2013 03 08martkitapeki

Page 1

. KITA P GEÇEN HAFTA en az

67,296

OKURA ULAŞTIK

Aydınlık

8 Mart 2013 Cuma / Yıl: 2 / Sayı: 54

r a l ın d Ka ünü G

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

L E ÖZ

Kadının cesaret okulu:

Edebiyat Röportajlarıyla PINAR KÜR İNCİ ARAL FEYZA HEPÇİLİNGİRLER

Nezihe Bükülmez: Türkiye’de ilk 1 Mayıs şiirini yazan kadın şairimiz. Şiir ilk defa dönemin Aydınlık’ında yayımlanmıştır.



Aydınlık KİTAP

3

SUNU

İÇİNDEKİLER Dul kadının öyküsü

s. 4

Öyküler neden hep Kadın?

s. 5

Türk kadınının cesaret okulu s. 6-7 Şiirde ‘Keşfedilmemiş ülke’ye yolculuk

s. 8

Muteber kurgu

s. 9

“Afişe çıkmak”da unutulan tarihimiz

8 MART 2013 CUMA

s. 10-11

Pınar Kür: Edebiyatçıların korkmasını anlayamıyorum s. 12-13 Kadının hayatı değiştirme gücü var

s. 14

Kadınlarla öykü arasında bir yapı uyuşması var ama!

s. 15

Kendini mağdur hissetmek tehlikeli

s. 16

Çalıştıkça kendini bulan kadınlar

s. 17

Yeni çıkanlar

s. 18

Bir Türk dünyayı kurtarabilir mi? s. 19 Haydi çocuklar kitap okuma yarışmasına!

s.20

Ateş var ayaklarının altında

s.21

Alıntı Test-Bulmaca

s.22

. KITA P Aydınlık

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Editör Pınar Akkoç

pinar@aydinlikgazete.com

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı damla@aydinlikgazete.com

Yazıişleri İrem Halıç, Deniz Antepoğlu Cenk Özdağ Sayfa Sekreteri Ebru Baysan

Kuvvetedir hak, hakkını haksızlara anlat Sadece hayatın içine adım atmaya değil, yazmaya, yazar olmaya da devrimle başladı kadın. Devrim kadını özgürleştirdi, kadın da erkeği. Devrim dişildir, doğurgandır, kahramandır ve fedakârdır. *** Dünya literatüründe “Jön Türk Devrimi” olarak bilinen 1908 Devrimi’yle kadınlarımız artık “görünmeye” başlıyor. Görünür oluyorlar, görüyorlar ve gösteriyorlar. Yazılmaktan çıkıp, yazmaya başlıyorlar. Yazmak da bir devrim meselesidir. Sayfalarımızda Mecit Ünal’dan okuyacaksınız: “Türk Kadını’nın Cesaret Okulu” yazısında. Ama ancak bir girizgâh niteliğindedir 1908 Devrimi’yle kadının hayata açılışı. Onu eğnine fırtınaları daha da giyinmiş olarak “Ateşten Günlerde” göreceğiz. İşgal günleridir. Halide Edip Hanım’ın Sultanahmet’te “Medeni Dünyayı” mahkum ettiği o ilk “Cumhuriyet Mitingi”nden gelip, çarşafını çıkarıp,avcı ceket, külot pantolonunu, çizmesini giyip, atına atlayıp Sakarya Savaşı’ndan muzaffer süngülerin şavkında İzmir’e uzanışı. Büyük bir tarihte, büyük bir coğrafyada kadın o güne değin görülmemiş ölçüde özgürleşmiş olarak hayatı özgürleştirmeye koyulmuştur. Genç cumhuriyetin “şehrayin” günleridir. Kara kuşatılmışlığını, kara bahtını yenmektedir kadın. Yürümekte, yüzmekte ve uçmaktadır.. Evet, artık kadınlar vardır, silah tutan, il yöneten, saylav olan, çarşafına kapatılamayan, saçını rüzgârda özgürlüğün bayrağı olarak dalgalandıran... Hayatın her alanındadır artık; meclisten okula, siyasetten fabrikaya kadar. İşte o fabrikada olanlardan Nezihe Bükülmez ilk kez AYDINLIK’ta ve ilk kez Türkçede yazılmış 1 Mayıs şiiriyle görünür. “Boynundan esaret bağını parçala, kes, at! Kuvvetedir hak. Hakkını haksızlara anlat.” Nezihe Bükülmez kadının kurtuluşunun devrim ve iktidar meselesi olduğunu anlamıştır. Anlamakla kalmamış, anlatmak derdindedir. Kapağımızı da Nezihe Bükülmez’in pozuyla KA-

DINLAR DÜNYASI dergisi süslüyor. *** 27 Mayıs... “Gökyüzünün rengi mor menekşe” Fakültelerinden alay alay yürüyüş kolları kurmuş genç kadınlar. Onları Demokrat Parti polisine ezdirmemeye kararlı üniversite semtlerinin kadınları, başaörtülü, eşarplı, yazmalı, saçları rüzgâr kadınlar... Yalçın Küçük’ün tanımıyla “Muhteşem 60’lar” Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu, Füruzan, Pınar Kür, Feyza Hepçilingirler, İnci Aral, Erendiz Atasü... Her ad anış unutuş ve eksiklikle maluldur... Ama hepsinin adı kuşkusuz aynı cesaret, özgürlük ve bağımsızlık tutkusunda daha da çok çiçeklenmiş kadınlar. Varlıklarını devrime, devrimciliğe borçlu olduğumuz kadınlar. Adlarıyla Türk Edebiyatı’nı, Türk dilini boyutlandırmış, soluklandırmış kadınlar... Daha da soluk katacak, boyut katacak nicesi için... *** Bu sayımız bütün kadınlar, bütün kadınlarımız için. Onlara saygı duruşumuz, bir dal kırmızı karanfil sunuşumuz olsun. Gökyüzünün yarısını her zaman, kimi zaman çoğunu omuzlayan kadınlar, gününüz İrem Halıç kutlu olsun. Bu sayımızda size çocuk sayfalarından sorumlu editörümüz İrem Halıç’ı tanıtıyoruz: İrem İstanbul’da doğdu, büyüdü. İstanbul Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler okudu. Şimdi aynı üniversitede İstanbul Araştırmaları Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yapıyor. İngilizce ve Almanca biliyor. Çizimler yapıyor. Para biriktirince alet edavat alıp teknik çizimler yapacak. *** Esen kalın. HALDUN ÇUBUKÇU

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. adına sahibi: Mehmet Sabuncu

Reklam Servisi

Genel Yayın Yönetmeni: Serhan Bolluk Sorumlu Müdür: Mehmet Bozkurt Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22

Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu saynur@aydinlikgazete.com.tr

Müşteri Temsilcisi Kamile Karakadılar kamile@aydinlikgazete.com.tr

kitap@aydinlikgazete.com Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16 Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34


4

8 MART 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

Dul kadının öyküsü Aç kça dile getirilmese de bütün toplumlarda her zaman için kad n n daha güçlü olmas beklenir. Daha direngen, daha dirayetli ve bütün bunlara ra men daha sessiz ve vakur olmas d r talep edilen. Kad nlar da buna uyar ve hep daha güçlü dururlar. çe dönünce ise küçük bir ayr nt bile insan altüst edebilir sebep olabileceğinin özeleştirisini de veriyor bir yandan. Kadın; bütün yaşadıklarına ve bütün Başkalarının hayatlarına dair incelikbaşardıklarına rağmen yine de gelip gidip le yaptığı gözlemleri ve nesnelliği kendi kendini, yaşadığı aşk ve beraber olduğu çaresizliğini anlatırken de yitirmiyor. adam üzerinden tanımlıyor. Bütün o ha“Benim yaşamım bir kadın olarak yatı gözden geçirmeler biten bir aşkın, giyaşamım demek, ‘insan’ olarak yaşamım den bir adamın ardından oluyor. Bu aydiyebiliriz ve ‘insan’ olarak yaşamımı da rılık bazen neden uzaklaştığını anlayabaşka insanlar belirliyor; madığı sevgiliden olur bazen sürekli gelgitli bir deniz, bir de zamansız bir ölümle başına dalga, başkalarının duygugelir. Değişmeyen şey kalanın larının etkisi; başkalarının hep kadın olmasıdır. Kalır ve sabitleyemeyeceğimiz dübütün dünyaya karşı yeni bir duşünce akışları, tıpkı varoruş kazanmaya çalışır. luşu da sabitleyemediğiJoyce Carol Oates, Amerimiz gibi,” derken kendi ka’nın en ünlü ve en verimli yahayatını başkalarının elinzarlarından. Elliden fazla rode hissettiğini hiç teredmanı, yüzlerce kısa öyküsü ve şiidütsüz dile getirmiş. ri var. Cinsel şiddet, gerilim, İnsanın nerede ise bir kötülük ve cinayet gibi riskli koömür geçirdiği kişinin arDul Kad n n Öyküsü nularda bile oldukça başarılı tes dından sadece onun yokOa rol Joyce Ca eserleri bulunuyor. “Dul Kadının K rm z Kedi Yay nlar , luğu ile baş etmek bile yeÖyküsü”nde ise eşini kaybetme- Çev: Alev K. Bulut 416 s. terince ağırken kocasını sinin ardından yaşadıklarını anyeni baştan tanımanın ve keşfetlatmış. Yazdığı kitapların, üniversitede vermenin zorluklarını da ince ince bizimle diği derslerin ve bütün kariyerinin ortapaylaşmış. Erkeklerin kadınlardan kensında kendini nasıl boşlukta, yapayalnız dilerini sakladığını ve ehlileştirilmeleri geve kör hissettiğini, çaresiz kaldığını, intirektiğini, kadının ise ehlileşmenin ta kenhar saplantısı ile boğuştuğunu inanılmaz disi olduğunu söyleyen yazar, kadınlığı ile bir yalınlık ve gerçeklikle dile getiriyor. barışamadığı ve kendini pasif hissettiği noktaları da çekincesiz ortaya koymuş. ACININ BO LUKSUZ GÖKÇE KALE

ANLATIMI

D RENGEN VE SESS Z OL!

Akademik hayatını kesintisiz sürdürürken evde tek başına kaldığında düştüğü açmazı adeta boşluksuz bize yansıtmış. Bir yandan “Ray’in bedeni artık kül oldu. Artık çok geç. Bu tuhaf konuşma! Ray için nasıl böyle şeyler söyleyebiliriz, diyorum içimden – Ray yalnızca bedenden ibaretmiş gibi,” diyerek hala eşinin ölümünü kabullenmekte yaşadığı güçlüğü bir yandan da “Bay Smith yok ki artık Bayan Smith olsun” isyanı ile kendini kocası olmadan tanımlamakta yaşadığı sıkıntıyı anlatıyor. Oates, eşi ile 1961’de evlenmiş, evliliğinden bahsederken saflık diye nitelendirmesine rağmen kocasıyla sadece iyi şeyleri paylaştığını söylüyor. Sevdiği birini acı ya da üzüntü içinde görmek istemediği için başkasına kötü haber vermekten hep kaçındığını, üstelik yazarlık yaşamı ile kocasının arasına da sert bir duvar çektiğini söylüyor. Eşinin de kendince rahatsız olacağını düşündüğü konuları ona açmadığını belirten Oates, birbirlerini sıkıntılı konulardan korunma yöntemlerinin istemeden birbirlerinden kaçmaya da

Üzerinde “Evet kocam öldü/ Evet çok üzgünüm/ Evet başsağlığı dilemeniz büyük incelik/ Artık konuyu değiştirebilir miyiz?” yazan bir tişört yaptırmak istediğini söyleyecek kadar bıkkınlık duysa da arkadaşlarına telefon etmekten, onların ilgisini suistimal etmekten, gereksiz bir şey yapmaktan korkuyor. Yazarın bu tedirginliği belki de bize sosyal konumu ne olursa olsun her şartta kadının en kaçınılmaz yazgılarından birinin sessiz kalmak olduğunu hatırlatıyor. Açıkça dile getirilmese de bütün toplumlarda her zaman için kadının daha güçlü olması beklenir. Daha direngen, daha dirayetli ve bütün bunlara rağmen daha sessiz ve vakur olmasıdır talep edilen. Kadınlar da buna uyar ve hep daha güçlü dururlar. İçe dönünce ise küçük bir ayrıntı bile insanı altüst edebilir. Her gün posta kutusundaki gazetenin görülmesi bile eşinin sabah okumalarını hatırlattığı için öldüğü ilk hafta otuz yıllık New York Times aboneliğini iptal ettirir. “Dul kadının unutmaması gereken şey,

kocasının ölümü onun değil kocasının başına gelen bir şeydi,” dese de “Şimdi ne olacak?” sorusundan ve yaşayanların hayatlarına devam ederek ihanet etmediği duygusundan biraz olsun kurtulması ancak kocasının birinci ölüm yıldönümünde olur ve yine söyleyebildiği ancak “Hayatta kalabildim” dir. İnsanın sevdiği kişinin ölümü ile yüzleşmesi hiç şüphesiz başlı başına zor bir durum. Oates buna rağmen ölümün ve ayrılığın bütün sıkıntılarını içimizi karartmadan anlatmış. “Dul Kadının Öyküsü”, kitap boyunca insanı sorularla, içe dönüşlerle, şaşkınlıkla bırakıyor. Çok sevdiğimiz birinin

kaybetmenin acısını her an duymanın ne demek olduğunu en ince ayrıntısına kadar tanıyorsunuz. Bir yandan da bir türlü baş edilmez sandığımız o yalnızlık ve çaresizlik duygusunun altından kalkmanın yolunu gösteriyor. Bana göre kitabın en güzel yanı ise hiç tereddütsüz kadın yalnızlığına çare oluyor. İçinden çıkılmaz sandığınız hallerin bir sizin başınıza gelmediğini ve eninde sonunda tünelin ucunda ışık olduğunu hatırlatıyor. Oates’un, Nietzsche’den çok sevdiği alıntıdaki gibi, “Sevgi adına yapılan her şey her zaman iyi ile kötünün ötesinde bir yerdedir.”


Aydınlık KİTAP

5

Öyküler neden hep kadın? Türkiye’de yaşayan kadınların, kadının en gerçek hikâyesi bu kitapta. Bu kitabı 44 yazar yazmadı, yaşadı...

