizim gereçlerinde ün yapmış olan Staedtler markasının zamanında yapmış olduğu internet reklamını hatırlayalım. Marka, küçük bir not defterine el yazısıyla notlar yazıp istediklerinize gönderebildiğiniz bir site kuruyor. Bu sayede markanın adını yalnızca notu gönderen değil notu alan kişi de öğreniyor. Böylelikle internet reklamcılığındaki esas amaca ulaşılıyor ve büyük kitleler bu markadan haberdar oluyor. Subliminal Reklamc›l›k Günümüzde reklamcılık öyle bir sektör haline geldi ki tüketiciyi nereden ve nasıl yakalayacağını hiç tahmin edemiyorsunuz. Bilinçaltımızı etkileyen, subliminal mesaj özelikli reklamlar bunun çarpıcı ve güzel örneklerinden biri. Temelde gözümüzün gördüğü ama beynimizin algılayamadığı bilinçaltımıza yerleşen görüntüler, sesler ve yazılardan

oluşan subliminal mesajlar, insanların algısını etkileyerek verilen mesaja dikkat çekmeye çalışıyor. Örneğin, reklamlarda çekici, hoş kadınların ve erkeklerin kullanılması, insanların bilinçaltındaki seks algısını etkileyerek reklamı yapılan ürüne karşı bir sempati kazanılmasını sağlıyor. Öte yandan Pepsi markasının zamanında üretmiş olduğu kola kutularını üst üste koyduğumuz zaman “sex” yazısının ortaya çıkması bir diğer örnek olarak gösterilebilir. Eskiden sinemalarda filmlerin saniyede 25 karesinin 1 karesinde (bilinçaltımızın en iyi algıladığı zaman olarak kabul ediliyor) patlamış mısır gösterilerek izleyicilerin film aralarında patlamış mısır almasının teşvik edilmesi ise subliminal reklamcılığın çok da yeni bir kavram olmadığını gözler önüne seriyor. Bir Coca Cola reklamı izledikten sonra canınızın neden bu kadar kola çektiğini bir sorun bakalım kendinize. Yoksa bunun cevabı subliminal reklamcılık olabilir mi?

Günümüzde daha sık kullanılan subliminal mesaj içerikli reklamlar, ikna gücü bir hayli yüksek ve hafızaya kazınan reklamlardan olma özelliğini koruyor. Televizyonda dizi izlerken aniden araya giren reklamlar sizi çok rahatsız etmiyor muydu? Televizyonda reklam görünce televizyonu kapatıyor ya da kanalı zaplıyor muydunuz? Yollarda megafonla gezen minibüsler size tanıtım yapmaya çalışırken sizin başınız ağrımıyor muydu? Neyse ki artık daha zeki reklamcılar var. Size ne açık havada rahat var, ne de evinizde internetin başında. Bir yandan gerillalar öte yandan ise panolar, duvarlar üzerinize geliyor. Koltuğunuza kurulup elinizde çay, kahve ile filminizi sizi kimsenin rahatsız edemeyeceği bir ortamda izlerken belki de farkında olmadan bilinçaltınız reklamla doluyor. Nereye giderseniz gidin cebinizdeki o küçük makine sebebiyle bir alternatif reklam hedefisiniz. Peki, artık ne kadar rahatsızsınız?

Kaynakça - “Açıkhava, Gerilla, Mobil ve İnternet Reklamcılığı” http://www.adkritik.com - “Subliminal Reklamcılık” http://www.cremationofcare.com - “Knorr Beşiktaş Duvar Reklamı, Vodafone Reklamı ve Moving Board Reklamı” http://www.neisyapsak.com

105


KAR‹YER

BAfiARI VE MUTLULU⁄UN YOL HAR‹TASI

KAR‹YER DANIfiMANLI⁄I ZEYNEP ÇAKIR // zeynep.cakir@boun.edu.tr SEV‹M ÖZEN // sevim.ozen@boun.edu.tr

“Ben kimim, hayatta ne ifl yap›yorum, yapt›¤›m iflle mutlu muyum?” gibi hayat›m›z› anlamland›rmam›za yard›mc› sorular›n adresi, kariyer dan›flmanl›¤›, kariyer hedefi yüksek olan günümüz gençlerinin ve ayn› zamanda flirketlerin deyim yerindeyse ekmek gibi, su gibi temel ihtiyaçlar›ndan biri olma yolunda.

K

ampüse adım atar atmaz derslerimizin ve kampüs hayatımızın yanı sıra bizi yeni bir telaş daha karşılıyor; kariyer planlaması. Ders aralarına sıkıştırdığımız muhabbetlerde kariyere dair sözler, sorular havada uçuşuyor; peki, biz bu kelimenin anlamını ne kadar iyi biliyoruz? Kariyer, bir bakıma her yönüyle kendini gerçekleştirme sürecidir, sürekli ilerlemeyi gerektirir. Gelgelelim siz yanlış otobüslere biner, yanlış duraklarda durursanız asla gitmek istediğiniz yere ulaşamazsınız. Başka bir deyişle, kariyerinizi planlama sürecinde birtakım zorluklarla karşılaşa-

bilir ve iyi bir kariyer hedeflerken hatalı kararlar veya yönelmeler sonucu günün birinde sizi mutsuzluğa sürükleyecek bir tabloyla karşılaşabilirsiniz. Kariyer demişken günümüz gençlerinin kariyer eğilimlerinden de bahsetmek gerekir. Monster TRAK ve Michigan University Üniversitelere Özgü Araştırma Kurulu bu konu hakkında bir araştırma yapmış ve bugünün gençlerinin kariyer eğilimlerinin, önceki nesillere göre çok daha farklı olduğunu tespit etmiş. Araştırmanın sonucuna göre, ilk olarak gençler şartların ve çağın da değişmesiyle kendilerini daha yüksek kademelerde ve hem maddi hem de mane106

vi getirisi daha çok olan işlerde görmek istiyorlar. Hepimizin de bildiği gibi herkesin kendine yatırım yaptığı bu çağda sadece istemek yetmiyor. Kariyerimiz için çizeceğimiz yolu belirleyip bu yolda doğru ve kararlı adımlar atmak gerek. Bu, kendimizi gerçekleştirmeye giden yolda ilk aşama. Gençliğin bir diğer sorunu ise çalıştığı yere karşı sadakatsizlik. Gençler çalıştıkları işyeri ile aralarında güçlü bir bağ kuramadığı için başka bir şirketten, kurumdan daha iyi bir teklif alması durumunda oraya koşarak gitmeyi tercih ediyor. Sonrasında iş hayatlarından tatmin olurlar mı bilinmez. Tüm bunların sonunda da bireyin mutlu-


107


luğunu elinden alan hastalıklı kariyer öyküleri ortaya çıkıyor. Hatta bazı bireyler ne acıdır ki bu hastalıklarının çaresini ancak yıllar sonra aramaya başlıyor. Bu farkındalığı geç yakalayanlar, yani aslında hayatında ve kariyerinde bir şeylerin ters gittiğini geç farkedenler bir çeşit danışmanlık hizmetine ihtiyaç duyuyorlar. İşte bu evrede, kariyer danışmanlığı bu bireylere kendilerini keşfetme imkanı sunuyor. Bazı bireyler “Ben kimim?” sorusunun cevabına geç ulaşsa da bazıları bu farkındalığa daha lise yıllarında, üniversite sıralarında ya da üniversiteden mezun olduğu birkaç yıl içerisinde erişebiliyor. Kariyer danışmanlığı, bu bireylere de hizmet veriyor. Genç yetişkinlere, yapacakları iş ile karakterlerini ve yaşam tarzlarını kesiştiren ve onların maddi ve manevi olarak kendilerini mutlu hissedebilecekleri bir kariyer imkanı sunuyor. Kariyer danışmanlığının size verdiği ilk ve temel hizmet sizi kendinizle tanıştırmaktır. Psikolog Engin Geçtan’ın “İnsan Olmak” kitabında dediği gibi, “Güçlülük yürekli olmayı gerektirir; yüreklilikse insanın kendi gerçekleriyle yüzleşebilmesini içerir.” İşte, kariyer danışmanlığı bu noktada devreye giriyor ve kendinize

kapılar açmanızı sağlıyor. İlgi ve beceri alanlarınızı belirlemenizde size yardımcı oluyor. Bu konuda daha geniş bilgi alabilmek için Fortune Danışmanlık Şirketi Yönetim Kurulu Üyeleri’nden Alper Arıduru ile görüştük. Alper Arıduru ile sohbetimizde gençlerin kariyer eğilimlerini, bu konudaki eksikliklerini ve kariyer danışmanlığı şirketlerinin verdiği hizmetleri konuştuk. Arıduru’ya göre gençlerin karşılaştıkları sorunların temelinde bireysel farkındalık düzeylerinin düşük olması yatıyor. Üstelik liselerdeki ve üniveristelerdeki kariyer danışmanlığı hizmetleri de yetersiz. Biz de bu eksikliği gidermek için ne gibi yöntemler uyguladıklarını sorduk. Her bireye ayrı ayrı uygulamalarda bulunduklarını ve kişilerin bilgi, beceri, davranış ve

Gençler flartlar›n ve ça¤›n da de¤iflmesiyle kendilerini daha yüksek kademelerde ve hem maddi hem de manevi getirisi daha çok olan ifllerde görmek istiyorlar. 108

kişilik özelliklerini kişilik envanterleri yardımıyla tespit ettiklerini öğrendik. Dahası, elde ettikleri bilgilere dayanarak kişinin hangi sektörlerde, hangi mesleklerde ve hangi ortamlarda daha başarılı ve mutlu olabileceği bilgisine ulaşabiliyorlar. Fortune Danışmanlık Şirketi, bu yöntemle kişiler ve meslekler arasında doğru köprüler kurmayı başarıyor. Bu köprüler sayesinde gençlerin kariyer yolunda karşılaştığı iş yaşamında memnunuyetsizlik ve kuruma karşı sadakatsizlik gibi sorunlar ortadan kalkıyor. Arıduru, farkındalığımızı arttırmanın yolları hakkında birtakım altın öğütler vermeyi de ihmal etmedi. Kişi, iş yaşamında memnuniyeti yakalamak istiyorsa kişinin her zaman farklı organizasyonlarda yer alarak ikinci ve üçüncü seçenekler yaratmasının gerekliliğini vurguladı. Öğrencilere, farklı staj deneyimleri edinmelerini; iş hayatına atılmış yeni mezunlara ise farklı iş alanlarını denemelerini önerdi. Arıduru, iş hayatının ilk 3 - 4 senesinde başarılı ve mutlu olabileceğimiz sektörü bulmak adına iş değişikliğinin sakıncalı olmadığının; ama yine de kısa zamanda başarıya ve mutluluğa yani bireysel farkındalığa erken ulaşabilmek için profesyonel bir yardım almamızın daha iyi olacağının altını çizdi.


Büyük flirketler, kamusal alanda paylaflmak istemedi¤i üst düzey yöneticilik pozisyonlar›ndaki eleman a盤›n› gidermek için dan›flmanl›k flirketleriyle irtibata geçiyor. Arıduru’ya sektörler ve danışmanlık şirketleri arasındaki bağı sorduğumuzda ilginç cevaplar aldık. Kariyer danışmanlığı şirketleri, çeşitli kuruluşlara seçme ve yerleştirme hizmeti veriyor. Aslına bakarsanız kariyer danışmanlığı şirketleri, bireysel danışmanlık hizmeti vermekten ziyade şirketlere yönelik hizmetler veriyor. Günümüzde çoğu sektör, danışmanlık şirketleriyle çalışmayı tercih ediyor. Örneğin, büyük şirketler, kamusal alanda paylaşmak istemediği üst düzey yöneticilik pozisyonlarındaki eleman açığını gidermek için danışmanlık şirketleriyle irtibata geçiyor. Bu gibi gizli pozisyon yerleştirmeleri arttıkça sektör ile danışmanlık şirketleri arasındaki bağ da sağlamlaşıyor. Kariyer danışmanlığı hakkında daha fazla bilgi elde edebilmek için biraz da yakın çevremize bakmakta fayda var. Çok uzağa değil, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED)’ne gittik ve “Mentorluk Projesi”nin iki yıldır koordinatörlüğünü yapmakta olan Filiz Karakuş ile görüştük. 2003 yılında başlayan bu projeye her yıl 100’ü “mentor” ve 100’ü “mentee” olmak üzere 200’ün üstünde kişinin katılıyor ve bu yıl daha fazla katılım bekleniyor. Projenin amacı, Boğaziçi Üniversitesi 3. ve 4. sınıf öğrencilerinin kariyer planlarını yaparken,

Boğaziçi Üniversitesi’nden en az 5 yıl önce mezun olmuş ve kariyerinde belli aşamalara gelmiş mentorlardan yani bilgi ve tecrübe sahibi insanlardan destek almalarını sağlamak. Karakuş’un, bir çeşit danışmanlık hizmeti olan Mentorluk Programı hakkındaki yorumları çok ilgimizi çekti. “Mentee’ler için, kendileriyle aynı okuldan mezun, aynı yollardan geçmiş ve sonrasında da ‘başarılı’ olmuş deneyimli profesyonelleri yakından görmek ve onlarla birebir iletişim kurabilmek çok büyük bir fırsat. Proje sonlandığında, öğrencilerin başlangıçtan çok daha farklı bir hayat görüşü olabiliyor veya var olan düşünceleri daha da sağlam temellere oturuyor; ama en önemlisi kendilerine olan güvenleri

artıyor” diyor Karakuş. Burada öğrencinin kazanımlarının yanında, kariyer danışmanlığının ve mentorluğun kariyer danışmanına ve mentora sağladığı mesleki tatmini de görmeniz mümkün. İşte, başarı ve mutluluk getirecek bir işin aslanın ağzında olduğu bu devirde, kariyer danışmanlığının bulunmaz bir nimet olduğu bir kez daha anlaşılıyor. Eğer kendimizi keşfedebildiysek ne mutlu bize! Yoksa, buz dağının altta kalan kısmı gibi keşfedilmeyi bekler dururuz. Hepsinden kötüsü yıllarca kendimizi keşfettiğimizi sanarak yaşayabiliriz. Bütün bu bilinmezlerin düğümlendiği noktada, kariyer danışmanlığının bize daha sağlıklı ve ideal bir kariyer yolu çizmesi adeta derdimize derman oluyor.

