EDU&ART AUGUST 2012

Page 1



BİR AŞK ÖYKÜSÜ Genel Yayın Yönetmeni begum@edu-artdergisi.com

Begüm ÇELİKKOL

Anlayacağınız Edu&Art karmaşa içinde bir sayı daha yaşlanmanın haklı gururunu yaşıyor... Bu sayıda Durusu var. Bilmeyenler için söylüyorum, Durusu şahane ötesi bir yerdir. Şehrin göbeğinde ama şehirden bir o kadar da uzaktır. Göl derseniz göl, doğa derseniz doğa... Hepsi burada. Bir gün bu işi yapıp, onların hikayesini yazacağım hiç aklıma gelmezdi. Hayat bu ya, hepimizin anlatacağı öyküleri oluyor elbet... Ben onları anlatcağım. Yani, Hasan Çavuş ve Gülsüm Hanım’ın hikâyesini... Sene 1912... Trablusgarp Savaşı yılları. Hasan Çavuş, harp zamanında memleketi Bulgaristan’dan çıkmış Yemen’e doğru yol almak zorunda kalmış. Sonrasında Rusya gelmiş... Altı yıllık Rusya günlerinden sonra Karadeniz üzerinden Trabzon’a, Trabzon’dan Durusu’ya göçmüş... Bütün Durusu halkı bu uzun boylu, sarı saçlı, çakır gözlü adamı görünce şaşırmış. Kimse tanımazmış Hasan Çavuş’u... İlk başlarda ilgiyle beraber korku varmış köy halkında. “Kim bu adam?” diye herkes birbirine sorar ama kimse net bir yanıt alamazmış... O da köyün diğer erkekleri gibi halen faaliyette olan İSKİ’nin su fabrikasında çalışmaya başlamış. Çapkınmış Hasan Çavuş, ud çalarmış bir de. Uduyla köyün kadınlarını mest edermiş... Yaşı biraz geçtikten sonra köydekilerle kaynaşmış, dost olmuş. Onun evlenme zamanı geldiğini düşünmüş köyün büyükleri ve ona evlenecek bir kadın bulmuşlar. Hasan Çavuş altı yıl boyunca evli kalmış fakat geçinemedikleri için ayrılmış eşinden... Köyün büyükleri “Bekar erkek olmaz buralarda” demiş... Ve Kemerburgaz’dan Gülsüm Hanım’ı bulmuşlar... Hasan Çavuş evlenmek istemiyormuş, Gülsüm Hanım da... Fakat Terkos’un büyükleri ısrar etmiş. İkisi de birbirini hiç görmemiş, hatta Gülsüm Hanım tanımadığı bir adamla evleneceğini duyunca hıçkıra hıçkıra

ağlamış... Çünkü çok gençken, henüz 17 yaşındayken ilk evliliğini yapmış; 19 yaşında dul kalmış... Bir daha evlenmeyi düşünmezken Hasan Çavuş’u önermişler... Terkos’un büyükleri kızı istedikten bir zaman sonra gelin arabası ile Gülsüm Hanım’ı almaya gitmişler. Gülsüm Hanım çok mutsuzmuş, köyün meydanında Hasan Çavuş’u görene kadar... Gördüğü an nutku tutulmuş, bir anda aşkın kollarına kendini kaptırmış... Hasan Çavuş da bu beyaz tenli, ufak tefek kadını çok sevmiş... Öyle sevmiş ki, elektriğin olmadığı zamanlarda eve elektrik getirmiş; eviyle çok ilgilenmiş... Bu çiftin üç çocukları olmuş sonrasında, Ürküş, Behiye ve Mediha... Büyük dedem ve büyük ninemin bu hikâyesi topluyor aile üyelerimizi Durusu’ya... Bende özel bir yeri olan bu güzel kasaba İstanbul’a çok yakın. Yaklaşık bir saatte varılabilen bu güzel yerde yeşilin her tonunu görebilmeniz mümkün. Hele ki Terkos Gölü’nün o duru suyuna baktığınızda akıp gidiyor keder, hüzün.. Yerine neşe geliyor! Annemler çocukluklarında her fırsatta giderlermiş... Şimdilerde o alışkanlık devam ediyor... Hasan Çavuş ve Gülsüm Hanım’ın bir zamanlar büyük bir aşk yaşadığı o evde şimdi tüm aile toplanıyoruz, eğleniyoruz, hasret gideriyoruz... Bizim ailede herkesin ilk aşkını yaşadığı bu yer havasından mıdır, suyundan mıdır bilmem gelenleri de aşık ediyor kendisine. Özellikle göle karşı balık yerken gün batımını izlemek hızlı ve monoton geçen hayatınızı renklendirecek cinsten... Göl kenarına inerken kasabanın bilindik simalarından Suzan Abla’nın gözlemelerinden tatmanızı tavsiye ederiz. Zira Suzan Abla bu işin piri. Kasabada kimin düğünü, cenazesi varsa hızır gibi yetişir ve tüm yemek işlerini üstlenir... Elinin lezzetini kattığı yemekleri yemeyen pişman olur diye bir de söz var ortalıkta dolaşan. Bence doğruluk payı yüksek! Ve Durusu yani Terkos’ta mutlaka kalmalısınız. Durusu Metra Club bunun için çok ideal bir yer. Hem aktivitelerinizi yapabilirsiniz hem de kaliteli zaman geçirebilirsiniz... Dergimizin diğer konularına gelecek olursak büyük anime üstadı Hayao Miyazaki ve genç nesilin klarnetçisi Serkan Çağrı’yı keyifle okuyacaksınız. Ayrıca 46. sayfamızda bir sürpriz var! Yazarımız Esra Abay Özkurt bakın bize neler anlatmış. Yazarlarımız ise dolu dolu... Edu&Art’ı keyifle okumanız dileğiyle

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Bu yazıyı yazarken dışarıda çok yağmur yağıyor. Bulunduğum yerden dışarı çıkmak istiyorum ama çıkamıyorum. Eyvah! Mahsur kaldım! Üstelik de spora gidecektim! Hay aksi! Bir el beni kurtarıyor ben bu düşüncelerle boğuşurken. “Hadi seni de bırakayım eve doğru” diyor. Seviniyorum... Bu aralar ne istersem oluyor. Ama iyi ama kötü... Tuhaf bir süreç içindeyim. Telaş var, heyecan var, korku var... Siz Eylül sayısını elinize aldığınızda ben artık evli olacağım. Son bekar günlerimi yaşarken aklımda sorular uçuşup duruyor. “İyi mi yapıyorum?”, “Güzel olacak mı?”, “Yeni bir hayat bana neleri getirecek?”... Aslında defalarca kez yanıtı verdiğim ve yanıtından emin olduğum bu sorular beynimi kemiriyor işte. Bir yandan aklıma Seval geliyor... Canım arkadaşım...

01 EDUART ON SAYFALAR 01-13AUGUST.indd 3

8/14/12 3:20 AM


İÇİNDEKİLER

34 10 HEYECANLI BİR AŞK HİKAYESİ 360 Farklı şehirlerde, farklı hayatlar süren insanların iç içe geçmiş aşk hikâyelerini konu alan 360, en başta dev oyuncu kadrosuyla dikkat çekiyor. Bu kadro sanki bir yıldızlar geçidi.

YENİLENİN! YENİDEN YİNE YENİDEN

DURUSU METRA CLUB İstanbul’un yıllarca su ihtiyacını karşılayan Terkos Gölü’ne (Durusu Gölü) komşu olan otelin kuruluşu 1990’ların başındadır. Otel, günümüz ihtiyaçlarına göre tamamen yenilenerek, yeni yüzü ve yeni ismiyle şehirden kopmadan ruhunuzun ve doğanın derinliklerine bir kaçış fırsatı sunuyor.

12 MUSTAFA SANDAL / ORGANİK

AĞUSTOS

10 yeni çalışmanın yer aldığı albümde, beş şarkının söz ve müziği, ayrıca bir şarkının da müziği Sandal’a ait. Diğer çalışmalarda ise Soner Sarıkabadayı, Eflatun, Volga Tamöz, Deniz Erten ve Amr Mostafa gibi ünlü isimlerin imzası var.

04 ETKİNLİKLER h 10. Uluslararası Bodrum Bale Festivali

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

h DJ Yahel Clınıc SahnesindE h eski dost istanbul’da red kit

24

h dısney LIve! Mıckey’nin Müzik Festivali h Kenan Doğulu’dan Muhteşem KONSER! h Candan Erçetin 23 Ağustos’ta Açıkhava’da! h UNUTULMAZ BİR KONSERE HAZIR OLUN! h duru ve ipeksi sesiyle Feıst h Galata Mevlevîhânesinde Sema Töreni

BAŞBAKAN ONU DA ARADI... SERKAN ÇAĞRI Hakkında, “Hüsnü Şenlendirici’nin pabucunu dama attı” yorumları çıkan Serkan Çağrı da Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından telefonla aranan sanatçılardan. Hatta, katıldığı programda istek yapan Başbakan’a Çağrı, “Nazende Sevgilim” isimli parçayı çaldı...

02 EDUART ON SAYFALAR 01-13AUGUST.indd 4

8/14/12 3:20 AM


MİMARİ

30

SESLENDİRME

‘DÜnyanın Sekİzincİ Harİkası’ olmak konusunda hep İddİalı

Sydney Opera Bİnası

20

SEVİLEN DİZİLERİN HÜZÜNLÜ SESİ

EYLEM AKTAŞ

EFSANELER

Animasyonun en büyük ustalarından biri

HAYAO MİYAZAKİ

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

14

03 EDUART ON SAYFALAR 01-13AUGUST.indd 5

8/14/12 3:20 AM


AJANDA Ağustos Tarih: 8-24 Ağustos Yer: Bodrum Kalesi

Sanat Dolu Bir Yaz

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Turizm

cenneti Bodrum, doğal güzelliklerinin yanı sıra kültür ve sanat etkinlikleriyle de unutulmaz bir yaza damgasını vuruyor. “Uluslararası Bodrum Bale Festivali” bu yıl 10. kez sanatseverlerle buluşuyor. Yaz aylarında sanatı turizm merkezlerine taşıyan Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün düzenlediği 10. Uluslararası Bodrum Bale Festivali, 08 - 24 Ağustos tarihleri arasında tatilcilere sanat dolu bir yaz sunuyor. “Turizmi, kültür ve sanat besler” anlayışıyla yola çıkan festival, dünyaca ünlü bale ve dans

gösterilerinin en güzel örneklerini izleyenlerin beğenisine sunacak. Farklı ülkelerden hem tatil hem de festival için gelen binlerce sanatsever, bu eşsiz güzellikteki sanat eserlerini Bodrum’un tarihi mekânlarında izleme fırsatı bulacak. 8 Ağustos’ta başlayacak festivalde, Türk Devlet Opera ve Bale Toplulukları “Bodrum Aşkı” adlı eser ile açılışı yapacak. 1415 Ağustos’ta İzmir Devlet Opera ve Balesi tarafından sahnelecek “Zorba” adlı eserde konuk sanatçı Irek Mukhamedov. Antonio Gades Flamenko Topluluğu da “Kanlı Düğün” adlı eseri sunacak.

04 EDUART ON SAYFALAR 01-13AUGUST.indd 6

8/14/12 3:20 AM


Tarih: 19 Ağustos Saat: 22:00 Yer: Clinic Live Music Club, İstanbul

DJ Yahel Clınıc Sahnesinde

Alternatif

trans müziğinin dünya çapındaki en önemli temsilcilerinden biri olan DJ Yahel müzik dünyasına erken adım atanlardan. 1976 doğumlu İsrail asıllı Yahel ilk prodüksiyonunu henüz 16 yaşındayken gerçekleştirdi. Trans müziğin etkileriyle şekillenmiş olan yetenekli sanatçı fanlarının oylarıyla ‘’Dünyanın 45 No’’lu DJ’’i seçilen Yahel’in müziği Deep Trance (Derin-Trans) ve kulüp efektlerinden oluşuyor. DJ listelerinde yakaladığı başarının da ispatladığı gibi Yahel durmaksızın çalışmanın kariyerindeki başarıyı sürdürmekteki önemini biliyor. Popüler bir DJ ve trans prodüktörü olarak diğer birçok ünlü ve iyi tanınan psychedelic trans sanatçılarıyla da ortak çalışmalarda bulundu. Erez Izen’’in (Infected Mushroom) setlerinde yer aldı. Yaptığı birçok sanatçı ve mix albümleri ve düzinelerce single’dan sonra Ya-

hel kendini İsrail elektronik sahnesinin en popüler ve DJ / Prodüktörlerinden biri yaptı. Dünyaya Astral Projection İnfected Mushroom ve Atomic Pulse’’ı da kazandıran bu sahne Yahel’i de milyonlara sevdirdi. Yahel tüm bu grupları kendi müzikal çizgisiyle bir araya getirerek bir köprü oluşturan Avrupa kulüplerindeki başarılarıyla da özgün ayrımlaryaratabilen ender sanatçılardandır. Sony/BMG gibi büyük plak şirketlerinin de gözdelerinden olan Yahel Konami Namco gibi şirketlerle de çeşitli video oyunları için ortak çalışmalar yaptı. Son olarak Yahel’’in Dj setini uçuş reklamlarında kullanan EL-AL sayesinde müziği havaya da yayılmaktadır. Tiesto Armin Van Buuren Ferry Corsten Paul Oakenfold John O’ Fleming ve birçok başarılı DJ setlerinde Yahel’in prodüksiyonlarına yer vermiştir.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Ağustos

05 EDUART ON SAYFALAR 01-13AUGUST.indd 7

8/14/12 3:20 AM


AJANDA Ağustos

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Tarih: 10 Mayıs - 12 Ağustos Yer: Yapı Kredi Kültür Merkezi İstiklal Caddesi

eski dost istanbul’da

RED KİT

Çizgi

roman araştırmacısı Didier Pasomonik’in küratörlüğünde hazırlanan “Red Kit İstanbul’da” sergisi, 10 Mayıs - 12 Ağustos tarihleri arasında Vahşi Batı’nın en yalnız kovboyunu İstiklal Caddesi’nde ağırlıyor. Red Kit, Düldül, Daltonlar, Rintintin, Billy the Kid, Calamity Jane ve diğerleri... Orijinal çizimler, karakterlerin oluşum süreçleri, çizgi roman endüstrisinin gelişimi, Red Kit evreninin perde arkası, Red Kit’e özgü dün-

ya görüşü ve korsan çizimli albüm kapaklarından İzzet Günay-Sadri Alışık’lı sinema afişlerine dek Red Kit’in Türkiye macerası bu sergide. “Red Kit İstanbul’da” sergisi Türkiye’de bir çizgi roman kahramanı üstüne yapılan ender sergilerden biri olma özelliğini de taşıyor. Ayrıca serginin afiş ve panosunda kullanılan İstanbul silüetli Red Kit çizimi de, Morris’in izinde Red Kit’in maceralarının devam ettiren Achdé’tarafından özel olarak çizildi.

06 EDUART ON SAYFALAR 01-13AUGUST.indd 8

8/14/12 3:21 AM


EDUART ON SAYFALAR 01-13AUGUST.indd 9

8/14/12 3:21 AM


AĞUSTOS GÜNLÜĞÜ

20.08

22.08

23.08

Kenan Doğulu’dan Muhteşem KONSER!

22 Ağustos’ta Kenan Doğulu’nun açılışını yapacağı “Açıkhava Konserleri 2012” konserleri müzikseverleri bir araya getirecek. Konserinde binlerce kişiyle buluşan Kenan Doğulu, yoğun istek üzerine yeniden Harbiye Açıkhava Sahnesi’nde hayranlarıyla buluşacak. Doğulu, en sevilen şarkılarının yanısıra albüm listelerinde 1. sırada yer alan “Aşka Türlü Şeyler” albümünün kısa zamanda dillere dolanan yeni şarkılarını da seslendirecek.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Disney LIve! Mickey’nin Müzik Festivali

Candan Erçetin 23 Ağustos’ta Açıkhava’da!

Mickey, Minnie, Donald ile Goofy, Ariel, Sebastian ile Ursula, Yasmin, Aladdin’le Cin, Woody, Buzz ve Jessie’nin de aralarında bulunduğu 25 yıldızdan fazla Disney yıldızının yer aldığı “Disney Live! Mickey’nin Müzik Festivali” sahne arkasındaki telaşı gösteren son derece eğlenceli bir video ile başlıyor. Popüler parçalar ve en sevilen Disney filmlerinden (Aladdin, Küçük Deniz Kızı, Disney/Pixar Oyuncak Hikayesi) bölümler ile doyasıya dans, müzik www.iksev.org ve eğlence yaşatacak Disney Live! Mickey’nin Müzik Festivali, Trump Towers Mall’da.. www.biletix.com

Atlantis Yapım ve Kirli Kedi Organizasyon’un düzenleyeceği “Açıkhava Konserleri 2012”, 22 Ağustos - 1 Eylül tarihleri arasında birbirinden ünlü sanatçıları, müzikseverlerle bir araya getirecek. Türkiye’nin en önemli Türk Pop Müzik sanatçılarından Candan Erçetin, 23 Ağustos Perşembe gecesi Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’nde müzikseverlere unutulmaz saatler yaşatacak. Sanatçı, konserinde kendi albümlerinde yer alan şarkıların yanısıra yerli ve yabancı şarkılara da yer verecek. www.biletix.com

www.biletix.com

08 EDUART ON SAYFALAR 01-13AUGUST.indd 10

8/14/12 3:21 AM


24.08

25.08

UNUTULMAZ BİR KONSERE HAZIR OLUN!

26.08 Galata Mevlevîhânesinde Sema Töreni

4 yıldır Boğaz kıyısındaki bu mekanda verdiği konserlerle hayranlarının hem gözlerine hem de kulaklarına hitap etmeyi başaran sanatçı, 24 Ağustos’ta bir kez daha sahnede olacak. Şıkır Şıkır, Sürpriz, Çilekli, Giden Günlerim Oldu, Arka Sokaklar ve daha pek çok hit parçasını Turkcell Kuruçeşme Arena sahnesinde seslendirecek olan Gülben Ergen, dans şovları, konuk sanatçılar ve sürprizleriyle 24 Ağustos’ta sevenlerine unutulmaz bir konser verecek.

Mevlânâ Kültür Ve Sanat Vakfı’nın tertiplediği “SEMÂ Töreni” Galata Mevlevîhânesi Müzesi’nde gerçekleştirilecektir. Sema töreninde Sultan 3.Selim Han’ın bestelediği Suzidilara makamındaki ayin icra edilecektir. Neyzenbaşı Mahmut Ekrem Vural ve Mevlana Kültür ve Sanat Vakfı Musiki Heyeti ile Tanınmış Profesyonel ses ve saz sanatçıları ile birlikte icra edilecek ,Sema Töreni,Türk Tasavvuf Mûsikîsi’nin değerli ismi Sayın Nezih Uzel ve İstanbul Sema Grubu’nun katılımlarıyla gerçekleşecektir.

Dört Grammy adaylığı, 6 Juno ödülü bulunan ve The Reminder adlı albümüyle Shortlist Music Prize’ı kazanan Feist, son olarak 2011 yılında Metals albümünü yayımladı. İstanbul’da uzun zamandır beklenen ozan-şarkıcı, “1234,” “Inside Out,” “Mushaboom,” “I Feel It All,” “The Limit to Your Love” ve “My Moon My Man” gibi dünyanın dört bir yanındaki radyolarda çalınan ve hayranlarının diline dolanan şarkılarının yanı sıra Kings of Convenience, Beck ve Wilco gibi önemli sanatçı ve topluluklarla ortak çalışmalarıyla da tanınıyor. Aynı zamanda Broken Social Scene adlı art-rock kolektifinin de bir üyesi www.iksev.org olan sanatçı, Kanada’dan çıkan en yetenekli müzisyenlerden biri olarak kabul ediliyor. www.biletix.com

www.biletix.com

www.biletix.com

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

duru ve ipeksi sesiyle Feıst

09 EDUART ON SAYFALAR 01-13AUGUST.indd 11

8/14/12 3:21 AM


sinema

360

İÇ İÇE GEÇMİŞ AŞK HİKAYELERİ

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Farklı

şehirlerde, farklı hayatlar süren insanların iç içe geçmiş aşk hikâyelerini konu alan 360, en başta dev oyuncu kadrosuyla dikkat çekiyor. Bu kadro sanki bir yıldızlar geçidi. 21. yüzyıla özgü, heyecanlı bir aşk hikâyesi çevresinde kurgulanan 360’ın yönetmenliğini Tanrılar Şehri ve Körlük filmleriyle tanınan Fernando Meirelles üstleniyor. Arthur Schnitzler’in 20. yüzyılın başında yazdığı oyunu ‘La Ronde’dan (Rondo) esinlenilen filmin senaryosu Peter Morgan’a ait. Avrupa başta olmak üzere dünyanın çeşitli kentlerinde geçen film, yaşanan bir dizi aşkı, aşk arayışını, terk edilişi, yeniden kavuşmayı, düş kırıklıklarını ve umutları konu alıyor. Dram-romantik türündeki film, Viyana’da başlıyor, Paris, Londra, Bratislava, Colorado, Rio ve Phoenix şehirlerine uğruyor. Kısa sürede çok para kazanmayı aklına koymuş bir hayat kadını, yakışıklı bir iş adamı ve karısı, yıllardır kayıp olan kızını bulma umuduyla yolculuk eden yaşlı adama kadar birçok karakter ve yaşadıkları gözler önüne seriliyor filmde. Yönetmen : Fernando Meirelles Tür : Dram, Romantik Oyuncular: Anthony Hopkins, Rachel Weisz, Jude Law, Jamel Debbouze, Ben Foster, Dinara Drukarova, Moritz Bleibtreu

10 EDUART ON SAYFALAR 01-13AUGUST.indd 12

8/14/12 3:21 AM


DVD

GÜCÜN VE ZAAFLARIN SINIRINDA

Amerikan Federal Soruşturma Bürosu’nun (FBI) başında yaklaşık 50 yıl görev yapan J. Edgar Hoover’ın gençliğinden Adalet Bakanlığı’ndaki yükselişine, FBI’daki etkisinden sırlarına kadar tüm hayat hikâyesi “J. Edgar” ile gözler önüne seriliyor. J. Edgar Hoover, 20. yüzyılın en tartışmalı, esrârengiz ve güçlü portrelerinden. Sekiz başkan ve üç savaş gören, yöntemleri hem acımasız hem kahramanca bulunan Hoover’ın çevresi ondan nefret edenler, mecburen saygı gösterenler ve hayranlık besleyenlerle doluydu. Hoover, FBI’ın başı

olarak geçirdiği 50 yıl boyunca ülkesini korumak için hiçbir şeyin önüne çıkmasına izin vermedi. Ancak elinde bulundurduğu büyük güce rağmen korkuları, zaafları vardı ve kapalı kapılar ardında büyük sırlar saklıyordu. Olaylara Hoover’ın gözünden bakan film, kendine has adalet anlayışı uğruna doğruyu sonuna kadar savunan ve gerçeği kolayca çarpıtabilen, gücünün karanlık tarafının cazibesine kapılan bir adamı anlatıyor. Oscar ödüllü Clint Eastwood’un yönettiği biyografide, J. Edgar’ı Leonardo DiCaprio canlandırıyor.