“Kadın Yazarlardan Kadın Öyküleri”nde, erkek egemen toplumun körlük “Kadın Yazarlardan Kadın Öyküleri”, depreminin artçı ve arka sarsıntılarını yakadının yeryüzüne indiği andan itibaren şayacaksınız. karşılaştığı tüm sorunlara cevap ve karşıTüm tabulardan sıyrılarak da yazıldı bu lıktan öte; ses olan bir kitap. Bu derleöyküler. Çoğu da gerçek yaşanmış hikâmenin kadın yazarlarının, kadın cinayetlerine her gün bir yenisi daha eklenirken yeler… Kadınlar bu hikayelerde hem kahrakadınlarımıza kalemleriyle destek oldukman hem figürandı ve hem de dublördülarını düşünmek istiyorum. Çünkü yazının ler. Ve kimileriyse sadece o sogücüne dair iyimserlikkaktan geçiyordu. lerin de farkındayız çoHer kadının üzerinde hnfbir ğumuz. Yine de bu iyimel var. Yasakları kollayan bir el. ser bakışın yeni ve “kimBu kimi zaman bir baba, bir seden izin alınmadan yaanne, bir abi, bir koca ya da bir yımlanmış” öykülerle orerkek evlat olabilir. taya çıkması bugün için Öğretilenlerin ötesine geçülkemizde büyük bir gemiş kadınlar var, öğretilenlerin lişme. dışına çıkamayan kadınlar ve GÖRDÜKLER N bir de her ikisi de olamayan YAZDILAR kadınlar. Türkiye’de öğretilenlerin dayatılanların dışına Kırktan fazla usta, çağdaş ve amatör yazar, kimçıkamayan kadın sayısı daha Kad n Yazarlardan seye anlatamadıkları, yaşayüksek. Bu kitapta da bu kaKad n Öyküleri dıkları ama inandıramadıkları Kolektif dınların hikayeleri yazınsal hikâyelerini bu kitaba yazdı- Kafe Kültür Yay nc l k, 380 s. istatistiklerle karşımıza çıkılar, çünkü bu hikayelere şahit yor. oldular. Hikâyelerin hiçbiri acının merkezle- EDEB YATIN EKS K rinden seçilmiş, alınmış değil; çoğu kez TABLOLARI olumlu, mutlu gibi görünen sahnelerin arGörmenin, gözlemin de ötesinde topkasındaki gerçek dramları da anlatmak için lumların bütün erklerinin, zayıfların hikadünyanın görece sevimli yüzünden yola yelerini sosyal planların en arkasına atma çıkmak gerektiğini bilen bu yazarlar ölüm- eğilimi yüzünden dünyanın gözlemevleri den doğum sancısına, aşktan aldatılmaya olan yazarların da bu eğilimin yarattığı ekbirçok konu ve düzlemle “kadın sesleri”ni sik tabloları sadece konu edinmeleri, onöykülere çevirdiler. ları da zayıf bir duruma düşürüyor kuşKadını kadın yapan birçok özelliğin dıkusuz. Bu yönüyle “Kadın Yazarlardan Kaşında kimliği tamamlanmamış kadınlar da dın Öyküleri”, tabloyu gerçek anlamına kavardır çok yakınlarımızda belki de. Kadın vuşturarak, insan durumlarımızı ihtiyacı ololmak değil de, kendini kadın gibi hissetduğu hakikatle buluşturuyor... menin, erkek gibi hissetmekten daha ağır Öyküler hep kadın, çünkü yaşanan da olduğu bir ülkedeyiz, belki de bir dünyaanlatılmayan da o... da. GÜLSER ERÇEL


6

Aydınlık KİTAP

GÜLDEN TERAZİ

Türk kadınının cesaret okulu MEC T ÜNAL mecitunal@aydinlikgazete.com Divan Edebiyatı mazmunlarının anlam katmanlarının altında kirpikleri oka, kaşları yaya, saçı kafire, beni putpereste, endamı serviye benzeyen hilkat garibesi sevgili imgesinin hayatta herhangi bir karşılığı yoktu. Kadını anlattığı da çok kuşkulu bu metinlerde gerçeklik duygusu 18. yüzyılın ilk çeyreğinde Nedim’le başladı. Türk edebiyatına, hayatta şöyle ya da böyle bir karşılığı olan kadın, Tanzimat’tan sonra girdi. “Taaşşuk-u Talat ve Fitnat”, “Araba Sevdası”, “Sergüzeşt” veya “İntibah”daki kadınlar, henüz yazarlarının imgeleminden çıkıp kendi eti ve kemiğine bürünmüş değildiler. Tanzimat kuşağı yazarlarının kadını pek tanımamaları, iç dünyasını hiç merak etmemeleri, kadının bu romanlarda yabancı mürebbiyeler, cariyeler, yakın akraba kadınlar ya da bir anlık görmeye dayalı çehreler olarak belirmesi -“Talat ve Fitnat’ın Aşkı”nda Talat, Fitnat’ı evlerinin cumbasında görüp aşık olur! Zaten Fitnat da Talat’ı cumbadan görüp aşık olmuştur- toplum hayatının haremlik ve selamlık olarak tam ortasından ikiye bölünmüş bulunmasının bir sonucuydu. (“Sergüzeşt”in Dilber’i ile “İntibah”ın Dilâşub’u cariye, “İntibah”ın Mehpeyker’i ile “Araba Sevdası”nın Periveş’i fahişedirler.)

LK KEZ ZEHRA’DA Kadın, ilk kez “Zehra”da kimi kadınlık özellikleriyle belirirse de, Halit Ziya’nın romanlarına kadar Türk edebiyatında kadın, henüz tüm toplumsal ve gerçek yönüyle ele alınamamıştır. Türk edebiyatında kadının kadınsal yönleriyle birlikte ele alınabilmesi için, kadın roman ve öykücülerini, onların içinde de Fatma Aliye ve Nezihe Muhiddin ile Halide Edip’i beklemememiz gerekmiştir. Romanın Türkiye’ye girişinden itibaren aşağı yukarı 30-40 yıllık bir süreç demektir bu da. (24 Şubat/Nabizade Nazım… Edebiyatımıza “Karabibik” adlı ilk gerçekçi köy romanını kazandıran bu “hakikiyyun”cunun “Zehra”da kadının iç dünyasına yaklaşmayı önemli ölçüde başarmış olmasında mutsuz bir evlilik yaşamasının etkisi nedir acaba? Edebiyatımızın ilk psikolojik roman denemesi olan bu romanda yazar, toplum hayatına dönük gerçekçi gözlemleri, büyük bir kısmı okulda ve görevde geçen kısacık yaşamının hangi diliminde edinmiş? Ayraç

Fatma Aliye içinde ayraç: Asker kökenli şair ve yazarlarımızın başında gelen Nabizade, 30 yaşında kemik vereminden ölmese…) Şunu gördüm, Halk Edebiyatı’nda kadın ozan çok daha fazla Divan Edebiyatı’ndaki kadın şairlere oranla… Divan Edebiyatı’nın iyi bir eğitim gerektirdiği açık; ancak, şuara tezkirelerindeki Zeynep, Mihri, Ayşe Hubba, Leyla, Şeref ile “Hanımefendi Hazretleri” veya “Şairler Kraliçesi” namıyla anılan Fıtnat (Şerife Zübeyde) gibi kadın şairler dışında da az da olsalar- Divan Edebiyatı’nda kadınlar hep varlar. (25 Şubat/ Gerçi çok dîvâneler cânâ Kays ile Ferhad-veş/Vâdî-i aşk içre ammâ Fıtnat-ı gam-hâr bir/ Ey sevgili! Kays ve Ferhat gibi deli divane aşıklar çok. Ama aşk vadisinde gam çeken Fıtnat tek.)

ÇA IN SINIRLARINI ZORLAYAN KADIN Erkek meşrepli mazmunların şiire egemen olduğu bir çağda, aynı kalıpları kullansa da, Fıtnat’ın bu beyitinin bulunduğu gazel, divan şiirinde kadının, aşkı kadınsal duyuşuyla anlatması yönünde önemli bir dönemeç. Bu şiirden de belli ki, “Hanımefendi Hazretleri”, çağın hemcinslerine çizdiği sınırları zorlayan bir kadındı. Bu, onun, Koca Ragıp Paşa’nın, konağında düzenlediği edebi toplantılara katılması dışında paşa ve Haşmet’le olan muhaverelerinin -paşayla aralarında duygusal bir yakınlığın bulunduğu da ileri sürülmüştür- epeyce dedikoduya neden olmasından da anlaşılabilir. Hakkındaki çeşitli söylentilerin yanı sıra şairliğiyle de meşhur olup şiirleri elden ele dolaşan “Şairler Kraliçesi”nin, divan şiirinin en güçlü kadın şairi kabul edilmesi de boşuna değil. Demek ki Fıtnat, kendisiyle tam ters bir mizaca sahip Rumeli Kazaskeri Derviş Mehmet’le evli olmasına karşın, aklı ve fikri özgür, eskilerin dedikleri gibi tam bir “Osmanlı kadın”ıydı. Fıtnat’ı edebiyatımızı kadınlara açan bir şair olarak nitelemek ve


Aydınlık KİTAP

7

Halide Edip

daha fazla hemcinsinin kalemi eline alacağı Tanzimat dönemi kadınlarını haber verdiğini ileri sürmek yanlış olmaz.

B R KADININ YAZDI I LK ROMAN Tanzimat döneminde bu soy kadının çok daha donanımlısını, Türkiye’nin onu yaygın olarak 50 liralık banknotların arka yüzündeki resmiyle tanıdığı Fatma Aliye Hanım’da görüyoruz. “Şairler Kraliçesi”nin hayatının ayrıntılarını pek bilmiyoruz, ama olası ki, Fıtnat da, hakkında dedikodulara yol açan “özgürlüğü” -nitekim, Derviş Mehmet’le evliliği kısa sürmüştür- tırnaklarıyla söküp aldı. Ama Fatma Aliye’nin onu ilk kadın romancımız, ilk kadın felsefecimiz yapan bu özgürlüğü bin bir meşakkatle elde ettiği de bir gerçek. (27 Şubat/Bu kadınlardan biri de, Zafer Hanım… 1877’de yayımladığı “Aşkı Vatan” adlı romanı Türkiye’de bir kadın tarafından yazılmış ilk roman. Zehra Hanım’ın, Kırım Savaşı’nda şehit ve esir düşen askerlerin ailelerine yardım amacıyla yazdığı “Aşk-ı Vatan”, “Kabuli Paşa haremi Zafer Hanım’ın eser-i hamesidir” imzasıyla yayımlanmıştır. Kadının peçe ve yaşmağı yırtıp atması, ancak bütün bir topluma başkaldırma cesaretini kazanmasıyla mümkün olabilmiştir. Edebiyat, Türk kadınının cesaret kazandığı bir okuldur.)

FATMA AL YE HANIM Dönemin önemli devlet adamlarından A. Cevdet Paşa’nın kızı olmak Fatma Aliye Hanım için belki bir olanak idi, ama ne var ki, Osmanlı toplum yapısında bir kadının evlendikten sonraki bütün hayatı, burjuva/aristokrat sınıfa da mensup olsa, kocasının iki dudağı arasından çıkacak söze bağlıydı. Fransızcayı söz gelimi, doğrudan ders alarak değil de, ağabeyine verilen derse kulak misafiri olarak öğrenmesi, onun ilk kadın romancımız olabilmesinde çektiği meşak-

katin küçücük belki de sadece “hoş” bir parçası. Georges Ohnet’in Fransızcadan çevirdiği romanı “Volonté” (Meram)ı kendi adı yerine ancak “Bir Hanım” imzasıyla yayımlayabilen -Ahmet Mithat Efendi’yle yazdığı “Hayal ve Hakikat”te de imzası “Bir Hanım”dır,- “Muhadarat”a kadar da her çevirisinin altına ancak “Mütercime-i Meram”(Meram’ın Çevirmeni) mahlasını koyan Fatma Aliye, doğrudan kendi adıyla roman yayımlayan ilk kadın romancımız, aynı zamanda ilk kadın felsefecimizdir.

A IK OLUNACAK KADINLAR Kadınların toplum hayatına, siyasete ve edebiyata yoğun olaNezihe Muhiddin rak girişleri asıl 1908 devriminden sonra. Sadece 1908-1914 arasındaki dört yılda faaliyet gösteren kadın dernekleri ile yayımlanan kadın dergi ve gazetelerinin çokluğu şaşırtıcıdır. Yine de Halide Edip’e kadar yetkin kadın edebiyatçılardan söz etmek zordur. Kadın, bir edib(e) olarak, edebiyatımıza Halide Edip’le girer asıl. Halide Edip, Nezihe Muhiddin, ressam Mihri Müşfik gibi kadınlar, mücadeleleri ve kişiliklerine aşık olunacak kadınlar kuşağının önde gelen isimleridir. (1 Mart/ Tanzimat’tan 1970’lere kadar geçen 130 yılda kadınların edebiyat alanında şiirle değil de romanla haşır neşir olmaları, zorunluluk bir yerde. Kadın, kendisini, toplumdaki konumunu ve kadınlık durumunu anlatmanın en etkili yolunu düzyazıda ve öykülemede buldu. Hayatın her alanında edebiyatta olduğu kadar siyasette de, evde olduğu kadar savaşta ve sürgünde de en etkin biçimde var olmuş bir Halide Edip ise, bu kadınlar kuşağının her zaman en başındaki isimdir.)


Aydınlık KİTAP

8

MUZAFFER TAYYİP USLU

Şiirde “Keşfedilmemiş ülke”ye yolculuk Onun iirinin zevki, ya amak için çal maya ihtiyaç duymayan ve az nl kta olan yüksek s n f n zevki de ildir EL F SEDEF ÇEL K

kınlıkta aramak lazımdır,” sözü, bu savı doğrular niteliktedir.

Bir hayatın kitabını tutuyorum elimde şu an. Yirmi dört yılı da şiire yansıtıl- B LMECE HÂL NDEN mış bir hayatın kitabını. Ne bir eksik, ne KURTULAN R bir fazla, aynı bu sözlerde anlatıldığı Günlük dilin basit ve anlaşılır anlagibi: “Gerçek şair, yaşadığının farkına va- tımları, Uslu’nun şiirine de yansımaktadır. ran insandır, halis şiir yaşamak sevincinin Aslında Uslu, doğal olanın kendini açıkbir tezahüründen başka bir şey değildir.” larkenki rahatlığını, şiirde özlemle anar. Neler konu olmuş bu hayata? Yağ- Örneğin; ‘Erik Ağacı ve Kelimeler’ adlı şiimur, bahar, kenar mahalleler… Sabah rinde, “Ne güzel erik ağacı/ Anlatmak için uyanınca, gözümüzü açtığımız gün bo- derdini/ Muhtaç değilsin kelimelerin yaryunca, bize eşlik eden tüm nesneleler. Bir dımına/ Biz zavallı/ Zavallı ingüzele, güzelliğini aynalarsanlar gibi” dizelerinde bu özdan önce söyleme arzusu. Ya lem kendisini gösterir. da bir çiçekçi kızın sattığı çiŞiirde söz sanatlarının, çeklerden güzel olduğu gerözellikle de teşbihin; başlançeği. Unutmak için içilen her gıçta düşünceleri berraklaştıkadehte yeniden beliren “sarı racağına inanılarak, faydacı saçlı” sultan. Ömrün geçtiği bir anlayışla kullanıldığını; yerler: Balık pazarı, Mersin ve sonraları ise anlamı berrakİstanbul. Hayatın kaçınılmaz laştırmaktan çok bulandırgerçeği ölüm ve onun ölümaya başladığını ve şiiri bilmünün özel sebebi, mendilini mece hâline getirdiğini bebulayan kan. Ve deniz: “İnlirtir. İnsanın, ilk bakışta an imdilik sanları yorulmadan, sokaklalayamadığı bir şeyi, örneu Usl yip Tay Muzaffer rı yorulan bu küçük şehirde, bir di Yay nlar , 80 s. ğin bir bilmeceyi, anladığı Kre Yap kelime.” zaman memnun olduğunu hatırlatarak, bu memnuniyeti anlaşılmaz R GÖKTEN YERE sanılan eserin başarısı olarak addetmenin ND RMEK doğru bir anlayış olmadığını savunur. İşte Uslu’nun şiiri hayattır, demiştik yubu doğrultuda da şiir, bilmece hâlinden karıda. Onun şiirinin zevki, yaşamak kurtulmalıdır. için çalışmaya ihtiyaç duymayan ve azınlıkta olan yüksek sınıfın zevki değildir. Bu- “KE FED LMEM günkü dünyayı oluşturan çoğu insanın, ya- ÜLKE”YE YOLCULUK şama hakkını sürekli bir didişmenin soKuşkusuz her şey gibi, şiir de süreknunda bulduğunun bilincindedir. Ve tıpli bir değişim ve ilerleme sürecindedir. kı Garip manifestosunda belirtildiği gibi Uslu da bu meseleye “Sosyal ve ekono“Her şey gibi şiir de onların hakkıdır ve mik alanda görülen bütün değişmeler, bir onların zevkine hitap edecektir.” Bu angün kendilerini sanat ve edebiyat âlemilayış şiirlerinin oluşumunda büyük etki mizde de gösterecektir.” diyerek, bilimgöstermiştir. Şiir kitabının kaleme alınış yılı göz sel nitelikte bir saptamayla, durumu orönüne getirildiğinde, o dönemde büyük taya koymuştur. Ona göre her şair ve orbir yankı uyandıran Garip akımının ortaya taya koyduğu her hakikat, bir ülkedir. çıkış tarihiyle aralarında bir paralellik ol- Yeni şairin görevi ise, yeni bir hakikat bulduğu fark edilmektedir. Gerçekten de Us- mak için “keşfedilmemiş ülke”ye yol allu’nun “Zamanımızın şairi, şiiri gökten maktır. Çünkü sözlerinde de belirttiği gibi yere indirmek gibi bir davanın peşinde- “Sanatkâr, orijinalitesini yapmak için, dir. Birçok kimsenin yeni şiiri yadırga- her şeyi yeni baştan öğrenmek ve inşa etmasının sebebini, her şeyden evvel şiiri mek zorundadır. Sanatkâr için mükemgökte ararken yerde bulmanın verdiği şaş- meliyet gibi ezbercilik de yoktur!”


BABİL BALIĞI

Aydınlık KİTAP

8 MART 2013 CUMA

9

Muteber kurgu M. SAL H KURT mustafa.salih.kurt@gmail.com

zıp kaydetmemiz mümkün müdür? Hatıralarımızın ne kadarı gerçektir? Ne olduğumuza dair bilgilerimizin ve felsefemizin değeri nedir? Ek olarak, kitabın pek çok incelemesinde üstünde pek durulmayan, esasında her kurgucunun ve yazarın da (ister hayal ister gerçek, yazıp kaydetme, unutmamak için notlar alma alışkanlığıyla birlikte elbette) bir miktar Maximilian Ponder olduğuna dair izlenim ve kitaba bu yönden yaklaşarak yapılacak ikinci okuma için de güzel bir seçenek sunuyor. “Yazmak hatırlamaktır,” diyen değerli hocam, yazar, Feridun Andaç’ı hatırladım birden.