Kaynakça - Geçtan, Engin. “İnsan Olmak” Adam Yayınları - “Monster zamanımız gençlerinin kariyer eğilimlerini araştırdı.” http://www.turk.internet.com/ - “Kariyer Danışmanlığı” http//www.fortune.com.tr/ - “Mentorum Olmadan Asla” http://www.boğazicikariyer.com.tr/ - “Türkiye’de bir ilki başlattık: Mentorluk Projesi” http://www.boğazicikariyer.com.tr/

109


?

KAR‹YER

SARI SAYFALARDAN ARfi‹V YAPMAK:

‹fiS‹ZL‹K TOLGACAN CEYLAN // tolgacan.ceylan@buik.net SENA SABAN // senasaban@windowslive.com

‹flsizlik… Sebebini bilmiyoruz desek de¤il. Önlem almaya çal›flm›yoruz desek de¤il; ancak nas›l oluyorsa bir flekilde önünü alam›yoruz. Her geçen gün 盤 gibi büyümeye devam eden ve kronik bir ülke meselesi haline gelen bu sorun, 2008 kriziyle birlikte bütün dünyay› etkisi alt›na ald›.

N

e zaman kriz yaşasak, etrafımıza baktığımızda bir tarafta kepengini indiren esnaf, diğer tarafta işten çıkartılmak zorunda kalmış işçi veya memur ve henüz işe girememiş yakın gelecekte de iş bulma imkânı zor olan bir yeni mezun görürüz. Parasızlık, fırsat azlığı, yatırım korkusu, nakit para akışının olmaması... Yani iki yakayı bir araya getirmek için hiçbir şart olgun değil. 2008 krizi de bizlere bu tanıdık sahneleri ve olası senaryoları hatırlattı. Amerika’da mortgage kriziyle başlayan ve bütün dünyaya yayılarak devam eden kriz birçok ülkeye kök söktürmeye devam ediyor. Mortgage usulü ev sahibi olma sistemindeki kredilerde yaşanan aksaklık, basit bir ev sahibi olma olayını bütün dünyayı etkileyen genel bir krize çevirdi. Dünya devlerinin battığı bu büyük krizde, birçok şirketin de daralmaya gitmesi ve haliyle işçilerini işlerinden etmesi kaçınılmaz bir durum

olarak göründü. Son dönemlerde dünya ekonomisi geçen yıla oranla toparlanma yolunda devam etse de, işsizlik can yakmaya devam ediyor. Avrupa Birliği ülkelerinde işsizlik oranının 9,7’ye yükselmesi son on yılın rekoru olarak göze çarparken dünyanın en büyük ekonomisi olan Amerika’da da işsizlik oranı Eylül 2009 sonuçlarına göre 9,8. Türkiye’deki durum ise pek farklı değil. Ülkemizin en büyük sorunlarından biri olan işsizlik, Ağustos 2009 sonuçlarına göre yüzde 16’ya yükselirken işsiz sayısı da ekonominin durumunu gözler önüne seren cinsten: 3,5 milyon. Kemere Bir Delik Daha Laz›m Yaşanılan bu kriz piyasa şartlarını olumsuz hale getirdi ve ekonomik bir daralma yaşandığı da kaçınılmaz bir gerçek. Böyle bir tablo ile karşı karşıya iken şirket politikası olarak küçülmeye gitmek, bir kriz dönemi senaryosu olarak pek de şaşırtıcı değil. Sektörel da110

ralmaları göz önüne alacak olursak deri fabrikalarını krizden en çok etkilenenler arasında göstermek yanlış olmaz. Kriz ile birlikte gelen talep azalması ve imalat maliyetlerinin fazla artması, deri sektörünün en önemli iki handikapı. Durumun vahametini açıklayan sözler ise Çorum Deri Organize Sanayi Başkanı Şinasi Güneş’ten geliyor: “Moraller çok bozuk, firmaların çoğu eleman çıkarıyor. İmalat maliyetleri anormal derecede arttı. Sanayi bölgemizde 10 bin kişi çalışıyordu; ama bu rakam yarı yarıya düştü. Bankalar kredi, devlet destek vermiyor.” Türkiye Deri Konfeksiyoncuları Birliği Başkanı Ra-


111


mazan Hazar ise hükümetin sektöre yönelik bir önlem programı hazırlamadığı takdirde sektörün kapanmalarla karşılaşacağını söylüyor. Deri sektöründe durum bu şekildeyken turizm sektörü ise yatırımların azaldığı bir diğer sektör olarak dikkat çekiyor. Kriz zamanı, yatırımların temkinli yapıldığı batma riskinin çıkma riskinden bir ölçü fazla olduğu bir dönem. Turizm yatırımcıları için de geçerli olan bu durum, sektördeki yatırımları azalttı. Yatırımcılar kriz öncesi başlayan inşaatları ve projeleri bitirmede hemfikir olsalar da, yeni yatırımcılar önlerini görmeyi bekliyor. Yeni yapılan inşaatları ve projeleri devam ettirme fikri turizm yatırımcılarının stratejisi olsa da inşaat sektörü için aynı durum pek de geçerli değil. Son bir yıl içerisinde ertelenen ihalelerin gündemde çok fazla yer alması veya arabayla yolda giderken mutlaka yarım bırakılmış binalar, projeler görülmesinin sebebi aslında inşaat sektöründe yaşanan sıkıntıların gün yüzüne vurmasından başka bir şey değil. Birçok şirketin ihalelere girememesi veya girilen ihalelerde kriz nedeniyle sözleşme şartlarını sağlayamamaları inşaat sektörünün içinde bulunduğu durumun bir başka nedeni. Galatasaray Spor Kulübü’nün Aslantepe Projesi’nde meydana gelen aksamalar, ihalelerin birkaç kez iptal edilmesi ve stat yapım projesinin aksaması bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri. Sektörel daralmalar krizin olumsuz yönlerinin bir yansıması iken bir diğer durum ise şirketlerin mali olumsuzluklardan dolayı işten çıkarmaya başvurması. Krizin mali külfetinin şirketlere pahalıya mal olması, şirketlerin bu olumsuz durumu işçileri üzerinden sonuçlandırmasına ne-

den oldu. Bu da bir ironiyi beraberinde getirdi: Şirketler işçi alımı yaptılar; ancak bu işçileri alırken çok yıllık kadrolu elemanlarına “Kriz nedeniyle daralmaya gidiyoruz ve bu yüzden…” şeklinde bahaneler sunarak bir anlamda onları işlerinden ettiler. Bir yandan yüksek maaşlı elemanlarını çıkaran şirketlerin, diğer yandan gidenlerin yerini doldurması açısından yeni elemanlar alması krizin farklı bir yüzü. Bu duruma, Mart 2009’da Vodafone’da başlayan krizi örnek vermek pek de yanlış olmaz. Bu dönemde şirketin genel merkezinden toplu işten çıkarma yapılacağına dair bir haber çıkmıştı. Bunun üzerine çalışanların sinir harbi yaşadıkları ve şirketin sakinleştirici dağıttığı, toplantı odalarının kullanıma yasaklandığı ve dışarıdan girişlere izin verilmediğine dair haberler yayınlanmıştı. Ekonomik krizin psikolojik kriz ile birlikte çıktığı Vodafone ise haberlerle ilgili bir açıklama yapmış ve yapılacak olan işten çıkarmayı doğrulamıştı. En iyi hizmeti vermek, sektör pozisyonlarını güçlendirmek ve şirket içi pozisyonlarda verimliliği arttırmak adına işten çıkarmalara gideceklerini söylüyorlardı. Yeni Umutlar Kriz dönemlerinde şirketler, kısa dönemli düşünüp günü kurtarma amaçlı planlar yaptıkları için kendilerini tüketiciye daha iyi anlatabilme amacını bir lüks olarak değerlendirip pazarlama departmanlarının giderlerinden kısıyorlar ve bu da işsizliğe yeni bir kaynak olarak karşımıza çıkıyor. Ekonomik krize karşı önlemlerini alarak 2010 yılına güçlü girmek isteyen şirketler, finans ve satış alanlarında kendilerine eleman ararken bu şirketlerin genellikle telekomünikasyon, perakende, sigortacılık ve bilişim sektörlerinde yer alan şirketler olduğu görülüyor. İlaç ve otomotiv sektörlerinin biraz daha temkinli davrandığı yeni yılda, sözü edilen sektörlere 25 bin civarında işçi alımı yapılması-

112

nın beklenmesi, istihdamda yüzleri güldürüyor. Kriz döneminde şirketlerin finans ve satış departmanlarının daralmış olması ve şirketlerin piyasadaki hamlelerinin güçsüz olması, yeni yılda ise bu departmanlarda işçi alımlarının artacak olması, yeni yılda ekonomide bir canlanma yaşanacağının işaretini veriyor. Orta ve uzun vadeli planlarla işverenlerin yapacakları yavaş yavaş şekillenirken işlere talip olanların gelecek planları ise değişiklik gösteriyor. 2008 yılında üniversiteden mezun olanlar son yıllarda mezun olanlar içerisinde en şanssız olanlar olarak görülebilir. Şirketlerin bile gelecek planlarına yön veremediği bir dönemde, yeni mezun öğrencilerin gelecek planlarına yön vermede zorlanmaları şaşır-


tıcı bir durum değil. Piyasanın canlı olmadığı süre içerisinde işçi alımlarının azalması, öğrenciler bazında bazı istatistikleri de beraberinde getirdi. Kriz döneminde işletme yüksek lisansı için başvuruların artması ve birçok öğrencinin kişisel gelişime önem vererek farklı bir yabancı dil öğrenimine başvurması istatistiklere yansıyan durumlardan bazıları. Okurken kendini zorluklara hazırlayan ve fark yaratmak isteyen öğrencilerin çift anadal programlarına başvurması da işsizlik sorununa öğrenciler açısından bakıldığında ortaya çıkan diğer bir gerçek. Öğrencilerin böyle bir dönem içinde olması buna bağlı olarak bazı iş kollarının gelişmesini de beraberinde getirdi. Kariyer danışmanlıklarının ortaya çıkması, öğrencilerin gelecek planlaması yapmak için tercih ettikleri şirket-

ler konumunda. Kariyer danışmanlıkları, danışmanlık şirketlerinin sadece bir kolunu oluşturuyor. Finans ve insan kaynakları danışmanlık şirketleri de kriz zamanında önemi artan şirketler arasında. Kriz döneminde şirketlerin hızlı ve verimli kararlar vermek adına başvurdukları bu şirketlerin, verimli bir çalışma düzenine sahip olmaları gerekiyor. Bu da şirketlerin çalışan sayısını artırması için oldukça önemli bir neden. Tarihin gördüğü en büyük iki krizden biri olan 2008 krizinde işsizlik, dünya çapında genel bir sorun oldu.

Sektörel daralmalar ve genişlemeler farklı şirketlerce farklı politikalar gerçekleştirilerek farklı sonuçlar doğurdu. Kriz süresi sıkıntılı geçse de yeni yılda yeni iş alanlarının açılıyor olması ve önünü görmeye başlayan şirketlerin işçi alımlarını düzene koymaları geleceğe umutlu bakabilmemizi sağlayan nedenler arasında. Yakın gelecekte işsizlik oranın ne durumda olacağını tam olarak bilemesek de bildiğimiz bir şey var: Gerekli önlemler alındığı sürece işsizlik sorununun bir sorun olmaktan çıkacağı.

Kaynakça - “ Dünyada İşsizlik Can Yakıyor” http://www.trt.net.tr - “ Hangi Sektörler Kan Kaybediyor” http://haber.gazetevatan.com - “ Vodafone’da İşten Çıkarma Krizi” http://www.haberturk.com - “ Kriz Bitti! 25 bin işçi aranıyor.” http://www.ekotrent.com

113


KAR‹YER

Üniversiteliler “‹fl” Bafl›nda ÖZGE SÖNMEZÖZ // ozgesonmezoz@gmail.com SEL‹N BAYRAKTARO⁄LU // selin.bayraktaroglu@hotmail.com

‹fl dünyas›n›n tan›t›ld›¤› ve staj baflvurular›n›n al›nd›¤› çeflitli kariyer günleri, flimdilerde yerini sektörlerinde öncü firmalar›n düzenledi¤i aktivitelere b›rakmaya bafllad›. Hem firmalara hem de ö¤rencilere çeflitli yararlar sa¤layan bu aktiviteler, ö¤renciler taraf›ndan yo¤un ilgi görüyor.

