BULTÜRK Gazetesi 68.Sayı

Page 1

11913 9 1 3 ’ t eSofya Sofya

Yıl: 9

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Sayı: 68

Bulturk’ten

Ocak - 2013

“Karabağ

Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Öğretmek Bizim Borcumuz

Savaşında

Bilinmeyen

Gerçekler”

konulu

Konferans

yapıldı.

Karabağ Savaşı sadece Azerbaycan’ın değil, Bulgaristanlıların da davasıDIR Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) ile Türkiye Üniversite Mezunları Derneği’nin ortaklaşa düzenlediği, “Karabağ Savaşında Bilinmeyen Gerçekler” konulu Konferans Bayrampaşa Belediyesi altında bulunan Konferans salonunda yapıldı. Karabağ Savaşı sırasında Ermeni terörist Monte Melkonyan’ı yakalayarak öldüren ünlü Komutan Ibad Huseynov’un misafir olarak yer aldığı konferansa Bultürk Başkanı Rafet Ulutürk ve yönetim kurulu üyeleri, Türkiye Üniversite Mezunları Derneği İçtimai Birliği Baskanı Cengız Bayramov, Azerbayca’nın İstanbul Konsolosu Emma Heydarova, Atilla dergisi temsilcileri, Azeri Sanatçılar Briliant Dadashova, Azeri kızı Günel, İrade İbrahimova; Elyane Ahmedova ve Türkiye’de öğrenim gören Azeri Öğrenciler ile çok sayıda vatandaş katıldı. Saygı duruşu, İstiklal Marşı ve Azerbaycan Milli Marşları okundu. Devamı 9’da

“Ayakta kalmamızı Ergün Balkan Göçmenleri Ağırladı REFERANDUM Balkan Türk’üne borçluyuz”

Balkan Savaşı’nın 100. yılı nedeniyle Frankfurt’ta düzenlenen sempozyumda Balkan Türklerine soykırım yapıldığına dikkat çeken konuşmacılar, bunun Türkiye’de yeteri kadar gündeme gelmemesini eleştirdiler. Sempozyuma katılan Prof. Dr. İlber Ortaylı, Türkiye’de köylerin boşaldığını ve ülkenin bu nedenle göçe ihtiyacı olduğunu söyledi. Almanya‘nın Frankfurt kentinde düzenlenen sempozyumda Balkan Türkleri’nin yaşadığı zorluklar ve Balkan savaşı ele alındı. Avrupa Balkan Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin düzenlediği etkinliğe Prof. Dr. İlber Ortaylı, Eski Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu, yazar gazeteci Nevval Sevindi Çalışkan katıldı. Devamı 3’te

Rafet ULUTÜRK Bulgaristan Türkleri

BAŞYA ZI

Kültür ve Hizmet Derneği

Genel Başkan

Yeni yıla bir ilk ile girdik. İlk defa Kavkaslar ve Balkanlar’dan STK’lar arası “Karabağ Savaşında Bilinmeyen Gerçekler” konulu konferansımıza tüm misafirlerimize ve üyelerimize teşrifleri ile bizleri onurlandırmışlardır. Kendilerine teşekkür ediyoruz. 2013 Yılı tüm üyelerimize yeni bir gelecek ve yeni bir başlangıç sunsun. Bulgaristan Türklerine ve Türk Dünyasında umutlu, bereketli, birlik ve beraberliğine, başarılı bir yıl olmasını dileriz. MUTLULUK BANKASININ SEVGİ ŞUBESİNDEN

2013 No.lu hesabınıza, 365 gün daha yatırılmıştır.

Mutlu bir şekilde harcamanız dileği ile… Şeker gibi tatlı, Ruya gibi güzel bir yıl dileklerimizle.

MUTLU

YILLAR…

Belediye Başkanı Cengiz Ergün, Manisa Balkan Göçmenleri Derneği Başkanı Mustafa Kader ve Mak-Göç Başkanı Birol Vardar ile birlikte Balkan Göçmenleri Derneği Yönetim Kurulu Üyesi İzzet Karasu’yu makamında kabul etti. Manisa Balkan Göçmenleri Derneği Başkanı Mustafa Kader, Mak-Göç Dernek Başkanı Birol Vardar ve Balkan Göçmenleri Derneği Yönetim Kurulu Üyesi İzzet Karasu ile birlikte Belediye Başkanı Cengiz Ergün’ü ziyaret etti. Ziyarette Belediye Başkan Yardımcısı Nursel Ustamehmetoğlu ile birlikte Kültür Müdürü Kemal Çamlıoğlu’da yer aldı. Devamı 11’de

Bursa’da vize çilesine son

Bursa’da vize çilesine son verecek olan resmi başvuru merkezi açıldı. Artık vize almak sadece 15 dakika sürecek. Bursalıların vize çilesine son verecek olan VFS Global ve Gatavway resmi vize başvuru merkezi, Kükürtlü Caddesi’nde kapılarını hizmete açtı. Bursalılar artık Bulgaristan, Avusturya, Malta, Yunanistan ve İspanya’ya konsolosluklara gitmeden vize alabilecekler. VFS Global ve Gatavway Yönetim Kurulu Başkanı Halis Ali Çakmak, Türkiye’de 8 ayrı ofiste 11 ülke ile çalıştıklarını ifade ederek, “Eskiden vize müracaatında bulunacak bir kişi büyükelçilikler için Ankara, başkonsolosluklar için ise İstanbul’a gitmek zorunda kalıyordu. Devamı 3’te

Yurtdışı Genç Liderler

Projesi Başlıyor

T.C Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, bugün yayınladığı basın bildirisiyle “Yurtdışı Genç Liderler” projesi hakkında bilgi verdi. T.C Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, bugün yayınladığı basın bildirisiyle “Yurtdışı Genç Liderler” projesi hakkında bilgi verdi. Basın duyurusunda, “Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, yurtdışında yaşayan gençlerimize yönelik hizmetleri kapsamında yeni bir proje başlatmıştır. Yurtdışı Genç Liderler Projesi, her sene farklı ülkelerden öğrencilerin katılımıyla kültürlerarası iletişim, kişisel gelişim, kültür ve tarih konularında gençlerin bulundukları toplumlarda başarılı bireyler olarak yetişmesini hedeflemektedir. Eğitim programlarından kültür gezilerine, staj programlarından dil kamplarına kadar farklı içeriği ile Genç Liderler programı, yurtdışında yaşayan gençlerimizin sosyal ve kültürel hayatta başarılarını desteklemek maksadıyla hayata geçirilmiştir” denildi. İlgilenenlerin, programın içeriği ve başvuru hakkında http://gelecek.ytb. gov.tr adresinden yararlanabilecekleri gibi, sorularını gelecek@ytb.gov.tr e-mail adresine iletebilecekleri kaydedildi.

Bulgaristan tarihinin ilk referandumuna hazırlanıyor, halk önümüzdeki günlerde nükleer enerjiyi oylayacak. Bulgaristan’da ülkenin tarihindeki ilk referandumunda halka “yeni nükleer santral yapımı ile Bulgaristan’da nükleer enerji sektörü geliştirilsin mi?” sorusu sorulacak. Başbakan Boyko Borisov, partisi GERB taraftarlarının referandumda, ‘hayır’ oyu kullanmalarını istedi. Nükleer enerji konudaki görüşlerini açıklayan Başbakan Borisov, Kozloduy Nükleer Santrali’nde 7. ve 8. bloklarının inşa edilmesine izin vereceklerini ifade etti. Nükleer enerji referandumuna muhalefet partisi SDS’nin sempatizanlarının katılmaması çağrısında bulunan Kabavinov, nükleer enerji meselesinin halk oylamasına sunulacak bir konu olmadığını savundu. 2012’de Bulgar Sosyalist Partisi, Belene’de yeni nükleer santral inşa edilmesi konusunda 500 bin üzerinde imza toplamış ve meseleyi ocak sonunda yapılacak referanduma taşımıştı. Bulgaristan’da 27 Ocak’ta yapılacak olan referandum için yurtdışında 36 ülkede vatandaşlar oy kullanabilecek.

Bulgar müziği Çalga, aydınları ayağa kaldırdı

Bulgaristan’ın Çalga olarak bilinen müzik türüne AB fonlarından bir milyon euro dolayında destekte bulunulacağının açıklanması ülkede hararetli bir tartışma başlattı. Türkçe ‘çalgı’ sözcüğünden türetilmiş olan Çalga, Bulgar müziğinin yanısıra Türk, Arap, Yunan ve diğer Balkan etkilerini pop müziğin potasında eritiyor. AB yardımını alacak olan Payner Media adlı müzik şirketinin Bulgaristan’da üç televizyon kanalı var. Payner Media, komünizmin çöküşünden sonra 1990’lı yıllarda hızla popülerleşen Çalga türünün arkasındaki ana müzik şirketi olarak biliniyor. Devamı 3’te


2

Bulgaristan T端rklerinin Sesi


Bulgaristan Türklerinin Sesi 3

Bursa’da vize çilesine son

Bursalılar da kendilerine en yakın şehir olan İstanbul’a geliyorlardı. Artık vatandaşlarımız, Bulgaristan, Avusturya, Malta, Yunanistan ve İspanya’ya yönelik vize başvurularını bizlere yapabilecekler. Artık konsolosluklara gitmelerine gerek kalmadı. Artık kimse zaman kıydı, yolculuk ve müracaat sırasında bekleme gibi sıkıntıların hiç birini yaşamayacak. Artık insanımız aklından bu vizeyi mesele olmaktan çıkarsın” dedi. Vatandaşların Kükürtlü Caddesi’ndeki merkeze çok kolaylıkla ulaşabileceklerinin altını çizen Başkan Çakmak,”isteyenler internet sitemizi ya da çağrı merkezimizi arayarak bizden bilgi alabilirler. Ya da ulaşım açısından da son derece kolay olan ofisimize gelerek başvuruda bulunabilirler. Buraya gelen vatandaşlarımız 10-15 dakika içinde vize başvuru işlemlerini bitirebiliyorlar” diye konuştu.

“Bugüne kadar ayakta kalmamızı ve gelişmemizi Balkan Türk’üne borçluyuz”

Çok sayıda dinleyicinin takip ettiği sempozyumda, Balkanlarda yaşanan acının Türkiye’de gündeme getirilmemesi eleştirildi. Türkiye’nin göçe ihtiyacı var Prof. Dr. Ortaylı, Türkiye’de köylerin boşaldığını ve ülkenin bu nedenle göçe ihtiyacı olduğunu belirterek şunları söyledi: “Bugüne kadar ayakta kalmamızı ve gelişmemizi Balkan Türk’üne borçluyuz. Bu kaynak kurumuştur. Başka yerlere bakmamız gerekiyor. Muhtemelen ÇinTürkistanı’na. Çünkü onlar için bir istikbal yok orda. Kimse Çin‘in yapacağı nüfus değişikliklerine sesini çıkaramaz. Gaz çıktı diye Sincan bölgesine gelip yerleşecekler. Bu nedenle oradan nüfus getirmeyi düşünmeliyiz. Ve tabiki Asya dünyasından. Fakat benim gördüğüm kadarıyla hükümetlerin bu tür eğilimleri yok. Bu yanlış. Düzeltmeleri, politikaları gözden geçirmeleri gerekiyor.” Ülke için savaştılar Serdaroğlu konuşmasında, Balkan insanının cesur, çalışkan, mücadeleci ve değişime açık olduğunu söylerken, bu bölgeden gelenlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması için savaştığını, ülke siyasetine önemli isimler kazandırırken aynı zamanda da daima olumlu etki bıraktığını vurguladı. Nevval Sevindi Çalışkan, Balkanlarda yaşanan zulümlerden, yaşanan çaresizliklerden örnekler verirken, Türkler’e yönelik soykırım yapıldığına dikkat çekti. Sevindi Çalışkan “Biz bu bölgeye 500 yıl boyunca medeniyet verdik. Ancak camiler yıkıldı, insanlar öldürüldü. Türkler anıları hariç herşeyini geride bırakarak doğdukları topraklardan ayrılmak zorunda kaldı. Bölgede yaşanan aynı zamanda kültürel bir soykırımdır” diye konuştu. Neden gündeme gelmiyor? Pehlivanoğlu, Balkan Türkleri’ne yapılanların bugün Türkiye’de gündeme gelmemesini eleştirdi. Çobanoğlu ise tarihte verilen tavizlerin ve yapılan hataların Balkanlar’da toprak kaybına neden olduğunu, bu nedenle tarihten ders alınması gerektiğini söyledi. Çobanoğlu ayrıca, Balkanlardaki askeri başarısızlığa neden olarak emir komuta zaafiyeti ve strateji hatalarını gösterdi.

Bulgar müziği Çalga, aydınları ayağa kaldırdı

Para, seks ve mafya Kimi çevrelerin aşırı müstehcen bulmasına karşın, Çalga türü Bulgaristan’ın yeni zenginleri ve gençler arasında sevilerek dinleniyor. Para, seks ve gangsterleri konu alan şarkılar, genellikle yarı-çıplak kadın şarkıcılar tarafından söyleniyor. Bulgaristan Maliye Bakanlığı’nın internet sitesinde AB fonlarına layık görülen projelerden biri olarak Payner Media’nın adının geçtiğini öğrenen bazı çevreler, öfkeyle tepki verdi. Mali yardımın gerekçesi olarak Payner Media’nın ‘’hem Bulgaristan’da hem de uluslararası piyasalarda yüksek kalitede medya ve müzik ürünleri üreten öncü rolünü korumasının’’ amaçlandığı belirtiliyor. Ancak tiyatro yönetmeni Alexander Morfov, ‘’Dünyaya Bulgar kültürü olarak bunu mu göstereceğiz?’’ diye sorarak, Çalga müziğe parasal desteğin ‘’korkunç’’ olduğunu açıkladı. Protesto çağrısı Tiyatro ve sinema prodüktörü Tedy Moskov, ülkenin tiyatro, opera ve müzik çevrelerinden herkesi protestoya çağırdı. Ancak Bulgar hükümetinin Avrupa fonlarından sorumlu bakanı Tomislav Donçev, bir radyoya verdiği mülakatta, ‘’resmi çerçevede herşeyin doğru biçimde yapıldığını’’ belirtti. AB’nin verdiği fonlar, Bulgar ekonomisini daha rekabetçi kılmayı hedefliyor. Bakan Donçev, bir müzik şirketinin ülke ekonomisini hangi açılardan daha rekabetçi kılacağını tekrar değerlendireceklerini vadederek eleştirileri yatıştırmaya çalıştı.

Sayın Azerbaycan Konsolos Yetkilileri, Sayın Bayrampaşa Belediye Bakanım, Sn.Parti yöneticileri, Sayın STK Yöneticileri, Değerli katılımcılar, Türk Dünyasının Şah Damarı Bakü’den ülkemize gelen Azerbaycan Milli Kahramanımız Sn.İbad HÜSEYİNOV, Değerli Cengiz Kardeşim ve beraberindeki Muhterem Misafirlerimiz, bu gün sizlerle birlikte olmaktan çok mutlu olduğumuzu ifade etmek isterim. Derneğimiz adına sizleri saygıyla selamlıyor, Hepiniz Hoş geldiniz, Sefalar getirdiniz, Şeref verdiniz. Azerbaycan’ın Karabağ savaşı ile ilgili tüm konuların ele alınacağı bu Konferansta bizlerin de Azerbaycanlı kardeşlerimizin bu haklı oldukları davalarında seslerini duyurmakta bir nebze de olsun katkımız olması için bu gün bu konferansı yapmaktayız. Ayrıca Karabağ savaşı sadece Azerbaycan’ın değil, tüm Türk Dünyasının davasıdır. Böyle bir konferans tertipliyor olmaktan ve Azerbaycanlı kardeşlerimizin yanında yer almaktan duyduğum memnuniyeti sizlerle paylaşmak isterim. Azerbaycan’daki kardeşlerimizi en iyi anlayanlar Balkan Türkleridir - yaşadıkları sürgünler, dramlar ve soykırımlarla. Bu nedenle biz Azerbaycan’ın Karabağ ve işgal altındaki vatan toprakları meselesinde en önde gelen destekçilerinden ve dünyanın neresinde olursa olsun bu haklı davanın takipçilerinden olacağız ve olmalıyız. Bu konuda nasıl bir fedakârlık yapmamız gerekiyorsa onu gözümüzü kıpmadan hazır olduğumuzu belirtmek isteriz. Değerli dava arkadaşlarım, Bundan birkaç ay önce bende Azerbaycan’a giderek bizzat ermeni işgalini ve kardeşlerimizin çektikleri çileleri ve sıkıntıları yerinde görme imkânım olduğu gibi sınır bölgelerini de gezdik ve gördük. Açık yüreklilikle şunu belirtmek isterim ki, orada olup bitenlerden dünyada insanlık utanç duymalıdır ve dünya medeniyeti sınıfta kalmıştır. Katıldığımız konferans ve gezinin asıl amacı Azerbaycan halkının sıkıntılarını, haklı oldukları Dağlık Karabağ sorununu ilk önce Azerbaycan dışında yaşayan Türklere ve ardından tüm acı gerçekliği ile dünya gündemine taşımaktı. Öncelikle bizler Türk Dünyası olarak birbirimizi iyi anlamalıyız, birleşmeliyiz ve kenetlenebilmemiz için projeler üretmeliyiz. Böyle bir proje adına, Balkanlar’dan Altaylar’a; Türkmenistan’dan Sibirya’ya; Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar, Türklerin yaşadığı her coğrafyadan gelen Türk Yazarları bir araya geldiler. “Dilde, Fikirde ve İşte Birlik” şiarını hayata geçirmek için bu toplantıya iştirak ettiler. Sonuç olarak Ermeni işgalinin yarattığı sorunların Türk Dünyasına ne kadar pahalıya mal olduğunu yerinde inceledik ve gördük. Bu işgal sonucu bir milyon yüz bin kişi göç etmek zorunda kalmış, 20 bine yakın insan katledilmiş, 50 bin insan sakat kalmıştır, 5 bin insandan bugün halen haber alınamamaktadır. Ermeni işgalinin birde ekonomik ve sosyal boyutu vardır. Maddi boyutu bugünkü değeri ile Azerbaycan`a maliyeti 60 milyar dolardır. 21. yılına girdiğimiz bu trajedinin ekonomik, sosyal, insani boyutunu tahmin etmek herhalde zor olmasa gerek. İşte bu zor dönemlerde Azerbaycan hem bağımsızlığını korumaya çalışıyor, hem de toprakları işgal olmuş, mecburi göçe zorlanan insanlara bakmak, doyurmak, okutmak, sağlığını korumak için çaba sarf etmektedir. Dolayısıyla Ermeni işgaline maruz kalan toprakların yeniden ülkenin kontrolüne geçmesini sağlanmalı ve 21 yıldır işgal edilmiş haklarının elde ederken tazminat hakkı da istenmelidir. Bu konuda da tüm Türk Dünyası bu haklı davasında Azerbaycan’ın yanında olmalıdır. Ermeni çetelerinin Azerbaycanlı kardeşlerimize musallat olması dünkü mesele değildir. Birinci Dünya Savaşının sonlarında yani 15 Eylül 1918 tarihinde Azerbaycan’da Mehmet Emin Resulzade tarafından kurulan Milli Azerbaycan Cumhuriyeti’nin varlığını kabul edemeyen Kızıl ordu güdümündeki Ermeni çeteleri başta Bakü olmak üzere Karabağ bölgesini tedrici olarak işgal etmişlerdi. Bu işgal ve katliamlar karşısında sıkıntı yasayan kardeş Azerbaycan Cumhuriyeti yöneticileri Osmanlı yönetiminden acil yârdim talebinde bulunur. Osmanlı yönetimi aldığı kararla, Genel Kurmay Başkan Vekili Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa komutasındaki Türk İslam Ordusunun Azerbaycan’a gönderir. Nuri Pasa komutasındaki Türk Ordusu 15 Eylül 1918 tarihinde kardeş Azerbaycan’a

Rafet ULUTÜRK

Konferansta Konuşma Metni

girer. İşgalci güçlerle yapılan çatışmalar sonrası, Agsu, Göyçay, Kürdemir ve Samahi gibi bölgeler kurtarılır. İki aylık süren çatışmalar ve ilerlemelerle Ağustos başında Türk-İslam ordusu Bakü’ye girmeyi başarır ve Bakü düşman işgalinden kurtarılır. 1990’lı yıllardaAzerbaycan topraklarını işgal ederken Ermenilerin kardeşlerimize yaptıkları mezalimi hepiniz iyi bilmektesiniz. Bugün ateşkese rağmen Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’nin 1300 kez ateşkesi bozmuş ve sivil insanları, özellikle kadınları, çocukları, yaşlıları vurmuşlardır ve vurmaya devam etmektedirler.. İnsanlarımızın kendi avlusunda, bahçesinde, evlerinin önünde, tarlasında ve köylerinde de, neredeyse her yerde Rus keskin nişancıların hedef olması gibi, hiçbir kurala sığmayan vahşet eylemleri hakkında bilgiler alırken şaşkınlığımızı gizleyemedik. Tanık olduğumuz manzaralardan sar-

sıldık, Azerbaycan gerçeklerinin bu kadar trajik olduğunu inanın düşünemedik bile. Maalesef bunlar hepsi gerçek. İşte dünyada ikiyüzlü Avrupa, Rusya v.s. bunların hepsi de Ermenistan’da bir asker ölse pireden deve yapıyorlar. Sormak isterim nerede insan hakları, nerede Birleşmiş Milletler. Maalesef dünyada hak güçlü olanın olmuş, çünkü bu gün küresel güçler KÜRESEL ADALETİ uygulamamakta ısrarcı ve düşünülmüyor bile. Bu da Türkler dünya yönetiminden gittiklerinden beri hep böyle devam etmekteler. İşte bu gün şunu iyi anladık ki, Türk Dünyası artık birleşmeli, çünkü Birleşmiş bir Türk Birliği oluşturulana kadar bu olaylar, bu adaletsizlikler devam edecektir. İşte bunun için Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Cumhuriyetleri tekrar bir araya gelerek dünyada söz sahibi olmaları ne kadar gerektiğini tüm dünyada yaşayan Türkler bunu çok iyi görmeleri gerekir. Ancak böyle dünyaya adalet dağıtabilir, dünya ancak o zaman adaletli yönetime kavuşabilir. Türkler Küresel Güç olduklarında Küresel adaleti de gerektiği gibi uygulayacak-

tır dünya ve insanlık bundan emin olsun... Son olarak “İşgal altındaki Dağlık Karabağ sadece Azerbaycan’ın değil, tüm Türk Dünyasının sorunudur” Bu sorunun çözümü için bizler el ele, omuz omuza olmalı; bu uğurda Türk Dünyası olarak birbirimize kenetlenmeliyiz. Başta büyük Türk Dünyası’na, bütün İslâm âlemine sesleniyoruz:

Azerbaycan halkının haklı davasında kenetlenelim...

Biz Balkan Türkleri ve de özellikle Bulgaristan Türkleri zalimin zulmünün ne olduğunu çok iyi biliriz. Yirminci yüzyılda bütün insanlığın karşısında alınlarımıza silah dayayarak adımızı değiştirdiler ve zorla Hıristiyan yapmaya çalıştılar. Böyle zulümler ancak ortaçağda görülmektedir. Bu nedenle Azerbaycanlı kardeşlerimizin halini anlayabilenler bizleriz ve de onlara elimizden gelen desteği esirgememeliyiz. Hepimizin yapabileceği bir şeyler mutlaka vardır. Bulgaristan’da ve Balkanlarda kamuoyu oluşturabiliriz ve de bunu mutlaka yapmalıyız. Bizler Balkan dernekleri olarak ilk defa böylesi nitelikli bir kongreyi organize ederek Balkanlardaki STK’lar ile Azerbaycan STK’larının bir araya gelerek bir ilke imza attık ve bu yolu açmış olduk. Artık Türk Dünyasının birleşmesi konusunda bizim gibi STK’lara çok iş düşm e k t e d i r. Yaşanan gelişmenin ve bir birimizi tanıma ve halklarımızı birleştirme konusunda sivil toplum örgütleri üzerinde de ne kadar olumlu etki yaptığını göstermiştir. Ayrıca buradan 2 önerim olacak; 1 . Bulgaristan’da 1950-60 yılları arasında komünizmi yaymak üzere Komünist Rusya tarafından Bulgaristan’a Azerbaycanlı öğretmenler gönderilmiş, fakat kısa sürede bunların Türkçülük yaptığının ve yaydığının farkına varınca apar topar rejim tarafından geri gönderilmişlerdir. İşte bu gün Bulgaristan’da Türkçülüğe hizmet eden bu öğretmenlerimizden hala sağ olanları araştırıp bulalım ve Bulgaristan’da sağ olanlarla tekrar buluşturalım. Gerek Bulgaristan’da gerek Azerbaycan’da bir araya getirelim, böylece Azerbaycan Türkü ile Bulgaristan Türkü’nün kaynaşmasında büyük bir adım atılmış olacaktır. 2. İkinci önerim de 09.09.1982 yılında Asala teröristleri tarafından vurulan Burgaz da görevi başında şehit düşen Türkiye’nin Burgaz Başkonsolosluğu İdari Ataşesi Bora SÜELKAN’ı unutturmamalıyız. Bu şehidimizin adına Bulgaristan’ın Burgaz şehrinde bir anıt yaptırılması hususunda girişimlerde bulunulması gerektiğini düşünüyoruz. Buradan tüm Türk Dünyası’nın analarına sesleniyorum; “Çocuklarınızı yetiştirirken onları Dünyayı yönetebilecek bilgi, beceri, birikim ve ahlakla donatarak yetiştiriniz. Biz bu ağır işin altından kalkamasak da, sizin büyüttüğünüz gelecek kuşaklar bu ağır yükü bulunması gerektiği olan yüksekliklere rahatlıkla taşıyacaklardır. Türk Birliğine Dünyanın ihtiyacı vardır; bunu herkes idrak etmeli, dünyada kim adaletin hâkim olmasını isterse, bu birliğe destek olup sahip çıkmalıdır.” Son olarak da işgal altındaki Dağlık Karabağ, sadece Azerbaycan Türklerinin sorunu değil, bu sorun tüm Türk Dünyası’nın hatta insanlığın sorunudur” BULTÜRK olarak bu konferansa ev sahipliği yapmaktan ve Azerbaycan ile Balkan Türklerinin arasındaki işbirliğinin temel taşlarını atmaktan son derece mutlu ve bahtiyarız. Bu organizasyonumuzda bize destek veren öncelikle B.Paşa Bld. Bşk. Sn. Atila AYDINER ve Bld.Bşk.Yrd. hemşerimiz Sn. Ahmet TÜFEKÇİ Beyefendiye huzurunuzda teşekkür ediyor ve buraya gelen tüm katılımcılara Kurumumuz adına huzurlarınızda teşekkür eder, böylesine önemli çalışmalarının artarak devam etmesini de temenni ederiz.