“Kurgu, gerçekliğin örtbas ettiği hakikati açığa çıkarır.” Jessamyn West 1975 yılının yaz aylarında, 21 yaşındaki Maximilian Ponder, benzeri görülmemiş bir projeye başlama kararı alır. 21 yıllık hayatı boyunca hatırladığı her şeyi yazacak ve böylelikle kendi beynini dizinleyerek tam bir kataloğunu oluşturacaktır. O güne kadarki deneyimlerini kirletmemesi amacıyla yeni tecrübelerden uzak duracak, bu uğurda dünyadan elini ve ayağını tamamen çekecektir. Bu projesinde, çocukluğundan iti- NSAN BEYN N N HAR TASI baren en yakın arkadaşı olan Adam Last, Sordurduğu soruların yanında roman, kişisel yardımcısı görevini üstlenecektir. Ha- aynı zamanda hayat, dostluk ve hatırlamak yalini kurduğu şey ise, kataloğunu ta- üzerine düşüncelerin serpildiği bir yapıya mamladıktan sonra, uzmanların, beyniyle da bürünüyor. Ponder’in beyninin patolokataloğunu karşılaştırarak nihayetinde in- jik yönü üzerine daha fazla gidilse ve sözsan beyninin sırlarını açığa çıkarmalarıdır. gelimi, kurgulanan Adam Last karakteri de John W. Ironmonger’in yayımlandığı ta- bu konuda uzmanlaşmış bir karakter olrihten bu yana (2012) azınlıkta kalan bir saydı, romanın rahatlıkla bir bilim-kurgu okuyucu kitlesi dışında pek keşfedileme- romanı olduğu da söylenebilirdi. Çünkü hamiş değerli romanı, “Maximilian Pon- zırda, hayatı ve hatırayı sorgulamakta bider’in Muteber Beyni,” az önce anlattığım lim-kurgu yazınının izleklerinin izlerine “eşsiz” addedilebilecek kurgu çatısının rastlamak da mümkün. Romanın daha geiçinde geçiyor. Roman, 30 yıl sonra, Ponniş çerçeveden bakan yönünün de elbette der’ın cansız bedeni bir masadayken, kakatkısıyla, yazınını bu kadar sevmemdeki taloğu tamamlanmış, etrafı ciltler dolusu bir başka etken de yazarının deneyim ve yazısıyla doluyken, arkadaşı ve yardımcıaraştırmasının şüphe götürmez olduğu sı Adam Last’in polisi aramadan ve son koryerlere parmak basmaya ve bu baskı etrakunç görevini yerine getirmeden önceki hafında bir set oluşturmaya gösterdiği özen liyle başlıyor. Roman boyunca hem arkaolacaktır. Doğu Afrika’da doğup büyüyen daşı Last’ın geçmişe yönelik anlatıları, ve aslen bir zoolog olan yahem de araya konuyla ilgizarın, gerek bölge gerek li Maximilian Ponder’in kahayvanbilimi üzerine detaloğa yazdıkları ile iki taneyimlerini, Max’ın detaybanda hikâyeyi okuyoruz. cı zihninden ve Last’ın anBirbirini tamamlayan bu iki latısından fışkırmasına sıkanlatı, soruların birini ceça rastlıyoruz. Karakterlevaplamadan bir başka sorurinin etrafına ardı ardına yu daha ortaya çıkarmakta yığdığı detaylarla kurguoldukça kullanışlı bir hal alınun inanılabilirliğini sağyor ve kitabın sonuna kadar, lamlaştırdığını, Max’ın kabelki başka türlü anlatılsa talog yazıları ile metnin alzaman zaman okuyucuyu sıtına yerleştirilen gizli alaykabilecek, Max’ın takıntılı cılık ile her an üstkurolduğu haliyle oldukça fazla detayı içeren bir öyküde en er macaya (metafiction) kaMaximilian Ponder’ n Muteb çabilme riski taşıyan metufak bir tempo kaybının yani Bey ni, sabit ve dengeli bir hişanmamasını sağlıyor. Bunun J. W. Ironmonger p Kita zada tutabilmeyi başarif Kolekt ötesinde, detayları daha da , 308 s. avc Ers Elif : dığını gözlemliyoruz. KiÇev ilgi çekici ve romanın kurgutabı, babasını kaybettiksundaki gerçekliği artırıcı bir ten sonra kaleme alan, yazdıktan sonra ise görev de üstleniyor. Ponder’in 30 yıl bokimsenin böyle bir kitabı okumayı isteyunca, dünyadaki gelişmelerden bihaber, meyeceğini düşünerek çekmecesine kalzaman zaman nostaljiye öykünen, sıklıkla üzücü hikâyesinin yanında Last’ın dostlu- dıran yazar Ironmonger, daha sonra oğğu ve gözlemlerine dayalı geçmiş zaman öy- lunun verdiği destekle şansını dener ve kikülerinin akıcılığıyla seyreden önerme- tabı yayıncılardan beklemediği bir ilgi göler, farklı katmanlarda pek çok soruyu oku- rür. “Kitabın adı dışında hiçbir şeyi değişyucuya sordurmaya muktedir oluyor. Anı- tirmediler,” diyor Ironmonger. Kitap için larımızın ve bildiklerimizin tamamını ya- asıl düşündüğü isim “Interesting Brain Of

John W. Ironmonger

Maximilan Ponder”ken, “görünen o ki enteresan (interesting) kelimesi yeterince enteresan değilmiş, bu nedenle muteber (notable) kelimesiyle değiştirdiler ve ‘muktedir olmayan’ (not able) anlamını da çağrıştırdığı ve bu yolla Max’ın hasarlı aklına işaret ettiği için ben de bu kelimeden memnunum,” diye ekliyor. Eğer internet üzerinde belirtilen tarihlerde tutarlı davranılırsa, kitap, siz bu yazıyı okurken, yaklaşık bir gündür raflarda Kolektif Kitap etiketiyle bulunuyor olacak. Kitabı raflara sunmadan haftalar önce okuma kopyasını ulaştırarak, bu anlamda şu an için sadece birkaç yayınevinin gösterdiği bu titizliğin, diğer yayınevlerine de örnek olması umudunu taşıyoruz. Kitabın tercümesini ise geçen hafta Ray Bradbury tercümesiyle karşılaştığımız Elif Ersavcı üstlenmiş ve oldukça başarılı olduğunu da belirtelim.

G ZEML B R VAKA Yazarın bu kitabı dışında henüz tercümesi bulunmayan “The Coincidence

Authority” (2013) ve “Daughters of Artemis” adında iki kitabı daha bulunuyor. Özellikle ilgi çekici olan “Daughters of Artemis” (2002) kitabının kurgu çatısı, aynı yıl başlayan, Eisner ödüllü ve yazarlığını Brian K. Vaughn’ın yaptığı çizgi-roman serisi “Y – The Last Man” ile inanılmaz benzerlikler taşıyor. Bu durum, birbirinden bağımsız iki yazarın aynı tarihlerde, birbirlerinden etkilenmeden, aynı hayallerden yola çıkarak eserler ortaya koyabileceğine dair de ilginç bir örnek teşkil ediyor. Ancak bunun yanında, yazarın 2002 tarihli bu kitabını pek çok kaynaktaki biyografisinden özenle uzak tutup ilk romanı olarak ısrarla “Maximilian Ponder’in Muteber Beyni”nin anılması bir yandan akıllarda soru işaretleri oluşturuyor. Çünkü “Maximilian Ponder’in Muteber Beyni” aynı zamanda 2012 yılı Costa İlk Roman Ödülü’nün adayları arasında da bulunuyordu. Yazarın diğer eserlerini de dilimizde görmek umuduyla ve haftaya görüşmek dileğiyle…


10

8 MART 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

“Afişe Çıkmak”da unutulan tarihimiz Kitap “Solun görsel serüveni” de il. Solun bir parças n n görsel tarihi. Çok önemli bir kesim ise yok say lm ! Elbette, “falanca afi niye yok?” demiyoruz. “Türkiye sosyalist hareketinin çok önemli bir kesimini neden görmezden geldiniz?” diye soruyoruz. Okurun bunu sormaya hakk var H KMET Ç ÇEK Grafik tasarımcısı Yılmaz Aysan’ın “Afişe Çıkmak” kitabı henüz elime geçmemişti gerçi, ama gazetelerin pazar ve kitap eklerinde kitapla ilgili bol övgülü yazıların tümünü okumuştum. Bu haberlerde kullanılan afişlere bakarak bir yorumda bulunmak doğru değildi, ama tercih edilen afişlerde bir eksiklik hissediliyordu.

N HAYET K TAP GELD

bunu sormaya hakkı var. Aysan, kendisiyle yapılan bir söyleşide “bulabildiğim şeyleri bulmaya çalıştım,” diyor. Aysan’ın bulamadıklarını, 492 sayfalık kitapta olmayanları biz hatırlatalım.

UNUTULAN DEVR MC AKIM Sadece “Afişe Çıkmak”a konu olan 1963-1980 döneminde değil, Türkiye sosyalist hareketinin yarım yüzyılı aşan yakın tarihindeki en önemli ideolojik saflaşma, “Sosyalist Devrim (SD) Milli Demokratik Devrim MDD” ayrışmasıdır. Sonraki dönemde, devrimci sosyalizmi savunan ve aralarında önemli ayrılıklar olsa da, sosyalizmi emekçiler içinde bir güç yapmaya çalışan bütün sol akımlar MDD’yi savunan kesimden çıkmıştır. “Sosyalist devrim” diyenlerin çok büyük bir bölümü ise şimdi Batıcı liberal bir çizgidedir.

1963-1980 zaman diliminde solun yaşadığı “serüvene” katılmış ve hâlâ o “serüvenin” içinde olan bir devrimci olarak heyecanla karıştırdım kitabı. Abidin Dino’nun, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) yayın organı “Sosyal Adalet” için yaptığı kapaklardan başlayarak, Sait Maden, “AF E ÇIKMAK” M LL Sadık ve Gülsün KaDEMOKRAT K ramustafa, Ferit ErkDEVR MC LER man, Bülent Erkmen, Afi e Ç kmak / 1963-1980 GÖRMÜYOR! ni Tonguç Yaşar, Selçuk Solun Görsel Serüve an Ays az Y lm Demirel, Orhan TayYayın hayatına 17 leti im Yay nc l k, 496 s. lan ve diğer değerli saKasım 1967 tarihinde başnatçılarımızın ürettiği layan ve 14 Nisan 1970’te, 126. sakitap ve dergi kapaklarını, sinema ti- yıda kapanan “Türk Solu”nun en yatro afişlerini, çeşitli siyasal parti ve önemli görüşü, Türkiye’nin MDD aşaörgüt afişlerini, desenleri, çeşitli grafik- masında olduğunu savunması ve TİP’in leri topluca görmek, o yılları yeniden “sosyalist devrim” programına karşı anımsamak gerçekten çok keyif verici. çıkmasıydı. 1960’lı yılların devrimci, enSol rüzgarın çok güçlü estiği bir dö- telektüel birikimi Türk Solu’nda topnemde kültür sanat hayatındaki muaz- lanmıştı. Türk Solu’nun yazarları zam patlamayı göstermesi açısından da arasında Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı, çok öğretici. Suphi Karaman, Rasih Nuri İleri, Aslan Ancak… Başer Kafaoğlu, Erdoğan Berktay (ErAysan’ın kitabı, kapsadığı 18 yıllık doğan Başar imzasını kullandı), İlhan zaman dilimi açısından “Solun görsel Selçuk, Haydar Tunçkanat, Mucip serüveni” değil. Solun bir parçasının Ataklı, Doğu Perinçek, Rıfat Ilgaz, İlgörsel tarihi. Çok önemli bir kesim ise hami Soysal, Fikret Otyam, Sami unutulmuş, yok sayılmış! Küçük, Niyazi Ağırnaslı, Muzaffer ErElbette, “falanca afiş niye yok?” de- dost gibi isimler bulunuyordu. miyoruz. “Türkiye sosyalist hareketinin “Afişe Çıkmak” Türk Solu’nun 126 çok önemli bir kesimini neden görmez- kapağını da görmezden gelmiş. den geldiniz?” diye soruyoruz. Okurun Gene MDD’yi savunan o dönemin

en önemli teorik organı Aydınlık’ın (Aydınlık Sosyalist Dergi ve Proleter Devrimci Aydınlık) kitapta adı bile geçmemektedir. Dönemin en çok satan kitle gazetesi İşçi - Köylü, Aysan’ın “unuttukları” arasındadır. Doğan Avcıoğlu’nun “Yön”ü vardır, fakat onun devamı olan “Devrim” yoktur. “Kurşun delikli kitap”lardan şimdi Batıcı liberal bir çizgiye gelen Özgüdenler’in “Ant”ı dergi ve kitaplarıyla sayfalar dolusu vardır. Fakat birkaç kuşağa Bilimsel Sosyalizmin temel kitaplarını sunan Sol Yayınları (Muzaffer İlhan Erdost) yoktur. Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nın (Süleyman Ege) unutulmaz kitap kapakları da yoklar arasındadır. Dönemin en büyük kitle örgütü, Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) devrimci öğretmenleri hiç mi afişe çıkmamışlardır? 1960’lı yıllarda Ankara’da solcu öğrencilerin uğrak yeri Sergi Kitabevi’nin unutulmaz afiş - ambalaj kağıtları da unutulmuş. (Kitabevinin yöneticisi Erdal Öz, 12 Mart döneminde bu kağıtlardan yargılandı!) Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) var,

Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosu (Erkan Yücel) yok.

‘68 BAHARI YOK! “Afişe Çıkmak”da “68 Baharı” yoktur! Türkiye tarihinin en kitlesel ve en etkili gençlik eylemlerine ilişkin tek bir


Aydınlık KİTAP görsel malzeme bu kitapta yoktur. Olmayanları sayalım. 14-19 Mayıs 1968’de İstanbul FKF’nin başında bulunduğu 17 örgüt “NATO’ya Hayır” haftası yaptı. İstanbul, “Emperyalizmin Sömürge Aracı NATO’ya Hayır” afişleriyle donatıldı. Kitapta yok! 10 Haziran’dan 25 Haziran 1968’e kadar süren tarihi üniversite işgallerine ilişkin hiç mi görsel malzeme yoktu? Temmuz-Ağustos 1968’de İstanbul, Ankara ve İzmir’de 6. Filo’ya karşı eylemlere ilişkin afişler de yok! Deniz Gezmiş, Türkiye devriminin can damarını yakaladığı için Deniz Gezmiş oldu: Bağımsızlık. Deniz Gezmiş’in en önemli eylemlerinden birisi, Samsun’dan Ankara’ya “Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü”dür. Bu yürüyüş hakkında “Afişe Çıkmak”da hiçbir görsel malzeme bulamazsınız. İTÜ’nün “milli petrol”, “milli maden”, “özel okullar yürüyüşü” gibi önemli etkinliklerinin hiç mi afişi yoktu? Sahi bu eylemlerde hiç mi Türk bayrağı yoktu! Yılmaz Aysan, 68’liler Birliği Vakfı’na başvurmayı hiç düşünmemiş mi? “Afişe Çıkmak” şu ya da bu afişi değil, emperyalizme karşı mücadeleyi ve bir tarihi yok saymış! Yok, yok, yok Aysan’ın kitabı TİP- TKP eksenli bir ça-

8 MART 2013 CUMA

11

lışma. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) vardır, Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP) yoktur. “Halkın Kurtuluşu” (sadece iki sayfa) vardır. Halkın Sesi, Halkın Yolu, Halkın Birliği yoktur. Yılmaz Aysan bunları bilmesi gereken bir yaşta. (1953 d.) Solun tarihine daha dürüst bir yaklaşım gerekmez mi? Aysan kitabında göstermedi diye hakikat hakikat olmaktan çıkmaz ama yapılan iş de ahlaklı olmaz. 18 yıllık bir tarih parçasının en önemli görsel zenginliği Aysan’ın kitabında bulunmuyor. Afişler evde unutulmuş!


12 8 MART 2013 CUMA

KAPAK

Aydınlık KİTAP

8 MART 2013 CUMA

KAPAK

13

PINAR KÜR İLE KADINLAR GÜNÜ’NE ÖZEL BİR SÖYLEŞİ

“İktidarın dümen suyunda yazmak işlerine geliyor” yapın noktasına geldik. Ne demek bu, oturun evinizde çocuk doğurun, anne olmaktan başka işiniz ve işleviniz olmasın toplumda demek. Kadın kuluçka makinası olsun görüşü bu. Ne oluyor sonra, doğan kız çocukları da aynı mantıkla ilerliyor. Şimdi bu yeni çıkan 4+ 4 + 4 eğitim sistemiyle o kafada çocuklar yetiştirecek. Sürekli olarak cumhuriyetin kazanımlarını yok ederek adım adım ilerliyorlar.

