STY-Eyüp Gazetesi

Page 1

Genç Hayat Vakfı’nın sözlü tarih projesi...

Eyüp

Sokağımdan Tarih Yazıyorum Eyüp Gazetesi Sayı: 03 • “Aşklar, sizli bizli yaşanan aşklardı’’ »3 • ‘‘Çok huzurlu halimiz var’’ »3 • “Hiçbir şey kalmadı Eyüp’te” »4 • “Bütün bu bölgeler hep bostandı, tarlaydı” »4 • “Terzi olduk gittik” »5 • “Benim anam çok kadındı, çok sıkıntısı vardı” »5 • “O zaman böyle kalabalık yoktu” »6 • “Böyle vurmak, kırmak, çalmak o kadar yoktu...” »6 • “Herşeyimiz yoktu ama çok daha mutluyduk” »7 • Eyüp’te Oyuncakçılar »10 • Eyüp Sultan Camii »10 • Pierre Loti » 10 • “Mutluyduk tabii, bir şey düşünmezdik ki. Yarınım ne olacak demiyordun. Yarınını düşünmüyordun.” »11 • “Hıdrellezde tüm adetimiz Silahtar Deresi’ne gitmekti” »12 • Sokağımdan Tarih Yazıyorum’dan Haberler »13 • “Çeşmeden akan suyu içerdin” »14 • Basında Sokağımdan Tarih Yazıyorum »15 • İstanbul 2010 Eğitim Yönetmenliği »15

Nesilden nesile İstanbul... İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın katkılarıyla ve Habertürk’ün ana sponsorluğunda gerçekleşen Genç Hayat Vakfı’nın “Sokağımdan Tarih Yazıyorum” adlı sözlü tarih projesi, İstanbul’un on ilçesindeki otuz ortaöğretim kurumunda eğitim gören bin lise öğrencisini kapsamaktadır. Proje bu öğrencilerin kendi kimliklerini, aidiyetlerini ve farklılıklarını İstanbul, İstanbul’un bir kent olarak dönüşümleri, mahalleler ve semtler, İstanbul’da gündelik hayat ve yaşayanların hikayeleri üzerinden anlamaları; İstanbul’un dünya ve Avrupa kültür ve tarihi ile bağlantılarını beraber araştırmaları ve keşfetmeleri için hazırlanmış bir sözlü tarih ve kent kültürü/tarihi projesidir. Tarih denilen olgunun sadece savaşlardan ve antlaşmalardan ibaret olmadığına, bunun yanında kişisel tanıklıkların da var olduğuna inanan Sokağımdan Tarih Yazıyorum projesi, İstanbul’daki son 50 yıllık değişim ve dönüşümü sıradan insanların yaşamöyküleri üzerinden anlamak için lise ve üniversite öğrencileriyle beraber saha çalışmaları gerçekleştirmektedir. Öncelikle, proje kapsamında liseli öğrencilere rehberlik edecek olan üniversite öğrencileri Tarih Vakfı tarafından hazırlanan ve uygulanan sözlü tarih/yerel tarih konulu eğitimlere katılmakta; eğitimin ardından ise

liseli öğrencilerle birlikte önce sözlü tarih atölyeleri ve daha sonra da saha çalışmalarını gerçekleştirmekteler. Elinizde tuttuğunuz bu gazete, Sokağımdan Tarih Yazıyorum projesinin bir ürünüdür ve Eyüp’te gerçekleştirilen çalışmalardan meydana gelişmiştir. Gazeteyi hayata geçiren kişiler ise, İstanbul’daki çeşitli üniversitelerde, çoğunlukla sosyal bilimler alanında okuyan üniversite öğrencileri ve Eyüp’teki Oğuz Canpolat Lisesi, Alibeyköy Lisesi, Rami Atatürk Lisesi ve Eyüp İmam Hatip ve Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencileridir.

Gazetede okuyacağınız yaşamöyküleri, öğrencilerin gerçekleştirmiş olduğu röportajlardan yine kendilerinin hazırladıkları şekilde birer kesit olarak sunulmuştur. Röportajların tamamını okumak için Sokağımdan Tarih Yazıyorum projesinin web sitesine girmeniz yeterli olacaktır.

sini ve projenin web sitesini ziyaret edebilirsiniz. Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere, keyifli okumalar… Uğur Elhan & Pınar Eriç

Beyoğlu, Fatih ve Eyüp gazetelerinin ardından diğer ilçelerde yapılacak çalışmaları içeren gazeteler de yakında sizlerle buluşacak. Projeyle ilgili detaylı bilgi almak için Genç Hayat Vakfı’nın internet site-

İletişim ugur.elhan@genchayat.org pinar@genchayat.org İnternet Adresi www.sokagimdantarihyaziyorum.org

www.genchayat.org


Eyüp

Doğru İletişim Projesi Kendimizle, Ailemizle, Çevremizle...

Gençler için yeni bir şeyler söylemek lazım… Türkiye’de 11-18 yaş aralığında yaklaşık 14 milyon genç vardır. Bu gençlerin 6,5 milyonu Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda eğitim görmektedir. Bu rakamlar Avrupa’da ortalama bir ülkenin nüfusu kadardır. Genç nüfusumuz bizim en önemli ve işlenmesi gereken değerimizdir. Ancak günümüzde artık “Gençler için yeni bir şeyler söylemek gerekmektedir.” Bugünün küçüğü, yarının büyüğü denilen genç bugününü de yaşamayı hak etmektedir. Vakıf kuruluş gerekçelerimizde, vizyon ve misyonumuzda ve gerçekleştirdiğimiz tüm projelerde görüleceği gibi gençleri şimdi ve burada hayata katmak için çalışıyoruz. Odak noktamız hiçbir ayrım gözetmeksizin genç insandır. Toplumların en önemli değeri olan insan kaynağının ergenlik gibi bir döneminde desteklenmesi, bireyin hayatı boyunca sürecek olumlu sonuçlar yaratacaktır. Genç Hayat Vakfı olarak amacımız; etkileri doğrudan topluma da yansıyacak bu olumlu sonuçların alınması için çalışmaktır. Gençlerin tehlikelere karşı korunmasının yanı sıra kişisel olarak kendilerini tanımalarına, potansiyellerinin ortaya çıkmasına ve önlerinin açılmasına imkân vermek gerekmek-tedir. Odak noktamız hiçbir ayrım gözetmeksizin genç insandır. İnsana yapılan yatırımın toplumları geliştirip yücelttiğine inanmaktayız. Vakfımız gençlerle yapılacak tüm eğitim çalışmalarının belirlenen hedefler doğrultusunda gerçekleşmesi için kurulmuştur. Kendini tanıyıp becerilerinin farkında olan gençliğin kendi sorumluluklarını taşıması kolaylaşmaktadır. Kendini tanıyan gencin “ötekini” algılayışı da değişmektedir. Farklılıklardan sinerji elde etmek kolaylaşmakta, gençler sosyal hayatta ihtiyaçları olan pratik deneyimler edinmektedirler.

Gençlerle temas halinde olan ve onların yetiştirilmesinde rol oynayan ebeveyn, öğretmen, polis, yargı birimleri gibi kişi ve kurumlar eğitim çalışmaları ile desteklenmek-tedir. Gençlerle ilgili devlette ve tüm toplumda farkındalık yaratma çalışmalarına devam edilecektir. Vizyonumuz Türkiye’de 11–18 yaş grubundaki gençlerin, özgüvenli, eleştirel düşünme ve farklılıklarla bir arada yaşama becerisine sahip, insan haklarına saygılı bireyler olarak yetişmeleri sonucu demokrasi ve insan haklarının yerleştiği, farklılıklarından sinerji yaratabiilen, iletişim kültürünün hakim olduğu bir toplumsal dönüşümü gerçekleştirmek. Misyonumuz

Proje uygulamalarıyla ergenlerin kendilerini ve ‘öteki’ diye nitelendirdiklerini tanıma ve ‘biz’ olabilme konularında becerileri artırılırken; ebeveynlere de çocuklarını bu dönemde daha çok destekleyebilmeleri için bilgi verilerek yardımcı olunmaktadır. Bu bağlamda proje programlarında empati kurma, etkin dinleme, ben dili-sen dili, çatışma çözme ve kendini ifade etme becerileri ile farklılıklarla bir arada yaşama konuları aktarılmaktadır.

Projenin Uygulama Alanı: Milli Eğitim Bakanlığı ile yaptığımız protokol doğrultusunda ilköğretim ve ortaöğretim kurumları, belediyelerin gençlik, kültür ve toplum merkezleri, sosyal hizmetlerin ilgili bölümleri, ergenlerle ve ebeveynlerle çalışan sivil toplum kuruluşları ile talep eden mahalleler ve bölgeler. Doğru İletişim Projesi’nde, 10.15.2009-11.01.2010 tarihleri arasında yapılan uygulamalarla birlikte grup çalışmalarıyla 1108 ergen ve 303 ebeveyne, seminerlerle 5340 ergen ve 1359 ebeveyne ulaşılmıştır. Böylelikle proje ile ulaşılan kişi sayısı ise 8110’dur. Doğru İletşim Projesi ile ilgili detaylı bilgi almak için proje ekibi ile temasa geçebilirsiniz: emel@genchayat.org, simge@genchayat.org .

Projenin Hedef Kitlesi: 11-18 yaş grubu ergenler ve ebeveynleri

Ruhsal ve fiziksel değişimlerin en yoğun yaşandığı 11–18 yaş arası dönemde gençlerin: •Kendini tanımada •Ötekini tanımada

Gençlerde kendilerini tanıma ve farklı olana saygı arttıkça, toplumda kutuplaşma ve şiddet azalacak, demokrasinin değerleri içselleştirilip yaşama geçirilecektir

•Farklılıklarla bir arada yaşamada •Potansiyelini açığa çıkarmada •Ailesine, cemiyete, ülkesine karşı sorumluluklarının farkındalığını kazanmada •İnsan hakları ve demokrasinin içsel- leşmesinde •İletişim ve empati kültürünün yerleşmesinde Çeşitli programlar ve aktiviteler geliştirmek, farkındalık ve bi-linç oluşturmak, bu dönüşümün devamlılığını sağlamak için politikalar üretilmesine bir sivil toplum kuruluşu olarak destek vermektir.

Hayata Dair Bir Keşif: HAY HAY projesi sivil toplum ve sosyal sorumluluk bilincinin geliştiği toplumsal bir dönüşüm sağlamayı hedefliyor...

Gençlerle beraber, gençler için, Genç Hayat Vakfı.

Doğru İletişim Projesi’nde Yeni Grup Liderleri ve Yeni Gruplar

Onlarca Projesi ve Onlarca Gönüllüsüyle HAY Sahada

Doğru İletişim Projesi’nin grup lideri ekibine yenileri eklendi. Psikologlar ve uzman psikologlardan oluşan, proje süresince ergenlere ve ebeveynlere etkileşime dayalı, katılımcı bir eğitim veren grup liderlerimiz yeni ekip arkadaşlarının katılımıyla daha da güçlendi. Genç Hayat Vakfı yeni grup liderlerine 28 Şubat ve 7 Mart tarihlerinde eğitim verdi.

Hizmet, Aktivite ve Yardımlaşma (HAY) Projesi ikinci dönem uygulamasında HAY öğrencileri ile HAY gönüllülerini buluşturuyor.

Doğru İletişim Projesi bu yeni soluğuyla, Mart ayında itibaren yeni gruplarıyla ergenler ve ebeveynlerle yeniden buluşacak.

Projenin Amacı: Hedef kitlede farklılıklarla bir arada yaşama kültürünün ve bilincinin oluşması ve gelişmesi için temel iletişim becerilerinin kazandırılması projenin ana amacıdır. Ergen ve ebeveynlerde davranış değişimi elde edilmesiyle aileden başlayarak toplumda sağlıklı ilişkilerin oluşturulması yönünde bir dinamik sağlanmaktadır.

renci, 2 öğretmen. •Güner Akın Lisesi: 35 öğrenci, 1 öğretmen. •Melahat Öztoprak İlköğretim Okulu: 95 öğrenci, 3 öğretmen. •Esenler Çok Programlı Lisesi: 160 öğrenci, 6 öğretmen. •Aksoy İlköğretim Okulu: 658 öğrenci, 12 öğretmen.

Projede yer alan ortaöğretim ve ilköğretim öğrencileri kendi üretecekleri projelerle okullarında ve okullarının çevresindeki kurumlarda sosyal sorumluluk uygulaması yapacaklar. Onlara İstanbul’daki çeşitli üniversitelerden gönüllü üniversite öğrencileri eşlik edecek. Üniversite öğrencilerinden HAY Projesi’ne başvurular artarak devam ediyor.

İmtiyaz Sahibi: Genç Hayat Vakfı adına Adil Candan Günek Yayın Yönetmeni: Uğur Gülderer Sorumlu Müdür: Uğur Elhan Grafik Tasarım: Eray Sayraç, Mehmet Güzel Yönetim Yeri: Genç Hayat Vakfı Koru Mah. Boğaziçi Cad. Demircan Apt. No. 19/15-16 İstinye - İstanbul Tel. 0212 277 53 23 Faks. 0212 323 42 89 Basıldığı Yer: Ciner Matbaası Matbaacının Adı: Habertürk Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. Tepeören Köyü, Kurugöl Mevkii, Akfırat - Tuzla Tel. 0216 581 82 00

HAY Projesi ile ilgili detaylı bilgi almak için proje ekibi ile temasa geçebilirsiniz: emel@genchayat.org, simge@genchayat.org .

Projenin Amacı: Ergenlerde sivil toplum, sosyal sorumluluk, gönüllülük bilincinin oluşturulması ve geliştirilmesi ile sosyal, kültürel ve spor etkinliklerinin insan gelişimine katkısının ve öneminin anlaşılması.

öğrenciler, öğrendiklerini yaşayarak pekiştirmektedirler.

Proje Uygulama Yöntemi: Eğitimöğretim yılının birinci dönemi kapsamında ergenlere temel iletişim becerileri aktarılmakla birlikte; ikinci dönem uygulamasında ise yardımlaşma, hizmet, sosyal sorumluluk modüllerinin aktarımı ile öğrenciler bu konularda bilgilendirilmektedir. Ardından sivil toplum ve sosyal hizmet alanında uygulama yapan

•Recaizade Ekrem İlköğretim Okulu: 57 öğrenci, 3 öğretmen.

01 2

2009-2010 eğitim öğretim yılında HAY Projesi’nde 1246 öğrenci ve 33 öğretmen yer almaktadır.

•Hürriyet İlköğretim Okulu: 78 öğrenci, 2 öğretmen. •Bala Hatun İlköğretim Okulu: 68 öğrenci, 2 öğretmen, 2 grup lideri. •Hasköy İlköğretim Okulu: 78 öğ-


Eyüp

Röportaj Tuğba Özkan (16) Hülya Gök (16) Melike Yaşar (16) Yasemin Öztürk (16) Aslı Görkem (26) Recep Ersöz, Alibeyköy Meslek Lisesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni. Kendisi, Alibeyköy’e ismini veren Ali Bey’in torunudur. Geçmişini çok seven ve Ali Bey’in torunu olmaktan gurur duyan Ersöz, konuşması ve davranışlarıyla köklü bir aileye mensup olduğunu belli etmektedir. Eski günlere olan özlemini bizlerle bu röportajda paylaştı. Fatih Sultan Mehmet’ten Ali Bey’e hediye “Alibeyköy’ün tarihinden memnuniyetle bahsederim, çünkü Alibeyköy’ün MÖ II. yüzyıla dayanan bir geçmişi var ve bu bölgede bu döneme ait yaşam izlerinin bulunduğunu da İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki kalıntılardan anlamaktayız. Alibeyköy’e adını veren Ali Bey bir uçbeyidir. Bu kişi Gazi Evrenos Bey’in oğlu olan Ali Bey’dir. Ali Bey’e, Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethinde, göstermiş olduğu büyük yararlılıktan dolayı, malumunuz o dönemde emeklilik denen bir olay olmadığı için, Alibeyköy’ün merkezi hediye edilmiştir; bir tarım arazisi olarak emekliliğinde rahatlıkla yaşamını sürdürebilmesi için bağışlanmıştır. Daha sonra Ali Bey çevresindeki insanlarla bu yörede tarıma başlamış ve o tarım geleneği de -Alibeyköy’ün tam merkezinde olan mısır yetiştirme olayıgünümüze kadar gelmiştir. Çünkü Ali Bey buralarda 1490’ların sonuna doğru yaşamış, çok bereketli olan bu topraklar Ali Bey deresi adını alan çayla sulanmış ve tarım önem-

Röportaj Ezgi Hindistan (21) Hilal Altuğ (14) Hilal Tiryaki (15) Burcu Gürler(15) Giresun’da doğan Şevket Memiş, 1960 senesinde, çalışmak için İstanbul’a gelmiştir ve geldiği günden beri Eyüp’te yaşamaktadır. 1989 yılından beri Eyüp, Silahtarağa Mahallesi Muhtarlığını yapmaktadır. Bizi muhtarlıktaki ofisinde ağırlayan Şevket Bey Eyüp’ü anlattı… Bugünümüze çok şükretmek lazım “Şimdiki Eyüp ile o zamanki Eyüp arasında, yolundan alın da izine kadar çok fark var. Çünkü Eyüp Camisi’nin önünde küçük kulübeler vardı. Bir de fırın vardı. Kahveye girdiğiniz zaman, o zaman çay getirme zorunluluğu vardı. İçme zorunluluğu vardı. Hemen çayı getirirlerdi. Onu bulamadığımız zamanlar vardı. Yoktu yani o zaman... On kuruş muydu, iki buçuk kuruş muydu? Herhalde iki buçuk kuruştu, öyle hatırlarım. Onu da veremeyecek durumdaydık, o kadar sıkıntı vardı. Bugünümüze çok şükretmek lazım. Daha da iyiye gider diye düşünüyorum. Eğer iyi yapılır, iyi şey olursa çok daha iyi olur. Mesela benim muhtar olduğum zamanlar ne doğalgazımız vardı, ne altyapı kanalımız vardı.” “…Eski komşuluk çok daha iyiydi.

“Aşklar, sizli bizli yaşanan aşklardı’’ li bir yer tutmuştur. Mısır dediğimiz olay bölgenin adıyla anılır olmuştur. Ali Bey’den önceki dönemi de var Alibeyköy’ün. Bizans döneminde bu bölgenin adı İnot’tur. Ali Bey sayesinde Bizans adı değişerek Alibeyköy olarak anılagelir olmuştur. Bizans döneminde bu topraklar meraymış. Osmanlı zamanında ise hazine arazisi olmuş. İşte bu hazine arazisinin bir kısmı gösterdiği yararlılıktan dolayı Fatih Sultan tarafından Ali Bey’e hediye edilmiştir. Bölge genellikle fakir insanların yaşadığı bir mezraymış. Zamanla nüfus artışından nasibini alarak köye dönüşmüş. O tarihten itibaren de Ali Bey’in adıyla anılagelir olmuş.

