Büt Dergisi Sayı 31

Page 1

Sayı: 31 Nisan Ayı Yıl: 2016

.Eksik parçalı bir büyük puzzle hayatımız .Sana açıklayabilirim ama senin yerine anlayamam

AYLIK ONLİNE KÜLTÜR SANAT DERGİSİ


büt dergisi } Mart Sayısı

içindekiler Eksik Parçalı Bir Büyük Puzzle Hayatımız

“Bir önemi yok artık” ne ağır bir cümledir… Bu cümle ile 2 kişilik dünyada biri diğerini kaybetmiş; bir sevgi yitip gitmiş, bir köprü yıkılmıştır. Eskiden önemi olan bir şeyler varmış; artık tükenmiş, içimizdeki öf duvarı yıkılmış, sabrımız bitmiş. Syf: 8

Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

“HÜZÜN Kİ EN ÇOK YAKIŞANDIR ÂŞIKLARA. YANDIK, YAKILDIK; AMA HÜZÜNDEN YANA ASLA YAKINMADIK.”

Dünyaca ünlü fotoğraf sanatçısı duayen Ara Güler’in hayatını anlatan “İstabul’un Gözü” belgeseli, Los Angeles ve Fas film Syf: 6 festivallerine çağırıldı.

Aşık Veysel

...

nıyoruz A e l İ ı g y a S

İnternet Kuşağıdır Sadece bilgisayarla büyümüştür En büyüğü 12 yaşındadır Tam teknolojiktirler Ödev yapamama bahaneleri elektrik Syf: 21 gitti değil internetim koptu olacaktır

Emek, zah sı, geçmiş inanç... H süpürgec ğine duyu

“Sana a senin ye Ne mua Nerden nasıl ak kalmış b


www.butdergisi.com

Künye:

Büt Dergisi Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

Yazı İşleri

Ulya Altıntaş Editör

Mustafa Doğan Reklam

Mısra Yıldız

Bir zamanlar namı tüm dünyaya yayılmış bir hırsız tanımıştım. Bu hırsız işinde o denli ustaydı ki uğradığı her şehirde, o şehrin sakinleri kapılarını sıkı sıkıya kilitlerler... Syf: 14

üpürgecilik...

hmet, ekmek paraşe saygı ve elbette Her şeye rağmen cilik mesle- Syf: 12 ulan inanç...

açıklayabilirim ama erine anlayamam.” azzam bir cümle… n okudum, klımda Syf: 22 bilmiyorum.

reklam@butdergisi.com

Katkıda bulunanlar

Mustafa Doğan Dilan Eser Ulya Altıntaş Türkan Yıldız Haluk Şahin Sosyal Medya

THY’nin sponsor olduğu “Batman Superman’e Karşı: Adaletin Şafağı” (Batman vs Superman: Dawn of Justice) filminin prömiyeri New Syf: 7 York’ta yapıldı.

www.facebook.com/butdergisi www.twitter.com/butdergisi tr.linkedin.com/in/butdergisi www.instagram.com/butdergisi www.plus.google.com /+BütDergisibütdergisi www.butdergisi.tumblr.com www.pinterest.com/butdergisi www. freelyshout.com/butdergisi www.youpic.com/photographer/ butdergisi

İletişim:

info@butdergisi.com


büt dergisi }

editör

Derleme.... Yeni bir sayı ile yeniden merhaba. Bu ay editör yazımda sizlere böyle bir derleme yapmayı uygun buldum. *** Dilimizdeki “Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz.” sözünün aslı muhtemelen “Ane gibi yar; Bağdat gibi diyar olmaz.” şeklindedir. Çünkü sözün aslındaki Ane kelimesi, Bağdat yakınlarındaki sarp bir uçurumun kuşattığı dik bir geçidin adıdır. Bağdat gibi (güzel) şehir, Ane gibi de (sarp, ama manzaralı) yar (uçurum) olmaz, demeye gelir. Ancak siz Bağdat’ın Osmanlı Türk’ü için önemine bakınız ki oradaki Ane’yi anne yapıvermiş. Tıpkı “Yanlış hesap Bağdat’tan döner.” sözüyle Bağdat’ın eskiden beri bir ilim merkezi olduğunun altının çizilmesi gibi. * İskender Pala / İki Dirhem Bir Çekirdek *** Evliya Çelebi’nin anlattığına göre (c. III, s. 31)Miloş isimli Sırp, Kosova sahrasında Murad Hü-

4

davendigar’ın elini öpme bahanesiyle yakınına gelip hançeriyle onu şehit ettikten sonra Osmanlı hükümdarlarının hiçbir yabancıya el öptürmemeleri bir protokol kaidesi olmuş ve gerek elçiler, gerekse diğer yabancı devlet büyükleri padişahın ancak eteğini öpmekle yetinmişlerdir. Sembolik olarak padişahın kaftanının ucunu dudaklarına değdiren bir kişi onun elini öpmüş kabul edilir ve böylece emniyet tedbiri de alınmış olurdu. Etek öpmek adetinin mazisi Osmanlı’dan çok eski zamanlara dayanır ve köleler ile cariyeler, efendilerinin yahut diğer asilzadelerin bedenlerine dokunamaz, ancak eteklerini (elbisenin belden aşağı kısmı) öperek tazim gösterirlermiş. Osmanlı’nın bu uygulamayı, Sırplara karşı bir protokol kaidesi olarak başlatması bize oldukça manidar göründü. Şimdiki “etek öpmek” deyimi bu geleneğin hatırasını taşır ve mecazen tabasbus, yal-


taklanma anlamında kullanılır. * İskender Pala/ Ayine *** İsa’dan çok önce yaşamış Anadolulu bir Yunan filozofunun güzel bir sözü var. Diyor ki, “Bir milletin türkülerini yapanlar, kanunlarını yapanlardan daha güçlüdür.” Türküler yalnız ve yalnız onlara şiddetle vuran, altüst eden olaylar üstüne çıkarılır. Bir harp olur, seferberlik gibi, yani Birinci Dünya Savaşı gibi. Binlerce genç Sarıkamış’ın karında donar kalır. Bir evden Sarıkamış’a beş kardeş gider, beş̧i de gelmez. Seferberlikte asker kırılır, kırılır, artık çocukları, on altı doğumluları almaya başlarlar. Bunlar küçücük çocuklar, asker olacak çağda değiller. Bu çocuk kurasına halk, “Vay anam!” kurası der. Ve en belalı, ağlatıcı türküsünü de onlar üstüne çıkarır. Harbi, Sarıkamış’ı yerin dibine batırır çıkarır. *Yaşar Kemal/ Baldaki Tuz *** Günlerden cuma. Mektep tatil. Süleymaniye’de Kirazlı Mescit sokağında oturuyoruz. Ben on yedi yaşlarındayım.Münir Paşa Konağı’nın çam ağacını hatırlıyorum. Lisenin bahçesindeki büyük çam ağacı bir yangında yanmış olabilir. Münir