Ç

eşitli aktivite ve eğitim programlarını öğrencilere siteden mezun olduğunda bu başarılı ve tanınmış firmalara sunan şirketler, öğrencileri daha yakından tanıyıp yöneliyor, böylece şirketler hem yaratıcı ve genç öğrenci poonlarla birebir tanışma fırsatını yakalayarak bir ne- tansiyelinden faydalanırken hem de öğrencilere iş imkanı vi geleceğe yatırım yapıyorlar. Öğrenciler, üniver- sağlamış oluyor. siteden mezun olmadan önce bu eğitimlere ve yarışmalara katılarak iş hayatını önceden tanıyor ve kariyerleriÖğrenciler aktivitelerden neler bekliyor? ni buna göre yönlendiriyor. Şirketler de bunlardan yola çıkaYapılan araştırmalarda öğrencilerin sadece öğrenmek, rak bu öğrencilere mezun olduktan sonra bilgi almak değil; öğrendikleri bilgileri akyardımcı olmaya ve onları doğru alanlara siyona dökmek ve yaratıcılıklarını kullanyönlendirmeye çalışıyor. Bu yakın ilişki, mak istedikleri görüldü. İşte bu noktada da Firmalar, iki tarafın birbirini daha iyi tanımasını ve Procter& Gamble(P&G), Garanti Bankası, düzenledikleri var olan eksikliklerin giderilmesini sağlı3M, Henkel, Unilever, Danone ve daha yor. Firmalar bu aktiviteler sayesinde gele- aktivitelerle ö¤rencilere birçok firmanın düzenlediği aktiviteler ceğin yöneticileri olacak gençlerin yaratıcı üniversite hayatlar›nda devreye giriyor. Yapılan aktiviteler öğrenfikirlerini harekete geçirmeyi ve onlara dacilerin kendilerini geliştirmelerinde ve göremeyecekleri ha üniversite dönemlerinde verdikleri eğialanlarında uzman, başarılı iş adamlarıyla benzersiz f›rsatlar timlerle, iş hayatına sağlam adımlarla ilerbirebir görüşme fırsatı yakalamalarında lemelerini sağlıyor. Büyük şirketler, eğibüyük rol oynuyor. Bu da öğrencilerin sunuyor. timlerine katılan ve yarışmalarında derecekendilerine olan güvenini arttırdığı gibi iş ler kazanan öğrencilere iş dünyasında desve staj programlarına alınmalarını kolaytek olmanın yanı sıra büyük bir kısmını da kendi bünyelerine laştırıyor. Böylece öğrenciler bir yandan eğitimlerine devam alıyor ve bu başarılı öğrencileri kendi firmalarında değerlen- ederken bir yandan da iş hayatına atılmadan önce iş dünyasıdiriyorlar. Bu aktivitelerde yer alan öğrencilerin çoğu üniver- nın kapılarını aralamış oluyorlar. 114


E¤itim Kamp›

F

Aktivitede Reform

G

eçtiğimiz yıllarda çeşitli yarışmalarla karşımıza çıkan P&G, 2010 yılında alışılmışın dışında bir aktiviteyle öğrencilerle buluşacak. P&G İşe Alımlardan Sorumlu Müdür Yardımcısı Nalan Öğüt’e göre öğrencilerin görüş ve isteklerine önem veren bir firma olan P&G, yaptığı anketler ve birebir görüşmeler ile öğrencilerin standart şirket sunumlarını yeterli görmedikleri ve alanlarında uzman kişilerle birlikte gerçekleştirilecek, daha çok eğitimin ön plana çıktığı aktiviteler bekledikleri sonucuna ulaşmış. P&G bu sonuçlar doğrultusunda 3 aşamadan oluşacak olan “P&G Business School” aktivitesini düzenlemeye karar vermiş. Aktiviteyle hedefledikleri, öğrencilerin iş hayatı hakkında deneyim sahibi olmalarını ve kitaplarda okuduklarından çok daha ötesini görmelerini sağlamak. Öğrencilere üç aşamada sunulacak olan P&G Business School’un ilk aşaması “P&G Live Classes” tamamen eğitim amaçlı planlandı. Türkiye’den seçilmiş 5 üniversitede (Bilkent Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniver-

sitesi, Sabancı Üniversitesi) gerçekleştirilen bu aktivite, diğer üniversitelerden gelen katılımcılara da açıktı. Sınıf kısıtlaması olmaksızın tüm öğrencilere açık olan bu aktivitenin, kişisel gelişim için oldukça önemli bir aktivite oldugu düşünülüyor. Halen kampüslerde devam eden “P&G Live Classes”, 11 Aralık’ta sona erecek. Başvurularının 9 Kasım - 18 Aralık arasında gerçekleşeceği ikinci aşama, “P&G Live Event”te öğrenciler uzman kişiler tarafından verilecek olan ulusal ve uluslararası 4 seminere katılarak “Live Class”ta verilen eğitimi pekiştirmiş olacaklar. Üçüncü ve son aşama olan “P&G Live Experience”ta ise öğrenciler eğitim ve seminerler sırasında öğrendikleri bilgileri kullanma fırsatı yakalayacaklar. Bu sayede P&G’nin hem kültürünü hem de çalışanlarını daha yakından tanıyacak olan öğrenciler, yakaladıkları başarıyla dünya çapında tanınmış P&G’de yer alma şansına sahip olabilecekler. ★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★

Detayl› bilgiye www.pgbusinessschool.com adresinden ulaflabilirsiniz. 115

arklı üniversitelerden öğrencilerin katıldığı Garanti Bankası’nın “Talent Camp” isimli aktivitesinde, öğrenciler hep birlikte 3 gün geçirip Garanti Bankası’nın üst düzey yöneticilerinden kişisel ve mesleki gelişim eğitimleri alıyorlar. Bu sayede üst düzey yöneticilerin başarılı iş hayatlarından ve deneyimlerinden yararlanıp onlara merak ettikleri soruları sorarak kendilerini geliştirme fırsatını da yakalayan katılımcılar, bir yandan da Garanti Bankası’nın kurum kültürünü tanımış oluyorlar. Garanti Bankası bu aktiviteyle, katılımcıların yaratıcılıklarını ve kişisel potansiyellerini keşfetmelerine büyük katkı sağlıyor. Katılımcıların çoğu, beklentilerinin karşılanmasının yanında bir o kadar da eğlendiklerini belirtiyorlar. Mühendislik ve idari bilimler fakültelerinin 3. ve 4. sınıfları ve idari bilimler fakültesi yüksek lisans öğrencileri bu yıl ikincisi düzenlenen kampa katılabilecek öğrenci profilini oluşturuyor. İyi seviyede İngilizce bilmek de aranan kriterler arasında. Ayrıca kampa katılan adaylar Garanti Bankası’nın çok talep alan Yönetici Adayı Programı’na katılım başvurularında bir adım önde oluyorlar. Yetkililer, 2007’de düzenlenen ilk “Talent Camp” ten beri Yönetici Adayı Programı’na kabul edilen üniversite mezunlarının 5’te 1’ini kampa katılmış adayların oluşturduğunu belirtiyor. ★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★

Aktivite için detayl› bilgiye www.garantitalentcamp.com adresinden ulaflabilirsiniz.


‹fl simülasyonu oyunlar›, son zamanlarda popülerli¤ini artt›ran, ö¤renciler taraf›ndan çok fazla talep gören aktiviteler aras›nda yer al›yor.

2050 Y›l›nda Henkel Oyun De¤il Gerçek

H

er yıl farklı bir Unilever markasıyla yapılan “IdeaTrophy” yarışması, “Bu bir oyun değil, oyun olamayacak kadar gerçek” sloganıyla öğrencilere sesleniyor. Her yıl konseptini yenileyen aktivitenin değişmeyen özelliklerinden biri gerçeklere dayanan bilgilerden yola çıkması ve bu sayede öğrencilerin fikirlerini gerçek bir marka üzerinde uygulama imkanı bulabilmesidir. Yaratıcılık ve heyecan dolu bu yarışmada gruplar, aynı üniversiteden katılan 3 öğrenciden oluşuyor. Öğrenciler yarışma için hazırladıkları fikirleri internet üzerinden göndererek yarışmaya başlıyorlar. Gönderilen bu fikirlerden en başarılı 50 tanesi Unilever tarafından belirleniyor. Bu 50 fikrin sahiplerinden iş planı hazırlamaları isteniyor ve bu planlar arasından seçilen 20 takım Unilever ekibi için bir sunum hazırlıyor. Hazırladıkları sunumlarını ekibe sunan katılımcılar arasından ise 10 finalist takım belirleniyor. Bütçe verilen finalist takımlardan sunumlarını elle tutulur biçimde geliştirmeleri isteniyor ve eğlenceli bir kamp deneyimine katılma şansı yakalıyorlar. Bu aşamalarda yeteneklerini ve yetkinliklerini geliştirebilen öğrenciler, Unilever Yönetim Kurulu’na yaptıkları sunumla son aşamayı da tamamlıyorlar. Finalde yönetim kurulu tarafından seçilen birinci takım bir iş seyahatiyle ödüllendiriliyor. Kamp süresince Unilever yöneticileri tarafından sunumları izlenen öğrenciler, bu sayede kişisel gelişimlerine de

katkıda bulunuyorlar. Şirketler, 3 günlük “IdeaTrophy” tecrübesini elde eden katılımcıların önceliklerini ve beklentilerini tanıma fırsatı yakalarken öğrenciler de yaratıcı düşünme ve problem çözme becerilerini geliştirip Unilever’in üst düzey yöneticileriyle tanışmış oluyorlar. 2001 yılında Omo ile başlayıp Algida, Lipton Ice Tea, Dove, Knorr, Lipton ve Cornetto gibi önemli markalarla devam eden “IdeaTrophy”, bu yıl da AXE markasıyla katılımcıların mezun olmadan iş dünyasını tanıyıp öğrenmelerini hedefliyor. Yarışmada birinci seçilen takım iş seyahatine katılma hakkını elde ediyor. Büyük ilgi gören bu etkinliğe bölüm ve sınıf şartı gözetmeksizin lisans veya yüksek lisans öğrencisi olan herkes başvurabilir. ★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★

Baflvurular›n›z› www.ideatrophy.com adresinden yapabilirsiniz.

Ö¤renciler ifl dünyas›na ilk ad›mlar›n› büyük flirketlerin genifl kapsaml› e¤itimleri ve e¤lenceli yar›flmalar›yla at›yorlar. 116

H

enkel ve ürünlerinin üniversite öğrencileri arasındaki bilinirliğini arttırmak ve üniversitelerle daha yakın ilişkiler kurmak amacıyla yola çıkan ve 2050 yılında markaların nasıl olacağı konusunu seçen “Henkel Innovation Challenge” yarışmasında, öğrencilerden konu üzerine sunum hazırlamalarını istiyor. Bu seneki yarışmada katılımcılar, kozmetik ve kişisel bakım ile çamaşır ve ev bakım ürünlerinden istediklerini seçerek bu markanın 2050 yılında nasıl olacağı fikri üzerinde çalışıyorlar. Dünya çapında gerçekleşecek olan bu yarışmada katılımcılar, Henkel gibi başarılı bir firmanın ve çalışanlarının da tecrübesinden yararlanarak kendilerini geliştirebilme fırsatını yakalıyorlar. Uluslararası finalde, kazanan 3 takım ise Henkel Ceo’su Kasper Rosted ile tanışabilme ve Henkel Düsseldort’ta


“Güven” bir gün geçirebilme fırsatını yakalıyor. Aynı zamanda farklı ülkelerdeki başarılı öğrencilerle iletişim ağını geliştirirken fikirlerini Amsterdam’da sergileme imkanı buluyorlar. Katılımcıların yaratıcılık, takım çalışması, sunum becerileri gibi yetkinliklerini geliştirme şansını buldukları bu yarışmaya katılan ve dereceye giren öğrencilerin, Henkel’de iş ve staj imkanları da olabiliyor. Üniversite öğrencilerinin bu projede sundukları 2050 yılına yönelik genç ve yenilikçi fikirlerine önem veren firma, bu fikirlerin Henkel’i geliştirme ve güçlendirme aşamasında kullanılmasını hedefliyor. Bu yıl son başvuru tarihi 14 Aralık. Birinci seçilen takım Japonya, Avustralya ya da Meksika’da dil eğitimi alacak. ★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★

Ayr›nt›l› bilgiye www.henkelchallenge.com adresinden ulaflabilirsiniz.

Büyük flirketler art›k yeni mezunlar› ifle al›rken, hangi okulda okuduklar›ndan çok, kendilerini ne kadar gelifltirip hangi aktivitelerde baflar› gösterdikleriyle ilgileniyor.

D

anone’nin, ön planda tuttuğu değerinlerinden biri olan “Güven” adıyla yola çıktığı “Trust” yarışması gerçek hayat koşullarına yer veren bir iş simülasyonu oyunu. Bu yıl yapılacak “Trust 7Special Edition”da katılımcılar gerçek bir proje içerisinde yer alarak Danone’nin iş hayatına bakış açısını ve iş koşullarını görmüş olacaklar. Aynı zamanda öğrenciler, uzun dönemli stratejik şirket planlarını oluşturma konusunda da kendilerini geliştiriyorlar. Danone Trust iş hayatının bütün alanlarını içine alıyor, öğrencilerin çeşitli açılardan durumlara bakabilmesini ve bu sayede de geniş bir bakış açısı kazanmalarını sağlıyor. Her alana hitap eden bu yarışma, bölüm ayrımı gözetmeksizin kapılarını tüm öğrencilere açıyor. İnternet ortamındaki sisteme özgeçmişlerini ekleyen öğrenciler, online kayıt sırasında cevaplandırdıkları sorulara ve yine online kayıt sırasında katıldıkları yetenek yarışmasının sonuçlarına göre Danone Türkiye İnsan Kaynakları çalışanları tarafından seçiliyor. Tam an-

lamıyla bir yöneticilik deneyimi yaşayan katılımcılar, yarışmanın ilk günü, “Trust günü”, gerekli bilgileri edindikten sonra bir oyun programına başlıyorlar. Burada aynı üniversiteden olan 5 kişilik bir ekiple, kendi yönetim güçlerini ve hızlı karar verebilme yeteneklerini kullanarak Danone’nin gelişmesini sağlayacak bir strateji planı hazırlıyorlar. Günün sonunda seçilen finalistler, Paris’te yapılacak finale katılma fırsatı yakalıyor ve projelerini Groupe Danone CEO’suna sunuyorlar. Danone, bu yarışma sayesinde öğrencileri daha iyi tanıdığını ve bu yarışmanın işe alımlar konusunda büyük role sahip olduğunu belirtiyor. Takım çalışması, rekabet ve planlama gücüne dayanan bu yarışma, üniversite öğrencileri arasında popülaritesini giderek arttırmaya devam ediyor. ★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★★

Son baflvuru tarihi 18 Aral›k olan “Trust” hakk›nda detayl› bilgiye www.trustbydanone.com

Günümüzde üniversite öğrencileri, iş dünyasındaki rekabet ortamında kendilerine bir yer edinebilmek için rakiplerinin önüne geçebilecekleri fırsatları kollamaya başladılar. Öğrencilere iş ve staj başvurularında artı puan sağlayan, hem eğlendirici hem de öğretici olmayı amaçlayan bu aktiviteler, uzun bir süre şirketlerin ve öğrencilerin gözdesi olmaya devam edecek gibi gözüküyor.