Tabii ki bizim dönemimizdeki müzik, saç, kıyafet ve dans ile 2000’li yılların çocuklarının müzik, saç, kıyafet, dans, tavır ve anlayışı birbirine uymamaktaydı. Benim şahsi fikrim keşke eskiye dönebilseydik, çünkü son kuşağa baktığımız zaman inanılmaz bir Batı etkileşimi, müzikte inanılmaz bir kalitesizlik, efendim kılık kıyafet, saç ve davranışlarda ne yazık ki özensizlik sezmekteyim. Eski biraz daha güzeldi diye düşünüyorum, umarım beni bağışlıyorlardır şimdiki kuşaklar.”

rünü rahatça yaşıyor ve devam ettiriyor. Kimsenin kimseye de karıştığı ettiği yok. …Yani bildiğim kadarıyla Alibey’in Alibeyköyü’nün merkezinde gayri Müslimler asla oturmadı. Fakat Silahtarağa semtinde gayri Müslimlerin yaşadığını biliyorum. İbadetlerinde son derece serbest olduklarını bilirim… Cemevimiz vardır; hemen Çırçır’ın Yeşilpınar’a çıkan yolumuzun üzerinde cemevimiz vardır. Son derece de özgürce insanlarımız kültürlerini ve kültürlerine ait ne yaşaması gerekiyorsa o yaşantılarını yaşarlar. Kimse de kimseye ne karışır ne de müdahale eder. Buralarda hoşgörü hâkimdir.” Yoksulluk gizlenemez

Efendim işte bu tarım toprakları ne yazık ki 1950’lerden sonra gittikçe gelişen sanayi yapılarına yenildi ve de süratle bozulmaya başladı. Göçle birlikte gecekondulaşmaya başladı. 1980 yılına kadar yöre belediyeydi. Bu tarihten itibaren de Eyüp’e bağlandı ve günümüze kadar geldi. Dolayısıyla bu bölgenin tarihi Ali Bey’den çok daha eskiye, Bizans’a ve Bizans’tan da önce MÖ II. yüzyıla kadar dayanmaktadır.” Bir bahar akşamı rastladım size “…Çok düzeyliydi, yani bay-bayan ilişkileri çok düzeyliydi, hâlihazırda da böyle olduğunu ümit etmek istiyorum. Yani aşklar sizli bizli yaşanan aşklardı. Benim annemin ve babamın aşkları en azından öyle aşklardı. Biz, sizli bizli aşklarla büyüyen çocuklarız, şimdiki aşk anlatımına baktığımız zaman işte, ‘Bir bahar akşamı rastladım size/Sevinçli bir telaş içindeydiniz/Derinden bakınca gözlerinize/Neden başınızı öne eğdiniz’ diyen aşklar artık yok. Çünkü devir değişti. Anlayışlar değişti işte, müzik değişti, dolayısıyla kişiler de değişti. Ne yazık ki bozuluyoruz. Moda dönemden döneme değişen bir akımdır.

Recep ERSÖZ /

Türk Dili Ve Edebiyat Öğretmeni

Buralarda hoşgörü hakimdir “Kesinlikle kültürümüzü koruyoruz. Çünkü buraları ataerkil bir kültürdür. Her gelen etnik grup kendi kültürünü yaşatmakta son derece ustadır. Burada çevremizde Arnavutlar, Boşnaklar, efendim daha sonradan 1950’lerden sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinden kopup gelen insanlar var ve burası bir mozaik gibi… Dolayısıyla her gelen insan kendi kültü-

“…Bu, peygamberimizden gelen bir gelenektir. ‘Eğer komşun açsa, sen toksan, bundan utanmalısındır’ der. Dolayısıyla bizim milletimiz onurlu millettir. Hiçbir zaman sıkıntısını, efendim büyük ekonomik darlığını söylemez ama bilinen bir gerçek vardır ki yoksulluk gizlenemez. Tıpkı varlığın gizlenemediği gibi… Bakarsınız, onun yoksul olduğunu anlarsınız ve en önemlisi de kimseye sezdirmeden hiç kimsenin duymayacağı bir şekilde yardımınızı yaparsınız. Çünkü yardım reklamla yapıldığı andan itibaren yardım olmaktan çıkıyor. Mutlak surette hâlihazırda da aynıdır. Dul hanımlar özellikle korunur ve kollanır, babasız çocuklara ve babasız ailelere özellikle kol kanat gerilirdi. Fakat son zamanlarda artık işsizlik hat safhada… Ailelerimizle babanın da çalışamadığı evlerin olduğunu biz görüyoruz. Dolayısıyla sezdirmeden, burun kıvırmadan bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.” Tulumba Tatlısı, Palamutçu Dede, Gezici Sirkler… “Semtte ve çevremizde özel olarak yapılan yemekler vardır ve biz bun-

ları Arnavutlar’a borçluyuz. Boşnak böreğini bugün Alibeyköy’de bilmeyen yoktur hemen hemen. Son dönemlerde yine Arnavut ailelerin devam ettirdiği bir tulumba tatlısı geleneği hâlihazırda vardır. Alibeyköy’ün merkezinde pek çok tulumba tatlıcısı vardır. Diğer semtlerden özellikle alışverişe geldiklerini bilirim.” “Semte dair efsaneler, hikâyeler var. Hemen Namık Kemal Caddesi üzerinde bizim bir Palamutçu Dedemiz vardır, Alibeyköy Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okulu’nun hemen ilerisinde. Palamutçu Dede ile ilgili çeşitli efsaneler, hikâyeler vardır. Biz oranın kutsal olduğuna inanırız ve bayramlarda, özellikle kandillerde bir mum yakarız. Rahmetli Zöhre Hanım 105 yaşına kadar yaşadı ve vefat etti. 105 yaşına kadar Palamutçu Dede’nin mezarına baktı ve temizledi; o mezar geçmişten günümüze bir armağandır. Zöhre Hanım ile birlikte Çınarlı Fatma dediğimiz Fatma Hanım da bu mezarlığın bakımıyla özel olarak ilgilenirdi. Daha sonra da kızı Zatiye Hanım bakımını aldı fakat hepsi ahrete göçtüler.” “…Kesinlikle Alibeyköy’e uğramıyordu gezici sirkler… Fakat benim çocukluğumda Yenikapı sahillerindeki boş arazilere sirkler geldiğini bilirim ve o dönemde sirk izlerdik; fakat 1980’lerden sonra böyle bir aktivitenin de olmadığını üzülerek gözlemlemeye başladım. Sirkler kendine özgü gösterilerdir. Dolayısıyla bir çadır içindedir ve vahşi hayvanlarla sergilenir. Seyirciye bu yaşatılırdı yani, dünkü sirk anlayışı neyse bugünkü sirk anlayışı da oydu. Pek bir değişiklik olacağını zannetmiyorum; fakat biz son dönemlerde bu etkinliklerden artık uzağız. Tabii bu da bir bakış açısıydı, bir yaşam biçimiydi; bu sirk anlayışı da artık günümüzde azaldı.”

‘‘Çok huzurlu halimiz var’’ Şimdi komşuluk bitmiştir. Mesela biz eskiden birbirimizi gördüğümüz zaman, eve götürmeden kimseyi bırakmazdık, çay-kahve ısmarlamadan. Durumumuz yokken bile yemek yedirmeden bırakmazdık. Bu değişti. Tam tersi oldu. Bir konuya bağlıyorum ben bunu; o zaman televizyon falan yoktu ama şimdi ben görsel basına bağlıyorum. Televizyon, komşuluğu, arkadaşlığı kesti gibi düşünüyorum ben, o samimiyeti biraz azalttı veyahut kullanmasını bilmiyoruz. Yani bu da olabilir. Bu yüzden insan insana bir nebze serin bakıyor, soğuk bakıyor. Yani eski samimiyet yok. Biz komşularımızla çok iyi geçiniyoruz. Geçiniyoruz ama eskisi gibi sıcak samimi ilişkiler yok...” Huzurludur mahallemiz “Burada insanlar da biraz iyi niyetli diye düşünüyorum. Sonra, insanlara iyi yaklaşmak lazım. Kötülük… İyilik varken kötülük düşünülemez. Mesela ben bu sağlık ocağını (muhtarlığın üstündeki) söylerken onlara muhtar olduğum zamanda, bana gülüyordu yaşlılar. Burada bir önlüklü doktor gelir de görebilir miyiz, beyaz önlüklü görebilir miyiz? Ya niye göremiyorsunuz? Niye ümidinizi kesiyorsunuz bundan? Devlet güçlenince bunlar yapılacak, yapılır demek ki. Yükseliyor, bir şeyler oluyor, bunlar olur. Buranın yerini, temelini attırmaya başladığım zaman da söyledim. Burada iki tane doktor var. Bu bina tamamen belediyeye ait. Ben de

kira vermiyorum. Benle, sağlık ocağı var; 2 tane doktorumuz var. Üç dört seneden beri hizmet veriyor. Şimdi onlara diyorum, nasıl oluyormuş? Oluyormuş, diyorlar. Demek ümidi kesmemek gerekiyor. Niye olmuyor ki? Ümidi kesen kendisine ümidi kesiyor. Kendisinin ümidi yok ilerisine. Niye yani, senin becerin varsa öbürünün de becerisi vardır demek ki. Olur, yani, daha iyi bir şeyler olur. Bak, huzurludur mahallemiz. Kavgası mavgası yoktur, asayişi çok düzgündür. Buranın da tamamı kozmopolit insanıdır. Buranın yerlisi merlisi yok. Kozmopolit... Hani derler ya, işte affedersiniz... Her yerin de adamı var buranın az da olsa. Hiçbir problem de yok. Rahat geçiniyoruz. Çok huzurlu halimiz var. Öyle aşırı kültür falan… Herhangi bir problem kolay kolay olmaz mahallemizde. Rahat… Her ne kadar kozmopolit diyorsak da öyle kavga mavga, gürültü mürültü yoktur bizim mahallede. Milyonda bir olur, münferit olur, olursa da çok az olur yani. Olmaz da yani ha…” Eyüp’ün büyük bir bölümü gecekondu semtidir “Eyüp’ün büyük bir bölümü gecekondu semtidir hep. Benim mahallemin büyük bölümü de gecekondu semtidir. Canpolat Lisesi nasıl yapıldı? Onu, o iyi imarda tapulama sisteminde okulun alanını ayırdılar. Ondan sonra da biz onun yapımında devamlı müracaat ettik. Netice, üs01 3

tünü belediyeye temizlettik. Buyurun girin, okul çıktı işte meydana. Yani yerimiz olsa çok şeyler yaptırırız ama yerimiz yok. Allah razı olsun belediyeden… Bunlara da, yani gerçek halka, insana yarayacak olan tekliflerimizle hiç geri de dönmedik. Dönülmüyor da. Eğer insana hizmet edecek bir konuysa, ferdi düşünce yoksa içinde, hiçbir zaman geri dönmedik. Asla özel olarak bir şeye Şevket MEMİŞ / Muhtar girmiş insan değilim. Ama mahalle için gitmek zorundayız. Gideceğiz, gitmek zorundayız da. Parklar da aşağıda hep doluydu. Burada bir tane adım atacak yer yoktu, işte o Özal dönemi şeyler yıkılmaya başladı, Haliç temizlendi, parklar ortaya çıktı. Bir bizim mahallemizin içinde parkımız yok. Çünkü niye yok? Boş yer bulamıyorum ki. Bir

trafoya ihtiyacım var. Trafo kurmak için boş yer bulamıyorum. Belediyeye satın almasını teklif ediyorum. Satın alma sistemine gidiyoruz, galiba alacağız bir iki parsel. Elektrik idaresi önerdi, orayı satın alacağız. Yer yok. Çünkü vatandaş işgal etmiş. Vatandaşın elinden boş alamazsınız bunu. Netice, alsanız parasını vereceksiniz. Ya satmıyorsa adam? Satmıyorsa satmaz. Satılan parselleri almayı düşünüyoruz… Yer olsa park yapması, şey yapması kolay, yer yok. Problem, gecekondular var hani. Gecekondular da e kendi kafalarına göre yaptıkları için parsellere tecavüzdür. Yıkıp imara aldığın zaman yollar açılıyor, efendime söyleyeyim mahalle düzeliyor. Yapılıyor. Birkaç sene içinde de bu biter diye düşünüyorum ki biter yani Allah nasip ederse...”


Eyüp

Röportaj Kevser Kılıç (16) Ayşegül Akgün (16) Beyza Çinkar (16) Melten İspirli (16) Ayşegül Abut (24) Hakkı Akar, 1958 yılında 11 yaşındayken ailesiyle Yugoslavya Prizren’den İstanbul’ a gelir. Altı kardeşi vardır. İlk geldiklerinde camekânda revani satarak hayatlarını kazanırlarken, daha sonra Yugoslavya’dan beri uğraştıkları yemek üzerine bir dükkân açarlar. Babasından kalan bu dükkânı yıllarca çevirdikten sonra oğluna bırakır. 51 yıldan beri, Eyüp’te Küçük Saray Lokantası, dededen toruna, semtin yerlilerindendir artık... Ne bileyim o tatlılık yok, o eski tat... “Şimdi semtte değişen... Tatlı insanlar yok, coşku yok, merhaba atma yok, güler yüz yok. Eskiden herkese merhaba derdik, şimdi hep yabancı. Kabuk değişti. Çok yoğunlaştı. İstanbul kalabalık oldu. Eyüp’te böyle kalabalık yoktu ki. Şu gördüğün yerlerde insanlar var. Tepelerde hiçbir şey yoktu biz geldiğimizde. Hiç kimse yoktu. Bu durağa gelen sizler gibi güzel insanlar vardı. Kâhya geliyordu, kapısını açıyordu müşterisinin; kimin nereye gittiğini biliyordu ama şimdi kalmadı, şimdi herkes birbirine bakıyor. Tuhaf tuhaf bakmalar… Ne bileyim o tatlılık yok, o eski tat… Para az olduğu için daha tatlıydı, şimdi para var pul var… Yani o güzellikleri arıyorum şahsen.” “Eskiden akşamüstleri gidilen halk bahçesi vardı, sünnet düğünleri olurdu orada. İsmail Dümbüllü gelirdi. E bazı yerlerde hatıralarımız var tabii. Sinemadan sinemaya geçerdik, sünnet düğünleri… O zaman halk bahçesinde yapılırdı. Düğün salonları pek azdı. Bahçede büyük bir eğlence koyarlardı perdeye. İsmail Dümbüllü işte. Sevim Tanürek… Yani eskilerden… Eskilerin çoğu gelirdi ora-

Röportaj Deniz Şengenç (26) Nermin Şerbetçi (16) Aslıhan Uçar (15) Şüheda Sarıkaya (16) Büşra Yılmaz (16)

“Hiçbir şey kalmadı Eyüp’te” ya. Eğlencemiz buydu bizim. Top oynardık ama tabii ki fazla iznim yoktu benim, çalıştığım için kısıtlıydı. Ama sinemalara giderdik. Tiyatro vardı, tiyatrolara gidilirdi. Beyoğlu’na giderdik, gezerdik biraz delikanlılık çağına geldiğimiz zaman. Beyoğlu o zaman Beyoğlu idi. Şimdi Beyoğlu da bozuldu.” “Hiçbir şey kalmadı Eyüp’te. Bu Yeniyol, bildiğin Demirkapı hep bostandı. Oralar hep bahçeydi. Oralar, şu yukarıları, şu caminin arka tarafları hep mezarlıktı, ev falan yoktu ki. Sırf iskelede güzel bir iki tane düğün salonu vardı, kafeterya gibi. İşte oralar vardı. Vapura binerlerdi. Nostalji… Çok güzeldi o zamanlar, ama şimdi yeşil alan diye hiçbir şey yok, kalmadı, hepsi sıfırlandı. Sana dediğim şu yol var ya, o gördüğün yerler olduğu gibi yukarı kadar hep bostandı, bahçeydi. Oynardık orada. Çocukluğumuzda meyve koparırdık, hurma koparırdık, incir koparırdık.”

yukarıya Beyoğlu’na çıkarsın, o zaman para bol olması lazım ki eğlence için, e bizim gelirimiz az olduğu için n’apıyoruz? İşte o sinemadan, o sinemaya, o gün sünnet düğünü yapıyor birisi, program yapılıyordu. Öyle bir eğlence oluyordu. Programlara da İsmail Dümbüllü geliyordu akşamları. Efendim Server Tanilli Bey gelirdi. Eskilerden Osman Genç vardı o zamanlar. Yani öyle geldiği zaman delikanlılar toplanırdık giderdik. Eğlenceye katılırdık yani. Bir bilet alırdık, sinema bileti ucuzdu, yani

O zaman buraları hep bahçeydi

Hakkı AKAR / Lokantacı

“Yalnızca dört şey değişmedi Eyüp’te: sütçü, sucu, fırın, kasap. Elli senedir bunlar hala devam ediyorlar…” Saygılıydık, doğaldık...

yardımseverdik,

çok

“Bahçeli sekiz tane sinema vardı o zaman. Kışın, bir de yazın, ayrı ayrı. Bahçeli olan yazın oluyor, ferah. Kışın da kapalı sinema var. Sekiz sinema… Daha çok oradaydı eğlence. Başka yoktu ki o zamanlar. Ha

öyle eğleniyorduk. Ailecek gidiyorduk...” “Gezici tiyatrolar yoktu buralarda. Gelmezdi hiç buraya. Ama böyle dediğim gibi şarkıcılar gelebiliyordu, ama tiyatro yoktu. Burası herhalde daha çok kenarda olduğu için mi bilemiyorum, yoktu. Ama iç kısımlarda vardı. Mesela diyelim ki, Aksaray… Orada olur, yani daha başka semtlerde de oluyordu ama burada yoktu.”

“Mimari açıdan değişenler… Gördüğün evler vardı. Bizim arkamızdakiler vardı. Tabii şu benzinci vardı. Benzincinin oralarda şey vardı, odun satılıyordu, kömür satılıyordu. Bostandı buralar. Çarşıdan yukarı kadar inşaatlar vardı. İslambey’den sonra hiçbir şey yoktu. Dağlıktı. Kurtlar inerdi aşağıya. Tabii taşıt yoktu ki o zaman. Sonradan doldu orası. 1961’den sonra Menderes müsaade etti, o zaman başladı dolmaya, oralara yer verdiler. Nasıl Trakya’yı

“Bütün bu bölgeler hep bostandı, tarlaydı” Trabzon’dan yük, insan, hayvan iç içe, yük gemisiyle İstanbul’a on dört günde geliyorduk, hiç unutmu-

geldim o zamanlar. ...O zamanlar Eyüp’te tadına doyulmazdı arkadaşlığın, insanlığın, dayanışmanın,

1932 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Halit Altınkaş, bizlerle dopdolu geçen hayatının Eyüp anılarını paylaştı. “Babam on dört arkadaşıyla 1915 ile 20 arası, tam bilemeyeceğim, Dersim’den kalkmış Erzincan, Gümüşhane, Trabzon… Karadeniz sahilinden yürüye yürüye İstanbul’a varmaya üç kişi vakıf olmuş. Biri babam, biri dayım, bir tanesi de babamın halasının oğlu. Diğerleri sizlere ömür; açlıktan iki buçuk ay içerisinde… O sahilden gelerek... Tabii her yerde ekmek yok o tarihlerde, nerede olacak, harp başlamış 1914’te. ...Ben 1932, 20 Mayıs Cuma günü, Kuledibi Avusturya Hastanesi’nde doğuyorum. O zamanlar gayrimüslimler ekseriyetteydi İstanbul’da, sanat dalında, doktorluk alanında... Doktorum Ermeni bir vatandaştı. ...Biz geliyoruz on dört günde. Trabzon’dan gemiyle İstanbul’a geliyorduk. Dersim’den, af buyurun, beygirlerin sırtında Erzincan’a, Erzincan’dan kamyonla Trabzon’a,

“Biz gençler daha çok top oynardık. Futbol üzerine. Gezerdik. Adalar’a giderdik. Bir program yapardık kendi aramızda, işte bugün oraya gidelim gibi. Maça giderdik toplu halde, böyle maçlar yapardık. Trakya tarafına giderdik. Maç alırdık, aramızda öyle eğlencelerimiz vardı. Geziyorduk, tozuyorduk. O zaman tabii araçlarımız yoktu ki, şimdi herkesin altında araba var. O zaman yoktu, otobüsle giderdik. Denize giderdik Hamballı’ya, yüzerdik. O zaman Hamballı başkaydı; dolu şimdi, çok dolu. Çok güzeldi oralar... Müzik yapardık, trampet alırdık, çalardık. Denize dalardık, eğlenirdik. Bizim eğlencemiz başka olurdu. Tabii güzel oluyor her şey. Kimseyi rahatsız etmezdik. Herkes gülerdi. İhtiyarlar, analarımız, babalarımız, gençler gülerdi. Onlar bize gülerdi yani hoşlarına giderdi, rahatsız etmiyoruz çünkü. Saygılıydık, yardımseverdik, çok doğaldık. Alırdık birisini evine götürürdük. Çok doğaldık.”