Paşa Konağı’nın yağlı boya tavanları çoktan duman ve kül olmuştur. Tahtakuruları da yanmıştır. Yatağım, yorganım, gözyaşım yanmıştır. Havuzlar yanmıştır. Yapraklarını kışın dökmeyen ağaçlar yanmıştır. Anılar, anılar yanmıştır. Yanmış oğlu yanmıştır. Beni bugüne getiren kitaplar yanmıştır. Ben de koyun postu taklidi bir kürk bulup pardösüme diktirmeliyim. Günlerden pazartesi. Yine vapurun alt kamarasındayım. Yine hava karlı. Yine İstanbul çirkin. İstanbul mu? İstanbul çirkin şehir. Pis şehir. Hele yağmurlu günlerinde. Başka günler güzel mi, değil; güzel de- ğil. Başka günler de Köprüsü balgamlıdır... Yan sokakları çamurludur, molozludur. Geceleri kusmukludur. Evler güneşe sırtını çevirmiştir. Sokaklar dardır. Esnafı gaddardır. Zengini lakayttır. İnsanlar her yerde böyle. Yaldızlı karyolalarda çift yatanlar bile tek. *Sait Faik Abasıyanık/ Alemdağ’da Bir Yılan Var *** Bu sayımızdan itibaren Haluk Şahin aramıza yeni bir ses olarak katıldı. Bundan sonra tefrika köşesinde yerini alarak, sizlere yazılarını sunacak. Biz kendisini tanıdığımıza memnun olduk, umarız sizlerde memnun olursunuz... Keyifli okumalar…

5


büt dergisi }

haberler

İstanbul’un Gözü’ne Dünyadan Büyük İlgi Dünyaca ünlü fotoğraf sanatçısı duayen Ara Güler’in hayatını anlatan “İstanbul’un Gözü” belgeseli, Los Angeles ve Fas film festivallerine çağırıldı. Konuya ilişkin yapılan açıklamaya göre, Washington DC Bağımsız Film Festivali’nde tüm kategorilerdeki yapımlar arasında “En İyinin İyisi” seçilen “İstanbul’un Gözü”, Los Angeles’te düzenlenen “Southeast European Film Festivali” ve Fas’ta düzenlenen “Festival International de Cinema et Memoire Commune”den davet aldı. Yunanistan’ın Selanik kentinde düzenlenen “21. Yüzyılın Görüntüleri” temalı Belgesel Festivali’nin özel seçkisine girerek finalist olmuş ve Avrupa prömiyerini de aynı yerde yapmıştı. “Southeast European Film Festivali” 28 Nisan-5 Mayıs arasında, “Festival International de Cinema et Memoire Commune” ise 4-9 Mayıs arası düzenlenecek. İstanbul Film Festivali’ne kabul edilmedi İstanbul Film Festivali’ne kabul edilmeyen “İstanbul’un Gözü” için şu açıklama yapıldı. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen Türkiye yapımı filmler, festival yönetimi ile birlikte bu bölüme özel bir danışma kurulu tarafından izlenerek, oylamayla programa alınıyor denilen açıklamada; Türkiye Sineması Danışma Kurulu, festival işleyişine farklı katkılarda bulunuyor ancak Türkiye Sineması seçkisinin hazırlığıyla ilgili herhangi bir ilgileri bulunmadığı eklendi. Güler’in belgeseline alınmama kararı ise “Festival öncesi yapılan değerlendirmeler sonucunda yönet-

6

menliğini Binnur Karaevli’nin üstlendiği, Ara Güler hakkındaki “İstanbul’un Gözü” adlı belgeselin festival programına alınmamasına karar verilmiştir.” denildi. Sınırlı sayıda film seçme kısıtlamasının olduğu belirtilerek açıklama şöyle sürdürüldü; “Filmi değerlendiren danışma kurulu üyeleri, sınırlı sayıda film seçme kısıtlamasına sahip oldukları için zorlu bir değerlendirme süreci sonrasında tercihlerini başka filmlerden yana kullanmışlardır. Türkiye Sineması Danışma Kurulu her yıl olduğu gibi bu yıl da festivale başvuran filmleri hiçbir kurum ya da kişinin tesiri altında kalmadan değerlendirmiştir.” Ara Güler’de açıklama yaptı İSKV’nın kabul etmemesi üzerine Güler, yaptığı yazılı açıklamada, Amerika Birleşik Devletleri’nde ödül alan belgesel “İstanbul’un Gözü”nün İKSV Film Festivali’ne kabul edilmemesi üzerine basında çıkan haber ve yorumların, kendisinin de konu üzerinde görüş belirtmesini gerektirdiğini bildirdi. Ara Güler, şunları kaydetti: ‘İstanbul’un Gözü’nü (The Eye of İstanbul) izledim. İyi bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Nitekim, Washington DC Bağımsız Film Festivali’nde en iyi film ödülünü aldı. Dilerim bu eser başka ödüllerle de taçlandırılır. Belirtmeliyim ki belgeselin İKSV Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde yer almaması, benim için buruk bir duygunun kaynağı olmuştur. Ancak yukarıda söylediğim gibi, bu tür durumlar her zaman olabilir. Yeri gelmişken, bu eseri yaratan yönetmenler Binnur Karaevli, Fatih Kaymak ve tüm film ekibine, bu değerli çalışmaları için teşekkürü bir borç bilirim.


‘Batman Superman’e Karşı’nın Prömiyeri Yapıldı THY’nin sponsor olduğu “Batman Superman’e Karşı: Adaletin Şafağı” (Batman vs Superman: Dawn of Justice) filminin prömiyeri New York’ta yapıldı. Ünlü gösteri merkezi Radio City Music Hall’de gerçekleştirilen filmin prömiyerine, Ben Affleck, Henry Cavill, Harry Lennix, Amy Adams, Jesse Eisenberg, Will Smith ve John Corbett gibi ünlü Hollywood yıldızlarıyla birlikte THY Yönetim Kurulu Başkanı İlker Aycı da katıldı. Gazetecilere açıklama yapan sinema oyuncusu Affleck, film için her gün sabah 6’da spor salonuna gittiğini, “süper kahraman” olmak için bunun gerekli olduğunu ifade etti.

menliğini Zack Snyder’ın yaptığı filmin senaryosunu ise David S. Goyer yazdı. Film Türkiye’de 25 Mart’ta vizyona girdi. Ben Affleck’ten oğluna yasak Batman’ı canlandıran Ben Affleck daha önce yaptığı açıklamada oğlu Samuel’in izlemesi yasak. Neden mi? Yasağı koyan baba Ben Affleck, gerekçesini şöyle açıklıyor: “Bu film 4 yaşındaki miniklerin izlemesi için yapılmadı. Oğlumun gece kabuslar görmesini istemiyorum.”