Tekrar hoş geldiniz diyor ve saygılarımı sunuyorum.


4

Genç çizerden etkileyici sergi 30 yaşındaki Ardıno’lu resimleyici ve çizgi roman çizeri Ayhan Hayrula, “Çizgi Roman” adlı ilk kişisel sergisinde özgün eserler tanıtıyor. Belediye’nin Yılbaşı Kutlamaları Programına dâhil edilen sergi “Rodopska İskra” Toplum Merkezi’nin lobisinde bulunuyor. Ziyaretçilerin son derece zor yapılan dokuzuncu sanat olarak kabul edilen çizgi roman türünü yakından tanıma şansı olacak. Ayhan,birsürükısahikâyeleryazmış,resimleme ve kitap kapakları çizmiş. Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) “Boom! Studios” yayınevinin yayınladığı tarihi drama türündeki “Swordsmith Assassin” başlıklı çizgi romanının yazarıdır. Aynı zamanda ABD’de “Digital Webbing” yayınevinin yayınladığı “Roswell, Population 37” adlı bilim-kurgu, fantastikkorku romanı onun eseridir. Ayhan bir de ABD’de “Zenescope Entertainment” yayı-

nevinden çıkan „Grimm Fairy Tales Myths & Legends” gerilim romanının yazarıdır. Genç ressamın sergisi 21 Aralık 2012 tarihine kadar ziyaretçilere açık olacak. Ayhan Hayrula, Sofya Ulusal ve Dünya Ekonomi Üniversitesi’nde muhasebe ve denetim ihtisası elde etmiştir. Ressamın daha fazla eserleri www.ayhanhayrula.blogspot. com adresindeki resmi sitesinde görülebilir.

Hz. Mevlana “Herkes ayrılıktan bahsetti bense vuslattan” der Hazreti Mevlana’nın 739. Vuslat Yıl Dönümü Uluslararası Anma Törenleri çerçevesinde Sofya Kültürel Etkileşim Derneği etkinlik düzenledi. Gecede büyük düşünür, felsefeci, tasavvuf temsilcisi ve Allah dostu Mevlana Celalettin Rumi’nin bizlere bırakmış olduğu koskocaman mirasın ufak bir kısmı olan anlayış, hoşgörü ve aşk üzerine yazılı öyküler, özlü sözler ve şiirler Türkçe, Farsça, Bulgarca ve İngilizce okundu. Gecenin sunuculuğunu üslenen Borino’lu Kadriye Alimanova dernek tanıtımı yapıldıktan sonra, Dernek Başkanı Hacı İsmail Köseömer, hangi duygu ve amaçlarla gecenin düzenlendiği konusunda kısa bilgi verdi. Etkinliğin konukları arasında olan “İrfan” Akademik Eğitim Merkezi Başkanı Dr. Aleksandır Veselinov – Şemseddin, Hz. Mevlana’nın Mesnevisinin ilk on sekiz beytini Farsça ve Bulgarca okudu, Şeb-i Arus (Düğün gecesi) ve Tasavvuf hakkında kısa bilgiler verdi. “Dinle, bu ney neler hikâye eder, ayrılıklardan nasıl şikâyet eder. Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir”… Hz. Mevlana’nın felsefesinde ney, olgunlaşmış insanın simgesidir ve aşk derdini anlatmadadır. Bu hususta Adapazarı’nda oturan Şumnu Bulgaristan göçmeni bir ailenin oğlu ve Sofya Tıp Üniversitesi öğrencisi Neyzen Onur Dinçer üflediği sazlı

ney ile geceye damgasını vurdu. Okunanları süslemek için arka planda Ney ezgileri Hz. Mevlana’nın sözlerine eşlik etti. Yurtdışı Türk öğrencilerden Mustafa “Fil neye benzer?” öyküsünü dinleyicilere sunarken, Borino’lu Sevinç de aynısına Bulgarca okudu ve ardından her ikisi de Mesnevide olan özlü sözlerle bu öyküyü genişlettiler. Derneği yeni üyesi Elimira “Her gün bir yerden göçmek” şiirini okudu ve arkadaşlar daha nicelerinden örnekler sundular. Sırada hoşgörü vardı ve “Birbirinin dilinden anlamak” öyküsündeki üzüm! Yine özlü sözler ve nihayet Hz. Mevlana’nın tüm insanlığa bıraktı nasihat: “Gel, gel, ne olursan ol yine gel”… Dinleyiciler o kadar dikkatliydi, sinek uçsa fısıltısı ney eşliğinde duyulur masal olurdu! Onur’un neyinden akan ezgiler o kadar büyülüydü ki “Fabrikada çay” mekânı unutulmaz gecelerden birini yaşıyordu. Dakikalar ilerliyor ve söz aşka, ilacı olmayan duyguya geldi. Önce Sevda’nın (Dükkâncı) kadife sesi: “Leyla’nın Verdiği Cevap” öyküsü ve Elmira’nın gizemli sesinden Bulgarca karşılığı. Sonra da sanki iki dilde bir aşk atışması… Gizem dolu gece kapanış konuşmaları ve dinleyicilere verilen sözlerle tamamlandı. Ve tabi Onur’un kamış neyi… Etkinliği izlemeye gelen konuklar arasında Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyükelçiliği Siyasi İşlerden Sorumlu İkinci Kâtip Süheybi Rumi Ünal, İkici Kâtip Sinan Zeren, Bulgaristan Müslümanları Balmüftülüğü – Başmfütü Yardımcısı Vedat Sabri, Hak ve Özgürlükler Hareketi Eski Gençlik Kolları Başkanı Ceyhan İbryamov veeşiyeraldılar.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Tarihini bilmeyen, geleceğini hiçbir surette göremez.. Bulgaristan Türklerinin Geçmişten Gelen Sesidir “Türkan Çeşme” Anma Törenleri Ta r i h i n i b i l m e y e n , g e l e c e ğini hiçbir surette göremez... Bizler en korkusuz ve en namuslu isyanları gerçekleştirebilen bir halkız. İstisnasız, ellinden geldiğince her birimiz katılmıştır verdiğimiz mücadelelere . Direniş yükünün ağır kısmını taşıyanlar öncelikle eşlerimiz ve Analarımız olmuştur. Anaların en derin ve unutulmaz acısı evlat acısıdır, anne için dünyada başka bir acı yoktur. Onların başta gelen,kutsaldan kutsal olan hakları ise, evladını doğurup öz isimleriyle yetiştirip mutlu olmasını sağlamaktır. Analarımız evlatlarının Türklüğü, hakları, özgürlüğü, ve dinimiz için kendilerini ateşe atmıştır. Direnişin en sert olduğu 1984 Aralığında, dışarıda buz kesen bir havada Türk isimlerimizi savunmak için yollara,meydanlara döküldük. Kadını, erkeği,gençli, yaşlı alaylarının başında yürüyen Fatma gelinin kucağındaki 17 aylık Türkan kızımızı totaliter rejimin kurşunlarına hedef olup kurban vermiştik. Benzeri görülmemiş bu vahşeti her yıl daha da büyük yas törenleri ile anılırken, Bulgaristan’da Türk vicdanını sınama günü haline gelmiştir 26 aralık. Şehit düştüğü yere kurulan ve gece gündüz şır şır akan “Türkkan Çeşme” Türklüğün ve Müslümanlığın sembolü oldu. Anma törenlerine Türk partisi-HÖH MYK temsilcileri ile birlikte olurlar. Fakat 1972 “Nevrekop” yiğit Pomak direnişlerine; 1984-89 Türklük baş kaldırışına katılanlar, nedensiz sorgulanma zulmü görenler, yargısız cezaevleri ne atılanlar, yıllarca sürgünde kalanlar. “Belene Adası” ve “HAPİSHANELERDE” eziyet kamplarından geçenler, Bulgar ırkından olmadığından dolayı değişik biçimde sürekli hor görülüp ezilenler ve pek çok bilinen ve bilinmeyen kahraman, çok geniş bir halk topluluğu katıldı. Dış ülkelerden temsilciler geldi. Kahramanlık dolu mücadeleyi yaşatmak isteyenlerin kafilesi bu yıl bir o kadar daha yürekli ve büyüktü. Sanki bu kadar çok insanın bir arada olması adalet ve hakkaniyet umudunu artırıyordu. Çünkü Türkkan bebeğin katili ve daha nice katiller hala bulunup adalet önüne çıkarılıp cezalandırıl(a)madı. Kürsüdekilerin daha fazlasını oluşturan Türk partisi-HÖH yerel ve merkez yöneticilerinin huzursuz olduğu seziliyor, sanki onlar da artık bu işlerin böyle gitmeyeceğini, yol ayrılığına gelindiğinin, bu kavşağın sonundaki güzel günleri birlikte görebilmek için şimdi burada doğru seçim yapmaları gerektiğini anlıyorlardı. Onların her biri, kendilerine bakan ateşli gözler ile Türk partisi-HÖH yönetimi ve Türk Halkı arasında derin bir uçurum oluştuğunu, yani yerlilerin diliyle yumurtanın çatlama vaktinin geldiğini hissediyordu. Kutsal anılara yeni yaşam suyu verme buluşmasına Türkiye Cumhuriyetinin Sofya Büyükelçisi İsmail Aramaz’ın özel olarak katılıp bir konuşma yapması dikkatleri çekti. 1974’ten bu yana Türkiye Cumhuriyetinden bir devlet yetkilisinin Bulgaristan Türkleri kitlesi önünde konuşma yaptığı görülmemişti. Bundan 39 yıl önce Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit, son Bulgaristan ziyaretinde, Razgrad’a bağlı Vladimirovtsi köyü Kültür Evi balkonundan insanlarımıza hitaben konuşurken, ansızın T. Jivkov’a dönüp: “Şu kardeşlerimin ana dil, din, örf, adet, kültür haklarına, Türk olarak yaşamalarına toz düşürmezseniz, Bulgaristan’ın Türkiye’den daha büyük ve daha güvenilir dostu olamaz!” demişti. Hiçbirimiz bu sözleri hiçbir zaman unutmadık. Bu konuşma o zaman “Yenı Işık” gazetesinde Türkçe, “Rabotniçesko Delo”da Bulgarca tam metin basılmıştı. Bu iki gazetenin o sayısı çeyiz sandıklarında saklandı. On yıl sonra 1984’te tanklar Vladimirovtsi’yi kuşattığında, gazeteler sandıktan çıkarıldı. Açıldı. Pankart oldu. Meydan ortasına “Türklüğümüzü değil, canımızı alın!” yazıldı. Büyükelçi Aramaz’ın sıcak hitabı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bizimle ilgili izlediği politikada değişmeyen bir süreklilik ve ilkelik olduğuna herkesi bir kez daha inandırdı. Büyük elçi Türklüğümüzü yaşatabilmek için mücadelemizin temellerinde ana dilimizi öğrenip geliştirme çabalarımızın olması gerektiğne deyinerek çok isabetli vurgu yaptı. Burada Türk partisi-HÖH adına konuşan ve konuşmasının ikinci kısmını ilk kez Türkçe yapan Başkan Yardımcısı L. Mestan daha önce kullandığı kavramların bazılarını öz olarak değiştirdi. Türkçe konuştuğu için para cezası ödemek zorunda kalacağını söyleyen milletvekili L. Mestan, sorunların şimdiye kadar sürdüregeldiği “hoşgörü” masalıyla çözülemeyeceğini anlamışa ben-

ziyor. O, Bulgar toplumunu “karşılıklı hoşgörüye davet etti.” Fakat dinleyenler, kendi içinde en basit eleştiriye bile tahammülsüz olan HÖH yönetiminin talebine anlam veremedi. Totalitarizm sonrası Bulgaristan’da “değişik etnik halk topluluklarına ve özellikle Türklere karşı ırkçı ayrım politikasını uygulanmaya devam ettiğini” örnekleyerek anlatırken, GERB politikacı ve iş adamların da tolerans diye bir şey olmadığını vurguladı. 1990’da Demokratik Güçler Birliği (SDS) milletvekili adayı olan, 1993’te Türk adını geri alıp HÖH’e katılan L. Mestan, şimdiki Sofya hükumetini “Avrupa Birliği standartlarına ve İnsan Hakları Bildirisi hükümlerine” uymamakla itham etti. Ayrıca ilk defa bu Mevlid-i-mize gelen bir Bulgar Milletvekilini hakkaniyet ve Türklüğümüz adına kürsüye alamadılar. Çünkü Türk partisi-HÖH çok demokrat ya … Ömründe camiye girmemiş olan, fakat bu konuşmasında Gotse Delçev (Nevrekop) kasabasında bir cami inşa edilmesine iktidar partisinin engel olunduğunu, izin verebilmek için referandum istediğini anlatırken, çocuklarımızın okullarda ana dili öğrenme zorunluğunu da konu eden HÖH Başkan yardımcısı, “analar usul usul anlatıp, çocuklarına dil öğretsin” demek isterken tekerlediği sözler “ölüm yaratılışın en tabii yasasıdır!”, “acılar ve kederler yok olurken, anadilimiz de tarih olabilir, elimizden gelen yok, ne yapalım!” anlamı kazanınca, azığından çıkanlara kendisi de şaşırıp kaldı. Tabi Kırcaali’nin Gluhar-(Sallar) köyünde “Ne yapacaksınız Türkçeyi, çocuklarınıza İngilizce öğretin” derken sayın vekil bunu unuttu çünkü o bir önceki seçimlerden önceydi, şimdi yeni seçimler geliyor stratejiler değişiyor herhalde… Lider A.Doğan anma törenine gelmedi, görüldüğü üzere gerek de yok, ilk zamanlar insanımızın daha önce Doğan Beyefendiyi kimsenin adını işitmediği yüzünü görmediği için, bu kişiyi Türk halkı tanıması için o buralara birkaç kez uğramıştı. Anlattıklarına göre halen “saray dalaverelerine” dalmış elini başına sürecek vakti yokmuş. Türkkan yavrunun katlilini de sonradan işitmişti. O, 1984-90 arası müstakbel “lider” eğitimi görüyordu. Gölgedeydi, Sofya Toplumsal Bilimler ve Sosyal Yönetim Akademisi’nde (AONSU) “Türkler nasıl Bulgarlaştırılır” konusunda derin derin düşünüyor ve bazı önemli “fikirleri” tez olarak kaleme alıyordu. Lütfü Mestan’dan sonra HÖH yönetimi adına yeni Başkan Yardımcısı Ruşen Rıza da bir konuşma yaptı ve yeni parlamış ateşiyle “rövanşizimden” yani intikamdan, öç almaktan söz etti. Sabırla dinleyen kalabalık öç sözünü işitince önce kulak dikti, daha dikkatli dinlemeye başladı. Bu kitabımızda yoktu. Ne demek istiyordu. “Dişe diş”, “kana kan” deyip 17 yaşında bir Bulgar kızın öldürülmesi mi gündeme gelmişti yoksa A. Doğan ilk sıralara sürdüklerinden yanlış yapmalarını ve sonra politik olarak parlamak amacıyla onların kulağını mı çekecekti? HÖH kurmaylarının kıskanç olduğu da kimsenin gözünden kaçmadı. Hazır bulunan kalabalığın daha fazlası HÖH dışı dernek ve örgütlerden idi. Türkan Çeşme mitingi bir kitlesel anma töreniydi. Kahramanlığı ölümsüzleştiren yerli yabancı dernek çelenkler inden BULTÜRK çelenginin dikkati çekmesi kıskandırdı. Belirli kişiler dışında kimseye söz hakkı tanınmaması yuhalandı... Anma mitingi değişim havası beklentisiyle yüklüydü. Çok kalabalıktı fakat kürsüde hapislerde kalan savaşçılardan, Belene Adasında yatanlardan, sürgün çilesi çekenlerden, işkencelerde dayak yeyip kemikleri kırılmış kardeşlerimizden, bu direnişlerin bel kemiğini oluşturan kahraman sabırlı kadınlarımızdan hiç kimse yoktu. Bu tablo karşısında, burada da mı siyaset,halkın güvenini yitirmiş HÖH temsilcileri duygularımıza da ipotek altına almayı amaçladılar acaba sorusu aklına gelmiyor değil insanın. Zahmet edip gelenlerin gözlerinden okunan şuydu: Gün bitmez akşam olmaz. Akşam bitmez gün olmaz. Ve bu bekleyişin içinde en değerli olan Karanlığın en zifiri olduğu an, Aydınlığa en yakın olan anıdır. Bizde son yüzyılda ezile ezile oluşan bu bilinç, Yorulmadan süzülmeye devam ediyor.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 5

Hikmet EFENDİEV

Hesaplaşma Kültürü

Biz Bulgaristan Türkleri’nde yaşadığımız topluma aidiyet yani mesup olma duygusu gelişmişti. Başka bir değişle bu VATAN duygusudur. Bizim Bulgaristan’daki yaşam biçimimiz bir ANAERKİL toplum olsa da, biz o Vatan’a Atavatan, dedik. Muhtemelen, bu o topraklara ilk gelen ve yerleşenler atalarımız olduğu için olmalıdır. İnsan kendi kendine, özüne ve ruhuna VATANIM neresi diye sorsa, 6 katın 25. dairesinde denize baka baka yetişmişse, yanıtlamada zorlanabilir. Soydaşlarımızda bu duyumlama derin kadim kültür anlayışı olup, hepimizin gönlünde en hoş, sevimli ve yüce bir duygudur. Son büyük göçte bizden ve Vatandan kopup yollara dökülenler hepimize çok derin acılar yaşattı, silinmesi mümkün olmayan izler bıraktı. Şu noktaya da işaret edelim. Son büyük göçle bizim inanç bütünlüğümüz çatladı. Hepimiz Bulgar diyarına Vatan derken, “Kaş yapayım derken, göz çıkardılar!” deyip yollara düştük. Atavatan’a sırt çevirip Anavatan yolunu tuttuk. Anavatan hepimize güven verdi. Anavatan’a ferleşme, ona alışma, onu sevme yıllarında 6. katın 25. dairesinden deniz seyredenlerin yurtseverlik konulu esin kaynakları üstüne tartışmalı fikir alış verişi yapma olanağım olmadı. Rodoplar, Deliorman, Dobruca, Tuna denince benim kuşağım ilham alıyor, gönlü sevgi doluyordu. Bizim sevgimizse, içimizde kendiliğinden büyüyen gelişen güçlenen gönüllere sığmayacak kadar kocaman olan bir duyguydur. Ne yazık ki, sevgimiz hep budandı, kısıtlandı, serpilip açması engellendi. Sevgi kültürünün karşıtı olan korku kültürü baskın geldi, bize karşı hep pompalanıp olabildiğince tırmandırıldı. Bulgar totaliter zülüm rejimini belirleyen özellik oldu ve tüm demoktariik güçlerce reddedildi. Korku kültürü bizi sadece “ötekiler” yani “Türkler” yani “düşmanlar” olarak göstermekle kalmayıp, aynı zamanda “devşirmeler”, “Şipka Savaşı”, “İslamı kabul etme”, “Müslümanlığa geçme”, “1976 Nisan Ayaklanması”, “Levskini asılması” v.b. gibi konularda XX. yüzyıl boyunca Bulgaristanlı Türk gençlerin herhengi birilerine veba borcu varmış, suçlu olduklarından boyunu bükük yaşamaları gerektiği gibi hiçbir hukuka ve adalete dayanmayan bir ortamda yaşamamız gerekti. Dünyanın hiçbir adalet sistemi dedelerin borcunu torunlarına ödetmez. Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Pomakların, tüm Müslümanların herhangi bir makama, erke veya ulusa herhangi bir borcu olduğunu kabul etmiyorum. Açık alıncla, öz kimliğimizin şerefli vicdanıyla, taşıdığımız en hüman bilinçle yaşama hakkı bizimdir, hepimizindir. Hiçbir hukuka dayanmayan ve adil olmayan, çarpık bakış açılarının, sapık görüşlerin, zamanını yaşamış değer yargılarının, adil olmayan saptamaların, günümüz barış ve huzur ortamına, karşılıklı hoşgörünün galip gelmesine engel olan batıllığın tarihin çöplüğüne itilmesi zamanı gelmiştir. Hele hele Avrupa Birliğinin yeni bir medeniyet yaratmaya açıldığı XXI. yüzyılda bu gereksinimin gerçekleştirilmesi kaçınılmaz zorunlu oldu. Bunu yapabilmemiz için tarihin yeniden süzülüp yazılması zamanı geldi. Bu uğurda 1912 Balkan Savaşı konulu yapılan son konferanslarda dile gelen yeni görüşlerin, kültür-sanat dalşlarında sahneye, beyaz perdeye çıkan ve küçük ekranla evvimize giren filmler, piyesler, şiir derlemeleri ve belgesel öyküler çok büyük önem kazandı. Özellikle Balkanlarda “devşirme” ve İslam dinini “zorla” kabul ettirme gibi konularda gerçeklerin hakiki tarihsel yüzü açılmaya başladı. Bilinen ve sevilen Rus yazarlarından Radi Fiş’inTürkçe okurlara “Ben de Halimce Bedreddinem” adıyla kazandırılan “Spyaşçie Probuditsya” (UYUYANLAR UYANACAKTIR) Romanı bu konuda bir öncüdür. Kitap Balkanların gerçeklerini günümüzden 6 yüzyıl önce, Sağır Ortaçağı diye adlandırılan dönemde yaşamış Simavna Kadısının Oğlu Şeyh Bedrettin üzerinden anlatıyor. Osmanlı Sultanı Murat’ınb Kosovo zaferinden önce Islav boyvodaların egemenliğinde olan topraklardaki durum şöyleydi: “Gavurun Voyvoda tabir edilen hükümdarları topraklarını süren rençberleri, her işlerini gören adamlarını yalınayak, hırpani bir kılık içinde dolaştırır, boyunlarına ip gibi tasma takar, bu da yetmez, bunlar sanki insan değil dehayvanlarmış gibi bir de damgalarlardı. Kadınların, genç kızların yazgıları da erkeklerinkinden daha farklı değildi. Gelin olacak bir genç kızı gerdek gecesi yavuklusundan önce voyvoda yatağına alırdı. İşte bu yüzden Muhammed dininin hakka ve hukuka saygısını, İslam cengaverlerinin yiğitliklerini gören bu zavallı insanlar büyük bir coşkuyla Hak dinini kabul ediyorlardı., Devamı Gelecek Sayıa

Balkan Savaşlarıyla İlgili Konferans Düzenlendi Makedonya Bilim ve Sanatlar Akademisi – MANU, “Balkan Savaşlarının 100. Yılı” adlı konferans düzenledi.

3 ve 4 Aralık tarihlerinde gerçekleşen bu konferansta Balkan savaşlarından bu güne kadar önemli noktalara ve konulara değinildi. Makedonya’nın farklı etnik topluluklarına ait bilim adamları, tarihçiler, araştırmacılar, yazarlar Balkan Savaşlarının 100. Yılı konulu konuşmalar yaptılar. MANU’nun düzenlediği “Balkan Savaşlarının 100. Yılı” adlı konferansın organizasyon kurulunda Prof.

Dr. ken nel D r.

Türkiye, ticari yatırımcıların paralarını yatırmak istediği ülkeler listesinde büyük bir sıçrama gerçekleştirdi. İş dünyasından haberlerde ayrıca: iki Sırp firması Kosova’ya elektrik sağlayacak. Türkiye’deki dış ticari yatırımlarda artış kaydedildi. [AFP] Türkiye , Dış Gayri Menkul Yatırımcıları Derneği tarafından 7 Ocak Pazartesi günü yayınlanan yıllık bir ankete göre, küresel ticari gayri menkul yatırımcılarının bu yıl paralarını yatırmayı tercih ettiği yerler listesinde dördüncü sırada yer aldı. Ülke, geçen yılki listede dokuzuncu sırada bulunuyordu. Ülke, gelişmekte olan pazarlar arasında da geçen yıla oranla dört sıra yükseldi. * * * Bulgaristan , Avrupa Komisyonu’nun 7 Ocak Pazartesi günü yayınladığı bir rapora göre, 2012 yılında 27 AB üye ülkesi arasında yasa dışı ekonomik faaliyet oranı en yüksek ülke oldu. Ülkede bu tip faaliyetlerin oranı, GSYİH’nın yüzde 31,9’u seviyesinde bulunuyor. Romanya da yüzde 29,1 ile listenin üst sıralarında yer alıyor. * * * Priştine merkezli Zeri gazetesinin ha-

berine göre, Kosova ‘ya elektrik sağlamak amacıyla açılan ihalede iki Sırpenerji şirketi seçildi. Gen ve Rudnap adlarındaki firmalar Mayıs 2013’e kadar tedarikten sorumlu olurken, bu tarihten sonra Kosova Enerji İşletmeleri Türk Çalık-Limak konsorsiyumuna geçecek. * * * Yunanistan’daki Yunan Telekomünikasyon Örgütü 7 Ocak Pazartesi günü yaptığı duyuruda, gönüllü işten çıkarma planının 1.500 civarında işçi tarafından kabul edildiğini açıkladı. Şirket, bu operasyonun işletim giderlerinin yılda yaklaşık 80 milyon avro azalması ve rekabet gücünün artmasına olanak sağlayacağını belirtti. * * * Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Gabon, Nijer ve Senegal’i kapsayacak altı günlük gezisi öncesinde 6 Ocak Pazar günü yaptığı açıklamada, ülkesinin Afrika ülkeleriyle olan ticaret hacminin 2015 yılına kadar 50 milyar dolara ulaşmasını istediğini söyledi. Erdoğan bu ülkelerde yerel yetkililer ve iş adamlarıyla temaslarda bulunup çok sayıda anlaşma imzalayacak. Geçen yıl, Türkiye’nin Afrika ile ticareti 17 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmişti.