Halit ALTINKAŞ yorum. Geldik Karaköy’e yanaştı gemi… 1945’te Eyüp’e geldim. Biz Tuncelililer Zazaca konuşuruz, diğerleri Kürtçe konuşur. O zamanlar burada hiç Doğulu yoktu, ben biraz da Türkçemi düzeltmek için Eyüp’e

paylaşmanın. Ben bu sırada demirci çıraklığı, eczane çıraklığı yaptım. Bu arada da, Merkez İlkokulu vardır, oradan da ilkokul diploması aldım. Türkiye’de 1938’de kurulan 36 okuldan bir tanesi de budur. İlk ku01 4

rulan okullardan. ...1956 senesinde Eyüp’e tekrar döndüm, lastik fabrikasında şoförlüğe başladım. Etiler, Şişli, Okmeydanı, Pierre Loti, Rami, Edirnekapı, Topkapı, Yedikule’ye kadar buralarda bu evler yoktu. Bakırköy vardı, Küçükköy vardı, Alibeyköy vardı, Kâğıthane vardı. Bunlar vardı ama çok azdı. Eyüp Sultan, bütün bu bölgeler hep bostandı, tarlaydı. Abimler bir otobüs aldılar; Eyüp Sultan-Eminönü çalışıyorlardı. Alibeyköy’e at arabalarıyla gidiliyordu o zaman. Biz buradan iskeleden binerdik, Kâğıthane’ye giderdik. Vapurla Silahtar’a, Silahtar’dan da Saadabat’a sandalla giderdik. Orada piknik yapardık. …Ayvansaray’dan Alibeyköy’e kadar yirmi yedi tane fabrika vardı, sahil boyunda. Dedik ki o fabrikaları oraya kurmayın, yarın öbür gün İstanbul o yükü kaldıramayacak batacak. Karadeniz sahiline yapın hiç olmazsa, oradakiler faydalansın, dedik. “Goministler Moskovaya!” diye cevap verdiler bize. 65’te ilk eylemi biz yaptık. İlk darbeyi de ben yedim. 1938’de kurulan bir lastik fabrikası sonradan şey oldu, kamyon lastiği çıkarmış harpte lazım olur diye, sonradan lastik ayakkabıya, mese çevirdiler.”

verdiler Atatürk zamanında, burasını da öyle göçmenlere verdiler. Gülbakanlar başladı inşaata. O Gülbakanlar Şifa Yokuşu, yukarısı var ya, oraları yaptılar olduğu gibi. İnşaatlar çoğalınca zam geldi. Bayağı yoğun oldu her taraf kapandı. Şimdi bir saha yapılacak iki metre yer yok. Bizim Düğmeci’de bir eski evimiz var. Çok eskidir, tarihi eser, ikinci derecede. Öyle duruyor dökülmüş bir vaziyette. Bahçıvan vardı, onu koyduk, ekmek yesin. Yani o zaman buraları hep bahçeydi, şu kısmında işte dediğim gibi evler vardı. Akarçeşme o zaman tarihiydi tabii, halen de öyle… Ama tabii onun etrafına çok şeyler yapıldı. İnşaat çok yapıldı. Artık çok yoğun. Eskiden bu kadar kalabalık değildi tabii. Annem kaşıkları sayardı; kaç kişi gelmiş diye, müşteri fazla yoktu.” Eyüp’ün yerlisi daha çok göçmendir “Daha çok göçmen burası. Eyüp’te eski olan daha çok göçmendir, Eyüp’ün yerlisi sayarsan. Tikveşli diye bir isim var Arnavut. Boşnak oluyor, daha çok Rumelili. Erzurumlular vardır. Daha çok hamallardı, kömür taşırlardı, inşaata giderlerdi. Çorumlular vardı, Amasyalılar… Onlar da öyleydi. O zaman öyle bir semtti ki, yeni yetişen, yeni binalar yapıldığı için işçi şefi lazımdı. O zaman makineler yoktu. Beden gücüyle yapılıyordu. Alır sırtıyla yukarı çıkar, aşağı iner. Vinçlerle çekerlerdi. Hep sırtlarında taşıyorlardı. Lazlar geldi sonra, inşaata başladılar. Daha çok inşaat yaptılar. Arnavutlar daha çok bahçıvanlık yaparlardı, onlar bahçıvanlardı. Bu top sahasının, semtin olduğu yerler de bahçeydi. Hani semtte top sahası var ya, olduğu gibi bahçeydi. Tabii Arnavutlar daha çok yapardı. Bulgarlar çiçekçilik yapıyorlardı. Halen de var, eskilerden çiçekçilik yapanlar. Kalkandereliler saatçilik yapıyordu. Halen de var, şimdi ilkokulun orada saatçilik yapıyor. İşte saatçilik, daha çok bahçıvanlık, dediğim gibi inşaat da vardı o zaman.”

Feshane

Feshane, II. Mahmut tarafından 1826 yılında yeniçeri ordusunun yerine gelmiş olan yeni orduya üniforma dikmek için kurulmuş olan ve günümüzde ise uluslararası fuar, kongre ve kültür merkezi olarak hizmet vermekte olan İstanbul Haliç kıyısındaki tarihi yapıdır. Osmanlı ordusu 19. yüzyıl ortalarına doğru zamanın akımına uyarak üniformalarında değişikliğe gitmiş ve yeni üniformaların karşılanması için II. Mahmut Feshane Dokuma Fabrikasını kurmuştur. 1893 yılında ürettikleri yünlü kumaş ve feslerle Chicago kentindeki uluslararası fuara katılmışlar ve bu fuardan bir ödül ile dönmüşlerdir. Ancak daha sonraları Osmanlı ordusu üniformalarını Avusturya’dan almaya başlayınca tesiste tamamen fes üretilmeye başlanmış ve adı “Feshane-i Amire” olmuştur. Kaynak: Wikipedia


Eyüp

Röportaj Dilay Negür (21) Merve Çulha (16) Tuğçe Taştemir (16) Fatih Sultan Çil (16) Erinç Arda (16) Şazıman Çağlar 1929’da Bursa, Yenişehir’de doğmuş. Ailesi Arnavut göçmeni… Semtte 50 yıldır yaşıyor. 12 yaşından beri mesleği olan terziliği sürdürüyor.

“Terzi olduk gittik” “Ben demircilik yaptım. Lokantacıya girdim. Kahveciliğe girdim. En son, babam, rahmetli bir gün tuttu beni, çarşıda gezdirdi, ‘gel bakalım buraya’ dedi. Gezdirirken baktım, rahmetli ustam makineyi çalıştırıyor, gır gır gır makinenin sesi bir hoşuma gitti. ‘Terzi olacağım’ dedim. Terzi olduk gittik.”

dim ben mesela, otuz iki parça, geniş, ütülü. Böyle kot falan yok o zaman. Sonradan çıktı bu kotlar falan Amerika’dan geldi. Hipiler diyorduk biz onlara, Sultanahmet’te, siz bilmezsiniz onları böyle giyiyorlardı kotları yırtık falan, cepleri böyle uzun. Ben gerçi sevmiyorum ama ne yapayım meslek icabı yapıyoruz

“Bursa-Yenişehir kazasında doğdum ben. Ailemizin kökeni Yugoslavya, Manas’tır. Arnavutuz, 1952’de buraya geldim. 1952’den 1959’a kadar Mercan’da çalıştım, Mahmutpaşa’da. Ondan sonra oradan ayrıldım, 1959’da buraya dükkân açtım ki elli sene oluyor... Ve devam ediyorum işte. Emekliyim ama yine de duramıyorum...” “Çiftçiydik memlekette. Tarlalarımız var orada, çalışıyorduk böyle... Bizim büyük birader buraya gelmişti. Burada evlenmişti. Buraya ben gezmeye gelmiştim. Beni işe soktular. Öyle çalıştım kaldım işte, bu sene olmuş hala çalışıyorum. Ama ben 12 yaşımdan beri terzilikteyim, tarlaya gitmedim. Mecbur olduğum zaman bazen gidiyordum yardım etmeye ağabeylerime.”

Röportaj İdil Çetin (27) Erdi Özdemir (17) Elif Güvendi (15) Selin Işık Orhuntaş(17) Merve Tepecik (16) Dilara Güler (16) 1936 yılında Akpınar Köyü’nde dünyaya gelen Naime Esentepe, 6 yaşında ailesiyle birlikte Eyüp’e yerleşti. 17 yaşında evlenmesiyle bir süreliğine Zonguldak’ta ikamet edip, aradan beş yıl geçtikten sonra ailesiyle tekrar İstanbul’a, Eyüp’e döndü. O zamandan bu yana Eyüp’te ve hala aynı evde yaşamaya devam eden Naime Esentepe, Eyüp’le ilgili anılarını bizlerle paylaştı.

zecek? Çıkmaya korkuyorsun hanımınla. Neler daha...”

Şazıman Çağlar / Terzi “Bana neler geliyor. Seksen liraya pantolon almış yırtık yırtık böyle birkaç yerden yama yaptım fermuarını taktım. Seksen milyar verseler ben onu ayağıma sokmam. Bizim zamanımızda pantolon diker-

artık. Şimdi eskiden böyle kot falan olmadığından böyle ütülü pantolon giyerdi, hanımını alırdı erkek, böyle şapka tüyü vardı... Siz bilmezsiniz onu. Hanımı alıp gezmeye giderdi. Şimdi nerede şurada sokakta ge-

Eyüp’ü dolaşarak evimize geliyorduk “Abim askere gidince, on on üç yaşında ben gittim işe... Öyle vesaitle de gitmek yok, yürüyerek. Siz bilmezsiniz, yukarda şey var, Bülbüldere derler. Ondan sonra, Pierre Loti’yi biliyor musunuz? Pierre Loti, oradan, böyle yukarıdan, me-

“Burası mübarek zat olduğu için kalabalık oluyor Cuma, Cumartesi, Pa-

“Benim anam çok kadındı, çok sıkıntısı vardı” zarlıktan, lastik fabrikasının oraya iniyorduk. Oradan da dönüyorduk tekrar akşamleyin. Benim yaşım küçük diye yarım saat evvel salıyorlardı. Oradan Eyüp’ü dolaşarak evimize geliyorduk. Vesait falan hak getire. Edirnekapı’dan vesaitimiz bir tek tramvay. O da işte, ya Beşiktaş tarafına gidiyor, ya Beyoğlu tarafına gidiyor. Onlarla gidebildiğin yerlere gidiyorsun. Onun dışında, hep yürüyerekti işler.”

Saatle böyle tutarsın sandalını, bir saat seni dolaştırır. Her taraf ışıklı tabii… O denize ışıklar vurur. Çok güzel bir şey tabii o. Dolaşmak, etmek, serinlik...” Feshane alarm verirdi, tehlikeye karşı “Benim anam çok kadındı. Çok sıkıntısı vardı. Ben bilmem ki annemin bir kapıya gitsin de, farz edelim,

İstanbul’a gelmemizin sebebi biraz sıkıntıdan “Köyde ne de olsa o zamanın zamanı. Şimdi vesaitler işliyor. Ama o zaman vesaitler yok. Hastalansan ordasın. Harpler geçirilmiş. Ne olursa olsun bir Çanakkale Harbi geçiriliyor. Bir sıkıntı var. Birinci Dünya Savaşı geçiriliyor. Oralarda, ben de biliyorum Alman Savaşı vardı, İkinci Dünya Savaşı’nda. Onların uçakları buradan geçince top atışına tutulur, ateş edilir, o korkular yaşandı. Yani çok sıkıntılar çekildi. Sırasında, karneyle ekmek alıyorduk. O sıkıntılar oluyordu. Üstüne başına alamazsın, yiyecek ha deyince bulamazsın. Karnelerle ekmeğini aldığın vakit, verdiği bir ekmeği, söz gelişi, bölüşüyorsun kardeşlerinle. Yani İstanbul’a gelmemizin sebebi biraz sıkıntıdan...”

“Ulaşım o zaman daha azdı, ama tabii şimdi ulaşım çok. Ben buradan Edirnekapı’ya yayan giderdim. 52’de geldiğim zaman tramvay vardı. Edirnekapı’dan Sirkeci’ye, Beyazıt’a çalışıyordu… Mercan’da… Buradan işe yürüyerek gidiyordum. Tramvay on kuruştu o zaman, 52’de. Saat yediye kadar çalışıyorduk. Paydos edip, gene Edirnekapı’dan buraya yürüyerek geliyordum. Hangi genç gider şimdi? Şurada iki durak yürümüyorlar, araba durduruyorlar, biniyorlar iniyorlar.”

zar. Üç gün çok kalabalık oluyor. Ama diğer günler o kadar olmuyor yani. Buraya Eyüp Sultan hazretlerinin ruhu için geliyorlar, burada dua ederler. Kimisi taş yapıştırıyor, kimi dua ediyor, kimisi bez bağlıyor. Ama şimdi kaldırdılar onu, yasakladılar.”

lar, içine girelim diye. Benim annem istemedi, ‘ben diri diri toprağın altına girmem, ölürsem burada ölürüm’ derdi. Biz çıktık bayırı, millet de geliyor. Bir de baktık, babam bağırıyor arkadan. Eskiden isim söylemek ayıptı, ‘huu’ derdin. Anneme seslendi, ‘nereye gidiyorsun?’, ‘e kaçıyoruz’ dedi annem, ‘Çabuk dön evine, ölürsen şurada öl’ dedi babam.” “Sonra öyle bir şey ki, evlerin tuvaletleri falan dışarıdaydı. İçerlerde yoktu. Gece yarısı tuvalete gidiyorduk. O zaman hiç korkmuyorduk. Fakat sonradan, bir gece, uçak düşürmüşler. Almanlar falan şey etmiş. Hatta bir zilli uçak geçti bir gün, böyle gündüz. Şakır şakır şakır zil çalıyor. Uçak, görüyoruz. İşte gece gümbür gümbür gümbür, tuvalete indim çıktım. Çıktım ki gökyüzü kıpkırmızı. ‘Anneee’ diye bir bağırdım. Küçüğüm. Ondan sonra, annem başladı bağırmaya, ‘ölüyoruz ölüyoruz.’ Babam uyandı, ‘sen deli misin? Otur’ dedi. Eski Cumhuriyet Bayramı kutlamaları

Naime Esentepe / Ev kadını Haftasonu gezmeleri “Eyüp’ümüzün eski durumu fevkaladeydi. Neden diyeceksin. Biz vapurlarla giderdik Galata Köprüsü’ne kadar. Sandallarla da Kâğıthane’ye kadar giderdik. Silahtar var, oraya kadar piknik yapmaya giderdik. Ooo şarkılar, sözler, konuşmalar fevkaladeydi. Vapur işlerdi taa Kâğıthane’ye kadar. Galata Köprüsü nerde, Kâğıthane nerde... Oraya kadar vapur işlerdi... Biz Küçüksu’ya giderdik, denize girmek için. Kızıltoprak vardı. Fenerbahçe vardı. Adalar vardı. Biz buralara devamlı giderdik hafta sonlarında... İskele başımız vardı bizim. Yani vapurun yanaştığı yer. Bir de onun yanında tekrar şey vardı, Bostan İskelesi. Biz sıcak havalarda, yemeğimizi alırdık, giderdik orada, gazinolarda otururduk. Neden diyeceksin? Serinlik olsun diye.

bana bir lokma yağ ver, tuz ver, şeker ver desin. Hiç bilmem. Ne varsa onunla idare etmişizdir. Çok sıkıntılar çekildi, harp zamanı diyorum sana. Bu İkinci Dünya Savaşı’nda falan... Çünkü her şeyler karneye bindiği için, ne bileyim ben, bütün uçaklar tepende geziyor. Mesela annem, bu unutulmazdır benim için, bir gün börek yapmış. Küçüğüm tabii… Üzerinde şeyin, öyle aygazlar falan yok, ateş yakacak da, maltız derdik eskiden, onlarla iş yapacak, yemek yapacak, çamaşırın, her şeyin onda. O zaman bu Feshane alarm verirdi, tehlikeye karşı, bağırır cankurtaran gibi ıııınn diye. Bütün millet kaçışırdı. Beni de tuttu annem elimden. Bir testi, testide de su. Testiyi de aldı, böreği de. Kaçıyoruz biz. O arada babam yetişmiş arkadan. Şimdi alarm deyince herkes evine kaçıyor. Çünkü neden? Herkese siper falan kazdırttı01 5

“Çok güzel olurdu Cumhuriyet Bayramımız. Neden diyeceksin. Şimdi bu hemen caminin önü var ya, bir çeşme vardır kuru, oraya şey kurulur, böyle yüksek sahne, orası bir. Biraz aşa-

1799 / Haliç’te kayık sefası

ğıda Merkez Okulu vardır. O sokakta ikincisi kurulur. Üçüncüsü, aşağıda iskeleye giderken karakol vardır, orada. Ondan sonra Feshane’nin oraya kurulur. Hep buralarda çalgılar, oynayanlar, dansözler şey ediyordu. Bir de fener alayları. Bu Rami’den gelir, herkes fenerini yakmış. Tabii çalgı, bir taraftan bando gibi… Oradan bütün millet peşine takılır. Bizler de dâhil. İneriz aşağıya Feshane’nin oraya kadar. Orada artık şiirler söylenir, gösteriler yapılır... Bu gezi, gezi dediğim yani Eyüp’te ama saltanat şeyi gibi, böyle arka arkaya şey yapar sandallar. Herkes. Hele bir arkadaşım vardı, rahmetli oldu, Şadıman diye. Onun sesi çok gür. Ben makamla şarkı söylerim, o gelişigüzel söyler. Bir gün almışız kendimizi, söyleye söyleye. Ama annem başımızda, yani başkaları da var. Sonra bir ara, ben bir döndüm ki, aaaa, bütün sandallar bizim arkamıza takılmış, kimse geçmiyor önümüze. Meğerse bizi dinliyorlarmış. Bu şeyi biliyor musunuz siz? Silahtar. Hani şu yukarıda, Sünnet Köprüsü derler. Eskiden sünnet yapmadan önce orada gezerlerdi. Çünkü padişahların falan şeyi var bu Kâğıthane’de. Orada, o salkımlar aşağı kadar inerdi. Yemyeşil bir dere. Sandallar onların altından geçer, gazinoya giderdi. Hani çok zevkli bir şeydi.”


Eyüp

Röportaj Özge Altın (22) Nurdan Özdemir (17) Kader Alptekin (17) Yelda Hitit (16) Furkan Yalvaç (16) Giresun’un Bulancak ilçesinde doğan Safinaz Özdemir 16 yaşındayken ailesiyle birlikte Eyüp’e göç etmiştir. Altmış iki yıllık Eyüp hatıralarını evinde yaptığımız sohbette bizlerle paylaşan Safinaz Hanım, eskiden ayı oynatılan sokaklarından bugün metrobüsün geçtiği Eyüp’ü anlattı bizlere… Feshane’de işçilik “Babam gurbete geldi, Feshane’ye girdi, Feshane’de parmaklarını kaptırdı, parmaklarını kaptırınca ‘ben daha köye gitsem iş yapamam’ dedi, ‘çocuklarıma bakamam’ dedi, çıkmadı fabrikadan. Sonra biz göçümüzü aldık 48’de geldik buraya. Feshane’ye aldı bizi, ‘ben çocuklarımı getirdim’ dedi ‘çocuklarımı yanıma alacağım’ dedi, bizi Feshane’ye aldı babam, ablamla beni. Feshane’de çalıştık. 5 sene çalıştım ben, 50’de girdim 55’te çıktım, sonra evlendim. Bebek olunca çıktım, sonra üstünü ödedim emekli oldum hâlâ emekliyim çok şükür Allah’ıma. Üç oğlum bir kızım var Allah ömürlerini versin, hâlâ yaşıyoruz dedeyle beraber, dede de 84 yaşında. Ben de 77 mi ne, 1933 doğumlu olunca ne oluyorsa. Odur budur, hâlâ buralardayız, Eyüp’teyiz. Nişanca’da oturdum

Röportaj Nevre Taşlıdan (22) Burcu Alkan (16) Koray Saltan (16) Büşra Daltaban (16) Sinem Toprakseven (16) Ahmet Alkan 1928’de Çankırı’da doğmuş. 12 yaşına kadar Çankırı’da yaşamış, sonra köyünden kaçıp İstanbul’a gelmiş. İlk olarak Gümüşsuyu’nda yaşamış olan Ahmet Alkan, Eyüp’ü keşfettikten sonra burada arazi edinmiş. Arazisine ev yapmış ve 44 yıldır geniş ailesiyle bu evde yaşıyor.