ALTERNATİFLER n Jack And Jill n Paris’te Gece Yarısı n Aşk Oyunu n Marilyn ile Bir Hafta

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

http://www.idefix.com/video/

J. Edgar

11 EDUART ON SAYFALAR 01-13AUGUST.indd 13

8/14/12 3:21 AM


MÜZİK

MUSTAFA SANDAL’DAN

Organik ALBÜM

1994

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

’te çıkardığı ilk albümü “Suç Bende” ile müzikseverlerin beğenisini kazanan Mustafa Sandal, son albümünden üç yıl sonra “Organik” ile hayranlarına yeniden merhaba dedi. Albüm, farklı konsepti ve dünya standartlarındaki sound’uyla 2012 yazına damga vurdu. Sanatçının “Hayatımın albümü” dediği yapıt, birbirinden hareketli şarkılarla tam bir müzik şöleni sunuyor. 10 yeni çalışmanın yer aldığı albümde, beş şarkının söz ve müziği, ayrıca bir şarkının da müziği Sandal’a ait. Diğer çalışmalarda ise Soner Sarıkabadayı, Eflatun, Volga Tamöz, Deniz Erten ve Amr Mostafa gibi ünlü isimlerin imzası var.

Raftakiler

n Ray - Serdar Ortaç n Joker - Sıla n Coliseu - Ana Moura n Believe - Justin Bieber

12 EDUART ON SAYFALAR 01-13AUGUST.indd 14

8/14/12 3:21 AM


kitap

SİSLE GELEN YOLCU yazar adı: JEAN-CHRISTOPHE GRANGÉ Yayın EVİ: DOĞAN KİTAP 680 sayfa Dili: Türkçe - 30 TL

Tren

raylarında bulunan, hafızasını yitirmiş bir adam… Aynı yerde, bir bakım çukurunda çırılçıplak bir ceset... Ve olay üzerine polis tarafından çağrılan psikiyatr Mathias Freire… Polis, hafızasını yitirmiş adamı sorgulamak isterken, Mathias kendisinde de aynı kişilik hastalığı olduğunu fark eder. Acaba aranan seri katil kendisi midir? Sadece Fransa’da 300 binden fazla satan ve şimdiden 10 dile çevrilen Sisle Gelen Yolcu, tüm romanlarında ısrarla “kötülük”ün kaynağını arayan Jean-Christophe Grangé’nin kurduğu kabus dolu bir labirent. Grangé, romanını tasarlamak için her romanında olduğu gibi bu romanında da titiz bir araştırma süreci yaşamış. Bir psikiyatri hastanesinde bir süre kalmış ve hastalarla uzun sohbetler etmiş. Marsilya’daki evsizlerin arasına, heyecan verici tasvirlerle anlattığı tekinsiz bir dünyaya dalmış. Romanın ana karakterini bu araştırmalar sonucunda yaratmış Grangé. Mathias Freire, Bordeaux’da işi dışında özel bir hayatı olmayan, bir ihtisas hastanesinde görev yapan genç bir psikiyatr. Nöbetçi olduğu bir gece, tren raylarında bulunan,

hafızasını yitirmiş bir adam getirilir hastaneye. Ertesi gün ise bölgede bir ceset bulunur. Cesedi bulunan kişi genç bir uyuşturucu bağımlısıdır ve vücudunda hiçbir darp izi yoktur. Mathias hastasıyla özel olarak ilgilenir. Yaptığı hipnoz sonucu hastası, geçmişiyle ilgili bazı bilgileri hatırlar. Ancak doktorun araştırmaları, hastasının verdiği bilgilerin tamamen düzmece olduğunu gösterir. Mathias, adamın psişik bir kaçış içinde olduğu, büyük bir travmadan sonra esas benliğinden kurtulmaya çalıştığı ve bu yüzden bilinçsizce yeni bir kimlik yarattığı görüşündedir. Ancak an gelir, kendisinin de, hastası gibi psişik bir kaçış yaşadığını keşfeder ve asıl kimliğini bulmaya karar verir. Mathias’da da hafıza kaybı vardır; kendine geldiği zamanlarda, başka bir kişiliktir. Ve “bavulsuz yolcu” olarak, kendi geçmişini araştırmak üzere yola düşer. Hikâyelerinde biraz efsane unsuru, biraz western, biraz tarih olmasını sevdiğini belirten Grangé, “hayatını bırakıp kaçma eğilimini”, büyük bir terslik yaşadığımızda, kendimizi ailevi ya da mesleki baskı altında hissettiğimizde hepimizin yaşayabileceği bir itki olarak değerlendiriyor.

Raftakiler n İyi Hissetmek, David D. Burns (Psikonet) n Aşk Sarmalı, Liz Carlyle (Pegasus) n Fazıl Say, Jürgen Otten (Kırmızı) n Gölgemizin Sesi, Jonathan Carroll (İthaki) n İnsancıl Bir Tıp İçin, Şükrü Hatun (İletişim)

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

AV İLE AVCI KARIŞINCA…

13 EDUART ON SAYFALAR 01-13AUGUST.indd 15

8/14/12 3:21 AM


EFSANELER

Büyük anime üstadı

Hayao Miyazaki

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Mitoloji, felsefe, manga, edebiyat, tiyatro gibi alanlardan beslenip animasyonu 20 yaş üstüne uygun hale getirerek derinleştiren bir çizer, yaratıcı ya da yönetmen. Hayao Miyazaki, genelde insan karakterlerin üzerine kurulu Japon animesinin miladını atarken, bilimkurgu ve peri masalı filmi gibi alanlardaki dopdolu eserleriyle de dikkat çekmiştir.

14 EFSANELER.indd 2

8/14/12 3:25 AM


sinema endüstrisine animasyonu sokan yönetmen Hayao Miyazaki, Oscar’lı bir sanatçı. 30 yıllık kariyeri boyunca 10 ‘Japon animesi’ örneği veren yönetmen, daha çok ülkemizde vizyona giren son iki filmi “Ruhların Kaçışı” (“Sen to Chihiro no kamikakushi”, 2001) ve “Yürüyen Şato” (“Hauru no ugoku shiro”, 2004) ile tanınıyor uluslararası alanda. Animasyon algısını değiştirmiştir Her ülkenin algıları farklı işler kuşkusuz. Japonya’nın da ABD’ye göre türlere ve popüler sinemaya bakışı bir hayli değişik eğilimlerle dolu. Zaten Hayao Miyazaki’nin piyasaya Japon animesini sokup, insan karakterlerin yaratıldığı olgunlara uygun çizgi film geleneğini başlatması da bu durumun en önemli kanıtı. Öyle ki animasyon, o zamana kadar 15 yaş altı kitlenin yani çocukların eğlencesi olarak bilinirken; Miyazaki, alanın içinde bir duruş sergilemiştir. Kariyerinde onu bir auteur ve öncü animasyoncu olarak anmak mümkündür. Öyle ki 2000’lerde PixarDreamWorks mücadelesinin yaş kitlesini yukarılara çeken animasyon geleneğinin bu konuda da ilk adımını atan da kendisidir aslında. Felsefik etkiler taşıyan el çizimi animasyonunundaki çok boyutluluğu ve derinliği ile de dikkat çekmiştir. Japonya’da samuray filmi ve yakuza filmi ile birlikte hakim türü animasyon yapan kişi de Miyazaki’den başkası değildir. Zira Japon animesi başlı başına bir markaya dönüşmüştür şu sıralar.

Kendinden sonraki nesiller için de çalışan gerçek bir ‘anime kralı’ 1943’te Japonya’da dünyaya gelen Hayao Miyazaki, Japon Film Endüstrisi’nin üretken yapısından haberdar yaşamış bir sanatçıdır. 1979 yılında, 36 yaşındayken ilk animesini çekmesi de, sinemaya belli bir tecrübeyle atıldığını kanıtlar. 1985’de Studio Ghibli adlı Japon animesi üreten bir şirket kurarak, anime dünyasında serbest bir alan açmış; alanda ilerlemek isteyen bağımsız ve genç yetenekleri

desteklemiştir. Buna, 2006 yılında ilk filmi “Yerdeniz Öyküleri”ni (“Godo Senki”) çeken oğlu Goro Miyazaki de dahildir. Hayao, yaklaşık 30 yıllık kariyerinde sadece 10 animasyon üreterek de işine bağlılığını gözler önüne sermiştir. Böylece ne kadar ağır işçi olduğunu da kanıtlamıştur. Yönetmenin, 2001 yılında “Ruhların Kaçışı” ile kucakladığı ‘En İyi Animasyon’ Oscar’ı; animelerin, uluslararası alanda daha iyi tanınmasını sağlamıştır. 2008’de “Küçük Deniz Kızı Ponyo” (“Gake No Ue No Ponyo”, 2008) ile Berlin Film

Festivali’nin ana yarışmasına girmesi de bu durumun bir sonucudur. Filmografisinde genelde peri masalı filminin içinde ve bilimkurgunun alt türlerinde dolaşmayı seçmiştir sinemacı. Bunların ilkine “Cagliostro Şatosu” (“Rupan Sansei: Kariosutoro No Shiro”, 1979), “Komşum Totoro” (“Tonari no Totoro”, 1988), “Küçük Cadı Kiki” (“Majo no takkyûbin”, 1989), “Prenses Mononoke” (“MononokeHime”, 1997), “Ruhların Kaçışı”, “Yürüyen Şato” ve “Küçük Deniz Kızı Ponyo” gibi filmleri kapsayan kariyerinin daha geniş bir kısmı girer. İkincisine ise “Rüzgarlı Vadi” (“Kaze No Tani No Naushika”, 1984) ve “Gökteki Kale” (“Tenkû No Shiro Rapyuta”, 1986) gibi iki devrimci ilk dönem filmi dahil olur. “Kızıl Domuz” (“Kurenai No Buta”,

1992) ise bir anti-kahramanın uçuş hikayesini savaş filmi üzerinden ele almasıyla Miyazaki filmografisinin en ayrıksı eseridir. Her iki kalıbın da dışında kalan bu yapıtı, masalsı bir savaş filmi olarak tanımlamak mümkün. Kurosawa’dan sonra en evrensel Japon yönetmen Bu filmler ışığında Miyazaki sinemasının genel çerçevesine baktığımızda, rahatlıkla batılı sanatçıların derin etkisini görebiliriz. Bu yönüyle fazlasıyla memleketlisi Akira Kurosawa’yı andırır yönetmen. Bu sebeple de ülkesi dışında geniş bir hayran kitlesine ulaşması tesadüf değildir. Öyle ki bu durum tamamen evrensel olanın peşine düşmesinde saklıdır Miyazaki’nin. Yönetmen, filmlerinde felsefe, edebiyat, mitoloji, tiyatro ve daha nice önemli daldan beslenerek çok yönlü dramatik yapılar oluşturmuş; böylece animelerin günümüze değin devam eden dopdolu alt metinlerinin ilk adımını atmıştır. Filmlerinin dramatik yapıları öyle yoğundur ki, bir kere kaçırıldı mı aynı noktadan yakalanması dahi zordur. Kapitalizm karşıtı kahramanlar ve temalar Bunun yanında, kapitalizm ile derdi olan Miyazaki, genelde doğanın içinde yaşayan ve teknolojik gelişmelere veya sisteme karşı gelen kahramanlar kullanır. Bu da onun bilimkurgu mizanseninde karşılık bulur aslında en bariz haliyle. Teknolojinin yok ettiği coğrafyaları, az gelişmiş teknolojik öğelerin merkezi olarak kullanır ve rüzgar ile çalışan icatlara yer vermeyi çok sever. Bunları yaparken, başrole bir kadın karakter yerleştirmeyi de ihmal etmez. Miyazaki’nin filmlerinde, bilimkurgunun alt türlerindeki ve masal filmlerinin bildik formüllerindeki yolculuğun çıkış noktası, aslında kapitalizmin dünyamızı sömürmesidir. Bu ışıkta da gelişen dünyanın içinde doğayı korumayı amaç edinen ana karakterler yazmayı seçer. Zaten genelde bilgisayar animasyonuna (sanattaki teknolojik gelişme olarak) izin vermeyen yönetmen, el çizimlerini öne çıkararak animasyon sanatındaki teknolojik gelişmelere de karşı olduğunu ispatlar. İşte belki de bu sebepten halen ABD’nin yolunu tutmaması tesadüf değildir.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Japon

15 EFSANELER.indd 3

8/14/12 3:25 AM


EFSANELER Entelektüel bir sanat insanı Kimi zaman samuray filmlerinden ve Japon kültüründen etkilendiğine de tanıklık ederiz Miyazaki’nin. Bu mantığın ışığında da filmlerine özel isim takmayı tercih eden yönetmen, entelektüel kimliğini somut bir şekilde göstermiş olur. Öyle ki Cagliostro, Katolik Kilisesi’ne karşı gelen önemli bir tarihi kişilik; Nausicaa, mitolojik bir tanrıça; Laputa, Gulliver masalındaki hayali bir ada; Mononoke, Japon mitolojisinde bir yaratık; Howl, bir Allan Gindsberg şiirinin adı olarak onun eserlerine isimlerini somut yoldan verirler. Bilimkurgunun steampunk bilimkurgu, kıyamet sonrası bilimkurgu gibi alt türlerinde dolaşan yönetmen; aksiyon, macera gibi türleri de hiç çekinmeden kullanarak yüksek tempolu ‘tür

kırması’ iskeletler inşa ederken Amerikan sinemasının tarihiyle de paralel seyretmekten gocunmaz. Örneğin “Yaratık”la (“Alien”, 1979) başlayan kadın kahramanlı tür filmi geleneği, birkaç yıl sonra Miyazaki’de görülmüştür. Bu durum, Hollywood’un kurmacada açtığı çığrı Japonya’nın animasyonuna vakit kaybetmeden transfer etmesini sağlar. Bunun yanında anime geleneğine Japon çizgi romanı manganın felsefik havasını ve estetiğini kattığını da unutmamak gerekir. Hayao Miyazaki’nin en iyi 5 filmi: 1-Rüzgarlı Vadi (Kazu No Tani No Naushika) (1984) 2-Gökteki Kale (Tenku No Shiro Rapyuta) (1986) 3-Yürüyen Şato (Hauru no ugoku shiro) (2004) 4-Cagliostro Şatosu (Lupin the Third: The Castle of Cagliostro) (1979) 5-Prenses Mononoke (Mononoke-Him) (1997)

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Kaynağında Oz Büyücüsü ve Alıce Harikalar Diyarında var Filmlerinde esas olarak, gizemli bir mekana ulaşmak öne çıkarılırken, bu durumun izi yol filmi konseptinin içinde ele alınır. Yani fantastiğin alt türü olan peri masalı filminin ana özelliklerini kullanmayı seçip, onları da somut göndermeler ve değişken dokunuşlarla zaman zaman özgün hale getirir. Özellikle de ‘Oz Büyücüsü’ ve ‘Alis Harikalar Diyarında’ öykülerinden –ki bunların kahramanları da kadındır- etkilendiğini vurgulamak doğru olacaktır. Kadın karakteri gerçek değil de, mitolojik olarak kurgulayan yönetmen, karşımıza doğanın doğurduğu veya doğanın içerisinde değişim gösterip yeniden doğan karakterlerle dikilir. Böylece mitolojideki yeniden doğum, reenkarnasyon gibi kavramları ele aldığı da görülür.

16 EFSANELER.indd 4

8/14/12 3:25 AM


Miyazaki’nin eserlerinin Ingmar Bergman, Andrei Tarkovsky, Luchino Visconti, Roberto Rossellini gibi dünya sinemasının ustalarında da görüldüğü gibi çok yoğun olması, animasyonun yaş ortalamasını 20 yaş üzerine çekmesine yol açar.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

“ 17

EFSANELER.indd 5

8/14/12 3:25 AM


AKTÜEL

Şeker gibi tatil keyfi! Doğa ile iç içe sevdiklerinizle birlikte kendinize en güzel bayram süprizini yapın! Bayramın birinci gününde canlı müzik ve zengin menüleriyle Durusu Metra Club sizleri ve sevdiklerinizi bekliyor... Yenilenmeye… En dinlendirici, en sakin, en huzur veren Durusu’da şimdi sizler için

yenileneceğiniz bir dünya var. Durusu Metra Club’da SPA ve Türk hamamı ile yenilenin.Yoğun çalışmanın yorgunluğundan uzaklaşmak ve şehrin stresinden kurtulmak için egzotik kokularla bezenmiş, güzel bir banyo sizi dinçleştirecektir. Rezervasyon için: 0212 767 90 20

HERKES SAYFİYE’DE YA SİZ ! Bakımlı orman ,bahçeleri içindeki restoranında, Antep mutfağının en seçkin örnekleri ve et çeşitleri ile marakesh cafe nargile bölümünde, seçkin yiyecek içecekleri ve nargile çeşitleri ile, çocuk oyun parkıyla , sinema perdesi ile Bahçeşehir’de bir vaha.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

farkı bakış açısında Bakbi Laptop Servisi; 30 kişiden oluşan uzman kadrosu, modern onarım ekipmanları ve 1000 m2 ye yayılmış geniş yedek parça stoğu ile laptopunuzun güvenilir, garantili ve hızlı olarak onarılmasını sağlamaktadır. Bakbi Laptop Okulu; Laptop Onarım Uzmanlığı Eğitimi, laptop ile ilgili A’dan Z’ye tüm bilgilerin verildiği bir eğitim programıdır.Burada temel elektronik bilgileri, laptop parçalarının tanıtılması, laptop arıza tespiti, yazılım ve donanım olarak sorunların nasıl giderileceğine ilişkin bilgiler verildiği gibi katılımcılara farklı marka laptoplar verilerek, sökülüp takılması, parçaların değiştirilmesi öğretilmektedir. http://www.bakbi.com.tr/

Sayfiye’de neler oluyor ? Dört duvar toplantı mekanlannda organizasyonlar yapmaktan sıkıldıysanız, şu an doğru yerdesiniz. Sayfiyenin doğayla iç içe davet alanları ve havuz başıyla hertürlü organizasyon için sizi bekliyor. (Toplantı - Lansman - Şirket Yemekleri - Parti - Piknik - Düğünler - Doğum Günü Partileri- Bekarlığa Veda Partileri) Sürekli Aktiviteler (Pazar Brunchları - Çay Saati- Barbekü - Happy Hour - Latin Dans Partileri - Karaoke) Doğa Parkı Gölet Bölgesi Golf Kulübü Tesisleri Bahçeşehir - İSTANBULTelefon: 0212 669 9768 Faks: 0212 669 9448 GSM: 0554 893 1200 E-mail: sayfiyebahcesehir@gmail.com

18 AKTUEL2SF.indd 2

8/14/12 3:28 AM


Yüzde %5 İndirimle Kayıt Yaptırmak İster misiniz ? Bilimsel platformlarda, kültür-sanat ve spor alanlarında Türkiye ve dünya çapında yakaladığı başarılar ile adından sıkça söz ettiren Okyanus Kolejleri, ilk günden itibaren, kendine özgü eğitim sistemi ile çizdiği başarılı grafiği korurken, gelişerek yeni başarılara imza atmayı da sürdürüyor. Okyanus Kolejleri’nin velilere sunduğu erken kayıt avantajları ve indirim fırsatları devam ediyor. Okyanus Kolejleri’nin internet sitesinden kredi kartıyla kayıt yaptıran velilere %5 indirim imkanı sunuluyor. http://www.okyanuskoleji.k12.tr/

Medicos’la gençleşin...