Ahmet Şerif yer alırbu organizasyonun GeSekreterliğini ise Prof. Numan Aruç yaptı.

Gayri menkul yatırımcıları gözünü Türkiye’ye dikti

Dr.Ayhan BOYACIOĞLU

Bulgaristan Türklerinin Sesi Mestanli Görüşmesinin Düşündürdükleri 2012 yılının son günlerinde Momçilgrad (Mastanlı) Belediye kahvesinde çok önemli bir ilk görüşme gerçekleşti. HÖH’ten yetkili kimse katılmasa da, bu görüşmede 13 Kasım 1988’de hapishane ve Belene Kampından sonra Vratsa ili köylerine (Kameno pole, Kunino, Draşan) sürgün edilen gerçek kahramanlar hazır bulundu. Aralarında “Bulgaristan’da İnsan Haklarını Koruma Demokratik Birliği” (BİHKDB) kurucu yöneticileri de vardı. BİHKDB Başkanı Mustafa Ömer ve sekreterler Sabri İskender ile Ali Ormanlı’nın gelmesi memnuniyet ve umut uyandırdı. Bulgaristan Türklerinin Mayıs 1989 Büyük Ayaklanmasının gerçekleştiği tarihte bu örgütün 3 000 (üç bin) üyesi vardı. “Mayıs 89”direnişlerinde kurban verme pahasına başı çeken onlar oldu. Ülkeden ilk kovulanlar da onlar olmuştu. Gizli örgütün yerel önderleri Belene’de yatmış Türkler arasından seçilmiş öğrenimli, eğitimli aydın kişilerdi. Kurucu liderler daha 1989 mayısında Türkiye’ye kovulunca, örgüt yönetimi önceden belirlenmiş liderler tarafından üstlenildi. Önderliği Sliven’e bağlı Yablanovo köyü muhtarı Hüseyin Nuh üstlendi. Bu gizli örgütün programında yer alan ana hedefler şunlardı: “İsimlerin geri alınması; yasaklanan İslam gelenek ve hayat tarzına göre yaşamanın yasallaşması; sosyal yaşamda demokratik ilkelere dönülmesi; Türklere, yasaklanan ana dilde eğitim, öğretim ve kültürel yaşam haklarının yeniden tanınması ve yasallaştırılması...” 4 Haziran 1989 tarihinde “Hür Avrupa” Radyosunda konuşan Başkan Mustafa Ömer şöyle diyordu: “Değerli yurttaşlarım, soydaşlarım, demokrasi ve Bulgaristan toplumunun kökten dönüştürülmesi uğruna mücadele eden kardeşlerim, rejimin geleceği olmayan baskıcı, bizi eritme politikası Bulgaristan’da son derece tehlikeli ve ağır bir durum yarattı. Bu durumda, iktidarın insan düşmanı politikasına karşı direnişlerini arttıran legal ve illegal örgüt ve kuruluşları daha yakın uyumlu birlik ve dayanışmaya davet ediyorum. Bugün, demokrasi mücadelesi, bizdeki azınlıkların tüm haklarının tanınması ve geliştirilmesi uğruna kavgayla kaynaştı. Direnişin yasal ve barışçıl olmasına çağırıyorum. Teröre, baskılara ve kundaklamalara hayır. Yürürlükte olan Anayasamız ve ülkemizin imzaladığı değişik uluslararası sözleşmeler haklarımız ve özgürlüklerimiz uğruna mücadelemizin legal yollardan yürütülmesine olanak tanımaktadır. Zaman, baskı ve teröre karşı sürekli direniş ve ardı arası kesilmeyen kitlesel protestolara geçme zamanıdır....” 1990’dan sonra bu kahramanlardan hiç biri Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin, parti yönetimine, milletvekilliğine v.b. davet edilmedi, dışlandı, uzaklaştırıldı, gözden düşürüldü. A. Doğan onları düşman bildi ve bildirdi. Çünkü Bulgaristan’da demokrasi yolunu döşeyen gerçek direnişçi kahramanlar, önderler onlardı. Şimdi, Mestanlı’ya davet edilmeleri hepimizi düşündürdü. Ne mi oldu? HÖH demokratikleşmeyi seçmiş olabilir mi? Seçmişse bu örgütün temsilcilerine en az HÖH Yönetim Kurulunda daimi yer ayırmalıdır. Onlardan özür dilemelidir. Çünkü 04.01. 1990 günü Varna’da kurulan HÖH, Bulgaristan’da İnsan Haklarını Koruma Demokratik Birliği’nin hakkını yedi, mirasına kondu, onu her gün yok etti. HÖH Yönetim Kurulu’nda yalnız BİHKDB’den temsilci olması yeterli midir? Asla yeterli olamaz! HÖH YK’da Eşref Kahraman’ın yönettiği BAHAD, toplama kamplarında, cezaevlerinde, zindanlarda ve sürgünde bulunanların kurduğu tüm diğer derneklerden, HÖH listesine her seçimde çuvalla oy sağlayan BALGÖÇ, BULTÜRK ve tüm öteki federasyon, dernek, teşkilat, kulüp ve STK temsilcileri için de daimi yer olmalıdır. HÖH ancak o zaman Tüm Bulgaristan Türk, Pomak ve Müslümanlarını, tüm soydaşlarımızı temsil eden bir kitle partisi olabilir. Bu gerçek temsilciler HÖH kongresine federasyon, kulüp, örgüt, dernek delegeleri olarak katılmalı ve gerçek temsilci olarak parti yönetimine seçilebilmelidir. HÖH’te, parti içi demokrasi kapısı ancak böyle açılacaktır. Menstan’lı görüşmesi bu hususta düşündürdü ve gerçekleşecekmiş gibi umut verdi..


6

BULTÜRK’TEN DUYURU

МЕТАМОРФОЗИТЕ НА ЧЕТИН КАЗАК

При посещението на изселническото дружество БУЛТЮРК в българския парламент, групата се състоеше от стари и нови изселници. Срещата с г-н Цветан Цветанов премина в много сърдечна и делова обстановка. За първи път, в такава гостоприемна среда, на изселниците им се даде възможност да изразят своите болки и да изтъкнат проблемите си пряко пред управляващата политическа сила в лицето на г-н Цветан Цветанов - министър на вътрешните работи и госпожа Караянчева. На връчените от нас въпроси г-н Цветанов благоволи още на място да отговари позитивно на въпросите от неговата компетенция. За другите въпроси обеща да ги сведе до знанието на компетентните органи и лица. Срещата между нас бе много ползотворна. В същия дух бе и срещата ни в Анкара. Тук няма да се спирам подробно на проблемите, които се разискваха, защото те намериха достатъчно място по медиите. Явно писанията предизвикаха силен отзвук, след като поставените там въпроси станаха тема на дебат в българския парламент. Народният представител от партия ДПС Четин Казак реагира първи като внесе питане до външния министър с много интересно за нас съдържание: „Защо на старите изселници в групата на БУЛТЮРК, посетила парламента, бяха издадени безплатни визи?” До тук за някои господа, в зависимост от гледната им точка (например тези от Атака), може всичко да изглежда нормално. Разбира се не и за нас. Още по - интересен за нас беше следващият ход на г-н Четин Казак, а именно внасянето на едно ново предложение в парламента за издаването на безплатни визи за старите изселници от България или безвизов режим за тях. Какво се промени в рамките на 2 месеца, кой дявол и какво подшушна на ухото на г-н Казак, че се завъртя на 180 градуса. Кое беше грешното в издаването на безплатни визи на изселниците от групата на БУЛТЮРК? Или вече и изселниците трябва да ги делим на тези от БУЛТЮРК и тези от ДПС!? И все пак кой губи от всичко това. Нали губещите са тези невинни хорица, страдащи от дългогодишната носталгия по родните краища и родния дом. Докога те ще бъдат обект на подигравка за болните ви политически амбиции. Не подценявайте хората като си мислите, че те имат къса памет. Не забравяйте, че тези хора досега са ви вярвали и са ви подкрепяли безрезервно. Те ви подкрепят, не за да жонглирате на политическата сцена и да се правите, че „уж” им защитавате правата и свободите. Те ви подкрепят и искат реално да им защитавате правата. За политически грамотните хора последният ви политически трик може да се дешифрира така: “Ето виждате ли ние (ДПС) се опитваме да ви защитим, но ГЕРБ не позволяват, което гласно изразихте в турските медии (ТЕК-РУМЕЛИ ТV). Ако вие наистина сте „за” разрешаването на проблемите на тези хора, защо в първия случай обвинихте ГЕРБ, че ощетява държавата, а във втория случай искате от същата политическа сила да прави това за което я обвинихте, а именно издаването на безплатни визи. Г-н Казак, не ви ли се струва, че това, което вършите е абсурдна проява на безочливост от ваша страна. Поне някой друг, вместо Вас да беше направил второто предложение! Или в стремежа си да се покажете като един политически хитрец и да се понравите на някому от вашата върхушка се самозабравяте и не се усещате какви ги вършите. Дори не можете да прецените, че безотговорността Ви вреди на вашите невинни избиратели. С болните си политически амбиции, за да не спечели ГЕРБ позиции и дивиденти в средите на турците изиграхте един много некоректен, дори бих казал глупав номер. И най-болното в случая е, че отново губещата страна бяхме ние, хилядите, които 23 години безотказно гласувахме, за да сте на тези топли, печеливши и удобни само за вас кресла. Господин Казак, сигурно е дошло времето да си изровите главата от пясъка и да видите, че не сме в 90 - те години, а сме вече в 2013 - та, ФАТАЛНАТА... Б УЛ Т Ю Р К - И с т а н б у л , Ту р ц и я

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Hastalığı Tetikleyen Gıdalar ‘BİLİMSELEĞİTİM’NEZAMAN?3 D o ç . D r. K e m a l Y e ş i l ç i m e n

Astımınız, panikatağınız, migren, tansiyon ve şeker hastalığınız varsa yediğiniz, içtiğiniz gıdalara daha fazla özen göstermeniz gerekir. Astım hastaları konserve, turşu, fast food beslenmeden; migren hastaları peynir, salam, sosisten; gastriti olanlar kakao, hazır meyve sularından; panikatağı olanlar kafeinli içeceklerden uzak durmalı. Bazı yiyecek ve içecekler, hastalıkları tetikleyebiliyor. Beslenme alışkanlığına dikkat edilmediği takdirde hastalığın oranı artıyor. Panikatak bir kişinin kafein içeren içecekler ve tatlı tüketmesi, migren hastasının peynir, turunçgil, bakla gibi gıdalarla beslenmesi, sağlığı olumsuz yönde etkiliyor. Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı Üyesi Uzmanı Dr. Ayşe Gürel, rahatsızlığa göre beslenilmesi gerektiğini söylüyor. Gürel, astım hastalarını konserve, turşu, zeytin, maden suyu tüketmemeleri konusunda uyarıyor. Türkiye’de her yüz erişkinden yaklaşık 7’sinde, yüz çocuktan 15’inde astım görülüyor. Astım, doğru tedavi ve beslenme ile kontrol altına alınabilen ancak dikkat edilmediği takdirde günlük hayatta hastayı ciddi olarak kısıtlayabilen kronik bir hastalık. Dr. Ayşe Gürel, fast food beslenmenin, astıma yakalanma yüzdesini artırdığını belirtiyor. Gürel, “Astımlılar özellikle de tuz tüketiminde dikkatli olmalı. Tuz ve tuz içeriği yüksek olan; konserve, turşu, salamura besinler, zeytin, maden suyu kesinlikle tercih edilmemelidir.” diyor. Yeme içme davranışları, panikatakla da yakından ilgili. Dr. Ayşe Gürel’e göre uzun süre aç kalmak kan şekerini düşürüyor. Düşen şekeri normale çıkarmak için böbrek üstü bezlerinden hormonlar daha fazla salgılanır. Bu hormonlar vücut depolarındaki yağ ve proteinlerden şeker üretmeye çalışır. Bu arada kalp çarpıntısı, ağız kuruluğu, terleme, sinirlilik ortaya çıkar. Panikli bir kişi, normal olan bu durumu panikatak olarak değerlendirir ve korkuya kapılır. Özellikle de tatlı yiyeceklerin panikatağı tetiklediğini söyleyen Gürel, “Glikoz içeren yiyecekler, koyu çay, kahve, kolalı gibi kafein içeren içecekler, aşırı sigara içimi, aşırı yemek yemek, iştah kesici ilaçlar, panikatağı başlatır.” şeklinde konuştu. Migren hastası, şarküteriden uzak durmalı Beslenme ve diyet uzmanı Gülcan Emirza da migreni tetikleyen en önemli faktörün beslenme alışkanlığı olduğunu dile

getiriyor. Dr. Gülcan Emirza’ya göre migren ataklarını tetikleyen yiyecekler şunlar: Her türlü peynir, sucuk, salam, sosis, pastırma gibi şarküteri ürünleri, hazır et ve tavuk suyu tabletleri, deniz ürünleri (kalamar, karides, midye), konserve besinler, turunçgiller, yağlı ve baharatlı yiyecekler, kafeinli içecekler, bakla ve maya. Hastalıklara göre beslenme şeklinizi belirleyin Reflü: Az az ve sık sık beslenilmeli, fazla yemek yemekten veya uzun süre aç kalmaktan kaçınılmalı. Sıvılar, yemeklerle beraber değil, öğün aralarında alınmalı. Koyu çay, kahve, çikolata, sarımsak, soğan, nane gibi besinler tüketilmemeli. Kaymak, krema, mayonez, tereyağı, margarin gibi yağlı besinlerden kaçınılmalı. Acı baharatlar, karbonatlı içecekler, domates, turunçgiller, kafein ve asit içeren besinlerin tüketimi en aza indirilmeli. Gastrit: Kakao, hazır meyve suları, limonata, sıcak ve kepekli ekmek, ekşi yoğurt, kabuklu ve kumlu meyveler, kuru baklagiller, turp, salça, sirke, ketçap, hardal, zeytin, kuruyemiş, kurutulmuş meyveler asla tercih edilmemeli. Tansiyon: Sodyum alımı günde 1,5-2,5 gr arasında tutulmalı. Hazır gıdalarda etiketlere bakılmalı. Çok şekerli yiyecekler (pasta, dondurma, şerbetli tatlılar, meşrubatlar, meyve suları) yenilmemeli. Salam, sosis, sucuk gibi şarküteri ürünleri tüketilmemeli. Bunların tuz içeriği yüksektir ve katkı maddesi fazladır. Kalp ve damar hastalıkları: Kalamar, karides, ıstakoz gibi deniz ürünleri tüketimi azaltılmalıdır. Bu yiyecekler kolesterol ve ürik asit içerir. Kızartma, şeker, tuz, yağ, beyaz ekmek, yağı çıkarılmamış süt, yoğurt ve peynirden uzak durulmalı. Diyabet (şeker): Posa içeriği zengin yiyecekler tercih edilmeli. Bu gıdalar, kan şekerini yavaş yükseltir, insülin ihtiyacını azaltır, tokluk hissinin oluşmasını sağlayarak ağırlık kontrolüne yardımcı olur. Yemeklerde posa miktarını artırabilmek için pirinç yerine bulgur, meyve suyu içmek yerine meyve yenilmeli. Çavdar ya da tam buğday ekmeği tercih edilmeli.

Kurulan bu sistemde bilgiyi değerlendirme dahil, nitelikli işleri isteseniz de yapamazsınız. Çünkü bunun eğitimini verecek bilim dünyamız, bilinçli olarak bitkisel hayata sokulmuştur. Örneğin aşı ve ilaç. Sadece ambalaj sanayi size ait olabilir. Kendiniz bir molekül keşfedebilir misiniz? Bunun için milyarlarca dolar tutan araştırma merkezlerini kurmak için gerekli parayı size kim verir ve niye versin? Zaten sizin bilim dünyanız ve üniversiteleriniz bilim ve teknolojik yönden kastre edilmiş ve küresel sisteme harem ağası gibi bağlanmıştır. Harem ağası yapmanın tekniği ise basittir. ‘Herkes bilim ve araştırma yapacak’ diyen cahillerle kıt kaynakları tüketmek yeterlidir. Akıl oyunu böyle oynanıyor. Herkes güya araştırma yapıyor da hangi sorunumuz çözülüyor ve kaç para kazanıyoruz bilen var mı? Halbuki, kıt kaynaklarımızı, kurulacak ‘Bilim ve Teknoloji Merkezi’nde hayati konularda üretim için kullanmak gerekmez mi? Bu oyunu idrak edecek zihinsel eğitime ihtiyacımız var. Bu yüzden, geriye dönüp baktığınızda, kendinize ait bir otomobil bile üretemediğinizi görüp üzülürsünüz. Göl olacak bölgeye havaalanı yapanların, depremde enkaza dönen şehirleri yapanların bizim okullarımızda yetiştiğini bilir yutkunursunuz. Beklenen Marmara depremi için soykırım yasası çıkaran ülkelerden medet umarken, bir araştırma gemimiz olmadığı için kahrolursunuz. Bilimden nasibini alamayan bir toplumun kaderi bu. Gecekondu üniversiteler ise, diplomalı işsizlerin ne işe yaradığını bilemiyor. Eğitimden medyaya tüm kurumlar, üreten değil tüketen insan yetiştiriyor. Küresel aktör olacağımızı düşlerken pazar oluyoruz. Kendi yaşamsal sorunlarımızı çözmeye yönelik araştırmalar yapamıyoruz. Çağımızda küresel aktör olmanın yolu bilim ve teknolojiden geçiyor. Taşıttan bilgisayara, aşıdan enerjiye üreten kazanıyor ve yaşıyor. Ürettiği ve keşfettiği ile değil, tükettiği ile övünenin yaşama şansı yok. Biz ise etrak-ı bi idrak, yuvarlanıp gidiyoruz. Eğitim ve öğretimin bilim ve teknolojik devrimi sağlayacak sisteme dönüşmesi gerekiyor. Ya acı gerçeklerle yüzleşeceğiz, ya da tatlı yalanlarla sömürge ve tüketim toplumu olacağız. Ya enerji, aşı, cep telefonu… gibi cari açığı artıran on konuda bizi dünya devi yapacak ‘Bilim ve Teknoloji Merkezi’ kuracağız, ya da futbol, televole, UFO’lar, melekler kaç kanatlı gibi geyiklerle toplumu uyutmaya devam edeceğiz. Hangisini seçelim? Ya ‘bilim nerde olsa gidiniz’ emrine uyacağız ya da bizi tatlı yalanlarla ve tüketimle aldatan küresel şeytana… Başımıza gelen felaketlerin nedeni, küresel eğitim masalıyla kendi inanç, tarih ve kültürümüzden uzaklaştıran, hippi ve zombi nesiller yetiştiren, bilimden uzak materyalist eğitim anlayışı. Beyinleri gereksiz bilgiyle dolduran, kilitleyen ve insanımızı düşünemez hale getiren bu ezberci sistemle mücadele lafla olmaz. Bu sistem, bilim ve teknoloji üretimini sağlayacak şekilde baştan aşağı değişmelidir. ‘Bilimsel değerlendirme’ dersi eğitimin temeli olmalıdır. Ama önce sınavlarla, televizyonlarla beyinlere malumat yükleyerek zihinsel esarete mahkum eden dersaneleri ve bilgi yarışması programlarını, beynimizi esaretten kurtaran, sorgulayan, sorun çözen, bilim ve teknoloji üreten şekle sokmalıyız. Belki milyarlarca doları saçtığımız dersaneler ve medya bu yolla işe yarar hale gelebilir. Yoksa halimiz harap. Paramızla rezil oluyoruz. Parasıyla rezil olan başka millet var mı? Bu deyim başka dilde var mı? Devamı Gelecek Sayıda


Bulgaristan Türklerinin Sesi 7 Stratejik Bulgaristan Vatandaşlığı Satan Kaçakçılara Baskın Son yıllarda Bulgar vatan-

Analiz

D r. M ü j g a n D E N İ Z

daşlığına sahip olan Makedonların sayısı hızla artıyor. Bulgaristan’ın “Fokus” haber ajansına göre Makedonya’nın Ustrumca şehrinde, Bulgaristan vatandaşlığı dağıtan altı kişinin evine Makedonya polisi tarafından baskın yapıldığı öne sürüldü. Son yıllarda Bulgar vatandaşlığına sahip olan Makedonların sayısı hızla artıyor. Bulgar vatandaşlıklarını dağıtan kaçakçıların da ülkede mevcut olduğu düşünülüyor.

ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK İnsanların Yüzlerinin ve gözlerinin rengi Başka başka da olsa Gözyaşlarının rengi hep aynıdır.

Makedonya Türkleri Türkçe Eğitim Bayramı Anavatanda Coşkuyla Kutlandı

Makedonya Türkleri Türkçe Eğitim bayramı 19 Aralık Radoviş, 20 Aralık Kırçocva ve 21 Aralık Üsküp’teki kutlamaların ardından ‘Türkiye’de okuyan Makedonyalı öğrenciler birliği’ önderliğinde 23 Aralıkta İzmir’de Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Dünya Gençleri Dostluk ve Dayanışma derneği, Başbakanlık TİKA’nın katkılarıyla ‘Dünden Bugüne Makedonya’daki Türkçe Eğitimin Statüsü’ adlı panel gerçekleştirdi. 24 Aralık Pazartesi Akşamı ise başkent Ankara’da Makedonya Türkleri Türkçe Eğitim Bayramı coşkuyla kutlandı. Balkan Vakfı önderliğinde, Yunus Emre Enstitüsü katkılarıyla Türkiye’de Okuyan Makedonyalı Öğrenciler birliğinin organize ettiği Makedonya Türkleri Türkçe Eğitim Bayramı Kutlama şöleni yüksek katılımla 24 Aralık Pazartesi akşamı Gazi Üniversitesi Konser salonunda gerçekleşti. Yusuf Emin’in sunumuyla kutlanan bayramda açılış konuşmalarını öğrenciler adına Ali Topçu, Balkan Vakfı adına TBMM Başbakan Özel Kalem müdürü Türker Yörükçüoğlu, Makedonya Cumhuriyeti Adına Müsteşar/Elçi Shpresa Jusufi gerçekleştirdiler. Makedonya Tanıtım filminin ardından Türkçe ve Makedonya Türkleri Türkçe Eğitim bayramı kutlama şölenine katkı sağlayan önemli şahsiyetlere plaket takdim edildi. Plaket töreninin ardından TRT sanatçıcı Hüseyin Yaltırık Rumeli türküleri ile mini konser verdi. Konserin ardından aralarında T.ürkiye Cum-

huriyeti Dışişleri Bakanlığı Doğu Avrupa ve Balkanlar Daire Başkanı Hakan Okçal, TRT Avaz Koordinatörü Adnan Süer, Jupa Belediye Başkanı Mazlum Hasan gibi seçkin isimlerin olduğu değerli şahsiyetlere Makedonya Türklüğüne hizmet ödülleri takdim edildi. Ödüllerin arından Polis Akademisi öğrencisi Murat Tiro ‘Kaybolan Şehir’ adlı şiiri seslendirdi. Balkan Vakfı Genel Başkanı Türker Yörükçüoğlu’nun Arnavutluk, Bulgaristan, Batı Trakya, Bosna Hersek, Kosova, Karadağ, Sırbistan, Moldova ve Romanya öğrenci temsilcilerine hediyelerini takdim etmesinin ardından, Türkiye’de Okuyan Makedonyalı öğrenciler birliği ( T.O.M.O.B ) mensuplarına hediyeler verildi. TOMOB İstanbul şubesi adına Samet Şabani, Edirne şubesi adına Hişam Emin, Zineta Loç, İzmir şubesi adına Murat Bayrami, Bursa şubesi adına Muammetemin Ömer, Ankara şubesi adına Sema Şazıman, Üzeir Musliji ve Sakarya şubesi adına Abdülbesir Aruç için hazırlanan hediyeler takdim edildi. Gecenin sonunda Gamze Matracı Balkan Orkestar eşliliğinde sahne aldı. Balkanlı gençlerin beğenilerini toplayan Gamze Matracı ilerleyen saatlere kadar sahne aldı. İstanbul’dan Makedonya Türkleri Türkçe Eğitim Bayramı için sürpriz olarak gelen Murat Balkan ve Trakya Üniversitesi Konservatuar öğrencisi Makedonyalı Muhammed Emin de sahne aldılar. Organizasyon heyeti Türkiyede Okuyan Makedonyalı Öğrenciler olarak Balkan Vakfına sonsuz şükranlarını sunduklarını dile getirdi.

- Bulgaristanda avukat ve her türlü

- Bulgaristanda fuarlara, kongrelere ve seminerlere katılım aracılığı, konferanslara kayıt. Konaklama, güvenlik, tercuman, rehber ve ulaşım sağlanması. - Bulgaristanda çalısma izni ve oturma izni başvurularında danışmanlık ve aracılık. - Bulgaristanda profesyonel silahli ve silahsız koruma, zırhlı araç, korumalı para ve kıymetli eşya taşıma.

