www.metropoldergileri.com
1
RÖPORTAJ
2
www.metropoldergileri.com
3
YAYIN KURULU BAŞKANI
4
www.metropoldergileri.com
5
EDİTÖRDEN
6
Ahmet ÇAKIR Editör
D E R G İ S İ
a.cakir@metropoldergileri.com
Memleket hayrına “Bir fikrim var” diyenler Şanlı Türk ordusu şu anda Türk ve Müslüman bekası için Suriye topraklarında adalet dağıtıyor. Adalet kavramı dünyada pek çok toplumda Türk ile bütünleşmiş, Türk askeri ayak bastığı her toprağa adalet götürmüştür. Mazlumun her zaman yanında olan Türkiye, yenidünya düzeninde yerini aldı. 250 Yıllık suskunluğun, biriktirmişliğin bir dışa vuruşuydu bu.. Türk askerinin Suriye yerleşim yerlerinde nasıl karşılandığını gördükçe bölge halkının bugünü beklediğini, Türk’ün adaletine güvendiğini görüyoruz. Türkiye bu hamlesinin yanı sıra pek çok konuda atılım yapmaya ve geleceğin dünyasının baş aktörlerinden olma yolunda önemli adımlar atmaya devam ediyor. Bizim üzerimize düşen kendi gücümüzü, yeteneğimizi fark etmek ve tek bir yumruk olabilmek. Geleceğin dünyasında bizi teknoloji savaşları bekliyor, gün geçmiyor ki yeni bir buluş yeni bir icat yapılmadan. Türkiye, her alanda olduğu gibi bilişime de gereken önemi ve desteği veriyor. Bu sayıda kapak konumuz ‘’Bilişim Vadisi’’. Bilişim Vadisi Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Şekerci, vadinin ülkemize katkısını ve geleceğimizde ki rolünü anlattıkça gurur duymamak elde değil. İşte bu Türkiye; üreten Türkiye, yenilikçi Türkiye, güçlü Türkiye.. Fikri olan bireyine destek olan, yol gösteren Türkiye. Eğitimden sağlığa, ulaşımdan savunma sanayisine, artık ülkemiz kendi yazılımını kullanacak. Ülkemiz yetkin insanların başa geldiği zaman neler yapabileceğini Bilişim Vadisi projesi ile gösteriyor, kanıtlıyor. Bilişim Vadisi ülkemize çağ atlatacak bir proje ve ben Metropol Dergileri adına Bilişim Vadisi Yönetim Kurlu Başkanı Sayın Faruk Şekerci’ye teşekkürü bir borç biliyorum.
www.metropoldergileri.com
7
RÖPORTAJ
8
İÇİNDEKİLER
BİLİŞİM Kapak Konusu VADİSİ
12
Türkiye’nin geleceği; “Bilişim Vadisi”
Haber 8 DUVAR
D E R G İ S İ
Yaygın, Süreli, Ocak/Şubat/Mart 2018 YAYINCI / İMTİYAZ SAHİBİ
34 Türkiye’nin en rekabetçi ili İstanbul 52 Konya Bilim Merkezi 3.5 Yılda 915 Bin Bilim Meraklısını Ağırladı
20 KÖŞE YAYIN KOORDİNATÖRÜ Çiğdem KURUT GÖRSEL YÖNETMEN Ahmet TOK PROJE KOORDİNATÖRÜ Beyzat AKSOY
Adına Seycan ÇAKIR YAYIN KURULU BAŞKANI Ömer Faruk MEYDAN YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Ahmet ÇAKIR
KURUMSAL İLETİŞİM ASİSTANI Canan ŞAYİR GRAFİK TASARIM
72 MAKALE
78 SERGİ
KAPAK TASARIMI AHMET TOK HUKUK DANIŞMANI Av. Seda KARA YÖNETİM YERİ Akabe Mh. Şehit Furkan Doğan Cd. Bey Plaza A Blok 5/503 Karatay/ KONYA Tel: 0332 323 10 18 Faks: 0332 323 10 19 www.metropoldergileri.com info@metropoldergileri.com DAĞITIM
BASKI
Fevzi Çakmak Mh. Aslım Cd. Kobisan San. Sit. No: 67 Karatay/KONYA E-mail: bilgi@ayrintiofset.com Tel : 0332 342 65 80 Faks: 0332 342 65 81 Ocak 2018 Dergide yayınlanan yazı, fotograf, illustrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. İzinsiz ya da kaynak gösterilerek dahi kullanılamaz, alıntı yapılamaz.