“O zaman böyle kalabalık yoktu” beş sene ondan sonra geldim buraya Otakçılar’a.” Düğün “Ben Feshane’de tanıştım eşimle. Eşim de Giresunlu ama anası babası hiç kimsesi yok. Bir akrabaya demiş ki ‘bunu bana isteseniz ya.’ Akraba da, babama anneme söylemiş, babam da baktı etti verdi beni. Oturduğumuz ev de böyle büyük bir evdi Nişanca’da. Şimdi bu evin bir odasına çengi tuttular, o gece Çingeneler çaldı oynadı, çaldı oynadı. Yan tarafta da bir boş oda vardı, o odayı tuttuk. Karyolamı, yatağımı, yorganımı koydular orada oturduk. Kaç sene oturduk orada bilmem, bir odası da ev sahibinindi, ev sahibi yazın geliyordu. Orada oturduk birkaç sene, sonra ayrıldık. Düğünümüz öyle oldu.” “O zaman böyle kalabalık yoktu. 50’de geldi Bulgaristan’dan muhacirler, o tarla çayırlık, taşlıktı. Bunlar 50’de gelince hükümet onlara ev yapıp verdi, bu göç edenlere. Onları Feshane’ye aldı, bizim maaşımızı az verdi; onlara çok verdi, onlardan kesmedi devlet, o muhacirlerden. Ondan sonra her yerden geldi, her şeyden geldi, doldu İstanbul. Babam söylerdi, Ermeniler var, Rumlar var diye; ben Ermeni görmedim burada oturduğum müddetçe. Ama babam gördü, söylerdi babam Ermeniler vardı, Rumlar vardı diye. …Kiliselere hiç gitmedim, aslında neden gitmedim, istedim içimden bir kere ama gitmedim. Balat’ta vardı genelde, Edirnekapı’da var hiçbirine git-

Bir zamanlar Eyüp… “66 senedir İstanbul’dayım. Burada bahçıvanlar, dönerdolaplar vardı. Sonra gecekondular başladı. Çoğaldı burası böyle. Eyüp’ün yarıdan fazla-

Safinaz Özdemir

/

Anne mememi iste! “Eskiden ayılar oynardı sokaklarda bilir misiniz? Şimdi daha oluyor mu bilmem. Eskiden mahallede oynatırlardı. Ayıyı getirilerdi, ‘kaynanan nasıl yatar?’, ayı yatmayacağı yere yatardı, ‘kaynanan hamamda nasıl yı-

kanır?’ derdi ayı böyle elleriyle kafasını sürterdi. Şimdi yok öyle galiba, eskiden çoktu. İki kişi, üç kişi ayı elinde gezerdi mahallede, para toplardı, kapının önünde oynat derdin oynatırdı, herkes ona para atardı. Elinde tefi var, hem çalardı ayı hem oynardı. Sonra tefini tutardı sonra herkes tefinin içine para atardı. … Kızım vardı, çocuk böyle 3-4 yaşlarında, meme emiyor kapının önünde. Böyle adamın biri de aşağıdan yukarıya geliyor, elinde ayı. Kızım oturuyor kapının önünde memesini emiyor; sen, ayı, adamın elinde, aşağıdan yukarı gelir gelmez kızın elinden aldığı gibi memeyi… Aman kızım bir çığlık bir kıyametler kopardı. Aldı memeyi ayı; kopardı, kopardı, kopardı, kırdı da attı. Kızım kıyameti koparıyor mememi aldı diye. Ondan sonra daha da vermedik meme. Sonra Sarayburnu’na gittik bir gün gezmeye diye, bir baktık ayı orada ‘anne mememi iste, anne mememi iste, bak ayı, mememi iste!’ daha çocuk, bakkala sokamıyorum, bakkala gitse memeye bakıyor böyle. Mahallede böyle bir olay geçmişti başımızdan.” “Herko Fabrikası vardı şurada, küçük, geri kalan yeri alabildiğine çayırdı, çayırlık küçük küçük evler vardı burada. Bu bizim oturduğumuz evin yerinde de çok eski, taştan örme bir ev vardı, çok eskiydi o da, sonra müteahhide verdiler de yaptılar. Nerde böyle çayırlık… Herko Fabrikası vardı, ondan sonra demir çekme oldu, kızgın demirler yaptılar, sonra bu binalar yapıldı, şimdi şimdi yeni yapıldı. Bu kadar da çoluk çocuk yoktu o zamanlar, şimdi çoluk çocuk da çok.”

“Sinema açık havada oynuyordu o zaman, toplaşıp arkadaşlarla gittik. ‘Ne annem var ne de babam, yok derdime çare…’ diye, aman o söyledi filmde, biz ağladık arkadaşlarla. Açık havada oluyordu halk sineması, toplanıp giderdik arkadaşlarla... Melek Sineması, halk bahçesi vardı Eyüp’te ona gidilirdi. Toplaşıp sinemaya gidilirdi, bazen ben de giderdim. Tahta sandalyeleri sıra sıra koymuşlar, fena değildi yani içi. Paydos olduğu zaman bir çıkar millet, horon gibi. Şimdi öyle bir şey yok.” Tokmaktepe Mezarlığı’ndan metrobüs yoluna “Eskiler yok şimdi, toplaşıp çıkabilen çıkar, çıkamayan şuraya, parka gider; çok sıcakta orada oturulur, muhabbet edilir. Çay getiren çayını içer, şimdi öyle eskideki gibi değil yani. Şimdi değişik insanlar da geliyor. Kiracılar, o gidiyor, o geliyor, kimi uyuyor, kimi uymuyor. Hele şu Kanal 7, Koçtaş geldi ya, çok değişim oldu burada, çok çok değişim oldu eskiye nazaran. Her yerler öyle oldu. Buralar da çok değişti, koskoca Tokmaktepe’yi oradan kaldırdılar da, anam anam ne tepeydi ne tepeydi... Tokmaktepe’de koca mezarlık vardı. Böyle koca bir tepeydi, tepeyi kaldırdılar işte Haliç Köprüsü’nü yaptılar, o büyük yolu koydular. İşliyor, gidip geliyor yol, şimdi metrobüs diye bir araba çıktı, anam daha dakkada götürüp getiriyor öte baştan beri başa, vızır vızır işliyor koca arabalar. Nereye kadar gidiyor ucu bilmem.”

“Böyle vurmak, kırmak, çalmak o kadar yoktu...” sı Anadolu’dan geldi… Arsaları, belediyenin yerlerini, şurası 5 metre, burası benim 10 metre… Senin kazıklarını buradan çakacaklar, benimkini oradan çakacaklar. Alır birisi, sahiplenmeye çalışır, ben de burayı sahiplendim. Şimdi 3 tane, 4 tane apartmanı olan var. Bir arsa sahibi oldu, müteahhide verdi. Ondan daire yaptı. 5 tane aldı. Fakirdi, zengin oldu. Böyle, bedavadan yerlere kondular çokları…”

Gençlik… “…Geldim, Tahtakale’ye. Buralar hep eski, tarihi eserdi. Tahtakale’nin hanları vardı. Bekâr odasında yattım. Sonra Gümüşsuyu’na geldik. Buraları tahta binaydı, çokları. …Ben kavgacıydım gençliğimde. Biri benim üstüme bıçakla geldi. Ben de orada yarısı briket yarısı da çimento bir taş vardı. Aldım, adamın kafasına vurdum. Adam gitti, tam 39 gün hastanede yattı. Bugün öldü yarın öldü. Ben de kaçtım, yanaşmadım. Polisler beni bulamadı, gizlendim. Ondan sonra çıktım, ifademi verdim. Mahkeme, mahkeme... 3 sene mahkeme devam etti. Cemal Gürsel diye bir paşa vardı, orgeneral. İhtilal yarattı, 9 ay aldığım ceza da daha kararlaştırılmadan kapandı. Vardı öyle kavgalar… Eminönü’nden halk otobüsleri vardı. Kötü otobüsler. Binerdik, takur tukur yolda kalırdık… Yürür, gelirdik böyle, yağmurda, yaşta. Böyle güzellik Eyüp’te, böyle zenginlik nerdeydi? Yoktu. Şimdi çok güzelleşti…”

medim, hiç hissiyat duymadım. Babamın geldiği zaman Rumlar çokmuş burada, işte kovmuşlar onları sur yapılmış. Babam anlatırdı da devlet onları kovmuş da bu tarafa doğru, Edirnekapı’dan aşağı surlar var ya, onları yapmışlar Rumları kovunca gelmesinler diye. Ah babacağızım, karne ile verirlermiş ekmeği, karne ile alırmış, o kadar görmedik biz, babacağızım baktı bize.”

ahmet ALKAN / Camcı “44 yıldır buradayım… Eyüp Camisi’nden buraya pazar kurulurdu. Pazardan alırdı herkes alacağını. Pazara böyle büyük büyük balyalar getirirlerdi. Kumaşlar, şunlar bunlar. En çok o zaman Yahudiler vardı. İstanbul’un ticaret işi ilkin Yahudilerin elindeydi. Yahudiler camcılık yapardı… Buradakilerin öyle dükkânları yoktu. Beyazıt’ta, Mahmutpaşa’da… En çok da Beyazıt’ta dükkânları vardı. Çamaşır makinesi, buzdolabı satan bir yer, tavacı ve tülbentçi vardı… O zaman yüz tane esnaf varsa otuzu Yahudi’ydi… Ben en çok Yahudilerle alışveriş yapıyordum, camcılık işinde.

Yahudiler beni çok severdi… Kahvede otururduk, tavla oynardık… Bana derlerdi, gel. Karaköy’de içerde otururduk, caddede. Gel buraya, şuraya. Beni yenersin, yenemezsin. Tavla oynardık Yahudilerle. Havra Sokağı vardı… Oradakilerle samimiydim ben. Oradaki Yahudi âlemiyle, esnafla falan... Karaköy’de vardı 10- 12 kişi, camcı. Onlarla hep samimiydim ben…” “…İki hamam vardı burada… Sakin yer burası. Kimseler fakirliğinden pek açılamazdı. Zaten İstanbul fakirdi… Zaten Türkiye fakirdi. Sonra sonra zenginleşti. Biz memleketteyken ayağıma çarık bulamazdım giymeye. Askerden geldim, baktım ki herkeste iskarpinler, çift sürüyor… Sonra sonra Menderes çıktı… Onun zamanında biraz toparlandı memleket. Eyüp’te altı yedi tane yeni cami var. Onun dışında hepsi eski cami… Caminin arkasında, orada bir hamam var. O hamam hala duruyor… Bir derneğimiz vardı... Bereç’te bir cami vardır, Fevzi Paşa Camisi. On iki sene o camiyi yapacağız diye büyük katkılar yaptık. Çok büyük bir cami yaptık oraya… Camide otuz kişi vardık, oradakiler, ben derken. ‘Otuz kişi birer direk parası vereceksiniz’ dediler. O zamanın parasıyla bir direk 500 lira. 500’er lira verdik. O iş bitince gene para toplarlardı. Camiye para toplardık, yardım için. Falan yere cami yapılıyor, yardım edin. Ne toplanırsa. 50 lira, 30 lira, 40 lira götürürdük. Oradaki Emek Başkanı vardı. Ben de yardımcısıydım. Orada cami yaptık, büyük bir cami yaptık ki altında şimdi dükkânlar falan var, ticaret yerleri var, gasilhanesi var. Böyle büyük cami yaptık. Adı da Fevzi Paşa Camisidir, Fevzi Çakmak Camisi…” Arkadaşlık... Ne bileyim o kadar samimiyet yoktu “Cumartesi, pazar olunca arkadaşlarla toplaşıp, kahveye giderdik. Pazar oldu mu onlar bana gelirdi, ben onla01 6

ra giderdim. Samimiyet bundan iyiydi. Böyle vurmak, kırmak, çalmak o kadar yoktu… Yazlık sinemalar vardı. Yalnız dört tane sinema vardı yazlık. Üç tane de kışlık vardı... Gene birisi, yazlık çalıştıran o adamın kışlığı da vardı. Sinemaya giderlerdi akşam olunca. Dışarıya gidemeyen, çoluk çocuğunu alır, sinemaya, yazlık sinemaya giderdi… Sinemaya meraklı olanlar, ‘Falanca film varmış, falanca yere geliyormuş, hadi gidelim.’ Beş on kişi toplaşıp giderdik, genç delikanlılar... Ama herkes gidemezdi. Kazanç da azdı, para da azdı ama kazançlar pek kazanç değildi, fakirdi millet. Yani memleket fakirdi. Bundan 60 sene evvel memleket fakirdi. Harpten çıkmış bir devlet… Ayhan Işık’ın, Sadri Alışık’ın, Tarık Pekçe’nin filmleri olurdu… Pierre Loti sonradan gelişti. Bakımsızdı, biz orada otururken. 3 tane kız çalışırdı. Bir de erkek vardı, fesleriyle falan filan. Pierre Loti’de Ali diye bir garson çalışırdı. Benim arkadaşımdı. Ben oraya giderdim... Şeyde buluşurduk biz en çok; Unkapanı’nın kemerin hemen sağında Arapların kahvesi vardı… Bir de küçük pazarda Asmalı Kahve vardı… Ben Pierre Loti’deki kahveye çıkardım. Gelen kahve içerdi. Böyle değildi, köhneydi. Yanında bina vardı, ağaçtandı. Bir kahve vardı içerde. O da tahtadandı. Önünde sandalyeler vardı. Bir de merdivenleri vardı. Turistler gelirdi. Arabayla arka tarafından manzaraya bakarlardı, kahve içerlerdi, giderlerdi… Arkadaşlık, ne bileyim o kadar samimiyet yoktu. Bizim lisanımız kaba. Buranın insanı temiz giyiniyor, kendini beğenmiş oluyor. Anadolu’dan geleni hor görüyor… Ben mesela 67 sene burada olduğum halde kaba konuşuyorum...”

dim, Beyazıt’a, Sultanahmet’e giderdim. Cami cami dolaşırdım. Teravih namazına. Bir iki de arkadaş… Eminönü’nde Büyük İskele Camisi’ne giderdim. Bazen benim sofrada on kişi olurdu, bazen beş kişi olurdu, bazen de hiç kimse olmazdı. O zaman çağrılırdı. O zaman bir de para da azdı, her şey de ucuzdu. Eskiden bir misafiri çağırınca, pastırma alırdın, sucuk alırdın. Şimdi pastırmanın yanına kimse yanaşamıyor. Efendim şunu bunu, en çok ramazanın 15’inden sonra hısım akrabayı davet ederdik. Ben on beş kişi, yirmi kişi evime davet ettiğimi bilirim. Niğdeli arkadaşlarım vardı. Efendim sağdan soldan arkadaşlarım vardı aileleriyle beraber onları davet ederdim 1 hafta evvelinden. ‘Gelecek misin, bak ona göre masraf ediyorum, masrafı senden alırım’ derdim, şakalaşırdım. Gelirlerdi. Ramazanda davet edilir. Ben onlara giderim, onlar bana gelir. Şimdiki gibi gene böyle samimiyet vardı, o zaman da vardı. Daha iyiydi o zaman. Ramazan deyince daha iyiydi. Şimdi biraz soğuk, ramazan deyince... Şimdi gençler ramazana yanaşmıyor pek, böyle… Ramazan olunca şimdiki zenginlerin yemek verdiği gibi parti, yemek verirdi… Ama şimdiki gibi büyük çadır değil de 40-50 kişiye verirlerdi. Nerede fakir varsa yazarlardı onları önceden. Onlar gelirdi… Ben daha oradan bir lokma yemek yemedim. Ama gidenler var. Sonra aşevi vardı, Eyüp Camisi’nin altında. Kavanozlarla gidilirdi, şimdi sefer tası deniyor, eskiden kavanoz derlerdi. Onlarla iki kap, üç kap yemek. Fakirler, adı yazılı olanlar alırlardı. Gene öyle devam ediyor mesela. Senelerdir devam ediyor orası. Fakirleri kollarlardı. Durum böyle…”

Bir zamanlar Eyüp’ün ramazanları… “O zaman eski ramazanlarda akşam olunca oruçlu herkes evine gelirdi. Yemeğini yerdi. Yemeğini yer yemez camiye. Eminönü’ne gider-

*Cizlavit: Lastik ayakkabı **Mensucat: Dokuma


Eyüp

Röportaj Nihal Kapısız (22) Halit Aydın (17) Gülcan Ayhan (16) Ayşe Çetin (16) Gizem Kuğu (16) Gamze Funda (16)

“Herşeyimiz yoktu ama çok daha mutluyduk” 1961 senesinde fotoğrafçılığa başladım. Orada bir buçuk sene fotoğrafçılık yaptım, askerde. Gelince ama-

lık, gazetecilik, spor muhabirliği devam ettik. Hala da Eyüp’teki yerel gazetelere haber yapıyorum.”

Metin Türkmenoğlu Eyüp Pasajı’nın eski sakinlerinden. 50 senelik Foto Metin, Eyüp’ün bilinen isimlerinden. Dükkânın duvarları irili ufaklı bir sürü fotoğrafla doluydu ve gördüklerimiz bize yaşanmışlıklara dair ipuçları sunuyordu. 1940 doğumlu Metin Bey ömrünün her evresini geçirdiği Eyüp semtini ve anılarını bizlerle paylaştı...

Fabrikalar

Meyvesi sebzesi bol olan semtte yetiştik “Babamız Rumeli kökenli, 1912 yılında Balkan Harbi sırasında Makedonya’dan İstanbul’a yerleşmişler, 1912 yılında, yani 97 sene evvel. 1940 doğumluyum, 70 yaşındayım ve 97 senedir Eyüp’te olan bir ailenin çocuğuyum. Eyüp dini ve tarihi bakımdan Türkiye’nin incisidir. Her tarafı buram buram tarih kokar. Çocukluğumuzda Eyüp’ün etrafında on altı tane bostan, bahçe vardı; yani meyvesi sebzesi bol olan semtte yetiştik. Burada Haliç kıyısından Bahariye Yolu’na kadar yüz kırk dört tane fabrika vardı. 1985’te Bedrettin Dalan zamanında, Haliç temizlenmesi sırasında hepsi yıkıldılar. Çocukluğumuz bağlarda, bahçelerde, şifa havuzlarında, Topçular Bayırları’nda oynayarak, eğlenerek, kızlı erkekli gruplar arasında çok güzel şekilde geçti. Eskiden semtimizde büyük küçük, herkese saygı sevgi vardı. Herkes birbirini sever, birbirini sayardı. Herkes birbirinin yardımına koşardı. Birlik, beraberlik vardı. Bostanlar vardı, bostanlarda Rumlar vardı, Bulgarlar vardı, çok iyi komşulardı. Komşunun biri rahatsız olduğunda, hastalandığında ilk önce onlar gelir, onlar ziyaret ederdi geçmiş olsun diye. Her taraf bağlık, bostanlık bahçeydi, kır çeşmelerimiz vardı buz gibi. Her sokağın başında bir çeşme vardı, soğuk su akardı. Oradan soğuk suyumuzu içerdik. Yani her şeyimiz yoktu ama çok daha mutluyduk.” “Eyüp çok güzel bir yerdi. Şimdiki Feshane’nin olduğu yer Tabakhane olarak geçerdi orası. Oradan denize girer, yüzerdik. Şimdiki Eyüp Lisesi, eski Reşadiye Numune Mektebi. Karakolun arkasında, tarihi… Bak şu resim, orada çekilen bir resim. 1918’den bu resim. Aşağı yukarı 90 yıllık. Reşadiye Numune Mektebi’nin oradan abim ile beraber olta atıp, kefal balığı tutardık. Bostan İskelesi’nin yanındaki kütüphanede ders çalışırdık ve kayıklara binerek, şimdiki Kâğıthane, o zamanki Sadabat’a giderdik, mesire yerlerinde piknik yapardık. Meşhur Sadabat, tarihte geçerdi. Yani Eyüp anlatılmakla bitirilmez. Eyüp çok güzel bir yer. Eskiden, alçak bir semt olduğu için Rami’den, Edirnekapı’dan gelen bütün seller Eyüp’ü basardı, sular altında kalırdı.” Sütlüce Mezbahası’ndan Foto Münir’e “Ben ortaokula giderken babam Sütlüce Mezbahası’nda çalışan bir kasaptı. Okuldan çıkınca gider, ona yardım ederdim mezbahada. Ondan sonra ortaokuldan ayrılınca, mezbahada işe başladım. Orada yedi sekiz sene çalıştıktan sonra, 1960 senesinde asker oldum. Erzincan’da iki ay eğitim yaptıktan sonra Elazığ’a tayin oldum. Elazığ’da çavuşken teneke kutudan bir fotoğraf makinesi alarak

çemezsin o kalabalıktan, omuz omuza geçersin. Buranın ramazanı çok şenlik olur. Bütün Türkiye’nin her tarafından buraya akarlar. İftarı, sahuru burada yaparlar. Cami avlusunda yaparlar, Meydan’da yaparlar. Dükkânlar, aşçı dükkânları, lokanta dükkânları, ramazanda hınca hınç dolarlar. Ramazanda iftar vaktinde buraya gelirsen, yer bulamazsın oturmak için.”