Bütün dinlerde kad n eytand r, ortaça da yak lan cad lard r kad nlar. Kad n her zaman için bir korku nesnesi, bir tehlike olarak görülmü . Bu yüzy llard r böyle sürdü ü için ve buna her kar ç kan da “pis feminist,” diye bir kenara itildi i için, ki kad nlar bile “valla ben feminist de ilim ama...” diye lafa ba l yorlar DAMLA YAZICI damla.yazici@msn.com Pınar Kür ile 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne özel “kadın olmak” ve gündem üzerine konuşmak için buluştuk. Pınar Kür bizi öğretim üyeliği yaptığı Bilgi Üniversitesi’ndeki odasında ağırladı. Öğrencilerine üç saat anlattığı dersin ardından bir saat de biz konuşturduk onu. “Asılacak Kadın”ın cesur yaratıcısı Kür’ün sohbetinin doğallığı ve içten üslubu gerçekten etkileyici. Türkiye’nin ve dünyanın gidişatına dair itirazları olan Pınar Kür sözünü sakınmaksızın önemli açıklamalar yaptı. Sindirilmemiş bir yazar ile sohbet etmenin tadına vardığımız röportaj sizlerle... Dünya Kadınlar Günü gibi günlerin toplum bilinci açısından önemli olduğunu düşünür müsünüz, yoksa sadece giderek temsili günler olmanın ötesine geçememeye mi başladı? Biraz öyle oldu, yani Kadınlar Günü’nün, anneler günü, sevgililer günü gibi bir şeye dönüşmesinden korkuyorum evet. Biliyorsunuz emekçi kadınlar günü. 8 Mart’ın anlamı da bildiğiniz gibi New York’ta yanan kadın işçileri temsil ediyor. Fakat işte bu ticarileşme olayı her konuya yansıdığı gibi buna da adım atmaya başladı. İçi boşalma yolunda. Bizim gibi memleketlerde daha da tehlikeli bu. Batı’da ne kadar kapitalist olursa olsunlar kadınlar için durum bizde olduğu kadar vahim değil. Gene Batı’da da eşit ücret için hala savaşıyorlar ama sosyal ve cinsel hayatta kadın orada daha özgür, aktif ve daha eşit bir konumda olabiliyor. Ama Türkiye’de, çalışan kadınlar dahi, gelmeleri gereken yerde değiller ve toplum içinde kimliklerini hiç bir zaman tam olarak bulmuş sayılamazlar. En başarılı iş kadını ya da tiyatroda, edebiyatta başarılar kazanmış kadınlar bile toplumda gereken saygıyı g ö r m ü y o r. Onun için, dünya kadınlar gününü kutlasak ne, kutlamasak ne yazar bu haliyle. Çünkü bir değişiklik olmuyor bizim ülkemizde. Bir türlü kadına bakan o zihniyet, kadına bakış açısı

değişmiyor ne yaparsak yapalım. Ben kitap yazdım, kimisi Tüsiad’ın başına geçiyor, ötekisi Sabancı’nın başına geçiyor her ne ise ama netice itibarı ile kadına bakış açısı değişmiyor. Kadının ne kadar sorumlu olduğunu söyleyebiliriz bu tabloda? Kadın da sorumlu tabii ki, ama sanıyorum coğrafya önemli bu noktada. Ortadoğu coğrafyası belki de böyle, sadece Türkiye değil. Ortadoğu coğrafyası ile kuzeyle güney, batı ile doğu arasındaki bir takım farklardan olabilir. İtalyan kadını da İtalyan erkeğiyle tam anlamıyla eşit pozisyonda değil belki ama durum bizimki kadar yahut da Ortadoğu kadar vahim değil gibime geliyor. Devlet hangi noktada duruyor? Devletin yapacağı çeşitli şeyler var -yapmadığı-, örneğin “töre” cinayetlerinin zanlılarını salıveriyorlar işte kadını öldürmüşler, kanun tahrik var diyor, tecavüze uğrayanlar suçlu duruma düşüyor bu ülkede. Cezaları da arttırmıyorlar ya da hakim indirim veriyor. Bunların cezai konumları düzeltilip ağırlaştırılabilir bir önlem olarak; ama asıl kafa değişmedikten sonra bir sonuç alınamaz. Neden? Çünkü kadın ikinci sınıf vatandaş. Bu bütün dinlerde böyle. Hristiyanlıkta da böyle, Hinduda da böyle, ki kadını ölen kocasıyla birlikte yakarlar orada, bizden daha beteri de var yani! Bütün dinlerde kadın şeytandır, ortaçağda yakılan cadılardır kadınlar. Kadın her zaman için bir korku nesnesi, bir tehlike olarak görülmüş. Bu yüzyıllardır böyle sürdüğü için ve buna her karşı çıkan da “pis feminist,” diye bir kenara itildiği için, ki kadınlar bile “valla ben feminist değilim ama...” diye lafa başlıyorlar. Dolayısıyla bunun üstesinden gelmek çok zor. Bizim coğrafyamızda daha da zor.

U ANDA SATAN EDEB YAT Edebiyat burada kadının özgürleşmesinde nerede konumlanabilir? Şimdi bakın, en çok satan kitap ne? “Grinin Elli Tonu”. Diyorum ki, bugün artık ne kaldı, Marquis de Sade’dan beri kadın cinselliği üzerine kurulmadık fantezi kalmadı, “nedir bu kitabın özelliği” dedim. Çoğu kişi okumamış bile, kimsenin Maquis de Sade’den haberi yok bu dönemde. Onda en azından edebiyat unsuru vardı, bunda o da yok. Neyse kitaptaki baş karakter o kadar ezik bir tip ki okuyan kadınlar onunla çok çabuk özdeşleşiyorlar ve de o ezik haliyle en esaslı adamı yakaladığı için ilgi çekiyor. Yani edebiyat, şu anda satan edebiyat, okunan edebiyat bu. Ben üniversitede edebiyat dersi veren bir hoca olarak da bunu söylüyorum; ben derste “Anna Karenina”yı okuttuğum zaman sıkıntıdan patlıyorlar ama “Grinin Elli Tonu”nu okuyorlar. İkisi de aşk hikayesi sonuçta ama biri edebiyat, biri sadece ürün. Ede-

OLANLAR BEN YAZMAKTAN SO UTTU

Cumhuriyetin kad n üzerinden ilerlemesinin nedeni, ezilen kad nlar n ba kald rmalar d r. Cumhuriyet’te ne geli me olduysa kad nlar yüzünden ve kad nlar sayesinde oldu biyat her zaman sınırlı olmuştur. Edebiyat; eleştiriyi, soru sormayı öğretir ama bir müzik kadar etkili değil. Okursun ve düşünürsün ama bir şarkı gibi dinleyip sokağa çıkmazsın burada. Önceleri politik tiyatro zamanında da öyleydi. Ben hatırlarım o zamanki eşim Halk Oyuncuları diye bir tiyatro grubunda oynuyordu. Millet tiyatrodan çıkar Çankaya’ya kadar yürüyüşe geçerdi. Öyle küt diye etkisi olan bir şey değil edebiyat. Onun için yavaş yavaş dönüştüren bir şey. Daha medenileştirir insanı. Aşama aşama sağlar bunu birden bire harekete geçirmez insanı. Ama bu dediğim kitapları yazanların da “kadın” olduğunu düşünürseniz, aşağılamanın derecesine bakın yani. Bu noktada tabii ki yazarların toplumun sorunlarını dile getirmede atılımcı olması gerekiyor. Gerçi siz “Asılacak Kadın”da bunu yaptınız ama yasaklamayla karşılaştınız... Evet yasaklandı, yasaklanma nedeni ahlaka aykırı olması. Herhangi bir gazeteyi açın bakın, yazdığım şeyin aynısı sürekli oluyor. Böyle bir şey yazdığın zaman da tabii, yazarlar korkutmayla karşılaşıyorlar. Ellerinden gelen en kötü şekilde cezalandırmaya çalışıyorlar bizi. Yazarları sindirme durumu var yani ortada? Tabii tabii. Genellikle yazarları sindirme politikası var ama bu politika sadece bugün olan bir şey değil. Osmanlıdan beri olan bir şey. Bu politika bazen daha hafif bazen daha ağır, bazen askerler tarafından bazen siviller tarafından uygulanan bir şey. Siz hatırlamazsınız yaşınız gereği fakat 12 Eylül döneminde televizyonlarda bir yanda kitaplar durur, bir yanda silahlar durur ve bilmem hangi baskında ele geçirilmiştir diye haber ve-

Şu an çok satan kitaptaki baş karakter o kadar ezik bir tip ki okuyan kadınlar onunla çok çabuk özdeşleşiyorlar ve de o ezik haliyle en esaslı adamı yakaladığı için ilgi çekiyor. Okunan edebiyat bu!

rilirdi. Silahlar ve kitaplar yan yana duruyor. Yani kitap silah kadar tehlikeli görülüyordu. Şiddet içermiyor falan dense de palavra, her zaman yazıdan korkmuştur bizim yöneticilerimiz. Onlara göre ne kadar az okursa bir halk o kadar az düşünür, az düşünürse de yönetilmesi o kadar koyunlar gibi kolay olur.

DÜMEN SUYUNDA YAZMAK LER NE GEL YOR Taşın altına elini koyan ve tepki veren yazarların sayısı giderek azaldı mı? Güçlüyle paralel bir gidişten bahsetmek mümkün mü? Örneğin pek çok yazar “din”e daha sık yer verir oldu kitaplarında, neye bağlıyorsunuz? Evet benim gençliğimde olan türden cesur yazar bu dönemde pek göremiyorum. Ben kendim için söylemiyorum genel hava olarak bunu gözlemledim. Bizim dönemde ben de vardım, Erdal Öz de vardı, Sevgi Sosyal vardı, bir sürü insan vardı, hapse giren, kitapları toplatılan... Şimdi bugüne baktığımızda korku mudur, menfaat midir bilemiyorum. Neticede bir kere “aman ne yapsam zaten kimse dinlemiyor, bir işe yaramıyor” görüşü var, bana da hakim olan görüş bu, son zamanlarda beni de yazmaktan alı koyan şey bu. Bir tür öğrenilmiş ya da öğretilmiş çaresizlik. Bir de muhafazakarlığa doğru dönen bu dönemi, kendi çıkarı için kullanmak diye bir şey var. “Millet bunu istiyor, ben de bunu yazayım o zaman,” demek var. Bu bir edebiyatçı için çok tehlikeli. Ben

hep söylüyorum edebiyat hayata şu veya bu biçimde itirazı olan insanların işidir. O itiraz olmazsa, hep dümen suyunda gidiyorsanız o zaman yazmanın bir anlamı yok. Benim de gördüğüm, şimdi bu pankart açan çocukları falan da atıyorlar içeri. Söylüyorum bu kadar korkacakları, tehlikeli bir şey değil yazmak. O çocukların korkmalarını anlıyorum ama kocaman edebiyatçılarınkini anlayamıyorum. Koskoca insansın, artık bildiğini yazmak konumundasın. Ama neden yazmıyorlar onu bilemiyorum. Demek dümen suyuna yazmak işlerine geliyor. Açıkçası hiçbir dönemde ben bu kadar iktidara yanaşma çabasında olan bir yazar grubu görmedim. Cumhuriyet pek çok yönden hep kadınlar üzerinden ilerledi. Modernizm, eşitlik hep kadın üzerinden ele alındı aslında. Peki gelinen noktayı nasıl görüyorsunuz? Şimdi gelinen nokta cumhuriyetin bütün kazanımlarını yok etme çabası. Şimdi bunun kadın üzerinden işleyen bir ayağı var. Demin itiraz olgusundan bahsettim. Kadın en çok hakkı yenen ve itirazı olan varlık. Bu devran böyle devam etse erkek için bir şey değişmez ama kadınlar için durum farklı. Cumhuriyetin kadın üzerinden ilerlemesinin nedeni, ezilen kadınların başkaldırmalarıdır. Cumhuriyet’te ne gelişme olduysa kadınlar yüzünden ve kadınlar sayesinde oldu. Fakat şimdi başbakanın da dediği gibi üç çocuk yetmez beş çocuk

Medya bu konuda nasıl bir işlev üstleniyor? Hepsi birbirine bağlı bunların. Yazar yazmak konusunda tereddüt ediyorsa medya, işin içinde daha çok para olduğu için daha çok tereddüt ediyor tabii. Medya da lüzumundan fazla iktidarı destekliyor. Burada insan durup dururken kendini padişah ilan etmez. Kabul görürse olur bu. Taksim Platformu’nun imza kampanyasını 17 milyonluk İstanbul’da 70 bin kişi imzalamış. Düşünebiliyor musunuz! Ama 150 bin kişi yürüseydi orada Taksim’i öyle kazamazlardı. Halkımız biraz kendine zulmedeni tepeye çıkarıyor. Sizin kadın kahramanınız kimdir? Çocukluğumda Kleopatra olmak isterdim(gülüyor) Belki annenizdir? Annem güçlü bir insandı ve bana güçlü olmayı çok telkin etmiş bir insandı. Ama güçlü olduk da ne olduk? Gene cezalandırılan biz oluyoruz sonunda. Şimdi gene bakanlardan bir tanesi Hürrem’i örnek alın, bakın nasıl kocasını idare ediyor alttan alarak, öyle yukarıdan şunu yapma demiyor da “şunu yapar mısınız hakanım, padişahım” diye idare ediyor diyor. Yani burada örnek kadın olarak Hürrem Sultan’ın gösterildiği bir dönemde yaşıyoruz! (gülüyor) Kadınlar toplumun onlara biçimlendirdiği konumdan mıdır bilinmez bazen “dünyaya bir daha gelsem aman kadın olmayayım” derler. Sizin dediğiniz oldu mu? Ben reenkarnasyona inanıyorum diyelim, inanmak istiyorum. Herhalde diyorum geçen gelişte çok kötü ve günahkar bir erkekmişim. Ceza olarak bu sefer, kadın olarak, sadece kadın olarak da değil “Türkiye’ye” kadın olarak gönderilmişim. Bu hayatta cezamı çekersem eğer bir dahaki hayatta daha mutlu olurum diye düşünüyorum (gülüyor) Son olarak şunu soralım, uzun zamandır kitap yayımlamadınız. Yakın zamanda bir kitap projesi var mı önünüzde? Aklımda iki tane kitap var aslında ama bir türlü içime sinip de oturup yazamıyorum. Çevremde olanlardan, Türkiye’nin içinde olduğu durum olsun dünyanın içinde olduğu durum olsun mutlu edemiyor beni. Hevesim kırık yani açıkçası. Çok soğuttu beni bu ortam. Yani kitap fikri var ama canım istemiyor yazmak. Sadece Türkiye değil dünyanın gidişatı da kötü zaten. Bakalım, bilemiyorum belki tekrar bir heves gelir.


14 8 MART 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

Kadının hayatı değiştirme gücü var Ya ad m z her ey o kadar iç içe ve birbiriyle ba lant l ki tek bir insana bakarken bile olgu ve etkile imlerin tümünü bir arada görmek, anlamak zorunlulu u var ARZU AKGÜN Kitapları ile hayata, geçmişe ve geleceğe içeriden bakan, en ağır toplumsal olayların bireye yansımasını anlatırken bile şaşırtıcı bir yalınlıkla bizi kendimizle yüzleştiren, birbirinden çok farklı yaşam öykülerinde kadın olmanın bütün hallerini ve bütün derinliklerini önümüze seren edebiyatımızın güçlü kalemi İnci Aral ile 8 Mart dolayısıyla “Kadın Olmak” ve “Kadının Dünyası” üzerine konuştuk.