Kaynakça - “Unilever Ideatrophy” http://www.arkamarka.com/haberler/yazi/ideatrophy - “Danone Trust” http://www.trustbydanone.com/ - “Henkel Innovation Challenge” www.henkelchallenge.com - “Henkel Innovation Challenge” http://www.henkel.com.tr/ - “Garanti Talent Camp” www.garantitalentcamp.com - “P&G Business School” www.pgbusinessschool.com - “P&G Business School” http://abbasguclu.com.tr/haber/

117


BAfiARI ÖYKÜSÜ

S›n›rlar›n ötesinde bir lider

Cem Kozlu ALPEREN AD‹KT‹ // alperen.adikti@buik.net ÖZLEM BÜYÜKGÜMÜfi // ozlembuyukgumus@hotmail.com ZEYNEP BEGÜM GÜRSES // zeynepbegumgurses@hotmail.com

B

aflar›l› insanlar›n öyküleri her zaman çarp›c› olmufltur çünkü baflar› denilen t›ls›m uzun çal›flmalar ve sarf edilen çabalar sonucunda gelmifltir. Onlar›n hayat tecrübelerinden faydalanmak bizim için çok önem tafl›maktad›r. Türkiye 80’lerin ortalarından itibaren, kimi zaman sekteye uğrasa da hızlı bir büyüme ve dışa açılım hamlesi içerisinde. Öncelikli hedef olarak ihracatı seçen ülkemiz, yıllar içerisinde sadece mal veya hizmet değil, aynı zamanda uluslararası arenada başarıyla görev yapabilecek yöneticiler ihraç edebileceğini de gösterdi. Bu ekolün en başarılı temsilcilerinden biri de hiç şüphe yok ki Dr. Cem Kozlu. Robert Kolej’de başlayan eğitim hayatına önce ABD’de Denison Üniversitesi’nde devam eden Sayın Kozlu daha sonra Stanford Üniversitesi’nde MBA ve Boğaziçi Üniversitesi’nde doktora yaptı. Profesyonel kariyerine ise yine ABD’de NCR (National Cash Registar)’da başlayan Cem Kozlu, daha sonra Procter&Gamble’in İsviçre ofisinde pazarlama müdürlüğü yaptı. Ülkemizdeki kariyerine Komili’de başlayan Cem Kozlu daha sonra bu firmanın İcra Direktörlüğü’ne

kadar yükseldi. 1991 – 1995 yılları arasında milletvekilliği, 1988 – 1991 yılları arasında ise THY’de Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Genel Müdürlük görevlerini üstlendi. Siyaset hayatından sonra 1997 – 2003 yılları arasında tekrar Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptığı THY’nin dönüşümünün mimarı olan Cem Kozlu, aynı zamanda uluslararası bir firmada yüksek mevkilere gelebilmiş ilk Türk yöneticilerden biri. 1996 – 2006 yılları arasında görev yaptığı Coca Cola’da Orta Avrupa, Orta Doğu ve Avrasya Grup Başkanlığı yaparak şirketin en önemli yöneticilerinden biri oldu. Şu anda aralarında TAV Havalimanları Holding AŞ, Efes Biracılık ve Malt Sanayi AŞ, Coca-Cola İçecek AŞ’nin de bulunduğu pek çok şirketin yönetim kurullarında üyedir. Foreline ekibi olarak bu kadar önemli başarılara imza atmış bir isme dergimizin “Başarı Öyküsü” kısmında yer verme118


miz gerektiği düşündük ve kendisi ile çok keyifli geçen bir söyleşi gerçekleştirdik. Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü (BUİK): Öncelikle isterseniz eğitiminiz ile başlayalım. İlk olarak AFS bursu ile gittiğiniz ABD’de lisans ve yüksek lisans derecelerinizi aldınız. Türkiye’de bulunduğunuz dönemde de Boğaziçi Üniversitesi’nde doktoranızı yaptınız ve dersler verdiniz. Bize biraz eğitim hayatınızdan bahseder misiniz? CEM KOZLU: Eğitim bizim ömrümüzde en uzun süreyle yaptığımız iş. Ortalama bir insan ömrüne bakarsanız kabaca 15 ile 20 sene arasında bir süre eğitim ile geçiyor. Ben hiçbirinizin 15 – 20 sene aynı şirkette çalışacağını düşünmüyorum. Demek ki birinci konu, eğitime sürekli bir olay olarak bakmak. Nitekim ben de hiç ara vermeden lisans ve master derecemi aldım. Sonra çalışmaya ve Boğaziçi Üniversitesi’nde part-time ders vermeye başladım. Niye? Birkaç nedeni vardı ama en önemli sebeplerinden biri, o zaman Türkiye’nin ihracat konusunda hemen hemen 0 km’de olmasıydı. 1970’li yılların ortasında Türkiye’nin yıllık ihracatı 1 milyar dolar civarındaydı. Demek ki öğreniyoruz, öğrenmenin en iyi yolu nedir? Öğretmektir. Öğretmek için ilk adım bir şeyler araştıracaksın, okuyacaksın sonra öğrendiklerini öğrettiğinde sindirmiş oluyorsun. Artı olarak aklına gelmeyen birçok soruyu sınıfta duyuyorsun, geri dönüp onları cevaplandırmaya çalışıyorsun. Dolayısıyla eğitime hayat boyu süren ve en iyi bildiğiniz uğraş diye bakarsanız o zaman insan çok rahat ediyor. Hem de öğrenmek kolaylaşıyor. Çünkü hayat boyu öğreneceksen çeşitli sistemler de üretmek zorundasın. Bunlardan biri benim de ara ara yaptığım gibi ders vermektir. Ben yüksek lisans derecemi 1971 yılında aldıktan yaklaşık 15 – 16 sene sonra Boğaziçi Üniversitesi’nden doktoramı aldım. Çünkü o yıllarda Amerika’da ders veriyordum, bana dediler ki “Sen bu işe meraklısın, bir de doktoran olursa bize geri dönersin. Üniversitede hocalık yapmak istiyorsan doktoran olmasında yarar var.” Ben de uygun buldum ama doktora yapmanın en önemli katkısı yine bir şeyler öğrenmek oldu. İşletme gurusu Peter Drucker’ın çok sevdiğim bir önerisi var: kendini yönetmek. Kendini yönetmenin de ilk adımı kendini tanımaktır ve kendini tanımanın 119


radan diploma almış... O da iyi ama onun ötesinde bir şeyler yapan insan benim ilgimi çeker. Bir merakı, tutkusu, heyecanı var. O takıma yeni bir kıvılcım getirecek.

en önemli olduğu alan nasıl öğrendiğini bilmektir. Bazıları okuyarak, bazıları dinleyerek ya da gezerek, görerek öğrenir. Sonrasında edindiğinizi, öğrendiğinizi nasıl birleştireceksiniz? O parçalardan bir bütün oluşturacaksınız, bir anlam çıkaracaksınız. Bu gibi melekeleri sırf kitap okuyarak ya da hocadan bir şeyler dinleyerek alamazsınız. Yani aktif öğrenme gayreti içinde olmak gerekir. Kendinizi tanırken ilgi alanlarınızı da doğru saptamanız ve iki alanda da gerçekçi değerlendirmeniz önemli diye düşünüyorum. Yine Drucker’la hemfikir olduğum bir nokta, ki kendi hayatımda da böyle uyguladım, hepimizin güçlü yanları var, aynı zamanda zaafları var. Bu konuda genelde iki yaklaşım var: Birincisi kişinin zaaflarını gidermeye çalışmak, ki ben şirketlerde bunun çok ağırlıklı olduğunu gördüm, diğeri ise güçlü taraflarını daha da güçlendirmeye çalışmak. Ben bu ikinci yolu yeğleyen bir kimseyim. Tabii ki insanın zaaflarını gidermeye çalışmak çok önemli; fakat bir ünite zamanım varsa onu ilk önce güçlü yanlarımı daha da güçlendirmek için kullanırım ve bunu birlikte çalıştığım takımda da böyle yapmışımdır. BUİK: Takımdan laf açılmışken, sizin takımınızı kurarken ve onu yönetirken dikkat ettiğiniz şeyler nelerdir? KOZLU: Takım oluştururken bir kurumda kolu güçlü insana da ihtiyaç vardır, bacağı güçlü olana da. Onlardan iyi bir ekip oluşturmak önemlidir. Mesela siz burada bir ekipsiniz. Muhakkak buraya gelmeden önce bir brifing yaptınız, su-

…Peter Drucker’›n çok sevdi¤im bir önerisi var: kendini yönetmek.

aller hazırladınız notlar aldınız, iş bölümü yaptınız. Birbirinizi motive ediyorsunuz ve çok önemli bir nokta bu işi para için yapmıyorsunuz. Bir tutkunuz var. Zevk için, bir artı değer yaratmak için yapıyorsunuz. Ben şunu gördüm: Diyelim ki bir şirket masasında dört kişiysek muhakkak bu dört kişiden bir veya ikisi “Ben çalışmak zorundayım, üç çocuğum var, arabamı yenileyeceğim ya da başka bir şey yapacağım, ben bu işi yürütmek zorundayım.” düşüncesiyle çalışır. Bunun yanında bir veya iki kişi de vardır ki orada o da aile geçindirecektir ama bu işle ilgili bir tutkusu bir iddiası vardır. Güzel bir tabirdir “Üstüne vazife değil.” tabiri. Üstüne vazife olmayanı yapan insan hayatın daha ileri dönemleri için de çok büyük güç kazanır. Ben birlikte çalışmak istediğim gençleri seçerken hayatında üstüne vazife olmayan ne iş yapmış diye bakarım. Normal bir raya girmişsiniz gidiyorsunuz. Şuradan mezun olmuş iyi not almış, bu120

BUİK: Hayatınızda hep bir ikinci uğraş olmuş. Ekstra şeylerin size neler kattığını düşünüyorsunuz? KOZLU: Çok şey kattığını düşünüyorum. Açıkçası ben iki iş yapayım diye yola çıkmadım, bunu ancak geriye dönüp baktığımda görüyorum. Fakat ben hayatımın her döneminde birden fazla ana konuyla uğraşmışım. Öğrencilik yaparken yanında muhakkak bina amirliği, garsonluk gibi işlerim vardı. Bunun bana çok şeyler kazandırdığını yine geriye döndüğümde görüyorum. Sonrasında Türkiye’ye geldiğimde ilk işim Komili’deydi ve aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi’nde ders veriyordum. Bir dönem Amerika’ya gittim, orada da ders verdim. Döndüğümde yine Komili’de çalışıyordum, yanında doktora yapıyordum Boğaziçi Üniversitesi’nde. O bitti, THY’de göreve başladım yanında kitap yazıyordum. Daima böyle temel bir uğraşının yanında yine bir şeyler yaptım. Bunun bana katkısı, merak ettiğim konuları araştırma ve yeni şeyler öğrenme fırsatı oldu. Bunun da altında şu güdü yatıyor: Normal iş hayatınızın dışında da topluma, çevrenize bir şeyler katma hevesi. Aynı şey okulda da geçerli. Mesela bizim bir lise müdürümüz vardı. Ben ona Robert Kolej’de ortaokuldayken bir teşekkür mektubu yazmışım ve diyorum ki “Bize verdiğiniz uçak kulübünün malzemelerini çok verimli kullandık.” bir de uçak resmi çizmişim. O da bunu saklamış ve vefatından önce de bir kopyasını bana gönderdi. Senin geleceğin küçüklüğünden belliymiş, demişti. Okulda bu gibi faaliyetler insanları çok zenginleştiriyor ve hayatınızda yapacağınız seçimler için de ipuçları veriyor. Müzik kulübüne girdiniz hoşlanmadınız, e güzel resim kulübünü denersiniz. Artı insan ilişkileri konusunda çok deneyim kazandırıyor. Bunlar iş hayatında önemli konular. BUİK: Sizin için başarı ne demektir? KOZLU: Çok zor sual, ben de bunu geçenlerde CNN’ de yaptığım programda beş farklı kişiye sordum, beşinden de farklı cevaplar aldım. Yani bir kere başarının unsurları var. Tek bir tarifi olduğuna katiyetle inanmıyorum ama bana göre başarı kendiniz için koyduğunuz hedeflere


Üstüne vazife olmayan› yapan insan hayat›n daha ileri dönemlerinde çok büyük güç kazan›r.