Metin Türkmenoğlu / Fotografçı tör olarak Eyüp’te, bir fotoğrafçının yanında, Foto Münir’in yanında, fotoğrafçılığa başladım. İstanbul’da sayılıdır, onun yanında amatör olarak başladım. Öğrendim. Ondan sonra 1960’lı yıllarda, profesyonel olarak Hasköy’de futbol oynadım, kalecilik yaptım. Aşağı yukarı on beş sene profesyonel kulüplerde, mahalli ligde kaleci olarak futbol oynadım. Mezbahada üç gün çalıştığım için kalan boş zamanlarımı fotoğraf çekerek değerlendiriyordum; hem futbol oynuyordum, hem fotoğraf çekiyordum. 1969 yılında, o zaman Cem Uzan’nın babası Kemal Uzan’ın gazetesi vardı, Yeni İstanbul gazetesi, hafta sonları da onun gazetesinde spor foto muhabiri olarak çalışıyordum. 1969. Hem işe gidiyordum, hem hafta sonları çalışmadığım için maçlara gidip, fotoğraf çekip haber yapıyordum. Öyle, bu şekilde spor muhabirliğimiz başladı. Ondan sonra Milliyet Gazetesi’nde amatör maçlar için, Günaydın Gazetesi’nde, Türkiye Gazetesi’nde, Tercüman Gazetesi’nde spor muhabirliği yaptım. Hayatımız böyle devam etti. Hala da Eyüp’teki yerel gazeteler için resim çekiyorum.” “Sonra 1975 senesinde abimle beraber Eyüp İskelesi’nde 1612 yılından kalma, eskiden konaklama yeri olan bir yeri kahve olarak kiraladık. Devraldık. Aşağı yukarı 500 senelik bir yerdi orası. Kahve aldık. Onun yanında da bir yazlık düğün salonu aldık. 11 sene orasını çalıştırdık, tarihi Eyüp İskele Gazinosu olarak. Tarihi kahve. Eyüp’ün bütün eski yerlileri, buradan kalkarlar, hepsi oraya giderler, çay içerlerdi. Çok güzel çay yapardık biz orda. Yanda da düğün salonumuz vardı. Haftanın yedi günü düğün olurdu. 85 yılında Dalan ile beraber tarihi kahvemiz yıkıldı. Tarihi olan yerleri de icabında yıktılar, tarihi olmayan yerlere de tarihi diye tabela koydular, yıkılmadı. Orası öyle gitti karambole. Mal sahibi binayı satınca belediye yıktı orasını. Salonumuz da yıkıldı. Tekeri aldık, çıktık. Ondan sonra fotoğrafçı-

Bahçeli kahve “...O Bahçeli Kahve yıkıldı. Hep kahveler vardı burada. Yani giderdik, bahçeye gider sohbet ederdik. Kahvede otururduk, kâğıt oynardık, muhabbet ederdik. Vardı kahveler. Yakın çevrededir kahveler, çocuk burada çalışırken, hadi gidiyim bir kâğıt oynayayım, iki muhabbet edeyim derdim mesela, müşteri geldiğinde çağırması kolay olurdu. Burada kahveler vardı, buralarda… Hatta burası da elli altmış sene kahveymiş, Eyüp’ün daha bambaşka çevresi vardı. Eyüp’te herkes birbirini tanır,

“85’te hiç fabrika kalmadı. 85’e kadar bütün fabrikalar yıkıldı. Elektrik santrali, orası yıkılmadı da iptal oldu yani. Yani şeyi durdurdu, üretimi durdurdu. Sonra da üniversite yaptılar, yıkmadılar orasını. Üniversite yapıldı. Şimdi burada yıkılan fabrikaların birkaç tanesinin isimlerini verebilirim size. Meşhur Altınyıldız, Sümerbank, Feshane, şimdiki Feshane o zaman tarihte ilk fes yapılan yer… Sümerbank, kumaş fabrikasıydı orası. İlk fes yapılan yer, sonra da kumaş fabrikası. İçini gezerseniz orada resimlerini görürsünüz. Ondan sonra, Bahariye Mensucat, şurada kumaş fabrikası… Makara iplik fabrikası, sabun fabrikaları, yağ fabrikaları, meşhur Gislavet Lastik Fabrikası, ayakkabı ve çizme… O meşhurdur, Gislavet… Tek onlar yapardı. Sıradan böyle sahilde buhar fabrikası, makara fabrikası, orada askeriye vardı arada. Kontraplak fabrikaları, Kelebek Mobilya. Hep kalktı onlar sonra. Fişek fabrikası, av fişeği, silah atım şeyi fabrikaları... 85’e kadar yıkıldı hepsi. Şöyle söyleyeyim ben sana, aşağı yukarı Eminönü’nden, Unkapanı’ndan bu tarafa kadar, Eyüp’ün son şeridine kadar, en son o Gislavet fabrikasına kadar, 144 tane fabrika yıkıldı. 144 tane fabrika… Fabrikada 1000 kişi çalışsa 144000 kişi yapar. Tabii bu böyle olunca ne oldu? Mesela karşı tarafta Arçelik vardı. Arçelik kalktı, sonra Beko oldu, Beko kalktı. Sonra burada çalışan işçi ne yaptı? Fabrikanın kalktığı yere göç etti. Eyüp’te bu istimlâk olunca birtakım insanlar buradan kalktılar. İşyerleri kapanınca bir kısmı gitti, bir kısmı kaldı, işini bıraktı. Yani bayağı bir şey oldu. Buradan fabrikalar kalkınca nüfus da azaldı.”

gidiyor. Ne yaparlardı kayıkçılar? Sacdan dubalar var biliyor musunuz, böyle büyük dubalar vardır. Onları böyle ters yatırırlardı, karşı karşıya koyarlardı. Kızılderililer gibi tamtam çalarlardı. Çalıyorsun, karşıdaki de çalıyor. O istikamete doğru gidiyorsun. Ses buradan gelir, diğer tarafa düşersen kayık çamura oturur. Bu bizim için bir espriydi yani. Biz bağırırdık ‘Sütlüce neresi?’ ‘Yok,’ diyordu. ‘Burası Kadıköy,’ diyordu ordan, ‘Burası Haydarpaşa’ diyorlardı. Dalga geçiyorlardı. Öyle hatıralarımız oluyordu yani. Çok kayık vardı o zaman, çok çalışan insan olduğu için. Çok güzel vapurlar vardı mesela, burada aşağı yukarı on onbeş tane vapur çalışıyordu. Burdan bir çıkıyorduk; Eyüp, sağ tarafta, Defterdar, Ayvansaray, Balat, Fener, Unkapanı, Cibali, Eminönü. Karşı tarafa da uğruyordu; Sütlüce, Halıcıoğlu, Hasköy, Kasımpaşa. Tekrar karşıya geçiyordu, Eminönü. Mesela bazen kızlı erkekli talebeler binerdi burdan vapura, onlar alta kamaraya geçerlerdi. Bir saatte giderdi vapur, hem ders çalışırlardı, hem giderlerdi. Böyle vapurlarla giderlerdi. Bir de bizim eski halk otobüslerimiz vardı. Halk otobüsleri mesela buradan çıkardı. Edirnekapı’da böyle bir kapı vardır. Bilir misiniz? Üstten gitti miydi otobüsler, hızlı girerken otobüs sıkışırdı kale kapısına. O zamanlar tek vasıtamız otobüstü. Hayvanlar vardı bizim zamanımızda. Atlar vardı, eşekler vardı. Kimisi atla giderdi. Ben mesela çocukluğumda buradan Bakırköy’e yayan gitmişimdir. Öyle herkeste araba maraba yok. Yakın yerlere zaten yaya giderdik. Buradan Taşlıtarla’ya, Gaziosmanpaşa’ya yaya çıkardık. Öyle nerde araba? Tabana kuvvet.” Haliç’in Adaları “1950 senelerine kadar Haliç’e giriyorduk yani. Haliç’te bayağı yıkanıyorduk yani. Tabakhane’nin olduğu yerde… Şimdiki Feshane’nin olduğu yerde. Onun ön tarafı. Şimdi var ya otopark falan. Zamanla fabrikaların, mezbahanın, bütün atıkların, sen kuyuya taş atarsan o kuyu dolar ya zamanla, bütün pisliklerinin oraya dökülmesiyle orada adacıklar belirdi. O iki tane ada dörde çıktı. Orada esas iki tane ada var. O iki tane adanın da sahibi varmış. Ama o adalar, o iki ada zamanla gelen pisliklerle genişlemiş. Ve onun yanında iki tane ada daha olmuş. Sonra bundan üç beş sene evvel o adaya tavşanlar koydular, ördekler koydular, canlı hayvanlar koydular. Sonra öldü onlar. Bir şeyler oldu. Şu adayı gezmiştik bir ara. 84 yılında gezmiştik. Sonradan belediye iki adayı eritti. Yani temizledi. O iki ada kalktı oradan. Şu anda oarda iki tane ada kaldı.” Eyüp Lisesi

yardımlaşırdı mesela. 1970’lere kadar çocuk yuvasının yanındaydı Bahçeli Kahve. O Bahçeli Kahve’de herkes oturur, oradan geçerken derlerdi ki, ‘Mehmet’in kızı, Ahmet’in oğlu, Hasan, Hüseyin, onun bunun...’ yani herkes birbirini tanırdı. Çünkü o zaman Eyüp semti daha öz bir Eyüp’tü. Tabii sonra göç başlayınca bayağı bir yabancı olduk biz burada…” Ramazan “Şu anda son 10 senede çok restoran yapıldı. Restoran, köfteci… Ramazanda buraya milyonlarca insan girer çıkar ve ramazanda yollardan ge01 7

Eyüp’ten Bakırköy’e yaya gitmişimdir “Sene 1960, sabah mezbahaya gideriz karşı kıyıda. Şimdi kültür merkezi oldu. Orası bizim mezbahamızdı. Yüz yirmi tane kayık çalışırdı. Şimdi beş on tane kayık çalışıyor. Çünkü fabrika çoktu, işyeri çoktu. On bin kişi çalışıyordu mezbahada. Genelde kışın havalar sisli olur, sisli havalarda, deniz zamanla kirlendiği için, giden kayıklar eğer güzergâhı kaybederlerse, sağa veya sola düşerlerse batağa otururlardı. Sisli havada karşıyı göremiyorsun, iki metre öteni göremiyorsun. Kayıklar geliyor,

“Eyüp Lisesi mezunuyuz. Eyüp Lisesi’nin vakıf kurucusuyum ben, kurucu kırk üç kişiden biriyim yani. Her sene mayısın son pazarında pide günü yaparız. Bütün mezunlar gelir. Eski öğretmenler gelir. Eski müdürlerimiz gelir. Eyüp Lisesi dediğimiz zaman... 1956’da kurulmuş, bizim karakolun altında kurulmuş. Karakolun altındaki lise… Orası tarihi bir okuldur. 1900’lerde falan yapılmış. 100 senelik falandır orası. Fazladır belki. Reşadiye Numune Mektebi… İşte orası 56’da bizim lise oldu. Sonra 72’de Eyüp Lisesi yapıldı. Biz orada her sene mayısın son pazarında toplanırız. Bütün mezun arkadaşlar gelir, 1960 mezunundan tut, bu döneme kadar bütün mezun arkadaşlar gelir, kızlı erkekli gelir. Eskiler çıkarlar anılarını anlatırlar. Öğretmenler müdürler anılarını anlatırlar. Akşamda toplanıp, bir gazinoda bir restoranda eğlenilir.”


Ey端


端p


Eyüp

Eyüp’te Oyuncakçılar İstanbul’un dinsel amaçlı bir ziyaret mekanı olan Eyüp, özellikle sünnet merasimi nedeniyle ziyaret edildiğinden, çocuk müşterilere ulaşma imkânı sayesinde 17.yy’dan itibaren oyuncak üretiminin merkezi haline gelmiştir. Eyüp Sultan Türbesi’ne giderken İskele Caddesi üzerinde bulunan Oyuncakçı Çıkmazı denilen sokakta karşılıklı iki sıralı dükkânlarda yüzyıllarca oyuncak üretilmiş ve satılmıştır. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ne göre 1635’te Eyüp Oyuncakçılar Çarşısı’ndaki 100 dükkânda 105 oyuncakçı çalışmaktaydı. Kimi kaynaklarda ise Eyüp’te oyuncakçılığın ilk defa 18. yüzyılda Dökümcü Hasan Usta tarafından başlatıldığı yazılıdır. Eyüp oyuncaklarının temel malzemelerini Tahtakale’nin tahta atıkları, sobacıların atık tenekeleri, Sütlüce Mezbahası’ndan atılan deri ve bağırsak fazlası, Kağıthane ve Alibeyköy derelerinin biriktirdiği kilin kullanılması oluşturmaktaydı. Bezeme olarak toprak boya ile ve sarı yaldızla, çocuklara hitap edecek dikkat çekici renkler (kırmızı, mavi, yeşil, beyaz) kullanılır, stilize, fazla karmaşık olmayan, yumuşak dalgalı şeritler, benek bezemeler, ışınsal ve basit çizgilerle yüzeylerin hareketlenmesi sağlanırdı. Eyüp oyuncakçıları, ahşap topaçlar, kaynana zırıltıları, kursak düdükleri, darbuka ve davullar, fırıldaklar, hacıyatmazlar, ahşap araba ve sandallar, beşikler, tahta kılıçlar, tefler gibi oyuncaklar üretirdi. Eyüp oyuncakçılığı, 19.yy’da Pera’da açılan mağazalardaki oyuncaklarla rekabet edememiş, bu dönemde oyuncakçıların sayısı 30’a kadar düşmüştür. 1957’de Eyüp Bulvarı’nın açılmasıyla Oyuncakçılar Çarşısı ortadan kalkmış ve Eyüp Oyuncakçılığı yokolmuştur. Kalan 26 parça Eyüp oyuncağı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi koleksiyonundadır, günümüzde sergilenmemektedir. Günümüzde Fener-Balat’taki ev kadınlarına oyuncak yapımını öğreterek Eyüp Oyuncakçılığını canlandırma girişimleri vardır.

Eyüp Sultan Camii Eyüp Sultan Camii dikdörtgen planda, mihrabı çıkıntılıdır. Merkez kubbe altı sütun ve iki filayağına müstenit kemerlere yaslanır, etrafında yarım kubbe, ortasında Eyüp Sultan türbesi, sandukasının ayak ucunda bir pınar, avlu ortasında asırlık bir çınar bulunmaktadır. 1458’den sonra çeşitli defalar tamir gören caminin minarelerinin boyu önceleri kısaydı, 1733’de yeni uzun minareler yapıldı. 1823’de deniz tarafındaki minare, yıldırımla hasar gördügü için yeniden inşa edildi. Cümle kapısı önündeki Sinan Paşa kasrı 1798’de yıktırılmıştır. Yerinde ulu bir çınar ağacı gölgesinde etrafı parmaklıklı bir set ve çimen sofa vardır. Parmaklığın dört köşesinde dört çeşmecik bulunur. Bunlara hacat çeşmeleri, kısmet çeşmeleri denir. Tamir edildikten sonra camiyi açıp namaz kılan Sultan III. Selim Mevlevi olduğu için parmaklıkların üzerinde mevlevi sikkeleri vardır. Dış avlunun caddeye açılan iki kapısı vardır. İç avlu 12 sütuna müstenit 13 kubbelidir.Avlunun ortası şadırvandır. Türbe tek kubbeli, 8 köşelidir. Türbe methalinde nakşı kademi saadet, sağında sebil bulunur. Mihrab eyvandır, minber mermerdir. Mihrab tarafı hariç üç tarafı galerilidir. Son cemaat yeri önünde 6 sütunlu ve 7 kubbeli bir revak vardır. Mermer cümle kapısı üzerinde 9 sıralık kitabenin ilk sırası: Zehi münkadı emri gerdgar zılli Rabbani Serefrazı cihandaranı asrın şahı devranı Menarı nurfeşan sultan selim hanı bülend ikbal Bilin gülbank dahi iyledi pür cümle azani. Bu kadar çok kabir, türbe, lahit başka bir camide iç içe geçmemiştir. Serviler ve mezarlıklar cami çevresini uhrevi bir mekan yapar. Necip Fazıl, Fevzi Çakmak, Ferhat Paşa, Mehmet Paşa, Siyavuş Paşa, Beşir Fuad, Ahmet Haşim, Ziya Osman Saba, Sokullu Mehmet Paşa burada yatmaktadır. Fatih’ten sonra asırlarca padişahlar Eyüp Sultan Camisi’nde kılıç kuşanmışlardır. Bunu Fatih başlatmış, ilk kılıcı Fatih’e Akşemseddin kuşatmıştır. Padişahlar Sinan Paşa Köşkü’nden kayıkla Bostan iskelesine gelir, camide iki rekat namaz kılar, şeyhülislam kılıcı kuşatırdı. Caminin dış avlusunda sebil bulunmaktadır. Üç pencerelidir. Bayramlarda ve özel günlerde şerbet dağıtıldığı için şerbethane denilmiştir.

Pierre Loti Birçok kez İstanbul’da bulunmuş olan Pierre Loti, İstanbul’a ilk kez 1876 yılında bir Fransız gemisiyle, görevli subay olarak geldi. Loti, Osmanlı yaşam biçiminden etkilendi ve pek çok eserinde bu etkiyi gösterdi. Aziyadéadlı romanına adını veren kadınla burda tanıştı. İstanbul’da bulunduğu zamanlarda Eyüp’te yaşadı. İstanbul’a hayran olan Pierre Loti, kendisini her zaman Türk dostu olarak nitelendirdi. 1913 yılında yazdığı La Turquie Agonisante (Can Çekişen Türkiye) kitabıyla Batı politikalarını eleştiren Loti aynı yıl devlet konuğu olarak Türkiye’ye geldiği zaman, Tophane Rıhtımı’nda büyük bir törenle karşılanarak Sultan Re-

şat tarafından sarayda ağırlandı. Balkan Savaşları’da, I. Dünya Savaşı’nda ve sonrasında Anadolu işgalinde Avrupa’ya karşı hep Türkler’i savundu. Milli Mücadele döneminde Anadolu’daki direnişe destek vermesi ve kendi ülkesi olan işgalci Fransa’yı ağır bir dille eleştirmesiyle Loti, Türk halkının da sempatisini kazandı. Öyle ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi 4 Ekim 1921’de Pierre Loti’ ye şükranlarını sunan bir mektup yolladı. Bununla birlikte Pierre Loti, 1920 yılında “İstanbul Şehri Fahri Hemşehrisi” olarak kabul edildi ve onun adını taşıyan bir de cemiyet kuruldu. Daha sonraları İstanbul’da Divanyolu’nda bir caddeye “Pierre Loti Caddesi” ve Eyüp’te bir kahvehaneye de

“Pierre Loti kahvesi” adı verildi. Günümüzde bu kahvehanenin olduğu tepe de Pierre Loti Tepesi olarak anılmaktadır. Ancak tüm bunlara rağmen Loti, Türk aydınlarını ikiye böldü. Kimi aydınlar onun gerçekten bir Türk dostu olduğuna inanırken, kimileri de onun aslında Osmanlı’nın zayıf ve geri kalmış hâlini acıyarak sevdiğini savunuyorlardı. 1925 yılında Nazım Hikmet yazdığı Şarlatan Piyer Loti şiirinde kendisinden şöyle basediyordu: “Hatta sen sen Pier Loti! Sarı muşamba derilerimizden birbirimize geçen

10 01

tifüsün biti senden daha yakındır bize Fransız zabiti!” Nazım Hikmet ilerleyen mısralarında da ağır bir şekilde Loti’yi eleştirerek, onu “Çürük Fransız kumaşlarını yüzde beş yüz ihtikârla şarka satan” bir burjuva olarak tanımlıyordu. Diğer yandan yazar Abdülhak Şinasi Hisar, İstanbul ve Pierre Loti adlı kitabında Loti’ ye övgüler yağdırıyor ve Loti’nin yazılarının bazı Türklerin yazdıklarından daha millî bir his ve zevk taşıdığını söyleyerek, onun Türkiye ile ilgili bütün eserlerinin Türkçeye çevrilmesini diliyordu.