MKANSIZI YENEN SAYISIZ KADIN “Özel olan politiktir” sözünden hareket edersek aslında yaşadığımız her şey, günlük hayattaki sıradan davranışlarımız bile sizin de romanlarınızda vurguladığınız gibi politik ve ekonomik düzlemin bir yansıması. Peki sizce hayatın kadına daha çok dokunması toplumun dayattığı bir şey mi, yoksa kadının yaşamla daha çok bütünleşme isteği ile bağlı olan kendi tercihi bir durum mu? Bugün, birçok ülkede kadınlar sosyal yaşamdan soyutlanmış olarak yaşıyorlar. Daha korkunç olanı kadını bir nesne, bir alet konumuna indirgeyen zihniyet. Kadın hayatla ister istemez bütünleşmiştir. Toplumsal çalkantının, gelir eşitsizliğinin yoğun yaşandığı her yerde, savaşlar, yıkımlar, toplumsal şiddet ve karmaşada en çok zarar görenler kadınlardır. Kadın sorununu toplumun öteki yapısal sorunlarından ayrı görmek, yalınkat kavramak olur. Yaşadığımız her şey o kadar iç içe ve birbiriyle bağlantılı ki tek bir insana bakarken bile olgu ve etkileşimlerin tümünü bir arada görmek, anlamak zorunluluğu var. İnsanlığın yaşadığı ve halen yaşamakta olduğu uzun kadınlık -ya da kölelik - tarihi utanç vericidir. Bu erkek egemen tarih, kadınların düşünmesini, insanlık katına yükselmesini baskı ve hile ile engellemeye çalışmanın karanlık tarihidir. Aslında romanlarınızda ustalıkla anlattığınız/yaşattığınız bir şey ama yine de sormak istiyorum. Neden hep bizi üzeceği baştan belli olan adamlara aşık oluyoruz? Onlar boyalı kuşlara benzerler. Yakışıklı, tatlı dilli, hayalci, girişken, bir kadının hoşuna gidecek ve aklını başından alacak her türlü çekiciliğe sahiptirler. Böylelerinin talibi de çoktur elbette. Daldan dala konarlar. Pek çok kadın bile bile, kendisini üze-

cek, aldatacak hatta mahvedebilecek bu tür erkeklere kapılır çünkü onunla daha renkli, heyecanlı, aşk dolu bir hayat hayal eder. Düşünün, ciddi, sıradan, az konuşan, donuk, sosyal yanı pek gelişmemiş, ilginç bir yaşam ve macera duygusu vaat etmeyen bir erkeği kim neden ister ki!

KEND N A KLA TANIMLAMA ÇABASININ NEDEN DAHA DER N OLMALI Kadın kendini hep yaşadığı aşk üzerinden tanımlıyor, bir aşkın ardından hayatını gözden geçiriyor. Bunun sebebi sizce ne? Kadın, bütün başardıklarına rağmen kendi kimliğini/ruhunu en çok aşkta mı gösterdiğini düşünüyor? Bazı kadınlar öyle olduğunu sanıyorlar ama aşk geçici bir duygu. Aşka tutunma, kendini aşkla tamamlama çabasının nedeni daha derin olmalı. Kadınlar kendilerini keşfetme ve varlık bilincine varmada yalnız başlarına yol alıyorlar. Yaşamlarını, düşüncelerini hatta düşlerini biçimleyen mevcut kadınlık anlayışlarının etkisinden kurtulmak için el yordamıyla ilerliyorlar. Bu yolculuk çoğu kez uzun sürüyor. Bazen aynı yollardan yenilmiş, mutsuz geri dönülüyor, kimi zaman da düz ve kolay görünen başka yanlış yerlere sapılıyor. Ne olursa olsun, bir kadının aşkı ve erkeği hayatının dışında tutması kolay değil. Yalnız kalan kadının işi daha zor. Onun özgürleşebilmesi, kendi cinsi ile ilgili yerleşik değer yargılarının kısıtlayıcı, hatta yok edici çemberinden kurtulabilmesi için direnme inadı, kendini geçindirecek parası, onur duygusu ve ödenecek bazı bedelleri göze alabilmesi gerekiyor.

KADININ MUTLU OLMADI I YERDE ERKEK DE MUTSUZ OLACAKTIR Romanlarınızda çok farklı kadın kimliklerini aynı derinlikte yaşatıyorsunuz. Bu kadar birbirinden farklı kimlik ve ruhun içine girmeyi nasıl başarıyorsunuz? Öncelikle kadınım ve iyi bir gözlemciyim. Sonra, kırk yıldır edebiyatla yoğruluyorum. Yazar başkalarının hayatını ödünç alan, geçici olarak onların yerine geçen kişidir, bunu yapıyorum. Yalnız kadınların değil, erkeklerin durumu da beni yazar olarak ilgilendiriyor, onları da anlamayı ve dile getirmeyi önemsiyorum. Kahramanlarımın durdukları yerle birlikte içsel ya da somut gidiş gelişlerini, kendi sınırlarını yok-

İnci Aral

lama ve nereye kadar ilerleyebileceklerini anlama isteğini, cesaret ve korkularını insani temelde ele alıyorum. Biliyorum ki kadının mutlu olmadığı yerde erkek de mutsuz olacaktır. Ya da tersi. Anlatılarınızda politik olduğu kadar güçlü olan ezoterik bir alt yapı da var. Bu bazen renkler bazen isimlerle bazen de örneğin tanıdıklık hissi ile karşımıza çıkıyor. Kadının sezgiyi hayatında daha ön planda tutmasının nedeni nedir size? Elbette insan salt akıl değil. Sezgiler hayatımızda önemli yer tutuyor. Sezgi gücünün kadınlarda daha yoğun olduğu bilinir. Kadın, hayatı tanımlama kendini kollama ve gerektiğinde başkaldırma gücünün yetmediği yerde yitirdiği iç sesin yerine kendince bir savunma dili ve biçimi geliştir. Bu dil ezilenlerin dilidir. Sezgi ve içgüdüleri öne

alır. Havayı koklar, ortamı algılar, oyunlar kurar. Rüyalara, işaret ve sembollere türlü anlam yükler. Bunlar onun oyuncaklarıdır. Kendi seçimi ve eseri olmayan bir boşluğa ve yalnızlığa böyle dayanmaya çalışır. Kadınların hayatlarına dair ilk fark etmeleri ve yapmaları gereken şey nedir sizce? Kadının hayatı değiştirme gücü vardır. Yeter ki farkına varabilsin. Ayrıca onlara kendini gerçekleştirmek için elinde olan ya da olmayan bütün olanakları kullanmayı öneririm. Bunu yapan, imkansızı yenen sayısız kadın var. Onların hikâyelerini anlatmayı seviyorum. Bir kadın, her şeyden önce hayatı sımsıkı tutmalı, dünyayı kavramayı esas almalı ve hem kendisiyle hem de her şeyle ilgili sorular sormaktan asla vazgeçmemelidir.


Aydınlık KİTAP

8 MART 2013 CUMA

15

Kadınlarla öykü arasında bir yapı uyuşması var ama! Kad nlar n duygular kullanmada ve empati kurmada erkeklerden daha yetenekli olduklar da bilimsel olarak saptanm . Dil becerisinin yan na bunlar da koyarsan z asl nda yazarl kta kad nlar n daha ba ar l olmalar gerekti i gerçe i ç kar kar n za. Peki, neden yazarl k erkeklere atfediliyor? ŞENOL ÇARIK senolcarik@gmail.com Bu haftaki kapak dosyamız 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü… Kadın yazarlarımıza konuk oluyoruz. Bu yazarlarımızdan birisi de dilbilimci, öyküleri, romanları ve eleştiri yazılarıyla tanıdığımız Feyza Hepçilingirler. Feyza hocamızla ülkemizde ve dünyada kadın yazarlara bakışından yazarlığın erkeklere atfedilip edilmediğine, dil ve dil kullanımının günümüz Türkiye’sinde nasıl bir kadın algısı yarattığına dek birçok konuyu konuştuk. Ülkemizde ve dünyada kadın yazarları nasıl konumlandırıyorsunuz? Kadın, yazar da olsa kadınlık görevlerinin hiçbirinden kurtulamaz. Anne olması, ona çocukları ile ilgili hemen bütün sorumlulukları yükler. Günümüz koşulları düşünülürse yazarlık ile maddi kazanç elde edemeyeceği için dışarıda bir işte de çalışıyordur. Bir erkeğin yalnızca bunu yaptığını, eve ekmek getirdiği için kendisini evle ilgili işlerin tümünden uzak tutmayı başardığını düşünürsek buraya kadar zaten iki kişinin yapacağı işi yüklenmek zorundadır. Bunların üzerine bir de yazma uğraşının eklenmesi, insanüstü bir çabayı gerektirmiyor mu? Ben erkek yazarların evdeki lüksüne, konforuna hep imrenmişimdir. Çayı, kahvesi ayağına gelir. Rahat çalışabilmesi için evde sessiz bir huzur ortamı sağlanır. Bir yazar arkadaşım 12 saat odasından hiç çıkmadan çalıştığını, sonunda karısının ona acıyarak zorla odasından çıkardığını, ne kadar çok çalıştığının örneği olarak anlatmıştı. Kadının böyle bir lüksü var mı? Bu yüzden kadın yazarların başarısının, erkek yazarlarınkinden daha önemli olduğunu düşünürüm. Kadın yazarların sayıca erkek yazarlardan az olmasına hayıflanırken bunların da hesaba katılması gerek.

“ERKE N YAZMASI Ç N GEREKL ORTAMI KADIN OLU TURUYOR” Dille uğraşmak aslında biraz da kadınlara özgü bir şey diyebilir miyiz? Fakültelerin filoloji bölümlerine bakınca büyük çoğunluğun kadın olduğunu görüyoruz. Ama yine de yazarlık erkeklere atfediliyor gibi... Bu konuda neler söylemek

sözcüğü. Bu yeni kavram da gazete ve televizyon haberlerinde kullanıla kullanıla aşınır ve yadırganmaz duruma gelirse şaşmamalı. Erkekler hamamının nasıl bir yer olduğu kimseyi ilgilendirmez ama bir ortamda sesler yükselip birbirini bastırmaya başlayınca orası “kadınlar hamamı”na döner. “Karı” sözcüğü uzun bir süreden beri, anlam kötülemesi dediğimiz olayı yaşadı. Bir benzetme öğesi olarak “koca gibi” dendiğini hiç duymayız ama erkeğin, korkak, dönek, adi bir insan olduğunu anlatmak için “karı gibi” denmeye devam edilir. Çocuğu olmayan kadın “katır karı” olmayı sürdürürken dedikoduyu seven adam, “karı ağızlı” diye aşağılanır. Lohusaları boğduğu rivayet edilen bir hayali yaratığın adı “alkarısı”, bir başka hayali yaratık “çarşamba karısı”dır. Mahallenin adamı, erkeği, beyi vb. yoktur da “mahalle karısı” vardır. Dil, zaten kadın, karı, hatun vb. sözcüklerle kadını belli bir yerde konumlandırıyor; basın da bu algıyı yaygınlaştırıp güçlendiriyor.

“ÖYKÜ SABIR VE NCE Ç L K GEREKT R R” istersiniz? Efendim, erkek, babadan Y kromozomu aldığı için beyninde testosteron düzeyi çok yüksek olurmuş. Kadında ise testosteron olmadığında beynin dil ile ilgili bölümleri daha çok gelişirmiş. Kaynaklarda kekemeliğin erkeklerde daha sık rastlanan bir sorun olduğuna dikkat çekilirken kadınların yabancı dili erkeklerden daha kolay öğrendiği ve anadillerini daha rahat kullandığı belirtiliyor. Erkekler matematik becerilerinin kadınlardan üstün olduğuyla övünürler; ama sözel alanda kadınların üstünlüğünden söz etmeyi genellikle unuturlar. Matematik becerisi erkeklerin daha çok kullandığı beynin sol yanıyla ilgiliyken kadınlar, beynin iki yarıküresini çok daha dengeli biçimde kullanırmış. Ayrıca kadınların duyguları kullanmada ve empati kurmada erkeklerden daha yetenekli oldukları da bilimsel olarak saptanmış. Dil becerisinin yanına bunları da koyarsanız aslında yazarlıkta kadınların daha başarılı olmaları gerektiği gerçeği çıkar karşınıza. Peki, neden yazarlık erkeklere atfediliyor? Çünkü arkalarında hayatlarını düzenleyen,

onlara yazmak için gerekli ortamı ve koşulları oluşturan kadınlar var. “Bir kadının bütün erkekleri anlaması için tek bir erkeği tanıması yeterli olurken bir erkek bütün kadınları tanısa da hiçbirini anlayamaz.” Bu söz, Helen Rowland’ın. Ama kadınların empati kurma yeteneğini pek güzel özetlediği için buraya alınmayı hak ediyor bence.

“ KADIN SÖZCÜ ÜNE C NAYET N BA INDAN BA KA YERDE RASTLANMIYOR” Dilbilim asıl uğraşınız. Etimoloji bir yana söylem üzerine çalışmalar var şimdi. Dil ve gerçeklik bağı sorgulanıyor. Dil ve dil kullanımı günümüz Türkiye’sinde nasıl bir kadın algısı yaratıyor ve bunda dilin nasıl rolü var? Kadın olmak utanılacak bir şeymiş gibi “kadın” olmaktan çıkarılıp “bayan” yapıldı ya, “kadın” sözcüğüne artık cinayetin başından başka yerde pek rastlanmıyor. Şimdi en çok “kadın cinayetleri” diye yeni türeyen bir kavramın içinde geçiyor kadın

Çeşitli türlerde eserler verseniz de esasında bir öykücüsünüz. Kimilerine göre öykü daha dişil bir olay olarak değerlendiriliyor. Bir kadın öykücü olarak siz nasıl bakıyorsunuz bu duruma ve öyküye? Öykü sabır ve ince işçilik gerektirir. Kadın yaradılışı bu istekleri yanıtlayacak niteliktedir. Sabır da ince işçilik de kadınlarda fazlasıyla var. El kadar bebeği sabırla besleyip büyütüp koca adam yapanlar onlar. İncecik ipliklerle oyalar, danteller örüp koca koca masa örtüleri, yatak örtüleri üretenler de onlar. Kısacası kadınlarla öykü arasında bir yapı uyuşması var ama asıl neden, romanın daha özgür ve daha geniş bir zaman gerektirmesi. Kadınların ise zamanları her zaman kıt, genellikle de kendilerine ait değil. Halikarnas Balıkçısı, “Öykü tek oturumluktur” derken okunmasını kastetmiş olsa da yazılırken de öyledir öykü. Daha sonra üstünde çok oynayacak olsanız da bir oturuşta yazabilirsiniz öyküyü. Romanın istediği yoğunlaşmayı gerektirmeyebilir. Öykünün dişil bir tür olması sanırım bunlardan kaynaklanıyor.


16

8 MART 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

MİNE SÖĞÜT İLE CİNSİYETÇİLİK VE İKTİDAR ÜZERİNE

Kendini mağdur hissetmek tehlikeli Bir iktidara ba kald rmak için önce ona öfkelenmek gerekir. Yazd klar mla “kabullenme”yi önermiyorum; aksine yüzle menin üzerine giderek bir öfke, bir itiraz yaratmay hayal ediyorum MELİS YALÇIN vmelisyalcin@gmail.com Çoğumuz 2003 yılında, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı “Beş Sevim Apartmanı – Rüya Tabirli Cinperi Yalanları” sayesinde tanıdık onu. Sıradan insanların sıradan hikâyelerini büyülü bir masal gibi anlatışına hayran kaldık. Üstüne üstlük, olmayacak şeylere inandırdı bizi. Ardından “Kırmızı Zaman” ve diğerleri geldi. Daha da sevdik kocaman gözlü kadını. Konu “8 Mart” olunca da söyleşmeye karar verdik onunla. Cinsiyetçilikten girdik, iktidara gelip dayandık. İyisi mi, ben susayım, siz söyleşimizi okuyun. İster eğitimde eşitsizlikten diyelim, ister toplumun cinsiyetçi yapısından; edebiyatın bir erkek alanı olduğu su götürmez bir gerçek. Erkek egemen edebiyat ilk bakışta kadın yazarlar için elverişsiz bir ortam gibi görünüyor. Ancak bu durumun kadınlara sağladığı kazanımlar da var muhakkak: Edebiyatta yepyeni bir kadın dili yaratma olanağı gibi. Göz alabildiğine uzanan bir alanda erkek dili hâkim, sürekli kendini yineleyen, yenilenemeyen. Sizce, kadınlar erkek etkisinden kurtulup yepyeni bir düşün dünyası yaratabilir mi? Yazma ve yaratma alanında “erkek egemenliği” diye dile getirdiğiniz şeyi ben tek başına “iktidar” olarak tanımlamayı tercih ederim. Ve edebiyatın tabiatı gereği “iktidar” karşıtı olması gerektiğini düşünürüm. Sanatçı zaten her açıdan kendi alternatif dilini yaratmakla yükümlüdür ve benim için herhangi bir cinsiyeti yoktur. Ama içerik olarak her türlü sorunu kendine dert edinebileceği gibi kadınlarla ilgili sorunları da hedefine koyabilir. Açıkçası cinsel ayrımcılıkla ilgili bir meselede adaletsiz tarafı “erkek” olarak tanımladığımız zaman, karşısına “kadın”ı koymaktan yana değilim. Cinsiyet sadece cinsellikle ilgili konularda, üremede, sevişmede bir tanım, bir işaret olarak anlam taşır. Yoksa toplumsal roller ya da sorunlar içinde cinsiyeti belirleyici olarak almak bizi meseleyi çöz-