İhtiyacınız olan değişim ve başarı Natıva da... Nativa bu yeteneklerinizi ortaya çıkarmak ve en üst düzeyde farkındalıkla öğrenmeyi sağlamak için hizmet veren birinci sınıf bir kuruluş. Günümüzde hem bireyler hem de kurumlar kendileri ve çalışanları için en üst düzeyde bireysel öğrenmeyi art-

tırıcı eğitim yöntemlerine yönelmektedir. Nativa bu yolda ihtiyaçlarına cevap verebilecek hizmet ile kişileri hedefine ulaştırır. Başarıya giden yolda Nativa eğitimleri sizleri bekliyor… Bilgi almak için: 0212 241 07 29 | 0212 241 07 49

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Güzellik ve estetik konusunda size en iyi hizmeti vermeyi hedefleyen merkezimizde, hijyenik, şık atmosferinde, güleryüzlü, deneyimli ekibi, son teknoloji ürünü ekipmanları ve uzmanları ile artık dilediğiniz görünümü siz de rahatça elde edebilirsiniz. Vücut bakımı, kavitasyon, cilt bakımı, solaryum hizmetlerimiz ve süpriz kampanyalarımızla hizmetinizdeyiz. Bilgi ve randevu almak için: (0212) 672 69 39

19 AKTUEL2SF.indd 3

8/14/12 3:28 AM


SESLENDİRME

SEVİLEN DİZİLERİN HÜZÜNLÜ SESİ

Eylem Aktaş Televizyonda izlediğimiz dizilere sesiyle eşlik ediyor Eylem Aktaş... Hatırla Sevgili’den Gönülçelen’e pek çok dizi onunla kulaklarımızda da yer ediyor. Söylediği tüm bu şarkılar bir albümde şimdi.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Hatırla

Sevgili’de seslendirdiği ‘Zor Yıllar’ şarkısıyla tanıdık onu. Gönülçelen’deki ‘Hasret’ karakterinin şarkılarını seslendiren billur sesli kadın Eylem Aktaş, yıllardır izlediğimiz pek çok dizide şarkı söylüyor. Bu şarkılardan oluşan ‘Dizi Müzikleri’ adlı bir de albüm çıkardı şimdi. Hasret (Gönülçelen), Bir Dalda İki Kiraz (Asi), Rüyamsın (Hatırla Sevgili), Seyran Mangi-Ağlama Yar Ağlama (Bu Kalp Seni Unutur Mu) albümün dikkat çekici parçaları. Aktaş’ın sesi, “Öyle Bir Geçer Zaman ki” gibi pek çok diziye eşlik ediyor… Müzik geçmişinizden başlarsak ilk soruya, bu süreçten bahseder misiniz, müziğe ne zaman başladınız? Profesyonel olarak müziğe 1999’da başladım. Pera Güzel Sanatlar Lisesi’nde Batı müziği, şan ve piyano dersleri al-

dım. 2003 yılında başladığım İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Ses Eğitimi Türk Halk Müziği bölümünden 2008’de mezun oldum. Bu zaman zarfında Stüdyo Sound’da çalıştım. Burada pek çok albüme vokal yaptım. Birçok aranjör ve yönetmenle tanışma şansım oldu. Sizi ilk kez Hatırla Sevgili dizisiyle tanıdık. Daha sonra “Gönülçelen”, “Öyle Bir Geçer Zaman ki” gibi pek çok yapıma sesinizle eşlik etti-

niz. Dizi müzikleri yapma fikri nasıl oluştu? Özellikle dizi müzikleri yapma fikriyle başlamadım. Hatırla Sevgili’nin müziklerini yapan K. Sahir Gürel, Erdal Güney ve Hüseyin Yıldız’ın bana bu projede yer vermesiyle başlayan bir süreçti. Dizi ve müzikleri çok beğeni alınca benim de önümde uzun bir dizi müziği projesi yolu açıldı. Ihlamurlar Altında, Yemin, Kasaba, Bu Kalp Seni Unutur Mu, Gece Sesleri, Asi, Gönülçelen, Öyle Bir Geçer Zaman ki, Adını Feriha Koydum, Bir Çocuk Sevdim dizileri; Unutulmayanlar, Acı, Sonsuz, Dilberin Sekiz Günü ve Türkan gibi filmler içinde vokal ve bestelerimle yer aldığım projeler. “SENARYO MÜZİKLE TEKRAR YAZILIYOR” Seslendirdiğiniz şarkıları dizinin müzik danışmanları mı belirliyor yoksa sizin seçiminiz mi bunlar? Gönülçelen dizisini bu durumda diğer projelerden ayırmam gerekecek çünkü bu projede şarkıcı Hasret ka-

20 SESLENDIRME.indd 2

8/14/12 3:29 AM


AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

21 SESLENDIRME.indd 3

8/14/12 3:29 AM


SESLENDİRME

rakterini canlandıran oyuncu Tuba Büyüküstün’ün seslendirdiği şarkıları söylüyordum. Bu şarkıları dizinin müzik danışmanları seçiyordu. Ama diğer projelerde dizinin içinde yer alan bir besteye veya jeneriğe söz yazılıyor, ben de üzerinde çalışıp seslendiriyorum. Diziye uygun görüldüğü takdirde yayınlanıyor.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Senaryoyu okuduktan sonra müziği siz mi oluşturuyorsunuz yoksa bu bir ekip çalışması mı? Bir ekip çalışması ile yapılıyor. Bu ekipte Nail Yurtsever, Cem Tuncer gibi çok değerli müzisyen arkadaşlarımla birlikte çalışıyoruz. Dizinin senaryosu tekrardan müzikle yazılıyor diyebilirim. DÖNEMİN RUHU NASIL YANSITILIYOR? Hatırla Sevgili dizisi 1970’lerde geçiyordu. “Öyle Bir Geçer Zaman ki” dizisi de eski bir dönem dizisi. Bu nostalji duygusunu nasıl yansıtıyorsunuz? Yaşamadığınız bir dönemin müziğini yapmakta zorlanıyor musunuz? Hayır zorlanmıyorum. Dönemi yansıtmak için de özel bir çabam olmuyor.

Ama şunu söyleyebilirim; seslendirdiğim şarkılar için yapılan düzenlemeler ve kullanılan enstrümanların o dönemlerin müzik ruhunu taşıması benim de nostalji duygusunu yansıtmamı sağlıyor.

topladınız. Bu proje nasıl oluştu? Şarkıların sayısı arttıkça çevremden ve müzisyen arkadaşlarımdan gelen ‘bu şarkılar bir albümde toplanmalı’ fikriyle oluştu.

Dönemin ruhunu yakalamak için neler yapıyorsunuz? O kadar iyi yansıtılıyor ki dönem müzikleri, izleyicilerin bir kısmı dizide kullanılan parçaların o yıllarda bestelendiğini düşünüyor. Örneğin, Geçmişten Geleceğe dizisinde Zor Yıllar şarkısı 1950’lerde yapılan eski bir şarkı sanılmış… Bu bir takım işi. Yapılan besteden ona yazılan söze, az önce söylediğim gibi bu bestede kullanılan enstrümana kadar pek çok şey dönemin ruhunu yakalamak ve onu yansıtabilmek için çok önemli ve belirleyici oluyor. Zor Yıllar, Erdal Güney ve Mustafa Nuhut’un Hatırla Sevgili dizisi için birlikte yaptıkları bir şarkıydı. Severek seslendirdiğim bu şarkıyı herkes gerçekten eski sanıyordu.

Sizi hiç ekran önünde görmüyoruz, bu sizi zorlamıyor mu? Kendim ekran önünde değilim ama sesim her hafta milyonlarca insanın evine konuk oluyor.

“BEĞENİLMEK MUTLU EDİYOR” Dizilerde söylediğiniz şarkıları ‘Dizi Müzikleri’ adlı bir albümde

Yaptığım işlerin beğenilmesi beni mutlu ediyor. Şarkı söylemeyi seviyorum. Bu durum beni zorlamıyor. İzlemekten zevk aldığınız, tarzını beğendiğiniz müzisyenler kimler? Loreena McKennitt, Celine Dion, Mariah Carey, Norah Jones, Mamak Khadem, Feuruz, Meyremxan, Kamkars, Shahram Nazeri, Erkan Oğur bunların bazıları. Yeni projeleriniz var mı? Var. Sanat müziği ve bestelerden oluşan iki proje... Halen üzerine çalışmaya devam ediyoruz.

22 SESLENDIRME.indd 4

8/14/12 3:29 AM


SESLENDIRME.indd 5

8/14/12 3:29 AM


AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

PORTRE

24 SERKANCAGRI.indd 2

8/14/12 3:31 AM


SERKAN ÇAĞRI

Genç, enerjik ve yetenekli... TRT’de “Dünyanın Türküsü” ve “Serkan Çağrı İle Bir Nefes” adlı müzik sunan sanatçı, sonrasında “Serkan Çağrı ile Seyyare” adlı müzik eğlence programında karşımıza çıktı. Hakkında, “Hüsnü Şenlendirici’nin pabucunu dama attı” yorumları çıkan Serkan Çağrı da Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından telefonla aranan sanatçılardan. Hatta, katıldığı programda istek yapan Başbakan’a Çağrı, “Nazende Sevgilim” isimli parçayı çaldı...

Ona da geleceğiz Serkan Bey... Gelelim gelelim. Ben Ege’de doğdum ve müzik hayatına ailede başladım. Anne karnında duyduğum seslerin peşine düşmeye başladım. Bir baktım ki, elimde bir enstrüman o da klarnet.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Nasıl başladınız müziğe? Klasik sorulardan biri oldu ama... Yok, “Neden müzik?” demen gerekirdi... (Gülüyor)

25 SERKANCAGRI.indd 3

8/14/12 3:31 AM


PORTRE Genç arkadaşlar için projeler üretmeye çalışıyorum. Mesela Klarnet Festivali yaptım. Notist Müzik var, kurduğum müzik okulu, bu işi öğrenmek isteyen gençlerin kapısı oldu.

Niye başka bir şey değil de klarnet? Babam da klarnetçiydi. Bir sürü enstrümanımız vardı ama klarnetin sesi bana daha iyi geldi. Sanırım kendimi onunla daha iyi hissettim. Kendimi daha iyi ifade eden bir şeyi seçtiğimi de yıllar sonrasında anladım.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Sonra... 7 yaşındayken herkesin anlayacağı biçimde çalabiliyordum. Sonrasında ilerlettim. 13 yaşındayken bir yarışmaya katıldım ve derece aldım. Ege’nin ustalarıyla çalışıyordum. Bir de müzik öğretmenim vardı ki bana çok destek oldu. Ege Üniversitesi’nde konservatuara başladım. Eğitim sırasında da Grup Laçin’le tanıştım. Ve onlarla birlikte İstanbul’a gelince, 1998 yılında İ.T.Ü. Devlet Türk Müziği Konservatuarı’na geçiş yaptım. BEKAR GEZELİM İLE PATLADI Grup Laçin de sevilen bir topluluktu... Sahne hayatım da onlarla başladı. “Bekar Gezelim”i yaptıktan sonra birçok deneyim jazandım. Sahne önünün güzelliğini, işin kötü yönlerini, her mikrofona konuşmamayı, kameraya karşı oynamauı Grup Laçin’le öğrendim. Sahneye ilk çıktığınızda neler hissettiniz? Heyecan... Grup Laçin’de bir klarnet figürü oluşmuştu. Ben olmayın-

ca herkes “Klarnetçi nerede?” diye sormaya başlamıştı. Sahnede herkesin gözü üstümde oluyordu dolayısıyla. Bir kez de Muğla’ya gitmiştik. Kuliste yerel bir televizyon kanalı vardı. “Grup adına Serkan Çağrı konuşacak” denildiğinde şok yaşadım. Bir şakaydı ama benim için sıkıntılıydı. Sonrasında da “Günün birinde böyle bir şey gerçek olacak” dedim kendi kendime ve hazırlıklarımı o yönde yapmaya başladım. Gerçekler yüzüne vurur ya insanın, onun gibi olmuş... Hem de nasıl... (Gülüyor). Sahnenin farklı bir heyecan olduğunu o gün daha bir anlamış oldum. Ama sıkıntılar da var tabii... Nedir sıkıntılar? Mesela iki konser arasındaki stresi öğrendim. Mesela bir konser bitiyor, ötekine yetişmeye çalışyorsunuz. Dakikalarla yarışıyorsunuz. Sahne hazırlanıyor, prova alıyorsunuz... Ama sahneye çıkınca keyif sarar her yerinizi. Televizyon hayatı nasıl başladı? 2006 yılında bir teklif geldi. İlk kez kamera bana odaklanıyordu. Bir açılış konuşması için aynı cümleleri 50 kez tekrar etmiştim. Heyecanlanmıştım. Elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırdım. O program bizi bir yer-

lere taşıdı. 60 bölüm çektik. Şimdiye kadar da 120 program sunmuşluğumuz var... “Hüsnü Şenlendirici’nin dama atıldı” deniyor... Sizler diyorsunuz onu...

pabucu

Herkes söylüyor... “Dama atıldı” demesek şimdi ama... Ama söyleneni iletiyoruz size Yani ne diyebilirim ki? Ne demek istiyorsanız... Sanat olarak iyi klarnetçi, müzisyen. Zaten öyle olmasaydı şimdiye kadar unutulurdu. Demek ki gönüllere uzattığı bir şeyler var. Albümlerini alanlar, dinleyenler var... Sizin daha genç bir yönünüz var sanki... Genç duruyorum. Aileden geliyor. Babam 60 yaşında ama yaşını göstermez. Bir de çocuk gibiyim. Eşim bilir, çocuk ruhunu kaybetmem. Bunlar işime de etki ediyor. Genç arkadaşlar için projeler üretmeye çalışıyorum. Mesela Klarnet Festivali yaptım. Notist Müzik var, kurduğum müzik okulu, bu işi öğrenmek isteyen gençlerin kapısı oldu. Gençlerle birlikte olmak için elimizden geleni yapıyoruz. Teknolojiyi takip ediyorum. Öyle bir zamandayız ki, kendi çocuğunuzla bile

26 SERKANCAGRI.indd 4

8/14/12 3:31 AM


“POLAT ALEMDAR BAŞARILI, BEYAZ KLARNETİ NE YAPTI BİLMEM” “Klarnet” demişken, zor mudur öğrenmesi? Ney mesela çok zor... Enstrümanların birçoğu zordur. Siz severseniz, zorluk diye bir şey kalmaz. Klarnet öğretirken, karşımdakinin kapasitesine bakıyorum, nasıl öğrendiğini keşfediyorum ve ona göre yönlendirme yapıyorum... Bu noktada size “Necati Şaşmaz” desem Klarnet çalıştığım bir arkadaşım. Çok yetenekli. Güzel şarkı da söylüyor. Ney çalıyor. Müziği seviyor. Biz müzik de konuşuyoruz... Başka ünlü öğrenciniz var mı? Beyaz var mesela. Ama yoğundu, klarnete zaman ayıramadı o yüzden

bıraktı. Güzel bir klarnet aldı ama o klarneti ne yaptı bilmiyorum. BAŞBAKAN ONU DA ARADI Müzik piyasası nasıl? Daha dokunaklı besteler çıktı artık. Eskiden sıradan sözlerle yazılırdı. Kalite değilti. Teknolojiyle birlikte müzik farklı bir boyuta gitti. Eskiden yapımcılar müzisyenler için önemliydi. Yapımcılara ulaşması da zordu. Şimdi öyle değil. Kültür Bakanlığı’na başvuranlar bütçesi varsa almüm çıkarıyor. Bir de korsan indirme durumuyla karşı karşıyayız. Ama kaliteli olan dinleniyor, alınıyor. Projelerinizden bahsedelim biraz da. Klarnet Festivali yaptık. Farklı ülkelerde, kendi kültürümüzü yaşatmak için festivaller düzenliyoruz. Kendi stüdyomuzda da üretime ilişkin işler yapacağız. Bir de konserler devam ediyor. Kolektif albüm yaptım ama izleyicim solo albüm bekliyor. Ona çalışıyoruz. Bir de televizyon var. Ebru Hanım, yapımcılığını üstleniyor.

Geçtiğimiz günlerde Sertab Erener’i gecenin bir yarısı Başbakan Tayyip Erdoğan aramıştı. Başbakan müziği destekliyor değil mi? Nasıl buluyorsunuz onu bu yönde? Beni de aradı... Ne zaman? Sabahın erken bir saatinde Hakan Çelik’in yayınına katılmıştım. Bir pazar günüydü. Reklam arasına gittik. Ve o sırada telefon geldi. Arayan Sayın Başbakan’dı. “Sizi izliyorum şu anda. Sizi dinlerken çok keyif alıyorum. Siz değerli bir müzisyensiniz. Müziğinizi çok seviyorum” dedi. Hatta Hakan Çelik’e de, “Beş dakika içinde bulunduğum yerden çıkacağım, benim için de bir parçayı çalarsa çok sevinirim” dedi. Siz ne yaptınız? Sayın Başbakan için Nazende Sevgilim parçasını çaldım. Yayında da Başbakan’ın aradığını söyledik, telefonlar kilitlendi. Sanata, sanatçıya ilgisi, desteği olan bir kişi Başbakan. Ve çok iyi bir dinleyici.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

zamanı kaçırabilirsiniz. Gelişime açık olmaya çalışıyorum elimden geldiğince... Gençler ne dinliyorsa onları takip ediyorum. Klarnete hevesli olanları yönlendirmeye çalışıyorum. Belki de artılarım bunlardır.

27 SERKANCAGRI.indd 5

8/14/12 3:31 AM


EDEBİYAT

ADNAN YÜCEL Ayhan Hüseyin Ülgenay • ayhan@edu-artdergisi.com

10.02.1955 Elazığ / Seli doğumlu. Baba adı; Hasan. Ana adı; Zeliha. Evli (17.19.1972), üç çocuk babası. Öğretmen, Şair, Yayıncı, Araştırmacı, Yazar. Adnan YÜCEL ilk tahsilini Elazığ’da, orta okulu Elazığ Lisesi Orta bölümünde, Liseyi Elazığ Lisesinde başladı ( 1970 ). Lise ikinci sınıfından sonra evlendiği için bir sene eğitim hakkı elinden alındı. 1971 - 1972 dönemini okuyamadı. Tunceli’ye sürgüne gitti. 1974 - 1975 döneminde Tunceli Lisesinden mezun oldu. Hukuk Fakültesini kazandığı halde devam etmedi. Diyarbakır Eğitim Enstitüsünden 02.07.1976 tarihinde diploma aldı. Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesinde Yüksek Lisansını bitirdi. 23.01.1980 Tarihinde diploma aldı.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

ÇALIŞMA HAYATI; 10.08.1976 – 21.09.1976 Elazığ Karakoçan Lisesi ( İstifa ) a 01.10.1976 – 11.11.1977 Ankara Özel Yenişehir Koleji ( İstifa ) a 15.11.1977 – 18.11.1977 Ankara Cebeci Orta Okulu a 18.11.1977 – 02.11.1984 Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi a 01.07.1981 -- 02.11.1982 Askerliği a 02.11.1984 – 24.09.1987 Ankara Cumhuriyet Lisesi a 01.10.1987 – 16.04.2002 Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili Öğretim Görevlisi 16.04.2002 tarihinde kendi isteği ile emekli oldu. SANAT HAYATI ; 1970 yılından itibaren Gazete ve Dergilere yöneldi. İlk şiiri YENİ ADIMLAR DERGİSİ’nin 1974 Aralık 24. sayısı 76-77 sayfalarında yayınlanan ‘’EMEKCİYE ŞİİRLER‘’ isimli şiiridir. Şiirleri halk kültürü üzerine kuruludur. Halk kültürü içindeki sosyalist kültür öğelerini ön plana çıkarır. Toplumcu Gerçekçi şiir geleneğini benimser. 1940’lı yılların Devrimci - Demokrat şairleri arasında kendine yer bulur. YAPIT DERGİSİ’ sinde ( 14 Sayı ) Sanatta Sosyalist Gerçekçi-

lik ve Revizyonizim ismi altında bir araştırması var. ( 1979 - 1980 ) Seyhan Belediyesi tarafından düzenlenen ‘’Seyhan Belediyesi Kültür Şenliğini‘’ organize etti. Birinci ve ikinci Adana Sanat Günleri düzenledi. Adana Orhan KEMAL Öykü yarışmasını tasarladı ve uyguladı. AYKO ( Ankara Yayın Üretim Kooperatifi ) kurucuları arasında yer aldı. ( 1981 - 1987 ) Avrupa’nın çeşitli kent-

tivali düzenlendi. 21-22 Temmuz 2012 tarihinde Ankara Yapı Sanat Evi “Adnan Yüceli Anma Günü” düzenledi. (21 temmuz panel İsmail BEŞİKÇİ - 22 Temmuz konser) YAYIN HAYATI; 1970 yılından itibaren YENİ ADIMLAR ( 25 Sayı yayınlandı 1970 ), DİRENİŞ ( Diyarbakır ), YAPIT ( 1979-1980 ), SESİMİZ, PETEK, SANAT EMEĞİ 1981 ( 1982 ),DÖNEMEÇ, YENİ OLGU, TÜRKİYE YAZILARI, SOMUT, YAZKO EDEBİYAT ( 1981-1987 ), YABA ÖYKÜ, YENİ ŞİİR, SÖYLEM ( Adana ), ANADOLU EKİNİ, TEMMMUZ, ABC ( Eğin Derneğinin çıkardığı), TAVIR, DAMAR, CUMHURİYET KİTAP, YENİ HALKCI GAZETESİ, DEMOKRAT GAZETESİ.

lerinden aldığı davetler üzerine bu kentlerde şiir üzerine konferanslar söylemler verdi. 1996 yılında Rotterdam’da düzenlenen şiir festivaline Türkiye’yi temsilen katıldı. 10 adet şiiri Hollandaca’ya çevrildi. Adnan YÜCEL Türkiye Yazarlar Sendikası Pen Edebiyatçılar Derneği Çukurova Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği üyesi. Adnan YÜCEL 24.07.2002 Tarihinde Adana’da Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesinde hayata gözlerini yumdu.

