âmme, bizden müstakildir; binaenaleyh, ne modanın aksül âmellerinden, ne de siyasî nehcin değişmele rinden korkmaz. Bazı farklardan sarf-ı nazar, o, her devirde mebdeinde olduğu gibi kalır; çünkü iki se bepten dolayı gayr-i mütehavvildir, evvela insaniyet ve adaletin ebedî umdelerinin varlığını koruyan bü yük ahlâkî kanunlar, onun değişmesine mâni olur. Saniyen, milletlerin, ırklarm , ailelerin devamını hi maye ve haleflere seleflerin beden ve mizaca ait garizî mirasların intikalini temin eden kanunlar, onun da tahavvülden masun kalmasına sebep olur. «Ruh-ı âmme ile efkâr-ı âmme arasındaki en ehemmiyetli fark, efkâr-ı âmme, her zaman faal ve natık olduğu halde, ruh-ı âmmenin daima sâkit ve sakin olmasıdır. Ruh-ı âmme, ancak zamanında natık olur ve yalnız, birbirinden çok uzak olan fâsılalarla faaliyete geçer. Fakat, o vakit, sözleri bi-pâyân in’ıkâslar husule getirir, hareketleri tasavvur edilemiyen neticeler doğurur. Efkâr-ı âmme, son derece ateşli olduğu ve en büyük menfaatlere ait mesele leri tahrik ettiği zamanlarda bile daima, b ir memle ketin vatandaşlarını inkısamlara uğratır: Ruh-ı âm menin hareketleriyse, bilâkis, vatandaşların tam bir ittihadını husule getirir. Meselâ, on altıncı asrın so nunda Dördüncü H enri’yi Fransa tahtına getiren ve onu zahirde nâmağlûp görünen m anialara muzaffer eden büyük hareket, böyle bir harekettir. Hislerdeki ittihadiyle, civanmertliğiyle, cüretkârlığiyle em salsiz olan ve Fransayı 1789'da sürükleyerek, onu heyet-i umumiyesiyle zimamdarlarından b ir yeni is tikbal istemeye iten hareket de bu kabildendir. Bazı 128