mekten uzaklaştır. Yani kadınların “erkek etkisinden kurtulup yepyeni bir düşün dünyası kurması” diye bir hedef benim için bir anlam taşımıyor. Ancak topyekün, kadını, erkeği, eşcinseli, aseksüeli farketmez, edebiyatçının mevcut iktidarlara kafa tutması gerekir. Edebiyat yılan dillidir. Hiçbir koşulda evcilleşmemelidir. Kadınların edebiyat alanında yara-

tıcı ve üretken olmaları için neler yapılabilir? “Kendilerine ait bir oda” yeterli mi? Mağduriyet üzerine yazmak önemli, ama “kendini mağdur hissetmek” tehlikeli. Herkesin içinde yolunu sadece kendisinin bildiği bir “oda” zaten var ve o oda kimse tarafından ona lütfedilmemiş. Yazarın, cinsiyeti ne olursa olsun alternatif de olsa politik söylemlerin ha-

masetine kapılmadan içindeki o “gerçekten” kendine ait odaya varan yolu bulması yaratıcılık için yeterli sanırım. Romanlarınızda “iktidar”a karşı çıkıyorsunuz, ancak her satırda hissedilen bir çaresizlik de yok değil. Bu bir yanılsama mı, yoksa gelecekten çok şey beklememeli miyiz? Sezdiğiniz o “çaresizlik” bir sonuç değil sadece mevcut durumun vehameti. Ben iktidara karşı çıkmak için öncelikle iktidarın gözünden nasıl göründüğümüzü fark etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Mevcut ideolojinin marifeti, insanı şuursuzlaştırmak. Bağımlı birey akılcı düşünemez. Medya yoluyla en ince damarlarımıza kadar şırınga edilen tüketim bağımlılığı bizim tüm ama tüm tercihlerimizi belirlerken bir “umut”tan bahsetmek komik oluyor. O yüzden, bir an önce şuurumuzu yeniden kazanmalı ve ne halde olduğumuzu tüm çıplaklığıyla görmeliyiz ki isyan edebilelim. Bir iktidara başkaldırmak için önce ona öfkelenmek gerekir. Yazdıklarımla “kabullenme”yi önermiyorum; aksine yüzleşmenin üzerine giderek bir öfke, bir itiraz yaratmayı hayal ediyorum. “Gelecekten çok şey beklememeli miyiz,” dediniz ya, inadına, gelecekten “çok” şey beklemeliyiz. Yarattığınız karakterler arasında en çok ilgi çeken Madam Arthur Bey olmalı. Madam Arthur Bey, sizin deyiminizle bir “kadınadam”. Bizde çağrıştırdıklarının dışında bir anlamı olmalı, nedir bu kadınadam? Madam Arthur Bey bir iktidar tarifi. Çift cinsiyeti ve ölçüsüz kötücüllüğüyle tekinsiz olan iktidarı; onun gücü algılayışını ve kullanışını simgeliyor. Son olarak, genç yazarlara -özellikle genç kadınlara ve yazmak isteyip de bundan kaçınanlara- bir tavsiyeniz var mı? Bana göre, yaratıcılığa giden yol tavsiyelerden ziyade, bağımsızlıktan ve özgünlükten geçiyor. Herkes kendisinin tanrısıdır. Dediğim gibi size bir oda bahşedilmesini beklemeyin. O oda her koşulda var zaten. Siz o odanın yolunu bulun yeter. Marifet bahane tanımaz.


Aydınlık KİTAP

8 MART 2013 CUMA

17

Çalıştıkça kendini bulan kadınlar

Son derece elveri siz ortamlarda, asgari ücretin alt nda, haklar ndan yoksun çocuk ya ta çal maya ba layan 213 kad n i çi, i te ve aile ortam nda ya ad klar güçlükleri, yoksulluklar , iddeti akademisyenlerin ortak çal mas nda anlat yorlar ESİN TURHAN

kadınlar haklarını savunabilecek, bu haklar için seslerini yükseltebilecek herTürkiye’de kadın sorunu denildiğin- hangi bir olanağa sahip değil. Sağlık güde kadının yaşadığı baskı ve fiziksel şid- vencesi, emeklilik, sendika etkinliği, ondet algılanır. Oysa kadın sadece aile lardan çok uzak ve geleceklerinden içerisinde yaşamıyor. Çalışma hayatın- umutlu değiller. Gene de yükselen işsizlik daki kadın da sadece bürolarda masa ba- karşısında çalışmaktan hoşnut ve ücretşında çalışmıyor. Kadınlar aynı zaman- ten tatile, düzenli mesai saatlerinden, da çalışma hayatının kayıp işçileridir. Bel- hastalık iznine tüm haklarını sınırlayan kıs Kümbetoğlu, İnci User ve Aylin Ak- işverenlerine müteşekkirler. pınar’ın, kayıtdışı çalışmaya dair yapAraştırmacılar, çalışmanın bu katıkları ve kitaplaştırdıkları kadın istih- dınları özgür, bağımsız ve güçlü kılmadamına yönelik alan araştırması, çalışma dığını, onlara sadece boğaz tokluğu tehayatındaki kayıp işçi kadını ortaya ko- min ettiğini, buna karşılık onlar için yuyor. birçok rahatsızlık, eziyet ve aşağılanma Kitap üç akademisyenin öğrencile- anlamına geldiğini vurguluyor. riyle birlikte yaptıkları bir alan araştır“Türkiye’de kadın istihdamı ve kamasına dayanıyor. Araştırma kapsayıtdışılık” başlıklı bölümde, mında İstanbul, Kocaekadınların istihdama erkekleli, Bursa, Sakarya ve re oranla çok düşük katıldığı Düzce illerinde tekstil, ve çalışma koşullarının ergıda ve hizmet sektörlekeklerden farklı olduğu berinde kayıtdışı olarak çalirtiliyor. Kadın istihdamı ağırlışan kadın işçilerle gölıklı olarak tekstil, gıda ve hizrüşmeler yapılmış ve bu met sektörlerinde görülüyor. çalışma biçiminin iç yüzü Araştırmaya göre hizmet sekişçilerin anlatımıyla ortörü giderek daha fazla kataya koyulmuş. Araştırdının istihdam edildiği bir macılar kadın istihdamıalan olmaya başladı. Tekstil na ilişkin sayısal veriler imalat sanayinin bir alt kolu elde etmeyi değil, kadınolarak kadınların en azından ların kendi çalışma serüerkeklere yakın bir oranda i nc lar, d n Kay p çi Ka venlerini nasıl deneyim, istihdamının gerçekleştiği lu eto mb Kü lk s Be er, Us s. 324 lediklerini ve anlamlanr , nla sektör olsa da kadınların Ba lam Yay dırdıklarını görmeyi heişgücüne katılım oranları o deflemişlerdir. Bulgular iktisadi anlamı kadar düşük ki, bu sektörlerdeki görece iyi bilinen kayıtdışı çalışmanın kadınla- yüksek oranlar genel resmi değiştiremira ne gibi koşullar dayattığını ayrıntılı bi- yor. çimde sergiliyor. Araştırmaya katılan 213 kadın çoğunlukla çocuk yaşta çalış- SAHTEKÂRLI A maya başlamış, birçok iş değiştirerek ve HEBA ED LEN EMEK arada uzun dönemler işsiz kalarak buKadınların kayıtdışı çalışmasını ingünlere gelmiş. celeyen üç kadın akademisyen, kitapta kadın işçilerle yaptıkları görüşmeleri ÖRGÜTSÜZLÜK VE de ifadelere hiç dokunmadan veriyorlar. GÜVENCES ZL K Kadınlar bu görüşmelerde neden çalışSon derece elverişsiz ortamlarda, maya başladıklarını, nasıl iş bulduklarıasgari ücretin altında ücretlerle, uzun ça- nı ve hangi şartlarda çalıştıklarını net bir lışma saatleri boyunca ve çalışan hakla- şekilde anlatıyor. Araştırmada kadınlarının hemen tamamından yoksun olarak ra nasıl çalışmaya başladınız sorusu yöçalışan bu kadınlar işte ve aile ortamın- neltiliyor. İşte birkaç yanıt: “Oturduğum da yaşadıkları güçlükleri, yoksullukları, muhitte bi tekstil firmasının olduğunu öğşiddeti açıkça ifade etmiş, örgütsüzlük ve rendim oraya başvurdum, ütücü olarak güvencesizliğin kişinin yaşamını ne hale işe alındım, maaş söylenmedi yalnız. getirdiğini anlatmışlar. Maaş ay sonunda işe gösterilen perforSistemin görünmez kıldığı, kayıp işçi mansa göre verilecek dendi. Sigorta da

ona göre yapılıp yapılmayacağı kararlaştırılacak dendi. Ben de var gücümle çalıştım; kendimi kanıtlayayım dedim. Ütü en zor işmiş tekstilde, onu öğrendim bu arada. 29 gün falan çalıştım işte. Yani limitlerin çok üzerinde çalıştım. ...orda limit 700 parçaymış, 1100 parça ütüledim ben günde. (Bu sigortaya başlayabilmek için mi?) o seçilecek elemanların, ordakilerin arasında olabilmek için gayret gösterdim. Meğer sahtekarmış, yalancıymış adam. Bi sabah gittik ki kapılar kapalı, her şey akşamdan taşınmış, alınmış, kaçmış.”

TÜRK YE’DE ÇOCUK Ç L Araştırma kayıp işçi kadınlara ilişkin çarpıcı hikayeler kadar çalışma hayatındaki kuralsızlığı da ortaya koyuyor. Esnek çalışma biçimlerinin bu kuralsızlıkların önemli sebeplerinden biri olduğu gerçeğinin de araştırmayla birlikte bir kere daha altı çiziliyor. Kayıtdışı çalışma kadın istihdamında da çocuk yaşlarda başlıyor. Araştırmada çocuk işçiliğine ilişkin de geniş yer veriliyor. “Türkiye’de Çocuk İşçiliği, Şiddet, Ekonomik Şiddet ve Çocuk İşçiliği, Araştırmanın Çocuk Yaşta Çalışmaya İlişkin Bulguları, Tarımda Çocuk İşçiliği” başlıkları altında sorun yaşanan örneklerlerle anlatılıyor. Küçük yaşta çalışma hayatına başlayanlar, her türlü zorlukla karşılaşıyor. İş kazalarının yanı sıra işyerinde baskı, şiddet ve tacize kadar varan olumsuzluklar yine araştırmada kişilerin kendi anlatımlarıyla karşımıza çıkıyor. 11 bölümden oluşan ve anket yönte-

miyle yapılan görüşmelerle yapılan araştırmaların yer aldığı kitap, sadece kadının çalışma hayatı içindeki yerini değerlendirmiyor. Kadın için de çalışma hayatını, sağlığı ve güvenliği sorguluyor. Araştırmaya katılan kadınların sağlık tanımları, sağlık hakları ve para ile sağlık ilişkisi de araştırmanın konuları arasında yer alıyor. Kadının çalışması hem yasal olarak hem de toplumsal olarak kocanın iznine bağlı. Özellikle de işçi kadınlarda bu durum daha da baskın. Araştırmacılar bu konuyu da çalışmaya karşı eşlerin, akrabaların ve çevrenin tutumu başlığıyla ele alıyor.

ÇALI MA VE ÖZGÜVEN L K S Çalışma hayatının kayıp işçisi kadınlarına ilişkin araştırmanın yer aldığı 323 sayfalık kitaptaki en önemli tespit yine kitabın içinde yapılıyor. Araştırma tüm yasal denetimsizlikleri, boşlukları, görmezden gelmeleri ve sömürüyü ortaya koyuyor. Ama bütün bunlara karşın, kadın için çalışmanın ne anlama geldiği şu belirlemelerle açığa çıkartılmış oluyor: “Ev dışında çalışma yaşamına başladıktan sonra kendi emeklerinin değerinin farkına varan kadınlar, ‘özgüven’ kazandıklarını söylemektedir. Kadının bir birey olarak kentte yeni sosyal ilişkiler kurabilmesi, ailesinin yanı sıra çevresine, içinde yaşadığı topluma farklı şekillerde hizmet ettiğini hissetmesi, özsaygısının kendi gözünde artmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda çalışmanın dolaylı yoldan da olsa kadınlarda güçlen-


18

8 MART 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

YENİ ÇIKANLAR

Sözcüklerin Vicdan

Hafif Metro Günleri

ki Din Tek Bayrak

Thomas Hobbes

Emin Özdemir, Bilgi Yay nevi, 376 s.

Murat Yalç n, Can Yay nlar , 106 s.

Ian Almond, Do an Kitap, Çev: Gül Ça al Güven, 268 s.

Aloysius P. Martinich, Bankas Kültür Yay nlar , Çev: Ak n Terzi, 460 s.

Shakespeare, “Vicdanım binlerce dilden konuşur/ Ve her dil bir öykü anlatır” diyor. Vicdan-dil-öykü üçleminde gerçekleştirdiği (kurgusal) denemelerinde Emin Özdemir öyle bir evrensel iç içelik yaratıyor ki, orada insanın, ülkenin sınırlarının yerini evrenselliğin sınırları alıyor. Orada, Shakespeare’in, “binlerce dilden konuşan dil”i, vicdan denen o sonsuz evrensellikle bütünleşiyor. Vicdan; yazar, sanatçı, bilimci... O bütünleşme insanlar arasında öyle bir iç içelik yaratıyor ki, Llosa Vargas da, Emin Özdemir de aynı dilden konuşuyor. -Adnan Binyazar-

“Karanlıkta yol alan hikâye karanlıkta son bulur” demesi ne, Borges’in sevdalısı? Esin perileri kurşuna dizilirken, kalemin kurşunlarında can verirken. Gecenin sessizliği bozulunca perdeleri açmak, ışığı kapamak istemiyorum. Güneşin doğuşundan bana ne?” “Hafif Metro Günleri”, anlatıcısının zihninde ayrıntı avına çıkmış bir metin. “Tanımlanmayan” anlatıcıysa yaşamı da, tüm anlatıları da bir göstergeler kuyusu olarak görmeye başlamış, bu nedenle çevresinde gördüğü her şeyi durmaksızın yorumlayan, bu yorumlardan sonuçlar çıkaran, öfkeli ve alaycı bir kent gezgini.

Tarih boyunca “Doğu” ile “Batı”, Müslümanlar ile Hıristiyanlar, Türkler ile Avrupalılar, “uygarlıklar çatışması”nın tarafları olarak görüldüler. Ve aralarında aşılması olanaksız bir uçurum bulunduğu fikri, tarih boyunca geniş kesimler tarafından kabul gördü. Ian Almond, “İki Din, Tek Bayrak”ta bu uçurumun tarihte defalarca aşıldığını ve içinde Müslümanların bulunmadığı bir Avrupa tarihinden bahsedilemeyeceğini yetkin bir araştırmayla ortaya koyuyor. Ian Almond, çeşitli Müslüman-Hıristiyan askeri ittifaklarını inceleyerek iki tarafın da tarihi belleğinden silinmiş işbirliği örneklerini ele alıyor.

Thomas Hobbes, insanın da doğadaki diğer nesneler gibi sadece madde ve hareketin kurallarına tabi olduğu, din konusunun ise ancak kişisel inanç meselesi olarak görülebileceği görüşü nedeniyle ateist diye damgalanmaktan korkmuş ancak bu uğurda büyük bir fikir mücadelesine girişmekten geri durmamıştır. Hobbes uzmanı A.P. Martinich, bu büyük düşünürün çağının siyasi ve toplumsal olayları içinde nasıl şekillendiğini ve yüzyılları aşarak günümüze nasıl ulaştığını incelerken bir yandan da zamanımızın kültürel, bilimsel, siyasal ve felsefi temellerinin atıldığı bir dönemin nabzını tutuyor.

Ra Ça

Hiçbirimiz Masum De iliz

Gramofonlu Kahvehane

Ofistekiler

James Lovegrove, Kassandra Yay nlar , Çev: Selvi Ayd n, 360 s.

Raul Montanari, Sonsuz Kitap Yay nlar , Çev: Güliz Akyüz Yold r m, 320s.

Tahir Abac , karos Yay nlar , 232 s.

Lale Erol Uluta , Minval Yay nevi, 288 s.