Ocak/Şubat/Mart 2018
D E R G İ S İ
46 26
58
Röportaj
SAYI
9
22 30 36 40 48 54 64 68
60
HARUN AYDIN AYD AYDINLAR YÖNETİM KURULU BAŞKANI
AZİZ HAKAN ALTUN
KONYA MAKİNE MÜHENDİSLERİ ODASI BAŞKANI
DOÇ. DR. MURAT ARICI SELÇUK. ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
MEHMET ALİ YAŞAR
YAZILIM MÜHENDİSİ, BİLGİ İŞL. YÖN. UZMANI
PROF. DR. MEHMET YILDIRIM
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
PROF. DR. NECMETTİN TARAKÇIOĞLU ÖZGÜR AKIN AKINSOFT YÖNETİM KURULU BAŞKANI
MİNE SULTAN ÜNVER YAZAR
www.metropoldergileri.com
9
DUVAR
10
Gayrimenkul Sektörü Antalya’da buluştu
Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı gayrimenkul sektör temsilcilerine Antalya’yı anlattı. Yapılan vizyon projeler ve kentsel dönüşüm projeleri ile şehir mantığını oluşturmaya çalıştıklarını belirten Başkan Türel, kent merkezinde şehre ilham verecek eserlere ihtiyaç olduğunu vurguladı. Başkan Türel, kentsel dönüşüm projeleri ile Antalya’nın bambaşka bir şehir olacağını belirtti. Antalya Büyükşehir Belediyesi ile Gayrimenkul ve Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneği ‘GYODER’ işbirliği ile ‘Gelişen Kentler Zirvesi’ düzenlendi. Büyükşehir Belediyesi Toplantı Salonu’nda düzenlenen zirveye, Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel, GYODER Başkanı Doç. Dr. Feyzullah Yetgin, gayrimenkul sektör temsilcileri, yerel yöneticiler, yatırımcılar, uzmanlar, kamu yöneticileri, işadamları, gayrimenkul sektörünün ulusal temsilcileri
ve akademisyenler katıldı. Zirvenin açılış konuşmasını yapan Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel, toplantının Antalya gayrimenkul ve inşaat sektörünün vizyonuna katkı yapacağını belirterek, Boğaçayı Projesi, Kruvaziyer Liman Projesi, Konyaaltı Sahil Projesi ve Kentsel Dönüşüm Projesinin yeni bir Antalya vizyonunu ifade eden projeler olduğunu söyledi.
MIPIM’İ KEŞFETTİK Söz konusu projeler için geç kalındığını vurgulayan Başkan Türel, “İlk belediye başkanlığım olan 2004-2009 döneminde acil altyapı ihtiyaçları daha önemliydi. Bazı projelerimiz çeşitli engeller nedeniyle başlamadı, 2009’da biz ara verince zaten başlamış olan projeler de durdu. 2014’te tekrar görev alınca bir
yıl boyunca proje teknik çalışmaları yaptık. Antalya MIPIM fuarına projeleriyle ilk kez 2015’de katıldı. İlk belediye başkanı seçildiğimde 2004 yılında MIPIM’e ziyaretçi olarak katılmıştım, o zamanlar MIPIM’e giden belediye sayısı yok denecek kadar azdı. Daha sonra MIPIM’i keşfettik ve belediyeler oralarda stantlar açmaya başladı. 2015 senesi itibariyle MIPIM’de stant açarak biz de yerimizi almaya başladık” dedi. 2016 yılında turizmdeki sorunlar, terör olayları ve 15 Temmuz nedeniyle zaman kaybedildiğine dikkat çeken Başkan Türel, “Bunlar dışında bürokratik süreçler de ne yazık ki, oldukça vakit kaybettirdi. Bu toplantıların daha sık yapılması ve bu toplantılarda konuşulan şeylerin halkımıza daha iyi duyurulması gerektiğini düşünüyorum’’ dedi.
KUDÜS İŞGALCİLERİN DEĞİL FİLİSTİN’İN BAŞKENTİDİR!
ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesinden sonra Müslüman dünyasının kalbi İstanbul’da, İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi’nde attı. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Türkiye’nin çağrısıyla ve olağanüstü gündem ile toplandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, büyük yankı uyandıran konuşmasında tüm dünyayı Doğu Kudüs’ü Filistin’in işgal altındaki başkenti olarak tanımaya davet etti. Bu öneri, İİT Sonuç Bildirgesi’nde de aynen yer aldı. TBMM Genel Kurulu’nda ise AK Parti, CHP ve MHP grupları ortak imzayla ‘Kudüs’ü Bağımsız Filistin Devleti’nin başkenti olarak tanımaya davet ediyoruz’ çağrısında bulundu. Türkiye’den yükselen bu güçlü sese TÜMSİAD Başkanı Yaşar Doğan, ‘’Kudüs bizim onurumuzdur, Kudüs bizim ortak davamızdır’’ sözleriyle destek verdi.
ABD Başkanı Trump’ın ‘’Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyoruz’’ çıkışı sonrası Müslüman dünya adeta ayağa kalktı. Türkiye’nin çağrısıyla İstanbul’da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Zirvesi, bu kararın tanınmayacağını tüm dünyaya haykırdı. 57 üyesi bulunan teşkilatın İstanbul’daki toplantısına 48 ülke katıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasının dam-
ga vurduğu zirvenin sonuç bildirgesinde ise ‘’ABD Başkanı’nın Kudüs’ü işgalci güç İsrail’in sözde başkenti olarak tanıyan tek taraflı kararı en güçlü şekilde reddedilmiştir. Sözkonusu karar hukuken hükümsüz ilan edilmiştir’’ denildi. TÜMSİAD Başkanı Yaşar Doğan ise hem İİT Sonuç Bildirgesi’nin hem de TBMM Genel Kurulu’nda üç partinin aldığı ortak kararın büyük öneme sahip
olduğunu söyledi. Doğan, ‘’Kudüs ve dolayısıyla Müslüman dünya üzerine oynanan kanlı oyuna karşı Türkiye’den yükselen ses tarihi bir niteliktedir. Müslümanların ilk kıblesi, İslam’ın üçüncü en kutsal mabedi olan Mescid-i Aksa’nın yer aldığı Kudüs’ün kutsiyetinin ve tarihi statüsünün muhafazası tüm Müslümanlar açısından hayati bir öneme sahiptir’’ dedi. www.metropoldergileri.com
11
DUVAR
12
TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK ENDÜSTRİYEL ATIK TESİSİ ANKARA’DA... Kentin geleceğini güvence altına alacak yenilikleri hayata geçirmeye devam eden Ankara Büyükşehir Belediyesi, tıbbi ve endüstriyel atıkların özel yöntemlerle ayrıştırılması, depolanması, taşınması ve imhasını da örnek bir uygulamayla gerçekleştiriyor. Sincan Çadırtepe Katı Atık Depolama Alanı’nda hizmet veren ve Türkiye’nin bu alanda en büyük tesisi olan Entegre Endüstriyel ve Tıbbi Atık Bertaraf Tesisi’nde, günde ortalama 230 ton endüstriyel atık, yakılarak yok ediliyor. Büyükşehir Belediyesi’nden ihaleyle 49 yıllığına kiralama yöntemiyle aldığı bu hizmeti yürüten Invest Trading & Consulting (ITC), Türkiye’nin dört bir yanından gelen günlük ortalama 200 ton endüstriyel atık ile Başkent’te toplanan günlük ortalama 30 tonluk tıbbi atığı, yakarak gaza dönüştürüyor.
ÖRNEK TESİS...
Endüstriyel ve Tıbbi Atık Bertaraf Tesisi, yılda 100 bin ton ara depolama, 100 bin ton gazlaştırma - yakma ve yılda 200 bin ton nihai depolama kapasitesine sahip ünitelerinden oluşuyor. Tesiste ayrıca tıbbi atıklar için 300 tonluk bir soğuk hava deposu da bulunuyor. Teknolojisi ve teknik kapasitesiyle Türkiye’de tek olan tesiste, endüstriyel atıklar, gazlaştırılarak bertaraf ediliyor. Her biri saatte 7,5 ton endüstriyel ve tıbbi atık yakma kapasitesine sahip 2 üniteden oluşan tesis, saatte 15 ton atık bertaraf edebilme kapasitesine sahip bulunuyor. Atıklar bu tesiste 1100 ile 1500 derece arasında, gazlaştırma teknolojisiyle bertaraf ediliyor. Endüstriyel ve tıbbi atıkların yakılma işlemi sırasında her iki ünitede açığa çıkan gazdan elde edilen “syngaz” da
elektrik enerjisine çevrilerek, tesisin ısıtmasında kullanılıyor. Gazlaştırma işlemi sonunda kalan yüzde 10 kül ise nihai depolama alanlarında inşa edilen özel membranlı lodlarda (yalıtımlı bölme) sağlık ve çevrenin korunmasıyla ilgili uluslararası standartlara uygun şekilde depolanıyor.