BULTÜRK ÜYELERİNE BEDAVA DANIŞMANLIK HİZMETLERİ

hukuk işleri, tecrubeli ve türkçe bilen avukatlardan – ticari, problemli borç, yol kazası, girme yasağı, trafik ve gümrük cezaları. - Bulgaristanın 15 şehrinde bulunan 50ye yakın universitesinde eğitim görmek isteyenlere danışmanlık ve aracılık işlemleri sunulur. - Yurtdışı cenaze nakli - Türkiyede vefaat eden Bulgaristan vatandaşının veya Bulgaristanda vefaat eden Türk vatandaşının memleketine nakli DAHA AYRINTILI BİLGİ İÇİN için gerekli belgelerin hazırlanması ve cenazenin yurtdışına taşınması BULTÜRK GENEL MERKEZİ Adres: için gerkli aracın sağlanması. Yıldırım Mah.Şehit Kamil Balkan cad. - Bulgaristanda şirket ve temsilci- No.114/A Bayrampaşa _ İstanbul Telefon : 0212 477-62-10 / 511 63 47 lik kaydı ve yasallaştırma. Ofis, maBelgegeçer : 0212 526-51-98 ğaza, depo kiralama ve yasallaştırma ve tam teçhizat donatma, tam kapsamlı muhasebe hizmetleri. - Ticarette dolandırıcılık şüphesi Danışmanlık Hizmetleri olan olaylarda özel yardım - gizli bilgi Saat 10.00 - 18.00 arası toplama, şahıs ve şirket inceleme. Her Gün Pazar hariç

Bedava

İnsanın en hayırlısı, diğer insanlara yararlı olandır. Bundan dolayı en kutsal şarkılar anneler için bestelenmiş, en içtenli şiirler onlara adanmıştır. Nereye gideceğini bilen insana bütün dünya yol verir. Hedefi olmayan insan 40 yıl yürüse bir yere varamaz. Başka bir değişle gideceği liman olmayan gemiye hiçbir rüzgâr fayda etmez. Bu sözler, biz Bulgaristanlı Türk kadınları için ibret doludur. Çünkü biz 1984-1990 ağır kimlik mücadelemizle destanlar yazdık, kurbanlar verdik, adına totaliter denen baskı rejiminin bütünlüğünü bozduk, çökmesine neden olduk, fakat evlatlarımızın okullarda Türkçe ders görmesi gibi öz haklarımızın başında gelen bir edinime sevinemedik. O gün bu gün 23 yıl geçti. Yeni bir kuşak yetişti. Bu yıllar tamamen boşuna geçti demek istemiyorum, çünkü bu suskunluk döneminde olayları yakından izlerken, öz haklarımız uğruna gece gündüz demeden arasız mücadele etmemiz gerektiğini yine kendi deneyimlerimizden öğrendik. Çözümlerin anahtarı, küçük edinimleri, hatta doğal haklarımızı elde edip yaşatmamız için mücadeleye mola vermeden, hiç arasız devam etmekte gizliymiş. Bunu da yaşarken öğrendik. Biz, Todor Jivkov’un devrilmesi ve demokrasinin tesis edilmesiyle tüm özgün isteklerimizin, insan haklarımızın kendiliğinden topluca verileceğini, kanunlaştırılacağını sanmıştık. Etniklerin kültürel ve medeni hakları bakımından Bulgaristan Cumhuriyeti’nin 1960’lara döneceğini sanmıştık. Türk okul, birkaç lise, okuma evi, kütüphane, tiyatro, radyo ve TV programlarını düşündük. Özlemlerimizdeki öz buydu. Böyle bir beklentiye dayanan gerçekçi uyanıklılığımız HÖH tarafından yavaş yavaş körleştirildi. Türklüğün gönül hoşluğu için hiçbir şey yapılmadı. Bu işte Hak ve Özgürlükler Partisi’nin büyük rolü var. Biz HÖH partisine güvenmiştik. Haklarımız uğrunda mücadelenin bayrağını yükseklerde dalgalandıracağına inanmıştık. Oysa daha 1990’da partide hemen başa geçenler, kişisel hakları tatmin edilip cepleri dolunca, kültürel haklarımız da bu arada, hak ve özgürlüklerimiz uğurda savaşım ateşinde yananların isteklerine yüzleri bile kızarmadan ters baktılar. İsteklerimize kulaklarını tıkadılar. İki arada kaldık. Dava adamlarını ve verilen mücadelenin hedeflerini görmez oldular. Onların muhtarlık ve belediyelerde, mecliste ve HÖH yönetim organlarında devletle bütünleşmesi, zırha bürünmeleri, öz davamızdan çekilmeleri hepimiz için üzücü ve gönül kırıcı oldu. 1990’dan sonra yeni bir kuşak yetişti. Biz, yeni kuşağa Türk ve Müslüman olarak herhangi bir esaslı kazanım sunamadık, Türk ruhunu aşılamakta zorlandık, onlar da biz gibi öz kültürü budanmış, köreltilmiş bir ortamda girdiler hayata. Şimdi de, Türk ruhunu yaşatırken zorlanıyorlar. Söylemek istediğim şudur. İnsan bilmediği, tanımadığı özlemediği bir şey için mücadele etmez. Ümit olmadan, özlenen ele geçirilemez. Oysa biz dünya üzerindeki en güçlü silahı, haklarımız ve özgürlüklerimiz uğruna ruhumuzu ateşlemiştik. Sonra özümüzde kuvvet bulup bu uğurda başarılı örgütlendik. 1990 mitinglerinde bize, “oluşan gül demetindeki güllerin en güzeli biziz, bu demet eşit haklı Bulgaristan kokacak!” diyenler şimdi nerede? 1990 öncesi Bulgaristan çok ayrışmıştı, bunun böyle olmasını biz de asla istememiştik. Ama eziliyorduk, hatta elimizde olmayan şeyler için zorlanıyorduk ve ezildikçe örgütlü başkaldırdık. Hıristiyan ve Müslüman, Türk ve Bulgar olarak kamplaşmıştık. Hıristiyan çoğunluk devletle bütünleşip iktidarın baskı araçlarıyla bize zülüm ederken toplum alabildiğine gerilmişti. Bulgarlar milliyetçilik sınırını aşıp ırkçılık uygulayınca, oyun tamamen bozulmuştu. O yılları hatırlamak ve o sıkıntıları bir daha yaşamak istemiyoruz. Husumeti yenmek varsın ortak zaferimiz olsun. Öç almak için kin beslemiyoruz. Bize yıllarca nefretle, öfkeyle, intikamcı bir dille konuşulmuş olsa da, biz artık korku kültürünü yendik, biz onlara hep insan diliyle konuştuk ve konuşmaya devam edeceğiz. Biz sabırlıyız. Niyetimiz ayrışmak, bölünmek, parçalanmak değil. Vatan birdir. Ne ki, insan ancak, evinde, konu komşu arasında, işte, toplumda kendi özellikleriyle, öz kimliğiyle iletişim kurup, anlaşılmak, takdir edilip onaylanmak için yaşar. Toplumsal anlamda bunun tarifi insanın çok kültürlülük içinde birey olmasına olanak sağlanması anlamına gelir. Çok kültürlülüğün özünde ise, herkesin yani azınlıkta olanların, tüm bireylerin tüm haklarının eşit tanınması ve takdir bulması vardır. Yani Türkün Türk olarak takdir görmesi, Bulgar’ın Bulgar olarak sayılması v.b. Bizde demokrasiye geçişle eski totaliter rejimden tek kültürlülük devralındı ve buna HÖH tepki göstermedi. Büyük yanlışlardan biri de bu oldu. Ulusal devletin yasal özü de totaliter rejimden aktarılıp kabullenildi. İkinci temel yanlış da bu oldu. Ardından, Büyük Millet

Meclisi’nde kabul edilen Yeni Anayasa kültürel alanda egemenliğin paylaşılmasına kapı açmadı. Böylece, yan yana daha mutlu yaşayarak, farklılıklarımızın bütünlüğünü birleştirip yeni bir medeniyete yönelmemize set çekildi. Bulgarlar belki de bölünmeden korktular. HÖH yönetimi de bu konuda pısırık kaldı. Bu işlerin parlamento komisyonlarında susarak, parlamento oturumlarına aylarca yıllarca katılmayarak, oturumlarda sahte kart kullanmakla olmayacağını görsek de, çok geç olmuştu. Sofya’yı ilk defa milletvekili seçildiklerinde görenler, halkımızın bilgeliğine kulak vermediler. Milletvekili şerefiyle farklılıklarımızı yaşatacak hukuksal uygulamayı Anayasa ve yasalara işleyemediler. Huzur bozucu bir gerçek de şudur: Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve diğer Müslüman kesim üzerinde HÖH’ün (Türk Partisinin) kurduğu hegemonya etnik hak ve özgürlükleri köklendirme mücadelesinin ruhunu ve ateşini söndürdü. A. Doğan’ın geliştirdiği etnik kimlik teorisi, “Bulgar etnik modeli “Türklüğümüzün köküne kibrit suyu döktü ve kafa karıştırmaktan başka hiçbir işe yaramadı. Havada kaldı. Son durum nedir? Türk kültürümüzün özünde anadilimiz esas uzvumuzdur. O, yüreğimizde, özümüzde oluşan ve dilimizde yaşayan en güçlü iletişim aracımızdır. Her şeyden önce gelir. Bizdeki diğer etniklerle duygusal anlaşmamız bir güç kaynağımızdır, fakat etnik anadiller gelişmeden her şey kısır kalır. Biz, Türklüğünü unutmamış, etnik bilinciyle yaşayan bir halk topluluğuyuz. Kaynaklarını zorlayarak genişletmek refahını yükseltmek isteyen geleneksel bir yaşam biçimimiz var. Dürüst, namuslu ve çalışkanız. Karşılıklı hoşgörüye, iyi komşuluğa, yardımlaşmaya açığız. Azınlığımızdan olan her kişi kendini mutlu hissetmek isterken haklıdır. Kültürel geleceğimizin karanlık olması mutlu olma özlemimize en büyük engeldir. Kültürel bütünlüğümüz konusu dönüp dolaşıp hep anadilin okullarda zorunlu okutulmasına geliyor. Çünkü toplumda hızla gelişebilmemizi dilimize borçluyuz. Dilimiz gelişmedikçe biz gelişemeyiz. Başkalarını eğitebilen, bilgi ve deneyim aktarabilen yalnız insandır, bu da öncelikle dil sayesinde olanaklıdır. İnsan önce anadilini öğrenip sonra öteki dilleri öğrenir. Kuşaktan kuşağa bilgi ve deneyim aktarma yalnız anadille olur. Devamlı gelişip zenginleşmeyen bir dil düşünceyi ve hayatı da doğru yansıtıp geliştiremez. Her şey her bakıma sakat kalır. Düşünenlerin düşüncesi olarak şunları paylaşmak istiyorum: Anadil, ne öğretilir ne de öğrenilir; doğal olarak evet, ana sütü gibi yalnızca edinilir. Hiç ana, çocuğunu karşısına alıp “Hadi bakalım; şimdi dilimizi öğreteceğim sana,” demez! Yalnızca ninni söyler, masal anlatır çocuğuna... Kimse ana dilini nasıl öğrendiğini anımsamaya çalışsın eminim anımsayamayacaktır: Tıpkı anasının sütünün tadı gibi... Çocuğun Türkçeyi ana dil olarak öğrenmesi Türkçe konuşulan bir çevrede büyümesine bağlıdır. Bu çevreyi ana, baba, çocukları, nene ve dede hatta yakınları, akrabaları, komşuları ve modern ailede radyo, TV gibi iletişim araçları v.b. oluşturur. Hemen sonra okul, okul ve yine okul gelir. Kültürel ortama bağlı olarak, 2,3,5 dili de anadil gibi öğrenmek olanaklıdır. Ama bu bir köyde zor olur. Çağdaş kültürün derinleşmesinde tiyatro, sinema, basın yayın da çok büyük önem taşır. Tekniksel açıdan modern iletişim araçları ve yüksek donatımlı sınıf odalarında öğretmenlerin katılımıyla anadil öğretiminde mükemmel başarılar elde edilmesi mümkündür. İnsan beyninin, çocuklarımızın küçücük beyinlerinin kabiliyeti Bulgaristan’dan ve tüm Balkanlardan çok daha geniştir ve hele bizim çocuklarımızın yetenekleri en az bütün dünya kadar kocamandır. Bunu böyle söylemek böbürlenmek ya da yerinde saymak, teslim olmak anlamına da gelebilir. Çünkü öğrenilen dil bir edinimdir. 1 dil bilen dünyaya 1 pencereden; 3 dil bilen ise 3 pencereden bakar. Daha fazla bilir, daha fazla görebilir, daha yararlı olur. Bu konuda azimli olduğumuz için çocuklarımızın Türkçe eğitim sunulan ve Bulgarca da öğretilen anaokullarında, Bulgar okullarında zorunlu Türkçe dersleri gören sınıflarda eğitilmesinin yasallaştırılmasında ayak diriyoruz, kararlıyız ve geri adım atmayız, atmamalıyız, atamayız. Çok kültürlü demokratik toplumda kendi öz kültürümüzü, edebiyat ve sanatımızı hak ettik. Bizim isteklerimiz en temel insan haklarının başında gelir. Anadilimiz olarak Türkçeyi iyi bilmemiz, bizim Bulgaristan’ı daha az sevdiğimiz anlamına gelmez, daha çok seveceğiz anlamını taşır. Vatan sevgisi, çocukluğun geçtiği yerlerde, ata mezarı arasında kudretlenir.

Parlamentoya gitmediler, Halkımıza, oyumuza, güvenimize, ihanet ettiler


8

Bulgaristan Türklerinin Sesi

S t r a t e j i k

A n a l i z

Türkiye’de hem de Bulgaristan’da ün salan BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği 2003’te İstanbul’da kuruldu. BULTÜRK 1989 göçüyle Türkiye’ye gelen ve Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizi aynı kültür kimliğini yani Türk-Müslüman kimliğini yaşatma ve geliştirme temelinde birleştirmeyi hedefleyen ilk Dernektir. Çalışmalarında “Birlikten kuvvet doğar, o kuvvetse her zorluğu yener.” ilkesine dayanan Dernek kısa sürede Türkiye’de soydaşlarımıza ve Bulgaristan’da Türk ve Müslüman olma bilinciyle yaşayanlara ulaşma yolu açtı. Dernek, ardından Bulgaristan ile Türkiye arasında siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetlere geçti. “BULTÜRK GAZETESİ ve internette -www.bulturk.org” ile iki ülkedeki tüm ilgili kurum, kuruluş ve kişilere ulaştı. Kuruluş amaçlarını, stratejik hedeflerini ve etkinlik programını duyurdu. Çok kısa bir sürede iki ülke hükümet ve devlet makamlarıyla iletişim kurarak gündem belirleyen odak oluşturdu. 2012 sonunda Bulgaristan Başbakan Yardımcısı T. Tsvetanov’la Sofya’da Parlamento’da gerçekleştirdiği görüşme ile Cumhurbaşkanı R. Plevneliev’le İstanbul’da Bulgaristan Başkonsolosluğundaki buluşma kayda değerdir. Yönetim merkezi İstanbul “Bayrampaşa, Yıldırım Mahallesi”nde bulunan ve her iki ülkede örgütlenme çabaları devam eden Derneğin kuruluş amaçları soydaşlarımız ve Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimizce cani gönülden desteklendi. Tutundu ve yaşam gücü kazandı. İlk yılların zorlu çalışmalarında Genel Başkan Prof.Dr.Hayati DURMAZ, ardından Rafet Ulutürk Başkan oldu, Yardımcılarından, İsmail ERDEM, Nafiye YILMAZ, Dr. Nedim BİRİNCİ, Genel Sekreter Dr. Müjgan DENİZ, Bülent Maşaoğlu, Niyazi Güler, Beycan Gönlüşen, Seyhan Özgür ve kuruluşundan bu güne kadar yönetime gelen tüm arkadaşların emekleri büyük oldu. BULTÜRK’ün kuruluş felsefesinde, geleneklerin, ortak tarihin, inançların ya da coğrafyanın birbirine sımsıkı kenetlenmiş bir kültürel toplumu kendiliğinden yaratmadığı, toplumların inanç, tarih ve gelenekler yarattığı yani toplumlar yüzyıllar içinde ürettikleri ortak dil, tarih, gelenek, düşünme biçimi ve ortak değerlerle halk topluluğu ve millet haline geldiği, gerçeğine dayandı. İnsanda, toplumda her an değişen bir şey olduğuna, ama değişen her şeyde değişmeyen bir şeyin de olduğunu gören BULTÜRK kurucuları, Bulgaristan’da son 130 yılda değişen şeyler içinde değişmeden kalan Türk-Müslüman kimliğimiz olduğuna kesin inandılar. Tüm dışsal değişimlere karşın sonsuza dek var olma hakkı kazanan TürklüğümüzüMüslümanlığımızı yaşayarak gelişme atılımı onlara esin oldu. Onlar, aslında bizdeki değişimleri yaratanın, değişimin kendisi olduğunu görüp hemen algıladılar. Kesin olan bir de şudur ki, değişen şeyler bir bakıma Türklüğümüzü özgürce yaşatabilmek için gerekli olan güvenli alan aramanızdan başka bir şey değildi. Değişikliklerin bir başka adı da göçtü. Son göçlerimiz “küreselleşme” ve “yeni dünya düzeni” gibi fikirlerle dünyayı kendi çıkarlarına uygun hale getirmek isteyenlerin hortladığı bir döneme rastladı. Başkaları hortladıkça Bulgaristanlı milliyetçi, totaliter ırkçılar da gemi ağza aldı ve başımıza çok büyük belalar açtı. Onların “tarihi hızlandıracak” kadar ileri gittiklerini ve en sonunda yüzüstü düştüklerini gördük. Tüm bu değişimler BULTÜRK kurucu yöneticileri tarafından analiz edilip derin bir şekilde değerlendirilirken ABD’li Huntington’un yeni dünya düzenini “Medeniyetler çatışması belirleyecektir” savı, nefeslerini kesti. Bu Amerikalı bilim adamına göre, “farklı kültüre sahip olmak çatışmak için en önemli nedendi.” Onlarsa çok farklı kültürlerin kardeşliğini savunuyordu. “Farklılıkların bütünlüğünden yeni bir uygarlık doğacağına inanan” BULTÜRK öncülerinin hafızası Huntington’un yenidünya düzenini iradesine ısınmadı. Bu bir saçmalıktı! Onlar, Osmanlı zamanında farklı kültürlerin, Hıristiyanlığın ve İslam’ın, Müslüman yaşam tarzı ile Hıristiyan yaşam bilincinin beraberlik ve kardeşlik ortamında iç içe komşu komşu yaşaya geldikleri bir tarihten gelmişlerdi. Balkanlar’da 200 yıl savaş olmamış, Batı ve Doğu’dan düşmanca dış kışkırtmalar ağırlık kazanıncaya kadar her defasında anlaşma yolları bulunmuş ve kardeşlik üstünlük gelmişti. Bilinç ve vicdanlarına tamamen ters olan Huntington savında “Medeniyetlerden birini değerinden ayıran kültürel fay kırıkları mücadeleyi belirleyen ana çizgilerdi. Farklı kültürler arasındaki çatışma, çağdaş dünyada anlaşmazlıkların gelişmesindeki son aşamayı tanımlamaktadır.” Onlar için bu, Tanrıyı kıyamete zorlamak gibi bir şeydi. Onlar, insanı ideolojiye kurban eden bir totaliter rejimden gelmişlerdi. “Türk-Müslüman kimliğini yıprata yıprata, eze eze kırma”, “Bulgarlaştırma”, “Türkleri, Pomakları, Çingeneleri ve diğer etnikleri eriterek yok etme” gibi saçmalıklarla uğraşan zalim bir toplumdan göç yoluyla kaçıp kurtulsalar da acıları, yürek sızıları dinmemişti. Doğup büyüdükleri Bulgaristan’da en şiddetli zorbalığın, azgın baskı ve terörün İslami ve milli mensubiyeti, Türk kimliğini kıramadığını kanıtlayanlar kendileriydi. Bir şeyler yapılması gerekiyorsa, bunu yapacak olanlar kendileri olmalıydı. Hafızalarında devamlı canlı kalan ve birbiriyle boğuşan iki dönem belirdi. Biri, devlet baskı ve terörünün her türünden nasiplerini aldıkları, pek çok kurban verirken, dayanılmaz eziyetlerle biriken kin ve öfkeyle ayakla-

onları göçe zorlayıp sınır dışı ettiği, zülüm devri; İkincisi, Bulgaristan’da kalan ve 1990’dan sonra sözde demokratik toplum koşulları içinde yaşayan kardeşlerinin durumunun iyileşmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan soydaşların bundan endişelenip huzursuz olmasıydı. Olayların özüne inmekte güçlük çekiyorlardı. Sanki gözlerine perde düşmüştü. Gecikmeli de olsa sis aralandı. Ele verilmişlerdi. Lider olarak kabul ettikleri Ahmet Doğan düşman elinde maşa olmuş, Hak ve Özgürlük Hareketiyle örgütlenen kutsal davaya ihanet etmişti. Vefasızlar HÖH yönetimine çöreklenmişti. Onlarla amansız boğuşma gerekiyordu. Kötülüğün başı Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin değişmez Başkanı, gizli polis ajanı olduğu ortaya çıkan Ahmet Doğan’dı. Halkımız kimliğimizi yerleşik yapı ve kültürümüzle, belli bir toprak parçasıyla ileşkilindirip Vatan olarak sevmişti. Derin ve zengin tarihimizde kimlik kültürümüzle toprağı işleme kültürümüz birbirine örülmüştür. Bir başka değişle toprak, Türk kültürünün kökleridir. Ona vicutlar gübre edilebilir. Vatan, sevgililerin, yiğitlerin, şehitlerin, azizlerin gömüldüğü yerdir. Ata kabridir. Terk edilmemesi, bize verilen en aziz nasihattır. Bu bilinci kırmak ve bizi Vatanımızdan söküp atmak için birinci dönemde amansız zülüm uygulayanlar, 1990’da başlayan ikinci dönemde Türkleri Türklere kırdırtmayı seçmişlerdi. Elebaşıları yani HÖH yönetimini ele geçirenler gizli ajanlık yapan soysuz hainlerdi. Perdeyi açıp gerçeği görmek kolay değildi10 yıllarını aldı. Yeni düşman aralarına Türkçü aydınlardan seçkin biri olarak sızdırılmıştı. O,”Lider” Ahmet Doğan’dı. Kardeşlerimiz, soydaşlarımızı, seçmenlerimiz, yediden yetmişe hepimiz aldatılmıştık. Düşman elinde eziyet ve işkence gören ama Türklük hafızasını ve bilincini yitirmeyenler adına demokrasi denen ikinci dönemde sinsi ve çok tehlikeli bir durumla yüz yüze geldi. Türklüğün-Müslümanlığın yolunu kesenler yine üstün gelmişti. Hainliğin ne dinlerinde ne de dillerinde tarifi vardı. “Lider”leri özünü satmıştı.” Türkleri, Müslümanları hak ve özgürlük davalarıyla birlikte yok saymıştı. Yüz binlerce mazlumun yazgısıyla oyun oynanmıştı. Onun politik sahneye çıkıp baş aktör olması acı bir gerçekti. Çok acı olsa da, gerçek ortadaydı: Aldatılmışlardı! Galebe çalan hain, bu iş için özel eğitilmiş, üniversite görmüş ve aralarına “kendilerinden biri” olarak sızdırılmıştı. İnanılacak gibi değildi! Halkımız baskılar altında ezilirken, güya o da “tutuklanmış”, “Varna’da yargılanmış”, “cezaevinde, hapishanede, hücrede kalmış”tı. Bizi kandırmak için neler neler yapılmıştı. Gafil avlanacakları, hain kapana düşecekleri hiç kimsenin aklından geçmedi. Bu gidiş tehlikeliydi. Bulgaristan’da yaşayan kardeşleri, öz partileri olan Hak ve Özgürlükler Hareketinin lideri tarafından kimliksiz, bilinçsiz, kör cahil, vicdansız, aç susuz bırakılmak isteniyordu. Bu, hatta korkunçtu. En tuhaf olan ise, Bulgaristan Türk kitlesinin A. Doğan’ı lider olarak tereddüt etmeden kabul etmesi, uluslararası insan hakları örgütlerinin de bu işe el atıp onu kabullenmiş olmasıydı.. Terk sözle halkımızın (dünyanın da) gözünü boyayanlar işi başarmıştı. Sahte bir lider olan A. Doğan pek çok bilgiye sahipti. Boş boş konuşuyor, sallıyıp savuruyor, yalan dolanla, hiçbiri gerçekleşmeyen vaatlerle insanımızı uyutuyordu. Yeni yüzyıl başlarken son lokmamıza saldırması, bizi ele kula muhtaç etmesi uyanma sürecini ansızın başlattı. Yalan dolana pes deyenler ortaya çıktı. Hainlik sırıttı. Ne yapılmalıydı? Genç BULTÜRK yöneticileri strateji geliştirdiler. Kuracakları kültür ve hizmet derneği insanlık tarihinin en hüman ve barışçıl geleneklerini ve idelerini yaşatacaktı. Gerekirse Hak ve Özgürlükler Hareketi yadsınacaktı. Bir ağacın içinde kurt varsa onu dışardan korumak mümkün olamazdı. Hainlerin kimliği ihanetti. Onları HÖH bünyesinden temizlemek zor işti. Felaket yolunu kurtuluş yolu olarak dayatanlar kalabalıktı. Bu kapandan kurtulmadan ışığı bulmak olanaksızdı. Gece boyu süren tartışmalı görüşmelerde yol aranırken, Bulgaristan Cumhuriyeti NATO ve Avrupa Birliği üyeliği için aday oldu. AB ise, dünyanın geleceğine başka bir açıdan bakıyor, yeni uygarlığı farklılıkların eşit haklı bütünlüğünde görüyordu. İnanılacak gibi değildi. Kurulmak istenen klasik medeniyetlerden farklı bir uygarlık olacaktı. Bulgaristan 1990’dan beri yerinde sayıyor, yol arıyordu. Öz belirleyen gerçek şu oldu: Avrupa dil ve millet çeşitliliğini, etnik toplulukları farklılıklar zenghinliğinde bir edinim olarak kabul ederken, farklı din ve kültürleri yeni uygarlığın oluşturucu öğesi olarak görmek istiyordu. Bu durumda bir asır boyu ana dil ve din özgürlüğü davası veren ve geleneksel halk kültürleriyle yaşamak isteyen Bulgaristan Türk, Pomak ve Müslümanları Avrupa Birliği’nin yaşama çağırdığı yeni uygarlıkta mutlu olabilirlerdi. Yeni medeniyette soydaşlara da yer olmalıydı. Onlar, Bulgar vatandaşlığını korumuş, çifte vatandaştı. Şimdi, AB vatandaşı oluyorlardı. Bu büyük bir edinimdi. Olaylara yeni bir bakış açısı getiren perspektife seçenekler sunuyordu. Tüm Müslüman Türklerin aynı gen ve kültür dokusu taşımaları aranan farkındalıklı çeşitliliği daha da renklendirip zendinleştirebilirdi. İşte bu özgün fikirlerle, yoğun bir arayış ve bocalama içinde Bulgaristan’daki kardeşlerimizin ve Türkiye’deki soydaşlarımızın BULTÜRK Derneği kuruldu. (devam edecek)