ulaşmanın yarattığı bir hazdır. Herkesin hedefleri farklı olabilir ama ben insanın gençken bu hedefler üzerine düşünmesinin yarar sağladığına inanıyorum. Yani başarının ne olmadığını söyleyeyim. Örneğin, başarı çok para kazanmak değildir. Bununla ilgili ciddi bir araştırmaya da rastladım. Başarıyı aile, arkadaşlık gibi kavramlarla tanımlayanlar kendilerini çok daha mutlu addediyorlar; ancak başarıyı sadece maddi gelirle, servetle vb. ile ölçenler kendilerini çok daha mutsuz tanımlıyorlar. Bu da mantıklı çünkü kazanmanın sonu yok. Sen bir şey yaptığında seni kıskanıyorum, sonra seni yakalıyorum. Onun arabası güzel, onun evi büyük derken bu böyle gidiyor. Yani, aslında ben bu tip konulara üniversitedeyken kafa yormadım. 1976 yılında yurtdışından dönerken düşünmeye başladım. Bir, o zamanlar İsviçre’de Amerika’ da ve İngiltere’de öğrendiğim ve Türkiye’de olmayan bir şeyler getirsem. İki, bir aile kursam. Üç, iki çocuğum olsa, Başbakanımız duymasın, tabi o zamanlar Türkiye’nin şartları bugünkü gibi olsa düşünebilirdim. Dört, bir ev sahibi olsam. Beş, arkadaşlarımla beraber olsam. Çünkü yurtdışında çok uzun kaldığım için içimde hep bir özlem vardı. Tabii şimdiki gibi böyle cep telefonları o zamanlar yok, mektuplarla idare ettik. Döndükten kısa bir süre sonra ben kendimi başarılı görüyordum çünkü bir ev sahibi oldum, Türkiye’de ihracat konusunda katkım olduğuna inanıyordum. Başarının unsurları vardır, demiştim. Fakat bu unsurlar içerisinde sadece kendisi ve ailesi için bir gelir temin etmeyi ben başarı olarak görmüyorum. Bunun yanında kişinin mesleği ile alakalı olarak bir farklılık getirebilmesi gerekir. 1970 ve 1980’lerin ihracatıyla ilgili bir kitap yazmıştım “Uluslararası Pazarlama” ismin-

de, halen okutuluyor. Kendimi başarılı gördüğüm konulardan biridir, bir şeyleri yaşatmak. Mesleğiniz eğer benim gibi işletmeciyse kurumlarınızın güçlenmesini, güçlenerek yaşamasını görmek ve verdiği hizmetlerle fark yaratmasını izlemek başarının unsurlarıdır. BUİK: Başarıdan bahsettik, peki başarılı bir hayat için rehber insanların gerekliliğine inanıyor musunuz? Kariyerinizde size yol gösterdiğine inandığınız kişiler kimlerdi ve bu kişilerden ne gibi tavsiyeler aldınız? KOZLU: Faydası olduğuna inanıyorum. Benim hayatımda bana çok yol gösteren, çok iyi hamilerim de oldu. Mesela, ikinci işimde bir İsviçreli müdürüm vardı. Bir gün ben gayet dikkatli, hata yapmamaya çalışarak bir bütçe hazırlıyorum. “Niye bu kadar uğraşıyorsun?” dedi. Daha o zaman işin çok başındayım, bütçe de kırk elli bin dolarlık bir şey. “Bak, ticaret yapıyoruz, ticaret riziko demektir. İcabında hata yapabilirsin, ben hatayı affederim. Bak,” diye devam etti, “kalemin ucunda bir de silgi var, bu ne demek? İnsanlar hata yapıyor. Hata yapınca da silgiyi kullanıyor. Ama silgin kurşunundan evvel biterse o zaman sende bir problem var demektir.” Benim birçok konuda örnek aldığım kişi babamdır. Üzerimde çok etkisi olmuştur. O zamanlar o kadar etkisi olduğunun farkında değildim. Hatta çok ters düştüğüm durumlar da olmuştur. Bir baba-oğul ilişkisi kolay bir ilişki değildir. Onu üzdüğüm zamanlarda olmuştur. Yahut ne yapmak istediğini anlamadığım zamanlar olmuştur; ama sonra bakıyorum ki çok etkilemiş beni. Onun dışında rehber diyebileceğim, hayatta sıkıntılı dönemlerimde okulda da, iş hayatında da maddi manevi elimden tutan insanlar oldu. Biri benim ekonomi hocamdı, ekonomi bölüm başkanıydı. Babamı kaybettiğimin ikinci yılında bu profesör, bir akraba, bir amca gibi hem moral vererek hem benimle zaman harcayarak hem de branş derslerimde yardımcı olarak bana sahip çıktı. O kadar enteresandır ki bağırsak kanseri oldu ve kütüphanesinin önemli bir kısmını bana bıraktı. 60’lı yıllardaydı ve hepimiz fazla yaşamayacağını düşündük. Şu an seksen küsur yaşında. Onun o zamanki bana gösterdiği yakınlık benim toparlanmamda büyük rol oynadı. Başka bir sefer babamın Necip Amca 121

isimli çok yakın bir arkadaşı maddi bir yardım yaptı. Ben Stanford’da master yaparken ilk yılımda bir taraftan da bina amirliği yapıyorum, ders veriyorum. Hakikaten çok bunalmıştım. Bu Necip Amca telefon etti. Nasıl olduğumu sordu. Ben de anlattım. Necip Amca böyle, böyle. Bırakacağım, diye. Dur, bak sana bir mektup yazıyorum bekle, dedi. Çünkü master yapmak da şart değil. Başladım, baktım olmadı bırakır dönerim diye düşünüyorum. Üstelik kafamda başka düşünceler de var. Dört beş sene evvel babamı kaybetmişim. Annem ve kardeşim yalnız, döneyim Türkiye’ye diye düşünüyorum. Mektup geldi üç beş gün sonra. “Baban istemezdi.” gibi, ikna edici bir mektup ve içinde de bin dolarlık bir çek. Çok büyük para o zamanlar. Diyor ki “Madem çok büyük sıkıntın var en azından bu seneyi bitir, gene bu kadar sıkıntın olursa ikinci seneyi okumazsın.” Ben de o seneyi bitirdim, baktım bir sene bitmiş bir sene daha dişimizi sıkarız dedik bitti. Diyeceğim şu, böyle şeyler insanın hayatta yolunu değiştirebiliyor. Burada gençlere önerim siz de birilerinin şansına katkıda bulunun, birilerinin yolunu değiştirin. Bu çok para pul da gerektiren bir şey değil. Bu ilgidir, zamandır, bir sıcak sözdür, moraldir, birinin sırtını sıvazlamaktır. BUİK: Biraz da liderlik kavramı ile yöneticilik kavramı arasındaki farklardan bahsedebilir misiniz? KOZLU: Bu çok tartışılan bir konu ama benim kafamda gayet net. Ben farkı iki noktada değerlendiriyorum. Yöneticinin görevleri, yetkileri, resmi görev tarifi vardır ve buna göre kendi emrindeki ekibini idare eder. Çok iyi yönetici bu hedefleri güzel bir şekilde yerine getirir. Bu hedeflerin dışına kendi inisiyatifi doğrultusunda çıkarak “Bir yenilik adına şunu da yapsam, biraz yetkimi zorlayıp onu da yapsam ve bir şeyler ortaya çıkarsam, bir farklılık yaratsam…” diye düşünen kişi yöneticilikten liderliğe geçmiştir. Lider, farklılık yaratabilen, dönüşümü sağlayabilen ve bunun için de sadece kendisine verilen resmi yetkiler çerçevesinde hareket etmeyip inisiyatifi doğrultusunda yarattığı gücü ve enerjiyi seferber eden kişidir. BUİK: Başarının sırrını paylaşmak ve devamını sağlamak adına yazmış olduğunuz birçok kitabınız var. İlk olarak birikimlerinizi bizlerle paylaşmaya ne za-


man karar verdiniz? Sizi bu amaca yönelten şey nedir? KOZLU: İlk olarak 1976 da Türkiye’ye döndüm. O yıllar Türkiye’de ihracat çok zayıftı. Komili olarak da ihracat yapma gayretindeydik. O yıllar ihracat lisansa tabi, tamamıyla bizim zihniyetimiz kapalı ekonomi zihniyetiydi. Yani mesela zeytinyağının az üretileceği tahmin ediliyorsa o yıl hemen ihracatı yasaklanırdı. Kimse demezdi ki, mühim olan pazar, ben buna pazar bulduysam bunu kesmeden devam edeyim. Bu zihniyet daha oturmamıştı kafalarda. Bu konuda Türkiye’de bir ihracat dersi daha yoktu, uluslararası pazarlama dersi de yabancı birkaç kitaptan öğretiliyordu. İşte, o zaman Boğaziçi’nde uluslararası pazarlama dersi vermeye başladım. Türkçe kaynak olmadığı için de kendim bir şeyler derliyordum. 2–3 sene sonra öğrencilerim dediler ki, bizim Türkçe kaynağımız yok, siz şu notları toparlasanız. Sonra ilk kitabım olan bu derlemeler, 1982 yılında yayınlandı 5–6 kere güncellendi. En son 2007 yılında 10. baskısı yapıldı. Tabii ki konu, renk ve şekil değiştirdi ama demek ki hala canlı. Türkiye şu an 130 milyar dolar civarında ihracat yapıyor, bölgesinde çok güçlü. Daha sonra şirket yönetmeye başladım. Genç bir genel müdürüm madem bu işi yapıyorum kendimi eğitmem gerekiyor. Üniversiteyi bitireli o zaman 7–8 sene olmuş. Okumaya başlayınca ilgimi çekti. Muhasebe, finans, pazarlama, üretim vs. yanında bir de daha görünmeyen kalem, kültür konusu var. Bir yönetici kurumsal kültürü nasıl oluşturur? Bütün bunlar ilgimi çekti. Bu konuda “In Search of Excellence” (Peters & Waterman, 1982) diye bir kitap çıkmıştı. Amerika’yı inceliyordu. Daha sonra Japonya’da benzer araştırmalar yapıldı. Ben dedim ki acaba bu konu Türkiye’de nasıl yapılır? Sonra rahmetli Vehbi Koç, Sakıp Sabancı, o dönem Türkiye’nin en başarılı Müteahhitlik firması STFA’nın kurucuları, Sezai Türkeş, Fevzi Akaya, o zaman için Türkiye’nin en önemli ihracatçılarından olan Alpaslan Beşikçioğlu gibi isimlerle konuştum. Genç bir yöneticiyken, Vehbi Koç ile yaptığım söyleşi Vehbi Bey’in hayatı boyunca süren ilişkimizi başlattı. Benim için de çok büyük değeri vardır, kendisinden birçok şey öğrendim. Ben Koç camiasında çalışmadım; ama o zamanlar başlayan dostluğumuz çok güzel bir şekilde sürdü. Daha sonra THY’de göreve

başlayınca Vehbi Bey ve Sakıp Bey kurumun en büyük destekçilerinden oldu. İşte, tüm bunlardan bu kitap çıktı. Ondan sonra 1985 yılında Boğaziçi’nde doktoraya başladığımda kafam hala bu ihracat konusundaydı. Tez konumla alakalı olarak o zamanlar Türkiye’de dış ticaret sermaye şirketleri kuruluyor, esinlendikleri model de temelde Japonya biraz da Kore. Yani ülkenin ihracatının çok büyük bir kısmı üç beş büyük şirket tarafından yapılacak. Yasalar çıktı dış ticaret sermaye şirketleri kuruldu ve devlet ciddi anlamda bu firmalara destek sağlıyor. Ben tezimde bu konuları ele aldım. Baktım gördüm ki Japonya’da bu iş ihracatı artırmak için değil, ithalatı canlandırabilmek için yapılıyor. Çünkü Japonya’nın demiri, pirinci, petrolü hiçbir şeyi yok. Nereden temin edeceklerini planlarken üç beş büyük şirket geniş bir istihbarat ağı kurup bu şekilde bu adayı yaşatabiliriz diye düşünmüşler. Sonra ithalat başarılı bir şekilde gerçekleşince de elimizde bu şirketler var, ihracat yapalım mantığıyla hareket etmişler. Türkiye’ye baktığınızda, ticaretinin büyük bir kısmını komşularıyla olan ticareti oluşturuyor. Türkiye’nin farkı, daha atılımcı ve KOBİ tarzı şirketlere sahip olması. Benim buradan çıkardığım sonuç, yapılana tam ters biçimde dış ticaret sermaye şirketlerinin değil küçük ve orta boy şirketlerin desteklenmesi gerektiğiydi. “Türkiye Mucizesi İçin Vizyon Arayışları ve Asya Modelleri” kitabım böyle oluştu. Diğer kitabım için kaynağım, mecliste oturup kalkmaktan sıkıldığım için, Türkiye’nin geleceği nasıl planlanmalıdır, Türkiye ne gibi modellerle ilgilenmelidir düşünceleriydi. “Öfkeden Çözüme” adlı kitabım yine bu şekilde ortaya çıktı. BUİK: Hayatınız boyunca birçok 122

önemli görevde bulundunuz ama sanırım en büyük değişime THY’de şahit oldunuz ve bu değişimin baş aktörüydünüz. THY’deki değişim biraz da Türkiye’nin son 25 – 30 yıldır başarmaya çalıştığı dışa açılımın bir özeti gibi. Bize biraz THY’deki deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz? KOZLU: THY’deki dışa açılma ve genel başarıyı, Özal döneminin dışa açılması ve genel başarısından soyutlamamak çok önemli. Ben ekibimle, Özal damgası üzerinde, bir yerden bir yere geldim. O ortam olmasaydı, o sonuçları elde edemezdik. Bakın çok gördüğüm bir yönetici hatasından bahsedeyim. Yöneticiler bir başarısızlık söz konusu olduğunda bin tane haklı veya haksız neden bulurlar ve yönetim kuruluna sunarlar. Ya bir kararname çıkmıştır ya bir enflasyon olmuştur veya faizler yükselmiştir gibi birçok neden bulurlar ve çoğu da haklıdır. Aksi durumda bir başarı yakalandığında ise yönetici başarıya katkısı olan konjonktürel unsurları çok kolay unutur. Eğer yönetici başarının sadece kendisine ait olduğunu ve başarısızlığın da dış etkenlerden kaynaklandığını düşünürse kendisinin hata yapmaz olduğunu düşünmeye başlar. Bunun sonucu olarak da eleştirilere kapanır. Takımına daha az söz hakkı vermeye başlar yahut hiç vermez. Bu da sonun başlangıcıdır. Soruya dönersek, bir kere çok zevkli bir görevdi. O da zaten kitaba dönüştü. Benim için çok önemli bir deneyimdi, çünkü özel sektörün yanında bir kamu iktisadi teşebbüsü deneyimini bana verdi. Şunu gördüm ki birçok özel sektör kurumundan çok daha özgürsünüz. Bürokrasiyle çok cebelleşiyorsunuz; ama kaynaklarınız daha fazla, esasında iyi kullanırsanız yetkileriniz de daha fazla. THY ben göreve ilk geldiğim 1988 yılında hakikaten hem hizmet kalitesizliği hem de sermaye yetersizliği yüzünden çok sıkıntıları olan bir hava yoluydu. Filosu geçmişte çok farklı zamanlarda belli bir plan çerçevesinde olmadan günlük kararlarla oluşturulmuş bir kurumdu. Benim için şöyle bir avantajı vardı, problemleri çabuk gözlemlemek, saptamak kolay oldu. Kurumda gizli zemberek gibi bir potansiyel vardı. Çalışanların büyük çoğunluğu havacılıktan çok zevk alıyorlar. Ama sürekli manşetlerde “tehirler, uçaklar pis, yemekler kötü vs.” gibi çok eleştiri alıyorlar, dayak yiyorlar. Bunun için, sıkıştırılmış bir arzu var. “Bir şeyler yapsak da