ESERLERİ; 1 - Kavgalara söylenen Sevda 1979,1980,1989,1993 2 - Şiirimizde Garip Hareketi Ankara Eğitim Bilimleri Fakültesi ( Tez ) 1980 3 - Soframda Kaval Sesi 1982,1987,1992,1995 4 - Bir Özlem Bir Türkü 1983,1990,1993,2012 5 - Acıya Kurşun İşlemez 1985,1990,1993,2012 6 - Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya dek 198 6,1987,1990,1993,1995,2000,2012 7 - Rüzgarla Bir 1989,1993,2012 8 - Ateşin Ve Güneşin Çocukları 1991,1992,2000,2012 9 - Karacaoğlan 1992 10 - Çukurova Çeşitlemesi 1993,1998,2012 11 - Sular Tanıktır Aşkımıza 1998

Elazığ’ın Seli yeni ismiyle Dilek köyünde toprağa verildi. Mezarı oradadır. Ölümünün sekizinci yılında Kadıköy Halk Eğitim Merkezinde bir anma gecesi düzenlendi. Ölümünün onuncu yılında 8-9-10 HAZİRAN 2012 Adnan YÜCEL Edebiyat ve Sanat Fes-

HAKKINDA; 1 - Cumhuriyet Gazetesi kitap eki sayı 587 sayfa 4-7 Çetin YEĞENOĞLU Mayıs 2001 2 - Türküsüz Çıkmayasın Yollara Mehmet ÖZER 2003

28 KOSE YAZARLARI.indd 8

8/14/12 3:32 AM


AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

35 KOSE YAZARLARI.indd 9

8/14/12 3:32 AM


MİMARİ

‘Dünyanın Sekizinci Harikası’ olmak konusunda hep iddialı

SYDNEY OPERA BİNASI Sydney Opera Binası, 20’nci yüzyılın zamanı ve mekânı aşan anıtların en güçlülerinden biri… Gaudi’nin ‘Sagrada Familia’sı, Le Corbusier’nin ‘Villa Savoye’sı, Wright’ın ‘Fallingwater’ı gibi mimari çağdaşlığın bazı başyapıtlarıyla karşılaştırılıyor. Bu özgün yapı, eşsiz mimari karakteri ve dünyadaki tüm insanlardan saygı görmesi nedeniyle bu binalarla aynı ün ve başarıya sahip.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Tartışmalar, proje yarışmasıyla birlikte başladı. İnşaat boyunca sürdü. Açılışında devam etti, açılış sonrası binaya yeni eklemeler yapılırken de sürdü. Aslında tüm bu proje, Avustralya’nın bir dünya gücü olarak kendini ispatlamasıyla da yakından ilgiliydi. Sydney Opera Binası, bugün de mimari dünyasınnı en çok konuşulan yapılarından biri. Hemen herkes bir mühendislik harikası olduğuna emin. Mimari açıdan da çok farklı bir üsluba sahip olduğu kesin. Büyük bir çoğunluk için bir mİmari şaheser, hatta Dünyanın Sekizinci Harikası’ olamay aday. Az da olsa sevmeyeni, hatta ‘dünyalı’ bulmayanı bile var. Öyle ya da böyle 20’nci yüzyılın en büyük mimari yapıtlarından biri olduğu kesin. 20’nci yüzyılın ikonlarından… İkonlaşmış başyapıtlar arasında, Sydney Opera Binası, 20’nci yüzyılın zamanı ve mekânı aşan anıtların en güçlülerinden biri… Gaudi’nin ‘Sagrada Familia’sı, Le Corbusier’nin ‘Villa Savoye’sı, Wright’ın ‘Fallingwater’ı gibi mimari çağdaşlığın bazı başyapıtlarıyla karşılaştırılıyor. Bu özgün yapı, eşsiz mimari karakteri ve dünyadaki tüm insanlardan saygı görmesi nedeniyle bu binalarla aynı ün ve başarıya sahip. Sydney Opera Binası; mimari ve yapı teknolojileri alanında yenilik ve büyük, halka açık bir binayla dramatik bir doğal ortamın

ilişkisi konularında çığır açtı. Mühendislik ve teknik başarı konusunda yapı, Pier Luigi Nervi’nin Turin’de bulunan ‘Exhibitions Building’i ve Eero Saarinen’in ‘New York JFK Havalimanı’ndaki ‘TWA Terminali’ ile karşılaştırılyor. Bu mimarlık ve mühendislik harikası, Nevri ve Saarinen’in yapılarına önemli benzerlikler taşıyor. Son dönem modern mimarisinin bir başyapıtı olarak Jörn Utzon’un ‘Üçüncü Kuşak’ diye adlandırılanlar arasında öncü bir mimar olarak rolünü vurgulamak gerek. Bu anlamda, Sydney Opera Binası, ‘Üçüncü Kuşak’ın diğer şiirsel ve çevresel ifadelerini belirten diğer yapılarla karşılaştırılır: Ronchamp’ta bulunan ‘Notre-Dame du Haut Chapel’ ve New York’taki ‘Guggenheim Museum’… Kubbeler, yapının karakterini belirliyor Sydney Opera Binası, Bennelong Point adı verilen, Sydney Limanı’na uzanan ana yarım adanın ucunda yer alıyor. Kraliyet Botanik Bahçesi ve Sydney Limanı Köprüsü’ne yakın mesafede… Yapı, muazzam bir teraslı platform üzerinde üç grup iç içe geçmiş kubbeler ve bunları çevreleyen, yayaların bir araya gelmesi için kullanılan terasları kapsıyor. Deniz kabuklarından esinlenerek tasarlanan kubbeler, yapının ana karakterini oluşturuyor. İki ana kubbe seti, ‘Konser Salonu’ ve ‘Opera

Theatre’ olmak üzere iki ana performans alanını örtüyor. Sydney Koyu’na bakan üçüncü kubbe seti ise bir restoran içermek için özel olarak tasarlanmış. İki ana hol, eksenleri hafif meyilli olacak şekilde, kuzey-güney doğrultusunda yan yana düzenlenmiş. Oditoryum, sahne alanlarını giriş salonuyla arasına alacak şekilde, şehre doğru güneye bakması için podyumun yukarı kuzey ucunda inşa edilmiş. En yüksek kubbe, su üzerinde 20 katlı bir bina yüksekliğinde. Kubbe yapıları 2 bin metrekare, mülkün tamamı neredeyse 6 bin metrekarelik bir alanı kaplıyor. Salonun hemen hemen tüm teknik fonksiyonları gibi, kompleksin içerdiği binin üzerindeki oda da podyumun içinde yer alıyor. Limanla bütünlük sağlayan anıtsal bir tasarım… Sydney Opera Binası’nın temeli, tek parça bir betonarme, görkemli, granit giyimli bir podyum olarak yükseliyor. Anıtsal ölçeği liman kenarındaki manzarayla bütünlük sağlayacak şekilde yapay bir dağlık burun şekli oluşturuyor. Ön avlu ziyaretçilerin merdivenlerle podyuma indiği çok geniş bir alan. Ön avludan iki ana performans salonuna inen podyum basamakları, neredeyse 100 metre genişliğinde ve iki kat yüksekliğinde törensel bir merdiven. Jörn Utzon’un tasarımı performans ve teknik fonksiyonları ayırarak alışılmadık

30 MIMARI SYDNEYOPERA.indd 2

8/14/12 3:33 AM


AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

31 MIMARI SYDNEYOPERA.indd 3

8/14/12 3:33 AM


MİMARİ ce Company’nin gösteri alanı… Duvarları ve tavanı siyaha boyalı ve yer ahşap. Konser ve performanslar için yaratılmış iç mekanlar Peter Hall, iç mimari tasarımı yaparken, bina içindeki farklı alanları ayırt etmek için farklı rötuşlar kullanmış. Utzon Room, ‘Farm Cove’a bakan, müzik resitalleri, çocuk gösterileri, seminerler ve törenler için kullanılan, çok amaçlı bir alan. Önceden ‘Resepsiyon Salonu’ olarak bilinen oda, 2004’te Utzon’un rehberliğiyle değiştirildi. Bu, ‘Batı Verandası’ açılışından beri Sydney Opera Binası’nda yapılan ilk dış çalışma. 1999’da, Utzon tarafından tasarlandı. ‘Drama Theatre’, ‘Studio’ ve ‘Playhouse’u doğal ışığa, liman ve şehir manzarasına açmak için dokuz açık alan yapıldı. Utzon’un ‘Batı Verandası’ tasarımı, Sydney Opera Binası’nın tasarımında da kaynak oluşturan Maya tapınaklarındaki sıra sütunlardan esinlenmiş. Deneyimsiz, ama yetenekli bir mimar Sydney’de bir kültür merkezi ve bunu Bennelong Point’e yapılması 1940’lardan beri tartışılmaktaydı. 1956’da, Yeni Güney Galler Hükümeti, uluslararası bir dizayn yarışması başlattı ve yerel bir firmayla anlaşmak yerine bağımsız bir jüri atadı. Dünyadaki en büyük yetenekleri çekmek için genel bir şartname sağlandı, belli bir dizayn parametresi veya masraf limiti belirtilmedi. Yarışmaya katılanlardan iki performans salonu bulunduran çift fonk-

siyonlu bir bina tasarlamaları talep edildi. Yarışma Avustralya’da ve ülke dışında büyük ilgi uyandırdı. Yeni Güney Galler Hükümeti’nin Jörn Utzon’u tek mimar olarak ataması, beklenmedik, cesur ve öngörüşlü bir karardı. Utzon’un sınırlı tecrübesi, özel, temel tasarım konsepti ve mühendislik bilgisinin bulunmaması, binanın tamamlanabileceğiyle ilgili şüphe yarattı. Yarışma çizimleri büyük ölçüde grafikseldi, dizaynın ne kadara mal olacağı bilinmiyordu ve ne Utzon ne de jüri, inşaat mühendisine danışmamıştı. Utzon’un tasarım konsepti daha önce benzeri görülmemiş mimari formlar, yeni teknolojiler ve materyallere ihtiyaç duyacak çözümler gerektiriyordu. Öte yandan Yeni Güney Galler Hükümeti, Avustralyalı bir mimar seçmek için halktan baskı görüyordu. İnşaat 15 yıl sürdü Sydney Opera Binası, üç aşamada inşa edildi. Podyum (birinci aşama: 19581961), kubbeler (ikinci aşama: 19621967) ve cam duvarlarla iç dekorasyon (1967-1973)… Utzon, bütün tasarımı kavrayarak podyumun ve kabbelerin yapımını denetledi. Cam duvarlar ve iç mekan Lionel Todd ve David Littlemore’ın desteğini alan Peter Hall tarafından, o zaman Yeni Güney Galler Hükümeti’ne çalışan mimar Ted Farmer yardımıyla tasarlandı ve yapımları denetlendi. Peter Hall, ayrılışından sonraki 18 ay boyunca dizaynının farklı açılarıyla ilgili Utzon ile görüşmeyi sürdürdü. Ove Arup&Partners, inşa-

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

bir performans sanatları binası yaratmış. Tüm sahne arkası tesisleri ve teknik teçhizat podyum içine saklanmış, iki ana performans salonu kubbeli çatı kabuklarının altına yerleştirilmiş. Kubbeli çatı çeperleri Utzon tarafından, Ove Arup&Partners ortaklığında gerçekleştirilmiş. Kubbelerin son hali, çapı yaklaşık 75 metre olan tek parça halinde bir küreden esinlenmiş. Bu geometri, binaya tutarlılık vermesi dışında, prefabrik uygulamaların kullanılmasına da olanak sağlıyor. Her kubbe, beton bir temelden başlayan ve bir mahya kirişine yükselen prefabrik bir iskeletten oluşuyor. İskelet ‘açılı nişan’ şeklinde prefabrik beton kalıplarla kaplı. Podyum toprak tonlarında granit panellerle, kabuklar parlatılmış seramiklerle örtülü. Kabukların kuzey ve güney kenarlarına, içeriden dışarının, dışarıdan da içerinin görülmesi için fuayeler oluşturacak şekilde çapraz olarak konumlandırılmış topaz cam duvarlar yerleştirilmiş. Mimar Peter Hall’ün dizaynına göre yapılmış bu cam duvarlar binaya ait bir özellik. Kubbeler ve podyum arasında yer alan topazla kaplı bölüm, çelik tirizlere bağlı faseta katlarıyla kat kat, kesintisiz bir cam yüzey olarak yapılmış. Sydney Opera Binası’nın en büyük performans alanı ‘Konser Salonu’, 2 bin 700 kişilik kapasiteye sahip. Asılı tavanda ışık saçan kaburgalara dönüşen huş ağacı kontrplaklar, yerle uyum sağlayan lamine ahşap kaplamalara kadar uzanıyor. ‘Opera Theatre’, Opera Australia ve Australian Ballet’in Sydney üssü ve Sydney Dan-

32 MIMARI SYDNEYOPERA.indd 4

8/14/12 3:33 AM


Bina açıldı, inşaat devam etti! Sydney Opera House’un inşaatı 16 yıl sürdü ki bu planlanmış süreden altı yıl uzundu. Üstüne üstlük başta hesaplanan bütçenin tam 10 katına çıkıldı. 20 Ekim 1973’te Sydney Opera Binası, Kraliçe II. Elizabeth tarafından resmen açıldı. Açılış töreninden sonra, zamanla yeni işlere girişildi. 1986-1988 arası, Peter Hall’un katkılarıyla, o zamanki Yeni Güney Galler Hükümeti mimarı Andrew Anderson tarafından ön avlu yeniden inşa edildi, aşağı toplanma alanı geliştirildi. 1998 ve 1999’da kayıt ve prova odaları iki alana dönüştürüldü: orkestra için ‘Toplantı Salonu’ ve ‘Studio’, yenilikçi müzik ve performans sanatlarının gösterimi için performans alanı. 1998’de, açılışın 25’inci yılına uygun olarak, Sydney Opera House Trust alana gelecekte yapılabilecek geliştirmeler konusunda tavsiye vermesi ve planlama prensipleri oluşturması için Sydney mimarı Richard Johnson’ı atadı. Johnson aracılığıyla, Sydney Opera House Trust Utzon ile barışmak ve onu danışman niteliğinde yeniden işe almak için görüşmelere başladı. 1999’da, Utzon binayla ilgili vizyonunu açıklayarak işi kabul etti. Üç yıl süresince, ‘Resepsiyon Salonu’nun yenilenmesi, ‘Batı Verandası’nın yapımı, ‘Konser Salonu’nun akustiklerini geliştirmek için projeler, performansları desteklemek için ön avluya servis, ve ‘Opera Theatre’ın iç dizaynı için değişiklikler gibi Sydney Opera Binası ile ilgili dizayn prensiplerini, mimar oğlu ve iş ortağı Jan Utzon ve Richard Johnson ile beraber yazdı. 2002’de ‘Sydney Opera House Trust Utzon Design Principles’ı (Sidney Opera Binası için Utzon Tasarım İlkeleri) yayınladı. 2004’te, önceden ‘Resepsiyon Salonu’ diye adlandırılan‘Utzon Room’un yenilenmesi tamamlandı.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

atın üç aşamasında da mühendislik ekspertizini sağladı. Tasarım ve inşaat iç içe yürüdü. Utzon’un benzersiz tasarımı binanın inşaatına olan radikal yaklaşımıyla beraber işbirlikçi ve yenilikçi bir ortam sağladı. İşbirlikçi modeli zamanının alışılagelmiş mimarlığının dışına çıktı. Kabuk yapısının dizayn çözümleri ve inşaatının tamamlanması sekiz yıl sürdü ve kabukların özel seramik kaplamasının geliştirilmesi üç yıldan uzun zaman aldı. Sydney Opera Binası, bir test laboratuvarı ve açıkhava prefabrik üretim merkezi haline getirildi.

33 MIMARI SYDNEYOPERA.indd 5

8/14/12 3:33 AM


KAPAK KONUSU

Muhteşem doğasıyla...

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

İstanbul’un yıllarca su ihtiyacını karşılayan Terkos Gölü’ne (Durusu Gölü) komşu olan otelin kuruluşu 1990’ların başındadır. Otel, günümüz ihtiyaçlarına göre tamamen yenilenerek, yeni yüzü ve yeni ismiyle şehirden kopmadan ruhunuzun ve doğanın derinliklerine bir kaçış fırsatı sunuyor.

En

dinlendirici, en sakin, en huzur veren Durusu’da şimdi sizler için yenileneceğiniz bir dünya var. Araç kiralamadan havaalanı transferine, Paintball’dan, at biniciliğine, Yaban Hayatı Müzesi’nden Şarap Evi’ne kadar hayatınızı kolaylaştıran ve eğlendiren birçok hizmetten faydalanabilirsiniz. Durusu Metra

Club sizi doğadaki evinize davet ediyor. Bu zenginliği paylaşmak için acele edin. Durusu Metra Club sizi/ailenizi/ dostlarınızı/toplantı yapacağınız iş arkadaşlarınızı bekliyor. a Doğa’nın kalbine yolculuk Durusu Park’ta her mevsim ve her vadinin başka rengi vardır. Hangi yöne

dönerseniz dönün yeşil hiç kaybolmaz ya da maviye dönüverir ansızın... 5.000 dönüm arazi üzerine kurulan Metra Club, doğanın eşsiz güzelliği içerisinde; İstanbul İçin yaşamsal değer taşıyan Durusu Gölü, Durusu Metra Club ile de sahil komşusu... Gölün sağladığı olanakların yanı

34 TANITIM DURUSU2SF.indd 2

8/14/12 3:34 AM


sıra Karadeniz’in tertemiz suları, plajları ve deniz mahsulleri hemen yanı başınızda... a EŞSİZ BİR MUTFAK Aşçıbaşının sizler için hazırladığı mükemmel yemekleri, eşsiz göl manzarası ve gün batımı manzarası eşliğinde otelin restaurantlarında yemek, tatilinize ayrı bir zevk ve renk katacaktır. Yine Durusu Metra Club’ta özel hazırlanmış kokteyller ve içecekler yemek zevkinizin ayrı bir parçası olacaktır. Usta aşçıların hazırladığı dünya mutfağının spesiyal örneklerinin orman veya göl manzarası eşliğinde keyfini çıkarın. a Şarap Evi’nin etkisinde Kalacaksınız Şömine ateşi canlı müzikle destekleniyor, romantizmin o coşkusunu yaşıyorsunuz. Yıllanmış şarapların her çeşidi damağınızı tatlandırmak için sizi bekliyor. Bu atmosferde yaşayacağınız romantizmi unutamayacaksınız.

a Brunch Keyfi Durusu Metro Clup’ta brunch; eşsiz lezzeti, çeşitliliği ve özenli sunumuyla size/ailenize/konuklarınıza/dostlarınıza/arkadaşlarınıza “yaşadım işte bahar şahidimdir” dedirtecek. Bu tadı unut(a)mayacak, bir daha... bir daha paylaşmak, yaşamak isteyeceksiniz. a Gençlik Evi Çılgınca bir eğlence düşündünüz, kimsenin sizi rahatsız etmeyeceği ve tabii sizin de kimseyi rahatsız etmeyeceğiniz... Düşünüzde yaşattığınız o mekanı biz oluşturduk (yarattık). Tıkır tıkır işleyen bir organizasyon, iç huzuruyla doyasıya eğlenebileceğiniz Gençlik Evi’nde yaşadığınız güzelliği başka bir yerde bulamayacaksınız. a Çınaraltı Doğayla iç içe yürüyüşlerle, göl manzarasına karşı sohbeti koyulaştırın; ölümsüzlüğü simgeleyen çınar ağacının altından geçen gezi yollarında mutluluğu yakalayın.

Durusu Metra Club, sizi her seferinde daha iyi, dahagüzel, daha coşkuyla ağırlamaya söz veriyor. Özel görüşmeleriniz için de tercihiniz olacak.

Basketbol, voleybol, tenis gibi sporlarla Jogging, yürüyüş, bisiklet parkurları, manejler sizi bekliyor, amfitiyatroda dilerseniz gitar eşliğinde se-

a Özel anları unutulmaz kılın Durusu Metra Club düğünlerinizi, iş toplantılarınızı, iş yemeklerinizi olağanüstü bir etkinliğe dönüştürür. Onları memnun etmek, mutluluklarını yaşamalarını sağlamak görevimizdir. Düğününüzü unutulmaz kılın, herkes gıptayla hatırlasın... Kendisi için de böylesi güzelliği istesin.

renad yapın sevdiğinize; dilerseniz aşkınızı haykırın, alkışlar eşliğinde.

TANITIM DURUSU2SF.indd 3

Dünyanın 30 değişik bölgesinden avlanmış, timsah, su samuru, antilop, dağ keçisi, ren geyiği, yaban domuzu, kutup ayısı, aslan, kaplan gibi birçok hayvan doldurulmuş halde yaban hayvanları müzesinde yer almaktadır.

a SPA ve Türk hamamı ile yenilenin Yoğun çalışmanın yorgunluğundan uzaklaşmak ve şehrin stresinden kurtulmak için egzotik kokularla bezenmiş, güzel bir banyo sizi dinçleştirecektir.

8/14/12 3:35 AM


GEZİ

Andlar’ın bulutlarla dans ettiği rakımlarda şaşırtıcı bir uygarlık

PERU

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Henüz birkaç yüzyıl önceki kıyım nedeniyle şimdi soyu tükenme noktasında olan İnkalar’a ve kültürlerine yakın olmak, yemeklerini tatmak, Cusco’nun kısa sürede ciğerlerinizi tüketen havasına uyum sağlamak üzere tadından hiç hoşlanmayacağınız, fakat kültürünüze ait olmadığı için ilginç bulup deneyeceğiniz koka bitkisini çiğnemek, flütlerden çıkan yakıcı İnka ezgilerine, And Dağları’nın eteklerindeki etnik doğal hayata ve esrarengiz ‘İnka Yolu’na tanıklık etmek üzere Peru’yu keşfetmenizi şiddetle öneriyoruz.

36 YOLCULUK.indd 2

8/14/12 4:05 AM


YOLCULUK.indd 3

8/14/12 4:05 AM


GEZİ

Kayıp

şehirler diyarı bu ülke zengin antik kültürü, Titicaca Gölü, otantik yemekleri, yağmur ormanları ve efsanevi ‘İnka Yolu’ ile öyle nefes kesiciydi ki...

nerken, kıvrak salsa parçaları eşliğinde meydanda sergilenen performansları izleyebilir yaklaşık iki minik kadeh pisco sour’dan sonra onlarla çılgınca salsa yapmayı deneyebilirsiniz. Civardaki yerel fast food’larda ya da sıkça karşılaşabileceğiniz Çin lokantalarında 5-6 dolara ziyafet çekmeniz mumkun. Japon devlet başkanından geriye kalan enkaz!.. Suç oranı çok yüksek olduğu için gece yarısından sonra her bloğun köşesinde ne işe yaradıklarını anlayamadığım bir polis ordusu bekliyor. Fakat ne yazık ki, bu önlem etrafınızın 15 ‘küçük pirana’ tarafından çevrilmesini engelleyemiyor. Üstelik fuhuş ve uyuşturucu trafiği gayet aleni. Uzun yıllar önce hükümetin başına gelip çöreklenmiş ve halkın şu anki çaresizliğinin en büyük sebebi olan Japon

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Lima’ya inmeden önce Arjantin Havaalanında yaşadığım 12 saatlik grevle başlayan tedirginliğim ülkeye vardıktan sonra son derece ürkütücü bir izlenim bırakan şehir merkezi civarinda otel bulma telaşımla devam ederken, gecenin karanlığında çevremi saran 15 küçük çocuğun yarattığı heyecanla kendimi ‘Miraflores’in nispeten güvenilir 25 doları hiç de hak etmeyen bir otelinde bulmamla sonuçlandı. Otelde tanıştığım insanların 10 dolara konaklıyor olmaları keyfimi biraz daha kaçırdı elbette ki, fakat bunu fazla büyütmemeye çalışarak bir sonraki günün programını yapmaya başladım.