DOĞRU YOLU GÖSTEREN UMUT Kısa adı BULTÜRK olan ve bu isimle hem narak devirdikleri totaliter Jivkovist rejimin

B U LT Ü R K A z e r b a y c a n M e d y a s ı n ’ d a

B U LT Ü R K A z e r b a y c a n M e d y a s ı n ’ d a

BULTÜRK Bulgaristan Medyasın’da

BULTÜRK Bulgaristan Medyasın’da

BULTÜRK Türkiye Medyasın’da

B U LT Ü R K A z e r b a y c a n M e d y a s ı n ’ d a

BULTÜRK Bulgaristan Medyasın’da

BULTÜRK Bulgaristan Medyasın’da

BULTÜRK Belçika Medyasın’da

BULTÜRK Belçika Medyasın’da

BULTÜRK Rusya Medyasın’da

B U LT Ü R K - M e d y a ’ d a


Bulgaristan Türklerinin Sesi

Karabağ Savaşı Bulgaristan Türklerinin’de davasıdır Ardından, kalabalığa konuşan Bultürk Başkanı Ulutürk, Azerbaycanlı kardeşlerimizin haklı oldukları davalarında seslerini duyurmakta katkı sağlamak için bu konferansı yaptıklarını ifade ederek Karabağ Savaşının sadece Azerbaycan’ın değil, tüm Türk Dünyasının davası olduğunu belirtti.Azerbaycan’a katıldıkları bir konferans ve gezinin asıl amacının Azerbaycan halkının sıkıntılarını, haklı oldukları Dağlık Karabağ sorununu ilk önce Azerbaycan dışında yaşayan

Türklere ve ardından tüm acı gerçekliği ile dünya gündemine taşımak olduğunu ifade eden Ulutürk; Dünyada hakkın güçlü olanın olduğunu, bunun da Türkler dünya yönetiminden gittiklerinden beri hep böyle devam ettiğini, bunun için Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Cumhuriyetleri tekrar bir araya gelerek dünyada söz sahibi olmaları gerektiğini vurguladı. Balkan Türkleri ve de özellikle Bulgaristan Türkleri zalimin zulmünün ne olduğunu çok iyi bildiğini belirten Ulutürk:”Böyle zulümlerin ancak ortaçağda görülmektedir.” Dedi ve organizsayona destek veren Belediye Başkanı Aydıner’e, yardımcısı Ahmet Tüfekçi’ye teşekkür etti. Türkiye Üniversite Mezunları Derneği İçtimai Birliği Başkanı Cengiz Bayramov, bir Azeri Türkü olarak kendilerinin de bütün Türklerin sorunlarını kendi sorunları gibi kabul ettiklerini, aynı milletin ve ırktın evlatları olarak Karabağ’da yaşayan Türklerin sorununun bütün Dünya Türklerinin sorunu olduğuna degindi. “Azerbaycan Ordusu büyük Türk ordusunun bir parçasıdır” diyen Cengiz, Azerbaycan’ın Ulusal Arenada barıştan yana bir millet olduğunu ve dünyaya adalet getirmek için gönderilmiş şanlı ırkın evlatları olduklarının altını çizdi. Bayrampaşa Belediye Başkanı Atila Aydıner, Başkan Türk dünyasında Azerbaycan’ın

9

Nafiye YILMAZ -Bulturk Dnt.Kurulu Baskanı

Nafiye YILMAZ

Yüzyıl Sustuk Ye t e r

Cennet anaların ayaklarının altındadır. Hz. Muhammed

Ana derler adına Doyulmazdır tadına Benzemez hiç bir kadına Kadına örnek ANA

yeri bambaşka olduğunu ve Karabağ’ın Azerbaycan’ın vazgeçemeyeceği topraklardan birisi olduğunu ifade eden Aydıner, 1988 de başlayıp 1994’te sona eren Karabağ savaşı içinde dinsel ,etnik veya siyasi nedenlerle bir gruba karşı yapılan şiddet hareketlerini ve sivil katliamlarını barındıran yakın tarihimizin en kanlı savaşlardan biri olduğunu hatırlattı ve Ak Parti Hükümetinin “Ermenistan Azerbaycan topraklarından çekilmedikçe, Türkiye Ermenistan’a karşı olumlu bir adım atamaz” diyerek Ermenistan ile ilgili tavrını net olarak ortaya koyduğunu söyledi. Azerbaycan’ın İstanbul Konsolosu Emma Heydarova Konferansı düzenleyenlere çok teşekkür ederek, Karabağ’ın geri alındığı zamanda böyle bir kalabalıkta tekrar beraber olmayı arzuladıklarını belirtti. Ünlü Komutan Ibad Huseynov yaptığı konuşmasında burada olmaktan dolayı çok mutlu olduğunu ifade etti.”Türk olduğumdan çok gurur duyuyorum” diyerek salonda alkış tufanı koparken, damarlarında dolaşan kanın Türk kanı olduğunu ve Türk birliğinin korunması gerektiğini söyledi. Konuşmaların ardından Azeri Sanatçılar kürsüde kısaca düşüncelerini belirttikten sonra birer şarkı seslendirerek salondakilere hoş bir vakit yaşattılar.. Plaket töreninin ardından toplu hatıra fotoğrafı çekilmesiyle program son buldu. Azerbaycanlı Kardeşlerimize BULTURK Derneğinin faaliyetine katılımlarından dolayı kendilerine teşekkürlerimizi ve şukranlarımızı sunuyoruz. Briliant DADASHOVA, Azeri kızı GÜNEL, İrade İBRAHİMOVA; Elyane AHMEDOVA. Davetimize teşriflerinden bizleri onurlandımalrından dolayı kendilerine teşekkür ediyoruz.

Mayıslar yaklaştıkça analarımızı anımsarız. 1989 Mayısında totaliter rejim kazanını çeviren ve kaynak çorbayı T. Jivkov’un başına döken analarımızı hatırlarız. Analarımız anadilimizde ayaklanmışlardı... O zaman, tarihte görülmemiş bir cesaretle yüreklenen Analarımızın karşına dikilenler biz üzüldükçe sevinen kötü insanlardı. Zırhlı olsalar da yüreksizdiler. Acı tatmamış canilerdi. Ruhları satılmış kölelerdi. 1989 Mayısında öyle bir açmıştı ki, bahar: hayatı yaşanmadan geçenlere mutlu günler müjdeler gibiydi! Goncalarla kaynaşmış açmaya yürüyenler, erkekleri zindanlarda, hücrelerde, kamplarda, erkeksiz evlerini yaşatan mert kadınlardı. Ne var ki Bulgaristan Türk kadınını yalnızlığın, erkek açlığının boşluğuna atıp yok etmek isteyenlerin hesabı yanlıştı. Zalim düşman, hepimizin sabrını sınarken, hepimizi ezerken annelerimizin annelik içgüdüsünü, kızlarımızın sevdalandığı duygusunu öldürmeye çalıştı. Zamanın yerini yeni zaman almış kadın ve kızlara mal muamelesi yapıldığı çağlar çoktan aşılmıştı. Bulgaristan Türk kadınını yalnızlık karanlığının, erkek açlığının boşluğuna atıp boğmak isteyenlerin hesabı yanlıştı. Ezildikçe sertleşenlere bilgelik yükleniyordu. Evlerde, köylerde ocaklar sönmedi. Yumuşak ve sıcak mizaçlı Türk kadınında sezilmeyen ve bilinmeyen muhteşem bir ruhsal derinlik vardı. Analarımızın ayakta kalma, soyu yaşatma becerisini kırmak, atomu parçalamaktan zordu. Korku kültürüne tanıdık bildik yaklaşımına set çekti. Baskıcı zorbalara tahammül etti ve sonunda göğüs gerdi. Korkunun hayatı yönetmesine yol vermeyenler sevgiye kucak açtı. En büyük zenginlikleri birbirlerine olan güvendi. Bu güvenden birlik, kahramanlar ve zafer doğdu. Hala bu analarımızı anlayamayanlar var: Türkler Vatanını bütün kalbiyle severler. Çünkü burası onlarında vatanıydı. Başka bir Vatan aramayanlar şimdi de buradayız. Köyler boşalıyor, şehirler küçülüyor ama biz yaşlı analarımızla beraberiz. Atalarımızın mezar taşları da burada, soysuz değiliz, kökümüz Vatan toprağından taa Tanrı dağlarına uzanır. Son zamanda emekli olduk ama hayatı tatil edemiyoruz. Aklı karıştıran şey arzular. Huzurdan başka isteğimiz yok. Zamanın tüm akılsızları iyileştireceğinden şimdi de umutluyuz. Bizi yaralayan zaman olmuştu, iyileştiren de zaman olacak. İnançlıyız! Kimseye ihanet etmedik. Hele, hele, Vatana! Annelerimiz her şeyi görür kalpleriyle. Vicdanımız da öyle... Dertlerin derdi anadil olsa da, yine Annelerdir umudumuz. Anne kalbi çocuğun okuludur. Anne dilidir, çocuğun ana dili.... Ötekilerse, İnsanlar, susarak da konuşabilirler! Diyorlar. Geçen yüzyıl neredeyse baştanbaşa sustuk, bu yüzyılda doğru yolu bulup yürümek, anadilimizde bol bol konuşmak, istiyoruz. Seçimimiz kesindir. İki doğru yol yoktur. Anadilli cennet istiyoruz!!!


10

Arkeolojik bulgular antik Balkan medeniyetlerini ortaya çıkarıyor Arkeologlar, 2013 yılında ayrılacak dev-

let bütçesinin kazıları karşılamasını umuyor. Bulgar arkeologlar 2012 kazı sezonunun kapanışında iki önemli bulgu duyurdular ve erken dönem Balkan medeniyetlerinin yaşamı ve kültürüne ışık tutmak için devletten ve başka kaynaklardan daha fazla destek görmeyi umuyorlar. Ülkedeki Ulusal Arkeoloji Enstitüsü’nün eski Başkanı Vasil Nikolov, Karadeniz kıyısındaki Varna’nın 50 kilometre batısındaki Provadia yakınlarında, M.Ö 4700 ve 4200 arasına dayanan Avrupa’nın en eski kentsel yerleşimini ortaya çıkardı. Site, 3 metre yükseklikte bir duvarla çevrili olarak 100 metreden uzun bir çapa ve yaklaşık 350 kişinin barındığı iki katlı yapılara sahip. Yerleşim birimi, aynı dönemden kalma ve bir tuz üretim birimi, bir tapınak ve bir de nekropolden meydana gelen çok daha büyük bir kompleksin bir parçası. SETimes’a konuşan Nikolov, “Sitenin ayrıntılı şekilde incelenmesi yıllar sürer ... Bu sitede en az yedi arkeolog nesli için iş var.” dedi. Arkeologlar, Provadia’nın antik sakinlerinin tuz üreterek geçindiğini söyledi. Üretimin M.Ö. 5500’de başlayıp M.Ö. 4500’e kadar yılda 5 bin kg tuz üretildiği düşünülüyor. Nikolov, tuz ticaretinin antik insanlara, bir kısmı mücevher gibi lüks malların üretiminde de kullanılan hammadde almalarının yanı sıra büyük bir ekonomik güç kazanmalarında yardımcı olduğunu sözlerine ekledi. Provadia’daki bulgular, tarihi M.Ö 4300’e dayanan Varna Kalkolitik Nekropol zenginlerinin kökeni hakkında önemli ipuçları sağlayabilir. En son bulgu -çok daha sonraki bir döneme ait olup Trakyalı bir kabile olan Getalar tarafından bırakılan ve iki farklı küme şeklinde altın hazinesi içeren tahta bir sandıkBulgaristan’ın kuzeydoğusundaki Sboryanovo Tarih ve Arkeoloji Koruma Sahası’ndaki en büyük höyükte gün ışığına çıkarıldı. Arkeolog Diana Gergova, 1,8 kg’dan ağır olan hazinenin, bir Geta hükümdarının cenazesi kapsamında gömülmüş olarak, M.Ö. 4. yüzyılın sonu veya 3. yüzyılın başlarından kalma olduğunu söyledi. SETimes’a konuşan Gergova, “Sandığı 8

metre derinlikte bir kesenin içinde bulduk ... İçinde iki set halinde altın objeler vardı. İlki, içinde daha önce hiç rastlanmamış türde benzersiz bir tacın da yer aldığı kadın ziynet eşyalarıydı. Ayrıca dört burma bilezik ve inanılmaz ayrıntıda aslan resmine sahip bir yüzük de vardı.” dedi. Diğer sette ise demirden yapılmış bir gem ve gemin süslendiği bir takım altın objeler, koşum takımı süsleri ve düğmelerin yanı sıra, üzerinde tanrıça Athena’nın yer aldığı iki büyük yuvarlak parça ve bir at başının yer aldığı muhteşem bir alınlık yer alıyor. Gergova ve Nikolov’un saha çalışmalarına gelecek yaz iki sitede devam etmesi gerekmesine karşın, kazılar finans sağlanmasına bağlı. Bulgaristan Kültür Bakanlığı’ndan SETimes ‘a yapılan açıklamada, Bakanlığın 2012 yılında Bulgaristan genelindeki arkeolojik kazı ve muhafaza çalışmalarının yanı sıra 10 tarihi bölgenin korunması için 1,3 milyon avro ayırdığı belirtildi. Maliye Bakanı Simeon Djankov, geçtiğimiz yıl 2013 devlet bütçesinden arkeolojiye 5 milyon avrodan fazla kaynak ayırma sözü vermişti. Nikolov, bütçe geçirildiği halde, hükümetin kendisine sağlayacağı miktarı hâlâ bilmediğini söylüyor. SETimes’a konuşan arkeolog, “İki aylık bir kazı kampanyası için gereken en az meblağ 61 bin avro.” dedi. Devlet finansmanının dengesizliği göz önüne alındığında, arkeologlar kazıların özel sektör desteği olmadan mümkün olmayacağını belirtti.

Bankalarla Anlaşmalıyız

A.Halide ÜMİTFER

Diş Hekimi

Tel: 0212 556 45 30

Adres: Çalışlar İncirli, Ömür sk.No.1/1 Bahçelievler/

Bulgaristan Türklerinin Sesi

ŞEYTAN KİTABINI SİZ

DE

Bulgaristan Türklerinin Sesi

O K U Y U N Okrlarımızından Gelenler

Kubrat’ta oturuyorum ve “BULTÜRK”ü devamlı okuyucusuyum. Son olarak67.sayıyı aldım.Köyüm“Sevar”da çok okuyucunuz var. Yazılarınız kahvelerde tartışılıyor. Laptop açıp köşe yazılarını sesle okuyanları dinledim. Horoz ötmeye başladı. Bu büyük ilgi, Bulgaristan’da yaşayan bizlerin can damarımıza dokunan konuları gerçekçi ve anlaşılır bir dille ele almanızdan ve gerçekleri anlatarak aldatılan halkımızın gözünü açma çabalarınıza saygıdan ileri geliyor. Kızışmaya başlayan ortamda, ağızı var dili yok, sözde tarafsız izlenimi bırakmamak için ben de buradaki kitap sergisinden Bulgar yazar Petar Yapov’un “DS ve KGB Şeytanı DOĞAN” kitabını aldım ve okudum. Açıp okumaya başlamadan pek iştahlı değildim. Bu adamın işi mi yok 300 sayfa yazmış desem de ilgilendim. Yazarın resmini haftalık “Uyikent”te görmüştüm ama bu gazetede DPS, HÖH, A. Doğan, Türk-Bulgar konularına değinmiyor, bir tek Bulgaristan Tarihini ve tarihsel kişileri anlatıyor. Doğan konusunu da açmıyor. Oysa öğrendiğime göre, bu gazete DPS’nınmış. Kendi anlattığına göre, Yapov’u DPS’ye ben inşaat erlerinde askerlik yaparken subayım olan, soyu Razgrat köylerine dayanan Feyzullov davet etmiş. Daha ilk sayfalarda bunu öğrendiğimde daha da heveslendim. Pomaklığın merkezi olan Nevrekopta doğup yetişmiş olan yazar Yapov DPS’de büyük ilgi görmüş. Sofya örgüt başkanlığına seçildikten sonra, yönetim organı Operatif Büro’da bulunmuş ve A. Doğan’ın yardımcısı Ahmet Emin kafasında kurşunla yere serilmiş bulununca, korkmuş olacak, “Saray”dan geri dönmemek üzerer ayrılmış, A. Doğan’ın çevresinden tamamen kopmuş ve evine kapanıp “Şeytan” kitabını yazmış. Yazarın başka kitapları da var. Kendi anlattığına göre Amerikan dış iştihbarat örgütü CİA ve SSCB Dünya Casusluk Örgütü KGB arasındaki etkileşimde aracılık yapacak kadar önemli görevlerde bulunmuş. “Şeytan”ı çok derin ve yıllarca süren bir araştırma sonunda kaleme alınmış. 8 senede Ahmet Doğan’ın ensesine solurken hep onun DS-KGB ajanı olarak “ikili özünü” ustaca açmayı düşünmüş. Ne iş, değil mi? Herkes ustasını buluyor işte... Düşünüyorum da, hem Ahmet Doğan’la birlikte çalışıyor, ayrı giden birtek yeyip içtikleri hem de “lider”in geçmişini pamuk gibi atıp didik didik etmiş, 40 cilt DS dosyasını defalarca okumuş, okuduklarını çamaşır ipine sermiş ve kurumayan gerçekleri bize anlatmış. Üç gerçek kurumamış: Doğan’ın DS ve KGB ajanlığı ile 1990’dan sonra Bulgaristan Türklüğünü kurutma çabaları... Ben, Bulgaristan Türk ve Pomaklarından kimsenin tanımadığı A. Doğan’ın “Türklüğümüzü yok etmek için özal hazırlandığını” aydın Türkler arasına gizli polis tarafından “sızdırıldığını” ve Türkler yararına hiçbir iyilik yapmaya asla niyeti olmadığını, insanımızla alay ettiğini bu eserde okudum ve yazılanlara inandım. Bizim buada sohpetlere Beleneciler de katılınca, şu mahkeme kararlarının “sahtesi” ve “doğrusu” olduğunu birçok kez işitmiştim. “İnanma” diyorlardı. Yapov kitabının 86. sayfasında bu konuda bakış açımı değiştiren şu cümleleri yazıyor: “Daha sonra Hak ve Özgürlükler Hareketi Başkanı olan A. Doğan’ın da celbedildiği, Necmettin Hak tarafından yönetilen, Bulgaristan’da Türk Milli Kurtuluş Hareketi (BMKH) 1985 temmuzunda kuruldu ve 1986 haziranında yok edildi. Doğan’ın bu gizli harekete ‘sızdırıldığını’ kitabımı okuyunca göreceksiniz. Bulgaristan’da Türk Milli Kurtuluş Hareketi gizli polisin kontrolündeydi. Üyelerin hepsi tutuklandı, çok ağır işkence gördü, yargılanıp, hapse atıldılar...Daha sonra bire dek Bulgaristan’dan kovuldular. Böylece Türklerin hakları için mücadele veren işkence gören, şiddete maruz kalan gerçek kahramanlar sahadan uzaklaştırıldıktan sonra,

“ŞEYTAN”

Türklere ve Pomaklara A. Doğan bir kahraman olarak tanıtıldı ve dayatıldı, lider olarak yükseltildi. Ve bu önceden iyi planlanmış bir oyundu. “A. Doğan 1986’da hapisteydi. Sözde “halk düşmanı” olarak yargılanmıştı. Davanın görüldüğü Varna Mahkemesi’nde böyle bir dosya yok... Dikkatinize sunarım, ajan “Sava”nın gizli DS kulağı olarak dosyası 2 yıl sonra yani 06. mart 1988’de DS arşivine indirildi. O gün Ahmet DS ajanlığından atılmıştır. Gerçek şu ki, A. Doğan 1986-1988 yılları arasında hapiste bulunduğu zaman bile, bir mapusçu olarak DS ajanı gibi çalışmıştır. Gün gibi ortada olan, onun BMKH’ne sızdırılmış bir ajan olup, ajanlığı devam ettiği için sahte yargılandığı, bu yüzden mahkeme dosyası olmadığı, daha sonra hapiste de ajanlık yaptığı gerçeğidir... “Sonra, KGB’den alınan bir emir üzerine ve DS Ahmet’in dosyasını arşivten çıkarıp, tozunu silkmiş ve ajanlık hayatında yeni bir sayfa açmıştır. Bu, onun hala devam eden KGB ajanlığı dönemidir. Ona KGB’ye de hizmet edeceğini bildiren DS generalı Nanka Semercieva’dır. 22 aralık 1989’da A.Doğan mahpustan KGB ajanı olarak çıktı ve o tarihten sonra onun iplerini hem DS, hem de KGB çekiyor.” Petar Yapov daha fazla Bulgar okurların açıp okuduğu bu kitabında Bulgaristan’da durumu elinin içi gibi bilen KGB’nin sosyalizmin çökeceğini öngördüğünde, ülke tarımında ana üretim gücü olan Türkleri ve diğer Müslümanları kontrol altında tutmaya devam etme planlarında, bölgeye iyice egemen olma anahtarını bize hakim olmakta görmüştür. 1989’da Bulgaristan’da Türklerin Hıristiyan demokratik güçlerle kenetlenerek ayaklanma hazırlıklarına geçmesi, Bulgaristan’ı elden kaçırmak istemeyen KGB’yi sinsi planlarını gerçekleştirmede yönünde daha da mobilize etmiştir. O gün bu gün, anlaşıldığı üzere A. Doğan sahnedeki “palyaço” ya da yazarın değimiyle “şeytan”dır. Ne yazık ki, bu gizli plan 23 yıldan beri başarılı uygulandı. Bulgarları rahatsız etmemek için KGB etnik azınlıkların hiç bir isteğini dikkate almadı. DS’nin gösterdiği bazı kaşarlı ajanlara değişik görev ve imkanlar tanındı ve durumu bugüne kadar getirdiler. A. Doğan ve grubundakilerin Bulgaristan Türklerine ve Bulgaristan Cumhuriyetine “ihaneti” çok ağır oldu. Yazar Bulgaristan Türk, Pomak ve diğer Müslümanlarını ihanetle asla itham etmediği gibi, hepimizi sinsi ve iğrenç bir yabancı planın kurbanları olarak göstermiştir. Bu oyunların Bulgaristan Cumhuriyetine ve halkına da büyük zararı olmuştur. DPS merkezinde 8 yıl A. Doğanla birlikte olan yazarın anlattıklarını okurken “uyutulmuş” olduğumuzu anladım, çok üzüldüm. Tabii bu kitabın açıkladığı sırlar okuru düşünmeye sevkediyor. Okurken DPS’nin A. Doğan’dan nasıl kurtulabileceğini de düşünmeye başladım. Bu yüzden “Bultürk” gazetesine ilgim arttı. Sizden başka Bg’da bu olayların özüne inebilen yok. Sizin sayenizde, siz gözümü açtınız, teşekkür ederim. Kahvelerde “kapsullendik” “paralize edildik” “kökümüz kazınıyor” “bu işin içinde bir şeytanlık var” diyorlardı da pek inanmazdım. Halkımız gerçekleri duyumlamış ve algılamıştır. Fakat bu işleri yaşını almış yazar Yapov gibi sıralayıp birer birer yazan ve anlatan çıkmadı. Ona da teşekür ediyorum. “DS ve KGB Şeytanı DOĞAN” kitabı Türkçe de basılsa ve Türkiye’deki kardeşlerimizle aynı yönde düşünsek çok iyi olacak. Çünkü onlar Ahmed’in sandığına oy doldurdukça hiçbir şey değişmiyor. Oysa Deliorman’da kafalar ısınmaya başladı bile. Artık ne yaparsa yapsın halk herşeyi gördü anladı sadece zaman bekliyorlar. Yani bir an önce sandık önüne gelmelidir. Dünya küçüldü yapacak tek şey kaldı terk edip gitmek.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 11