Ben eksi¤in daha çok uzun vadeli stratejik büyüme alanlar›na yeterince odaklan›lmamas›nda oldu¤unu düflünüyorum.

bu kadar emek karşılığında gururlanabilsek” düşüncesindeler. Ben de hızla şirket içindeki arkadaşlardan bir takım oluşturdum ve biz kolları sıvadığımızda arkamızda başarılı olmamızı isteyen büyük bir heyecan olduğunu gördüm. Diyebilirim ki ilk ciddi liderlik deneyimim odur. Doğru yolu gösterdiğinizde ve takım oyunu oynadığınızda, birden arkanızda sizin peşinize düşecek, kendi başarıları için sizin başarılı olmanızı isteyecek insanlar oluyor. “Positive reinforcement” diyorsunuz ya literatürde… Dolayısıyla çok heyecanla çalıştık. Yolcu da hemen farkı gördü ve ödüllendirmeye başladı. Yolcu ödüllendirince medya da ödüllendirdi. Eh, daha ne istiyorsunuz? Bir yönetici için fevkalade tatmin edici bir başarı. Çünkü hizmet götürdüğünüz kitle, sizin hizmetinizi olumlu değerlendiriyor. Bu açıdan THY çok zevkli ve değerli bir dönemdi benim için. Mesela Coca Cola çok farklıydı. Çünkü saat gibi işleyen bir kurumdu. Coca Cola’nın ilk bir iki yılında daha zorlandım, ben nasıl fark yaratacağım diye. Şirket zaten iyi işliyor, para kazanıyor vs. ama orada da iyi bir takımla çalışmaya başladığınızda tabii ki fikirler üretiyorsunuz, yenilikler oluşturuyorsunuz. O dönemin de bana verdiği en büyük tatmin uluslararası, geniş bir portföyde çalışmak; ülkeleri tanımak ve çok farklı kültürlerden insanlarla bir masa etrafında çalışmanın disiplinini, zevkini aynı zamanda da zorluklarını tatmak oldu diyebilirim. BUİK: Malumunuz, bir yılı aşkın bir süredir güncelliğini yitirmeyen bir konu var ki, o da küresel ekonomik kriz. Siz bu krizde Türkiye’nin performansını nasıl görüyorsunuz ve size göre krizde en çok

yara alan sektör hangisi? KOZLU: Bu sorunun cevabını istatistiki olarak indekslerle değerlendirmedikten sonra duygularımızla yaklaşmış gibi oluruz, yani öle olacağını düşünüyorum. Yine de sorudan kaçmayarak cevaplayayım. Bazı ülkeler mesela Balkan Ülkeleri, İzlanda, İrlanda, Macaristan çok etkilendiler; çünkü bunlar dış borçla varlık şişmesi dediğimiz olayın içine düştüler. Yani çok yaygın tüketici kredisi verdiler, dış borçla gayrimenkul yatırımı yaptılar, bunların geri dönüşü zora girdi. Birincisi Türkiye bu tip yollara sapmadı bu yüzden başarılı. İkinci olarak Amerika’da insanlar ve kurumlar kimsenin aklının çok da fazla ermediği spekülatif mali araçlara yatırım yaptılar. Sonucunda ağır yara aldılar. Türk bankacılık sistemi bu tür faaliyetlere olanak tanımadı, bu açıdan da bizim mali sistemimiz daha az yara aldı. Dolayısıyla başta Amerika olmak üzere birçok ülke kriz döneminde bütçe hesabını aştı , krizden çıkalım diye ekonomiye para saçtılar. Türkiye bu konuda da temkinli davrandı. Bunların hepsi değerlendirildiğinde Türkiye’nin çok olumlu ve sağlam yaklaşımları oldu. Ben eksiğin daha çok, uzun vadeli stratejik büyüme alanlarına yeterince odaklanılmamasında olduğunu düşünüyorum. Bizde toprak var ama verimli olarak değerlendirilemiyor, tarımımız büyük bir kriz içerisinde. Buna karşılık Kore, Suudi Arabistan gibi ülkeler Madagaskar’dan, Somali’den toprak kiralıyor. Daha evvelden tarımsal anlamda kendi kendimize yeterken, şu anda dışa bağımlı hale gelmiş durumdayız. Ben bunu gelecek için çok büyük bir tehlike olarak, bir kriz olarak görüyorum. İkincisi ülkemiz ihracata yönelik istihdam yaratabilecek sanayi çizgisinde değil. İhracatın ana kalemlerinden biri olan tekstil sanayi devriminin ilk ürünlerindendir. Artık Türkiye’nin bunu aşması lazım. Bunu bilgiyle, tasarımla, Ar-Ge’ye dayalı ürünlerle, hizmetlerle aşması lazım. Kendimizin oluşturduğu, kendimizin hükmettiği bir sanayi politikası içerisine girmeliyiz. Küreselleşme güzel ama sadece küresel rüzgarların etkilediği bir sanayi yapınız olursa geleceğinizi garanti altında göremezsiniz. Bunun sonucu olarak da her zaman krize girebilirsiniz. BUİK: Tecrübeleriniz ışığında bizlere ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz? KOZLU: Intel’in kurucusu Gordon 123

Moore’un formüle ettiği Moore Yasası, 18 ayda teknoloji ürünlerinin gücünün iki misli artmasını ve maliyetinin yarıya inmesini öngörür. Aldığınız eğitimi de aynı şekilde düşünün. 18 ayda bir yahut iki senede bir aldığınız eğitimin üretim gücü yarıya iniyor, alım gücü artmıyor. Bu demek oluyor ki eğitiminizi sürekli tazelemelisiniz. Moore Yasası’yla yarışacaksınız. Sizi çok avantajlı görüyorum. Ben üniversiteye gittiğimde bilgisayarlar bu kadar gelişmiş ve yaygın değildi. Sizin şu anda ulaşabildiğiniz bilgi boyutunu biz hayal bile edemezdik. Bu çok büyük bir avantaj ama burada da önemli olan çok bilinçli bir şekilde zamanınızı kullanmak. Bilgisayar var ama bunun ne kadarını Facebook’da veya Youtube’da, ne kadarını Wikipedia’da kullanacaksınız? Bu konuda zamanınızı akıllı kullanmanız önemli. Diğer bir nokta da, hedeflerinizi saptarken sadece maddi hedefler belirlemeyin. Ben şunu gördüm, farklı bir şey yaratmak isteyen insanlar başarılı olmuş. Para pul sonra gelmiş. Esas iddia daha somut bir alanda. Bunun için bir şeyi üretmek üzerine kafa yorun. Başarılı olursanız zaten gelir açısından da düş kırıklığına uğramazsınız. Ama sırf geliri hedeflerseniz, düş kırıklığına uğrayabilirsiniz. İleride bir yol çizeceksiniz, burada kartvizit üzerinde durmayın. “Ne yapmamız lazım?” meselesine kafa yorun. Yaratacağınız ne? Yapacağınız işin özelliği ne? Size en büyük genel müdür derler ama bakarsınız yaptığınız iş fevkalade sıkıcıdır, katma değeri fazla değildir. Güzel bir ofis, güzel bir kartvizit vardır ama sizi de tatmin etmez, sonu da yoktur. Bir de yaratacağınız fark üzerine yoğunlaşın. Bu dünyada ne yüzü ne parmak izi aynı bir insan daha yok, demek bir farklılık var. Bu farklılık topluma, iş hayatına nasıl yansıyacak? Hep kendinizden üstün, üstün derken bilgi olarak olabilir, ruhen olabilir, değişik alanlarda olabilir, arkadaşlıklar kurmaya çalışın ve bu arkadaşlıkları kaybetmemeye gayret edin. Daha ileriki yaşlarda bir takım kurarken de gene kendinizden üstün, sizden farklı, bir şeyler öğrenebileceğiniz ve size direnebilecek “Yanlış yapıyorsun.” diyebilecek insanlardan takım kurmaya çalışın. Bizimle bu keyifli sohbeti yaptığınız ve deneyimlerinizi paylaştığınız için Foreline ekibi olarak sizlere çok teşekkür ederiz Cem Bey.


fi‹RKET GEZ‹S‹

VODAFONE’DA FARK VAR! H TANKUT ATUK // tankutatukk@gmail.com

enüz Türkiye marka lansman›n›n üzerinden 2 y›l geçmifl olmas›na ra¤men Vodafone, dünya pazar›ndaki tecrübeleri sayesinde ülkemizde k›sa sürede hatr› say›l›r bir noktaya ulaflt›. Bu baflar›n›n bize görünen yüzlerinden biri olarak da yine kendisine yak›fl›r, teknolojiye ayak uydurmufl, gerek tasar›m›yla gerekse çal›flanlar›na sa¤lad›¤› konforuyla Vodafone Genel Merkezi bulunuyor karfl›m›zda.

Nazar Boncuklu Karfl›lama 23 Ekim Cuma günü saat 14.00’te Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs’ten Vodafone’un Türkiye Genel Merkezi olan Maslak Vodafone Binası’na yolculuğumuz başladı. Bizler sadece bir şirket gezisi yapacağımızı zannederken nereden bilebilirdik ki bambaşka bir dünyanın bizleri karşılayacağını? Daha arabadan indiğimiz anda kapıda karşılandık ve ziyaretçi kartlarımızı alıp iki saat sürecek gezimize başladık. Bize bütün gezimiz boyunca eşlik eden İnsan Kaynakları Yetkilisi de 2004 Boğaziçi Üniversitesi mezunlarından ve şu an İnsan Kaynakları bünyesinde yetenek yönetimi alanında görev yapıyor. Yeri gelmişken söyleyelim, gezimiz boyunca karşılaştığımız pek çok personelin

Boğaziçi Üniversitesi mezunu olması, bizi hem çok mutlu etti hem de kendimizi çok tanıdık bir ortamda hissetmemizi sağladı. Binaya girdiğimiz andan itibaren dikkatimizi ilk çeken, şirketin iç mimarisi oldu. Sanki tüm mobilyalar ergonomik tasarımlarıyla ve renkleriyle insanın kendisini mutlu ve zinde hissetmesi için tasarlanmış. Vodafone’un logosunun rengi olan kırmızı, her yere hakim. Bütün duvarlarda ışıklandırılmış resimler var. Her yere sinen, insanda çalışma isteği uyandıran enerjiyi bizler bile hissedebiliyorduk. Çalışanların temposunu verimli kılabilmek amacıyla sıkıcı ve boğucu bir iç dizayndan kaçınılmış. Ayrıca bu rahat çalışma ortamında “Kimse rehavete kapılmasın.” der gibi şirketin al124

dığı ödüller holde her an göze çarpacak şekilde sergileniyor. Bütün bu farklılıklar arasındaysa hemen girişte çok tanıdık bir şey göze çarpıyor: Büyük bir nazar boncuğu. Efes’te Konferans Şirketin işleyişi, çalışma koşulları ve nereden gelip nereye gittiği hakkında küçük bir sunum izlemek amacıyla konferans salonuna doğru ilerlerken duvarlardaki “Seyhan, Ceyhan, Aspendos” gibi ok işaretleri dikkatimizi çekti. Sonradan öğrendik ki şirketin bütün salonlarının bir ismi varmış. Biz konferans salonuna ulaşabilmek için yönümüzü Efes’e çevirdik. Hepimizin oturacağı yerlere daha önceden kalem ve defterler bırakılmış, bize sunulacak leziz ikramlar


hazırlanmıştı. Sanki üniversiteden gelen bir grup öğrenci değil de şirketin CEO’su idik. Herkes ve her şey böyle hissetmemizi sağlıyordu. Aaa! Siz de mi Burada Çal›fl›yordunuz? Vodafone, çalışanlarının kendini mutlu, rahat ve güçlü hissetmesi için elinden gelen her şeyi yapıyor. Birçok özel kuruluşun aksine ast ve üst’ün yan yana masalarda çalıştığı, “ast”ın “üst”ü ile arkadaşı gibi rahatça konuşabildiği bir ortam. Bir düşünün, bizim bile ayrılmak istemediğimiz böyle bir ortamı kaç şirket çalışanlarına sağlayabilir ki? Bu havayı dilimizin döndüğü kadar sizlerle paylaşmak istiyoruz. Sabah şirkete geliyorsunuz, sıcak kruvasanları ve istediğiniz her çeşit kahveyi bulabileceğiniz giriş katındaki kafede kahvaltınızı

yapıyorsunuz. Daha sonra neşeyle çalıştığınız ofisinizde yorucu birkaç saatin ardından sıra öğle yemeğine geliyor ve çıkıp dışarıda bir şeyler yemek aklınızın ucundan bile geçmiyor. Neden? Çünkü şirketin lüks bir restoranı aratmayacak yemekhanesinin bir günlük menüsünde sulu yemekler haricinde 3 çeşit ızgara, 6 çeşit salata, 3 çeşit tatlı ve 2 çeşit hamur tatlısı; vejetaryenseniz ayrı bir menü ve daha birçok seçenek sizi bekliyor. Üstelik hiçbir sınırlama yok, istediğiniz kadar yiyebiliyorsunuz. “Ama bu kadar çok yemek de sağlığa zararlı” diye hayıflanırken bir bakıyorsunuz şirketiniz bunu da düşünmüş sizin için. Hemen yemekhanenin yanına kondurulmuş, hiçbir masraftan kaçınılmadan yapılmış spor salonunuz sizi bekli125

