The Wise - Sayi 5

Page 7

savaş esirleri de bu toprağı işleyecek kölelere dönüştürülüyordu. Mısır, Mezopotamya ve Yakındoğu’nun tamamında eşzamanlı olarak başlayan bu dönüşüm, “Köleci Devlet” şablonunun ilk prototiplerini ortaya çıkarmıştı çıkarmasına ama hegemonyanın paylaşılması, yeni yönetsel sorunları da beraberinde getirmişti: Merkezi yönetim hatırı sayılır biçimde zayıflıyor; başkentlere uzak yerlerdeki yerleşimlerin yerel yöneticileri ve bürokrasileri palazlanıp güç kazanıyordu. Çok sayıda farklı “tapınak erbabı” ortaya çıkıyordu imparatorlukların sınırları içinde ve bunlar arasında bir egemenlik yarışı yaşanıyordu.

merkezine yerleşmelerine kim itiraz edebilirdi ki? Söyledikleri her şey gerçek çıkıyor; yaptıkları her uyarı doğrulanıyordu. O halde “otorite”, rahibe ait olacaktı. Başlangıçtan itibaren “Kral” dediğimiz yöneticiler, sanılanın aksine “kahraman askerler”den değil, “bilge rahipler”den çıktı. Yönetim kademelerini, daha alt düzeydeki diğer rahipler oluştururken “Kraliyet Sarayı” da, aslında “gözlemevi” işlevi gören ama halka “ritüel merkezi” olarak sunulan tapınaklar olacaktı.

“Egemen Sınıf” genişliyor Aşağı yukarı bin yıl kadar sonra, İ.Ö ikinci binyılın başlarına gelindiğinde, hemen bütün büyük uygarlıklarda kaçınılmaz yönetsel dönüşümler yaşanmaya başladı: Güvenli kentler ve teknolojik gelişim ölümleri azaltıp ömürleri uzatıyor, dolayısıyla da ciddi bir nüfus artışı ortaya çıkıyordu. Büyük krallıklar, artık eskisi gibi bir “merkez kent” ve onun çevresinde dağınık biçimde bulunup himayesi altında yaşayan birkaç küçük kasabadan oluşmuyordu: Çok sayıda yerleşim yeri ortaya çıkmıştı ve buralarda da hem tarımsal üretim gelişiyor, hem zanaat etkinlikleri çeşitleniyordu. Bu durum, doğal olarak ticareti de hatırı sayılır biçimde hızlandırmış ve ekonomiye göreceli bir canlanma getirmişti. Diğer yandan, ilk büyük uygarlıklar “kendi topraklarını tanıma ve koruma” sürecini çoktan geride bırakmış; etkinlik alanını coğrafi olarak geliştirme düşleri peşinde koşmaya başlamıştı. Artık askeri seferler yakın çevreyle sınırlı kalmıyor, komşu kent-devletleri ya da küçük bağımsız yerleşim birimleri zaptedilerek “fetihler çağı” başlatılıyordu. Savaşı sık yaşanır bir olgu haline getiren bu dönüşüm hem savaş esirlerini köleleştirerek “ekstra bedava emek” sağlıyordu yöneticilere, hem de çevre kent-devletlerin sahip olduğu kaynak ve zenginliklere “ticaret dışı” yöntemlerle sahip olma açgözlülüğüne kapı açıyordu. Bu dönüşüm, büyük imparatorluklarda “hegemonya mekanizmasını” ve devletin temel yapısını ciddi değişimlere zorluyordu: Devlet şemsiyesi altına dahil edilen yeni yerleşim birimlerinde, “yerel yönetim ofisleri” kurma gereği ortaya çıkmıştı ve bu durum, iktidar sahibi Tapınak Rahipleri’ne ek olarak, yeni bir katmanı, “bürokrasi”yi ortaya çıkarıyordu. Diğer yandan askeri seferler nedeniyle komutanların önemi ve ağırlığı artmaya başlıyor; yeni ele geçirilen bölgelerde onlara toprak hediye ediliyor;

Mezopotamya’da bu dönüşümün liderlerinden biri, Akat Kralı “Büyük Sargon” olmuştu. Sargon (ya da Akadcadaki söylenişiyle “ŞarruKin”, yani “adil kral”) kalabalık göç hareketleri sonrasında çözülmeye başlayan Sümer uygarlığının kültürel mirasını almış ve Sami topluluğuna maletmişti; dahası, “yayılmacı” hükümdarların da ilk örneğiydi bölgede ve Akat İmparatorluğu’nu Yakındoğu’nun en etkili gücü haline getirdi. Ne var ki bürokratik genişleme ve bunun sonucunda merkezi yönetimin hem iktidar gücü hem de ekonomik olarak zayıflaması, torunu NaramSin’den itibaren (İ.Ö 2200) bu güçlü devleti de sarsmaya başlayacaktı. Tıpkı bir köpekbalığının yüzmeye devam etmesi için enerji kazanmaya ve bu amaçla yoluna çıkan her canlıyı yutmaya zorunlu olması gibi, Naram-Sin de yeni ortaya çıkan “emperyal devlet”in varlığını korumak ve artan masraflarını karşılayacak ekonomik güce ulaşmak için “savaş ve fetih hareketlerini süreklileştirmek” durumunda olduğunu ilk fark eden hükümdarlardandı. Suriye’ye dek çıktı, Ebla kentini ele geçirip yağmaladı ve kendine bağladı; ardından Kenan dolaylarına yürüdü, önüne çıkan her yerleşim birimini yuttu. Ama bütün bunlar, büyüdükçe hantallaşan imparatorluğun çürümesini engellemeye yetmedi. Artık Başrahip-Kral ve tapınak ileri gelenlerinden oluşan basit bir iktidar çekirdeği değil, yerel yöneticileri, bürokrasisi ve askeri/polisiye gücüyle çok daha genişlemiş bir “egemen sınıf” söz konusuydu ve “iktidar nimetleri” bu sınıfın her kademesini doyuracak biçimde yeniden düzenlenmeliydi. Ama nasıl?

Yasalar, reformlar, dönüşümler Benzeri sorunları Mısır da çok ciddi biçimde yaşıyordu. Eski Krallık döneminin sonlarına doğru (aşağı yukarı İ.Ö 2200 sonrası) Aşağı ve Yukarı Mısır bölgeleriyle sınırlı kalmayıp doğuda Sina’yı, batıda Libya çöllerini ve güneyde Nubya’yı da içine alacak biçimde büyüyen ülkede hem etnik yapı çeşitlenmiş, hem de farklı rahip gelenekleri arasında sürtüşmeler yaşanmaya başlamıştı. Dahası, yaygınlaştırılmış iktidar mekanizmalarının palazlandırdığı yönetim bürokrasisi, “Büyük Ev”in (“Pero” - Firavun) ekonomik anlamda giderek daha fazla sıkıntı yaşamasına neden oluyordu. Zenginleşen ve nüfuzlarını artıran bürokratların keyfi uygulamaları, Orta Krallık’tan itibaren tıpkı Mezopotamya’da olduğu gibi Mısır’da da yeni ve heterojen bir “egemen sınıf”ın tanımlanması gereğini ortaya koyuyordu. Savaş ve fetih politikalarının süreklileştirilmesiyle oluşturulmaya başlayan “köleler ordusu” tarım alanlarında kullanılarak zenginlik artırılmak istendi.

The Wise 7


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.