153

Page 16

Sayfa 16

Eylül 1994

ralık ayı, Amed'in tüm güzelliğinin kendini kar altında sakladığı kış mevsimi... Kulp'un sarp ve heybetli dağ doruklarında, Kürdistan'ın sert kışı tüm zorluğunu sınıyor bedenlerimizde. Kış mevsimi gerilla için yeni bir çalışma temposu, yeni bir çalışma tarzının başladığı dönemdir. Pratikteki grupların bu mevsimde eylem yapmaları pek mümkün değildir. Daha çok eğitim, kendini her yönüyle yenileme, doğadaki uyanışı kendindeki uyanışla yanıtlama dönemidir. Pratikteyken halkla sürekli iç içe olma, onun bütün sevgisi ve fedakarlığından güç alarak düşmana daha amansız yönelme bambaşka bir duygudur. Pratik, gerillanın tüm kin ve nefretiyle düşman karşısında abideleştiği, tarihsel hesaplaşmanın bütün kızgınlığıyla donandığı, devrimci duyguların dorukta olduğu bir süreçtir. Yürümek, ülkenin her adım toprağını adımlamak, gökyüzü altındaki her güzelliğe savaşın güzelliğini katarak Kürdistan'ın doğasına özgürlüğü nakış nakış işlemek... 1991'in kışına girerken pratikten ayrılıp, Haydar Karasungur Eğitim Kampı'na gideceğimiz haberi gelmişti. Bu haberle birlikte, hepimizin içinde bir burukluk kendini gösterdi. Bulunduğumuz alandaki köylere, dağlara, daha bir derinden bakmaya başladık. Kışın eylemlerimiz yaza oranla fazla olmasa da pratikte olmak, özgür yaşamımız içinde daha bir özgürleşmek demekti. Bu nedenle kampa gidiş hazırlıklarını bir taraftan yavaştan alıyorduk. Diğer taraftan ise uzun süredir görmediğimiz diğer pratik gruplarındaki arkadaşlarla kampta tekrar bir araya gelmek, uzun kış gecelerinin doyumsuz sohbetlerini, heyecanlı anlarını yaşamak da bizleri çekiyordu. Böyle bir duygu ikilemi içinde yaşadığımız her anın, kampta veya pratikte ne kadar coşku verici olduğunu düşünürken, K... arkadaşın yaklaştığını görüyorum; “Artık hazırlanın, gidiyoruz” diyor. Altı kişiyiz. Doğa tüm inatçılığıyla heybetini yüzümüze vuruyor. Kar kimi yerde boyumuzu geçiyor. Rüzgar ise iletişimimizi koparmak istercesine, sesimizi alıp dağıtıyor uzaklara. Birbirimizi duyamıyoruz. Rüzgarın uğultusu adeta beynimin içinde. Zaman geçtikçe sırtımdaki çanta da ağırlaşıyor. Bir an geliyor ki, beni geriye çektiğini sanıyorum. Çantanın bağları, adımlarımla uyumlu olarak ileri geri kaydıkça, omuzumda bir derin yol çizdiği hissine kapılıyorum. Başım, çantam ve adımlarım uyum içinde hareket ediyor. Rüzgarın uğultusu kulaklarımdan beynime, beynimden alnıma toplanıp bir kütle gibi aşağı çekiyor beni. Kafam ileri geri hareket ettikçe kabanımın yakasıyla boynum birbirine sürtünüyor. Kimi yerde boyuma ulaşmış karın içine battıkça gözlerim kararıyor. Tam toprak zemine bastığımı sandığım anda ayaklarım daha da derinlere iniyor. Burnuma değen kar taneleri dokunduğu noktada acı veren bir soğuklukla eriyor. Karın içine battıkça ayakkabılarım ayağımdan çıkıyor. Ayağımı karın içinden çıkarıyorum, fakat bu kez ayakkabım içinde kalıyor. O anda içimden adeta kara, rüzgara, tüm doğaya haykırmak geliyor: “Neden engel oluyorsun bize. Bırak da yolumuza devam edelim” sözleri dilimin ucuna kadar gelip geri dönüyor. Gözlerim çakmak çakmak doğaya olan