ATIK VE GERİYE KALAN KÜL, ANALİZDEN GEÇİRİLİYOR Sincan Çadırtepe Katı Atık Depolama Alanı’na getirilen endüstriyel ve tıbbi atıklardan alınan numuneler, tesiste bulunan laboratuvarda analizden geçilerek; atığın, niteliğine, tehlike derecesine göre sınıflandırılıp, çevre sağlığı standartlarına uygun yöntemlerle yakılması sağlanıyor. Yanma sonucu geriye kalan yüzde 10’luk külden alınan numune de kimyasal analizden geçirilerek tüm gerekli işlemler tamamlanıyor.
www.metropoldergileri.com
13
KAPAK KONUSU
14
Ahmet Çakır
Türkiye’nin geleceği; “Bilişim Vadisi” Bilişim Vadisi ; Gebze Muallimköy’le hızla yükseliyor, ilerliyor. Türkiye; Bilişim Vadisi ile bilişim ve teknolojinin gelişmesi anlamında tarihinin en büyük yatırımını yapıyor. Artık ezberler bozulacak, teknolojik anlamda adımlar daha sağlam atılacak ve “bir fikrim var” diyen herkese kapılar açılacak. Bilişim Vadisi’ni Bilişim Vadisi Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Şekerci ile konuştuk…
Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Bilişim Vadisi Yönetim Kurulu Başkanı
FARUK ŞEKERCİ
Bilişim Vadisi’nin kuruluş amacı nedir?
Bilişim Vadisi 2011 yılında, bilgi teknolojileri, yazılım ve donanım konularında ülkemizin gelişimini desteklemek ve stratejik bir merkezde hızlandırmak amacı ile kuruldu.
Bilişim Vadisi’nde çalışmalar şu an hangi aşamada?
değerlendirme ekibinin yapacağı değerlendirme sonucu sisteme
Buradaki kritik nokta; bu süreçlerin içinde ticari karşılığının olması, ithalat önleyici ve ülke ekonomisine değer katması olacak. İstihdama etkisi ne olacak?
dahil edilecek.
Bilişim Vadisi tam anlamıyla 3,5 milyon metrekare alan üzerinhizmete girdiği zaman Türkide toplam 5 etap olarak planlanan Bilişim Vadisi’nin 1. etabı olan ye’de neler değişecek? idari ofisler, kuluçka merkezi, veri merkezlerinden oluşan 48 bin metrekarelik bölüm tamamlandı ve faaliyete geçti. Kongre merkezi, digital oyun ve animasyon merkezi, prototip ürün geliştirme merkezini de içine alan 1. etap 2. kısım çalışmaları 2018 yılı içerisinde tamamlanacak.
Bölgede sistem nasıl işleyecek? Burada yer almak nasıl mümkün olacak?
Bölgede sistem, yazılım, donanım, programlanma gibi faaliyet alanları da “yerli - milli” önceliğinde geliştirilebilir, katma değeri yüksek, yenilikçi ve rekabetçi olması önceliği ile birkaç farklı
yapıya ulaşıncaya kadar, hukuki olarak güvence altında tutup Bilişim Vadisi bünyesindeki profesyonel ekipler ile ürün geliştirme, satış, insan kaynakları, girişimcilik, finans dahil olmak üzere tüm detaylarda yanında yer alarak geliştirmek.