Frank Miller’ın 1986 tarihli çizgi romanından uyarlanan filmin başrollerinde Oscar ödüllü oyuncu Ben Affleck “Batman” (Bruce Wayne) ve “Man of Stell” filminin yıldızı Henry Cavill ise “Superman” (Clark Kent) rolüyle yer alıyor.

Ancak 4 yaşındaki Samuel kazara ‘Batman v Superman: Adaletin Şafağı’ filminin fragmanını izleyince işler bir anda tersine döndü. İki dakikalık fragman çocuğun dikkatinin tamamen dağılmasına sebep oldu. Affleck’in 10 yaşındaki kızı Violet ise daha şanslı. ‘13 yaşından küçükler velilerinin izniyle filmi izleyebilir’ notu alan ‘Batman v Superman: Adaletin Şafağı’nı izleyebilecek.

Batman ile Superman’in karşı karşıya geldiği filmde, THY uçağı ve uçaktan bir sahne de yer alıyor. Filmin prömiyeri için 51. sokak ile 5 ve 6. caddeler arası trafiğe kapatılırken, yoğun güvenlik önlemleri de dikkati çekti. Yapımcılığını Warner Bros.’un, yönet-

Oğlunun yakarışlarına dayanamayan Ben Affleck konuyla ilgili başka bir ‘ebeveyn çözümü’ buldu: “Kurgucu arkadaşlardan rica ettim, filmin korkutucu kısımlarını benim için kesip yeniden montajlayacaklar. Samuel’e kesilmiş görüntüleri izleteceğim.”

7


büt dergisi }

yaşam

Eksik Parçalı Bir Büyük

Puzzle Hayatımız - Dilan Eser dilaneser3@gmail.com

“Bir önemi yok artık” ne ağır bir cümledir… Bu cümle ile 2 kişilik dünyada biri diğerini kaybetmiş; bir sevgi yitip gitmiş, bir köprü yıkılmıştır. Eskiden önemi olan bir şeyler varmış; artık tükenmiş, içimizdeki öf duvarı yıkılmış, sabrımız bitmiş. Kötü bir durumdur değil mi, insanın etrafında-

boşlukla da yaşanmaz. Bir büyük karmaşık puzz-

ki şeylerin değerinin azalması… Gelip de içine bir öküz oturmuş gibi olur; sevdikleri silinmiş, sevgisi çürümüş gibi. Tadından yenmezdi oysa; ne güzeldi…

le hayatımız. Gittikçe çürümeye yüz tutan, yalnızlaşan…

Yalnızlık diyorum, neler öğretmez insana? Kendini kucaklamayı mesela. Biri varken insan kendini kucaklamayı akıl edemez hiç. Oysa yalBir gülüşte görür önce insan kendisini, kocaman iki gözde. Buldum zanneder hayatı boyunca nızlık, hırkanın iki yakasını birbirine dolaya aradığı kişiyi. Koca bir puzzle olan hayatının dolaya kollarını göğsüne kenetleyip kendine eksik parçası, o gülüşün ardındaki sıcaklıkta saklı sımsıkı sarılmayı öğretir. Sonra, bu kocaman kuzanneder. Yaklaşıp sarılınca parçalar birbirine uyar caklamayla mutlu olmayı… İyi bir öğretmendir gibi olur. Uymaz oysa… Hep zorlanır yerleşmeye velhasıl; içi çıkana kadar ağlatır, geçmişi özletir, çalıştığı yerde; hep diğer parçaları sıkıştırır. Nefes geleceğe hazırlar. alamaz insan bazen; boşluklardan hava geçer eksik hisseder. Yalnızlık da bir yerden sonra anlaşılıyor da bu önemini yitiren şeyleri akıl almıyor bir türlü. Nasıl bir Sonra? yıkım yaşar ki insan artık önemi kalmaz; onun neyi sevdiğinin, çayı kaç şekerli içtiğinin, nasıl Anlamaya başlar her kalbin eksik bir parçayla hissettiğinin, kızınca neye benzediğinin, sevip sevyeryüzüne indiğini ve gerçek parçanın kime mediğinin, artık özlemediğinin… Bunların önemi verildiğini bulmaya herkesin zamanının yetkalmayınca nasıl yaşar insan?

mediğini…

İnsan gerçekten ne zaman yaşar? Sonra?

Sonrası Yalnızlık… Yalnızlık insana neler yaptırmaz ve ne yapmaz ki? Çıkarıp atılan her uymayan parça, diğer parçaları yıpratır ama dursun ister yine de. Çünkü o

8

Oysa bir kuşun kanat çırpışından, baloncunun renkli balonlarından, çiseleyen ilkbahar yağmurundan mutlu olan insanlardık biz. Önemini yitirenlerle beraber soldurduk gülüşlerimizi, her sabah yalan

bir dünyaya uyandık.


9


büt dergisi }

içindekiler

Aldanma cahilin kuru lafına Kültürsüz insanın külü yalandır. Hükmetse dünyanın her tarafına Arzusu hedefi yolu yalandır. Kar suyundan süzen çeşme göl olmaz Gül dikende biter diken gül olmaz Vız vız eden her sineğin bal’olmaz Peteksiz arının balı yalandır. İnsan bir deryadır ilimle mahir İlimsiz insanın şöhreti zahir Cahilden iyilik beklenmez ahir İşlediği amel hali yalandır. Cahil okur amma alim olamaz Kamillik ilmini herkes bilemez Veysel bu sözlerin halka yaramaz Sonra sana derler deli yalandır.

V k ı ş A

10

İ ı g y a S


l e s y e V

. . . z u r o y 覺 n A 襤le

11


büt dergisi

Süpürgecilik... - Türkan YILDIZ trkn-yldz1@hotmail.com

Aslında çok şey anlatılabilir, çok şey yazılabilir bu başlık altına. Emek, zahmet, ekmek parası, geçmişe saygı ve elbette inanç... Her şeye rağmen süpürgecilik mesleğine duyulan inanç... Başlık için de çok şey söylenebilir. Ki, çeşitli başlık önerileri sunduk birbirimize, aramızda git-geller oldu ama sonunda bu başlığın çok şey anlatacağına karar verdik. Çünkü tek kelime geleceği de geçmişi de özetler...