A

Serxwebûn

pıya, pencerelere vuruyordu. Köylülere bizi kampa götürecek bir kılavuza ihtiyacımız olduğunu söylüyoruz. Fakat bu havada dışarı çıkmanın çok tehlikeli olduğunu söylüyor. Bu koşullarda düşmanın hareket etmesinin mümkün olmadığını, sabaha kadar köyde kalıp, tan vakti yola koyulabileceğimizi ekliyor. Biz ise köyde kalmamızın doğru olmayacağını söylememize rağmen, bu hava koşulların-

anayı da konuşturmaya çalışıyorum. Ev halkı daha çok bizi dinliyor. Solgun gaz lambasından yüzleri fazla belirgin değil. Fakat dikkatle bizi dinlediklerini görüyor gibiyim. Bizler onlar için her şeyi yeniden keşfetmelerini, tanımalarını sağlayan insanlarız. “En doğrusunu, en uygununu gerilla bilir. Tüm soruların cevabını gerilla verir” düşüncesini taşıyorlar. Her sohbetimizin değişmez parçası, me-

gidiyor. Ananın merakı, fedakarlığı, ilgisi ve çocuksu zafer havası görülmeye değerdi. Yüzümde bir gülümseme yayılıyor. “Tamam, pes” dercesine onaylıyorum söylediklerini. Daha bir mutlu oluyor, biraz daha sokuluyor yanıma. Zaman geçtikçe bacaklarımdaki, sırtımdaki, kollarımdaki yorgunluğun yere aktığını hissediyor, daha da canlanıyorum. Kapıya, pencerelere vurup varlığını bize unutturmak istemeyen rüzgarın sesinin de kısıldığını duyuyoruz. Tam bu sırada grup komutanımız K... arkadaş artık hazırlanıp köyden çıkmamız gerektiğini söylüyor. Çantalarımızı alarak çıkıyoruz. Yanımıza köyden birini kılavuzluk için almamız gerekiyor. Köylüler bize kılavuzluk etmek için adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Biz ise bu yarışta taraf tutmak yerine kendilerinin çözmesini bekliyoruz. Bu arada gençlerden biri hazırlanmış olarak yanımıza gelip “Gidelim heval” diyor. Hazırlanmış olduğu için diğer köylüler itiraz etmeden bizi uğurluyorlar. Köye girerken havlayan köpekler, bu defa hafif sesler çıkarıyor, önümüzü kesiyor, bacaklarımıza dolanıyorlar. Köyden çıkmamızı istemiyorlar gibi bir halleri var. Tekrar yürümeye başlıyoruz. Önümüzde yükselen kara, bize kavuştuğu için daha bir asileşen rüzgara inat yürüyoruz. Karın yüzeyindeki buz tabakası hafif bir pembelikle parlayıp gözlerimizi kamaştırıyor. Bir kez daha ülkemin tılsımlı ve ürpertici güzelliği, görkemi karşısında coşkuya kapılıyorum. Vahşi bir güzelliği var Kürdistan'ın. Her adım toprağı, kayalıkları, uçurumları, ulaşılmaz dağ dorukları, dünyayı kendisiyle sürüklercesine akan hırçın, deli dolu ırmakları, kilometrelerce uzanan ovaları her parçasıyla uzanıyor ayaklarımızın altında. Kürdistan'ın her engebesi, her

da başka çaremizin de olmadığını görüp, şafak vaktine kadar köyde kalmaya karar veriyoruz. Grupta tek bayan olduğum için ananın bana ilgisi daha fazla. Hafifçe yanıma ilişip meraklı gözlerle bakıyor yüzüme. Ben de çevirip kafamı kendisine bakıyorum. Ana başını yere eğiyor, Kürtçe konuşup içten gelen bir iniltiyle “Ax ax...” çekiyor. Yaşımı

rakla açılan, dünyayı içine almak istercesine bakan gözlerdi. Çevre köylerin durumu, düşmanın köylere gidiş geliş durumu üzerine konuşurken ana, Kürtçemdeki Türkçe kelimeleri farketmiş olacak ki, başını eğip bana sessizce metropolden gelip gelmediğimi soruyor. Yüzünde çok önemli bir gizi öğrenmişçesine bir mutluluk ve gurur havası var. Bu durum hoşuma

çukuru, iklimi, insan bedeninde uyuyan gizli iradeyle, vahşi ve vahşi olduğu kadar da çekici bir güzelliğin savaşımına tanıktır. Dağlar, nehirler, kar, yağmur, çamur, gerilla yaşamının kaçınılmaz parçalarıdır. Acımasızlığı, katılığı, inatçılığıyla acı çektire çektire öğretir yaşamayı. Ufacık bir ateş yakıp ısınmak için, bir damla su içmek ve beslenmek için karla, so-

Serê Sipî

KAR DENİZİNDE SONSUZLUĞA YOLCULUK öfkemi taşırırcasına yanıyor. Tüm arkadaşlar benimle aynı durumda. Her dakika bir arkadaşın ayakkabısı karın içinden çıkarılıyor. Karın derinliklerine dalan sopa, ucunda bayrak gibi sallanan ayakkabıyla havaya dikiliyor. Bu manzara karşısında gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Rüzgardan çatlamış yüzüm geriliyor gülümsedikçe. Daha fazla gülsem yüzüm yırtılacak hissine kapılıyor ve bastırıyorum gülüşümü. Ve yürümeye devam ediyoruz. Durdurak bilmeden yürüyoruz.