Bilişim Vadisinin tam anlamıyla komplex bir proje ve birden fazla misyonu var. Bunların içinde dijital dünyada olması gereken ve ülkemizi geleceğe hazırlayacak tüm detaylar düşünülüyor. Bu süreçte hem büyük bir sosyal sorumluluğu var ki bu çerçevede gençlerimize ve çocuklarımıza teknoloji dünyasının sadece kullanmaktan ibaret olmadığını anlatmak ve öğretmek hem de her gün tükettikleri ürünleri artık üretmelerini sağlamak. Bugüne kadar yüzlercesine şahit olduğumuz, gururla, mutlulukla dinlediğimiz projeleri hızla uygulamaya sokmak. Bilişim Vadisi’nin en belirgin farkı projeleri düşünce aşamasından alıp, kendi ayakları üzerinde duruncaya ve güçlü bir
Türkiye; bilginin, teknolojinin, yüksek teknolojik ürünlerin de kazançlı, yatırım yapılabilir bir alan olduğu fiili olarak anlatılabilir ülke haline gelecek. 2017 verilerine göre dünyanın en değerli 5 şirketi (ki bu şirketlerin piyasa değeri 2.7 trilyon dolar) bilişim ve teknoloji şirketi iken bizim arsa ve konut, ikinci el araba veya al-sat ticaretinin ötesine geçmemiz gerekiyor. Hem genç ve parlak zihinli gençlerimizin cesurca üretebildikleri, hem de birikimini döviz, altın, arsa, tarla yönünde kullanan yatırımcının teknolojiye cesurca ve cömertçe yatırım yapabildiği bir yapıya dönüştüreceğiz. Doğrudan ve dolaylı olarak bilgi teknolojilerinin istihdama katkısı çok büyük. Her bir üretici firmamız yukarıda belirttiğimiz çalışma sisteminin oluşturacağı pazar ve finansal konfor ile hızlı bir şekilde istihdamlarını artırıyor olacak. Son iki ay içinde sadece 2 firmamız bu yönde oluşan konfor alanı sonucu 15 kişiye istihdam oluşturdu. Yine bu şirketlerimizin kazanç seviyesindeki yükselmeler harcama kalemlerine direk olarak yansıyacağı için etkileştikleri her sektör istihdama ihtiyaç duyacak.
Buradaki çalışmalardan sonuç alınmaya başlandığında daha çok hangi sektörler tetiklenecek, onların gelişimde nasıl bir etki oluşacak? Bilişim-Bilgi sistemleri sektöründe yapılan her çalışma, çok net bir www.metropoldergileri.com
15
KAPAK KONUSU
16
tığımız tüm ekiplerle bu iş kültürü çerçevesinde hareket ediyoruz.
Türkiye’nin en büyük eksikliklerinden bir tanesi de siber güvenlik. Bu alanda özel bir çalışma söz konusu mu?
şekilde her sektöre yeni bir konfor alanı oluşturuyor. Lojistik sektöründe ulaşımda, savunma sanayinde, çok belirgin olarak ortaya çıkıyor. İlginç bir şekilde dışarıdan bakıldığında ilgisiz görünse bile bilgi teknolojilerini en çok kullanan sektörlerden biri gıda sektörü.
Türk sanayisinde kalifiye eleman açığının giderilmesinde nasıl bir rol oynanacak? Eğitimle ilgili konsept nedir? Sektörün
gelişmesinin
kalifiye
eleman ihtiyacına olacak katkısını bir çığ etkisi gibi değerlendiriyoruz. Bir nevi “mutluluk” tanımı şeklinde. Beklenti ile gerçekleşen arasındaki farkı ne kadar aşağıya çekersek o kadar fayda elde etmiş olacağız. Yani “mutluluk1 ortaya çıkacak. Bu çerçevede öncelikli olarak beklentileri analiz ederek başlıyoruz. Kalifiye istihdam için ne gerekir sorusuna “Anlamlı kazanç, sürdürülebilir iş akışı ve en önemlisi iş yapış eğitimi -iş ahlakı” olarak bakıyoruz.Birlikte çalış-
Siber güvenlik Bilişim Vadisi’nin en çok önemsediği, ajandasının ilk sayfasında olan konulardan biri. Hazırlıklarını sürdürdüğümüz bir siber güvenlik akademimiz olacak. Bu akademinin temel özelliği ise siber güvenlik uzmanı yetiştirmekten çok siber güvenlik uzmanı eğitimcisi yetiştirme olacak.
Bilişim Vadisi beyin göçünün engellenmesine nasıl bir katkı sağlar?