12


13


büt dergisi }

tefrika

Prometheus - Haluk ŞAHİN sahin.halukk@hotmail.com

Bundan böyle her ay bu köşede okuyacağınız her bir hikaye bir yaşanmışlığı anlatır. Fani insanoğlunun vakti dolduğu zaman, Ben gelirim ve binlerce yıldır aksatmadan devam ettirdiği görevimi yerine getiririm. İşte bundan böyle okuyacağınız hikayeler de Ben’im hatıra defterimde yazılıdır ve üzerine her hangi bir yorum katılmadan sizlere aktarılmıştır. Bu yazı dizinde konu edilen şahısların tanıdığınız kişiler olabileceğinden ve de onların şahsi haklarına saygımdan ötürü gerçek isimleri kullanılmamıştır. Keyifli okumalar dilerim.

B

ir zamanlar namı tüm dünyaya yayılmış bir hırsız tanımıştım. Bu hırsız işinde o denli ustaydı ki uğradığı her şehirde, o şehrin sakinleri kapılarını sıkı sıkıya kilitlerler, tüm değerli eşyalarını hırsızdan korumak için en güvenli yerleri olan yastıklarının altına saklarlardı. Fakat bu çabaları bile bile bizim hırsızı durdurmaya yetmezdi. Sabah yataklarından kalkan ev sahipleri uyku mahmurluklarını daha üzerilerinden atamamışken en değerli hazinelerinin çalındığını fark eder, hırsıza lanetler savururlardı. Hatta bir rivayete göre, ülkenin padişahı tüm hazinesini hırsızdan koruyabilmek için ülkedeki en iyi kilit ustalarını huzura çağırttırarak onlara kimsenin açamayacağı bir kapı yapmalarını buyur etmiş ve tüm hazinesini bu odaya koydurduktan sonra odanın başına en güvendiği, bileğine ve kılıcına kuvvetli beş askerini dikmişti. Bunca önlem bile hırsızı durduramamış, sonunda bir sabah hazinesini kontrol etmek üzere odaya giden padişah askerlerine emir verip kapıyı açtırdığında içerisinin bomboş olduğunu görmüş, sinirden küplere binmişti. Kapıyı tasarlayan kilit ustalarıyla birlikte nöbet bekleyen beş cengaverinin, hiç bir kabahatleri olmamasına rağmen, kellerinin vurulmasını emretmişti.

Oysa ki hırsız, ne cengaverleri etkisiz hale

getirmiş ne de kapının kilidine bir zarar vermişti. Tek yaptığı hazine odasının bitişiğinde

14


bulunan başka bir odadan hazine odasına bir delik açmaktı. Onca hazineyi dışarı nasıl çıkartıp kimseye farkettirmeden kaçırdığını kimse bilmiyordu, zaten hırsızın marifeti de tam olarak burada gizliydi. Bu sırrı tanrı ve hırsızdan başka bilen tek kişi benim ama ben de bizzat sırrın sahibine verdiğim sözden ötürü size açıklamayacağım. Size biraz hırsızdan bahsetmem gerekirse, her daim üzerinde olan uzun siyah entarisi bir erkeğe göre oldukça kısa olan boyunu ayak bileklerine kadar örtüyordu. O kadar sıskaydı ki dışarıdan biri onu gördüğü zaman yıllardır boğazından bir lokma geçmemiş olduğunu düşünür, ona acıyarak gidip kendisine yemek alması için bir kaç akçe para verirdi. Bilmezdi ki o, dünya üzerinde yaşayan herkesten daha zengindi. Fakat onun gözü parada değildi. Diğer hırsızların aksine zengin olmak veya yaşamını idare ettirmek için çalmazdı. Tek bildiği iş buydu, elinden gelen tek iş..

Bu yüzden hırsızlık yapıyordu. Oku-

mamıştı, daha doğrusu okuyamamıştı. Daha bir çocukken okula başlamış fakat öğretmeni onun işe yaramaz tembel bir çocuk olduğunu söyledikten sonra tüm arkadaşları ona gülerken o ağlayarak okuldan çıkmış ve bir daha da geri dönmemişti. Bu olaydan kısa bir süre sonra ailesinden geriye kalmış tek kişi olan babasını kaybetmiş ve kasabanın bir kaç önde geleni aralarında para toplayarak bu zavallı çocuğu okuyup adam olsun diye bir yatılı okula vermişlerdi. Buradaki öğretmenleri de bu küçük çocuğu sevmemişlerdi. Derslerde sürekli başarısız oluyor, öğretmenlerinden

dayak yiyor, arkadaşları ise onunla alay ediyorlardı. Yine bir matematik dersinde hocası onu tahtaya kaldırmış ve tahtaya yazdığı soruyu çözmesini sabırla bekliyordu. O ise elinde beyaz tepeşiri ile kara tahtada yazılı soruya korku dolu gözlerle bakıyordu. Birazdan olacakları defalarca yaşamıştı aslında. Soruyu çözemeyecekti, çözemediği için öğretmeni ona bir yandan hakaret ederken bir yandan da şu an elinde tuttuğu kocaman cetvel ile ellerine ta ki onlar kızarıp nasır tutana değin vuracakı. Tabi bu esnada hemen arkasında oturan 20 küsur arkadaşı bu fırsatı kaçırmayarak onunla alay edip ona güleceklerdi. Tüm bu düşünceler onu strese sokmuş olmalı ki daha fazla dayanamadı ve altına kaçırdı. Bu olayın üzerine tüm sınıftan alaycı kahkahalar yükseldi ve küçük çocuk bir daha dönmemek üzere hem sınıfı hem de yurdu terketti. Kışın en çetin günleriydi. Kar tüm kasabayı beyaz bir örtü gibi kaplamıştı. Küçük çocuk bir başına soğuktan titreyerek sokaklarda dolandı. Artık hayatının sonuna geldiğini biliyordu. En azından babasını ve annesini tekrar göreceğini düşündü. Bu düşünce biraz olsun içini ısıttı.

15


büt dergisi }

haluk şahin

Gözlerini sonsuzluğa kapayacağı sırada bir mucize gerçekleşti. Tam beyaz ışığın içinde kayboluyordu ki bir çift el gelip onu ışığın içinden çekti ve tekrar hayata döndürdü.

O günlerde şehirdeki kimsesiz çocuk-

süre sonra Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu, küçük hırsız da tek varis olmasına rağmen çeteyi bırakıp dünyayı gezmeye başlamıştı.