Başkent Lima, her haliyle koloniyal Öncelikle havaalanından şehre ulaşımın son derece pahalı olduğunu söylemeliyim. Tehlikeli bir şehre ilk adım attığımda havayı koklayacak kadar bir süre maksimum güvenliği tercih eden ben, havaalanı taksilerinden birini mecburen tercih ederek ancak 25 dolar karşılığında şehir merkezine ulaşabildim. Alanın hemen dışında bulabileceğiniz kaçak taksilerle 10 dolara ulaşım imkanı da elbette ki mümkün, ancak eğer akşam saatleriyse “Bu riski almayın” derim. Akşamları son derece etkileyici bir göruntü sergileyen ve şehrin merkezinde yer alan Plaza de Armas, Cathedral de Lima, şehir merkezini oluşturan diğer koloniyal binaların görkemi ve tam sarayın karşısındaki meşhur Pisco Sour Bar’lı performans alanı gerçekten çok keyif verici. Üzüm, yumurta ve romdan yapılan ‘pisco sour’u de-

38 YOLCULUK.indd 4

8/14/12 4:05 AM


Başkent Lima, son derece kozmopolit kimliğinin yanı sıra antik kültüre ait Museo de la Nacion (San Borja) ve dünyanın en etkileyici seramik koleksiyonuna sahip Museo Larco (Bolivar) dışında tüm izlerin İspanyollar tarafından yok edildiği bir şehir. Şehrin merkezinde yer alan Plaza de Armas, Cathedral de Lima, şehir merkezini oluşturan diğer koloniyal binaların görkemi insanı çarpıyor.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

“ 39

YOLCULUK.indd 5

8/14/12 4:05 AM


GEZİ

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

kökenli devlet başkanı Fujimori, bu senaryodaki başrol oyuncusu. Bir dönem yolsuzluğun son derece açık ve inanılmaz boyutlarda yaşandığı Peru’da, Fujimori hükümetinden sonra geriye bir enkaz kalmış. Ülkenin zengin maden ve petrol rezervleriyle turizm potansiyeline rağmen halkın yüzde 70’i açlık sınırında... Başkent Lima, son derece kozmopolit kimliğinin yanı sıra antik kültüre ait Museo de la Nacion (San Borja) ve dünyanın en etkileyici seramik koleksiyonuna sahip Museo Larco (Bolivar) dışında tüm izlerin İspanyollar tarafından yok edildiği bir şehir. Kıyımın en büyüğünün bu ülkede yapıldığı düşünülecek olursa, durum hiç de saşırtıcı değil... Yağışsız bir mevsim olması sebebiyle yüksek sezon olarak kabul edilen Temmuz-Ekim arası dönemde uçaklarda yer bulmanın güçlüğünü tahmin ettiğimden Lima-Cuzco uçuşumu (Lan Peru ile) BsAs’den temin etmiş olmanın (gidiş-dönüş 200 dolar) rahatlığıyla bu şehirden güle oynaya ayrıldım, zira bir hafta önce bu girişimde bulunmasaydım, günde sekiz uçak kalkmasına rağmen planladığım tarihte Cuzco’ya gidemeyecek ve zaten zorluklarla araya sıkıştıracağım Titicaca yolculuğunu gerçekleştiremeyecektim. Fakat havaalanında o devasa check-in kuyruğuna

girdiğim ilk andan itibaren Cusco uçuşuna dair sevincim yerini Machu Picchu treni için yer bulmanın ne kadar zor olacağıyla ilgili gerçeklere bıraktı. Hem rakım, hem tarih nefesinizi kesiyor! Machu Picchu ile ilgili dalgınlığım ve anons tabelasında bu uçuşla ilgili bilgi olmaması, uçağın arkasından el sallamakla nihayete varan oldukça keyifsiz bir gelişime sebebiyet verdi. Yalvar yakar bir sonraki uçağa yazıldım, ancak bavullarımı transfer ettiklerini söyledikleri halde onlara ancak iki gün sonra kavuşabilecektim. Cusco’ya tüyleri diken diken eden İnka ezgileri eşliğinde indiğimde, 3 bin 800 metrelik rakımda beni asla şaşırtmayacak soğuk bir hava yerine, insana uzanıp tutma isteği veren derin bir mavilik ve yakıcı bir güneş karşıladı. Kötü Lima tecrübemden sonra bütçe kısıntısına gitmemeyi düstur edinerek kendime yüzlerce şık ve pahalı butik otelin arasından nispeten mütevazı dört yıldızlı bir butik otel seçtim. Hostel Plaza de Armas’da gecelik konaklama ücreti 50 dolardı. Cuzco’nun merkezinde yer alan ihtişamlı Plaza de Armas’ın karşısında yer alan bu sevimli otel, Cusco’nun o inanılmaz sıcak ortamında bana Lima ve bavul maceramı unutturmuş gibiydi.

Hakikaten hayatım boyunca çok az bu denli sevimli şehir gördüm. Arnavut kaldırımlı daracık sokakları, akşamları meydan da yapılan dans ve müzik performansları, sevimli lokantaları, ondan daha sevimli olan halkı Quechua’lar ve en önemlisi de İngilizce konuşuluyor olması, mutluluk vericiydi. Tabii ki en büyük sorun, tahmin ettiğim gibi Machu Picchu trenine yer bulmak oldu. Bir acente yardımıyla ancak iki gün sonraya kaçak bir bilet buldum. Bu bilet başka biri adına keşilmişti ve pasaport kontrolü olması durumunda büyük bir olasılıkla trenden indirilecektim. Ne olursa olsun, bir hafta sadece Machu Picchu’ya gidebilmek için Cuzco’da beklemeyi istemedim ve 130 dolar ödeyerek bu yolculuğu (Machu Picchu girişi dahil) satın aldım. Bineceğim ‘backpacker’ treniyle daha lüks sınıfta yer alan ‘vistadome’ treni arasındaki tek fark, 50 dolar daha pahalı olan ‘vistadome’un camlarının çok geniş olması sebebiyle yol boyunca daha etkileyici görüntülere imkan vermesiydi. Efsanevi bir yolculuk Urubamba Nehri kenarında, orijinal adıyla ‘Secret Valley’ (Gizli Vadi) boyunca seyreden efsanevi İnka yolculuğunu daha önce defalarca hayal etmiş, hatta birçok belgeselde izlemiştim. Yol boyu karşılaştığım ‘Inka Trail’cıları, (İnka

40 YOLCULUK.indd 6

8/14/12 4:05 AM


şünebilirsiniz. Yalnız gitmeden midenizi cok şişirmemenizi ve ‘İnka Yolu’nun tamamlandığı yer olarak bilinen, inanılmaz diklikteki komşu dağ ‘Wayna Picchu’ya tırmanıp, bu büyülü manzarayı oradan da gözlemlemenizi öneririm. Machu Picchu, gizemiyle büyülüyor Bulutların zirvesinde yer alan, 35 bin 392 hektar alan uzerine kurulu Machu Picchu, İspanyollar’ın hiçbir zaman keşfedemedikleri, halkının nasıl, ne zaman ve ne şekilde yok olduklarına dair belirsiz söylemlere kaynaklık etmiş mistik bir bölge olmasının yanı sıra Peru’nun en önemli gelir kaynaklarından da biri. Bünyesinde, tüm ilmi deneylerin yapıldığı dev bir güneş saati, ay ve güneş tapınağı, kraliyet mezarlığı, seremoni banyoları, hapisane ve Urubamba Nehri’nden görüntüler barındıran bu el değmemiş antik güzelliğin, eğimi sebebiyle her ay 1 santim kaydığını bilmek ise son derece üzücü. Machu Picchu’ya neredeyse ömrünü vermiş olan rehber Wuyi, İngiliz arkeologların ‘Vilcabamba’ civarında, çok daha büyük, gizli bir antik şehrin peşinde olduklarını, böylelikle Cusco, Chinchero, Ollantaytambo’dan oluşan sacayağının bu son şehirle tamamlanacağına dair bir bilgi verdi. Bu arada Mısır’da bir mumyanın midesinde sadece Gü-

ney Amerika’da yetişen koka bitkisinin bulunmuş olduğu hakkında verilen ve beni dehşete düşüren örneği de belirtmeden geçemeyeceğim. Çok farklı zamanlarda yaşamış, fakat inançları ve yaşam biçimleriyle birbirine çok benzeyen bu iki kültürün bir şekilde entegre olup olmadığı konusunda yeşerecek soru işaretleri açısından yeterli bir ipucu gibi geldi bu bilgi bana. ‘İnka Trail’e katılma düşünceniz yoksa bu bölgeyi üç günde tamamlayabilirsiniz. Bir gününüzü mutlaka Pisaq, Sacsayhuaman, Pucapucara, Tomambamachay, Qengo, Chichero gibi harabelere ayırmalı (günübirlik turlarla 10 dolar), en son gün ise sabah 7:00’de 8 dolar ödeyeceğiniz Puno otobüsünü kaçırmayarak (rezervasyon onerilir) altı saatlik bir yolculuğun ardından Peru-Bolivya sınırında, 3 bin 820 metre rakımda yer alan Titicaca Gölü’nü görmenizi tavsiye ederim. Bulunduğu rakıma rağmen fotoğrafik açıdan oldukça berrak, uçsuz bucaksızmış izlenimi veren Titicaca, yerlilerin gösterileri ve özgün alışveriş imkanlarıyla çok renkli bir atmosfere sahip. Ancak inanılmaz yorucu bir yolculuk olduğunu belirtmeliyim. Pazar yerlerini gezmeden dönmeyin Peru, tüm Güney Amerika ülkeleri içinde insana en çok alışveriş yap-

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

yolu boyunca yapılan uzun yürüyüş turu) nehir kenarına kurulu kamplarını, tropik bölgeye girdikçe beliren enfes doğayı ve And Dağları’nın yarattığı vahşi görüntüleri izlemeye doyamadım. İlk durak olan Ollantaytambo, vadiye yaslanmış esrarengiz kalesi ve gün batımında şehrin üzerinde oluşan ışık oyunlarıyla nefes kesici bir manzaraya sahne olan, 13’üncü yüzyıldan bu yana İspanyol akınlarına rağmen ayakta kalabilmiş bir İnka şehri. Cusco’ya iner inmez 13 dolar karşılığı satın alabileceğiniz, böylelikle Machu Picchu hariç civarda yer alan tüm kalıntıları ücretsiz gezebileceğiniz ‘bileto turistico’nuzla aynı zamanda bir tapınak da olan, İspanyollar’ın en büyük yenilgisini verdiği ve nefes kesici dik teraslardan olusan İnka Kompleksi’ni gezebilir, gün batımında Andlar’ın antik şehir üzerinde yarattığı sayısız şekli fotoğraflayabilir, aşağı iner inmez en nadide el sanatlarını bulabileceğiniz Ollantaytambo pazarını keşfedebilirsiniz. İki buçuk saatlik tren yolculuğunun ardından ikinci ve son durak olan, sevimli termal kasaba Aguas Calientes’in arnavut kaldırımlı ara sokaklarında kendinize nefis bir pizza ısmarlamazsanız, Machu Picchu’ya çıktıktan sonra bulabileceğiniz tek lokantada 27 dolarlık açık büfe öğle yemeğini yiyip, kesenizin birden ne kadar hafiflediğini dü-

41 YOLCULUK.indd 7

8/14/12 4:05 AM


GEZİ

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Bulutların zirvesinde yer alan Machu Picchu Peru’nun en önemli gelir kaynaklarından da biri durumunda.

ma hissi veren ülke. Mesela Urubamba Nehri’ni en keyifli izleyebileceğiniz noktada yer olan Pisaq kasabası, çok ucuz ve orijinal bir pazara sahip. Günlük turların dönüş yolunda mola verdigi, çoklu saç örgülü kızlarıyla ünlü ve İnkalarca ‘gökkuşağının doğum’ yeri olarak kabul edilen Chinchero kasabası, lama yününden ürünleri satın almak için size teklif edilenin yarısını ödemek koşuluyla çok uygun. Eğer soğuğa dayanıklıysanız, sadece özel eşyalarınızı taşıyacağınız, yemeklerinizin pişirileceği, çadırınızın kurulacağı, dört günlük ‘İnka Trail’ı (Machu Picchu girişi dahil 200 dolar) tecrübe etmeli, 33 kilometrelik bu antik yolu Machu Picchu’ya kadar kat etmenin ve Andlar’ın baş döndü-

rücü bulut ormanlarıyla zirvedeki karın yarattığı muthiş görselliğin doyasıya keyfini çıkarmalısınız. Daha kuzeyde yer alan yağmur ormanlarının (özellikle Iquitos) ekolojik yaşamı görmek açısından anlamlı, ancak çok turistik olduğu bilgisini aldım. Ülkenin avantajı olan Machu Picchu’nun yarattığı popülerliğin turistelere ne yazık ki maddi dezavantaj olarak yansıdığını bilmekte fayda var, zira Peru için aldığım fiyatların yarısına, kıyasla çok daha bakir olan Ekvador Amazonu’nu keşfetme fırsatı bulduğumu söylemeliyim. Bir coğrafya olarak Peru’dan bahsetmek çok cazip olmasa da beni yıllardır büyüleyen, henüz birkaç yüzyıl önceki kıyım nedeniyle şimdi soyu tükenme nok-

tasında olan İnkalar’a ve kültürlerine yakın olmak, yemeklerini tatmak, ancak günümüz teknolojileriyle akıl edilebilecek uygulamalarına şaşırarak tanıklık etmek, Cusco’nun kısa sürede ciğerlerinizi tüketen havasına uyum sağlamak üzere tadından hiç hoşlanmayacağınız fakat kültürünüze ait olmadığı için ilginç bulup deneyeceğiniz coca bitkisini çiğnemek, flütlerden çıkan yakıcı İnka ezgilerine, And Dağları’nın eteklerindeki etnik doğal hayata ve en önemlisi de esrarengiz İnka Yolu’na tanıklık etmek üzere bu toprakları keşfetmenizi şiddetle öneriyorum. Çünkü ancak gelecek kuşakların vakıf olabileceği, geçmişimize ve bugünümüze ait ipuçları bu toprakların gizemiyle besleniyor.

42 YOLCULUK.indd 8

8/14/12 4:05 AM


YOLCULUK.indd 9

8/14/12 4:05 AM


BİLİŞİM

Hotmail için yolun sonu

Outlook.com

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Outlook.com’un yaratıcısı ile çok özel ropörtaj: Brian Hall yeni arayüzü, sistemi ve detaylarını siz değerli okuyucularımız için anlattı. Gmail rekabeti, e-posta verilerinin gizliliğine verilen önem, e-posta ekranında çıkan reklamlar, e-posta yönlendirmeleri, Skydrive ve benzeri Microsoft hizmetlerine giriş ve bunu gibi bir sürü konuda kafalarda oluşan soru işaretlerini yanıtlayacak olan bu özel röportajımızı ilgi ile okuyacağınızı düşünüyoruz. Bu yeni sistem üzerinde ne zaman çalışmaya başladınız? Proje ne kadarlık bir zaman dilimini kapsıyor? Aslında çok uzun zamandır çalışıyoruz. Hatta 20 yıl diyebiliriz (gülüşmeler). Biliyorsunuz, Microsoft şu anda dünyanın en büyük ücretsiz e-posta sistemini barındırıyor Hotmail ile. Buna Outlook ve Exchange’i de eklersek, Microsoft’un e-posta işinde epey eski olduğunu söyleyebiliriz. Bu sefer ne yaptık? Hotmail’in, Outlook’un ve Exchange’in en iyi yönlerini aldık ve Outlook.com çatısı altında birleştirdik. Outlook.com ile hangi kullanıcı grubunu hedefliyorsunuz? Ne tür kullanıcılar bu servisten en iyi hizmeti alabilirler? Kişisel e-posta kullanımı için mükemmel bir çözüm olduğunu düşünüyoruz. İş dünyasını hedeflemiyoruz. Sadece PC değil akıllı telefon ve tablet kullanıcıları için de en iyi deneyimi sunma-

44 BILISIMOUTLOOK.indd 2

8/14/12 4:08 AM


Hizmete girdiği ilk altı saat içerisinde tam 1.000.000 kişinin hesap açtırdığı yeni e-posta sistemi Outlook.com bütün sadeliği ile karşınızda!

BILISIMOUTLOOK.indd 3

8/14/12 4:08 AM


BİLİŞİM sını sağladık. Facebook ve Twitter entegrasyonu ve kısa bir süre sonra gelecek olan Skype entegrasyonu ile kişisel iletişim ve sosyal iletişim için ideal bir araç. Outlook.com aynı zamanda Office kullanıcılarını da mobil dünyaya bağlamak için ideal bir seçenek. Rakiplerimizin ürünlerini düşünürsek, güvenlik konusuna önem veren tüm kullanıcıların da ilgisini çekeceğini düşünüyoruz. Outlook.com ile kullanıcı arabirimlerini oldukça sadeleştirdiğinize şahit oluyoruz. Bu arabirim üretirken kafanızda ne gibi bir düşünce vardı? Diğer Microsoft servislerinin de ileride buna benzer “arabirim sadeleştirmesi” yoluna gideceğini düşünebilir miyiz? Grafik kullanıcı arabiriminin son derece kolay olduğu doğru, ama bu uygulama aynı zamanda çok da güçlü ve esnek. Arabirimi tasarlarken rakiplerimiz gibi yapmadık, açıkçası diğer hizmetlerimizi her fırsatta kullanıcıların gözüne sokmak istemedik. Gmail’e bakın: Tepesinde bir sürü link, e-posta bölümünde metin reklamlar, kocaman bir arama kutusu, vs... Tüm bunların kullanıcıları asıl istedikleri şeyden, yani e-posta yazıp okumaktan uzaklaştırdığını düşünüyoruz. Tasarım konusunda çok ileride olduğumuzu düşünüyoruz. Yeni Windows 8 sisteminin tasarım prensiplerini Outlook.com üzerinde de görüyoruz. Pek yakında Skydrive da bu tür bir arabirime sahip olacak.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Yeni e-posta sisteminin ortaya çıkışı ilebirçok Hotmail.com kullanıcısının kafasında aynısoru oluştu. Bu servisin geleceği ne olacak? Hotmail kullanıcıları elbette hayatlarını kaldıkları yerden devamedebilecekler, ama eğer isterlerse tek tıklama ileOutlook.com’a terfi etme seçeneğine de sahipler.

46 BILISIMOUTLOOK.indd 4

8/14/12 4:08 AM


Bunları kullanarak Windows 8 kullanan bir bilgisayara, bir cep telefonuna, Skydrive vs. gibi hizmetlere login olabilirsiniz. Elbette yeni kullanıcılara girişte eğer herhangi bir hesapları yoksa Outlook.com hesabı açtırmalarını öneriyoruz ancak bunu zorunlu tutmuyoruz. Outlook.com e-posta sisteminin sunucuları nerede bulunuyor? Her kıtada sunucularımız var. Özellikle Avrupa kıtasına hizmet veren sunucularımız İrlanda’nın Dublin kentinde bulunuyorlar.

İç güvenlik, tehditler ve dolandırıcılık vs. gibi durumlarda e-posta iletişimini isteyen hükümetlerle paylaşıyor musunuz? Microsoft her zaman yerel hükümetlerle beraber uyum içerisinde çalışmıştır. Her ülkenin kanununa saygılıyız ve kanunlar çerçevesinde gelen her talebi doğru bir şekilde yanıtlarız. Microsoft Surface veya Windows 8 kullanan diğer OEM tabletlerine gelirsek. Outlook.com hesapları aynen Apple ve Android sistemlerde olduğu gibi kişisel bilgileri de beraberinde getiren login seçeneği olarak kullanılabiliyor mu? Windows 8 ve Outlook.com mükemmel bir uyum içerisinde çalışıyorlar. Eğer Windows 8’e Outlook.com hesabınızla login olursanız tüm ayarlarınız kullandığınız makineye (ne olursa olsun) transfer ediliyor ve çalışmaya kaldığınız yerden devam edebiliyorsunuz. Takvimler, kişiler, vs.. hepsi otomatik senkronize ediliyor. Bizim App-

le ve Google’dan farkımız, Windows 8 kullanmak isteyen kullanıcılara sistemden tam anlamı ile yararlanabilmeleri için bir Apple veya Google hesabı açtırmak zorunda tutmamamız. Windows 8 bilgisayarına Yahoo adresimi kullanarak da login olabilirim, hiç fark etmez. Android sistemi gibi doğru dürüst çalışabilmek için kullanıcıların bir gmail adresi kullanmasını zorunlu tutuyor değiliz. Sorularımızı yanıtladığınız için çok teşekkür ederiz. Son olarak, kullanıcılarımıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mı? Microsoft’un internet servislerinin geleceği konusunda bir şeyler paylaşmak ister misiniz? Şu anda Türkiye’de çok sayıda MSN ve Hotmail kullanıcısı olduğunu biliyorum ve onlara, onlar için çok pratik ve güçlü bir e-posta sistemi hazırlamış olduğumuzu duyurmak isterim. Pratik olmasının yanında birçok yeni seçenek de sunuyor. Denemenizi ve yorumlarınızı bize iletmemizi istiyoruz.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Şu anda Microsoft’un internet üzerinden sunduğu hizmetlerden yararlanmak için birkaç farklı giriş yöntemi bulunuyor. Yakın gelecekte bunların tek bir yerde birleşme ve bu yerin de Outlook.com olma ihtimali var mı? Microsoft servislerini kullanırken ne tür bir e-posta adresi kullanacağınız tamamen size kalmış. Biz tüm e-posta adreslerini destekliyoruz.