Beyin göçünün temel sebepleri çok belirgin. Kazanç, takdir edilme, rekabetten kaçış, konforlu çalışma alanları, kişisel gelişim, konforlu
yaşam başlıcaları. Bu konsepti ile bu konunun rahatlıkla üstesinden gelebileceğimizi biliyoruz.
Cari açığımızın büyük bir bölümü teknolojik harcamalardan kaynaklanıyor. Bunu da tersine döndürmek mümkün mü? Mümkünse ne kadar sürede gerçekleştirebiliriz?
Tabi ki; sanayi, tarım, hayvancılık gibi sektörlerimiz çok daha gayret üretmeye devam edecek. Biraz da esprili olarak ifademiz şu; “Bir
what sapp ürett iğimizde 20 milyar dolar. Sadece 3 tane güçlü yazılım bile cari açığımızı kapatmaya yetebilir. Bunun için mühendislerimizin, yazılım uzmanlarımızın psikolojik ve ekonomik bir konfor alanında olmaları gerektiğine inanıyoruz. Bilişim Vadisi konsepti tam olarak bu amaca hizmet ediyor. Bir nevi kazan kazan kurgusu yapıyoruz.
Dünyanın en büyük şirketlerine baktığımız zaman genelde yazılım, teknoloji şirketleri. Türkiye de 2053’e, 2071’e kadar biz de altyapıyı Bilişim Vadisi ile oluşturup yeni büyük firmalarımızı yaratabilecek miyiz?
Dünya üzerindeki tüm büyük firmaların hem yapıları, hem iş modellerini, hem tarihçelerini titizlik-
le inceliyoruz. Firmalarımızı da www.metropoldergileri.com
17
RÖPORTAJ
18
Bilişim Vadisi “yazılım” ve “yerli-milli” ifadelerinin bir arada hayat bulduğu yer olacak
bu çerçevede değerlendiriyoruz. İnancımız; 2053-2071’e varmadan çok daha kısa sürede dünya devi şirketler, yapılar ortaya çıkarabileceğimiz yönünde.
“Bir fikrim var”
diyen 7’den 70’e herkese kapılarımız açık
Dünyada 10 yıl içinde değişen şirketler var. Son 60 yıla baktığımız zaman çeşitli sektörler ön plana çıkmakta. Gelecekte de yazılım, teknoloji şirketleri hep başlarda olacak diyebilir miyiz? 2007-2017 arasında en değerli şirketlere baktığımızda 2007’de banka ve petrol şirketlerini görürken 2017’de teknoloji şirketlerini görüyoruz. Üstelik ilk 5 şirket 2007’de 1.9 trilyon dolar iken 2017’ye gelindiğinde tamamen teknoloji şirketlerini hem de yüzde 35 değer büyüme ile 2.7 trilyon seviyesinde görüyoruz. Sadece bu rakamlar bile
geleceğe ışık tutabiliyor. Yerli uçak, yerli araba, savunma sanayindeki roketlerimiz füzelerimiz. Bilişim Vadisi bunlara yüzde 100 yerli yazılımla katkı verecek mi? Bilişim Vadisi “yazılım” ve “yerli-milli” ifadelerinin bir arada hayat bulduğu yer olacak diyebiliriz. Benim bir fikrim var diyenin sırtını dayayacağı bir yer midir Bilişim Vadisi? “Bir fikrim var” diyen ülkenin her köşesinden 7’den 70’e herkese kapılarımız ardına kadar açık, ön yargısız ve profesyonelce uzman ekiplerimizle her detayını dinlemeye talibiz. Kestirip atmadan ve kimseye anlamsız umut vermeden her türlü projeyi dinlemeye hazırız.
www.metropoldergileri.com
19
KAPAK KONUSU
20
Biz çok büyük ve çok güçlü bir ülkeyiz. Bilişim Vadisi bu büyüklüğün gücü ile kuruluyor Bilişim Vadisi’nde sizi en çok heyecanlandıran proje ne?
Bilişim Vadisi’nde bizi şimdiden heyecanlandıran birkaç proje var. Her biri bir patente konu olduğu için detay vermeyelim ama enerji, güvenlik ve ulaşım alanında ezber bozacak sürprizlerimiz var.
Bilişim Vadisi’yle Türkiye’nin geleceği emin ellerde diyebilir miyiz?