Kaynak: Wikipedia


Eyüp

Röportaj Tennur Katgı (20) Burak Gülen (15) Merve Vatansevdim (15) Özlem Özben (15) Fatma Tekbaş (16) 1932 Sakarya doğumlu Orhan Baba, askerlikten sonra iş için geldiği Eyüp’te ömrünün tam elli beş yılını geçirmiş. Uzun yıllar İngiliz şirketinde çalışmış, emekli olduktan sonra ise bir lokanta açmış. Dile kolay tam otuz bir senedir Eyüp’ün bir Köfteci Orhan Babası var. Camiden çıkıp, çarşıya girdiğinizde hangi Eyüplü’ye sorsanız gösterir. Lokantaya girdiğinizde ise ılımlı, olumlu tavırları ve çok yönlü karakteri ile yaşını hiç göstermeyen Orhan Babayı işinin başında göreceksiniz. Biz sizin yerinize de Eyüp’ü, değişimi, kültürel yaşamı ve bolca da siyaseti içeren sohbetimizi gerçekleştirdik.

“Mutluyduk tabii, bir şey düşünmezdik ki. Yarınım ne olacak demiyordun. Yarınını düşünmüyordun.” 2. Dünya Savaşı yılları “Camlara siyah perde koyardık, içeride öyle kandil ışığında dururduk. Jandarmalar ışık olan yeri dolaşırdı. Öyle geçti savaş. Ama hiçbir şey

Tepede hiç yoktu, tepesi yemyeşildi. Bloklar var yukarda, Şifa tepesi derler. Rami’nin altı bomboş, yeşillik… Ormanın içindeyim derdiniz. Piknik yeleri vardı. Göçler gelmeye başlayınca... Evlerimiz de işte bu ara şu

Ama işten çıkardılar tabii insanları. İşsizlik ordusuna katıldılar. Çoğu artık burada çalışır. Kimi parasını alamadı belediyeden. Kimine sen bu işi yapamazsın dediler. Çoğunun tapusu yok dediler.”

“Burada mesela Beyoğlu tarafına çıkardık, tüm arkadaşlarımız Musevilerdi. Onlarla otururduk, onlarla yer içerdik. Yabancılık çekmedik. Taksim’de Yüksek Kahve vardı, bayanı da erkeği de yaşlısı da genci de orada toplaşırdı, bayram yeri gibi olurdu her gün.” Siyaseten Eyüp’ün Dünü ve Bugünü

Kafkasya’dan göç “1932 Ağustos ayında Adapazarı’nda doğdum Sakarya, Doğançay beldesinde. Askere kadar oralardaydım, yani hiç çıkmadım oradan. 50-51 senesinde askere geldim, iki sene kaldım. Aşağı yukarı 54’ ten bu yana Eyüp’teyim. Şimdi benim baba tarafım Kafkasya’dan gelme, anne tarafım da Batum’dan gelme, yani karışık. Onların bazı anlattıklarına göre, oralarda yaşayamamışlar. Biz nasıl Adapazarı’ndan buraya göçtük, öyle göç gelmiş. O zaman çok göç gelmiş. O zaman kimisi Batum’a yerleşmiş, kimisi Adapazarı’nın yöresine yerleşmiş. Burada bir oluşum yapmışlar. Burada çok var kendi akrabalarımdan, ama göç eden pek yok. Orada devam ediyorlar onlar. Yakın akrabalarımız da var ama toplu göç yok, yani tek tük var.” 1930’larda Çocukluk “Biz çocukken her şey oyun, her yer oyun alanıydı. Çelik çomak derdik, dokuztaş, sek sek... O zaman oyuncak yoktu ki. Oyun alanımız için de boşluk olan yerde oynardık. Çocukların yaşaması için geniş alanlar olması lazım. Şimdi burada boş bulunan yerlere bina doldurdular. Eskiden Eyüp öyle değildi ki. Şimdi bakıyorum müteahhit dolaşıyor, boş buldukları yerleri kapatıyorlar, çocuklara haram olsun diye. Okulların yanlarını bile kapatıyorlar.”

“Şu an muhafazakâr tabii Eyüp. Eskiden muhafazakâr değildi bu kadar. Yaşlı kadın açık da gezerdi, kapalı da gezerdi. Hatta kısa etekler vardı, mini etekler denen. Onlarla gezerdi kadınlar. Tabii kimse kimseye karışmazdı ki. Camiye gitmen ayrı, ibadetin ayrıdır. Şimdi oruç tutmayan gördüklerinde kızanlar oluyormuş bazı yerlerde. Eyüp’te olmadı hiç.”

Orhan ÖNDER / Aşçı yoktu. Millet açtı. Onları doyurmak için ekmek karneyle oldu. Ama millet memnundu halinden. Şu anda bu kadar para bol, araba bol, hastaneler bol ama millet hayatından mutlu değil. Mutluyduk o zaman, bir şey düşünmezdik ki. Yarınım ne olacak demiyordun. Yarınını düşünmüyordun. Şimdi adam evden çıkarken acaba sağ dönecek miyim diyor. ...Bizim iki tane atımız vardı, rahmetli babam çok temiz bakardı. Onları askerlik şubesine götürdü teslim etti hemen. Askeriyede yoktu. Hepimiz gönüllüydük. Memleket bizim, neden gönüllü olmayalım. Ülkenin savaşa girmesi şart değil ki bir kere. Kaç yıldır savaş mı vardı, Kıbrıs’a gittik. Afganistan’a gidiyoruz. Kore’ye gittik.” Eyüp’e geliş “İşi burada bulduğum için Eyüp’e yerleştim. Eyüp işte o zaman en iyisiydi İstanbul’un, İstanbul’un her tarafı iyidir de... Eyüp’ün başka samimi bir hali vardı. Ben askerden sonra bir İngiliz şirketine girdim. Çalıştım orada. Oradan emekli olduktan sonra, aşağı yukarı 1978’de burayı açtım. Dükkân açmadan önce bir minibüs aldım, yemek parası çıkaralım diye minibüsçülük yaptık falan yani. Kendim şoför değilim de, çalıştım yani. Arkadaşlarla dedik ki lokantacılık yapalım, bilmediğim bir meslek, çünkü ben formendim* ben şirkette, onlarda ustabaşıydım. Bu işi 31 senedir yürütüyorum Eyüp’te.”

“Öyle önyargıymış, ayrımcılıkmış, ayrı gayrı yoktu bizde. Herkes Müslüman diyordu kendine. Yunanistan’dan kalma şeyler vardı, esas Yunanlılar. Biz onlarla arkadaştık, isim değiştirdiler; Recep oldu kimisi, kimisi Avni oldu. Onlar da bizim komşularımızdı. İsim değiştirdiler, gitmediler o zaman. Nüfusa da öyle geçtiler. Kaldılar orada. Dönme derlerdi bazıları işte o kadar.”

liklerinde görev yaptım, boş durmadım. Üç tane çocuk, okudular, kimisine lise bitirttik, kimisine üniversite. Okullarda ayrım olmazdı. Biz fakir kimdi bilirdik, çocuk bilmezdi, bildirmezdik. Ailesini çağırırdık, ihtiyacı var ne yapalım diye konuşurduk. Annesi babasına mağaza gösterirdik, oradan giyinirlerdi. Biz gidip parayı öderdik. Çocuk ailesi aldı sanırdı. Hiçbir çocuk da bir yerden verildiğini bilmezdi.”

50 yıl önceki Tepesi’nden bakış

Eyüp’e

Şifa

“Ondan sonra, bu arkalarda siteler var, top sahası var, onlar hep bahçeydi. Böyle yeşillik içinde, caminin önünde kaymakçılar vardı, sütçüler vardı, tatlıcılar vardı. Bulgar kökenliler de vardı, bahçıvanlar da vardı. Burada herkes birbirini tanırdı. Burada da mesela top sahasına kadar gidersiniz, yukarı doğru giderken pek ev yoktu, yamaçlarda vardı.

gördüğünüz, çay bahçelerinin önünden böyle giden yolda, yeni benzinci var onun karşısındaki gecekondu gibilerdi. Hala var çoğu, duruyor zaten. Rami mesela böyle gözükürdü.” “İşte buralarda görürsünüz evleri, ahşaptı genelde, bu cadde çoğunluk öyleydi. İki katlıydı. Hiç apartman yoktu; vardı birkaç tane, eski ama. Büyük bina yapıldığında herkes bakardı. Benzincinin karşısında yeni bir apartman yapıldığında gidip bakıyorduk hepimiz, kaç kat diyorduk. 80’den sonra yapıldı çoğu. Şimdi gidin, buradan çıkın caminin oradan, hala eski evler var, çoğu ahşaptı. Bak şu karşıda ahşap ev vardı. Yıktılar böyle yaptılar. Sağlam ahşap ev olsa daha sağlıklı, romatizması, ağrısı, hiçbir şey olmazdı. Hasta etti insanları. Bu hastanelerin çoğu bu betondandır yani.” Eski Eyüp’e kara yoluyla yolculuk “Arabalar vardı, şehirlerarası otobüsler vardı. Eminönü’nden halk otobüsleri çalışırdı. Tam caminin içinde taksi durakları vardı. At arabası 65’ten sonra değişti. O zaman Beyoğlu, Beyazıt, Galatasaray birer sıra taksi durağı vardı, binerdin giderdin. Devamlı kullanılırdı ama taşımak için. Kamyonlar yoktu ki. Sebze, meyve pazarlara at arabasıyla taşınırdı. Taze taze çevirir alırdık. Çok bolluk vardı Eyüp’te. Yoğurtçular sabahları tepsiyle yoğurt getirirdi. Kaymakçılar vardı. Kalmadı, çünkü yasakladılar. Yasağın önüne geçemezsin. Böyle yapamazsan, yapamazsın dediler. İmkânı olan yaptı, olmayan yapamaz. Tabii hazırları da çıktı. Hazırı çıkınca adam atları sattı. Anadol araba çıktı, Murat araba çıktı. Arabaya döndüler. Yoksa biz Alibeyköy’den Kemerburgaz’a at arabasıyla giderdik.” “Çok fabrika vardı biz geldiğimizde. 80’den sonra yıkıldı. Yerine sahil yolu açıldı. Yapılanlar yapıldı. 01 11

Motorla Haliç’e gidiş “Haliç’te balık tutulurdu, yüzülürdü. Bizim işyerimiz Eyüp Lisesi’nin yanındaydı, oraya bitişikti. Eyüp Lisesi yoktu, askeri levazım okulu vardı. Orası yandıktan sonra Eyüp Lisesi yeni oldu, 80 bilmem kaçta, 70 bilmem kaçta oldu, çok eski değil. Onun tam yanından biz denize karşıydık. Bizim müdürlerimizin hepsi Moda’da otururdu karşıda. Motorla gelirlerdi, yanaşırlardı iskeleye. Vapur geçerdi buradan. Yamaçlar hep boştu, yeşillik ormanlıktı. Bu gecekondular dolunca artık... Belediye de tek belediyeydi, İstanbul Belediyesi’ydi. Kanalların nereye gittiği belli değildi, pis sular hep Haliç’e geldi, böylelikle Haliç’e de girilmemeye başlandı.” Sahildeki gazinolar ve muhabbet için kıraathaneler “Kahvehane kültürü çoktu. Kıraathaneler vardı. Onlar şimdi eskisi kadar önemli değil. Kıraathanelere gidenler sadece oyun için gidiyorlar. Kağıt filan. Hiçbir muhabbet olmuyor. Eskiden otururduk, çay içerdik. Muhabbet ederdik. O onun gözünün içine bakardı, o onun. Şu anda gençler nasıl kafelerde buluşuyorlarsa, o zaman kıraathanelerde görüşüyorlardı. Şimdiki gençler sahipsiz, boşlar. Burada da yani 80’e kadar eğlenecek yerler vardı. Sahilde mesela 2-3 tane gazino vardı. İnsanlar akşamları bir gidiyordu, eğleniyorlardı. Bir sürü yazlık sinemalar vardı, geceleri oraya gidiliyordu. Millet, evlerde boğulmuyordu. Hem masrafsız hem daha ucuz. Yaşımıza göre oturacağımız yeri bilirdik, ben yirmi beş otuz yaşındayken bile öyleydim, hala da öyleyim. Şimdiki gençler öyle değiller, okullarda bile birbirlerini çekemiyorlar. Benim de çocuklarım var torunlarım var görüyorum. O öyle yapmış bu böyle yapmış. Bir maddiyat devri gelmiş. Eskiden öyle bir şey olmazdı. Çünkü herkes dengi dengineydi. Bir öğretmen kadar, liselerde okul aile bir-

“Demokrat Parti 1950’de çıkmıştı. Parti binası da vardı. Birbirlerine gitmeme gelmeme olmazdı. Ziyaretler olurdu, diyalog da vardı. Biz gene diyalog kurmuştuk. 60 İhtilali’nden önce evden çıktım, işe gideceğim. Subaylar vardı caminin önünde. ‘Nereye?’ dediler. ‘Eve’ dedim, fabrikaya gittim. ‘Çıkmayın’ dediler dışarı. Herkes de şaşırdı nasıl geldim diye. Diğer insanlar evlerine gitti. Subaylara eve dediğim için çıkamadım da, fabrikanın işlerini hallettim. Diğerleri boş alanlarda top oynadılar. 1980’de daha katıydı tabii.” “Halk evleri vardı, orada tiyatrolar olurdu. Bir yere bir şey yapılacaksa müracaat ederlerdi, şuraya şu yapılacak, buraya bu yapılacak diye. Okullar yapılacaksa il genel meclis üyelerini bulursun. Köyün okulu böyledir diye sıkıştırırsın. Yollar bilmem ne hep gençler tarafından önerilirdi. Şimdiki gibi çuvalla para yoktu, savaştan çıkmıştık, para yoktu. 60’tan sonra kapandı, askeriyenin bazı şeyleri oldu. Yasalarla kapattılar, devrim yaptılar.” “Yürüyüş miting olurdu. Çok oldu. Gidişatı beğenmedikleri için, Amerika’ya karşı olurdu, Kıbrıs’a karşı olurdu. İş hakkı nedeniyle sendikalar yapardı. Eyüp’ten Taksim’e yürünürdü. Şimdiki gibi devletin polis filan çıkarmazdı önüne. İzin alınırdı ama sen yönetirdin grubu.” “Semtin bir siyasi eğilimi vardı tabii, şimdi siyasi eğilim pek kalmadı. Parayla filan. İnsanların severek girip de çalıştığı bir parti yok, bugün iktidar olan hükümete baktığında yerelden kimse yok. Hep oradan, buradan… Her yöreden olurdu. Eyüp’ten birkaç milletvekilimiz seçilirdi. Şu seçimde muhalefette de iktidarda da hiç bu bölgeden adamımız yok.” *Formen: İnşaat sektöründe bir mevki.


Eyüp

Röportaj Yasemin Özkut (20) Derya Öz (16) Zeynep Demir (16) Sevilcan Dün (16) Taha Karaçuka (15) Salih Efe Özçelik (15) 1938 doğumlu Aysel Karamanlılar Eyüp’te doğmuş ve büyümüş. Yaşanılan zorluklara rağmen asla Eyüp’ten vazgeçmemiş. Eyüp’ün ilk kadın doktoru olan Aysel Hanım çocuk doktorluğu yaparak bütün Eyüplülerin gönlünü kazanmış. Hala Eyüp’te yaşıyor ve zamanında taşınan arkadaşlarının da kendisini kıskandığını söylüyor. Eyüp’ün o “mistik havasına” âşık Aysel Hanım bize içtenlik ve güler yüzle kendisinin ve Eyüp’ün geçmişini anlattı.

“Hıdrellezde tüm adetimiz Silahtar Deresi’ne gitmekti” nenin altındaki iskeledir. Orada söğütler vardı ve biraz oraya giderdik. Orada kahvaltılarımızı yapardık. Akşamları yemeklerimizi yerdik. Çay içerdik. Düğünler orada yapılırdı. Ondan sonra sinemalar vardı. Kaç tane açık sinema… Yaz aylarında açık sinemalara giderdik. Localara… Hatta bazen benim muayenehanede yoğun bir çalışmam olurdu. Gelirlerdi ve beni alırlardı sinemadan. Locadan giderdim. Eyüp’te düşünebiliyor musunuz? İskeleye kadar giderdim, hastama bakardım. Ondan sonra gene gelip locaya otururdum. Sonra filmin yarısını kaçırdığımız için ertesi akşam yine giderdik. Yani öyle yaşantılarımız oldu.”