yor. Öğlen gitmek için vaktiniz yoksa üzülmeyin, nasıl olsa akşam sizin için her türlü spor dersi veriliyor. Evden aceleyle çıktıysanız ve aynaya bakacak zamanınız olmadıysa hiç paniğe kapılmayın, çünkü her ihtiyacınızı karşılayabilecek bir kuaför de var. Uzun, yorucu ve başarılı bir aydan sonra eğlenmek için çok uzaklara gitmenize de gerek yok, şirketiniz sizin için parti verip DJ bile getiriyor. Bu şirkette sizi gerçekten düşünen birinin olduğu fikri güven verici, öyle değil mi? Ve sonuç ortada! A’dan Z’ye bütün personeline çalışmayı sevdirmek için elinden gelen her şeyi yapmış bir Vodafone var karşımızda! ‹fl Dünyas›na Ad›m Ad›m İnsan Kaynakları yetkilisinin sunumu sırasında bize aktardığı bilgiler, me-


zuniyeti yaklaşmış öğrencileri cezbedecek türden. İşte size birkaç tüyo! Siz de böylesine marjinal bir şirket ortamında çalışmak istiyorsanız ve “Bunu nasıl başarabilirim?” diye düşünüyorsanız cevap basit: Yarışmalara katılın! Vodafone “gelişimin bir parçası” olarak gördüğü gençliği bünyesine dahil etmek için birçok organizasyona imza atıyor. 2008’de hayata geçirdiği “Genç Yetenek Programı” ile bünyesine girmeye hak kazanan 15 üniversite öğrencisi hâlâ Vodafone ile birlikte çalışıyor. 2010’da başvuruları mart gibi başlayacak olan yarışmaya katılmak için 3. sınıf öğrencisi olmanız yeterli. Katılımcı öğrenciler yarışmanın sonunda sadece Vodafone bünyesine girmeye hak kazanmakla kalmıyor, aynı zamanda yurt dışında staj olanağı da elde ediyor. Geçen yılki yarışmanın birincisi Boğaziçi Politika 2009 mezunu arkadaşımız hayatında yaptığı en doğru şeyin bu yarışmaya katılmak olduğunu ve Vodafone’da çalışmaktan çok mutlu olduğunu üstüne basa basa yineliyor. Bu yılın birincisi de önümüzdeki yaz Vodafone İngiltere’de eşsiz bir tecrübe ile

“Büyük flirketler ve büyük insanlar birbirine benzer, her ikisi de daima kendini yenilemek ve gelifltirmek zorundad›r.”

verebilir misin?” Günümüzde şirketler, karşısında bu tür sorulara yanıt verebilecek bir mezun profili istiyor. Bu noktada bizler, Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü İş Dünyası ve Kariyer Altkurulu olarak her yıl düzenlediğimiz CaseDays etkinliğimizin öneminin somut bir kanıtıyla karşılaşıyoruz.

ödüllendirilecek. Elbette ki Vodafone’un bünyesinde yer almak için tek şansınız bu yarışma değil. Vodafone, aynı zamanda staj programlarına da çok önem veriyor ve her dönem çok sayıda staj başvurusu kabul ediyor. Peki, başvuru şartları nelerdir? İlk koşul 3. ve 4. sınıf veya mezun olmanız. 3 üzeri genel not ortalamasına sahip olmanız ya da aktif olarak iş/sosyal faaliyetlerinde görev almış olmanız staj başvuruları için büyük önem taşıyor. Eğer başvurunuz ön elemeyi geçerse mülakata çağrılıyorsunuz ve size şöyle bir soru yöneltiliyor: “Bizlere yaşadığın bir sorun hakkında, nasıl bir yol izleyip ne gibi bir çözüm ürettiğinle ilgili somut bir örnek

Yarat›c› Ol, Beynini Kullan, Sadece Söyleneni Yapma! “Vodafone Hayranlık Duyulan bir Şirket olmalı” anlayışıyla yoluna başarıyla devam eden Vodafone için en önemli üç şey hız, sadelik ve güven. Grup CEO’su Vittoria Colao‘nun Vodafone için belirlediği bu anlayış Vodafone’nun kendine olan güvenini ortaya koymada yeterli. Voice-Data-Phone kelimelerini Vodafone adı altında toplayan şirket, tamamen müşteri odaklı bir profil çiziyor. Bu sayede tüm dünyada 320 milyon müşteriye ulaşmış. Bizim gözlemlerimize göre Vodafone’un gelişip büyümesinde çalışanlarının kurum içi eğitimine ve gelişimine verdiği önem de çok

126


büyük; çünkü çalışanlarına verdiği değer büyük. Çalışanların çoğu, her sene sonunda eğitim alıp farklı bir kadroda görevlendiriliyor. Şirketi karış karış gezerken personelin eğitimine verilen önem ispatlanırcasına bütün eğitim salonlarının dolu olduğuna tanık oluyoruz. Bütün bu emeğin karşılığının hem kurum içinde hem de piyasa bazında fazlasıyla alındığını görmemek elde değil. Birkaç somut örnekle açıklamak gerekirse Vodafone 1985’te İngiltere’de kurulmuş ve şu an 27 ülkede şirketin tamamına sahip olarak faaliyet gösterirken 40 ülkede de ortaklıklarla faaliyet gösteriyor. 320 milyon müşteriye sahip olmasının yanında firma 41,6 milyon kullanıcıyla en çok 3G müşterisini de elinde tutuyor. Bütün bu başarının arkasında 79.000 çalışanı olan Vodafone yılda 41 milyar Euro ciro yapıyor. Sonuç mu? Dünyada her beş mobil cihazdan biri Vodafone’a bağlı. Vodafone bütün dünyada faaliyet gösteren ve Türkiye’de de Türkiye Vodafone Vakfı olarak 2007 yılında kurulan vakfı ile topluma değer katacak projelere

“Büyük olmak de¤il, h›zl› olmak istiyoruz. Dinozorlar da büyüktü, ama nesilleri tükendi.” önem gösteren bir firma aynı zamanda. Vodafone’un sosyal sorumluluk bilincinin bir yansıması olarak kurulan Türkiye Vodafone Vakfı “bilgi toplumu olma yolunda Türkiye’nin geleceğine katkıda bulunma vizyonuyla” eğitim alanında birçok yatırıma imza attı. Türkiye Vodafone Vakfı’nın AÇEV ve MEB ile gerçekleştirdiği “İlk Adım” projesi kapsamında ilk safhada 18 ilde 180 anasınıfı açıldı. Bu sınıflar çocukların zihinsel, bedensel, sosyal ve kültürel gelişimleri için en iyi malzemelerle donatıldı. Burada görev alan öğretmenlere ise AÇEV’in uzmanları tarafından okul öncesi eğitim konusunda seminerler veriliyor ve ebeveynler için destekleyici aile eğitimleri düzenleniyor. 2007 yılından bu yana gerçekleştirilen projelerle birlikte, Türkiye Vodafone Vakfı ile AÇEV işbirliğinin toplumsal katkısı 20 ilde 302 sınıf üzerinden 36.500 127

kişiye ulaşıyor. Her Vodafone çalışanı, aynı zamanda gönüllü bir yardımsever. Bu konuda öylesine duyarlılar ki her çalışan, gönüllülük faaliyetlerinde bulunabilmek için izinli sayılma hakkına sahip. Ayrıca bu sene hayata geçirilen “Doğu Anadolu’daki çocuklar için oyuncak yardımı” kampanyası çerçevesinde şirketin birçok köşesine oyuncak kutuları konmuş. Şirketteki oyuncak kutularının hepsinin de dolu olması, yardım yapmak için bizi bile özendirdi doğrusu. Vodafone’a Veda Ederken Binanın giriş katında holde yer alan Vodafone Maslak mağazasının önünde hatıra fotoğrafı çekildikten sonra çıkış için turnikelere yöneliyoruz. Dopdolu geçirdiğimiz iki saatin ardından, iş hayatına atıldığımızda çalacağımız kapılardan birinin Vodafone olacağına düşünerek binadan ayrılıyoruz. Başarının, güvenilirliğin ve hızın 21. yüzyıl temsilcisi olan Vodafone şirketine ve çalışanlarına bizleri çok iyi ağırladıkları için büyük bir teşekkürü borç kabul ediyoruz.


RAPOR

’U BEKLERKEN AYfiE ‹REM AYCAN // aseaycan@hotmail.com ● AL‹ EM‹R ATMACA // emiratmaca@yahoo.com

2009 y›l›, baz› yerli ve yabanc› flirket aç›s›ndan verimli ayn› zamanda getirisi olan bir y›l olmuflken di¤erleri için ayn› durumun söz konusu oldu¤u söylenemez. Sadece mali aç›dan de¤il; yaflan›lan birtak›m talihsiz olay da baz› flirketlerin dünya pazar›nda de¤er kaybetmesine yol açt›. Krizin ve di¤er faktörlerin etkilerini düflünecek olursak 2009’un flirketler aç›s›ndan zorlu bir süreç oldu¤unu belirtmek yerinde olur. 2009 DÜNYA RAPORU

fiirketlerin Penceresinden 2009 ■ 2009’da bankalar krizin etkisinde zor günler geçirdi. Atlat›lmas› zor olan bu sürece Irwin Union Bank & Trust, Irwin Union Bank, Magnet Bank, Colonial Bank ve Ocala National Bank gibi önemli bankalar yenik düfltü. ■ Say›sal Verilerle Milli Gelir Tahminleri Hiç kuflkusuz ekonomik kriz, 2009 y›l›nda dünyay› etkileyen en büyük olay oldu. Kriz sürecinde dünyan›n en büyük ekonomilerini elinde bulunduran 50 ülkenin 32’si a¤›r yaralar ald›. IMF(Uluslararas› Para Fonu) yetkililerinin tahminleri do¤rultusunda Amerika Birleflik Devletleri’nin milli gelirinin 2009 sonunda 261,9 milyar dolar azalmas› bekleniyor. Avrupa’n›n güçlü ekonomilerinden olan ‹ngiltere, Almanya ve Fransa da krizden etkilendi. ‹ngiltere’de bu düflüfl 667 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. Almanya’da da durum farkl› de¤il. 3 trilyon 667 milyar 513 milyon dolar olan milli gelirin, 607,2 milyar dolar düflmesi beklenirken Fransa’da ise düflüfl 336,6 milyar dolar olarak tahmin ediliyor.

■ Krize ‹nat Büyüyen Ülkeler 2009’da ço¤u ülke ekonomisi krizden etkilenip güç kaybederken Çin ekonomisi, hem canl› kalmay› baflar›p hem de büyüme kaydederek krizi f›rsata çevirdi. Geçen y›la göre ihracat›nda iyileflme gözlenen Çin ekonomisinde, yüzde 8,5 büyüme ve milli gelirinde ise 431 milyar 378 milyon dolarl›k bir art›fl bekleniyor. Japonya da global krize inat büyümeyi baflarabilen di¤er bir ülke. 4 trilyon 923 milyar 761 milyon dolar olan milli gelirde 69 milyar dolar art›fl bekleniyor. 128

■ Dünyada ilaç sektöründe öncü flirketlerden biri olan Pfizer ile sa¤l›k ürünleri, hayvan sa¤l›¤› ürünleri ve befleri ilaçlar alanlar›nda hizmet veren Wyeth operasyonlar›n› birlefltirdi. Bu birleflme sonucunda Pfizer’›n hizmet alan›ndaki öncü konumu güçlendi. ■ ABD'li teknoloji flirketi Apple, kâr›n› geçen y›l›n ayn› dönemine oranla yüzde 47 artt›rd›. Sat›fllar› 5,2 milyon adeti bulan iPhone, bu art›flta büyük öneme sahip. ■ ‹nternette en çok kullan›lan arama motorlar›ndan olan Google, kâr›n›n geçen seneye oranla yüzde 27 artt›¤›n› aç›klad›. Bu art›flla yeni kâr 1,64 milyar dolar oldu. ■ Japon elektronik devi Toshiba, 2009 ekonomik krizinden 3,5 milyon dolarl›k zararla ç›kt›. Bu rakam, flirketin flimdiye kadarki en büyük zarar› oldu.