Ellerin her an kana bulanabilir. Bu seni soğukkanlı bir katil mi yapar? Her an sevdiğin kadına savaş ilan edebilir, düşmanınla sıkı dost olabilirsin. Böyle yaşamak karakterini yitirdiğini mi gösterir? Her an ölebilirsin; yolda yürürken, banyo yaparken ya da bir başkasını öldürmeyi planlarken.. Yine de bu kitabın son satırını sen yazacaksın... “Raul Montanari cinayet romanlarının önyargılarından uzakta kendi şiirselliğini keşfetmeye devam ediyor ve hayata karşı direnen bir aşkı anlatıyor.” -Feltrinelli-

Asıl işi edebiyat olan şair ve yazar Tahir Abacı’nın Radikal İki, Milliyet Sanat, Kaçak Yayın gibi gazete ve dergilerde yayımlanmış “memleketin şarkısı türküsü üstüne yazılar”ını toplayan bu kitap bizi o gramofonlu kahvehanelerin atmosferine götürüyor. Şarkıların evreni, türkülerin yeri yurdu, şiir ile şarkının kesişme noktaları, plakların serüveni, Anadolu şehir müziği... Müziğin keyifle okunan “hikâye tarafı”nı anlatırken, geniş bir alanda dolaşan, müzik ekseninde ülkenin toplumsal serencamına da tanıklık eden, belleğe katkı yaparken ipuçları da veren denemeler toplamı...

Uluslararası bir ilaç şirketinin iletişim departmanında çalışmakta olan Rüya, elitist, şekilci bir iş hayatı ve eskimeye yüz tutan bir evliliğin içinde boğulmak üzereyken, gençlik hayallerini, umutlarını canlandıran, heyecan verici bir yol ayrımına gelir. Bambaşka dünyalara açılan bir kapının eşiğindedir. “Ofistekiler” bireyi ezen, yırtıcı iş yaşamını bütün çıplaklığıyla anlatırken ezilmekten yakınan çalışanları da sert biçimde sorguluyor, modern zamanların iş hayatını çok yönlü olarak ortaya koyuyor; iletişim ve reklam dünyasına ait detayları, kadın-erkek ilişkilerini ve bugünün yaşantı biçimlerini mercek altına alıyor.

“Antik Mısır tanrıları tüm diğer pantheon’ları yenerler ve yeryüzünde hakimiyet kurarak farklı tanrılara inanan toplumları birbirleriyle savaşmaya sevk ederler. Britanyalı Teğmen David Westwynter tanrı hakimiyetinden uzak kalabilmiş tek yer olan Hürmısır’da kendini bulur. Orada insanoğlunu tanrısal tahakkümden kurtarmaya ant içmiş Işıkgetiren adlı humanist önderin takipçileriyle karşılaşır. Dünya kıyameti andıracak bir savaşa doğru ilerlerken bu özgürlük savaşçısının göründüğünden fazlasına sahip olduğu ortaya çıkacaktır...”


YENİ ÇIKANLAR

Kabil’in K rlang çlar

Aydınlık KİTAP

Do u Bat Mimesis

Yasmina Khadra, K rm z Kedi Yay nevi, Çev: Alev Özgüner, 152 s.

Kader Konuk, Metis Yay nlar , Çev: Can Evren, 320 s.

Taliban yönetimi altındaki Kâbil’de, savaşların ve baskının kol gezdiği sokaklarda, sadece binalar değil yaşantılar da yıkıntıların altında kalmış: Bir zamanların refahı içinde ve modern koşullarında yaşamaya alışmış burjuva bir çift ve Taliban’ın hizmetinde ölüm servis eden bir zindancıyla biçare eşi... Dört unutulmaz karakterin karanlıktan çıkmak için aşkın aydınlığına sığınma çabası... Kadınların dar alanlara sıkıştırılmaya çalışıldığı koşullarda özgürlük için nasıl uğraştıklarının mucizevi anlatısı... “Kâbil’in Kırlangıçları”, kitapları 34 dile çevrilen ödüllü yazar Yasmina Khadra’nın, Afgan toplumunun açmazlarını kaleme aldığı bir labirent.

Kader Konuk, kışkırtıcı bir sav ortaya atıyor: Modern Türk kimliğinin yalnızca Kemalist kadrolar tarafından kurulmadığını, Nazi zulmünden kaçıp ülkeye gelen Alman-Yahudi sığınmacıların bu kimliğin inşasında önemli bir rol oynadığını öne sürüyor. Mimesis’in Türkiye’nin hümanist reform hareketini bir tür kültürel mimesis çerçevesinde anlamamızı sağlayacak. Edebiyat eleştirisi kavramlarını verimli ve yaratıcı bir biçimde kullanarak Türkiye’nin kültürel tarihini kavramamızı sağlayan bu kitap, Doğu-Batı ilişkilerine dair incelemelere de yepyeni bir yaklaşım getiriyor.

Var Olmak Cesaret ster

stanbul’un 72 Milleti

A.Kadir Özer, Remzi Kitabevi, 216 s.

Hasan Öztoprak, Kafekültür, 256 s.

“Her acı bir gün anı olacak” diyor şair. Hayat gerçekten de inişleri ve çıkışlarıyla uzun bir yolculuk. Kendini çıkmazda hissettiği bir anda bu sözü hatırlamak insana güç verir kuşkusuz. Hiçbir acının sonsuza dek sürmediğini bilmek içimizi rahatlatır. Yine de bazen kendimizi öyle derin bir karanlığın içinde buluruz ki sözler işe yaramaz. Seçeneksiz olduğumuz duygusuna kapılırız. Sanki her şeyin sonuna gelmişizdir. İşte bu anlarda aslında seçeneksiz olmadığımızı bize hatırlatacak birilerine ihtiyacımız olabilir.

İstanbulun etnik yapısı üzerine birçok çalışma yapılsa da bunların yeterli olduğu söylenemez. Bu eksikliği kısmen gidermeye çalışan İstanbul’un 72 Milleti, on bin yılı aşan tarihi ile dünyanın en eski kent yerleşimlerinden biri olan İstanbulda yaşamış, yaşayan, bir şekilde temas etmiş ulusları, halkları, kavimleri dinsel ve etnik grupları kısaca size tanıtmayı; onların kökenlerini, tarihlerini, yaşama biçimlerini, dinlerini, dillerini, kültürlerini kitabın boyutları ölçüsünde ele alırken yeni araştırmacılara da kapıyı aralamayı hedefliyor.

8 MART 2013 CUMA

19

Bir Türk dünyayı kurtarabilir mi? Hollywood filmleri yap mc lar ve Amerikal romanc lar, bu yetenek sadece kendi ellerindeymi gibi davran yorlar. Peki ya bir Türk bunu yapamaz m ? AYŞEGÜL YILMAZ

bir şekilde ilerliyor “Kara Güneş”te. Hakan, İstanbul sokaklarında bir NeoMacera romanı ve polisiye roman de- Nazi örgütüyle kıyasıya savaşırken, bir nildiğinde, Türk okuyucusunun hemen yandan da Almanların II. Dünya Savayabancı yazarlara yöneldiğini söylersek şı’nda Yahudilere uyguladıkları insanlık bu çok da yanlış olmaz. Ülkemizde bu dışı politikanın bilinmeyen yönlerine roman türü daha çok Amerikan ve bir Yahudi gencinin gözünden bakmaFransız yazarların tekelinde varlığını mızı sağlıyor. Bu yönüyle çok katmanlı sürdürmekte. Öyle ki birçok genç ya- bir macera romanı diyebiliriz “Kara yınevi, çeviri aksiyon roGüneş” için. Üstelik romamanlarından oluşan geniş nın sayfalarını çevirdikçe, bir yayın portföyüne saNazilerin savaş boyunca hip. sürdürdükleri gizli araştırHâl böyleyken, Türk ma seyahatlerine, akıl dışı edebiyatında bu işe soyugenetik operasyonlara, vahnan (ya da cesaret edebişetin bin bir türlüsünün len) bir yazar bulmak pek yaşandığı toplama kampkolay değil. Ben yine de bu larına ve “Thule” gibi misarayışımı içten içe sürdürtik bazı topluluklara kadar müş ve geçtiğimiz haftabir sürü şeyle sarıp sarlarda, genç yazarlarımızmalanıyorsunuz. Konuyla dan olduğunu gördüğüm ilgili hayli araştırma yaCenk Kayakuş’un geçen pıldığı belli. Öte yanda Saplant sene yayınlanan “Saplantı” yazarın, yabancı mesCenk Kayaku adlı romanına denk gelmiş- Alt n Bilek Yay nlar , 431 s. lektaşlarının etkisinde tim. Eseri bitirmemin ardınkaldığı bazı noktalar da dan söyleyebilirim ki yerli piyasamızda, yok değil tabii. Bu durum yer yer, kaşaşaalı çeviri isimlerin gölgesinde kalan rakterlerin diyaloglarında kendini belli güzel romanlar gerçekten de var. “Sap- ediyor. Sokak ağzından uzak konuşmalantı”, dört yüz sayfanın üzerinde ol- lar biraz havada kalıyor sanki. Ama masına rağmen, kurgusu, anlatımı ve sü- kurgu öyle akıcı ki, yerel ağza pek uyrükleyiciliği ile beklediğimden fazlasını mayan bu diyalogları fark etmeniz çok verdi bana. zor diyebilirim. Öyle ki yazar, romanın son bölümlerinde işin içine bir miktar biYEN JAMES BOND limkurgu bile serpiştirmiş ve okuyucunun Geçtiğimiz hafta da, yazarın yeni çı- zihnine imkânsızlık diye bir şey olmadıkan bir romanı gözüme çarptı; “Kara Gü- ğının tohumlarını bırakmış. neş”. Kapağında yazan “Bir Hakan Geda Yarattığı, gerçekle iç içe olan bu Macerası” ibaresi, “Saplantı” romanın- kapsamlı evrenin farkında olan yazar, kida tanıştığım bu karakterin yeni bir James tabın sonuna okuyucuların kurguyla gerBond ya da Hercule Poirot olma yolun- çeği ayırt etmelerini sağlayacak ve roda hızla ilerlediğini gösteriyor aslında. mandan öğrendiklerini de kuşkuya yer bıCenk Kayakuş’un, eski bir özel bir- rakmayacak şekilde sağlamlaştıracak lik askeri ve arkeolog olan karakteri Ha- birkaç sayfalık bir bölüm eklemiş. Bu dükan Geda, tarihi olaylarla ilişkili son de- şünceyi de ayrıca takdir ettiğimi söylerece karmaşık durumların içinde kendini yebilirim, çünkü kitabı kapatmadan önce bulmasıyla tam bir anti-kahraman as- nelerin gerçekten yaşanmış olduğunu lında. Başına gelenlere rağmen güçlü ve öğrenmek ve yazarın hayal dünyasını yasoğukkanlı duruşu, olayları çözüm ye- kından tanımak gerçekten iyi oluyor. teneği ve beklenmedik, çılgın kararlarıyla Son olarak macera tutkunlarına diyecetanıyoruz Hakan’ı iki romanda da. Kü- ğim o ki, eğer Grange’dan ya da Harlan für etmekten kaçınmayan ve zıpır ta- Coben’den daha farklı bir tat arıyorsanız vırlarıyla öne çıkan ortağı Semih ile bir- ve dünyanın bir kez de bir Türk kahrabirlerini son derece iyi tamamlıyorlar. manın ellerine emanet edilmesi gerektiHikâye, II. Dünya Savaşı dönemle- ğini düşünüyorsanız, Cenk Kayakuş ve rinden kesitlerle, günümüzle paralel “Kara Güneş” tam size göre.


20

Aydınlık KİTAP

8 MART 2013 CUMA

ÇOCUK-GENÇ

Haydi çocuklar kitap okuma yarışmasına! ECE ATAER heceataer@gmail.com Son yıllarda çeşitli kurum ve kuruluşların ve okulların kitap okuma alışkanlığını artırmak amacıyla yaptığı yarışmalar dikkat çekiyor. Bu Yayınevi de “kitaplar okunsun, öğrenciler okusun” diye kitap okuma yarışması düzenliyor. Yayınevi, toplum olarak çocuklarımıza kitap okuma alışkanlığı kazandıramadığımızı belirterek okuduğunu anlamayan bireyler yarattığımızı söylüyor. Son yılın Türkçe sınavlarında sorulan 40 soruya ortalama 17 civarında doğru yanıt verildiğini gözler önüne seren yayınevi, çocuklarımızın sadece boş zamanlarında değil, her zaman, her yerde kitap okuyan bireyler olması gerektiğini ifade ediyor. Başarının ancak o zaman gerçekleşebileceğini vurguluyor. Kısaca amaç, doğal, yaşama dair bir sınava hazırlık ve öğrencilere anlayarak soru çözme becerisi kazandırmak. Bu doğru sözlere ne diyelim! Yayınevi kolları sıvamış. 2. sınıftan 8. sınıf kadar Türkçe derslerinde işlenen temalara göre kitaplar belirlemiş:

2. SINIF Salkım Söğütteki Orkestra (Nermin Şenol Kalyoncu) Şarkı Söyleyen Kayalar (Zeliha Akçagüner) Kuşlar Ölmesin (Aziz Sivaslıoğlu) Saksı ile Çekirdek

(Zeynep Oktuğ) Ver Elini Avrupa (Tülin Tankut) Güneş Gezegeni Serisi 1 (Meltem Erinçmen Kanoğlu) Teşekkür Ederiz Atam Sessizce (Melike Funda Kaynak) Burcu’nun Öyküleri (Mehmet Erdoğan)

(Hamdullah Köseoğlu) Bilge Köstebek 1 (Funda Bahçeci)

3. SINIF Sonsuzluk Sirki (Hande Barutçuoğlu) Mavi Top (Pürnur Soğangöz) Yaramaz Kiko (Nazire Kutsal) Kardan Çocuk Küçük Kara Köpek

6.SINIF

(İsmet Kür) Babil’in Asma Bahçeleri (Yasemin Yücesoy Gündoğan)

4. SINIF Gülün İçindeki Ses (Tülin Tankut) Elveda Kumru

7. SINIF

(Mustafa Tuncel) Büyükada’nın Küçük Dedektifleri (Ayşegül Çetiner) İskenderiye Feneri (Yasemin Yücesoy Gündoğan) Güneşin Anahtarı 1 (Ayşe Yamaç)

Yaz Gülü (Ayşegül Yamaç) Nilüfer Diye Bir Kız (Meral Babacan Erbil) Tomris (Nazire Kutsal) Yalı Çapkını Çobanaldatanı Arıyor (Zeliha Akçagüner) Ana Tanrıça (Mehmet Erdoğan)

5. SINIF

8. SINIF

Başrol Benim Olsa

Mihrican’ın Vurduğu (Ayşe Yamaç)

Kelebe ini Arayan Ay e

Tülin Koziko lu, Redhouse Yay nlar , 48 s.

Bisikletliler (İncila Çalışkan) Eşeğin Keyfi Yerinde (Tülin Tankut) Ormandaki Tehlike (Mahmut Tunaboylu) Takım Ruhu (Ülker Kurtcan) Bir Mutsuz Kaplumbağa (Ayşegül Aktürk)

Ayşe, kelebeğini bulmak için uzun bir yolculuğa çıkıyor. Meraklı gezginlerimiz bu sefer de Ayşe ile dünyanın dört bir yanına seyahat edecekler! Henüz bir tırtılken tanıştığımız, sonra pencereleri açıp özgürlüğünü bulan kelebeğimiz serinin üçüncü kitabında kayıplara karışmıştır. Onu arayıp bulmak Ayşe’ye düşer. Kelebeğinin başına bir şey gelmesin diye endişelenen Ayşe, dürbününü alıp kelebeğini aramaya başlar. “Meraklı Gezginler Serisi”nin üçüncü kitabında Ayşe ile önce çöllere gidip develerle konuşuyor, sonra okyanusların altına bakıyoruz; buz gibi kutuplarda gezdikten sonra da yemyeşil yağmur ormanlarında buluyoruz kendimizi. Yana açılan sayfalarla dört farklı dürbünden bakarak, birbirinden renkli hayvanlar ve bitkilerle tanışıyoruz.

Kardelen (Hamdullah Köseoğlu) Dönüm Noktası (Gözde Kerman) Mesajımı Bekle (Filiz Tosyalı) Suda Kurudu Kökler Mustafa Tuncel) Uygulama nasıl mı gerçekleşecek? Öncelikle her sınıf için belirlenmiş olan bu cıvıl cıvıl kitapları tüm öğrenciler alacak. Belli bir sırayla, mantıklı bir zaman dilimine yayılmış bu güzel kitapları özümseye özümseye okuyacak. Bir ders saatinde yayınevi tarafından hazırlanan en az 40 adet çoktan seçmeli paragraf sorusuyla öğretmen tarafından değerlendirme yapılacak. Sınavda verilen optik form ve kitapçıklara öğrenciler soruları yanıtlayacak ve formlar, öğretmen ya da okul müdürü tarafından yayınevine ulaştırılacak. En sonunda sonuçlar Bu Yayınları tarafından değerlendirilerek okula bildirilecek. İşte bu kadar. Ödülleri merak ettiğiniz duyar gibiyim. Değerlendirme sonunda okul genelinde 2,3 ve 4 ile 5,6,7. ve 8. sınıflar arasında en yüksek puanı alan her iki gruptan 3 öğrenci yayınevinin sürpriz armağanlarıyla ödüllendirilecek. Ne duruyorsunuz? Bu Yayınları “Biz rengârenk, içi dopdolu kitaplar bastık; siz de okuyun,” diyor.