İşte dünya üzerindeki tüm zenginlere

korku salan hırsızın hikayeside böylece ları toplayarak kendisine bir hırsızlar başlamış oldu. Okuldaki tüm öğretmençetesi kurmuş olan Yakup isimli ünlü bir lerinin aksine o kendisine tek güvenen hırsız onu yanına almıştı. Bu çocuktaki öğretmenin yolunda ilerliyordu. Tek olağanüstü yeteneği keşfetmesi ise çok becerebildiği iş olan hırsızlığa hayatını uzun sürmemişti. Her akşam sırasıyla adamış, o işi de bir zamanlar babasının çocuklardan ganimetleri topladığı zakendisine söylediği “her ne yapıyorsan, manlarda diğer çocuklar pazar yerinde hakkıyla yap” sözünü kendisine ilke eddolaşan yaşlılardan çaldıkları bir kaç akçe inerek layıkıyla yapıyordu. Bu dünyada çok fazla zamanı kalmamıştı, bunun Cadı, kimisini kurbağafarkındaydı. Yıllar önce yurtta maruz ya dönüştürmüş kimikaldığı kötü muamele onun ruhunu sini ise domuza çevirerek öylesine derinden sarsmıştı ki bu durum hayatlarının kalanını kendi onun ölümcül bir hastalığa yakalanmasıpislikleri içinde yuvarlanana sebep olmuştu. Şimdi ise hastalığı rak geçirmelerine sebep iyiden iyiye kendini hissettirmeye olmuştu. Ama bizim başlamıştı. Ama işte yine bir mucize olhırsızın kendine güveni muştu. Uzak diyarların birinde yalnız tamdı, kimse ondan daha yaşayan bir cadı olduğunu öğrenmişti. iyi bu işi icra edemezdi. Bu cadı, her hastalığı iyi edebilecek türlü Ölümsüzlük iksiriyle... iksirler yapabiliyordu. Bunlardan bir tanya da manavdan aşırdıkları bir kaç meyesi insana sonsuz yaşamı verebilecek bir veyi getirirken o, cepleri ağzına kadar iksirdi. Fakat bu yaşlı cadı iksirlerini kimakçeyle ve türlü zilyet eşyası ve takılarseyle paylaşmaz, kimsenin derdine derla dolu gelirdi. Yine böyle bir akşam da man olmazdı. Üstüne bir de çok korkunç Yakup, küçük çocuğu yanına çağırttı ve kötü biriydi. Bir çok ünlü hırsız bu yolve onu özel olarak eğiteceğini söyledi. da telef olmuşlardı. Cadı, kimisini Önceki öğretmeninin aksine yeni öğret- kurbağaya dönüştürmüş kimisini ise meni ona her daim bir baba şevkati ile domuza çevirerek hayatlarının kalanını yaklaşıyordu. Bu durum küçük çocuğun kendi pislikleri içinde yuvarlanarak geçiröylesine hoşuna gidiyordu ki bu yeni melerine sebep olmuştu. Ama bizim öğretmeninin ona her gösterdiğini büyük hırsızın kendine güveni tamdı, kimse onbir hızla öğrenmeye başladı ve küçük dan daha iyi bu işi icra edemezdi. yaşına rağmen şöhreti kasabanın sınırlarını aşmış bir hırsız olmuştu. Yakup, kısa Ölümsüzlük iksiriyle ilgili duyduğu bu

16


O günlerde şehirdeki kimsesiz çocukları toplayarak kendisine bir hırsızlar çetesi kurmuş olan Yakup isimli ünlü bir hırsız onu yanına almıştı. Bu çocuktaki olağanüstü yeteneği keşfetmesi ise çok uzun sürmemişti. Her akşam sırasıyla çocuklardan ganimetleri topladığı zamanlarda diğer çocuklar pazar yerinde dolaşan yaşlılardan çaldıkları bir kaç akçe ya da manavdan aşırdıkları bir kaç meyveyi getirirken o, cepleri ağzına kadar akçeyle ve türlü zilyet eşyası ve takılarla dolu gelirdi. Yine böyle bir akşam da Yakup, küçük çocuğu yanına çağırttı ve onu özel olarak eğiteceğini söyledi. Önceki öğretmeninin aksine yeni öğretmeni ona her daim bir baba şevkati ile yaklaşıyordu. Bu durum küçük çocuğun öylesine hoşuna gidiyordu ki bu yeni öğretmeninin ona her gösterdiğini büyük bir hızla öğrenmeye başladı ve küçük yaşına rağmen şöhreti kasabanın sınırlarını aşmış bir hırsız olmuştu. Yakup, kısa süre sonra Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu, küçük hırsız da tek varis olmasına rağmen çeteyi bırakıp dünyayı gezmeye başlamıştı.

17


büt dergisi }

haluk şahin

dedikodulardan sonra hemen iksiri çalmak üzere yolculuk hazırlığına başladı. Gecenin geç vaktiydi. Etrafta kimsecikler yoktu. Ormanın derinlerinde bulunan iki katlı derme çatma evin bahçesinde türlü bitkiler ve meyve ağaçları bulunuyordu. Ağaçların üzerine tüneyen baykuşlar evin bekçiliğini yapıyorlarmış gibi kocaman gözleriyle etrafı süzüyorlardı. O anda baykuşlardan biri tünediği ağaç dalından havalanarak hırsızın gizlenmek için kullandığı çalılığın yanından uçup hemen arkasındaki toprağa sert bir iniş yaparak bu akşamki yemeğini pençelerinin arasına aldı ve yemeğini yemek üzere olay mahallinden uzaklaştı.

Hırsız, sessizce açık pencereden içeri

İçinden yayılan ışık öylesine göz alıcıydı ki tüm ihtişamıyla parlayan altın kase bile onun yanında işe yaramaz bakır bir çömlek gibi görünüyordu. Hemen rafın önüne gidip içinde ışıklar saçan bir sıvı olan kaseyi eline aldı. Aradığı şeyi bulmuştu ve bu tahmin ettiğinden çok daha kolay olmuştu. Kendi kendisine gülümsedi. Bu muydu yani herkesin korktuğu yaşlı cadı? Böylesine önemli bir şeyi bu kadar basit bir yere mi koymuştu? Belki de kimsenin onu çalamayacağına olan inancı ve kibri yüzünden böylesine değerli bir şeyi saklamaya lüzum duymamıştı.