2010 YOLUNDA TÜRK‹YE ■ Dünya ülkeleri gibi ülkemiz de global krizden yara ald›. Türkiye’nin sat›n alma gücü paritesine(SGP) göre gayri safi yurt içi has›las›n›n 2009 sonunda 876,6 milyar dolara ulaflmas› ve ekonomik büyüme aç›s›ndan ülkemizin dünyada 16. s›rada yer almas› bekleniyor. Dünyay› etkisi alt›na alm›fl krizden paças›n› kurtarabilen bir ülke yokken Türkiye, durumu en parlak olan ve krizi en çabuk atlatmas› beklenen ülkeler aras›nda ilk s›rada yer al›yor. ■ Yerli flirketler de dünyadaki di¤er flirketler gibi krizden etkilendi. Krizin olumsuz etkileri d›fl›nda birtak›m talihsiz olaylar da 2009 y›l›nda flirketlerin yakas›n› b›rakmad›. ■ Türk Hava Yollar›’n›n Tekirda¤ isimli uça¤›n›n 25 fiubat 2009 tarihinde Schiphol Havaalan›’na inifli s›ras›nda bir kaza meydana

geldi. Bu olay›n gerek yerli gerekse yabanc› bas›nda s›kl›kla yer almas›, flirketin dünya çap›nda prestij kaybetmesine yol açt›. Bu talihsiz olay, THY flirketini Kevin Costner’›n rol ald›¤› reklam filminin yay›ndan kald›rmas›na kadar götürdü. ■ Bünyesinde bir çok radyo, gazete ve televizyon kanal› bulunduran Do¤an Medya Grubu’na Maliye Bakanl›¤› taraf›ndan toplam 3 milyar 755 milyon TL vergi cezas› verildi. Do¤an Medya Grubu’nun cezaya olan itiraz› Vergi Mahkemesi taraf›ndan reddedildi. ■ 2009 y›l› bu tip olumsuzluklar›n yan›nda olumlu ortakl›klara ve baflar›lara da sahne oldu. ■ Türkiye’nin baflar›l› bas›nyay›n grubu olan Ciner Medya Grubu; dünya çap›nda isim yapm›fl, ifl dünyas› haber a¤›

olan “Bloomberg Television” ile anlaflarak “BloombergHT” ad›nda bir ekonomi kanal› kurma karar› ald›. ■ Dünyan›n büyük flirketleri taraf›ndan raporlama alan›nda kullan›lan Global Reporting Initative(GRI) ilkeleri do¤rultusunda Turkcell, “Turkcell ‹letiflim Hizmetleri A.fi’nin Türkiye Faaliyetleri” bafll›¤› alt›nda ilk sürdürülebilirlik raporunu sundu. Bu konu hakk›nda Turkcell Kurumsal ‹letiflim ve ‹liflkilerden Sorumlu Genel Müdür Yard›mc›s› Koray Öztürkler, “‹çinde bulundu¤umuz toplumun, ülkemizin ve dünyan›n yaflam kalitesinin yükselmesi için kiflisel ve kurumsal olarak sorumluluklar›m›z›n artt›¤› bir dönemde daha yaflanabilir bir dünya için fleffafl›¤› ve aç›k

Baflar›l› fiirketlerimiz 2009’da Ödüllerle Taçland›r›ld›

iletiflimi çok önemli buluyoruz” yorumunda bulundu. ■ Türk mühendislerden oluflan bir ekip taraf›ndan gelifltirilerek Amerika’ya ihraç edilen Ford Transit Connect, otomobil pazar›na ihraç edilen ilk Türk arac› oldu. Türk otomotiv sektörü dünyadaki olumsuz ekonomik koflullara inat gücünü ortaya koydu. ■ Ülkemizde yap›lan IMF toplant›s›, dünya ve ülke gündeminde genifl yer buldu. Baz› sivil toplum örgütlerinin bas›n aç›klamalar› yaparak tepkilerini dile getirdi¤i ve vatandafllar›n eylemleriyle k›nad›¤› toplant›lar, 4 - 8 Ekim tarihlerinde gerçeklefltirildi. Toplant›larda, küresel krizden ç›k›fl ve mali sistemin daha fazla krize sebebiyet vermeyecek flekilde yeniden düzenlenmesi konular› görüflüldü.

2009’un Çiçe¤i Burnunda CEO’lar›

■ Mövenpick Hotel ‹stanbul, World Travel Awards’ta “Avrupa’n›n En

■ 2008’de Boyner Holding Non-Retail Baflkan Yard›mc›l›¤›n› üstlenen Elif Çapç›, 2009 Ocak ay› itibariyle Beymen’in yeni genel müdürü oldu. ‹fl hayat›na Amerika’daki Signet Bank’da bafllayan ve zamanla çeflitli projelerde görev al›p dan›flmanl›k yapan Elif Çapç›, bir dönem Citibank’›n Genel Müdür Yard›mc›l›¤›’n› da yapm›flt›.

‹yi ‹fl Oteli” dal›nda birinci oldu. ■ Avrupa Ticaret ve Sanayi Odalar› Birli¤i Eurochambers’ta Birinci Baflkan Yard›mc›s› seçilen TOBB Baflkan› R›fat Hisarc›kl›o¤lu, AB üyesi olmayan bir ülkeden seçilen ilk baflkan yard›mc›s› oldu.

■ Danone Genel Müdürlü¤ü’nden Vodafone Genel Müdürlü¤ü’ne transfer olan Serpil Timuray, mobil sektöründeki ilk üst düzey kad›n yönetici oldu.

■ Forbes dergisi taraf›ndan haz›rlanan dünyan›n en büyük ve en h›zl›

geliflen flirketlerinin yer ald›¤› “Global 2000” listesinde Türk flirketler de yer ald›. Türkiye ‹fl Bankas›, Akbank, Turkcell, Türk Telekom da dahil olmak üzere listeye 13 Türk flirketi girdi.

■ Türk Telekom’un Yönetim Kurulu Baflkan› olan ve kurumun özellefltirilmesi aflamas›nda önemli rol üstlenen Erkan Akdemir, Avea’n›n yeni CEO’su oldu.

■ Ekonomi dergisi “Fortune” taraf›ndan aç›klanan “Dünya’n›n En

Büyük 500’ü” listesinde Koç, 172. s›rada yer ald›.

■ Akbank Yönetim Kurulu Baflkan Yard›mc›s› ve Görevli Üye Ak›n Kozano¤lu’nun emeklili¤i üzerine, Yönetim Kurulu Üyeli¤i’ne Zafer Kurtul getirildi. Zafer Kurtul’un eski görevi olan Akbank Genel Müdürlü¤ü’ne de Akbank Kurumsal ve Ticari Bankac›l›ktan Sorumlu Genel Müdür Vekili Ziya Akkurt atand›.

■ Uluslararas› inflaat sektörü dergisi “Engineering News Record”

taraf›ndan haz›rlanan “Dünyan›n en büyük 225 uluslararas› müteahhidi” listesinde s›ralamaya giren 31 firmas›yla Türkiye 2. s›raya yerleflti. ■ FARPA(Asya Pasifik Perakendeciler Federasyonu) Teknosa’y› “Y›l›n Zincir Ma¤azas›” seçti. Birçok uluslararas› flirketle mücadele ederek ödülü almaya hak kazanan Teknosa, bu ödüle lay›k görülen ilk yerli perakendeci oldu.

Kaynakça - “Kriz dünya ekonomilerini böyle etkiledi.” http://www.porttakal.com/haber-krizdunya-ekonomilerini-boyle-etkiledi - Zakaria, Fareed. “The Recession’s Real Winner” http://www.newsweek.com/id/218282 - “Amerika’da 3 banka daha battı.” http://yenisafak.com.tr/Ekonomi/Default.aspx?t=01.02.2009&i=166398 - “Pfizer ve Wyeth operasyonlarını birleştirdi.” http://www.marketingturkiye.com/yeni/Haberler/NewsDetailed.aspx?id=14161 - “Apple kârını yarı yarıya artırdı.” http://www.ntvmsnbc.com/id/25012216/ - “Google’ın kârı ne kadar?” http://www.marketingturkiye.com/yeni/Haberler/NewsDetailed.aspx?id=14168 “Kevin Costner’lı imajı Tekirdağ uçağı bozdu.” http://www.elitada.com/haber/kevin-costnerli-imaji-tekirdag-ucagi-bozdu.html - “Ciner GrubuBloomberg ile anlaştı, yeni ekonomi kanalı yolda.” http://www.marketingturkiye.com/yeni/Haberler/NewsDetailed.aspx?id=14073 - “Koç “Dünyanın en büyük 500”ü listesinde” http://www.milliyet.com.tr/Ekonomi/ - “Unilever, Türkiye’nin ilk sertifikalı yeşil ofisi oldu.” http://www.marketingturkiye.com/yeni/Haberler/NewsDetailed.aspx?id=13932 - “Türkiye Golden Drum’dan 9 ödülle dönüyor.” http://www.marketingturkiye.com/yeni/Haberler/NewsDetailed.aspx?id=14105

■ Dünyan›n en baflar›l› haber kaynaklar›ndan biri olan “Emerging Markets Newspaper”, Garanti Bankas›’na “2009 Y›l› Baflar› Ödülü” verdi. ■ Dünyan›n en prestijli finans dergilerinden biri olan “Global Finance”, Akbank’a “Türkiye’nin En ‹yi Bankas› Ödülü”nü verdi. ■ Türkiye’de öncü h›zl› tüketim ürünleri flirketi olan “Unilever Türkiye”, LEED(Enerji ve Çevre Dostu Tasar›mda Liderlik) sertifikas› ald›. ■ Türkiye Golden Drum Reklam Festivali’nde, bas›n alan›nda 6, radyo alan›nda 1, outdoor alan›nda 1 ve PR alan›nda 1 ödül olacak flekilde 9 ödül ald›. Ödüle lay›k görülen firmalardan baz›lar›: Sinai Kimya A.fi., Gürsoy Resim Kursu ve CNN Türk. 129


2009’DA ÖNE ÇIKAN ‹fi K‹TAPLARI KARDELEN ALTAfi // kardelenaltas@mynet.com

K‹TAP

‹fl kitaplar›… ‹fl dünyas›n›n kap›lar›n› açan anahtarlar diyebiliriz onlar için. 2009’da ifl dünyas›n› daha yak›ndan tan›mak ve ifl hayat›nda karfl›lafl›lan sorunlar› çözebilmek için en çok dan›fl›lan kitaplar› sizlere sunuyoruz.

Popüler Ekonomi Masallar› fiafak Altun

Köfte Üstü Krem fianti Seth Godin

Günlük hayatta ekonomik kavramlar ve geliflmeler dilden dile anlat›l›r ve hemen hemen herkesin ekonomi hakk›nda söyleyecek sözü vard›r. ‹flte “Popüler Ekonomi Masallar›” ekonomiye ilgi duyan herkese, her düzeyde çok iyi bir rehber; yani amatörler için vazgeçilmez bir baflvuru kayna¤›. Ekonomi ve politikaya damgas›n› vurmufl birçok olay› ve sözü sözlük biçiminde sunan fiafak Altun, bu kitab›yla tarih ve ekonomi konusunda çok iyi bir gözlemci oldu¤unu da kan›tlam›fl. Türkiye'nin üretim toplumundan uzaklafl›p 1980 sonras› tüketim toplumuna geçiflini ad›m ad›m anlatan kitap, ufkunuzu geniflletip ekonomiye biraz daha kapsaml› bir aç›dan bakabilmenize yard›mc› olacakt›r. E¤er siz de ekonomiyi uzak ve anlafl›lmaz bulanlardansan›z yüz y›ll›k ekonomi geçmiflimizin örnekler verilmifl sade anlat›m›n› bu kitapta bulabilirsiniz.

Pazarlama sektöründe her geçen gün yeni trendlerin ortaya ç›kt›¤› flu günlerde, “Köfte Üstü Krem fianti” al›fl›lm›fl›n d›fl›nda önerilerle geliyor. Seth Godin’in bu son kitab›, pazarlama konusunda dikkat çekici tavsiyeler içeriyor.“Önceki y›llarda ulafl›labilir ürünü piyasaya sürmek yeterli idi; ancak flimdi arzu edileni pazarlaman›z gerekir” diyen yazar, bas›n yay›n›n kullan›m›, müflteri hizmetleri ve ürün çekicili¤i konular›nda da giriflimcilere yararl› tüyolar vermifl.“‹fle dondurma satarak bafllarsan›z meyveler, çikolatalar ekleyerek kendinizi gelifltirebilirsiniz; ancak köfte ile ifle bafllarsan›z yapacak hiçbir fleyiniz yok” diyen yazar, birçok ö¤rencinin gelecek plan›nda yer verdi¤i bu sektörde baflar›l› olabilmesi için faydal› bir kaynak yaratm›fl.

Wall Street'in Sonu Dave Kansas Tüm dünyay› etkileyen kriz günlerinde ne yaflad›¤›m›z› gerçekten biliyor muyuz? Bundan sonra neler olacak? Dave Kansas, “Wall Street’in Sonu” ile merak edilenleri okuyucusu ile paylaflm›fl. Öncelikle krizin günlük hayata etkisini ve s›ras›yla yap›lmas› gerekenleri bölümler halinde sunmufl.“Wall Street’in Sonu”, giriflimcilere kolay para kazanma yollar›, krizin küçük bütçelerle yönetimi, var olan zenginli¤in korunabilmesi ve krizi do¤ru alg›lama gibi konularda yol gösteriyor. Birçok insan›n merak etti¤i “Kriz sonras› yönetim” de kitapta genifl bir yer al›yor. Ayr›ca kriz sonras› ortaya ç›kan ekonomik düzen ve bu yeni geliflmelerin büyük ekonomileri nas›l etkileyece¤i konusunda da ekonomist Dave Kansas'›n görüfllerini bu kitapta bulabilirsiniz. K›sacas› Dave Kansas çok genifl bir finansal çözümleme sunmufl. Siz de böylesine bir raporu güvenilir bir yazardan okumak isterseniz “Wall Street'in Sonu” tam size göre.

Yetenek Pazarlama ve ‹fl Bulma Sanat› Mehmet Akif Çak›rer Son y›llarda herkes bir kariyer savafl›n›n içinde. Birçok ö¤renci sahip oldu¤u yeteneklerin fark›na var›p onlar› kullanarak kariyerinde yükselmeyi hedefledi¤i için kariyer planlama çok önemli bir u¤rafl haline geldi. Art›k kariyerinde ilerleyen, üretken olan, projelerde aktifleflen kazan›yor. ‹flte, bu kitap baflar›l› bir kariyere ulaflmay› hedefleyenler için tam bir uzman niteli¤inde. Bu kitap size kariyerinize yön verme, yeteneklerinizi karfl› tarafa daha iyi anlatabilme, kendinizi tan›ma, sevdi¤iniz iflte baflar›l› olabilme ve olaylara bir de iflveren taraf›ndan bakabilme gibi birçok beceri kazand›racakt›r. Yazar Mehmet Akif Çak›rer’in halkla iliflkiler ve insan kaynaklar› dal›ndaki bu çal›flmas›, gençlere ›fl›k tutaca¤a benziyor. Sadece gençler de¤il, ifl hayat›nda baflar› elde etmek isteyenler de bu kitapta kendine uygun bir fleyler bulacakt›r.

Kaynakça - Godin, Seth. “Köfte Usülü Krem Şanti” Elma Yayınevi - “About Seth” http://www.sethgodin.com/sg/bio.asp - Kansas, Dave. “Wall Street'in sonu” İş Bankası Yayınları - Altun, Şafak. “Popüler Ekonomi Masalları” Elma Yayınevi - Çakırer, Mehmet Akif. “Yetenek Pazarlama ve İş Bulma Sanatı” Crea Yayınları

130


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.