Kral Lear ve Othello Shakespeare yüzyıllar boyunca etkiledi dünya sanatını. Ne mutlu ki artık çocuklar da okuyacak bu ölümsüz eserleri. Küçük yaşta öğrenecekler nasıl olurmuş bir edebiyat şaheseri... “Kral Lear”, kızlarına düşkünlüğü ile bilinirdi. Bir gün canı övülmek istedi. Kendisini en çok seven kızına mirasından en büyük payı verecekti. Büyük ve ortanca kız, büyük büyük sözlerle sevgilerini dile getirdi. Küçük kızın sözleri ise kralı hiç de memnun etmedi. Sevgide sözler mi, yoksa yaşananlar mı önemliydi? “Othello”, bir Venedik soylusunun kızına kaptırdı kalbini. Kız da onu sevince, iki genç herkesten gizli evlendi. İlk görüşte aşktı hissettikleri... Peki, iyi tanıyorlar mıydı birbirlerini? Yalanlar, iftiralar karşısında koruyabilecekler mi sevgilerini? William Shakespeare, Çizmeli Kedi Yay nlar , Çev: Esin Çiftçi Birincibubar, 64 s.


Aydınlık KİTAP

ARAKABLO

8 MART 2013 CUMA

21

Ateş var ayaklarının altında “Bir gün gelecek ki yeni bir Türklük, yeni bir Türk ruhu ta kar dan seçilecek.” diyen Yahya Kemal ulus cellatlar n yüz y l önce mahkûm etmi ti SEYYİT NEZİR seyyitnezir@yahoo.com

kılap olmuş, en sonra büsbütün belirerek mukaddes bir facia olmuş.” Tanzimat Edebiyatı yazar, şair ve düşünürlerinin kaleminde beliren bu ruhu “yoğuran iki sima”yı ise özellikle vurgular: “Tevfik Fikret ve Halit Ziya. Türk teceddüdü bunların elinde bariz bir şekil alır. O kadar ki, âlemlerine giren insan, maziyi silinmiş bir ufuk halinde görür. Millî zevke, millî hisse, millî ruha karşı bîgânelikle itham edilen bu iki büyük adamın gördükleri işi henüz nâfiz [etkili] bir nazarla tefrik edemiyoruz. Fakat ileride Türk teceddüdünü tahlil edecek olan münekkitler ve müverrihler, bu iki adamı bizden çok farklı bir nazarla görecekler.” Sonra bir büyük yapıtı çeyrek yüzyıl önceden haber verir: “Yeni Türk ruhu bir mevzudur ki, bir ehlinin eline düşse, yeni Türk edebiyatının en güzel eseri olur.” Bu eser, modern şiirin yatağını düzyazıya taşıran devasa tasarımın romana açıldığı “Memleketimden İnsan Manzaraları”dır.

Görülmemiş bir şişinmeyle söylediği söz, kim söylerse söylesin, sahibine ayaklarını basacağı toprak bırakmıyor: “Biz her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız.” Dilden düşürmediği Mehmet Âkif, daha “memleketi pazarlama” girişimi sırasında kulaklarını çınlatarak onu uyarmıştı: “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı! / Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. / Sen şehîd oğlusun, incitme yazıktır atanı / Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.” Necmettin Halil Onan, “minareler süngümüz” dediği günden beri her ayağını kaldırışında ona yalvar yakar oldu: “Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın / Bu toprak bir devrin battığı yerdir. / Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın / Bir vatan kalbinin attığı yerdir.”

DAHA K MLER YOK K En güzellerini, “Dört nala gelip uzak Asya’dan / Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan / bu memleket bizim” encamıyla Nâzım Hikmet söyledi ki, Namık Kemal’den Yahya Kemal’e, kime dönse ne şiirler kulağına küpe olur. Hele şu beyit: “Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor; / Lâkin vatandan ayrılışın ıstırâbı zor.” Nâzım şöyle diyor bu dizelerin şairi için: “Büyük bir Türk şairi, Türk şiirine o devir için yeni bir şiir dili ve anlayışı getiren Yahya Kemal [...] teknik bakımından, Türk diline yaptığı hizmet bakımından filan hakikaten usta şairdir. ... Hocalarımdandı da. Hem de çok şey öğrendiğim hocalarımdan... Yahya Kemal gençliğimdi biraz da. Büyük şair, usta...” Milliyetçiliği, millî zevk, millî his, millî ruh, millî görüş laflarını yaldızlı cümlelerle dilinden düşürmeyenlerin gerçek yurtseverlik söz konusu olduğunda nice bezirgânlığına tanık olan Tanpınar vurgulamaktan kendini alamamıştı: “Asıl milliyetçi Yahya Kemal’le benim.” Mithat Cemal Kuntay, milliyetçiliğini maddeci ve hümanist bir içerikle tek dizede ölümsüzleştirdi: “Vatan için ölmek de var fakat borcun yaşamaktır.” Nâzım, Şinasi’nin Fikret’le sürüp gelen, “Vatanım rû-yi zemîn, milletim nev-i beşer” dizesini içselleştirmiş bir şair olarak bu borcu da evrensel ölçülerle tanımlamış, Türklerin ulusal gururuna engin ufuklar açmıştı: “Büyük Türk halkı nasıl bugün dünya halkları gibi yaratıcıdır ve nasıl sevilme-

BOYNU D K, V CDANI ÖZGÜR

Yahya Kemal Beyatlı ye, hayran olunmaya değer ve uğrunda gebermek en ehemmiyetsiz iştir. Çalışmak lazım, yaşamak ve çalışmak ve dövüşmek...” Bütün bu vurgulardaki modern ulus ve yurt anlayışına, “Bir gün gelecek ki yeni bir Türklük, yeni bir Türk ruhu ta karşıdan seçilecek.” cümlesinde işaret eden Yahya Kemal, ulus cellatlarını “Yeni Türk Ruhu” yazısında mahkûm etmişti:

“ESK TÜRK RUHU NASILDIR?” Yahya Kemal, önce, Türklük deyince akıllarına Osmanlılık gelenlerin kafasında yer etmiş olanı, “Türklerin eski ruhu”nu sergiliyor: “... felsefede: Allah’a hudutsuz tevekkülüyle, dünyadan bezginliğiyle, uhrevî zevkleriyle, faniliğe kanaatiyle, bekada yeşil ve sulak bir cennet tesellisiyle; sonra şiirde: kâh derin bir sermestlikle, kâh ince nüktelerle, eski Şark kumaşları gibi zengin bir şîveyle, gergin vezinler ve mükerrer kafiyelerle; sonra mimarîde: Minareler, kubbeler, şadırvanlar, sebiller, hamamlarla; sonra kıyafette: Yüksek destardan yassı pabuca kadar bol ve ipekli kisvelerle; sonra ulûmda: Metin bir anane-perestlikle, kelli felli bir bela-

gat-füruşlukla [söz tüccarı], geniş bir kırkambar azametiyle; sonra şevk ü tarabda [eğlence]: Ağyârın giremediği kapalı bir meclisin hür neşesiyle, içki ile ikiz doğmuş bir musıkiyle, zil ve raksın nihayete erdiremediği gecelerle; sonra âdâpta, ahlakta, yaşayışta: küçükten büyüğe müteselsil bir hürmetle diz çöktüren, el öptüren, ağız açtırmaksızın dinleten bir tevazu ile, hatır-nevazlık [gözetme] ve kadirşinaslık, irsî bir ağırbaşlılıkla; hâsılı bütün bundan mürekkep bir manzara olarak görünür. İşte onlara göre Türklük ruhu bu manzaradır.”

“YEN B R TÜRK RUHU VAR MI?” Şair, yazının ilerleyen dilimlerinde, Balkan, Çanakkale, Sarıkamış facialarının yıkmak şöyle dursun, İstiklâl Harbi’ne uladığı direnci ve Kemallerin taşıdığı ateşten yeni ruhu betimliyor: “Ben bu satırlarda, ‘Yeni Türk ruhu’ derken, Namık Kemal’den Mustafa Kemal’e kadar, elli senelik bir hadiseyi görüyorum: Bir hadise ki edebî bir coşkunlukken yavaş yavaş sârî bir aşk olmuş, ıstıraplı ve uzun bir macera, müphem bir in-

Nâzım, yeni ruhun dil mimarı Yahya Kemal’in bayraklaştırdığı Tevfik Fikret’in farkındadır çünkü: “Türk şiirine Avrupalı insanı ilk getiren odur, insanı veren en uygun şekillerin Türk şiirine girmesi onunla başlar.” “Rübâb-ı Şikeste”nin (Kırık Saz) sunuş dörtlüğünden aldığı şu iki dizeyi, sırasını değiştirerek anması da bundandır: “İnhina tavk-ı esaretten girandır boynuma / Kendi cevvim, kendi eflâkimde kendim tâirim”. Dörtlüğün tümü, günümüz Türkçesiyle şöyledir: “Kimseden yardım ummam, kol kanat dilenmem, / Kendi gök boşluğumda, kendi göklerimde kendim uçarım; / Eğilmek tutsaklık boyunduruğundan ağırdır boynuma; / Düşüncesi özgür, bilgisi özgür, vicdanı özgür bir şairim.” (diliçi çeviri: Asım Bezirci) Tanpınar, mayasını Yahya Kemal’in kattığı yeni ruhun romanda hal hamur oluşuna yalın bir işaret koyar: “Halit Ziya ile biz birçok şey gördük, bazı nüansların farkına vardık. Eseri içinde birkaç küçük parça, dikkatini hayata toplayınca nerelere varabileceğini gösterir. Roman sanatında, en azından bile olsa, ‘beşerî’ dediğimiz değere onunla eriştiğimizi unutmamalıyız.” Tarih diyor ki: Şimdi hangi densiz, ayaklar altına almış olabilir ki bunları? Basamaz; ateş var ayaklarının altında... Üstad boşuna söylememiş: “Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi, / Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.”


22

Aydınlık KİTAP

8 MART 2013 CUMA

ALINTI-TEST

Okuyaca n z bölümler hangi yazar n hangi kitab ndan al nt lanm t r?

1

2

3

Dostum, senin mantık yürütme biçimin fikirlerin kadar yanlış. Lütfen biraz daha doğru dayanaklarla konuş ya da bırak şurada huzur içinde öleyim. Yaratıcı sözünden ne anlıyorsun sen, bozulmuş doğa derken ne demek istiyorsun?

Tecrit şeklinde olmayan yalnızlık, hayatın mihenk taşlarından biridir ve her yalnızlık deneyiminin, kendisine has zamansal bir açılımı vardır: Bu yalnızlık herhalükarda gelecek zamana, istikbale, bekleyişlere ve umuda açıktır.

Pancardan almamız gereken esas ders şudur: İnsan, yanağındaki ilahi renge, içindeki doğal pempeliğe sarılmalı; yoksa kahverengiye dönüşür. Kahverengi olmak da, insanın masmavi keskinliğinin resmidir. Çivit kadar mavi. Onun da ne anlama geldiğini bilirsiniz. Çivit. Çivitiyor. Çivitti.

a) Spinoza - Ethica b) Paul Ricoeur - Hafıza, Tarih, Unutuş c) Herman Hesse - Boncuk Oyunu d) Philippe Djian - Erojen Bölge e) Marquis de Sade - Can Çekişen Ateist ile Papazın Konuşması

a) Bella Habip - Kuram ile Klinik Buluşunca b) Eugenio Borgna - Ruhun Yalnızlığı c) Taylan Altuğ - Son Bakışta Sanat d) Pascal Bonitzer - Bakış ve Ses e) Paul Ricoeur - Yoruma Dair Freud ve Felsefe

a) Georges Perec - Paralı Asker b) Jonathan Franzen - Özgürlük c) Tom Robbins - Parfümün Dansı d) Elliot Engel - Oscar Nasıl Wilde Oldu e) Elias Canetti - Soylu Sınıfın Sonbaharı

1-(e) 2-(b) 3-(c)

Bu haftan n do ru yan tlar :

BULMACA 6. Eski Çin felsefesinde, evrenin birli€ini sa€layan düzen ilkesi Ayr›t›larla ilgili, ayr›nt› niteli€inde olan - Tavlada “iki” say›s› 7. Bir ifli, bir görevi yerine getirme - Fas'ta bir ›rmak - ‹slam hukuku ile ilgili bir sorunun dini hukuk kurallar›na göre çözümünü aç›klayan, müftü taraf›ndan verilen belge 8. Üstün nitelikli ya da üstün yetenekli - Saz›n en kal›n teli ya da kirifli - Gezegenimizin uydusu 9. Bir ifli yapmaya haz›r - ‹sim

10. Piflirilerek haz›rlanm›fl yemek - Çöl - Tantal'›n simgesi - Kutsal say›lan bir fley üzerine kutsal say›lan bir varl›k tan›k gösterilerek verilen söz, edilen yemin 11. Çimen - K›sa, düz ve ensiz k›l›ç - Japon pirinç rak›s› 12. “... Ayhan” (flair) - Avuç içi ‹nan›l›r, güvenilir - Baryum'un simgesi 13. Padiflah ya da vezir kavuklar›nda bulunan tül ya da püskül biçimindeki sorguç -”... Gündüz Kut-

bay” (ney üstad›) - Afl›r› dereceye varan al›flkanl›klar 14. Belli bir anlam› olan iz, iflaret - Parlak, saydam k›rm›z› renkte de€erli bir tafl - Müslüman olmayanlar, kafirler 15.( BURASI TEK‹N … ) Resimdeki yazar›n bir eseri - Katma De€er Vergisi (k›sa) Yukar›dan afla€›ya 1. ‹fllemelerde kullan›lan, gümüfl görünümünde parlak s›rma ya da metal tel iplik - Sebep - Divit, yaz› hokkas› - Terbiyum'un simgesi 2. Bir iflin istekliler aras›ndan en elveriflli teklifi yapan kimseye verilmesi - Foto€raf çekiminde ›fl›k yeterli olmad›€›nda bir görüntüyü net almak için kullan›lan çok k›sa süreli ve güçlü par›lt› - Kobalt'›n simgesi 3. ABD Havac›l›k ve Uzay Dairesi - Yemek, yiyecek - ‹fllemeli, büyük boyutlu mendil 4. Koflucu devekuflu - Sümerler'de su tanr›s› - Dul kalan kad›n›n sadakatini göstermek üzere kendini kurban etmesi fleklinde bir Hindu gelene€i - Japonya'da buda rahibesi

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

Soldan sa€a 1. Resimdeki yazar - Saç› olmayan 2. Kuruntuya düflürme - Yabanc› ‹lk say› - Verme, ödeme 3. Suçsuz, günahs›z - Toparlak kemik ucu - Dökme demir - Alamet, niflan 4. Lantan'›n simgesi - Delil veya tan›k göstererek bir fleyin do€rulu€unu ortaya ç›kartma - Yar›m kilograml›k bir a€›rl›k ölçüsü birimi 5. Tavlada “üç” say›s› - Hitit - Küçük çocuk - Evcil bir geyik türü

5. Hücre bölünmesi - Beyin 6. Bir nota - Bir nota - Bunama, bunakl›k - Su k›y›s›nda yap›lm›fl büyük, görkemli ev 7. Lamba karpuzu - Fas'›n plakas› - Bir binek hayvan› 8. Paraguay çay› - Bir ‹ngiliz biras› 9. Niyobyum'un simgesi - Genellikle uluslararas› karayolu tafl›mac›l›€›nda kullan›lan büyük kamyon - Çekoslovakya halk›ndan olan 10. ‹nce urgan - Çok eski ve bilinmeyen bir tarihi anlatan bir söz - Akdeniz bitki örtüsü 11. Ortasulardaki küçük kabuklular›n yo€un hayvan planktonlar›yla oluflturdu€u popülasyon - Bir nota ‹syankar - Genifllik 12. ‹lgi eki - Bir damla gözyafl› Haflin, kaba 13. Lityum'un simgesi - Kesintisiz para - Anadolu'da kullan›lan bir dövme türü - Arnavutluk'un para birimi 14. Dikiflte kullan›lan pamuk ipli€i - Voltamper (k›sa) - Savafl, mücadele 15. Resimdeki yazar›n bir eseri Alaz, yal›m




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.