47 BILISIMOUTLOOK.indd 5

8/14/12 4:08 AM


SİNEMA

Yenİ Dalga Türk Sİneması Buğra Şendündar • Sinema Eleştirmeni • bugra@edu-artdergisi.com

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Türk

sinemasının günümüz ve geçmişteki örneklerine baktığımızda, “Dram” ve “Melodram” film türünün komediden daha ağırlıkta olduğunu görmekteyiz. Yeşilçam sinemasında 50’lerden 90’lı yıllara kadar ağılıklı olarak , zengin kız ve fakir çocuk , birleşemeyen aşklar , trajik yaşamlar , kan davaları gibi konuları ele alan sayısız filmler çekilmiştir. Tüm bunlar sonucunda Yeşilçam , kendi kalıplaşmış klişelerini yaratmış ve o dönemlerde yapılan bu filmler bu klişelerin dışına çıkamamıştır.Elbette, Selvi Boylum , Al Yazmalım (1978) , Anayurt Oteli (1986) , Muhsin Bey (1987) ve daha birçok başarılı ,özgün ve Türk sinemasına yön vermiş filmlerimiz vardır.70’li ve 80’li yıllarda bir furya halini alan şarkıcı filmlerini de unutmamalıyız. Hint sinema endüstrisi Bollywood ‘tan esinlenilmiş olan bu furya , genelde arabesk şarkıcılarının ağırlıkta olduğu ve şarkılarını söyledikleri Melodram filmleriydi bunlar. 90’lar sonrası Türk sinemamıza baktığımızda olumlu anlamda değişimler gözükmekte. Mustafa Altıoklar ve Yavuz Turgul gibi yönetmenlerin sinemamıza vermiş olduğu Ağır Roman (1996) ve Eşkiya (1996) gibi örnekler , 90’lar sonrası sinemamızda biçim ve anlatım yönünde yaşanan olumlu değişimlere birer örnekti. 90’lar sonrası Türk sinemasında yaşanan bir nevi “yeni dalga” akımının uzantısını , Duvara Karşı (2004) , Köprüdekiler (2009) ve Çoğunluk (2010) gibi başarılı yapımlar iyi özetlemekte. Fatih Akın , Yeşilçam sinemasının tüm klişe ve kurallarının farkında bir isim. Bu klişe ve melodramatik yapıyı tersyüz edip zeki bir şekilde 2004 yapımı Altın Ayı ödüllü Duvara Karşı filmine yedirmiş. Sibel (Sibel Kekilli’nin kendi adı kullanılmış) , aile baskısından bıkmış ve bu baskı neticesinde kendini kısıtlanmış hissedip intihara meyilli olmuştur.Sibel özgür olmanın yollarını aramaya başlar… Cahit (Birol Ünel) ise bir süre önce Alman olan eşini kaybetmiş bu kaybedişten ötürü hayattan soğuyup kendisini alkole vermiştir. Ara sıra da arkadaşı Şeref (Güven Kıraç) ile birlikte bir konser salonunda boş şişe toplayıcılığı yapmaktadır. Yaşam tarzlarından ötürü Sibel ve Cahit duvara toslamış haldedirler. Sibel ve Cahit’in yolları , intihar girişimleri sonun-

cunda bir hastanede kesişip burada kesişir.Sibel , Cahit’e anlaşmalı bir evlilik teklif edip bunu ailesinden kurtulmak ve özgürlüğüne kavuşmak için yapmak istediğini söyler.Cahit zoraki olarak Sibel ile evlenir . Ardından araya aşkın , cinayetin ve hikayenin Türkiye’de sonlanacağı bir sürece girerler. Duvara Karşı, konu olarak yukarıda bahsettiğim Yeşilçam sinemasına yapı olarak benzemekte. Hikaye olarak ilk başta şaşırtıcı gözükmemekte. Yapımın başarısında ki en büyük etken, hikayeye, ağırlığı ve dokunuşları ile bize her anında kendisini hissettiren Fatih Akın’dır. Film haliç manzarası eşliğinde bir solistin ve yanında müzisyenlerin olduğu bir müzik eşliğinde başlar.Akın, filmini bölümlere ayırmakta ve karakterler açısından farklı olay ve dönüşümleri içeren bu bölümleri araya giren filmden

bağımsız olan bu müzik gurubu ile bölmektedir.Hikayenin dramatik durumuna göre müzik neşeli yada hüzünlü bir hal alır.Filmde ki müziğin yeri yalnızca aralara giren bu Sanat müziği değildir.Sıkı bir Punk müziği hayranı olan Fatih Akın, filminin kimi anlarına türün sıkı örneklerini filmine yerleştirmekte.Özellikle filmin bir anında, Cahit’in Sibel ile evlendikten sonra kendi evinde Punk müziği eşliğinde “Punk Ölmedi” diyerek dans ederek haykırdığı bu sahnede Akın’ın bu müziğe karşı olan tavrı açıkça gözükmekte.

Akın , Yeşilçam melodram yapısını filminde Türk – Alman kültür farklılıklarını ve Alman vatandaşı olan Türkler ile bu Türklerin Türkiye’ye geldiklerinde burada düştükleri yabancı konumlarını göstermek için kullanmış. Yeşilçam sinemasında genelde filmlerin ilk yarısı komik sayılabilecek , ikinci yarıları ise trajik diyebileceğimiz bir yapıya bürünür.Cahit’in Sibel ile tanışma anı , ailesinden isteme anı ve düğün sahneleri kimi zaman komik olabilmekte.Ama ikinci yarı ile birlikte trajik bir hal almakta. Almanya doğumlu olan Akın, filminde Almanlar için bir tespitte bulunmaktan kaçınıp daha çok Türklerin alman toplumu içindeki var olma durumları üzerine durmuş. Duvara Karşı, temelde karaktere odaklanan ve başlangıcından sona doğru olan süreçte, yaşadıkları değişimlere odaklanan bir film. Sibel ve Cahit arasındaki dramatik çatışma başarılı. Olay örgüsü içinde ele aldığımızda ikisi de çıkmaza düşmüş karakterler. Fatih Akın’ın zekice müdahaleleri ile karakterlerin yaşadıkları kimi an ve olaylar , onların hayata olan farkındalıklarının artmasına neden olmakta. Duvar Karşı Türk Sineması açısından gerçek bir modern klasik. Hem geçmiş dönem sinemamıza bir saygı duruşu niteliğinde hem de son derece kişisel ve özgün bir yapım. Tüm bu erdemleri ile Akın yönetmenlik sanatı adına gerçek bir başarı göstermekte. Köprüdekiler, Aslı Özge’nin ikinci uzun metraj çalışması. Özge , kamerasını yolları bir şekilde Boğaziçi Köprüsünde kesişen, sosyal ve mesleki açıdan farklı üç insana doğrultuyor.Umut , İstanbul-Bostancı hattında çalışan dolmuş şoförüdür.Murat , taşradan İstanbul yeni tayin olmuş , görev yeri köprüde olan trafik polisidir.Ve üçüncü son karakterimiz ise varoşlarda yaşayıp, aile bütçesine katkıda bulunmak için gene bu köprüde yoldan geçe arabalara çiçek satmaya çalışan 17 yaşındaki Fikret’dir.Anlaşılacağı üzere üçünün kesişim noktaları Boğaz Köprüsüdür.Film boyunca tesadüfi bile olsa birbirleri ile karşılaşmazlar. Aslı Özge, sanki kamerası ile köprüden geçerken o esnada kamerasını rastgele bir biçimde bu üç kişiye yönlendirip , onların birkaç gününe şahit olmamızı istiyor. Umut , eşi ile birlikte ufak bir dairede yaşamakta fakat eşinin en büyük sıkıntısı daha düzgün bir eve geçmektir.Mad-

48 KOSE YAZARLARI.indd 4

8/14/12 4:10 AM


Bunda Aslı Özge’nin belgesel gerçekçiliğine yakın duran anlatım dili dikkat çekiyor. Köprüdekiler, doğal ışık kullanımı ve doğaçlamaymış gibi duran planları ile “Dogma” akımına yakın sularda geziniyor. Bu açıdan perdeye, yaşayan ve gerçekçi karakterler yansıtılmış. Film bitiş anı ile yapım üzerinde bir yarım kalmışlık hissi doğurabilmekte ama her hangi sonuç ilişkisine yer verilmeyişi bilinçli bir tercih. Çeşitli festivallerde ödül de alan yapım ilgiyi hak ediyor. Türk sinemamız adına cesur ve deneysel bir çalışma. “Çoğunluk” , hepimize dair bir yapım. Yapmak istediklerimiz ama yapamadıklarımız ve hayatımızın üzerinde kontrol sahibi olanlar üzerine… Çoğunluğun yaşam çizgilerimizdeki bu etkileri , bireysel özgürlüğümüze kuşkuyla bakmamıza sebep olmakta. Başkalarının yaşamla-

rımız üzerine neredeyse karar verircesine olan etkileri , bizleri ne kadar özgür kılar? Seren Yüce , ilk sinema filmiyle , hepimize dair sahici bir öykü sunuyor. Tamamı ile Türk kültürünün içinde yoğrulan ve ülkemiz sinema izleyicisinin empati kurabileceği bu öykünün , yurt dışından ödüllerle dönmesi ayrı bir başarı. Yapım bu başarısını , doğal oyunculukları ve gösterişsiz anlatımından alıyor. “Çoğunluk” , her sene nadir olarak karşımıza çıkan iyi bir Türk sineması örneği. Orta üst sınıfa mensup diyebileceğimiz ailesiyle yaşayan Mertkan ( Bartu Küçükçağlayan) ,üniversiteyi uzaktan öğretimle okuyan , günlük hayatında müteahhit olan babasının işleri için getir götür işleri yapar. Yaşamı üzerinde hayli söz sahibi olan babası (Settar Tanrıoğen) sayesinde Mertkan , kendisini özgür hissetmemektedir. Muhafazakar diyebileceğimiz bir yapıya sahip olan babası , Mertkan’ın kendi yaşam çizgisi içinde yetiştirmek ister. Mertkan, iş harici zamanlarında vurdumduymaz ar-

kadaşları ile buluşup kızların odak noktasında olduğu gösterişli sohbetler yaparlar. Fakat , bu sohbet ve buluşmalarda Mertkan’ın hep kendini kanıtlamaya yönelik bir tavır içinde görürüz. Babası karşısında ezilen Mertkan , ezilmişliğini arkadaşları karşısında atmak ister. Yapımda anne karakteri , eşi karşısında pasifize edilmiştir. Bu açıdan Seren Yüce , karakterlerine ataerkil bakış açısıyla yaklaşmış. Yapımın , Mertkan’ın küçüklüğünde babasıyla yapmış olduğu doğa yürüyüşüyle başlar. Fakat , baş karakterimiz isteksizce babasına eşlik eder.Yürüyüş boyunca baba önde çocuk arkadadır. Geniş planda boylu boyunca ağaçların oluşturmuş olduğu uzun koridor aslında Mertkan’ın yaşamı boyunca takip etmesi gereken yol gibidir. Çünkü ,takip etmesi gereken yolu babası tarafından en başından çizilmiştir. Bu ağaçların oluşturmuş olduğu uzun koridorda ağaçlar , “Çoğunluğu” sembolize eder. İstese de yolundan sapamayacağı bir düzleme çoktan oturtulmuştur kendisi. Mertkan , yaşam çizgisindeki en önemli sapmayı (geçicide olsa) , Gül (Esme Madra) ile birlikte olduğunda yaşar. Bir büfede garson olarak çalışan Gül , buraya sık sık gelen Mertkan’dan etkilenir. Gül’ün , Mertkan’a yakınlaşmasıyla bir süre sonra çıkmaya başlarlar. Gül , onun aksine şehirde ailesinden uzakta yaşayan , okumak için çalışan özgür bir kızdır . Farklı bir kültürden gelen Gül , baş karakterimizi hayli etkiler. Gül’ün özgürlükçü ve bağımsız yaşam tarzı Mertkan’ın özendiği bir yaşam biçimidir. Baş karakterimiz , ailesinin de baskısıyla Gül’den uzaklaşmak istese de , kaçtıkça genç kıza daha da bağlanır. Yapım , Gül’e bir nevi kurtarıcı görevi verir. Gül , Mertkan’ın yaşamındaki olumsuzlukların adeta tersidir. Görmediği sevgi ve daha önemlisi saygıyı Gül , ona vermeye hazırdır. Fakat , Mertkan kendi içinde yaşadığı kimi çelişkiler yüzünden Gül’den kaçmak ister. Yaşamış olduğu çelişkilerin en büyük mimarı kuşkusuz babasıdır. Babasına karşı güçlü gözükmesi gerekmekte ve onaylanmayan ilişkisini sırf babası için bitirmesi gerekmektedir. Yapım , karamsarlığına rağmen kimi ilginç ve komik (Trajikomik) diyebileceğimiz anlara da sahip. Burada ki komik anlar aslında kendi kültürümüzde bize özgü olan kimi küfürlü ve ani şiddet patlamalarını içeren anlar oluşturuyor. Örneğin ; Erkan Can’ın yan rolde gözüktüğü taksici karakterinin Mertkan’ın babası tarafından dövülmesi ve başka bir taksicinin gene baba tarafından dövülmesi gibi… Temel meselesi özgürlük ve bireysel tercihlerin , başkaları tarafından kontrol edilmesi diyebileceğimiz “Çoğunluk” son yılarda sinemamızdan çıkan en özgün işlerden biri. Seren Yüce başarısını , abartısız anlatımı ve başarılı oyuncu yönetimiyle kanıtlıyor. Kendimizden birer parça keşfetmek için “Çoğunluk” doğru tercih olacaktır. Kendi sinemamızdan çıkan farklı yapıdaki bu üç yapım , 90’lar sonrası değişen Türk sinemasının başarılı birer uzantısını oluşturmakta.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

di olarak durumu belli olan Umut , eşinin bu isteğini yerine getirmekte zorlanmaktadır.Murat , diğer bir polis arkadaşı ile aynı evde yaşayıp işten arta kalan zamanını internetten kız arkadaş bulmak için harcar.Fikret ise çiçek satmaktan memnun değildir ve daha iyi iş bulmak için başvurularda bulunur.Fakat önündeki en büyük engeli yetersiz eğitim düzeyidir. Birbirinden farklı olan bu üç karakteri ele aldığımızda ortak noktalarının iletişimsizlik olduğunu söyleyebiliriz. Umut, derdini eşine anlatamamakta o kendini ifade edemedikçe bunun paralelinde eşinin maddi talepleri daha da artmaktadır.Polis memuru Murat ise internet üzerinde karşı cins ile kurduğu diyaloğu onlar ile gerçek hayatta buluştuğunda ortaya koyamamaktadır.Tutuk bir hale bürünür.Fikret de genç yaşında dolayı hayatın ciddiyetinde olmayıp, baş vurup kabul edildiği işyerlerinde pek fazla tutunamaz. Bu üç karakter ile birlikte sosyolojik açıdan ufak bir Türkiye profili çıktığını söyleyebiliriz. İşçi sınıfına dahil edebileceğimiz bu karakterleri gerek maddi , iletişim ve eğitim yönünden bir kıstırılmışlık içinde olduklarını görürüz.Bu kısıtlamalar neticesinde onların maddi olarak statü elde edememe , iletişim yönünden mutluluğu bulamama ve eğitim yönünden küçümsenip ilerleyememektedirler.Bu sebeplerden ötürü yaşama karşı bir kabullenilmişlik hali söz konusudur. Büründükleri bu ruh halleri ifadelerine ve davranışlarına yansımış durumdadır. Yaşamlarında bir şekilde yeri olan köprünün altında çok sular akmakta ama onlar için sular tersine akmaktadır.Köprü bir nevi araf görevi görür.Köprüden ayrılıp kendi bölgelerine geçtiklerinde kendi içsel sıkıntıları ile yüz yüze bulurlar kendilerini. Aslı Özge, filminde varoluşsal çözümlemelere başvurmayıp durum tespitinde bulunuyor. Alışageldik giriş , gelişme ve sonuç ilişkisi içinde ilerleyen yapıya sahip olamayan filmini gelişme aşamasında sonlandırıyor.Karakterleri açısından herhangi bir final yada sonuçlama yapılmamakta.İzleyicisi gözlemci konumuna sokulup söz konusu yaşamlara müdahil edilir.

49 KOSE YAZARLARI.indd 5

8/14/12 4:10 AM


EDEBİYAT

SİMİNYA İLE

ÇOK ACAYİP BİR SÖYLEŞİ “Kimsenin benimle ilgilenmediğini anladığım zaman 16 yaşındaydım. Hayatımda ilk kez bir şeyi doğru anlamıştım. İnan bana seninle de ilgilenmiyorlar. Başına gelenler sana ceza ya da ödül olsun diye değil. Hepimiz öleceğiz ve cehenneme gideceğiz. İskender dünyayı aldı ve şimdi tek hatırlanan gay olduğu. Marie Cruie laboratuarda çürüdü. Ne geliyor gözünün önüne firijit bir bakire, hayır aslında evliydi. Kimin umrunda ? Demeye çalıştığım da bu zaten. Bırak ansiklopediler senden bahsetmesin, popüler olma, 2150 yılında Google’da adın çıkmasın, üst geçide ismini yazmasınlar. Ah ne gam! Beş sene önce hayal ettiğin durumda mısın ? Ya da beş sene sonra hayallerin gerçek olur mu sence ? Önemsiz olduğunu kabullen, mızıldamayı bırak!”

Tam

da yazdığı gibi bir kız Siminya... Adı gizli... Açtığı blog ile internet fenomeni olan bu 27 yaşındaki genç kız adını açıklamamaya kararlı. Ancak onun yazdıkları öyle bir beğeni topluyor ki, okuyan gülmekten oturduğu koltuktan düşecek gibi olabiliyor. Komik olmasına komik ama yazıların içinde çok farklı bir derinlik, bir biyografi de var...

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Dilinin kemiği yok, aklına eseni aklına estiği gibi yazıyor, en çok da ilişkiler meselesine kafa yoruyor, inceden kafa buluyor. Blog içerisinde yazdıklarını derledi, İnkılap Kitabevi onunla iletişime geçti. Ve Siminya’nın kitabı Kız Kısmı raflarda yerini aldı. Fakat kitabevinde Siminya’yı gören yok. Sadece cep telefonu ve e-mail aracılığıyla iletişim kuruyor. Ve bu kitabı yazdığını ailesi dahil kimse bilmiyor... Şimdi koltuklarınıza sıkı sıkı oturun ve gizemli kızın dünyasına giriş yapın Siminya kimdir? Göçmen ve yerli karışımı bir ailenin, buralara geldiğine bin pişman binlerce ferdinden biriyim. Eğer göçmeseydik şimdi belki Rus olacaktım, Gürcü olacaktım, mavi gözlü olacaktım. Ola ola karayağız, koca ayaklı, hayatından hiç memnun olmayan “la nörüyon bebee” diye konuşan ankaralı bir arkadaş oldum. Göç yasaklansın, DNA’lar ağlamasın. Neden bu kitabı yazdınız? 5-6 yıldır blog yazıyordum ben. Sebepsiz, öyle internete girdik madem yazalım bir şeyler diye başlayan

50 YAYINEVİ.indd 2

8/14/12 4:16 AM


İnsan taş olsa çatlar söylemezse, kitabı çıkardığınızı gerçekten kimse bilmiyor mu? Çatladım ki. Bir sürü sargı ile geziyorum 6 aydır. Aileme ara sıra “bana daktilo alın kitap yazacağım, görmüyor musunuz bal gibi de entelim” dediğimde “hele önce sofrayı getir sonra yazarsın” diyenler çoğunluktaydı. Piyasanın son durumunu yoklamak için kitabımı büyük ablama çıtlatır gibi oldum.

tır ziyan olmasın. Sıdıka’ya çok benzetiliyorum. Ve ukalalık, hayalcilik, fırlamalık açısından da tek örnek sayılmam. Kenar mahallelerde Sıdıka benzeri bir çok insana rastlamak mümkün. Binlerce Sıdıka var.

Ne kadar sürede yazmanın ürünü bunlar? Çok uzun zamandır yazıyorum ama kitabımdaki yazılar 1-2 yıl içinde yazdıklarım. Beni, derdimi en iyi anlatan yazıların toplamı sayılır. Ya da bana öyle geldi.

Evlilik hayaliniz var mı? Pek değil. Neden evlenildiğini, evlenirken niye bu kadar göbek atıldığını anlamlandıramayacak kadar manasız geliyor bana

PSİKOPATIN EŞ BAŞKANI Twitter’daki takipçilerinizden en ilginç tepkiler hangileriydi? Hiç kötü tepki almamam ilginç. Sanki herkes benim kitap çıkaracağımı biliyormuş da hazırda tweet bekletiyormuş gibi yaptı. İşte bu! Aslanım benim! Koş Siminya koş! Oh bea dünya varmış! Dedim ki tam zamanında yetiştirmişim millet ölüyomuş ya lan. Vay kitapsızlar vay. Havalar sıcak, küçük dostlarımız için kapıların önüne bir kap su ve bir kitap koyalım.