Dr.Ataner YILDIRIM

Sevgi

Umuttur

1. Balkan Gazeteciler toplantısı Ergün Balkan GöçE d i r n e 9 - 1 0 - O c a k 2 0 1 3 menleri Ağırladı

Kişisel Gelişim Uzmanı/Yazar - ataneryildirim@windowslive.com

Sevgi umuttur; umut ise sevgi gibi dünyayı değiştirecek güce sahiptir. Sevgi;insanı bir şeye ya da bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygudur. Sevgi;seveni, sevilene bağlayan güçlü bir bağdır. Sevgi,sevenin varoluşudur.Sevgi, insanların ruhunda değerli bir yetenektir.Sevgi olumlu duyguların adıdır.Sevgi karşılık beklemeden verebilmektir. Sevmek,sevdiklerimizi mutlu etmektir. Sevgi,sabırlı ve sevecendir.Sevgi kötülükle mutlu değil,iyilikle mutludur.İnsan sevgiyle yaşar,sevgiyle mutlu olur .Sevgi ‘olmaz’ları, ‘olur’a dönüştürür . Sevmek;her türlü kini,öfkeyi bir kenara atarak sevmektir.Tüm önyargılardan arınarak sevmek.Yunus gibi, Hacıbektaş Veli gibi, Mevlana gibi sevmek.Koşulsuz sevmek.Kişinin özüne dönük olarak sevmektir.Kişiyi olduğu gibi,yargılamadan sevebilmektir. Sevgi doğanın ikinci güneşidir ve varlığımız bu ışığa bağlıdır.Sevgi ışığı yoksa nasıl görebiliriz dünyayı.Sevgisiz bir dünya kapkaranlıktır.Gülemeyiz,gülümseyemeyiz. Kururuz,azalırız,güdükleşiriz. Dünyayısevgiadınanasıldeğiştirebiliriz?Üretken sevgiyi nasıl yaratabiliriz? Nerede sevgisizlik varsa orada kin ve öfke vardır. Adalet dışlanmıştır,insan dışlanmıştır.Sevgisiz insanların başkalarına sunacakları bir şey yoktur.Böylesine bir yokluk onları katı ve acımasız yapmıştır.Bütün bunların nedeni sevgi körlüğüdür.Sevemezler,sezemezler, anlayamazlar.Hep yüzeyde kalmışlardır.Biraz olsun derinlere inemezler.Düşünceleri karanlık,duyguları sığdır. Sevgi umuttur; gücümüz umudumuzdan gelir. Umut,ummaktandoğangüvenduygusudur.Umut,içimizdeki potansiyelin bize göz kırpmasıdır.Umut insanı uyandıran bir rüyadır.Ve umut varolmaktır.Umut olmadan umut edilene ulaşılamaz. Sevgi dolu insanlar dünyaya geniş açıyla baktıkları için tüm renkleri görürler.Yaşamımızı anlamlı kılan da bu renklerdir.Yaşamımızdaki çeşitlilik ve farlılıklardır bizleri zenginleştiren. Unutmayalım,sevgiden doğan boşluğu hiçbir şey dolduramaz.Her şey bir insanı sevmekle başlar.Sevgimizle başaracağız,umudumuzla direneceğiz.Direndikçe değiştireceğiz.Zira sevgi umuttur…

Bulgar Alfabesi ve Harflerin Türkçe Okunuşu;

Balkan ülkelerinden yaklaşık 50 Türk gazeteci, 1’nci Balkan Gazeteciler Buluşması’nda Edirne’de bir araya geldi. Buluşma kapsamında gerçekleşen çalıştayda Balkan Basın Birliği’nin kurulması kararlaştırılarak, bu birliğin genel kurulu, yönetim kurulu ve danışma kurulu belirlendi. Yunanistan’ı temsilen 10 kişilik genel kurula Cengiz Ömer, 6 kişilik danışma kuruluna ise Abdülhalim Dede seçildi. Trakya Gazeteciler Cemiyet’nin öncülüğü ve organizasyonunda ve Edirne Valiliği, Trakya Üniversitesi, Edirne Belediyesi, Dışişleri Bakanlığı Edirne Temsilciliğinin de destekleriyle bu yıl ilk kez 9 Balkan ülkesinden gazeteciler Edirne’de bir araya geldi. Trakya Gazeteciler Cemiyetinin gerçekleştirdiği ‘Türk Basınının Balkanlarda Ayak İzleri, 1’nci Balkan Buluşması’na Bosna-Hersek, Bulgaristan, Karadağ, Kosova, Makedonya, Romanya, Sırbistan ve Yunanistan’dan yaklaşık 50 gazeteci katıldı. Türkiye’de 10 Ocak, Çalışan Gazeteciler Günü olması nedeniyle düzenlenen etkinlikler çerçevesinde Atatürk Anıtı’na çelenk konulduktan sonra Trakya Üniversitesi Devlet Konservatuarı Sanat ve Eğitim Merkezi’nde ‘Türk Basınının Balkanlardaki Ayak İzleri’ adlı panele geçildi. Panelde Prof. Dr. Ahmet Günşen, Dışişleri Bakanlığı Edirne Temsilcisi Elçi Metin Kılıç ve Yrd. Doç. Dr. Veysi Akın ve Rodop Rüzgarı dergisi İbrahim Baltalı birer konuşma yaparak Balkanlardaki gazetecilerin çalışma şartlarını ele aldılar. Balkan ülkelerinden gelen gazetecilerin I. Balkan Buluşması’naYunanistan’ıtemsilenBatıTrakyaTürk Azınlık basınından Trakya’nın Sesi gazetesi adına Abdülhalim DEDE, Millet gazetesi ve Çınar FM

adına Cengiz Ömer, Gündem gazetesi adına Ozan Ahmetoğlu, Birlik gazetesi adına İlhan Tahsin ve Rodop Rüzgarı dergisi adına İbrahim Baltalı katıldı. “BALKAN BASIN BİRLİĞİ KURACAĞIZ” Etkinlikler kapsamında gazeteciler bir araya gelerek bir çalıştay gerçekleştirdi. Bu çalıştayda Balkan Basın Birliği kurulması kararlaştırıldı. Düzenlenen panelden sonra, Balkan ülkelerinden gelen gazeteciler bir Çalıştayda yuvarlak masa etrafında bir araya geldiler.Trakya Gazeteciler Cemiyeti Genel Başkanı Ali Soydan, Çalıştayda tüm gazetecilerin ortak arzusunu dile getirerek şöyle konuştu: “Biz nasıl bundan sonra Kosova’daki Ayşe teyzeye, Makedonya’daki Mustafa amcaya, Moldovya’da ki Elana’ya, Romanya’daki Fatma’ya basın iletişim araçlarıyla ulaşabiliriz, bunu bilmek istiyoruz. Bu Balkan Basın Birliği oluşturmak istememizin önemli bir sebebi var. Geçmişte yaşadık, Balkanlarda ciddi savaşlar, soykırımlar oldu. Bizim toplumlarımıza ait uluslararası örgütler olmadığı için ne yazık ki Batı çok geç reaksiyon gösterdi. Yaptığımız istişare sonunda Edirne merkezli Balkan Basın Birliği ya da Balkan Gazeteciler Federasyonu kurma fikri etrafında bir fikir birliği oluştu. Başarabilirsek bu olışumu Avrupa Birliği’nin, Birleşmiş Milletlerin ilgili organlarına üye olalım. Balkanlı gazetecilerin New York’ta da Brüksel’de de temsilcisi olsun. Ola ki hiç olsun istemiyoruz ama Balkan coğrafyasında birinin burnu bile kanasa biz de özgür basın olarak bunu dünya kamuoyuna duyurabilelim ve yeni faciaların önünü keselim. Bu açıdan Balkan Basın Birliği’nin kurulmasının çok önemli olduğunu düşünüyoruz”.

Balkan Göçmenleri Derneği’nin ziyaretinde bu yıl 21-24 Mart tarihleri arasında yapılması planlanan Uluslar arası Manisa Mesir Festivali hakkında görüş alışverişinde bulunuldu. Manisa’da faaliyetlerini yürüten göçmen dernekleri olarak bu yıl Mesir Festivali’ne kendilerinin de katkı sağlamak istediklerini ve bu çerçevede Balkan ve Rumeli Türkülerinin usta yorumcusu Havva Karakaş’ı Manisa’da ağırlamak istediklerini ifade eden Manisa Balkan Göçmenleri Derneği Başkanı Mustafa Kader, “Bunu da programa aldığınız için sizlere teşekkür ediyoruz. Daha önceden bu konuyu yine görüşmüştük. Amacımız Mesir Festivali’nin daha coşkulu geçmesini sağlamak. Bugün Bulgaristan’a gideceğim. Orada da Mesir Festivali’ne davetlerde bulunacağız. Hatta belediyenin tanıtıcı ürünlerini de orada dağıtabiliriz. Bu sayede Bulgaristan’da yaşayan hemşerilerimizi de Manisa’ya davet ederiz” dedi. Murat Boz ve Sibel Can Geliyor Belediye Başkanı Cengiz Ergün’de Manisa Balkan Göçmenleri Derneği’nin, Mesir Festivali’ne katkı sağlamak amacıyla çalışma içinde olmasını memnuniyetle karşıladıklarını söyledi. Bu yıl Nevruz kutlamalarının 21 Mart tarihine gelmesi nedeniyle Mesir Festivali’nin 21-24 Mart tarihleri arasında kutlanacağını ve programın dört güne sığdırıldığını belirterek, “Bu yıl festival kapsamında Murat Boz ve Sibel Can’ı konuk etmeyi düşünüyoruz. Ayrıca yine her yıl olduğu gibi Mesir Festivali’ne katılan ülkeler, kendi halk oyunlarını sergileyecekler. Amacımız bu yıl daha coşkulu bir festival organize etmek” diye konuştu.

Marmaris Turizm İstanbul Otogar 0212 658 20 65

Bulgar Alfabesi otuz harften oluşmaktadır.

Marmaris Turizm 0212 658 20 65


12

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Zırhlı lider-Ahmet Dogan Birinci Bulgar Mehmet ÇAKIR

Çocukluğumda ekmek teknesinde hamur karan anamın bir parça hamuru ayırıp, üstünü unla örterek maya olarak koruduğunu hatırlıyorum. O zaman “Ak Maya” falan yani paketli nayalar yoktu. Bizim mayamız özenle korunur, istenen olunca ancak yakın komşulara verilirdi. Bizim maya bizim undan ve bizim sudandı. Tuzu da alın terimiz, o da bizdendi. Bu mayada onun bunun eli, payı, hakkı yoktu. Bizim Türk mayalı sevdamız Türk kimliğimizde yaşar ve yaşayacaktır. Şu HÖH lideri Ahmet Doğan’ın ne kökü ne soyu bizden, yabancı köy köpeği gibi, getirilip bağladılar bahçemize o zaman bu zaman ne huzur kaldı ne de endişemiz bitti. İçimize çöreklenen geçip gitmeyen bir öfkeyle yüz yüzeyiz. Yüreğimizde sızlayan aldatılmışlık duyguları gönlümüze hâkim oluyor, rahatımız kaçtı kaçıyor. A. Doğan’ın DS ve KGB ajanı olduğunun gazete ve kitaplara düşmesi şan şerefimize leke oldu! Huzurumuz iyice bozuldu. Çünkü biz hayatı beş para etmeyen tipten insanlar değiliz. A. Doğan gibi onursuz ve vicdansız da değiliz. En başta VATANIMIZA, halkımıza, dostluk ve kardeşliğe ihanet asla etmemişiz. Hepimiz sözün tam anlamıyla her zaman ve her yerde onurlu mert savaşçılar olduk. Şimdi de alnımız ak, vicdanımız paktır! İnsanlarımız nerede olurlarsa olsun adamın yüzünü kara çıkarmaz tipten insanlardır. Gerçek bu iken, bizim suyumuzdan olmayan, bizi aldatarak tepeden indirilen, aramıza sızdırılan bir polis ajanı olan ve başımıza Lider edilen A. Doğan’ın, gerçekler ortaya çıkınca hepimizin güvenini yitirmesinden daha doğal bir şey olamaz. Liderin ilk işi güven aşılamaktır. “Ben hak ve özgürlüklerinizin güvencesiyim!” sayfası tamamen kapandı. Lider haklarımızın sağlanmasını, geliştirilmesini, hukuksal temellere dayandırılmasını ve özgür Türk Pomak Müslüman kimliğimizin serpilip açarak gelişerek güçlenmesini bizden tamamen farklı algıladı. Ruhumuzu köreltti.

Onun hedefi, bizim hepimizin insan haklarını kalıplayıp, bizi hak ve özgürlük “kapsülüne” doldurup aç susuz ve havasız yok etmek ya da Bulgaristan’dan kovmaktır.

Bu bilince yükselen kardeşlerimizden hiçbiri A. Doğan’a artık asla inanmıyor, onun da pili bitti, artık kimseye güven aşılayamıyor. Görülen köy kılavuz istemez. “Doğan Saray”ında kendine kıyanlar, intihar edenler, A. Doğan’a kör gibi tapan, ona kulluk eden pek çok HÖH – milletvekili 2012’de partiden ayrıldı, yeni politik kimlik aramaya koyuldu. HÖH’ün içinin boşaltıldığını görenler ürperdi. A.Doğan’ıniçyüzünüaçığavurancephede birleşiyorlar. Onlar doğru yoldadır.

Gerçek şu ki, yitirilen güven geri kazanılamaz!

Bu asla mümkün olmayan bir şeydir. Şerefli ve cesur HÖH’lüler ihanete uğradıkları anı asla unutamaz! A.Doğan’dan daha 90’larda, en başta, ilk önce şüphelenenler hep tırpanlandı, hor görüldüler. Onların ve aile üyelerinin ıhma, gelişme, huzurlu yaşama yolları tıkandı, kapandı. Partiden kovulanlar, zorla atılanlar oldu. İşsiz kaldılar. Ekmek parası için İspanyol donlarının çiftliklerinde işe gitmek zorunda kaldılar. Değişik yol-

lardan öz vatanımızı terk etmeye zorlandılar. Çok çektiler, çektikleriyle yaşarken ders aldılar. Fakat dürüstlük ve insan sevgisi dolu vicdanları pes etmedi. Türklükleri kırılmadı. Sürünerek algıladıkları gerçekler her birini bilinçlendirdi. “Hain”, “ajan”, “küstah” “kahpe” lanetlerini doğru okumayı öğrendiler. Uyandılar yeniden öne çıkıp, önderlik ruhunu yaşama çağırdılar. BU CESUR KADROLARI BUGÜN ARTIK SADECE KIRCALİ, RAZGRAT, GOTSE DELÇEV, SATOVÇA, BATAK, DOBRİÇ, ŞUMEN VE HASKOVO KÖY VE KASABALARINDA GÖRMEKLE KALMIYORUZ, ONLAR HER YERDE SAF TUTUYOR, ALABİLDİĞİNE ÇOĞALIYOR VE BUGÜN, DÜNDEN DAHA KARARLI OLUYORLAR. A.DOĞAN’A ALDANMIŞ İNANMIŞ SOYDAŞLARIMIZ HER SEÇİMDE 100 BİNDEN FAZLA OY HİPE EDİYORDU. GÜNÜMÜZDE SOYDAŞLARIMIZ ARASINDA AĞIRLIK KAZANAN SÖYLEV ŞU OLDU: “GÜVENİMİZ BİTMİŞTİR! KARŞILIKSIZ HİÇBİRŞEY OLAMAZ!” A. DOĞAN LİDERLİĞİNDEKİ HAK VE ÖZGÜRLÜKLER HAREKETİNE “HAYIR!” BU YÜKSEK HAYKIRIŞ DERNEKLERİ, BULTÜRK YÖNETİMİNDEKİ TÜM KADROLARI YÜREKLENDİRDİ. HER YERDE BİLİNÇLİ DERMAN BULMA UĞRUNDA UYANMA SÜRECİ ALDI YÜRÜDÜ. SOYDAŞLARIMIZIN BİRLİK VE BERABERLİĞİ YENİ BİR HESAPLAŞMA İÇİN KANATLANİYOR! BU YENİ BİLİNÇTEKİ GERÇEK ŞUDUR: “Güven bir kere kazanılır ve bir kere kaybedilir. Bir kere kaybedildi mi sonsuza dek bitmiştir!”

Ahmet Doğan en güvendiği ve belki de yetenekli kadrolarını elden kaçırmıştır.

Günümüzde artık Saraylara kapanmış başkasına güvenmeyen hele hele Türklüğü uyanan insanımıza hiç güvenmeyen biri var. Bu ihanetin ve güven yitirmenin bir de şu şaşmaz kuralı bilinir: “Kuşkuların ve ihanetin bedeli bir gün mutlaka ödenir!” Daha doğrusu ödetilir. Biz öç alma zihniyeti taşımayan bir halkız. Fakat vicdanlarının A. Doğan gibileri kemirerek içten içe bitireceğine kesin inanıyoruz!” Son zamanda A.Doğan’ın bazı “kadroları” takdir ederek güvenlerini kazanmaya çalışacağı söylentisi dolaşıyor. Bu bir ikiyüzlülük olur. Güvenini tamamen yitiren A. Doğan, 2011’de Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan Türk soydaşlarımızdan sözde tehdit almış, ona buna yazdırdığı sahte mektupları gizli polise ve güvenliğe göstererek milletvekili sıfatıyla özel koruma istemiştir. “Lider” DS ve KGB ajanı olarak da çok “değerli” olduğundan hemen gece gündüz koruma altına alındı. Şimdi Sarayı 20 kişi koruyor.

“Lider” alt kattaki tuvaletlere inemiyor. Çünkü “Saray mahzenlerinde” yani alt katta öldürülen “Ahmet Emin”in ruhu nöbet tutuyor.

“Lider”in Sofya’ya ve memleket içine çıkması da problem oldu. Zırhlı “Merssedec” altında ama korku dağları koruyor. O kadar kalın zırhlı ki bu araç, kurşun bir yana, tanksavar füzeye bile dayanıklıymış. Fiyatı 1.5 milyon

leva. Ödeyen ise bir Rus şirketi, KGBajanını koruyor demek. “Lider”in hayatı başkaları için çok kıymetli olmuş. Besbelli yerine yetiştirdikleri başka biri olmadığından “kapsül” içinde de olsa, yaşatmak istiyorlar. “Etme başkasına gelir başına!” atasözü gerçekleşti. O, bizi “kapsülleşmek” “dürmek”, “midye” gibi yaşatmak isterken, kendisi kapsülleşiverdi. En çok kimden korkuyor acaba!? Bulgaristan’da Türklüğün menfaatlerinin korunması için mi alarmda bu korumalar dersiniz? Hayır. Söz konusu olan Türklüğün ve Müslümanlığın köküne kibrit suyu dökmektir. Rusya’nın ve başka dış güçlerin Bulgaristan’daki çıkarlarının korunması söz konusu olabilir. “ZIRLI LİDER” endişeli ve korkular içinde. Liderlikten düşerse, beli kırılır mı dersiniz... Halkıyla haşır neşir olsa da nazardan kem gözlerden korunsa, ama halktan iyice uzaklaştı, geri dönüş olmaz...Saraylara aylar boyu giren çıkan seçmen yok. En fazla “Wisky” “Coca Cola” arabaları girip çıkıyor. Kırcaali’de ve Cebel’de son toplantılarda ilk 4 sıraya “kalın enseli” koruyucular oturdu. “Zırhlı Lidere” yaklaşmak çok zor, bu yüzden siz, şu HÖH mitinglerindeki katılımcılar bizim insanlara benzemiyor, diyorsunuz. Bu gidişle A. Doğan’ın “halkla buluşmalarına” yalnız polisler ve koruyucular katılabilir ve kalabalıklar monte edilerek halkımızın, seçmenlerimizin gözlerine pembe gül tozu serpilebilir. Bunu beklemek doğaldır. Biz artık yalan dolanın her türüne alıştık. Ne de olsa, her şeye hazır olmalıyız. “Zırhlı Lider” istemiyoruz derseniz, her şey sizin elinizdedir. Oyunuzu A. Doğan gür ruhuna vermezsiniz! Olay biter ve hepimiz “kapsülden”dürülmüşlükten”“midye” hayatı yaşamaktan toptan kurtuluruz. HÖH’ten bir seçim uzakl a ş ı r s ı n ı z v e o l a y b i t e r. Biz HÖH’ten ebediyen uzaklaşamayız. O bizim evladımız, yarattığımız en kutsal nimetimiz, göz bebeğimizdir. Ama bir seçim göz ameliyatına benzese bile acısına katlanırız. Analarımızın bazen bebeği emzikten uzak tutması bile kutsal sayılmaz mı? Bizim HÖH’e oy vermemiz, bilinçli tavrımız olur. Derdiniz böylece biter. Yani rahatlamış oluruz. Bu seçimde derneklerimizin sesine kulak verelim. O bile yeterlidir. Bu “Zırhlı Lideri” soymak, gerçekleri tüm halka göstermek, A. Doğan’ı da çok arzuladığı “Yeni Zellanda’ya ebedi tatile göndermek için en kısa yolu seçelim! Bu yol sizin seçim sandığına oyunuzu isabetli atmanızdır! 2013’te Bilinçli olmanızdadır! El ele verip bu zırhtan ilelebet kurtulmanızdır. HÖH bizimdir, “zırhlı lider” değil!...

İmparatorluğu-3

Siyasi Tarih Kubrat Han’ın küçük oğlu Asparuh Han yönetiminde Tuna boylarına gelen Bulgarlar, 679 yılında Tuna Bulgar Hanlığını kurdular. Bizans İmparatorluğu ile Avarlar arasında kalan Bulgarlar, 681 yılında yapılan anlaşma ile Bizans İmparatorluğu tarafından resmen tanındı. Asparuh’tan sonra yerine oğlu Tervel Han geçti. Bizans İmparatorluğu ile dostluk antlaşması imzaladı. Konstantinopolis (bugünkü İstanbul)’un Araplar tarafından kuşatılmasında Bizans İmparatorluğuna yardım ettiler. 718-756 yılları arasında hüküm sürmüş hükümdarlar döneminde Bizans ile Bulgar Devleti arasındaki ilişkiler nispeten sakindir. Ancak bu barış dönemi V. Konstantin’in Bulgar sınırında kaleler inşa edip buralara Suriyeli ve Ermeni göçmenleri askeri sınıf olarak yerleştirmeye başlamasıyla son bulmuştur ve Bizans İmparatorluğu ile savaşlar yaşanmıştır. Kormisoş Han’la Dulo hanedan ailesi son bulmuş ve Bulgar tahtı için eski Bulgar sülaleleri olan Vokül ve Ugayin, birbirlerine karşı üstünlük mücadelelerine girmişlerdir. 9. yüzyılda başa geçen Krum Han zamanında yeniden güçlendiler. Macaristan’ı ve Romanya’yı ele geçirdiler. 811 yılında Bizans İmparatorluğu’nu yenilgiye u ğ r a t t ı l a r. 813 yılında bugünkü Edirne’yi alan Krum Han, 814 yılında Konstantinopolis’i kuşattı. Fakat kuşatma sırasında öldü. Yerine oğlu Omurtag geçti. Omurtag Han döneminde daha da güçlenen Tuna Bulgar Hanlığı, Tuna’ya göç eden Slavlar arasında benliklerini kaybetmeye başladılar. I. Boris 852-889 döneminde 864 yılında resmen Hıristiyan olan Bulgarlar özelliklerini kaybettiler. 1018 yılında Birinci Bulgar Devleti yıkıldı. Daha sonraları Slav Hristiyan Bulgar devletleri kuruldu. Büyük Bulgarya Hanlığı


Bulgaristan Türklerinin Sesi 13

Dünya Medyasından Haberler “Ermenistan’ın çelişkili adımları sınırlandırması gerekiyor” Norveç Dışişleri Bakanı Espen Barth Eide resmi temaslarda bulunmak üzere dün Azerbaycan’a geldi. Konuk bakan önce Azerbaycanlı mevkidaşı Elmar Memmedyarov’la bir araya geldi, enerji alanında, petrol dışı sektörde işbirliği konularında görüş alışverişinde bulundu. Bölgesel ve uluslararası konuların da ele alındığı görüşmede Dağlık Karabağ sorununa değinildi. Norveç Dışişleri Bakanı, ülkesinin Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanıdığını ve mevcut statükoyu kabul etmediğini söyledi. Norveç’in AGİT Minsk grubunun çabalarını desteklediğini kaydeden Espen Barth Eide Ermenistan’ın görüşmelerde çelişki doğuran adımları sınırlandırması gerektiğini vurguladı.

B a ş b a k a n ’ a Av r u p a ‘ f ı r satçılığı’ konusunda uyarı Britanya’nın eski Washington Büyükelçisi Nigel Sheinwald, ülkede AB’ye karşı gelişen katı tutumun Britanya’nın Ortak Pazar içindeki köprü rolünü tehlikeye atacağı konusunda uyarıyor. Britanya’nın AB üyeliğini yeniden müzakere konusu haline getirecek ‘fırsatçı’ ve ‘yersiz’ taleplerin ülkenin Washington ve diğer dünya başkentlerdeki etkinliğinin azalmasına yol açacağını vurgulayan Sheinwald, Avrupa yatırımları için bir geçiş noktası işlevi gören Londra’nın bu özelliğinin böylesi bir tartışma içinde zarar görebileceğine dikkat çekiyor.

“Kötü anne” olmaktansa çocuksuz kalmak Neden Almanya ve Avusturya’da doğumlar azalıyor? Siyaset bu konuda ne yapabilir? Alman Toplum Araştırma Enstitüsü’nün yeni araştırması, bu sorulara cevap arıyor. Araştırmaya göre, anneler, çalışmaları halinde çocuklarının bundan olumsuz etkileneceğini düşünüyor. Dolayısıyla “kötü anne” olmak yerine, hiç çocuk yapmayıp, sadece mesleklerine odaklanıyorlar. Ayrıca artık çocuklar yaşamın tek mutluluk kaynağı olarak görülmüyor. İş, arkadaşlar ve diğer uğraşlar artan şekilde öncelikli hedef haline geliyor hayatta.