“Evvelden çok terzilerimiz, benim çocukluğumda, terzilerimiz vardı. Musevi dininden olanlar, Hıristiyan dininden olanlar terzi olurlardı. Onlar eve dahi gelirlerdi. Mesela sabahtan gelirler, akşama kadar bir elbiseyi bitirirler. Ev halkı da yardım ederdi. Böyle gündelikçiler tutulurdu. Benim annem getirtirdi. Sonra benim ablam kendi terzi oldu. Onlar yavaş yavaş kalktılar. Buradan taşındılar ya da vefat etiler bilemiyorum. Kaymakçılar vardı mesela, Bulgarlar vardı. Bütün kaymaklarımızı onlardan alırdık. Yoğurt, tereyağı... Bir de Balat bize çok yakındı. Balat’ta, çok kalabalık bir Musevi grubu var biliyorsunuz. Museviler 1500 senesinde, III. Selim zama-

manpaşa da boştu, onlar oraya yerleştirildi. Alibeyköy ve Silahtar çevresine daha çok doğudan akın olmaya başladı. Onlar da oraya yerleştiler. Geldiler. Gecekondular artmaya başladı. Evvelden gecekondu filan yoktu. Herkesin kendi bahçeli evleri vardı. Burada oturan yerliler de, tabii Eyüp’ün yerlileri de, maddi durumu iyi olanlar bu yaşantıyı hazmedemediler herhalde. Rahatsız oldular belki. Bilmiyorum. Onlar yavaş yavaş imkân bulunca daha başka muhitlere taşındılar. Oralarda oturdular. Fakat tanıdığım bazı aileler vardır. Hala daha zaman zaman buluşuruz, konuşuruz ve derler ki bana, ‘Ayselciğim biz oranın hasretini çekiyoruz, Eyüp’ün.’ Ben de o

O kokuyla beraber yaşamaya alışmışız sanki “Biz çocuklar bahçelerde oynardık hep. Hatta şöyle bir anım vardır; hep onu anlatırım. Çocuktum, o zaman Eyüp’le Sütlüce arasında kayıklar var. Sandallar var, küreklerle çekiliyor. Tabii Sütlüce’de de mezbaha var. Oldukça gelişmiş bir yer. Eyüp İskelesi’ne inildiği zaman, orada dikkatimi çekmiş. Sandalların herhalde o konumları, gidiş gelişleri beni cezbetmiş ki, dedem bana iki ağaç arasında salıncak kurardı, ben de o salıncakta otururdum; hiç durmadan Eyüp Sütlüce, Eyüp Sütlüce 25 kuruş diye bağırırdım. Yani hoşuma giderdi o benim, demek ki o kadar çok etkilenmişim sandallardan.” “Bizim mutlu bir çocukluğumuz vardı. Eyüp’ün çevresinde gördüğünüz o bütün yüksek yerler, bir nevi park sayılırdı, o kadar güzeldi ki; çilek bahçeleri, üzüm bahçeleri, üzüm bağları… Rahmetli dayım avcıydı, dağ tepe dolaşmayı tabii çok seven bir insandı. Bizi alırdı, götürürdü oralarda uçurtma uçururduk, ama oralar şimdi hep apartman. 1955 senesinde bütün bu olaylar bitti, çünkü Taşlıtarla dediğimiz Gaziosmanpaşa denilen yerlere evler yapıldı. Göçmen gelenler, batıdan gelen göçmenler yerleştirildi. O zamandan itibaren nüfus yoğunlaşmaya başladı. Haliç’te kokular başladı. Şöyle ki, fabrikalar kurulmuş. Evvelden Haliç’te fabrika diye bir şey yok; tamamıyla, çok enteresandır, tertemiz adalar, adalarda da tavşanlar yaşardı. Ben hayal meyal çocukluğumdan hatırlıyorum. Dayım bizi Silahtar Deresi’ne sandalla götürürdü, orada uskumru balıkları avlardı. Balık tutardı yani. Onu hep söylerim, gelirdik bahçelerde ızgaralar yapılırdı. Bizim evimizin arkasından tabakhane mevkii ki, bugünkü parkların olduğu yerde, yani Feshane’nin karşısındaki yerde, orada çocuklar Haliç’e girerlerdi. Beni de götürürlerdi ve ayaklarımı falan sokarlardı. Çok rahat oraya giderdik, otururduk. Ama 55 senesinden sonra çeşitli fabrikalar kuruldu. Atıklar atılmaya başlandı, Haliç’te muazzam bir koku… Dayanılmaz bir koku. Benim muayenehanemin olduğu zaman falan hastalarım bana gelirler derlerdi ki, ‘Aysel Hanım siz burada nasıl oturuyorsunuz?’ Biz o kadar alışmışız ki oraya, o kokuyla beraber yaşamaya alışmışız sanki. Onu hissediyorduk, bundan son derece üzüntü duyuyorduk ama Eyüp’ten ayrılamıyorduk.” Beğeniyoruz ve iftihar ediyoruz “Bostan İskelesi şimdiki kesimha-

tırma sucuk satan dükkânlar. Hep her şeyimizi Eyüp’ten temin ederdik. Fırınlar vardı caminin etrafında birçok fırın vardı. Leblebiciler vardı. Daha Eyüp İskelesi’ne gelirken dondurmacılar, yoğurt satanlar... Yani çeşit çeşit satıcılar vardı. Sonra çok enteresan bir şey daha vardı; Sütlüce’de mezbaha vardı. Yugoslavya’dan gelen Arnavut grupları eşeğin, affedersin, etrafına iki tane küfe koyar, gider alışveriş yaparlar mezbahadan. Kedilerine manca* getirtirlerdi. Manca dağıtılır. Kedileri tabii bahçeli evlerde besliyorsunuz. Şimdiki gibi mamalar falan yok. Paçalar gelirdi, paçalar dağıtılırdı. Birçok şeyler yapılırdı. Onu annem organize ederdi. Buralar bostandı, satılırdı her şey. Çok ticaret erbabı yoktu. Bu rahmetli foto Münir Beyler falan vardı. Lokantalar çok azdı…” Eyüplüler yaban değildi

Aysel Karamanlılar

/ Doktor

“Ama mutluyduk. İnsanlar birbirine saygılıydı. Herkes birbirini tanırdı. Alışverişlerimiz, tabii marketler filan yok, belli başlı dükkânlarımız var. Oralardan alışveriş yapardık. Yani mutlu bir yaşantımız vardı. Sonra sonra artık Eyüp gittikçe bozulmaya başladı. Berbat olmaya başladı ve kokusuna filan dayanamadık. Biz evimizi, iskeledeki evimizi bir ara terk ettik. Fatih’te tekrar bir dairede dört sene beş sene oturduk. Bu sefer yine Eyüp’ü özledik. Eyüp’ü özledik, tekrar Eyüp’e geldik. Bu arada Bedrettin Dalan zamanıydı zannediyorum. Eyüp’te bir ıslahat olayı oluyordu. İşte bütün evler yıkıldı yani, ama ücretlerini verdiler. Evler istimlâk edildi. Ondan sonra bir ferahladık fakat biz de artık iskeleden ayrılmış olduk. Zemzem sokağı sizin geldiğiniz o muayenehanenin olduğu yer, yandaki blokta da biz oturuyorduk. Oraya taşındık. Yani ondan sonra Eyüp’te her şey değişti. Yavaş yavaş hakikaten bunları gözlemledik. Çok da mutlu olduk. Her şeyde değişme başladı. Parklar yapıldı. Bir kere Haliç temizlendi. Hatta zaman zaman balık da çıktığı oldu. Şimdi, biliyorsunuz çok güzel; bize göre çok güzel. Yani o yeşil arazi. Bir de Pierre Loti olayı vardı. Pierre Loti, fotoğrafta da size gösterdiğim gibi bir kır kahvesi vardı ve eski, ahşap fakat çok mistik havası olan evler vardı orada. Pierre Loti’ye çıkardık. Yalnız mezarlıklar tabii ki çok bakımsızdı. Bizim aile mezarlığımızda, benim babamın babaannesi de Eyüp Sultan’da yatar. Yani mezarlığımızı çok zor ziyaret ederdik. Sonra mezarlıklar da ıslah edildi. Şimdi Pierre Loti’ye gidiyorsunuz, görüyorsunuz herhalde. Tertemiz oldu. Islah oldu. Şimdi rahatça herkes, turistler gelebiliyor.”

nı yerleşiyorlar oraya, çok köklüydüler ve onlar Bostan İskelesi’ne her cumartesi, onların tatil günü müydü neydi bilemiyorum, gelirler. Giremezdik biz Bostan İskelesi’ne. Haliç vapuruyla gelirlerdi, vapura da binemezdiniz. O kadar kalabalık olurlardı ki, sanki onlarındı orası… Otururlar gayet güzel eğlenirler, ondan sonra giderler. Cumartesi günü tatildi herhalde.” Yavrum burası bir zamanlar tamamıyla bostandı “Ya burası Eyüp’ün sebzesini yetiştiren bir yerdi. Bahçeler vardı. Bizim bu yer bile, kızları hala oturuyor aşağıda, onlar mülkün sahipleriydi. Sonra hepsi yavaş yavaş apartman yapılmaya başlandı. Bu arsalar, arsa olarak satıldı veya bir kısım evleri müteahhitler aldılar. İşte dairelere çevirdiler. Şimdi de artık her taraf ev doldu. Apartmanlar doldu. Alibeyköy deseniz öyle… Silahtar Deresi’ne, mesela Hıdrellezde bizim tüm âdetimiz Silahtar Deresi’ne gitmekti. Dere kenarında piknik yapardık. Ama şimdi yine çok güzel etkinlikler var. Elektrik idaresi vardı. Mesela o zaman elektrik idaresinin oraya giderdik. Silahtar’da Fil Köprüsü’nün orada otururduk. Orada ahbaplarımız, arkadaşlarım vardı ortaokuldan. Sohbet ederdik. Şimdi herkes gitti ve Eyüp’e yabancılar gelmeye başladı. Yani göçler oldu.” “Batıdan gelenler, şey zamanı, ‘55’60 senelerinde filan, Bulgaristan ve Yugoslavya göçmenleri… O zaman, onlara yani o göçmenlere orada yer verilirdi. Tam Eyüp’ün yukarısına doğru çıkın, İslambey’den Üçşehitler’e doğru o boş arazilere evler yapıldı, ondan sonra Gazios12 01

zaman hep onlara derim ki ‘bakın ben gitmedim. Siz de gitmeseydiniz’ derim. Yani insan gitmeden de burada işini halledebiliyor. Göç edenlerle hiçbir ilişki farklılığı filan olmadı. Anlaşmazlık bir şey olmadı. Dostlarıydılar hepimizin.” “Öyle çok fazla ticaretle uğraşan yoktu. Daha çok işçi zümresi vardı. Çünkü Eyüp’ün etrafı fabrika doluydu. Zaten fabrika sahipleri de Eyüp’te oturmazlardı. Hatta hatırladığım kadarıyla Bahariyeli’ydiler. Bazıları benim hastamdı. Fakat ticaretle uğraşanlar bir müddet sonra durumları düzelince zaten Eyüp’ü terk ettiler. Eyüp’te daha çok, fabrikalar yıkılana kadar, işçi grupları

vardı. Öğretmenler, memur tabakası azdı. Memur zümresi olarak ancak çevredeki iş yerlerinde memur olarak çalışanlar vardı. Bir de buranın yerli esnafı vardı. O zamanlar marketler falan yok. İşte belli mağazalar, fırınlar falan var. İşte dükkânlar, mağaza demeyelim. Manifaturacılar, ayakkabıcılar, leblebiciler... O kadar enteresandı ki. Pas-

“Tabii moda takip edilirdi. Giyim kuşam modası vardı. Eyüp halkı dışarıya açıktı. Dindar insanlar vardı. Ama Eyüplüler yaban değildi. Çok açık fikirliydiler. İnsanların hiç birbirini tenkit etme olayı yoktu. Kimse kimseye karışmazdı. Sonradan bu tepkiler başladı. Buna göçler etki etti diye tahmin ediyorum. Eyüp’ün insanları son derece düzgün insanlardı. Modayı takip ederlerdi. Kılık kıyafetleri düzgün insanlardı. Sonra mesela onların en büyük zevklerinden biri de Mercan’a ve Kapalı Çarşı’ya gitmekti. Hanımlarımız sırf gezmek için oralara giderlerdi. Oralarda alışveriş yaparlardı. Günler gene vardı. Ben okuyordum ama hatırlıyorum. Annem o zamanlar günlere giderdi. Çok güzel yaşantılarımız oldu. Ben çocuktum, misafirlikler olurdu. Düğünler olurdu. Çocukluğumda düğünler salonlarda olmazdı. Evlerde olurdu.” “Kadın erkekle ben hiç haremlik selamlık oturma bilmiyorum. Herkes birbirine kardeşti, dosttu. Akşam toplantıları olur, gündüz oturulur. Gayet iyi idi yani… Herkes birbiri ile sohbet ederdi. Fakat Eyüp’ün içinde çok kahve vardı. Tabii daha çok erkekler kahveye giderdi. Ama benim ailemde kahve olayı yoktu. Çünkü benim babam kahveye gitmezdi. Evinde oturup kütüphanesinde kitap okuyan bir insandı. Eşim Mehmet de kahveye gitmiyor. Şimdi o kahveler azaldı. O zamanlar Eyüp çarşısında kahveler çoktu. Sonra Tepebaşı’ndaki tiyatrolara babam bizi götürürdü. Babam öyle etkinlikleri severdi. Tiyatroya giderdik. Açık hava gazinolarına giderdik. Babam kültürlü bir insandı. Bu etkinlikleri çok severdi. Dayım da öyle idi. Hiçbir şeyi kaçırmazdı. Çocuk tiyatrolarına da götürürdü beni. Sonra Eyüp’te oturan hanım arkadaşlarımla da giderdik. Florya’ya giderdik. Hiç kaçırmazdık plajları yazın. Annemler, anneannemler de gelirdi. Hiç üşenmeden hazırlanır, trenlere biner, hep beraber denize giderdik. Onlar piknik yapardı, biz denize girerdik.” “Flörtler pek yaşanmazdı. Ben çocukluğumdan hatırlıyorum. Benim ablalarımın falan, büyüklerimin şey ettiği zamanda flört olayı hatırlamıyorum. Onlar şöyle yaparlardı: O zamanlar biz çocuktuk. Onlar görücü usulü gelirler, kızı beğenirler. Mahalle birbirine haber verir, gelirler kız tarafına, kızı görürler. Ondan sonra işte, oğlanı bir yerden


Eyüp gösterirler. Oğlan öyle gelip evde çok görmezdi galiba. Bilmiyorum. Çocuktum onu da pek bilmiyorum. Bir söz kesilir. Söz de aile arasında kesilir. Ancak nişan olur. Nişandan sonra, anne izni, baba izni ile yanlarına bir de, büyük çocuklar falan varsa, onları da verirler hep beraber gezmelere gidilir, gelinir. Nikâha kadar, benim hatırladığım kadarıyla bu böyle devam ederdi. Ama ondan sonra artık yavaş yavaş seksen senesinden sonra yetmiş beşten sonra falan flörtler falan tabii normal…”

ler otururdu. Oraya kurban götürüp de onlara kurban bırakıldığı zamanları hatırlıyorum. Ama şimdi oraların hepsi apartman oldu. Gayet yüksek apartmanlar. O insanlar nereye gitti, ne oldu onu da bilemiyorum. Belki de memleketlerine döndüler…”

Küçük Hüseyin Efendi, hakikaten Eyüp’te, Eyüp Camisi’nde hocalık yapan bir zatmış. Aşağı yukarı altmış yetmiş sene evvel falan bu olay oluyor galiba. Birisi onu hacda görüyor. Gördükten sonra diyor ki, ‘nerede oturuyorsunuz?’ Bu hacı olan adama diyor ki, ‘ben Küçük Hüseyin

liyor. Eyüp’te camiye geliyor. Buranın baş imamına, ‘ben’ diyor, ‘Küçük Hüseyin Efendi’yi arıyorum, onunla hacda beraberdik.’ ‘Yok’ diyorlar, ‘o öleli çok oldu.’ Ondan sonra adamcağız onun evliya olduğunu düşünüyor. Pierre Loti’ye çıkıyor, Fevzi Çakmak’ın yanındaki

Eyüp’ün kendine ait mistik bir havası var

O insanlar nereye gitti, ne oldu onu da bilemiyorum “Şimdi mesela şurada aşağıda Bostan İskelesi’nin olduğu yerde bir imaret vardır. Bu imaret, buranın bütün insanları fakirlerine yardım eder. İnsanlara günde üç öğün yetecek kadar yemek dağıtır. Öğle zamanı fakirler giderler, yazdırırlar adlarını ve onlar da yemek alırlar. Sonra yani artık çok da fakir bulamıyoruz değil mi? Bulamıyoruz. Bazen öyle oluyor ki bulamıyoruz. Yani çalışıyorlar, şey ediyorlar. Ama herkes birbirine yardımcı olur. Kimse kimseye husumet beslemez, benim gördüğüm kadarı ile. Evvelden böyle sosyal şeyler yoktu, faaliyetler yoktu. Azdı. O yüzden insanlar birbirlerine direkt yardım ediyorlardı. Şimdi o kadar çok sosyal yardımlar var ki. Siz bulamıyorsunuz. Mesela evvelden kurbanlarımızı keserdik, fakirlere dağıtırdık. Şimdi artık bunları yapmıyoruz. Belli kurumlar var, kurban bayramında o kurumlara götürüp veriyordunuz. Çünkü onlar hizmet veriyorlar. Bizim ona buna et götürmeye ihtiyacımız kalmıyor. Ama mesela ben hatırlıyorum, Silahtar tarafında evvelden çok fakir-

lenler hep yabancılar. Bizim insanlarımız türbelere gidip, böyle el sürmez yüz sürmez, öyle şeyler yapmazlardı. İbadetlerini bilerek yaparlar, mesela Cuma günleri, benim dedem derdi ki, ‘Cuma namazına kimse gitmesin misafirlerimize bırakalım. Biz her zaman geliyoruz’. Başka camilere giderdi. Ama camilerimiz o zaman çok harabeydi, şimdi hepsi restore edildi, tertemiz oldu, hepsine gidilebiliyor.”

Burada dini efsaneler vardır, mezarlıklarda olan “Burada Küçük Hüseyin Efendi vardır, Pierre Loti mezarlığında. Bu

Efendi, Eyüp Camisi’ndeyim, beni gör geldiğin zaman İstanbul’a.’ O, Anadolu’da bir yerde yaşıyormuş, ticaretle uğraşıyormuş. Adamacağız birkaç sene sonra İstanbul’a ge-

mezarlığı yaptırıyor. Bu dilden dile dolaşır, mezarı ziyaret falan da ediliyor. Onun dışında pek ilgilenmezdik. Halk da öyle pek fazla umursamaz. Şimdi, bu türbelere falan ge-

“Feshane’yi hatırlıyorum, Feshane bizim çocukluğumuzda... Benim babam da Almanya’dan gelince ilk önce Feshane fabrikasına giriyor. Orada dokuma işleri olduğu için orada çalışıyor. Dedem oranın ustabaşılarından biri. Hep kumaşlar dokunur edilir. Gel zaman git zaman Feshane, çok etkinliği olan bir yer oldu. Silahtar’daki o elektrik fabrikası uzun süreler atıl vaziyette bırakıldı. Ancak yeni bir etkinlik yapıldı biliyorsunuz o çok güzel oldu. Birçok yerde yenilikler yapıldı yani. Hep benim üzüldüğüm şeylerdi onlar. Hele Haliç’in kirlenmesine o kadar çok üzülmüştüm ki... Sonra o kadar kötü oldu ki! Dayanılmaz oldu, beni çok etkiledi tabii. Fakat şimdi mutluyuz tabii, inşallah daha da güzel olur. Feshane, o mezbaha şimdi etkinlikler yapılan yer oldu. Ben Eyüplü olarak tabii mutluyum hiç olmazsa ölmeden gördüm buraları. Biz yazın Tekirdağ’da bulunuyoruz. Buraya geliriz, daha gelirken, Haliç’e inerken ‘öf Mehmet koku dayanılmaz. Aman olsun şükür geldik ya Eyüp’e’ derdim. Şimdi öyle değil, şimdi geldiğim zaman huzur içinde iniyorum Eyüp’e.”

Basında Sokağımdan Tarih Yazıyorum

ntvmsnbc

TÜRKİYE GAZETESİ HABERTÜRK

DHA

CNNTÜRK MİLLİYET

01 13


Eyüp

Röportaj Hülya Mete (24) Çiğdem Yıldız (15) Dilara Yanbul (15) Meltem Güveyi (15) Merve Kahraman (15) Tusem Kocadölü (16) Hüseyin Bey, İstanbul Ortaköy’de Naci Bey Caddesi’nde, Boğaz Köprüsü’ne iki yüz metre kala, 65 numaralı iki katlı bir evde doğar, yedi yaşında iken II. Dünya Savaşı başlar. “Ben küçüktüm o zaman 1946 Alman Harbi… İsmet paşa diyor ki İstanbul harp sahası olabilir. Anadolu’ya gideceklere Devlet Demiryolları bedava tabii, Almanya Rusya’yı vuracak, harbin içindeyiz. O zaman memlekete gitmişiz.” 1950 yılında İstanbul’a geri döner. Kahvecilik yapan ağabeyinin yanında işe başlar. 14-15 yaşlarına gelince ağabeyinin yanından ayrılıp kamarotluk yapmaya başlar. Yedi sekiz yıl kamarotluk yaptıktan sonra Erzincan’a döner, orada evlenir. 1962 yılında tekrar İstanbul’a gelir, kahvecilik yapar sonra nakliye işine girer. Bize doğduğu şehir olan İstanbul’u, yerlisiyim dediği Eyüp’ü anlattı… Boğaz donmadı “Boğaz Donmadı! Tuna Nehri’nde şiddetli kıştan buz parçaları oluştu, sonra bu buzlar Karadeniz’e dökülüp oradan Marmara’ya geldi. Böyle olunca ‘Boğaz dondu’ dendi. Kadıköy-Üsküdar arasında sandallarla biraz açığa gelip sonra buzun üstünde boğazda yürüyenler oldu, resim çektirenler oldu.” “O zamanlar kamarotluk yapıyordum. Buradan Romanya’ya bakkaliye götürüyoruz. Bizim gemi limanda idi, yedi sekiz personel vardık. Yıl 1954, Cumhuriyet tarihinin en şiddetli kışı idi. Gece yarısı birden kalktık ki deniz, Karadeniz, baştanbaşa buz! Tuna Nehri, Romanya’dadır. Tuna Nehri donuyor, o şiddetli fırtınada Karadeniz’e akıp geliyor. Biz gemiyi terk etmek zorunda kaldık. Üç buçuk saat denizin üstünde yürüyüp karaya çıktık, İğneada’ya. Her taraf buz, şiddetli fırtına… Bu sırada kaptanımız soğuktan öldü. İğneada’da deniz kurtarma ekipleri aldı bizi, Terkos’a otobüslerle geldik, sandalla Terkos Gölü’nü geçtik. Hep küreklerle buzları kıra kıra geçtik, tabii yanımızda bir de tabut, Edirne Asfaltı’na geldik. O zamanlar da ağaç kapılı otobüsler vardı. Onlardan birine bindik. Kaptan’ın cenazesini Fatih’teki evine götürdük. Bizim gemi Karadeniz tarafında kendi başına kaldı. Tabii buzlar eriyince Ağva Deresi’ne doğru gitmiş, o zamanlar limandı orası, bizim gemiyi çapa atıp limana çekmişler. Kaptanın cenazesini bıraktıktan sonra gittik, gemiyi aldık sahiplerine getirdik. Kamarotluk olayı da böylece kapandı. Tekrar ağabeyimin yanında kahveciliğe geldim.”