Abla sana bir sır vereceğim ama kimseye söylemeyeceğine yemin edeceksin dediğimde önce “birini mi öldürdün yoksa!” dedi. “Hayır henüz değil, şimdilik sadece bir kitap yazdım” dedim. Şaşırdı, heyecanlandı. Getir de bir okuyayım ne yazmışsın deyince “şaka şaka kitap yazmak öyle kolay mı ya” diye örtbas ettim. O bir kaç dakikalık diyalog sırasında “Nihat kim? Köprü altında ne zaman soyundun? Oha İstanbul’da fuhuş mu aradın?” sorularını soracağını, bunlara cevap veremeyeceğimi öngördüm. Derhal kıvırdım. “SIDIKA’YA BENZETİLİYORUM” Kafamda çok konuşan, bıcır bıcır bir genç kız imajı çiziliyor. Ya da bir dönem Sıdıka vardı. Nasıl tanımlıyorsunuz kendinizi? Tam tersine neredeyse hiç konuşmam, konuşuyorsam da kesin mecbur kalmışımdır, ortamda yoğun bir soru akışı vardır. Sanırım yaşlılığında; bastonuyla, gürültü çıkaran çocukları kovalayan, kapısının ziline sünger tıkayan ve bir gün kulağı artık duymadığında bunun için Allah’a şükreden sessizlik sever bir kadın olacağım. Belki çöp bile biriktirebilirim. Yazık-

evlilik. Sonra ne oluyor mesela? Çocuk yapacağız diye mi bunca debdebe? Aşkı zaten yapıyorduk ya. Daha küçük yaşlarda, gelinliğin gösterişine hayran kaldığım, böyle bir elbiseyi giymek için tek yolumun evlenmek olduğunu düşündüğüm olmuştu. Ama bu güzel elbisenin ömrü kelebekler gibi bir gündü. Bir müddet sonra yeni mobilya kokan bir evde soğuk zorunluluklarla baş başa kalacaktın. Yalnız, mecbur, prangalı. Hayalim işte tam bunları düşünürken öldü.

Bu gizemli haller ne kadar daha sürecek? Takıldık kaldık şu gizem işine. İnternet ne ara bu kadar herkesin birbirine oturmaya gittiği, öpüşüp seviştiği, adeta bir dostlar kıraathanesi kıvamına geldi bilmiyorum. Bir ben kaldım sanırım iki el pişpirik çevrilmeyen. -Yav işte kitap yazdık alın okuyun. +Ama gizem? -Kamyon çarptı. + -Bu gizemine rağmen? -Giz.. + Hah biz de tam “neden gizem?” diye soracaktık iyi hatırlattın. Böyle olmak istediğim için gizem. Kendimi güvende ve kaygısız hissetmek için gizem. Ama dersen ki o paçoz dehlizlerinde huzurlu musun? Hayır. Paranoyağın allahı, psikopatın eş başkanıyım. Bugüne bugün. Kazandığınızla ne yapmayı düşünüyorsunuz? Kazanacak mıyım sahi ya? Hahah para. Param olacak. Kendimin yani benim. Yüzlük de olur mu acaba içinde. Ellilik? Bari bir yirmilik? Oha oha. Bak gene şoka girdim. Harcamam sanırım. Dursun hele. Belki bir hayalimi gerçekleştirim. Mesela Peru’ya giderim. Mesela tren alırım.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

maceram kitap teklifi almaya kadar geldi. Hiç hayal ettiğim bir şey değildi. Sadece şu yazdıklarımı bir çıktı alayım da saklayayım düşüncem vardı. Zaten kitap tekliflerine/tavsiyelerine, sürecin meşakkatli olacağını düşündüğümden ve anonimliğimi zedeleyeceğinden hep soğuk yaklaşıyordum. Nasıl bu noktaya geldiğimi ve şu an ne yaşadığımı tam anlamış değilim. Neler olmakta tanrım…

51 YAYINEVİ.indd 3

8/14/12 4:16 AM


AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

EDEBİYAT

MEMELERİNİZİ YARSALAR, BACAKLARINIZI SIKSALAR BİLE... Genç kadınlara vermek istediğiniz mesajlar nelerdir? Sakın, ne pahasına olursa olsun okulu bırakmayın. Memelerinizi yarsalar, bacaklarınıza sıksalar bile sürüne sürüne o okulun yoluna ulaşın. Sonra giderim, dışardan okurum diye düşünmeyin. Bunlar tren kaçtığında binilen küçük el arabaları, telafisi olmayan zaman kayıplarıdır. Yaşamak istediğiniz hayata ulaşmanın tek yolu o okulun sıralarında oturmaktan geçiyor. Ses çıkarın, sadece bildiğimiz anlamdaki sesi değil. Var olduğunuzu, farklı düşündüğünüzü, istemediğinizi, sevdiğinizi veya sevmediğinizi fark edecekleri herhangi bir şey yapın. İçinizden gelenleri söylemekten ve yapmaktan korkmayın, utanmayın. Diğer kadınların ahlakını ve davranışlarını eleştirirken biraz düşünün, acaba bu fikirlerim erkek egemen toplumun bana öğrettikleri olabilir mi? Böyle yaparak kendi kuyumu kazıyor olabilir miyim? Şüphesiz bunda düşünenler için türlü ibretler vardır. KIZ KISMI KİTABININ EDİTÖRÜ AHMET BOZKURT: PEK ÇOK YAZARIN YAPAMADIĞI ŞEYİ YAPIYOR Siminya ile yolunuz nasıl kesişti? Yayınevlerinin belirli ihtiyaçları vardır. Bi-

zim de belirlediğimiz bir program var. Her şeyden önce bir projeye girerken araştırmasını yaparız, olması gereken bir şey. Hem dünyada hem de Türkiye’de yazarlık tanımı değişiyor. Yazarlık ve kitap tanımı değişiyor. Artık kağıt ve kalem uzun bir dönem daha gücünü değiştirecek. Ama sosyal medya geldi. Gelişen teknoloji, imkânlar bambaşka bir alan açtı. Artık geleneksel anlamda yayınevleriyle iletişime geçemeyen insanlar, kitap yayınlatamayanlar, yayınevine başvurup ret cevabı alanlar profesyonel anlamda olsun ya da olmasın - iç dökme de olur bu- birçok insan sosyal medyayı aktif şekilde kullandılar. Çoğu zaman bakınca pek çok kitabı yayınlanan yazarın bile ulaşamayacağı bir tatmin noktası. Binlerce insan onu takip ediyor ve fenomen haline getiriyor. Sosyal medyada yazan, çizen, bir şeyleri dile getirenler doğal bir birliktelik içinde hareket ediyor ve takipçiler de bunu benimsiyor. Bunu da görmek gerekiyor. Biz de sosyal medya ihtiyacından yola çıktık, dolayısıyla bu ihtiyaç bizi Siminya’ya ulaştırdı. Siminya’nın ‘Blog’u var, hem de bayağı takip ediliyor... Evet. Çok aktif biçimde yazdığı, pek çok takipçisinin olduğuı, birçok kişinin kitabını beklediği bir yazar. Sosyal medya fenomeni. Bütün her şeyini o alana dökmüş

bir yazar. Pek çok “Blog” içinde öne çıkıyordu. Dili kullanma becerisi çok iyi. Dili istediği gibi eğip bükebiliyor, kıvrak bir zekası var ve anlatım olanakları çok geniş. Pek çok blog yazarıyla karşılaştırınca bunu görüyorsunuz. Bu da ortaya leziz bir eser çıkartıyor. Anlattığı konuyla ilintilendirdiği her şey, göstergeler hakkında yaptığı yorumlar çok iyi. Bu pek çok yazarın ulaşamadığı bir şey. Edebiyat yapan pek çok kişinin yapamadığı bir şey. Siminya gizemli bir kız. Hiç karşılaştınız mı? Hayır karşılaşmadık Nasıl oluyor peki bu? E-mail aracılığıyla haberleşiyoruz. Zaten bugüne kadar yazdıkları derlendi. Üzerinde değişiklikler yapıldı. Kazandıklarıyla neler yapacak? Parayla derdi yok. Ben olsam kazandıklarımla yurtdışına gider, kaçarım o aileden Onun hayatını değiştirme gibi bir derdi de yok. Sadece yazmayı çok seviyor Peki bu kitabın serisi gelecek mi? Serisi değil de başka başka versiyonları gelecek.

52 YAYINEVİ.indd 4

8/14/12 4:16 AM


ÖZEL DERS ????

KİŞİSEL BİLGİLER Ad, Soyad : Beyza Koçköprü Cep Tel : 0536 494 53 31 E-posta : beyza_kckp@hotmail.com

KİŞİSEL BİLGİLER Ad, Soyad : Fadime ALPLER Cep Tel : 0551 709 42 39 E-posta : fadime.alpler@hotmail.com

EĞİTİM BİLGİLERİ • LİSE/Kartal Anadolu Lisesi 2000-2004 • ÜNİVERSİTE / LİSANS – Uludağ Üniversitesi-Matematik 2004-2008 • ÜNİVERSİTE / YÜKSEK LİSANS İstanbul Üniversitesi- Matematik Öğretmenliği 2009-2010

EĞİTİM BİLGİLERİ • LİSE - Büyükşehir Hüseyin Yıldız Anadolu Lisesi 2000 – 2004 • ÜNİVERSİTE / LİSANS - Marmara Üniversitesi – Biyoloji Öğretmenliği 2005 – 2010 • ÜNİVERSİTE / YÜKSEK LİSANS - Marmara Üniversitesi - Eğitim Bilimleri Enstitüsü - Ortaöğretim Fen ve Matematik Alanları Eğitimi - Biyoloji Öğretmenliği 2010- devam etmekte

İŞ DENEYİMİ • Nakipoğlu Cumhuriyet Anadolu Lisesi- Matematik Geometri Öğretmeni 2009-2010 • Fatih Dersanesi Matematik Öğretmeni 2010-2011 • Yeşilköy Atak Dersanesi Matematik Geometri Öğretmeni 2011-2012 ÖZEL DERSLER • Hüseyin Yıldız Anadolu Lisesi, Emre Akça • Tepekent Anadolu Lisesi, Elif Eroğlu • Selimpaşa Atatürk Anadolu Lisesi, Onur Akça • Uğur Koleji, Burak Gedikli • Kuleli Askeri Lisesi, Kaan Perk Recep Güngör Lisesi, Batuhan Güneş Ve daha birçok özel ders verdiğim öğrencim mevcuttur. Dilerseniz referans için görüşülebilir.

RANŞ

B ÖZEL DERS

EOMETRİ

K&G MATEMATİ

köprü ç o K a z y e B

1

3 3 5 4 9 4 6 3 05

YAYINEVİ.indd 5

İŞ DENEYİMİ • Çamlıca Kız Anadolu Lisesi - Staj - 2008-2010 • Avcılar Sabancı 50. Yıl Lisesi Biyoloji Öğretmeni – 2010-2011 • Yeşilköy Atak Dershanesi Biyoloji Öğretmenliği ve Fen Bilgisi Öğretmenliği – 2011-2012 ÖZEL DERSLER • Özel Kültür Fen Lisesi - Meltem Çoktin, Gizem Evirgen, Ezgi Yılmaz Hüseyin Yıldız Anadolu Lisesi - Mert Akça • Vefa Anadolu Lisesi - Onur Bayraktar • Yeşilköy Anadolu Lisesi İdil Yaşar • Samiha Ayverdi Anadolu Lisesi - İrem Bayraktaroğlu

RANŞ

B ÖZEL DERS

BİYOLOJİ

ER

L Fadime ALP

9

3 2 4 9 0 7 1 5 05

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

????

53 8/14/12 5:11 AM


rüyalar

RÜYA MI Mİ.. Mİ.. RÜYA MIGERÇEK GERÇEK Murat İnan • Rüya Analisti • murat@edu-artdergisi.com

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Bu ay

sizlere bilinçaltı rüyalarımızda neden hep olumsuz imge, duygu ve sahnelerle karşılaştığımızı anlatacağım. Ancak hemen belirtmeliyim ki yaşamlarımızı her yönüyle kavrayabilmemiz için önce güven içinde olduğumuza inanmalıyız. Çoğumuza hele şu zamanlar içinde garip gelse de yazımızı okuduktan sonra bu konuyu düşünmenizi isterim. Güvenin kaynağı: hiç bir negatif inancın erişemiyeceği kadar güçlü olan Yaratıcı’nın “Sevgi ve Hikmeti’dir”. Böyle olduğu içindir ki kainatta ki canlılık ve düzen her gün yeniden kurulup kusursuzca işlemektedir. Karşılığında ne para ister, ne kölelik ne senet ne başka bir yaptırım. Tek bilmemiz gereken her yerde her zaman sevginin ve hikmetin devamlılığı ilkesinin sarsılmaz gücünün varlığıdır. İnsan olarak bu muhteşemliği görememize neden olan, kesintiye uğratan ne ya da neler ise sorun ve yanlış oradadır. Bir örnekle açıklamak yerinde olacaktır. Evli bir çift çocukları olsun istiyor. Ama özellikle “erkek” olsun diye umut edip diretiyor. Ve kadın bir süre sonra hamile kalıyor. Ama beklendiği gibi

cenin erkeğe değil kıza dönüşüyor. Bu arada ana, tüm duygusal beklentisiyle rahmine düşmüş olan o masum canlıya “erkek” muamelesi yapıyor. Cenin herşeyden habersiz-cinsiyet ayrımı dahil hiç bir şey bilmiyor iken- tam tersi bir enerjiyle yoğruluyor. Rahimde zamanı dolunca da dünyaya geliyor. Tabi ebeveyninin neye dayandığı

belli olmayan o bilgiç beklentilerine karşılık veremediği için bir anda “istenmeyen” evlat durumuna düşebiliyor. Çevresinde ki konuşmalar, bakışlar, dokunuşlar çoğunlukla hep “erkek olsaydı daha iyiydi ya ne yapalım” dercesine aşağılama içeren cinsten. Hatta öyle ki Anadolu’nun bir çok yerinde kız evlatları çocuk yerine saymaya tenezzül etmezler “4 tane oğlum var, haşa huzurdan 2 tane de kızım var” diyecek kadar ileri gidenlere tanık ol-

muşuzdur. Bu durumda ki bir kız çocuğunun hayatta ki en önemli iki modelden ana ve babasından erkek doğmadığı için gördüğü baskı karşısında düştüğü durumu hayal etmeye çalışmanızı isterim. Hele de algıladığı ve besinsel herşeyi enerjisel boyutta sadece “alıcı” olarak kaydettiği cenin dönemini hesaba kattığımızda bu beklentilerin enerjisinin bebeğin iliklerine kadar işlemiş olmasının içten bile olmadığını farketmemiz zor olmasa gerek. Güvensizlik, kendini sevmeme, suçluluk, cinsiyetiyle barışamama hatta cinsiyetini reddetme, hayata anlam verememe gibi bir çok duygusal ve aslında sinirsel sorunlara yol açan ruh halleri doğaldır ki çok güçlü bilinçaltı takıntılarının eseri olacaktır. Rüyalarda olsun günlük hayatta olsun böyle bir kişi için negatiflikten başka bir çıkış yoktur. Oysa dünyaya gelen her insanın tek hükümdarı, onu Yaratan’dır. Ve O’nun takdirini saygı ve sevgiyle karşılamak ta inançların en güzelidir. Farkında olsun ya da olmasın kendini “sahip” yerine koyan bir insan “tanrılığını” ilan etmiştir. Üstte ki diliyle ne kadar da Yaratıcı’ya inandığını söylese de inançları onun sevgiyi veren ve paylaşan olmaktan çok “verdiğimi geri iste-

54 KOSE YAZARLARI.indd 2

8/14/12 4:19 AM


şı olmasına rağmen görünen o ki gelmiş geçmiş tüm asırlar boyunca insanoğlu ne zaman yüce gerçekleri unutup öyle sandığı ‘kişisel gerçekleri ve hayalleri’ için yaşamaya başlasa yoldan çıkmıştır. Tüm ilahi dinlerde ve inanışlarda insanın en büyük düşma-

nı olarak tanımlanan şeytandan diğer bir ismiyle iblisten söz etmek istiyorum. Şeytan kelime anlamı itibariyle “ iyiden ve güzelden uzak olan her şey” demektir. İblis ise “ hayırdan son derece ümitsiz olan, Yaratıcı’nın rahmetinden umudunu kesen” anlamında bir kelimedir. İşte önemli bir ipucu. Freud ekolünün bilinçaltı rüyaları olarak sınıflandırdığı rüyaların büyük çoğunluğu bireysel özgürlüğümüzü engelleyici, korkutucu, tehditkar, anlamsız ya da tam tersine kendini ve başta ana babasını kötüleyici, aşağılayı-

cı, kibir ile öne çıkan rüyaların kaynağı belki de şeytan veya iblistir. İlk bakışta dinsel bir bilginin bilimsellikle ne ilgisi var diyebilirsiniz. Veya çok mistik bir yaklaşım olarak kabul edebilirsiniz. Ama belki de değildir. Çünkü bizi bu konuda destekleyen yaklaşım yine Freud’un “psikoanaliz” ekolünden gelmekte. ‘Birincil süreç düşünce’ olarak tanımlanan ilkel, birden ortaya çıkan ve kontrol edilemeyen düşünce olarak tanımlanan düşünce ile İslam’ın tanıttığı şeytan ve iblisin verdiği vesvese, korku ve sapkın fikirler (özellikle hakkında tam bir bilgi sahibi olmadan ortaya atılan düşünceler) birbirine çok benzemektedir. İkisi de analitik düşünce olmadan, sebep-sonuç ilişkisini kurmadan, iptidai bir şekilde zihni karmakarışık eden düzeydedir. Akla her gelenin doğru olamayacağına hepimiz onay verebiliriz. Çünkü anlam vermek, sonuç çıkarmak, gözleme ve sürece dayalı olmalıdır. Aksi halde bütünü göremez, kararlarımızı vermekte çelişkiler yaşarız. Herşeye kişisel çıkar gözüyle bakar, farkedebileceğimiz şeyleri ne olursa olsun sonuca ulaşmak adına yok sayarsak Konfüçyüs’ün sözüne karşılık gelen insanlardan olabiliriz “ Küçük insan sadece çıkarı, büyük insan ise faydayı düşünür”. Bencil ama korkularıyla yaşayan, bağımlı insanlara dönüşürüz. Günümüzde güven kelimesinin eskiye ait nostaljik bir gerçeklik sayılmasında, intihar ve şiddetin artmasında, cinsel suçların dikkate değer bir şekilde çoğalmasında ve daha bir çok konuda karşımıza çıkan negatif tablodan kurtulmak istiyorsak önce geçmişimizden gelen düğümlerimizi gerçeğin sevgi ve hikmet dolu güçleriyle çözmeliyiz.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

.

rim, benim dediğim olur” saplantısıyla davranmasına neden oluyorsa hakikatı da göremiyor demektir. İnsanın iç dünyasında ve insanlar arası ilişkilerde en büyük körlükte budur: Kendinin de yaratılmış bir insan olduğunu unutup başka insanlar üzerinde hegomanya kurmaya çalışması aslında en önemli yanılgısıdır insanoğlunun. Bilinçaltı olarak adlandırdığımız, yaşadığımız her anın kayıtlı olduğu zihnimizin o büyük deposunun “egolarımızın yanılgılarıyla, çelişki ve korkularıyla” dolu olmasına bu yüzden şaşırmamamız gerek. Örneğimizden devam edersek o kız evladının bilinçaltında ki korku dolu anılar, gerçeğin değil ebeveyninin yanılgıları ve bilgisizlikleri nedeniyle oluşmuştur. Ebeveynlerinin -ana babasının dainançları da kuşaktan kuşağa eleştirilip sorgulanmadan aktarılmış ve kabul edilmiş adı konulmamış “atalara tapınışın” yüzeye çıktığı olumsuzluklardan sadece bir tanesidir. Hayatımızı cehenneme çeviren kabullerimiz çoğunlukla hatırlamadığımız ve üzerinde etraflıca düşünmediğimiz yargılarımızdan ve atalarımızdan genetik yollarla geçen sorgulamadan kabul ettiğimiz inançlarımıza dayanmaktadır. Birer düğüm halini almış bu tür inançlarımızın oluşturduğu sorunlarımızı ancak gerçekle çözebilir ve sağlığı, barışı yakalayabiliriz. Dünyanın hangi coğrafyasında nasıl bir inancın mensubu olursak olalım ilk adımımız “kendinin ve gerçeğin farkında olan insan” olmalıdır. Herkesin kendine özgü bir gerçeklik anlayı-

55 KOSE YAZARLARI.indd 3

8/14/12 4:19 AM


YAŞAM KOÇLUĞU

NATIVA

hayallerinizi planlara, planlarınızı da gerçeğe dönüştürmektir

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

NATIVA Koçluk, NLP ve Quantum tabanlı eğitimler veren yeni bir firma. NATIVA nın kurucuları Ruhan Akın ve Esra Abay Özkurt. İkisi de eğitim sektörünün sayılı Profesyonel Koçlarından ve Eğitmenlerinden. Bu mesleği yapabilmek için farklı Uluslar arası Akredite kurumlardan yüzlerce saat eğitim almışlar. Firmaları henüz sekiz aylık yeni bir firma olmasına rağmen eğitim sektörüne çok hızlı bir giriş yaptılar. Birçok kuruma ve kişiye Profesyonel Koçluk yapmaktalar ve bu konuda eğitimler vermekteler.