Kaseyi alıp evi terk etmek üzere içeri

girdiği pencereye doğru hareketlengirdi. İki tane gaz lambası büyük salonu mişken içeri girdiğinden gözünden loş ışıklarıyla aydınlatıyordu. Gözlerikaçmış, tam salonun ortasında duran nin loş ışığa alışmasını biraz bekledikten üzeri siyah bir örtü ile kapatılmış bir şeyin sonra sessizce evin içerisinde gezinerek varlığını fark etti. Yanına gidip örtüyü etrafı incelemeye başladı. Odanın tam kaldırdığında karşısına bir boy aynası köşesinde yeni sönmüş bir şömine ve çıktı. Aynadaki yansımada hasta ölmek üzerinde bakanları dehşete düşürecek üzere olan bir adam kendisine doğru kadar çirkin bir kadının portresi bulunubakıyordu. Bir an da yansıma değişti. yordu. Duvar boyunca sıralanmış rafların Aynada küçük bir çocuk gördü. Öğretüzerinde içlerinde türlü sıvılar bulunan meninin sorduğu soruyu cevaplamabir çok cam fanuslar ve ölü hayvan leşler- ya çalışırken altına yapan bir çocuğun inin bulunduğu kavanozlar büyük bir görüntüsüydu bu. Dehşete kapıldı. özenle sıralanmıştı. Sessizce rafların ara- Siyah örtüyle aynanın üzerini hızla kasında ölümsüzlük iksirini aramaya padı. Korku ve heyecandan dizlerinin koyuldu, ama tam olarak nasıl bir şey bağı çözülmüştü. Dengesini kaybedip aradığını bilmiyordu. Tamamen iç yere düşerken az kalsın elindeki kasenin güdülerine güveniyordu. İç güdüleri içindeki tüm sıvının dökülmesine sebep onu şimdiye kadar hiç yanıltmamıştı ve olacaktı. O anda salonun uzak köşesinaradığı şeyi bulduğu zaman o olduğunu den hıçkırık sesleri duydu. Sanki bir anlayacağından kuşkusu yoktu. Gerçek- çocuk ağlıyordu. Salonun karanlık tarafıtende öyle oldu. Raflardan birinde içinna doğru sürünerek ilerlemeye başladı. den dışarı bir ışık huzmesi süzülen alÖksürüğü iyice artmıştı. Öksürürken tından yapılmış bir kase dikkatini çekti. ağzından çıkan kanlar ahşap zemini

18


kırmızıya boyuyordu. Bu hayattaki vadesi dolmak üzereydi. Bir an önce iksiri içmesi gerekiyordu ama hırsız bir kere merakına yenik düşmüştü işte. Hıçkırık sesinin geldiği yere doğru karanlığın içinde sürünerek ilerledi. Artık gaz lambaları salonu daha az aydınlatıyordu. Gaz lambalarından biri sönmüş, diğeri de son gücünü kullanarak inatla odayı aydınlatmaya çalışıyordu. Hırsız karanlık köşeye vardığında gördükleri karşısında gözlerine inanamadı. Elinde beyaz bir tepeşir tutan ayağından zincirli küçük bir çocuk kara tahtanın önünde çökmüş hiç durmadan hıçkırarak ağlıyordu. Ağzından çıkan salyalarda kan vardı. Hırsız o an tahtada yazan soruyu fark etti. Yıllar öncesine, o yurttaki güne gitti. Aynı soruydu. Nasıl bir büyüydü bu? Artık daha fazla hareket edecek dermanı kalmamıştı. Önünde yapması gereken bir seçim vardı; ya iksiri kendisi içip bu lanetli mekanı bir ölümsüz olarak terkedecek yahut da iksiri çocuğa içirip onu kurtaracaktı. Kararını verdi. Tıpkı hayattaki tek öğretmeni olan Yakup gibi onun da ömrü buraya kadardı. Kendisinden sonrakilere bir yol açması gerekiyordu. Altın kasenin içindeki iksiri çocuğa içirdi, son kalan gücüyle zincirleri açtı.

Daha sonrasında... Hikayenin bundan

sonrasını zaten tahmin edebiliyorsunuzdur o yüzden anlatmaya gerek duymuyorum. Size tek söyleyeceğim hırsızın şu an anne ve babasının yanında mutlu mesut bir hayat yaşadığıdır.

19


büt dergisi }

y ve z kuşakları

Y

Kuşağı En yaşlısı 32 en genci 13 yaşında Hem sokakla hem de bilgisayarla büyümüştür Sadakat duyguları az Teknoloji hayatlarında bir çok şeyin simgesi Çalışmaktan hoşlanmaz, avareleği severler Eğlenmeyi sever ve kazanmayı severler Hızlı tüketicidirler Her şey -öncesi ve sonrası- yaşadıkları gibiydi sanırlar Eş zamanlı bir kaç işi birden yapabilirler Kitlesel değil kişiseldirler Öneri arkadaşlığı vardır Özgüvenleri biraz abartılıdır Girişimcidirler Standartı sevmez kendine özel olanı sever 20


İnternet Kuşağıdır Sadece bilgisayarla büyümüştür En büyüğü 12 yaşındadır Tam teknolojiktirler Ödev yapamama bahaneleri elektrik gitti değil internetim koptu olacaktır Uzaklık kavramları yok çünkü her an istediği yerde ufak cihazlarla bağlantı kuracaklardır Network gençliğidir Yalnızdırlar Aynı anda birden fazla konuyla ilgilenebilirler Dikkat ve konsantrasyon sorunu yaşarlar Sorgusuz yaşayacaklar Onların işini yapay zekalar yapacak Çok diplomalı uzman buluşçu olacaklar Tatminsiz kararsız ve doğuştan tüketiciler

Z

Kuşağı 21


büt dergisi }

sana...

SANAAMA SENİN açıklayabilirim - Türkan YILDIZ trkn-yldz1@hotmail.com

22

yerine anlayamam


“Sana açıklayabilirim ama senin yerine anlayamam.” Ne muazzam bir cümle… Nerden okudum, nasıl aklımda kalmış bilmiyorum. Ancak mükemmel bir etki bıraktığı kesin ki şu sıralar sıklıkla kullanıyorum. Etkiden ziyade, sinir gevşetici bir durum yaratıyor aslında. Hani insanın gün içerisinde karşılaştığı yüzlerce kişinin ruh haline, karakterine karşılık kendi ruh halini ve karakterini onlarla aynı sinerjiye koyamaması ve komünikasyon eksikliğinden kaynaklanan bir durumun peyda olması dolayısı ile sinirlerin gevşeme durumu vardır ya, işte o durumda ve akıl almaz derecelere varan sinir bozucu hallerde kalkıp küfredemediğinizde bu cümleyi kullanın. Küfretmekten daha ziyade bir etkiye sahiptir. Karşınızdaki kişinin; hani derler ya “jetonu düşmeden” siz çoktan oradan sıvışmış olursunuz. Gerçi o tür insanların jetonu kara deliklerden düşercesine geliyor ya, neyse o da farklı bir durum. Geçtiğimiz günlerde 30 yıldır günlük tutan birisiyle tanıştım.

