Ilcam al-Avam

Page 50

Hak bilinen bir fleyin sûreti kalbinde nakfl olunca, kendisine fâide verecek hiç bir sebebe bakmaz. Bu delîl hakîkî midir, fleklî midir, kendisine kanâ’at veren bir fley midir, delîli söyleyen flahsa hüsn-i zann› m›d›r veyâ sebebsiz, sâdece taklîd netîcesindeki kabûl müdür? Hangisi oldu¤una bakmaz. Matlûb olan fâideli delîl de¤il, fâidedir. O da oldu¤u gibi Hakk›n bulundu¤u hâldeki hakîkatidir. Allahü teâlân›n zât›, s›fatlar›, kitâblar›, Peygamberleri ve âh›ret günü hakk›ndaki inanc›n›n hak oldu¤una ve hakîkatin inand›¤› hâl üzere bulundu¤una kat’î olarak i’tikâd eden sa’îddir. Bu inanç kelâm ilminde yaz›l› delîllerden birine dayanmasa da Allahü teâlâ kat›nda makbûldür. Çünki Allahü teâlâ kullar›n› mutlak inanmak ile mükellef tutmufldur. Bu da Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” tevâtür ile gelen haberlerden kat’î olarak bilinmekdedir. Nitekim bedevî arablara Peygamber efendimiz islâm› arz eder, onlar kabûl edip, hayvanlar›n› ve develerini gütme¤e dönerlerdi. Peygamberimiz bunlara mu’cize hakk›nda tefekkür etme¤i, mu’cize hakk›ndaki delîlleri, âlemin hâdis olmas›n›, Sâni’in, ya’nî yokdan var edenin isbât›n›, vahdâniyyetinin delîlleri ve di¤er s›fatlar› hakk›nda düflünmelerini emr buyurmam›fld›r. Arablar›n avâm›ndan ço¤una bunlar teklîf edilseydi, bunlar› anlayamaz, uzun müddet geçse bile, idrâk edemezlerdi. Nitekim onlardan biri Peygamberimize yemîn verdirerek, Allah seni Peygamber olarak m› gönderdi, deyince, Peygamberimiz de, (Vallâhi, Allah beni Resûl olarak gönderdi) buyurunca, bu yemîne inanarak îmân edip, oradan ayr›ld›. Baflka biri de Peygamberimizin yan›na gelip bakd›¤›nda, “Vallâhi bu yüzün sâhibi yalanc› olamaz” demifldir. Buna benzer say›s›z misâller vard›r. Böylece Peygamberimizin kendi asr›ndaki bir harbde ve sahâbîlerinin zemân›nda, ço¤u kelâm delîlini bilmeyen binlerce kifli müslimân olmufldur. Delîlleri anlamak istiyenlerin san’atlar›n› terk etme ihtiyâc›n› duymalar› ve bir mu’allimden uzun müddet [delîller hakk›nda] ders görmeleri lâz›m gelirdi. Hâlbuki böyle bir rivâyet nakl edilmemifldir. O hâlde zarûrî olarak bilinmesi gerekir ki, Allahü teâlâ nas›l hâs›l olursa olsun, îmân ve kesin tasdîk ile halk› mükellef k›lm›fld›r. Evet, ârifin mukallidden üstün oldu¤u inkâr edilemez. Lâkin ârif mü’min oldu¤u gibi, mukallid de mü’mindir. Süâl: Mü’min taklîdci, kendisi ile yehûdî taklîdci aras›n› ne ile ay›r›r? Cevâb: Mü’min mukallid taklîdi bilmez ve kendisinin mukallid oldu¤unu da bilmez. Kendisinin hak üzere oldu¤una inan›r ve i’tikâd›nda hiç flübhesi olmaz. Kendisinin hak üzere, hasm›n›n bât›l inançda oldu¤unu kat’î olarak bildi¤i için, kendisiyle hasm›n›n aras›ndaki farklar› tesbît etme¤e lüzûm görmez. Kendisini hasm›ndan farkl› görmesinin sebebi, kuvvetli olmasalar da ba’z› karînelerin ve zâhirî delîllerin mukallidlere mahsûs oldu¤unu görmesidir. Yehûdî de kendisi için ayn› fleklde düflünürse, söylemesi hak yolda olan mukallidin i’tikâd›n› bozamaz, kar›fld›ramaz. Nitekim, arafld›r›c› bir âlimin kendini yehûdîden delîl ile üstün sanmas›, arafld›r›c› mütekellim bir yehûdînin de kendisini delîl ile üstün görmesi ile arafl– 92 –


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.