Haliç

“Çeşmeden akan suyu içerdin” Galata Köprüsü’nden Alibeyköy’e tarih kokan bir tur…

lışan işçiler de Alibeyköy, Eyüp Sultan, Çeltik’te oturuyordu. Yirmi, yirmi beş yıl önce Alibeyköy’ün nüfusu çok azdı 100- 150 hane idik ancak, zaten daha öncesinde Alibeyköy, köydü. Eyüp’ün içi de çok ufaktı, bir tek oradaki göbek vardı. Sonrasında gelişti, genişledi.”

“Haliç’in deniz tarafında hep eski eski binalar, sandal barakaları vardı. Yemiş Hali Galata’daydı, sebze hali de deniz tarafında idi. Anlattığım zamanlar 1970’ler, 1980’ler… Şu anda orada feribotlar var ya, “Bu evi yapmadan önce Güzeltepe’de işte oradan başlardı hal. Kuruyemiş kirada oturuyorduk, aynı evde dört hali, sebze hali, yağ hali diye devam kiracı idik, kirayı ortak ödüyorduk, ederdi; Unkapanı Köprüsü’ne kaevin 4 odası vardı, her odada bir aile dar giderdi. Unkapanı Köprüsü’nden sonra Balat vardı, Balat’ta sandal barınakları vardı, sandal tamir ederlerdi. Balat’ta gayrimüslimlerin hastanesi vardı; Ermeniler, Yahudiler... Geldik Silahtarağa’ya tam Oğuz Canpolat Lisesi’nin önünde tuğla fabrikası vardı. Şu anda bacası var hala. Eyüp Hastahanesi’ne gelmeden sağda kontrplak fabrikası vardı, tam hastanenin önünde Komili yağ fabrikası vardı. Çeltik’e doğru geldi- Hüseyin Kocadölü / Emekli Nakliyeci ğimizde kum depoları vardı. Şu an sizin Oğuz Canpoyaşardı. Köyden birileri geldiğinde lat Lisesi önünde olan parkların, resyardım ederdik ama pek bizde kaltoranların yerinde hep kum depolamazlardı yerimiz yoktu, hanımın rı vardı. Sonra Silahtarağa Elektrik ağabeyinin evinde kalırlardı daha Fabrikası vardı, şimdi orası üniverçok. Hanımım benim köylümdür.” site oldu. Alibeyköy tarafına doğru “Eskiden burada bakkal bile yokÇelik Fabrikası, ÇBS boya fabrikası tu, biz 1975’te buraya kazmayı vurvardı, Demirdöküm fabrikası vardı. duğumuzda, ekmeğimizi almaya Eyüp’ün içinden, Demirkapı’ya çıAlibeyköy’e inerdik. Silahtarağa’nın karken 1985’te filan Anavatan zamaorada Salı Pazarı kurulurdu, alışveriş

ğişti. Son senette tapuyu almak için belediyeye gittim, dediler hükümet değişti. Buralara hala hazine yeri diyorlar ama devlet burayı bize törenle sattı. Şimdi kırk sene evvel ödediğim parayı ufak bir para saydılar, tekrar para ödeyip tapu almaya çalışıyorum.” Balta burunlu minibüsler “Eyüp’ün içinden Demirkapı’ya çıkan yolda -şimdi Eyüp Bulvarı- sağlı sollu evler vardı. Beyazıt’tan gelen minibüsler, otobüsler Edirnekapı Halk Ekmek’in önünden, mezarlıkların içinden aşağı, Eyüp’ün içine doğru inerdi, Akarçeşme’ye gelirdi. Akarçeşme bugünkü belediyenin arkasında kalan yer. Eyüp Bulvarı açılınca bu yol iptal edildi.” “1970’lerde balta burunlu minibüsler vardı. Yirmi beş kuruş verip Aksaray’a giderdim. Balta burunlu minibüsleri doldururlardı, arabanın burnu öne kalkardı. Aksaray’dan dolup kalkardık, bizim bir minibüsçü arkadaş vardı: ‘Oğlum’ derdi, ‘şişmanları bir yana zayıfları bir yana koy!’ Gidiyoruz ilerde bir müşteri görürdü, bir fren kordu hızlı giderken, haydi millet birbirine karışırdı. Başka araç yoktu ki o zamanlar. Buraya otobüs yoktu, o minibüslerle gidip gelirdik.”

lanır, dernek araba gönderir, arabası olmayanlar onla gider; arabası olanlar arabaları ile gelir, Belgrat’ta piknik yaparız.” “Eskiden at arabaları, eşek arabaları vardı onlara binerdik; sonra Haliç’te sandallar vardı onlarla gezerdik. Ama en büyük eğlencemiz fuara gitmekti. İzmit Fuarı vardı, İzmit’te de tanıdıklar, hemşeriler var, hem onlara hem fuara giderdik. Feshane’nin önünde park vardı, oraya salıncaklar kurulurdu, ip atlanırdı, tahterevalli yapılırdı. Eskiden Feshane şenlikleri bir başka olurdu, buranın insanları olurdu, pek yabancı gelmezdi dışarılardan, hep beraber eğlenirdik… Şimdi eğlenecek yer yok ki İstanbul’da…” “1970’lerde en büyük eğlencemiz sinema idi. Eyüp’te Demirkapı’ya çıkarken Açıkhava sineması vardı. Eskiden gazozumuzu alır, çekirdeğimizi alır, çoluk çocuğumuzu alır, komşularla sinemaya giderdik. Eyüp’te iki sinema vardı; biri Demirkapı’da biri de Silahtarağa’da idi.” Deniz ışıl ışıldı, elimi suya daldırsan palamutları yakalayacağım sanırdım… “Ben 14-15 yaşlarında iken, Fındıklı’da ağabeyimin yanında çalışırken, Fındıklı, Kabataş tarafında palamutlar vardı, görürdük, deniz ışıl ışıldı, elimi suya daldırsam palamutları yakalayacağım sanırdım. Hatta daha da evvelinde bir hikâye duymuştum o zaman daha 7-8 yaşlarında idim, bir gayri Müslim karşıda Kadıköy tarafında otururmuş. İşyeri Mahmutpaşa’da imiş, Karaköy Vapur İskelesi’nden karşıya geçermiş, şimdi her yerde var vapur iskelesi, bizim çocukluğumuzda bir yerde vardı. 1950’lerde de balıkçılar vardı, balıkçıların yanından vapur kalkardı. Adam vapura binerken 100 para, delikli paradır o yani iki buçuk kuruş, denize düşürmüş. Onun rengi de sarıdır; denizin içinde hep parlarmış, adam gidip gelirken hep gözü paraya takılırmış, aynı iskeleden geçiyor ya sabah akşam, gözü hep orada. O yüz parayı oradan çıkarmak için dalgıca beş kuruş veriyor, gözü oradan kesilsin diye, parayı çıkarttırıyor. Bu dediğim 65 sene evvel, 70 yıl önce deniz o kadar temizdi ki, düşürdüğün parayı görürdün. Çeşmeden akan suyu içerdin. Temizdi hava da şimdiki gibi değildi.” Haliç’in ortasında bir ada?

nında, Arap fonu ile Eyüp Bulvarı’nı yaptılar. Özal başbakan, Kenan Evren cumhurbaşkanı idi. Mal sahiplerinin parasını ödeyip oraları satın alıp yıktılar. Eminönü Yemiş Hali’nden Mısır Heykeli’ne kadar hep yıktılar.” Alibeyköy “Yıkılan yerlerde fabrikalar vardı; boya fabrikası, duvar kâğıdı fabrikası, kumaş fabrikaları… Orada ça-

yapmaya oraya giderdik. Tam pazarın yanında taş ocakları vardı, bundan kırk yıl önce bu evler yapılırken, oradan gelen taşlar kullanıldı.” “Eskiden buralar dağ bayırdı, zaten eski ismi de Köpek Yaylası’dır. Demirel Hükümeti burayı parselledi. 3555 parsel yaptı. Kiracı olup müracaat edenlere, on sene ödeme yapıp, tapu alma şansı verildi. Biz de aldık, ödemeye başladık, tam 10 sene oldu, bir baktık ihtilal oldu, hükümet de-

Yeni eğlencemiz dernek piknikleri, bir de eski zaman eğlenceleri vardı… “Bizim köyümüzün derneği var, oraya üyeyiz: Erzincan Köyü Kalkındırma ve Güzelleştirme Derneği. Fakire fukaraya yardım yaparız, senelik aidatlarımız var. Bayramlarda toplanırız, cenazeler olur, yardımlaşmalar olur. Her bayram toplanırız, senede bir kır gezisi yaparız. Millet birbirini tanır. Çoluk çocuk buradan top-

“Bugün Haliç’in ortasında iki ada var, onlar eskiden yoktu. Kâğıthane deresinden gelen çöpler, kum fabrikasından gelen pislikler çamur halini aldı ve 1960’larda tam vapur iskelesinin karşısında bir ada oluştu. Üstüne barınak yaptılar, tavşan barınağı yaptılar. Oraya sandalla giderlerdi, tavşan beslerlerdi. Şimdi iki ada var, bir tanesi de tam Çeltik’in önünde.”

Haliç, (Altın Boynuz olarak da bilinir) İstanbul’un bir koyudur. Haliç’in kelime anlamı, nehir ağızındaki koy demektir. Yunan efsanesine göre; Megaralılar, kralları Beyaz’ın annesi Keroessa için Altın Boynuz ismini vermişlerdir. Haliç doğal bir limandır. Haliç üzerinde 3 köprü bulunmaktadır. Bunlar: Unkapanı Köprüsü, Galata Köprüsü, Haliç Köprüsü. Bizans döneminde kolonileşme de burada başlamıştır. Aynı zamanda Bizans İmparatorluğu’nun denizcilik merkeziydi.Sahil boyunca uzanan duvarlar,şehri bir deniz filosu atağından korumak için inşa edilmiştir. Haliç’in girişinde istenmeyen gemilerin girişini engellemek için, şehirden karşıya eski Galata kulesi’nin kuzeydoğu ucuna uzanan geniş bir zincir vardı. Bu kule Latin haçlılarınca 4.Haçlı seferinde 1204 yılında geniş bir şekilde tahrip edildi. Fakat Ceneviz’liler yanına yeni bir kule inşa ettiler. Bu kule meşhur Galata Kulesi 1348 Christea Turris (Tower of Christ: İsa’nın Kulesi) diye adlandırılır. Haliç’i karşıdan karşıya kapayan zinciri kırabilecek veya hile ile galip gelebilecek dikkate değer üç zaman vardı. Onuncu yüzyılda Viking’ler uzun gemilerini boğaz dışına, Galata etrafına sürüklediler ve onları kızaktan tekrar Haliç’in içine indirdiler. Bizans’lılar onları Yunan ateşi ile yendiler. 1204 de 4.Haçlı seferinde, Venedik gemileri zinciri koç ile kırabilecekti. 1453 de Osmanlı Sultanı II. Mehmed’in gemilerini yağlanmış kütükler üzerinde Galata içlerinden karşı yana geçerek Haliç’e indirmesi. Şehrin, Fatih Sultan Mehmed’e tesliminden sonra; Yunanlılar, Yunan Ortadoks Klisesi, Gürcüler, Yahudiler, İtalyan tüccarları ve diğer gayri müslimler Haliç boyunca fener ve Balat bölgesinde yaşamaya başladılar. Bu gün altın Boynuz her iki yakada yer alır. Sahil boylarınca parklar vardır. Güzelliği ve tarihinden dolayı turistlerin ilgisini çekmektedir. Kaynak: Wikipedia

14 01


Eyüp

Gönüllü Eğitmenler Sahada... İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın desteğiyle ve Habertürk’ün ana sponsorluğunda gerçekleştirdiğimiz “Sokağımdan Tarih Yazıyorum” projesi 3. Eğitmen Eğitimini gerçekleştirdi. Projede yer alacak üniversite öğrencisi gönüllü gençlerin katıldığı “Sözlü Tarih/Yerel Tarih” konulu eğitim, Tarih Vakfı’ndan Gülay Kayacan’ın eğitmenliğinde yürütüldü. 19-20-21 Şubat 2010 tarihlerinde Sepetçiler Kasrı’nda gerçekleştirilen eğitime İstanbul’un çeşitli üniversitelerinden toplam 30 üniversite öğrencisi katıldı. Sokağımdan Tarih Yazıyorum projesinin yeni gönüllü eğitmenleri önümüzdeki haftalarda İstanbul’un Maltepe, Üsküdar, Zeytinburnu, Beykoz ve Sarıyer ilçelerinde liseli öğrencilerle bir araya gelecek ve birlikte bu ilçelerde sözlü tarih çalışmaları gerçekleştirecekler. Yaptıkları çalışmalar da bu gazetenin bir sonraki sayısında yer alacak. Yeni gönüllü arkadaşlarımıza çalışmalarında kolaylıklar diliyor ve “Hoşgeldiniz” diyoruz.

İstanbul 2010 Eğitim Yönetmenliği “Müzik Nasıl Konuşur” Bariton Ses Sanatçısı Erdem Nusret Karataş 3.4.5.6 ve 7. Sınıflara Müzik Dinletisi Bahçelievler Ali Haydar Günver İ.Ö.O Bahçelievler Hazım Ersu İ.Ö.O. Bahçelievler Atatürk İ.Ö.O. Bahçelievler Mustafa Kemal İ.Ö.O. Bahçelievler Bağlar İ.Ö.O. Bahçelievler GSD Eğitim Vakfı İ.Ö.O. Bahçelievler Bahçelievler Belediyesi İ.Ö.O. Bahçelievler Orgeneral Eşref Bitlis İ.Ö.O. Bahçelievler Bahçelievler Kumport İ.Ö.O. Bahçelievler Dr.Refik Saydam İ.Ö.O. Bahçelievler Emir Sultan İ.Ö.O.

15.03.2010 15.03.2010 16.03.2010 16.03.2010 17.03.2010 17.03.2010 18.03.2010 18.03.2010 22.03.2010 22.03.2010 23.03.2010

Bahçelievler Halit Ziya Uşaklıgil İ.Ö.O. Bahçelievler Kazım Karabekir İ.Ö.O. Bahçelievler Yayla İ.Ö.O. Bahçelievler Kudret Saraçoğlu İ.Ö.O. Bahçelievler Kuleli İ.Ö.O. G. Osmanpaşa Adnan Menderes İ.Ö.O. G. Osmanpaşa Evliya Çelebi İ.Ö.O G. Osmanpaşa Alparslan İ.Ö.O G. Osmanpaşa Fevzi Çakmak İ.Ö.O G. Osmanpaşa Arman Polat İ.Ö.O G. Osmanpaşa Dedekorkut İ.Ö.O

23.03.2010 24.03.2010 24.03.2010 25.03.2010 25.03.2010 29.03.2010 29.03.2010 30.03.2010 30.03.2010 31.03.2010 31.03.2010

“2010 Okullarda” Ekim 2009 ile Aralık 2010 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan ve “İstanbul 2010 Kent Kültürü Eğitim Programı” şemsiye programı içerisinde değerlendirilen proje; Müzik, Gösteri ve Sahne Sanatları, Görsel Sanatlar ve Edebiyat alanlarında öğretmenlerin ve öğrencilerin üretici olarak İstanbul 2010 sürecine katılmalarını, dolayısıyla sürdürülebilir kültür tüketicilerinin ve sanatı talep eden kitlenin sayısının artırılmasını ve okulların kültür-sanat altyapılarının geliştirilmesi ile proje süresince yaratılacağı öngörülen sinerjinin somut üretimlere dönüştürülmesini amaçladığından Eğitim Projeleri bölümü tarafından üretilmiş ve geliştirilmiştir. “Yaşamı Değiştiren Edebiyat” Söyleşisi “Rengarenk” Eğitimi “Hayatımız Tiyatro” Söyleşisi “Yaşamı Değiştiren Edebiyat” Söyleşisi “Rengarenk” Eğitimi

Ataşehir Zübeyde Hanım Öğretmen Evi Altunizade Hafize Özal İlköğretim Okulu Üsküdar Bağcılar A. Nilüfer Kadayıfçıoğlu Kız Meslek Lisesi Ataşehir Zübeyde Hanım Öğretmen Evi Kadıköy Lisesi

16.03.2010 17.03.2010 20.03.2010 23.03.2010 24.03.2010

“Müziğin Dokunduğu Yaşamlar” Müzik Eğitimi “Hayatımız Tiyatro” Söyleşisi “Yaşamı Değiştiren Edebiyat” Söyleşisi “Rengarenk” Eğitimi “Rengarenk” Eğitimi “Müziğin Dokunduğu Yaşamlar” Müzik Eğitimi “Hayatımız Tiyatro” Söyleşisi “Hayatımız Tiyatro” Söyleşisi “Rengarenk” Eğitimi “Müziğin Dokunduğu Yaşamlar” Müzik Eğitimi

Haydarpaşa Lisesi Güngören Lisesi Ataşehir Zübeyde Hanım Öğretmen Evi TEB Ataşehir İlköğretim Okulu Pendik Atatürk İlköğretim Okulu Pendik Atatürk İlköğretim Okulu Kağıthane Cevdet Şamıkoğlu İlköğretim Okulu Kağıthane Cevdet Şamıkoğlu İlköğretim Okulu Borusan Asım Kocabıyık Anadolu Teknik Lisesi Bahçelievler Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi

26.03.2010 28.03.2010 30.03.2010 01.04.2010 06.04.2010 08.04.2010 10.04.2010 11.04.2010 13.04.2010 15.04.2010

01 15


Sokağımdan Tarih Yazıyorum Projesi

Gönüllüleri Tuğba Özkan Hülya Gök Melike Yaşar Yasemin Öztürk Aslı Görkem Atan

Nermin Şerbetçi Aslıhan Uçar Şüheda Sarıkaya Büşra Yılmaz Deniz Şengenç

Hilal Altuğ Burcu Gürler Hilal Tiryaki Zeynep Yılmaz Ezgi Hindistan

Kevser Kılıç Ayşegül Akgün Beyza Çinkar Melten İspirli Ayşegül Abut

Merve Çulha Tuğçe Taştemir Fatih Sultan Çil Erinç Arda Dilay Negür

Burak Gülen Merve Vatansevdim Özlem Özben Fatma Tekbaş Tennur Katgı

Çiğdem Yıldız Dilara Yanbul Meltem Güveyi Merve Kahraman Tusem Kocadölü Hülya Mete

Erdi Özdemir Elif Güvendi Selin Işık Orhuntaş Merve Tepecik Dilara Güler İdil Çetin

Halit Aydın Gülcan Ayhan Ayşe Çetin Gizem Kuğu Gamze Funda Nihal Kapısız

Derya Öz Zeynep Demir Sevilcan Dün Taha Karaçuka Salih Efe Özçelik Yasemin Özkut

Burcu Alkan Koray Saltan Büşra Daltaban Sinem Toprakseven Nevra Taşlıdan

Nurdan Özdemir Kader Alptekin Yelda Hitit Furkan Yalvaç Özge Altın


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.