Sadece günlük değil, 30 yıldır etkilendiği tüm cümleleri, sözleri, atasözlerini, veciz sözlerini, her şeyi biriktirmiş adam. Özellikle uzun süredir en çok etkilendiği sözleri biriktirmesi dikkatimi çekti ve ben de aynı şeyi yapmaya karar verdim. Evet, 30 yıldır duyduğu sözleri biriktiren Ekrem Akkuş kadar şaşaalı cümlelerim yoktu ama ben de bazı sözlerden etkilenmiştim. Mesela 17’li yaşlarımda ÖSS’ye hazırlanırken, “Bir ömür eşek olacağına bir yıl çalış inek ol” gibi aklıma geldikçe güldüğüm ve aslında o zamanlarda bana oldukça yardımcı olan bir garip söz var aklımda kalan. Düşünsenize, gelecekle ilgili endişeleri yeni yeni başlamış olan genç bir kızın henüz toy olan duyguları ile bağlandığı bu cümle, o zamanlarda yılda bir defa yapılan üniversiteye geçiş sınavını daha mezun olduğu ilk yıldan kazanmasına vesile oldu. Demek ki yabana atmamak gerekmiş ‘sözleri’. Nitekim o zamanlarda ‘bir ömür eşek olmama’ adına oldukça büyük bir efor sarf etmiştim bu söz sayesinde.

23


büt dergisi }

türkan yıldız

Bir de şu var: “Umudunu kaybetmiş bir insanın başka kaybedeceği hiçbir şeyi yoktur.” Benim favorilerimdendir bu. Çok net hatırlıyorum; ergenlik dönemimdi, platonik aşıktım ve bir şeyler beni onun da bana karşı aynı hisleri duyduğuna yönelik ikna etmeliydi. Yaşım ve yapım dolayısı ile karamsar olduğum için onun da bana karşı aynı hisleri duyduğuna inanamıyordum. Hayat bomboştu ve bir şeyler eksikti. Sonra bir gün takvim yapraklarından birinde bu cümleye rast geldim. O zaman anlamıştım umudun ne kadar değerli bir şey olduğunu. Belki 10 yıldan fazla oldu bu cümleyi okuduğum ama ben o sıralar kime platonik olduğumu bile unuttum, bu cümleyi unutamadım.

Belki beni o boşluktan kurtardığı içindir, belki de etkilenmek için sebep aradığım içindir. Yine de bu cümleyi hayatımın her noktasında her zaman kullandım. Sanırım platonik olma gibi bir durum içeri-sinde olmam da, bu sözü unutmamam için oldukça güçlü bir etken olmuştu.

Einstein’in “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur” cümlesi var bir de. Hiç unutamadığım ve her zaman bir yerlerde kullanmaya çalıştığım sözlerdendir. Önyargı konusunda çok erken yaşlarda bir şeyleri daha net kavramama sebep olmuştur bu cümle. Bunun yanında, Malatya’da Kürtlerin kullandığı bir deyim vardır: “Hırsız olan kedi, gözlerinden bellidir.” Yani aslında n i r ürtle K a d ’ bu cümle önceki cümleyle a y : r ı d r a Malat v m deyi r i b ı el tamamen zıt anlamda da ğ ı b d n e d n i kullan özler g , i d e olsa aklımda kalmış olank eki c n n a l ö o e z l ı s m r “Hı u cü b a d n ı lardandır. Hani demek l s a da ia d n a m Y a l ” . n r a i lid zıt n e m istiyor ki, bir insanı ilk a ır. m d a n t a e d l r y a l e olan cüml ş ı m l ilk a gördüğünüzde onunla ı k n a a s d n i m ı l r i k b a , i olsa or k y i t s i ilgili varmış olduğunuz k vare i l m i e g l d i i a n l n u Ha e on d z ü kanı aslında tümden yann ü n ı ğ l s a ı n a gördü nuz k u ğ u lış değildir. Önyargılar da d l o mış ş ı l n a y en öyle yabana atılası değilda tümd değildir.

24


dir. Bir insan kötüyse, bunu zaten ilk bakışta anlarsınızdır. Bu arada, her iki cümle de aklımda yer edinmekle beraber birbirlerine her zaman tamamen zıt anlamlarla buluşuyor da değiller. Belki de Einstein önyargıların kötü olarak nitelendirilmesi adına bu cümleyi kullanmamıştır. Hem hangimiz bir insan ile ilgili ilk bakışta edindiğimiz bir kanıdan dolayı sonrasında o kanıya vardığımız için pişman olup, daha sonra da vardığımız o kanı dolayısı ile pişman olduğumuz için pişman olmadık ki!

Üstelik mantık evliliği, hayali kurulan aşktır bu insanlar için. Bence muazzam bir şey. Bir defasında bir hoca ile röportaj yaparken bana şöyle bir şey söylemişti: “Bir insanın; duyduğu zaman üzüleceğini bildiği şeyleri öğrenmeye çalışması bile günahtır.” Sonuç olarak, hepimiz biliyoruz ki birilerine haddinden fazla değer verdiğimiz sürece üzüleceğiz ve yıpranacağız. Bunu hepimiz çok iyi biliyoruz ve yine de buna tahammül edeceğimizi bile düşünmeden adımlar atıyoruz. Yani kendi günahımızı alıyoruz. “Ayaklarının yerden kesilme- İşte ayaklarının yerden kesilmesiyle, ayaklarını yerden kese- siyle, ayaklarını yerden kesecek cek kişiden daha çok ilgileni- kişiden daha çok ilgilenen inyorsun” gibi muazzam bir cüm- san tipleri ise birilerine haddinle daha var aklımda kalan ki, sırf den fazla değer vermekten bu şu cümlenin haksız olduğunu yüzden kaçınıyor. Bir adım önde kendime kanıtlamak için binyürüyor onlar. Belki de bir adım lerce önerme sundum ortaya. geride. Ve elbette onlar da aşık Ayaklarımın yerden kesilmesiyle oluyorlar. pek ilgilenmiyorum diyemem ancak ayaklarımın yerden kesil- “Ne yani, papatyada bir mesinin ‘aşk’ ile olmayacağını yaprak daha olsa sevecek miyçok iyi bilenlerdenim. Bunun te- din beni?” Sinir olduğum cümcrübe ile alakası yok. Tamamen lelerdendir. Yine de aklımda iş aşkı ile alakası var. Bilen bilir, kalmıştır fütursuzca. Bir yorumiş aşkına tutulmuş çoğu insanın da görmüştüm bunu. Saçma kaderi mantık evliliğine gebedir. gelmişti ama bir o kadar anlamlı.