arkadaşı nöbetçi olarak bırakıp hepimiz içeri girmiştik, evdeki ana yaklaşıp, “Düşman buraya gelemez, diğerleri de girsin içeriye” diyor. Nöbetçi bırakmanın kural olduğunu, her ihtimale karşı nöbetçi bırakmak gerektiğini belirtmemize rağmen ana inatçı gözlerle, “olmaz” dercesine yüzümüze bakıp, “O zaman nöbeti biz tutarız” diyor. Gerek olmadığına anayı ikna edip “Hun zanin lavo” cevabını alıyoruz. İçeri geçip oturuyoruz. Rüzgar hala uğulduyordu. Bizi içeride de rahat bırakmak istemiyor, ka-

küçük görmüş olacak ki merakını yenemeyip yaşımı soruyor. Nereli olduğumu, annem babam olup olmadığını öğrenmek istiyor. “Hepimiz Kürdistanlıyız, annem babam da sizlersiniz” deyince soğuktan çatlamış elleri, iyice nasırlaşmış sert parmaklarıyla hafifçe dizimi okşayıp “Daha çok küçüksün” dercesine küçük bir bebeğe bakar gibi bakıyor bana. Bu manzaraya çok defa tanık olduğum için ananın bu yaklaşımına pek de şaşırmıyorum. Sesimi çıkarmadan dikkatimi konuşmalara vermeye, bu arada

Aslan arkadaş yavaşça açıyor gözlerini, gözkapakları y a r ı l a n ı y o r. D u d a k l a r ı h a f i f f ı s ı l t ı l a r ç ı k a r ı r c a s ı n a g e r i l i p b ü k ü l ü y o r. F a k a t h i ç b i r s e s y o k . S o n g ü c ü y l e g ö z l e r i m e b a k ı y o r. O k a d a r u m u t l u v e g ü ç l ü b i r b a k ı ş k i b u . M a s m a v i gözlerinde tek bir acı zerresi bulamıyorum. Battığımız kardan aynı andan tekrar çıkabilmek için, bitmeyen bir çabayla çırpınıyoruz. Tek bir adım atmak bile büyük bir mesafe o anda. Yürürken önümdeki arkadaşın, yukarı gidip gelen çantasının fermuar tokasına takılı kalmış gözüm. Ayı şığında hafif bir pırıltı, uzanan kar denizinde bir renk, bir görüntü bulmak için başımı kaldırıp etrafıma bakıyorum. Ama düşüncem hep adımlarımda. Bir adım, bir adım daha... Gövdem bir bacağımın üzerinden diğerine kaydıkça, beynim ağırlığın olduğu yerde yoğunlaşıyor. Bacaklarım birbiriyle yarışırcasına çalışıyor. Her defasında ucunda ayakkabıyla havada yükselen sopayı gördükçe beni zorlayan gülme hissiyle birlikte dikkatim de dağılıyor. Görüntüler kararıyor kimi zaman. Karanlığın içinde yukarıdan aşağıya kayan renkli noktalar... Omuzumda hissetiğim derin yarıklar, yol ilerledikçe daha bir derinleşiyor sanki. Yol ilerledikçe yüküm ağırlaşıyor. Köpeklerin havlama sesleri geliyor. Grubumuz yolun üzerindeki köye girmek üzere. Adımlarım birden hızlandı. Sanki çantam hafifledi birden. Köyün ışıkları görünmeye başladı. Şiddetli rüzgara rağmen, köpeklerin sesi net geliyor kulağıma. Dinlenmeyi, köy evlerinin sevgi dolu kokusunu, analarımızın gözlerindeki şefkati hatırlatıyor. Tüm yorgunluğum gitmişçesine hızlanıyorum. Solgun ışıkların sızdığı toprak evlerin pencerelerine bakıyorum. Hepsi tek kalıptan çıkmış gibi birbirine benzeyen evlerin arasından geçiyoruz. Köylüler evler arasındaki karı temizleyerek dar yollar açmışlar. Kısa sürede gideceğimiz eve varıyoruz. Daha önceden köydeki durum hakkında bilgi almıştık. Köpekler dört tarafımızda havlıyor. Fakat tanıyormuşçasına saldırmıyorlar. Evlerinden çıkan köylüler, önce telaşlı bir halde köpeklere yöneliyorlar. Her biri bir köpeği uzaklaştırıyor. Biz ise kapısının önüne geldiğimiz eve tek tek başımızı eğerek dalıyoruz. İki


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.