56 NATIVA.indd 2

8/14/12 4:20 AM


Bize NATIVA dan biraz bahseder misiniz? Esra Abay Özkurt: NATIVA hem bireylere hem de kurumlara teknik ve kişisel gelişim eğitimleri veren bir firma. Bunun yanında Koçluk hizmeti de veriyoruz. Koçluk hizmetlerimiz sadece yaşamsal doyuma yönelik koçluk olabildiği gibi, Yönetici, Kariyer ve Öğrenci Koçluğu gibi alanlarda da verilebiliyor. Bunun için bizim dışımızda birlikte çalıştığımız Profesyonel Koçlarımız ve Eğitmenlerimiz var. Bizi diğer eğitim firmalarından ayıran en önemli özelliğimiz, ister kurumla ister bireyle çalışırken olsun, isteğe özel tasarım olarak eğitimlerimi-

zi sunabilmemiz. Bunun için çok güçlü bir datamız var. Kısaca biz standart bir eğitim sunmuyoruz. Daha yenilikçi bir bakış açımız var. Ruhan Akın: Aslında bunu da bir sanat olarak düşünebilirsiniz. Kişi bizimle eğitim için görüşmeye geldiğinde gerçekten ne istediğine veya ne yapabileceğine karar veriyor. Bazen “Koç olmak istiyorum.” diye gelen bir kişi, aslında amacının koç olmak değil, kariyerinde ilerlemek olduğuna karar veriyor. Tabi bu durumda bizden aldığı eğitiminde içeriği değişiyor. Bu eğitim verdiğimiz firmalarda da çok etkili oluyor. Çünkü firmalarda gerçekten aynı eğitimleri almaktan yorulmuşlar. Biz Eğitim olarak ne gerekiyorsa bunu firma ile birlikte görüşerek o firma ve sektörün yapısına uygun formatta tekrar tasarlıyoruz. Peki NATIVA dan önce neler yapıyordunuz? Ruhan Akın: Üniversiteden mezun olduktan sonra on üç yıl uluslar arası kurumlarda özellikle Perakende sektöründe ve Eğitim Sektöründe Müşteri İlişkileri, Yönetim gibi birçok alanda çalıştım ve Yöneticilik yaptım. Tüm bu çalışmalarda da en çok zevk aldı-

ğım şey verdiğim eğitimler ve yaptığım koçluklar idi. Bu yaşam amacım ile de uyumluydu. Bu yüzden son iki senedir Profesyonel Koçluk ve Kişisel Gelişim üzerine verdiğim Eğitimlere yoğunlaştım. Sekiz aydır da Esra ile birlikte bu yolculuğa devam ediyoruz. Esra Abay Özkurt: Lise eğitimimden sonra 3-4 yıl kadar tekstil sektöründe planlama uzmanı olarak görev yaptım. Daha sonra tekrar okul hayatına dönmek istedim ve birazda keyifli ve ilgimin yüksek olduğu için konservatuara giriş yaptım. Gerçekten sanat eğitimi bir başka burada eğitimime devam ederken anne oldum ve oğlumun büyüme döneminde kişisel gelişim üzerine eğitimler almaya başladım. Yaklaşık 7 yıldır kişisel gelişim eğitimleri alıyorum ve son 2 yıldır bir fiil bu alanda eğitimler veriyorum. NATIVA da verdiğiniz eğitimler nelerdir? Eğitim programlarımızın ana meslek alanları Koçluk, NLP ve Quantum. Bu alanlarda mesleki eğitimler veriyoruz. Uluslar arası standartta sertifikaya sahip Profesyonel Koçlar, NLP

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Koçluk nedir? Ruhan Akın: Koçluk aslında hani bazı zamanlar hepimizin dediği gibi “Bir şey yapmam gerekiyor ama nasıl yapacağım tam olarak bilmiyorum.” Ya da “Tam olarak anlatamıyorum” Dediğimiz noktada gideceğimiz yola ve bize ışık tutan kişidir. Esra Abay Özkurt: Profesyonel bir koç, kişinin hedeflerine giden yolda, doğru köprüyü kurmasında aydınlatıcı olur. Tabi bunun için kullandığımız birçok farklı Koçluk ve NLP tekniğimiz var.

57 NATIVA.indd 3

8/14/12 4:20 AM


YAŞAM KOÇLUĞU

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Yaşam koçluğu çalışmasında öncelikle bulunduğunuz noktayı tespit eder sonunda ulaşmak istediğiniz noktaları net bir şekilde belirlersiniz. Sizi heyecanlandıran, hayata bağlayan, bir vizyonunuz olur. En önemlisi de koçluk aldığınız ilk günden itibaren hedeflerinize ulaşmak için kendinizi eylem içinde bulursunuz.

ve Quantum Uzmanları yetiştiriyoruz. Bireysel gelişim için bu eğitimlerden hazırlanmış daha çok gelişime yönelik “Yaşama Liderlik” gibi eğitimlerimizde var. Kurumlarda ise durum biraz daha farklı oluyor. Bütün bu mesleki eğitimleri kurumlarda da veriyoruz. Kurumlarda koçluk eğitimlerimizde Yönetici ve Satış Koçluğu gibi mesleki

çeşitlenmelerde oluyor. Bunun yanı sıra Satış, Pazarlama, İletişim ve Yönetim alanlarında teknik eğitimlerimizde var. Açıkçası bir kuruma gittiğimizde gerçekten ihtiyaçları ne ise buna birlikte karar verdikten sonra bu alanda veremeyeceğimiz eğitim yok gibi. Çünkü hem kendimiz hem de Eğitmenlerimiz kendi konusunda çok donanımlı.

Bizim için çocuklarımızda çok önemli bu yüzden Öğrenci Koçluğu ve Ebeveyn Koçluğu gibi hem mesleki hem de bireysel gelişim amaçlı eğitimlerimizde var. Hatta Ağustos ayında firma Psikoloğumuz ile birlikte hazırlamış olduğumuz “Etkin Ebeveyn Mutlu Çocuk” Eğitimimizi verdik. Bu eğitimimizde oldukça ilgi gören bir eğitim oldu.

58 NATIVA.indd 4

8/14/12 4:20 AM


NATIVA.indd 5

8/14/12 4:20 AM


AŞK’A DAİR

TASAVVUFTA AŞK Nalan Güven • nalan@edu-artdergisi.com

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

“Aşk öyle bir ateş ki, yandığı zaman Maşuk’tan başka her şeyi yakar.” Yaradılışın özü ve de mevcudiyetimizin sebebi aşk değil midir? Âlemlerin rabbi Allah, “Ben gizli bir hazine idim bilinmeyi, sevilmeyi istedim,” demiş ve kâinatı yaratmıştır. İnsanoğlunun çoğalması yüreklere düşen aşk ateşi ile süregelmektedir ve de kâinata değin gerçek aşkı aramakla devam edecektir. Tasavvufta aşk yaratıcıya duyulan muhabbettir, özlemdir. Mutasavvıflara göre beşeri aşk, ilâhi aşkın yeryüzüne yansımasından ibarettir. Ve aslında yaşanan her aşk adım adım yaratıcı aşkına yol almak ve belki de farkında olmadan bu aşk arayışı ile Allah’a yaklaşmaktır. Aşk varlığın mayasıdır. Aşkın en üst kademesi ise Allah sevgisi, Allah aşkıdır. İnsan faniye duyulan aşkta kararlı, vefalı ve de sadık ise bu dünyasal aşk onu eninde sonunda gerçek sevgiye, ilâhi aşka götürecektir. Tıpkı Mecnun’un Leyla’nın aşkı ile yola çıkıp sonunda Mevla’nın aşkına ulaştığı gibi varılacak yer gerçek aşktır. Mecnun, Leyla’ya sevgisinden deli-divane olur. Çöllere düşer. Gözleri Leyla’ya benziyor diye, çölde ceylanlarla arkadaş olur. Bir gün bulunduğu yere bir köpek gelir. Kimse ilgilenmezken, Mecnun köpeğe büyük ilgi gösterir. Niye böyle yaptığını sorarlar, “Siz bilmiyorsunuz, bu köpek Leyla’nın diyarından gelmiştir” der. Öyle bir zaman gelir ki, Leyla’yla bir araya geldiğinde, “Hayır,” der, “Leyla sen değilsin. Sen yürü git, Leyla ki ben Mevla’yı buldum,” der. Böylece kendisindeki mecazî aşk, gerçek aşka inkılap eder. Yunus Emre’ye, “Bana Seni gerek Seni” dedirten de, aynı ilâhi aşktır. Yunus Emre ve Mevlâna gibi Hak aşığı olan zatlar, aşktan bahsettiklerinde, “İlâhi aşkı” kastederler.

İnsanın dünyasal benliğinden ruhani yükselişini ve mertebelere ulaşmayı aşkta bulan Mevlana; aşksız geçen ömrü, ömürden saymayıp; “ Her kim aşk ile yanıp tutuşmamışsa, o uçmayan, kanatsız kuş gibidir vah ona… Aşksız ömrü hesaba sayma, çünkü o sayıdan dışarıda kalacaktır…” demiştir. Mevlana’ya göre bir insan için gerçek aşk, kendi varlığından geçerek Allah’ta fani olmak, yaratıcıya tam bir gönül bağı ile bağlanmaktır. Gönlünü Allah’a vermiş bir insanın artık kendi benliği kalmamıştır. Bir insan neyi, kimi tutku ile severse bu aşk onun gerçek varlığının ve varoluşunun bir yansımasıdır. Büyük aşk pirine göre; “Allah’tan başka her şey batıldır, asılsızdır… O’nun ihsanı, yağmuru kesilmeyen bir buluttur…” Tasavvufta aşkı incelediğimizde mutasavvıfların yaşadıkları ilâhi aşk ile kendinden geçip Allah’ı bulduklarını, Allah’ta fani olduklarını görmekteyiz. Hatta, Hallac-ı Mansur gibiler, kendilerini tamamen yok farz edip “Ene’l-Hak” bile derler. Hak aşkı, tasavvuf edebiyatı ile de örneklerini göstermektedir. Türk edebiyatının büyük üstatlarından olan Necip Fazıl Kısakürek’in 1950 yılında kaleme aldığı “Çöle İnen Nur” adlı eseri; Yüce Allah’ın Resûlü için, “Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım,” kudsi hadisi ile başlamakta ve üstadın; “Nereden başlayayım? Zamanın hangi ucundan ve mekânın hangi köşesinden? Allah’ın bütün zaman ve mekânı kuşatmak üzere yarattığı – Gaye- İnsan ve Ufuk – Peygamber – elbette bizzat başlangıcın, kâinat başlangıcının başı…” cümleleriyle devam edip Hz. Muhammed’i anlatmaktadır. Ayrıca Necip Fazıl’ın birçok şiirlerinde olduğu gibi, “Visal’’ adlı şiirinde de

yoğun bir biçimde tasavvufi ve felsefi derinlikler bulunmaktadır.

VİSAL1

Beni zaman kuşatmış, mekan kelepçelemiş; Ne sanattır ki, her şey, her şeyi peçelemiş... Perde perde veralar, ışık başka, nur başka; Bir anlık visal başka, kesiksiz huzur başka. Renk, koku, ses ve şekil, ötelerden haberci; Hayat mı bu sürdüğün, kabuğundan, ezberci? Yoksa göz, görüyorum sanmanın öksesi mi? Fezada dipsiz sükut, duyulmazın sesi mi? Rabbim, Rabbim, Yüce Rab, alemlerin Rabbi, sen! Sana yönelsin diye icad eden kalbi, sen! Senden uzaklık ateş, sana yakınlık ateş! Azap var mı alemde fikir çilesine eş? Yaşamak zor, ölmek zor, erişmekse zor mu zor? Çilesiz suratlara tüküresim geliyor! Evet, ben, bir kapalı hududu aşıyorum; Ölen ölüyor, bense ölümü yaşıyorum! Sonsuzu nasıl bulsun, pösteki sayan deli? Kendini kaybetmek mi, visalin son bedeli? Mahrem çizgilerine baktıkça örtünen sır; Belki de benliğinden kaçabilene hazır. Hatıra küpü, devril, sen de ey hayal, gömül! Sonu gelmez visalin gayrından vazgeç, gönül! O visal, can sendeyken canını etmek feda; Elveda toprak, güneş, anne ve yar elveda! Aşk yaşamın her safhasında bize eşlik edip yoldaş olmakla birlikte, ebedi âlemde de yaratıcıya duyulan muhabbet ile bize kapılarını açmaktadır. Ne güzeldir aşkı bu dünyada bulmak, acısını zevk edinmek, avuç açıp dua etmek, yakarmak ve fani aşk ile Yaradan’a yakınlaşmak… Aşk ile yol almanız dileğiyle. 1 Necip Fazıl Kısakürek, ‘’Çile’’ Bütün Şiirleri, YKY, İst. 2005, s. 238

60 KOSE YAZARLARI.indd 6

8/14/12 4:21 AM


Herkes gibi o da bahçede Bunaldı çevreden Kırıldı bazı dalları Ben buradayım diyor ama Pek gören yok güzelliğini Dolaşıyor ortada Yer bulmaya çalışıyor sevgide Başkalarını düşünmekten Pek vakit bulamadı kendine Bütün güzelliğiyle Yinede ortada gülleri Bahçe geniş Ne yapsa nafile Çaresiz kalınca Son gülü sevginin Kocamış çınarın gölgesinde 18.07.2012 AYHAN HÜSEYİN ÜLGENAY

Can bedene fazladır, gitmek zamanı sevda şehrinden Eski beni arama beyhude, bulamazsın Mercana dönüştüm, saklandım bir taş altına Gün ola dönüp bakarsan ardına ey sevgili Görülmez sevdamın pulları, söndü mü sanırsın Durgun bir suya yazdım sabrımın ebrusunu Mavilere kattım durmadan çağlasın diye Çeşmimde gözyaşım bitti mi sanırsın Muhabbetin yoksa can evimde Bin verd yollasan neye yarar Susup söz etmem diye ey sevgili Aşkın coşkusu sona erdi mi sanırsın Can bedenden uçsa da bil ki sevdan baki kalır Aslolan sensin ey sevgili Sen yoksan ben de ben var mı sanırsın NALAN GÜVEN

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Bahçe güzel güllerle dolu

61 KOSE YAZARLARI.indd 7

8/14/12 4:21 AM


SAĞLIK

Kemik erimesiyle

tanışmadan önlem alın!

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

ÖZELLİKLE KADINLARI TEHDİT EDEN OSTEOPOROZ, YANİ KEMİK ERİMESİ SİNSİ VE TEHLİKELİ BİR HASTALIK OLSA DA ERKEN TEŞHİS halİNDE TEDAVİ EDİLmesİ mümkün. ANCAK BU HASTALIĞIN ORTAYA ÇIKMASINI ÖNLEMEK VE GECİKTİRMEK DE ELİMİZDE. DENGELİ BESLENENLER VE SPOR YAPANLAR KEMİK ERİMESİYLE YA HİÇ TANIŞMIYOR YA DA DAHA çabuk atlatIyor

Osteoporoz, yani kemik erimesi, kemik doku yoğunluğunun azalması nedeniyle dayanıklılığının azalması anlamına geliyor. Kemik erimesinin şiddeti arttıkça kemik kırılganlığı da artıyor. Osteoporoz ciddi ve sinsi bir hastalık. Bu nedenle kemik erimesi, zamanında teşhis edilip önlenmezse sakatlık ve ölüme varan sonuçlara yol açabiliyor. Dünyada kalpdamar hastalıkları ve kanserden sonra bilinen üçüncü ölüm nedeni olan osteoporoza karşı genç yaşlarda önlem almak gerekiyor. Her yüz kadından 50’si menopoz sonrası dönemde osteoporoza bağlı kemik kırığı riskiyle karşı karşıya kalıyor. Osteoporoz üç kadına karşılık bir erkekte görülüyor. Bu hastalığa daha çok yaşlılıkta rastlansa da tek başına yaşlılık hastalığı diyemiyoruz. Kemik sistemimiz de kalp, beyin gibi sürekli yapılanma içinde. 30 yaşına kadar kemik yapısı ileriyor ve 30 yaşında doruk noktasına ulaşılıyor. 30 yaşında yeterli kemik kütlesine ulaşılmaması halinde hastalık kendini göstermeye başlıyor. Bu nedenle kemiklerin güçlü tutulmasında ve korunmasında birinci adım beslenme. 45 yaşından sonra ise kemik kayıp hızı artmaya başlıyor. 30-35 yaşına kadar kemik yoğunluğunu en üst seviyeye taşıyabilirsek, ileride yaşanacak yıkımın tahribatını da en aza indirebilmemiz ve osteoporozu önlememiz mümkün.

Beslenmenin önemi Bebeklikten, hatta anne karnından itibaren doğacak çocuğun geleceği düşünülerek doğru beslenilmesi bu hastalığın önlenmesi için çok önemli. Kalsiyumun, yaşam boyunca yeterli miktarda alınması, kemik dokusunu en üst seviyeye çıkaracağından bu hastalığın etkisini zayıflatır. Ayrıca fiziksel aktiviteler de kemiklerin güçlenmesini sağlar. Bütün bunlara karşın yine de genetik faktörler nedeniyle hastalık ortaya çıkabilir. Ancak bu durumda uygulanacak tedaviden en verimli sonucu almak da mümkün olabilir. Hem kütlesini kaybetmiş hem de iç yapısı bozulmuş kemik bir daha tam olarak yerine gelmez. Bu konuda yapılan tedaviler ise oldukça zor, pahalı ve uzun zaman alıyor. Dolayısıyla risk faktörlerini belirlemek ve osteoporozu önlemek gelişmiş bir osteoporozu tedavi etmekten daha kolay.

62 SAGLIK.indd 2

8/14/12 4:22 AM


?

KİMLER RİSK ALTINDA

BELİRTİLERİ

ÖNLEM VE TEDAVİ

t Bel ve sırt ağrısı t Boyda kısalma, omurgada kırık t Sırtta kamburlaşma, omuzlarda yuvarlaklaşma t El bileğinde kırık t Kaburga kırıkları t Kalça kemiğinde kırık

t Yaşam tarzında değişiklikler yaparak düşmeyi azaltacak önlemler almak, t Doktorunuzun önerdiği egzersiz programlarını uygulamaya çalışmak, t Beslenme şeklinizi önerilen şekilde düzenlemek, t İlaçlarınızı düzenli kullanmak ve yine düzenli doktor kontrolüne gitmek. Osteoporoz, önlenebilen ve tedavi edilebilen bir hastalıktır. Ancak bütün hastalıklarda olduğu gibi erken teşhis tedavinin başarısı için önemlidir.

Şimdiden hem kendinizin hem de çocuklarınızın beslenme düzenini yeniden oluşturur ve fiziksel aktiviteyi günlük hayatınızın doğal bir parçasına dönüştürebilirseniz, sadece bu hastalığın değil, birçok hastalığın da önüne geçmiş olursunuz.

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Hastalığı engellemek için bol sebze ve süt ürünleri tüketilmesi gereklidir. Peynir, lor, yoğurt, süt ve bol sebze sofradan eksik edilmemelidir. Günde 15-20 dakika mutlak surette güneşte kalınmalı ve egzersiz yapılmalıdır. Egzersiz günde en azından yarım saat tempolu yürüyüş şeklinde olabilir.

1. Kadınlar. 2. 50 yaş üzerindekiler. 3. Menopoza giren kadınlar. Menopoz sonrası kadınların ortalama üçte birinde osteoporoz gelişmektedir. Bunun nedeni östrojen düzeyindeki azalmadır. 4. Erken menopoza giren veya yumurtalıkların operasyonla alınması sonrasında cerrahi (yapay) menopoza giren kadınlar. 5. Erkekler (testosterondaki azalma ile kemik kütlesi de azalabilmektedir). 6. Düşük kalsiyum içeren yiyeceklerle beslenen ve D vitamini eksikliği bulunan kişiler. 7. Fiziksel aktivite, hareketlilik ve egzersizden uzak yaşayanlar. Egzersizin kemik kütlesini artırdığı, kemiği kuvvetlendirdiği biliniyor. 8. Ailede osteoporozlu kimselerin bulunması. Kırıklara yatkınlığın bir kısmı kalıtsaldır; annelerinde omurga kırığı öyküsü olan genç kadınlarda da kemik kütlesinde azalmaya rastlanmaktadır. 9. Kısa boylu, ince yapılı kifliler iri yapılı, kilolu kişilere göre daha fazla osteoporoz riski taşırlar. 10. Beyaz tenli, açık renk gözlüler. 11. Sigara içenler. 12. Alkollü, kolalı ve kafeinli içecekleri çok fazla tüketenler. 13. Bazı ilaçları uzun süreden beri veya yüksek dozlarda kullanan kişiler (örneğin; kortikosteroidler, lityum, alüminyum, antikonvülzanlar, antiasitler, antikoagülanlar, siklosporin, tiroid ilaçları ve bazı kanser ilaçları gibi). 14. Şeker hastalığı, tiroid veya paratiroid bezinin fazla çalışması gibi rahatsızlıkları olanlar, mide-bağırsak operasyonu geçiren, uzun süren hareketsizliğe yol açan felç, romatizmal hastalıklar ve bazı endokrin (hormonal) hastalıklara sahip olanlar, osteoporoz riski taşır.

47 SAGLIK.indd 3

8/14/12 4:22 AM


KÜNYE

Ağustos 2012 Sayı: 6

EDU&ART Dergisi Adına İmtiyaz Sahibi Açelya ÜLGENAY acelya@edu-artdergisi.com

AĞUSTOS edu&art dergİsİ 2012

Genel Yayın Yönetmeni Begüm ÇELİKKOL begum@edu-artdergisi.com Editör Feyhan UZUNOĞLU feyhan@edu-artdergisi.com Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Açelya ÜLGENAY acelya@edu-artdergisi.com Görsel Sanat Yönetmeni Ferhat GEDİK ferhat@edu-artdergisi.com Reklam Müdürü Seval AKÇA seval@edu-artdergisi.com

Abone-Dağıtım Ahu ÇELİKYÜREK abone@edu-artdergisi.com YÖNETİM YERİ VE ARDESİ Defne 4 Villa 14 Bahçeşehir / İstanbul Tel: (0212) 669 96 26 Faks: (0212) 669 96 26 info@edu-artdergisi.com www.edu-artdergisi.com BASKI VE CİLT Koridor Matbaacılık ve Tanıtım Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti. İkitelli Organize Sanayi Bölgesi İpkas Sanayi Sitesi 3.Etap B 19 Blok No: 5 Küçükçekmece/ İstanbul / TÜRKİYE Tel: 0212 549 88 60 (pbx) Faks: 0212 549 88 65 Sertifika No: 16206

SÜRELİ YEREL YAYIN

EDU&ART DERGİSİ ayda bir yayınlanır. Para ile satılmaz.Yayınlanan yazı ve reklamların sorumluluğu sahibine aittir. Dergideki yazılar, görseller ve reklam çalışmaları izin alınmaksızın kullanılamaz. Gönderilen yazı ve görseller yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Dergideki yazılar için yazarlara telif ödenmez.

64 KUNYE64.indd 4

8/14/12 4:58 AM




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.