Elfriede Jelinek’in yer altı dünyasına tiyatro yolculuğu Müdür Matthias Hartmann ilk Elfriede Jelinek eserini sahneye koyuyor. Bugün Viyana Akademi tiyatrosunda sahnelenen “Gölge” eserinde şarkıcı Orpheus’un ünlü eşi kaderinden şikayet ediyor. Eurydike, Orpheus ile birlikte yer altı dünyasından çıkmayı reddediyor. Hartmann, Jelinek hakkında bilgi verdi: “Ona karşı savunmaya geçmelisiniz”.

Margarita

Nurgaliyev:

bela

işareti

Başsavcılık eski İçişleri Bakanı Raşit Nurgaliyeva’nın eşinin karıştığı kaza skandalını yeniden gündeme getirdi. Başsavcı Yuri Çayka’ya yazdığım mektubun ardından olayla ilgili davanın reddine ilişkin kararın yasadışı olduğu nihayet kabul edildi. Şimdi Podmoskovye İçişleri Dairesinin yeniden soruşturma başlatması gerekiyor.

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısının geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamanın Britanya’daki AB tartışmalarına müdahale etmeye yönelik bilinçli bir hamle olduğunu vurgulayan emekli diplomat, Cameron’ın AB konusunda takındığı menfi tutumunun Avrupa’daki ekonomik toparlanma sürecini yavaşlattığı yönündeki görüşlerin giderek hâkim olduğunu söylüyor.. 2010 senesinde iki insanın hayatına Devlete sağlık hizmeti sağlayan özel fir- son veren o korkunç kazada polis malar vergi kesintileri için sırada… aracı ve sireniyle trafiğe çıkan Margarita Nurgaliyeva mı suçluydu, Ulusal Sağlık Teşkilatı NHS ’in ekonomik konulardaki düzenleyici organı olan Monitor’ın ha- yoksa, Jiguli’nin ölen sürücüsü zırladığı bir rapor, kamuya bağlı sağlık hizmet- mü? Daha önce polisin bu sorunun lerini sağlayan özel şirketlerin kârları üzerinden cevabının bulunmaması için savcılığa verdikleri vergilerden muaf tutulmalarını öneriyor. nasıl baskı yaptığını anlatmıştım. Rapora göre, şirket vergisi ve katma değer vergisi öde- Raşit Nurgaliyev eşinin olay yerinde meyen devlete bağlı hastaneler, aynı hizmetleri sağla- olduğunu saklamak için elinden yan özel sağlık kuruluşlarına karşı “adil olmayan bir rekabet ortamı” yaratıyor. Vergi kuralları yanında öz geleni yapmıştı. Eski Bakanın kaynak ve işgücü maliyetleri de özel kuruluşların aley- çabaları sonucu söz konusu kaza hinde… Sağlık alanındaki rekabet şartlarının gözden resmi kayıtlara bile girmemiş, İçişleri geçirilmesi amacıyla hükümet tarafından sipariş edi- Bakanlığı soruşturma dosyasına len rapor, ay sonunda Bakan Jeremy Hunt’a sunulacak. el koymuştu. Ancak bu, Margarita Öte yandan bazı eleştirmenler kâr için sağlık hiz- Nurgaliyeva’nın adının geçtiği ilk meti veren şirketlerin vergiden muaf tutulması talep- suç olayı değil. Eski Bakanın eşinin lerine karşı şüphelerini dile getiriyorlar. 2008 yılında o zamanki İşçi Partisi hükümeti için aynı konuda yaz- izlerine işadamı Vladimir Mokerov’un dığı bir raporda vergi kesintilerine karşı çıkmış olan şüpheli ölümünde de rastlandı. Yani York Üniversitesinden sağlık ekonomisi profesörü Raşit Gumaroviç’e acımak lazım Andrew Street, “eğer şirketler hem kamuya bağlı hastane hizmetlerini verip hem de vergiden kaçınmak is- aslında. Böyle bir kadınla yan-yana tiyorlarsa, hayır kurumu statüsüne geçmeliler” diyor. olmak hayat için tehlikeli çünkü.

Ticaret ve diplomasi

Biz Bulgaristan Türkleri

600 yıllık vatanımızda Çoğunluktan Azınlık Durumuna düştük, İşkencelere, Baskılara, Haksızlıklara ve Zulümlere Direndik Göçe zorlandık, 93 Harbi ve Balkan Harbi Büyük katliamları ve göçleri getirdi …ama vazgeçmedik Çünkü Bulgaristan, Bizim vatanımızdı… 93 Harbinden sonra Bulgaristan baştanbaşa kana boyandı. Ülkeyi ve halkı perişan ettiler. Halk göçüyordu, Çünkü yapılan Zulümler dayanılır gibi değildi. Balkan harbinde dağ taş kana bulandı. Göç dalgası durmadan sürüp gitti.

• 1877-78 göçü, 1936 göçü yetmedi, 1951 – 52 yetmedi, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, iş • 1968 – 69 yetmedi,1972 – 78 yetmedi

adamları ve şirket yöneticilerinden oluşan kalabalık bir heyetle birlikte dün akşam Libreville’e ulaştı. Erdoğan’ın resmi ziyareti, 48 saatten kısa sürecek. Ziyaretin önemli bir bölümü, Libreville ile Ankara arasındaki ticari ve diplomatik ilişkilerin güçlendirilmesi çabalarına ayrılacak. Başbakan Erdoğan, havalimanında Gabonlu mevkidaşı Raymond Ndong Sima tarafından karşılandı. Erdoğan, bugün öğle saatlerinde Cumhurbaşkanı Ali Bongo Ondimba tarafından kabul edilecek. Erdoğan, tropikal ormanlara ve Wonga Wongue bahçesine yapacağı ziyaret öncesinde bir de parlamentoda bir konuşma gerçekleştirecek. Erdoğan’ın bu ziyareti çerçevesinde iki ülkeden uzmanların 3 Ocak’tan bu yana karşılıklı görüşmeler gerçekleştirdiğinin altını çizmekte fayda var. Başbakan Erdoğan’a gelince, ailesiyle birlikte Gabon topraklarına ilk kez ayak basan bu isim, halk tarafından onaylamış bir reformcu. 21. Yüzyılın başında hangi Türk siyasetçinin sıradışı bir kaderi var denilse, akıllara hiç kuşkusuz Recep Tayyip Erdoğan ismi gelir. Hiç kimse 1998’de ulusalcı bir şair olan Ziya Gökalp’in şiirini okuduğu için dört yıl hapse mahkum edilen Recep Tayyip Erdoğan’ın bu noktalara geleceğini önceden bilemezdi. Üstelik bu hapis cezasıyla birlikte 5 yıl siyaset yasağı konulmuşken… Ancak Allah’ın da izniyle Erdoğan kendi siyasi kariyerini en üst noktalara çoktan çıkardı bile. Erdoğan bugün Türkiye’nin en popüler siyasi ismi olarak görülüyor. Kendisi hem diplomatik hem de ekonomik açısından daha dışa dönük bir politika izliyor. Bu anlamda, ülkesinin Avrupa kıtasındaki ortaklıklarını genişletip Afrika’yla da ilgilenmesi gerektiğini düşünüyor. Gabon kozunu oynamasının sebebi de bu.

Mali’de savaş çıktı, El Kaide saldırıya geçti

El Kaide teröristleri Fransa’nın Mali’ye yaptığı askeri müdahalenin intikamını aldı. Teröristler dün Libya sınırındaki In Amenas’ta bulunan bir gaz santraline saldırı düzenleyerek 41 batılıyı kaçırdı. Saldırı esnasında biri İngiliz, diğeri Cezayirli olmak üzere iki kişi hayatını kaybetti. Kaçırılan 41 kişiden 13’ü Norveçli, 7’si Amerikalı, 5’i Japon. Birkaç tane de İngiliz ve Fransız var. Amerika 7 vatandaşını kurtarmak için “ne gerekiyorsa” yapmaya hazır olduğunu açıklarken batılıları kaçıranları serbest bırakmak için Fransa’nın Afrika’da sürdürdüğü haçlı seferini durdurmasını şart koştular. Mali’de bulunan Fransız misyonu varlığının yedinci gününü doldururken kuzeyle güney arasındaki sınırda yüz yüze çatışmalar başladı. Fransız zırhlı araçları başkent Bamako’nun 400 kilometre yakınlarında bulunan Diabali şehrine girdi. İtalya’ysa Paris hükumetine destek garantisi verdi. Roma bölgeye asker sevk etmeyeceklerini ancak lojistik destek sağlayacaklarını duyurdu.

Bu da yetmedi 1984’te tankla tüfekle İsimlerimiz değiştirildi. Türkçe konuşanlar cezalandırıldı. Devletin denetim mekanizması insanların en özel mekânlarına kadar ulaşabildiği için Türkler evlerinde bile Anadillerini konuşamaz hale geldiler. Anne babalar kendi çocuklarından korkar hale geldi ve kendi evlerinde kilitli kapılar ardında ibadet etmek zorunda kaldılar. Bulgaristan’ın etkili unsurlarındanız. Evet, Bulgaristan artık Avrupa Birliğinin bir parçası Ancak hâlâ Bulgaristan’da Türk çocukları Türkçe okuyamıyor! Buna rağmen Türkiye sevdasını gönüllerinin içinde yaşatan insanların yaşadığı bir yerdir Son yüzyılı acılarla, göçlerle, Ayrılıklarla geçmiş. Bir vatandır Bulgaristan Dedelerimizin toprakları ellerinden alınmış bir dönem mezardaki dedelerimizin isimleri dahi değiştirilmiş Yine de bu “YETİMLER” Tarihiyle, Kültürüyle, Türk gibi yaşayıp, Türk gibi göçüp gittiler Göçten sonra Türk ve Müslüman, nüfusun burada kalanlarının ve aynı zamanda göçenlerinin haklarını savunabilmek için organize olmamız kaçınılmaz bir koşuldur. Gerek Bulgaristan’da gerekse Türkiye’de geçmiş dönemlerde büyük sıkıntılar yaşandığını biliyoruz. Bu sıkıntıların en ağır yükünü kadınlarımız annelerimiz bacılarımız çekmiştir. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Bu amaca hizmet etmek için kuruldu. Ve Bulgaristan sevdasını, acısını ve özlemini yüreğinde duyanların bir araya gelerek bu dava uğruna inananların kenetlendiği yer burasıdır. Artık Bulgaristan Türkleri davası organize edilecek ve etkili bir şekilde bu merkezden Takip edilecektir. Hedefimiz Türkiye Bulgaristan arasında Kültür, Siyaset ve ticaret köprüsünü oluşturmaktır. Bulgaristan Türklerine uluslararası antlaşmalarla Sağlanmış fakat sonradan gasp edilmiş haklarını geri alınması için mücadele verecek. Bulgaristan Türklerinin Sesi Türk Dünyasının çıkarları doğrultusunda ulusal ve uluslararası her plâtformda layıkıyla duyuracaktır. Bu mücadeleyi yaparken, gücünü ikili ve uluslararası Anlaşmalardan doğan haklarını kullanarak yapacaktır. Bulgaristan Türklerinin haklı ve gür sesi olacak !!! Derneğimiz kurulduğu günden bu güne kadar bu uzun süreçte bu görevi hakkıyla en iyi ve en etkili bir şekilde yerine getirmiştir ve devam edecektir. Bizler Bulgaristan sevdasıyla yanan, bıkmadan, usanmadan, yorulmadan devam eden mücahitleriz. Bizim arzumuz geride bıraktıklarımızın insanca yaşaması, çocuklarımızın çağdaş eğitim alması, özellikle ana dilinde eğitim görerek Tarihimizi ve kültürümüzü yaşatması, doğduğumuz topraklarda inancımızın gereklerini yerine getirebilmemizdir. Evet! Bulgaristan vatanımız Türkiye Anavatanımız Bunlar vazgeçilmez sevdamızdır. Buna gönül verenler bu çatı altında birleşmeli tek vücut olmalıdır. Bizler Bulgaristan Türklerinin insani temel hak ve özgürlüklerini korumak, Onların birlikte yaşadıkları insanlarla eşit haklara sahip olmalarını istiyoruz! ÇOK MU İSTİYORUZ?


14

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Hangi Ayda Ne Yenir? Griple Nasıl Baş Edeceksiniz

Her mevsimin, her ayın besinleri farklıdır. Zamanında tüketilen besinlerin vitamin ve mineral değerleri yüksektir Sebze ve et suyu ile hazırlanmış çorbaları sofranızdan eksik etmeyin. Çorbalar bağırsak sistemini düzenler. Soğuk havalarda vücuda direnç veren balık ve baklagiller de en çok tüketilmesi gereken besinlerden. Grip ve soğuk algınlığına karşı vücudunuzu koruyun. Kansere karşı etkili lahanagilleri (lahana, Brüksel lahanası, karnabahar ve brokoli) sık sık yiyin. Bol betakaroten içeren havuç ile salata, zeytinyağlı yemek veya havuç suyu hazırlayın. Hafif ve direnç verici besinleri tüketmeye özen göstermek gerekir. Balık, ızgara et, sebze ve meyveler bol tüketilmeli. Kuzu etinin en taze ve lezzetli zamanı. Bu aylarda et olarak kuzu etini tercih edin. Sütlü hafif tatlılar pişirin. Sabah kahvaltısında ve geceleri yatmadan önce bir bardak süt için.Açık havada düzenli yürüyüşler yapın. Çilek kısa ömürlu bir meyve. içeriğindeki zengin vitamin (özellikle C vitamini) ve mineraller sayesinde ani enerji verip, geçiş mevsiminde ortaya çıkan yorgunluk belirtilerini giderir. Kısa ömürlü dut ve kirazı bu ayda bol bol tüketin. Her ikisi de zengin vitamin ve mineral kaynağı. Semizotu, balıktan sonra en çok omega - 3 içeren sebze. Vücut tarafından üretilmeyen bir yağ asidi olan Omega - 3, kalp hastalıklarına, zihinsel karışıklığa ve bunamaya karsı etkili. Yaz meyve ve sebzelerinin en olgun zamanı. Meyveleri bol yiyin. Bunun yanı sıra balık, zeytinyağlı sebze, hafif soslu makarnaları günlük öğünlerinize paylaştırın. Kışa hazırlık ayıdır. Vücudu soğuk mevsime hazırlamak gerekir. Bol balık, sebze,

meyve ve makarna gibi enerji verici karbonhidratlar ağırlıklı beslenin. Mürdüm erik ve fındığı her gün belli bir miktar tüketmeye özen gösterin. Ekim ayı omega - 3 içerikli cevizin tam zamanı. Cevizi bu aylarda bol bol tüketin. Ayrıca mantarlı nefis yemekler pişirebilirsiniz. Mantar, balık, et ve sebzelere çok yakışır. Mantarı ızgarada üzerine peynir serperek pişirip kahvaltıda da yiyebilirsiniz. Kasım ayında balkabağından bol bol yararlanın. Çorbası, tatlısı ve pastası ile nefis lezzetler hazırlayabilirsiniz . Balkabağını ayrıca etli sebze yemeklerine de ilave edebilirsiniz. İçerdiği bol betakaroten sayesinde kansere karşı etkili bir sebze. Soğuk algınlığı hastalıklarına yakalanmamak için sağlıklı beslenin. Portakal veya greyfurt suyu için. Ispanak, baklagiller, et, yoğurt, muz,elma ve kuruyemişleri bol tüketin. Soğuk algınlığı hastalıklarına yakalanmamak için sağlıklı beslenin. Portakal veya greyfurt suyu için. Ispanak, baklagiller, et, yoğurt, muz,elma ve kuruyemişleri bol tüketin.

Griple Nasıl Baş Edeceksiniz? Grip ve soğuk algınlığının tedavisi elbette istirahattır. Evde uygulayacağınız tedavilerle, iyileşme sürecini kolaylaştırabilirsiniz. Bol bol sıvı içmek size yardım edebilir. Su, meyve suyu, et veya tavuk suyu ya da ballı limonlu ılık su susuzluğu önlüyor ve burun tıkanıklığını açıyor. Vücudunuzun susuz kalmasına yol açan kahveden, kafeinli içeceklerden uzak durun. Bir bardak ılık suyun içine yarım çay kaşığı tuz ekleyip gargara yaparsanız boğazınızı rahatlatacaktır. Reçetesiz satılan tuzlu burun damlaları ya da spreyleri burun tıkanıklığınızı açar. Uzmanlar, bebeklerde ve daha büyük çocuklarda burun spreylerinin güvenle kullanılabileceğini söylüyorlar. Tuzlu su spreyleri ya da damlaları diğer burun tıkanıklığını giderici ilaçlar gibi tedavi kesildiğinde belirtileri kötüleştirmiyor. Anne-babalar hasta çocuklarına tavuk suyuna çorba içirirlerdi. Şimdi bilim adamları tavuk çorbasını test ettiler ve grip ile soğuk algınlığı belirtilerini 2 şekilde hafiflettiğini belirlediler. İlki, tavuk suyu çorba nötrofillerin hareketini engelleyerek antiinflamatuar gibi etki gösteriyor. İkincisi, burun akışını hızlandırıyor, burnun açılmasına yardım ediyor. Burnun iç kaplamasıyla temas eden virüs miktarını sınırlandırıyor. Reçetesiz satılan burun açıcılar ve ağrı

kesiciler bazı belirtileri hafifletse de soğuk algınlığını önlemiyor ya da hastalığını süresini kısaltmıyor. Bunların birçoğunun bazı yan etkileri var. Birkaç günden fazla kullanılırsa, belirtileri daha da kötüleştiriyor. Birinci kuşak (yatıştırıcı) antihistaminler öksürük, hapşırık, gözlerin yaşarması, burun akması gibi çeşitli soğuk algınlığı belirtilerini hafifletmeye yardım ediyor. Sonuçları çelişkili olan ilacın yararı yan etkisinden daha ağır basıyor. Soğuk algınlığı virüsleri kuru koşullarda daha çok çoğalıyor. Kuru hava mukoza zarını kurutuyor ve burnunuzu tıkıyor ve boğazınızı tahriş ediyor. Odayı nemlendiren cihazlar, evinize nem sağlarken, uygun şekilde temizlenmediği takdirde ise evinize küf, mantar ve bakteri de saçacaktır. Cihazınızın içindeki suyu her gün değiştirin ve cihazınızı üreticinin talimatlarına göre temizleyin.

Soh Kırım Tatarları 50 yıl sonra Afrika’da unutulan Türkler Kırgızistan sorununu çözüyor Kırım’da çoğunluk olacak

Osmanlı’nın Afrika’da ki en uzak yeri Agadez bölgesiydi. Ve bu bölgede hala Osmanlı yaşıyor. Osmanlı’nın soyundan gelen Sultan İbrahim Oumarou (Ömer) TRT Haber’e konuştu. Başbakan Erdoğan’ın Afrika turunu büyük bir heyecanla değerlendiren Oumaru “bu ziyaretten şeref şeref duydum, çok duygulandım. Bu ziyaret dostluklarımızı, akrabalıklarımızı geliştirecek.” şeklinde konuştu. Osmanlı dendeğinde gözlerinin içi gülen ve yüzyıllar sonra atalarının geldiğini söyleyen Agadez Sultanı Oumarou TRT Haber ekibine tarihi akrabalıklarını anlattı. “Yüzyıllar önce Nijerli kabilelerinden Tuaregler arasında birliğin dağıldığını” söyleyen Agadez Sultanı, “o zamanlar 300 kişilik bir heyet hakem için Osmanlı’ya gitmiş. Bir yönetici atamalarını istemişler. Rivayete göre padişahımız cariyelerinden bir oğul vermelerini istedi. Afrikalı bir cariye Yunus isimli oğlunu verdi.” diye Osmanlı ile olan tarihi geçmişi dile getirdi. Cihan devleti Osmanlı, takvimler 1405 yılını yaniYıldırım Beyazıt dönemini gösterdiği zaman, bu olayla birlikte Afrika’daki en uzak toprağına yerleşmiş oluyordu. İşte Agadez Sultanı İbrahim Oumarou da o zaman bölgede yönetici olarak atanan Yunus Sultan’ın soyundan geliyor. Ve Osmanlı’ya saygıdan dolayı sadece Nijer’in Agadez şehrinde kent yöneticisi kendisini Sultan olarak ifade ediyor. Agadez Sultanı İbrahim Oumarou daha önce İstanbul’a gelmiş ancak yoğun programı dolayısıyla Topkapı Sarayı’nı gezememiş. Bunu dile getiren Agadez Sultanı “Belki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın daveti ile Topkapı Sarayını ziyaret etmek isterim” diyerek Kadir Topbaş’a da mesaj göndermiş oldu.

Kırgızistan, ülkenin güney bölgesine ulaşım için Özbekistan’ın Soh bölgesinden geçen karayola alternatif yol yapımını hızlandırdı. Kırgızistan Ulaştırma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre, ülkenin güneyine ulaşmak için iki alternatif güzergah yapılacak. Soh’un çevresinden geçen iki farklı yol projesinin ilki Aygültaş-Sogment-Tayan ikincisi ise Bel-Bocoy-Ötükçü güzergahı olacak. Bakanlık bildirisinde Soh’un çevresinden geçecek güneydoğu alanındaki karayol yapımının 2010 yılında başlatıldığı hatırlatılarak, bugüne kadar yolun bir kısmının tamamlandığı kaydedildi. Maliyeti 2 milyon 800 bin dolar olan Aygültaş-Sogment-Tayan karayol yapımının yarılandığı açıklanırken yolun tamamının ulaşıma açılması için çalışmaların hızlandırılacağı kaydedildi. Bakanlık bağımsız ulaşımın ikinci alternatif yolun yapımının ise proje aşamasında olduğunu belirterek, yolun yapılması için 4 milyon 700 bin dolar harcanacağını açıkladı. Kırgızstan’ın güney bölgesini kuzeye bağlayan mevcut karayol güzergahı Özbekistan’ın Soh yerleşim bölgesi içinden geçiyor. Bu yolun kullanması için iki kere sınır kapısını geçmek zorunda kalan Kırgızistan vatandaşları Soh bölgesi içinde de bir takım zorluluklar yaşıyor. Geçtiğimiz hafta Kırgızistan vatandaşları ile Soh Bölgesi halkı arasında yaşanan arbade resmi makamların müdahalasi sonucu yatıştırılmıştı.

Darbe (Udar) Partisi Ukrayna milletvekili Sergey Bazı şeyler açığa kavuşturulabilir, bazıları ise gizli tutulabilir. Kunitsın, Kırım Tatarlarının Kırım’da nüfuslarını ar- Tatarlar evrim yolu ile özerkliğini kurmaya çalışıyor. Onlar tırarak milli özerklik ilân etmeye çalıştığını söyledi. nüfusunun arttığını çok iyi biliyorlar, Tatar nüfusunun yüzde Kunitsın, Ekonomiçeskaya Pravda (Ekonomik Gerçek) sitesi epravda.com.ua ‘da yayımlanan röportajında Kırım Tatarlarının 50 yıl sonra Kırım’da çoğunlukta olacağına dair tahmindebulunduvebununlailişkinolarakdevletinKırımile ilgili bir program ve konsept hazırlaması gerektiğini söyledi. Sergey Kunitsın, Kırım’da Tatar sorununun var olup olmadığı ile ilgili gazetecilerin sorusunu cevaplarken sorunun Kırım Tatarlarının 18 Mayıs 1999 sürgününün 55. yıldönümü dolayısıyla sürgün kurbanlarını anmak amacıyla büyük yürüyüş yaptığını hatırlatarak “Biz en ağır ‘çatışma’ döneminden geçtik. Ben 1999 yılını hatırlıyorum. O zaman 50 bin kişi yaya olarak Simferopol’e gelmişti. Biz o zaman iç savaşın eşiğine gelmiştik. Üstelik Çeçenistan’da savaş vardı. O zaman biz dönemin Cumhurbaşkanı Leonid Kuçma’nın bilgeliği sayesinde çatışmadan çok zor sıyrılmıştık. O zaman bazı kolluk kuvvetleri başkanları şiddet kullanarak sorunun çözülmesini teklif etmişti. Öyle olsaydı Ukrayna kana boğulmuş olurdu. Leonid Kuçma’ya teşekkür etmek lazım, o kuvvet kullanmayı teklif edenleri dinlemedi ve Cumhurbaşkanı kararıyla Ukrayna Cumhurbaşkanı Kırım Tatar Temsilciler Kurulunu kurmuştu. Şu anda bu kurul çalışmıyor. Oraya dernekleri temsil eden 10-20 kişi dâhil edildi. Böylelikle Meclis (KTMM) geriye itilmeye, silinmeye çalışılıyor.” dedi. Kunitsın röportajında “Devletin etnik politika konseptini hazırlaması gerekir. Bu konsept açık ya da kapalı olabilir.

30’dan fazla olan bölgeler var. Bazı köylerde Kırım Tatarlarının toplam nüfusunun oranının yüzde 50’yi geçiyor.” “Tatarların devlet idare organları, yerel şuralar, emniyet organlarında temsilcilerinin sayısı çok. Onlar, bu yaklaşımın devam etmesi durumunda her şeyin kendi kendine geleceğinin farkındalar.” dedi.

BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ

1913 Sofya

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

www.bulturk.org /bilgi@bulturk.org- Tel:0212 477-62-10 İmtiyaz Sahibi - BULTÜRK Genel Başkan-Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı

Semra HÜSEYİN Genel Yayın Yönetmeni

Rafet ULUTÜRK

Genel Yayın Müdürü Dr.Nedim BİRİNCİ

Yayın DanıSmanları:

Prof.Dr.Hayati DURMAZ Prof. Dr. Gülfetin ÇELİK Diş Hekim İsmail ALİOĞLU Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK D o c . D r. S a k i n Ö N E R Doç. Dr. Emine İNANIR D o c . D r. H a s i n e Ş E N

Diş Hekimi Halide ÜMİTFER

Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Görsel Yönetmen: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: Art Direktör: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:

Nafiye YILMAZ Av. Hasan MOLLAOĞLU Mujgan DENİZ Hüseyin YILDIRIM Muazzez YURDAKUL Muharrem KIRAN Muharrem TERZİ İbrahim SOYTÜRK Samet ERDEM Murat ULUTÜRK Orhan ÇAKIR Neriman ERALP

İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 477 61 10 // 511 63 47 - Fax:0212 511 33 91

Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98 Star Medya Yayıncılık A.Ş. Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK

Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.

www.bulturk.org

Almanya-Köln: Rafet DAL Amerika-New York: Alaattin Gokay Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan KazakistanTürkistan: Erkan

Bulgaristan - Temsilcileri Sofya: Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:

Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Emel BALIKÇI Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Mehmet KRAL Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ

TÜRKİYE-Ankara:Sebahin AHMETOĞLU ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Mahmut ORAL İst. Sultangazi:

Seyhan ÖZGÜR

ist. G.O.P.aşa:

Sevilcan YÜCE

ist. 500 Evler:

Nedim BİRİNCİ

ist. Zeytinburnu: Mustafa GÜLER ist. Avcılar:

Müjgan DENİZ

ist. Başakşehir:

Ayten ERDEM

ist. Kağıthane:

Nazım ÇAUŞ

Bursa-Yıldırım:

Turhan YAMAÇ

Bursa-Hürriyet:

Üzeyir AKGÜN

Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl

Bayram BAYRAM

İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece:

Mümin GÜNEY

İzm.Buca:

Hüseyin PAŞAMOĞLU

İzm.Bornova:

Kenan ÖZGÜR

Edirne:

Nadir ADLI

Kırklareli:

Ali ÖZTÜRK

Tekirdağ:

Sezai ALTINAY

Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir:Osmangazi Ünv. - Sevgin GÖKE


Bulgaristan Türklerinin Sesi 15

Paramızla hasta oluyoruz-2 Hastalıklara yol açan sebepleri önlerseniz, hastalıkların kötü sonuçlarıyla sağlık ve hayatınızı tüketmezsiniz. Keşke biz de hastalıkların kökünü kurutan bir politika izleseydik ve bu yüzden her ay bir hastane açtığımız için değil, kapattığımız için övünseydik. Çözüm diye dayatılan her şey, trilyon dolarlık küresel sektörü şişirmekten başka işe yaramıyor. Milyarlarca dolarlık sağlık harcamasını saadet zinciri haline gelmiş küresel hastane zincirlerine, ilaç ve teknoloji şirketlerine, vermesine verelim de, hastalıkları önleme karşılığında versek ve sağlığımızı korumuş olsak daha mantıklı olmaz mı? Önlenebilir hastalıkların yol açtığı organ yetmezliği olan hasta sayısı ise bu dönemde 4 kat artarken, bu hastaların tedavisi için her yıl 4 milyar dolar harcıyoruz. Önlemek ve korumak çok daha kolay, ucuz ve man-

tıklı olmasına rağmen milyarlarca doları da böbrek, karaciğer, kalp nakilleri için harcayacağız. Sağlıklı yaşamanın bilimsel formüllerini uygulamak neden kimsenin aklına gelmiyor?

Müslüman Alimler Birliğinden Türkiye’ye Övgü Müslüman Alimler Birliği, Türkiye’nin Suriye halkına yardımlarını takdirle karşıladıklarını belirtti. Başkanlığını Yusuf Karadavi’nin yaptığı Müslüman Alimler Birliğinden yapılan yazılı açıklamada, Suriye krizinin gerçek çözümünün ancak ülkenin başındaki ‘’zalim hükümdar’’ın gitmesiyle mümkün olabileceği belirtildi. Hükümetleri ve yardım kuruluşlarını Suriyeli ihtiyaç sahiplerine yardım etmede hızlı davranarak soğuk, yetersiz beslenme, tıbbi yardım eksikliği nedeniyle ölüme yüz yüze gelen sığınmacıları kurtarmaya çağıran Müslüman Alimler Birliği, bu yardımın bütün Araplar, Müslümanlar ve ‘’vicdan sahipleri’’ için dini ve ahlaki bir vecibe olduğunu kaydetti. Açıklamada, uluslararası arenada ‘kahraman Suriye halkının ve haklı davala-

rının savunucusu’ olan Katar, Türkiye

1984-1989 yılları arasında Bulgaristan Türklerine yönelik uygulanan baskı ve asimilasyon politikaları, 1989 yazında yerini zorunlu göçe bırakmış ve birkaç aylık süre zarfında 360.000’den fazla Bulgaristan Türkü, Türkiye’ye giriş yapmıştır. Diplomatik bir krizden öte ciddi bir insanlık trajedisi doğuran bu uygulamalar, günümüzde toplumsal sonuçlarıyla detaylı akademik araştırma ve değerlendirmeyi gerektirmektedir. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) bünyesindeki AB Araştırmaları Merkezi Balkanlar Masası tarafından yürütülecek olan ve T.C. Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı tarafından desteklenen “Tarihe Not Düşmek: 1989 Göçü” projesi kapsamında, 1984-1989 yılları arasında Bulgaristan’da komünist rejim tarafından resmi devlet politikası olarak yürütülen asimilasyon sürecine tanık olmuş ve 1989

Göçü’ne maruz kalmış kişilerin anılarının kaleme alınmasıyla 5 ciltlik bir kitap serisi oluşturulması hedeflenmektedir. Eserlerin dili Türkçe olacaktır. Kitap serisi, proje bitiminde yazarların katılımıyla Ankara’da düzenlenecek olan basın toplantısında kamuoyuna tanıtılacak ve başta üniversiteler ile şehir kütüphaneleri olmak üzere, Türkiye ve Bulgaristan’da ilgili kurum ve kuruluşlara dağıtımı yapılacaktır. Anılarını kaleme almaya gönüllü kişilerin, en geç 10 Şubat 2013 tarihine kadar kısa özgeçmişlerini ve 300 kelimelik eser özetlerini aşağıdaki adreslere posta veya e-mail olarak göndermeleri gerekmektedir. Son Başvuru Tarihi: 10 Şubat 2013 Yazışma Adresi: Uluslararası Stratejik Araş-

ve Suudi Arabistan gibi bazı Müslüman, Arap ve özgürlük yanlısı ülkeler olduğu gibi bunun aksine Suriye’de yaşananlara seyirci kalan ve zulmü destekleyenlerin de bulunduğu belirtildi.

“Tarihe Not Düşmek: 1989 Göçü” Projesi Kitap Çağrısı

Cargill’in Türkiye ortaklarından olan Ülker Grubu, yabancı bir ortakla birlikte Aydın Doğan’ın gazete ve televizyonlarına talip… Habertürk’ün sahibi olduğu Ciner Grubu ise, Ülker’in medya sektörüne girmesini istemiyor. Ayrıca Doğan’ın yayın organlarını kendisi almak istiyor. Tartışmada üslubun inandırıcı olmaktan iyice uzaklaştığı açık… Çünkü mısırdan elde edilen nişasta bazlı şeker/tatlandırıcı türleri, kanser başta olmak üzere birçok hastalığın nedeni olarak gösterilirken, şeker pancarından elde edilen rafine beyaz veya kahverengi şeker ‘masum’ olarak gösteriliyor. Son programda ise ‘şeker’ Mustafa Kemal’in emaneti olarak Kemalizm’in kutsalları arasına alındı. İki hafta kadar sonra raflarda olacak olan, oldukça hacimli yeni kitabımda, şeker/tatlandırıcı türleri, bağımsız bir kitap olabilecek kadar ayrıntı ve hacimde ele alınıyor. Tarihi süreçleri ve günümüzdeki durumu, çok sayıda veri ile birlikte sunuluyor. Son tartışmalar çerçevesinde kafası karışanlara bazı özet bilgi sunalım. Dikkat edilirse, programa genellikle pancar şeker savunucuları davet ediliyor. Oysa şekerlerin hiçbir türü masum olmadığı gibi, insan tüketimi için uygun değil. Daha da ötesi, dünyada şekerin diğer adı: Yasal uyuşturucu! Yapılan tartışmada, her şeyin sorumlusunun sadece NBŞ olarak gösterilmesi hiç kuşkusuz çok büyük bir hata. Ama kimin umurunda... Kendisi ile özellikle GDO ve tarım endüstrisi firmalar konusunda, gece ile gündüz gibi düş(ün) düğümüz Prof Selim Çetiner, son programda, “siz her sorunu nişasta bazlı şekere indirgeyerek, pancar şekerini masumlaştırıyorsunuz. Oysa 3 beyazdan (rafine şeker, rafine un ve rafine tuz) sakınılmasını herkes öğütlemiyor mu? Nişasta bazlı şeker ne kadar zararlı ise, pancar şekeri de aynıdır” mealinde bir cümle söyleyerek konuyu iyi bir şekilde özetledi. Bu durumda acaba birileri bizi, ‘doludan korumak gibi bir gerekçeyle, sele mi teslim ediyor?’ diye düşünmeden edemiyor insan. ‘Tatlı bela’ demekte hiçbir beis olmayan şeker ve türevleri ile ilgili kısa notlar düşelim. Beyaz şekerin kara talihi İngilizlerin dünyaya armağanlarından biri olan rafine şeker, “modern tarihin en büyük bilmecelerinden biri ve en büyük ahlakî gizemlerinden biri olmayı sürdürmekte…” (Henry Hobhouse, Değişim Tohumları s. 65, Doğan Kitap.) Şekerin bilinen tarihi M.Ö. 3000’li yıllara kadar uzanır.Ancak o şeker, bugünkü şeker değil. Müslüman âlimler, İran’dan aldıkları şeker kamışını sadece ilaç yapımında kullanırlardı. Çünkü insan bedeninin, dışarıdan şeker almaya ihtiyacı yok. Bütün yenilebilir bitkiler; çeşitli oranlarda lif, yağ, nişasta, protein ve şeker içerirler. Bu gıdaları tüketen bütün canlılar, lif ve nişastayı biyokimyasal yöntemlerle şekere dönüştürürler. Vücudun ürettiği bu şeker kana karışır ve enerji kaynağı olur. Bütün kaynaklar ve veriler gösteriyor ki; ‘şeker kamışı’ ve ‘şeker pancarı’ndan elde edilen ve ‘rafine şeker’ olarak da bilinen ‘endüstriyel şeker’, üretilmeye başlanmadan önce, insanoğlu daha sağlıklı bir hayat sürmekte idi. Müptelasını kendine köle eden bu beyaz kristal, milyonlarcainsanınköleleştirilmesineveİngilizasillerininkeyifleriiçin hayatlarından olmalarına neden oldu. Şeker bugün son derece ucuz olsa da, iki üç yüzyıl önce neredeyse altına eş değerdeydi. Şekersiz bir yaşam mümkün değil! Evet, bu başlık çok doğru fakat bu şeker; sanılanın aksine her gün çaya çorbaya eklediğimiz toz ve kesme şeker olarak bilinen rafine şeker, nişasta bazlı şeker ve diğer tatlandırıcı türleri değil. İhtiyacımız olan şeker, günlük tükettiğimiz birçok meyve ve sebzede, vücudun ihtiyacını görecek miktarda zaten yer alıyor. Üstelik soğan, sarımsak gibi bitkiler bile şeker ihtiva eder. İlave olarak, kullandığımız tatlandırıcı şeker; tüketen herkesi kendisine bağımlı kılan, şişmanlatan, dişleri çürüten, sinir sistemini tahrip eden, bağırsak tembelliğine ve vitamin eksikliğine neden olan ve sonuçta kanser yapan gereksiz bir uyuşturucu. Şeker, ilk olarak üreticisini öldürmeye başlar, sonraları ise tüketicisini. Eskiden İslam toplumlarında, alkollü içe-

Bilgilendirme

Dr.Nedim BİRİNCİ Nişasta Şekeri-2 ceklerin haram olması nedeniyle, bal ve pekmezden yapılan hoşaf ve şerbet gibi alternatif sağlıklı içecekler vardı. Batılılarda ise, günümüzde de olduğu üzere, alkol yoğun olarak tüketiliyordu. Şekerin gündelik hayata girmesi, yine batılıların ayyaşlığa alternatif aramasından kaynaklanıyor. Batılılarçay,kahvevekakaoilekarşılaşınca,ilkkezalkole karşı yeni bir seçeneğe kavuşurlar. Birahanelerin kaba sabalığı ve çirkefliğinden kurtulmak isteyen mutedil batılılar için çay, bir lüks olmaktan çıkmaya başlar. Ancak pek alışık olmadıkları çay, kahve ve kakao acı gelir. Bunun için de, bu alternatif içeceklere şeker ilave edilmeye başlanır. 1680’lerde başlayan bu süreç şeker talebini artırınca, fiyatı da hızla düşmeye başlar. Bu üçlü sıcak içeceğin ayrılmaz bir parçası haline gelen şeker, 20. yüzyılda ise bir bakkal malzemesine dönüşecektir. Batılı tüccarların hayallerini süsleyen şeker, bir yandan üretilmesi için Afrikalıların köleleştirilmesine neden olurken, diğer yandan da tüketenleri kendine bağımlı kılarak, iki tür köleliğe neden olmuştur. Şeker köleliği ilk olarak, 1443’de ‘ham’ın çocukları dedikleri siyah Afrikalıların yakalanıp, gemilerle Güney Avrupa’ya getirilmeleri ile başlar. Özgür beyaz adamın esir ettiği siyahlar, altın gibi gelir getiren şekerin üretilmesi için çalıştırılacaklardır. Çünkü bunlar insan sayılmıyor. Getirilen kölelerin, okuma yazması ve Hıristiyan olmaları da yasaklanır. Böylece siyah derililerin, beyaz insandan aşağı bir varlık olarak kalması öngörülür. Afrika’dan köle olarak getirilen 20 milyon kişiden, 15 milyon kadarının şeker için kullanıldığı sanılıyor. Köleliğin ilk dönemlerinde, bir kölenin bedeli yarım ton şekerdir. İlerleyen dönemde ise şeker fiyatları düştüğü için bu rakam 1 köle = 1 ton şekere eşitlenecektir. Üretimi, petrolü rafine etmeye benzeyen beyaz şekeri, ilk olarak Alman kimyacı Margraf rafine eder. Ticari şeker üretimi ise, Margraf’ın ölümünden 15 yıl sonra 1801’de başlar. Tek tür tarımın yani mono kültürün ilk örneği olan şeker pancarı ekimi, 1800’ün ilk çeyreğinde başlayarak yaygınlaştırılır Osmanlı döneminde şeker, halen Osmanlı için bir endüstriyel ürün değildir. Çünkü Osmanlıda bal ve pekmez gibi tabiî ürünlerden yapılan şerbet ve tatlılar nedeniyle, endüstriyel şekere ihtiyaç duyulmamıştır. Ancak şeker ticaretinin hatırı sayılır bir gücü vardır. “Özellikle Adana ve Antalya çevresinde, önemli ölçüde şeker kamışı yetiştirilir.”(Evliya Çelebi, Seyehatnâme) “Fatih Sultan Mehmet döneminde inşa edildiği rivayet edilen İstanbul Fatih’teki ‘Şeker Han’ı, şeker ticaretinin merkezi konumundaydı.” (İstanbulAnsiklopedisi, ‘Şeker Han’maddesi) Hollandalı doktor gezgin Leonhart Rauwolff, 1573’de Trablusşam’ı ziyaret eder. Ziyaret anılarını kaleme alan gezgin, çok çarpıcı tespitlerde bulunur ve şunları not eder: “Türkler ve Araplar, yanlarına bol miktarda kamış alıp, sokakta soyarak utanmadan yiyorlar. Şeker düşkünlükleri, onları zevk ehli haline getirmiş. Böylece Türkler, kendilerini oburluğa bırakıyorlar. Bu nedenle eski zamanlarda olduğu kadar, düşmanlarına karşı savaşmaya hazır ve cesur değiller.” Şeker Cumhuriyet’in ürünü Habertürk’te ifade edildiği üzere şeker, Kemalizm’in kutsalları arasına alınmalı. Çünkü Türkiye’de ilk şeker fabrikası, 26 Kasım 1926’da Uşak’ta açılır. Bu fabrika, rafine şeker üreten ilk fabrika olur. Daha sonra Uşak şeker fabrikası CHP tarafından devletleştirilir. Şu an Türkiye’de 6’sı nişasta bazlı olmak üzere, 8’i özel, 25’i kamuya ait toplam 39 şeker fabrikası vardır. Bu fabrikalarda, 2009 yılında toplam 418 bin ton nişasta bazlı ve 2.152 bin ton beyaz şeker üretilmiş...

HB Reklam

tırmalar Kurumu (USAK) Mebusevleri Mah., Ayten Sokak, No:21 6570, Tandoğan, Çankaya,

Ankara. Tel.: 0090 312 212 28 86 E-mail: proje1989@usak.org.tr

Görsel Tanıtım Sistemleri

Hasan BABACAN

info@hbreklam.com.tr Barbaros Hayrettin Paşa Mah. 1015 sk.No.18/A Gaziosmanpaşa - İstanbul Tel: 0212 535 24 00 Cep: 0532 442 12 04


1913 Sofya

Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da HÖH Genel Kurulu esnasında Parti Lideri Sayın Ahmet Doğan’a yapılan menfur saldırıyı şiddetle kınıyoruz. 21. yüzyılda İnsan Hak ve Özgürlüklerinin en üst seviyeye çıkartılması için çaba sarf eden inkıyor. İnanıyorum ki bu yüz yıl bizlerin ağırlıklı yüzyılı ola- sanlığa karşı yapılan bir saldırı olarak nicak. Her yerde varız. Her yere yetişebiliyor her yeri yeni- telendiriyoruz. Fikirlerin ve kalemlerin den keşfedebiliyoruz. Yarınlar çok daha farklı olacak” dedi. gerekirken bir siyaset ve fikir adamına böylesi bir saldırı düzenlemek ancak ve ancak karanlık güçlerin bir icraatı olabilir. Biz Bultürk olarak siyaset sahnesinde şiddete, tehdide, zorbalığa, dayatmaya, şantaja dayalı hiçbir değişikliği kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz. İnsan hayatına kastetmenin şartlar ne olursa olsun mazereti olamaz. Öte yandan Sayın Ahmet Doğan’a yapılan bu saldırıyı münferit bir olay olarak görmüyoruz. Bu saldırıyı planlayanların ve gerçek faillerin bulunarak adalete teslim edilmelerini bekliyoruz. Olayın münferit bir saldırı olarak asla izin verilmemelidir. Sayın Ahmet Doğana yapılan bu saldırı bizlere şunu açıkça göstermektedir ki, Bulgaristan tarihinde işlenen soykırım suçları ve Türk Müslüman topluluğa yapılan zalimane saldırılar ile ilgili suçluların günümüze kadar hiçbir şekilde

Başkan Topbaş “BULTÜRK Gazetesini Çok Beğendi

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, “Bayrampaşa Dostları” derneğinin düzenlediği kahvaltıda dernek üyeleriyle bir araya geldi. Kahvaltıdan önce dernek üyelerine hitap eden Başkan Topbaş Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) önemine değinerek, “STK’lar yönetimlere katkı sunan, ufuk açan ve yönetimler konusunda yerel yönetimlere destek veren, politize olmamış, siyaset gütmeyen temelde insan hakları merkezli bir anlayışı benimsemelidir” dedi. “Millet olarak el ele verdiğimizde her zorluğun altından kalkıp başarıya ulaşabiliriz” diyen Başkan Topbaş konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bizler sıradan bir ulus değiliz. Bizler el ele vererek hep birlikte geleceğe yürüyebiliriz. Bizler geleceğin Türkiye’sini, çocuklarımızın torunlarımızın geleceğini hazırlıyoruz. Böyle bir süreçte Sayın Başbakanımızın Belediye Başkanıyken başlattığı bir yönetim anlayışı Türkiye de aslında bir milat olarak kabul edilebilir. Bunu siyasi mülahazalarla değerlendirip görmek istemeyenler olabilir. Ama bu bir gerçek. Türkiye de ciddi bir değişim başladı.” “Gittiğimim her coğrafyada Türk işadamlarını görmekten büyük gurur duyuyorum. Türkiye ilk defa sınırları dışına çı-

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Taş Yapı ile Burgar Vakfı Şişli’de kat karşılığı anlaşma yaptı! Bulgar Eksarhlığı Vakfı’na ait olan Şişli Endüstri Meslek Lisesi’nin de içerisinde yer aldığı arazi için Taş Yapı ile kat karşılığı anlaşma yapıldı... Bulgar Eksarhlığı Vakfı Başkanı Vasil Liaze’nin, Taş Yapı ile yüzde 50 oranında anlaşma yaptıklarını belirtti. Taş Yapı arazi için hazırladıkları projeleri daha sonra Bulgar Eksarlığı Vakfı’na sunacak.

Menfur Saldırıyı Kınıyoruz DUYURU

Dr.Nedim BİRİNCİ BULTÜRK Y.K.Üyesi kovuşturulmamasının ve cezalandırılmamasının bir neticesidir. Türk Müslüman topluluğa karşı işlenen suçlar ülkede hep cezasız kalmıştır. Kundaktaki çocuğu katleden failler bile hala ülkede rahat rahat yaşamaktadırlar. Bu nedenle güvenlik zafiyetleri ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle rahatça insan hayatına kastedilmektedir. Şayet Bulgaristan geçmişi ile yüzleşmez, Türk Müslüman topluluğa karşı suç işleyenleri yargılamaz ise gelecekte de bu tür olaylar korkarız ki devam edecektir. Bu konular ile ilgili mücadelesinde HÖH her tür desteği vermeye hazırız. Sayın Ahmet Doğan’a ve tüm HÖH camiasına geçmiş olsun dileklerimizi iletir, demokrasi, hak, hukuk, özgürlük ve eşitlik mücadelesinde başarılar dileriz.

Çocuklarınız Filibe’de Çok Mutlu

- Edirne Valisi Hasan Duruer’e iade-i ziyarette bulunan Bulgaristan’ın Filibe Bölge Valisi Zdravko Dimitrov, Türk öğrencilerin Filibe’de çok iyi vakit geçirdiğini belirterek, “Çocuklarınız kendilerini Filibe’de çok mutlu hissediyor” dedi. Bulgaristan’ın Filibe Bölge Valisi Zdravko Dimitrov, Edirne Valisi Hasan Duruer’e iade-i ziyarette bulundu. Beraberindeki işadamlarıyla birlikte Vali Hasan Duruer’i makamında ziyaret eden Bulgar Vali Dimitrov, Filibe-Bursa ve Filibe-İstanbul uçuş seferlerini başlatmak için Türkiye’de birtakım görüşmelerde bulunacaklarını belirtti. “TÜRK ÖĞRENCİLERİ FİLİBE’DE Azatlık Birliği, 2013’ü Batu Han yılı olarak ilânKENDİLERİNİ RAHAT HİSSEDİYOR” edince bazı Rus siteleri “Tatarların radikal milliyetçileri 2013 yılını Batu Han yılı olarak ilân etti. Bu du- Ziyarette konuşan Bulgar Vali Zdravko Dimitrum cumhuriyette karışıklıklara yol açabilir.” diye yazdı.rov, Bulgaristan’da okuyan öğrencilerin diplomalarının Türkiye’de geçerliliği konusunda mutabakata varıldığını belirterek bu konuda Türk yetkililere teşekkür etti. Edirne ile Filibe’nin güzel ikili ilişkileri olduğunu kaydeden Dimitrov, “Edirne’nin olduğu gibi Filibe’nin de öğrenci kenti olması dolayısıyla buradaki ilişkilerin gelişmesi iki kentinde amaçları doğrultusunda uygun düşmektedir. Bir önceki görüşmemizde Bulgaristan Plovdiv kentinde okuyan Türk öğrencilerin kendilerini orada rahat hissettiğini söylemiştik. Boş zamanlarını nasıl geçirdiklerini ve nasıl spor yaptıklarını, eğlendiklerini söyleyebi-

2013’ü Batu Han yılı olarak ilân ettiler

Rusyanın işgali altındaki Tataristan Cumhuriyetinde faaliyet gösteren Azatlık Tatar Gençleri Birliği 2013’ü Batu Han yılı olarak ilân etti. Azatlık Başkanı Nail Nebiullin, Azatlık Radyosuna yaptığı açıklamada, bu kararı Rusya’da çekilen Orda filmine cevap olarak ve Batu Han’ın Tatarların birlik sembolü olduğu için aldıklarını kaydetti. Nail Nebiullin, “Bizim milletimize son zamanlarda birlik ve kenetlenme gerekiyor. Batu Han ise Tatarları birleştiren bir semboldür. Çünkü Batu Han, Tatar halkı tarihinde dönüm noktasının kahramanı olmuş. O Altın Orda’yı kuran kişidir. Altın Orda, dünyada en büyük Tatar devleti olarak sayılıyor. Bugünkü Tatar halkı işte burada şekillenmiştir. Ve onun sebepçisi Batu Han olmuştur. O Tatarların birlik sembolü olmuştur.” şeklinde konuştu.

İstanbul Vali Yrd.Sn.Harun KAYA’nın

M a k a m ı n d a U H Ö H B a ş k a n ı G . TA H İ R

lirim. Sizin çocuklarınız bizim Plovdiv şehrinde mutlu ve kendilerini çok iyi hissediyorlar” dedi. BURSA VE İSTANBUL’A DIŞ HAT SEFERİ Edirne’den sonra İstanbul ve Bursa’ya hareket edeceklerini belirten Zdravko Dimitrov, “Filibe’de havaalanımız var ve Bursa ve İstanbul’a dış hat seferi açmak niyetindeyiz. İki kente de hava alanından direkt dış hatlardan sefer yapılması konusunda çalışmalar yapmak istiyoruz. Filibe’de yatırım yapan Türk firmaları var ve periyodik olarak görüşmelerimiz oluyor. Ekonomik anlamda kendilerini rahat sakin ve iyi hissettiklerini ifade ediyorlar.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Sn.Erdoğan Bayraktar -Bultürk Yönetimi


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.