25


büt dergisi }

türkan yıldız

“Kulluğunu Allah katında öyle yücelt ki, Allah sana sorsun, ‘Kaderine ne yazayım?’” var mesela. Allah ile konuşmanın günah olduğunu söyleyen korkak inançlıların inadına Allah ile konuşmanın çok güzel olduğunu kanıtlamama yardımcı olan sözlerdendir. Hem bu kadar yalnızken Allah ile konuşmayı hala keşfedememişseniz çıldırmanıza ramak kalmıştır yüksek ihtimalle. Her insanın çıldırmasına ramak kalmıştır her zaman. Kitap okurken hissedilen huzurun bir üst kademesidir Allah ile konuşmak. Samimiyettir. Allah’ı ne kadar sevdiğinin bilincine vardığın samimiyettir.

Çok da başarılı oldukları söylenemez aslında bir sonraki bin sene içerisinde seni anlatabilecek seviyeye ulaşabilirler belki.. Her neyse, adını söyledikçe baharda renklenmiş çiçekler gibi büyüyorum. Öyle güzelsin ki gelincik, akasyalardan süzülmüş akşam güneşi gibisin. Bana kalırsa insanın ölmeden önce son kez görmek isteyeceği o eşsiz manzara sensin. Sen tek başına büyük bir imparatorluksun, dünyayı özelleştiriyorsun.. Bu evrende bizlerin arasında sana rol verdiği için Bir de şu var başlı başına: hamd ediyoruz Allah’a. “Seni düşündükçe, Gezegenimizde hayat öyle saçma, olduğunun rengarenk tülbent boncuğu gibi en büyük kanıtı sensin.. umutlar biriktiriyorum içimde. Allah, güneşi daha yakından Öyle ki her şeyde senden bir görelim görüntü, diye yaratmış seni muhtemelen. bir işaret seziyorum. Allah bilir elbette ama İlk romanı 1007 yılında Japon sen cennete gidince, soylusu bir kadın yazmış cennet daha güzel bir yer varsayarsak, olacak..” bin seneden fazladır insanlar Ethem Yıldırım’a aittir bu şiir. seni anlatmaya çalışıyor. Ben kendisine şair diyorum; o,

26


Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni. Belki kısa bir söz değildir ama okuya okuya ezber ettiklerimdendir bu şiir. Hani, “Allah bilir elbette ama sen cennete gidince, cennet daha güzel bir yer olacak” gibi en çok etkilendiğim yerleri kesip söz diye yazabilirim buraya ama bütünken o kadar güzel ki şiir; kıyamıyor insan kesip biçmeye. İnsanın ölmeden önce son kez okuması gereken şiirlerdendir. Aklımda yer edinmiştir. Müzik dinler gibi alıp dinlenebilecek kadar ezgi barındırır içinde. Güzeldir. Bu şekilde hayatı etkisi altına alan, birçok söz var aklımda. Hepsini yazsam defterler dolar ama yazacağım. Hayatıma verdikleri yön hatırına yazacağım. Dünyada uzun süre kalmayı hak ettikleri için yazacağım. Son olarak, yazmadan edemeyeceğim bir söz grubu var aklımda. İcra ettiğim gazetecilik mesleği dolayısı ile gittiğim haberlerde, şehit cenazelerinde dayanılamayacak acılar çektiğimde kendi kendime tekrar ettiğim bir sözdür bu. Psikopat-

lık derecesine varan empati yapma alışkanlığıma bir çare bulamadığım için çare olarak “Allah bize yeter” duası ile birlikte tekrar ettiğim bir sözdür: “Hüzün ki en çok yakışandır âşıklara. Yandık, yakıldık; ama hüzünden yana asla yakınmadık. Ne de olsa biz mahzun bir Peygamberin ümmeti değil miyiz?” Vesselam…

“HÜZÜN Kİ EN ÇOK YAKIŞANDIR ÂŞIKLARA. YANDIK, YAKILDIK; AMA HÜZÜNDEN YANA ASLA YAKINMADIK. NE DE OLSA BİZ MAHSUN BİR PEYGAMBERİN ÜMMETİ DEĞİL MİYİZ?” 27


büt dergisi }

kitap tanıtım

Mutluluk; varılacak yer değil, yolculuğun kendisidir Tam olarak böyle söylemişti Baron Eduard-Jean Empain, 1978 yılının sonunda teröristler tarafından kaçırıldıktan sonra yaşadıklarını anlatırken. İnsanın tüm hayatı doğumundan ölümüne kadar uzun bir serüvendir aslında. Bu serüveni ilginç kılan da her adımında yaptığı seçimlerdir. En cesur seçimleri ise küçüklüğünde yapar. Büyüdükçe öğrenir, öğrendikçe de kendisine hedefler koyar, gelecek kaygısı onu yaşadığı anın büyüsünü görmesini engeller. İncilde de yazdığı gibi küçüklüğünde gösterdiği ilk taşı atma cesareti yıllar sonra kaybolur, taşlar cebinde birikir ve taşların ağırlığı insanın daha ileriye gitmesini engeller. İşte yazdığım kitap da aslında tamamen bunları konu alıyor.

28

Hem de çok bildiğimiz ama görmezden geldiğimiz toplumsal bir yaranın üzerinden giderek. Napolyon’un “Dünya tek bir devlet olsa başkenti burası olurdu” diyebileceği kadar güzel bir şehirde yaşayan ve şehrin üç tarafı denizle çevrili olmasına rağmen denizi hiç görmemiş bir çocuğun hikayesi... Masalsı mı? Hem de fazlasıyla. Çocuksu bir arayışın, keşfedişin hikayesi. Aynı zamanda bir aşk hikayesi de. Bunu yazarken beni çocukluk yıllarıma götüren, olmak isteyip de olamadığım bir çocuğun hikayesi aslında. Bu hikayeyi okurken siz de kahramanlarla birlikte aşkı, arkadaşlığı ve en önemlisi kendinizi tanıma fırsatı bulacaksınız. Herkese şimdiden keyifli okumalar.


29


Gözlerimi kapayacak bir yer bulamadım Bana cevap verecek bir dost bulamadım Beni alıp götürecek bir dalga bulamadım Endişemi dile dökecek bir tek söz bulamadım İnsandaki nefreti söküp atacak tek bir ezgi bulamadım Halkımı bulamadım, ailemi, mutluluğumu, yolumu Bulamadım Hislerimi tutuşturacak bir köz Bulamadım. Tunuslu şarkıcı Emel Mathlouthi’nin Filistin davası için yazdığı Malkit (Bulamadım) isimli şarkıdır.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.