Biz çok büyük ve çok güçlü bir ülkeyiz. Bilişim Vadisi bu büyüklüğün gücü ile kuruluyor. Biz her projeyi dinlediğimizde geleceğimizin ne kadar emin ellerde olduğunu görüyor ve gururlanıyoruz. Bize düşen sadece bu gururu tüm ülkemizin duyacağı, bileceği hale getirmek.
www.metropoldergileri.com
21
KÖŞE
22
D E R G İ S İ
Hüseyin BEYAZIT
DERİN TEKNOLOJİLER Yapay zeka, semantik teknolojileri ve algoritmaların ısıttığı yeni bir devrimle karşı karşıyayız. Fırsatlar çok büyük ama tehditler de. Gelişmiş ülkeler ve gelişmişliğe yakın ülkeler Cumhurbaşkanları ve Başbakanlarımızın himayelerinde, Bilim Ve Teknoloji Bakanlıklarının önderliğinde bu devrimi karşılamaya hazırlanıyorlar. Derin teknolojilerin (DT) yeni somut mühendislik çözümlerine, yeni bilimsel ve teknolojik gelişmelere ve buluşlara dayalı geliştiren teknolojilerdir. Güvenliğimizi, ekonomimizi, refah seviyemizi genelde Türkiye ekonomisi özelde ise Türk şirketlerinin reka-
betçi avantajlarını, rekabetçi gücünü ve küresel ve bölgesel rakiplere karşı rekabet koşullarını inanılmaz bir hızla değiştireceği bir evreye tüm dünya ülkeleri ile beraber girmek üzereyiz. Bu değişim ve dönüşüm beraberinde çok katmanlı, çok boyutlu ve çok aktörlü riskler ve fırsatları da getirmektedir. Türkiye’nin bir an önce Cumhurbaşkanımızın ve Başbakanımızın himayelerinde, Bilgi ve Teknoloji Bakanlığımızın önderliğinde yeni bir pozisyon alması ve aldığı pozisyonları da güçlendirmesi elzemdir. Derin Teknolojiler; tüm ülkelerin tarımdan, savunmaya sağlıktan havacılık ve uzay endüstrilerinde güvenlik,
istihbarat ve terörle mücadele alanlarına kadar küresel, bölgesel ve ülkesel bazda yeni fırsatlar, rekabetçi avantaj ve üstünlüğün yanında riskleri de beraberinde getireceklerdir. Küresel ve bölgesel pazarlarda yeni ihracat imkanları sunacak, yeni ekonomiler, pazarlar, sektörler oluşacaktır. Küresel ve bölgesel rakipler de tabi ki ülkemizde oluşacak yeni pazarlar ve sektörlerden pay almaya çalışacak. DT’lerin ayırt edici özellikleri: • Tüm endüstriler ve yaşamlarımızı etkileyecek çok kuvvetli ve muktedir gücü • Farklılık yaratmak • Dönüştürmek ve değişimi hızlandırma kapasitesi • Birçok teknolojik alanı kapsamak • Çok farklı sektörde ve alanlardaki çok özgün uygulamaları derinlemesine (yatay ve dikey olarak)etkilemektir. DT’ler kullanıldıkları tüm alanlarda karşılaşılan en önemli problemleri/ sorunları en kısa sürede, en kaliteli, maliyet etkin randımanlı ve en karlı bir tarzda çözmeyi hedeflemiştir. Örneğin; kanser erken tanı ve tedavide genomics(bir üreme hücresinde tüm genlere ait olan bilgileri elde etme) disiplinini kullanarak kanser hücrelerinin çoğalmasını sağlayan genlere ve protemlere yönelik hastaya özel ilaçlar ve biyolojik işaretleyiciler tasarlamak. Tüm bu benzeri sorun ve problemleri çözmeyi hedefleyen DT’ler yapay zeka Semantik Bilimi ve Algoritma tasarımı Big Data,Big Structure ve Veri Analitik’ine dayanarak sensor dokun-
ma duygusu ile ilglii teknolojiler(Hoptonies), nano teknolojiler , malzeme bilimi, bilgisayar mimarisi güç kaynakları elektriği robot teknolojilerini kullanarak oluşturmaktadır. DT’lerin gelişeceği bazı alanlar; • Kanser erken tanı ve tedavi cihazları, yöntemleri, ilaçlar, ilaç teknikleri ve genomics • Tarım ve hayvancılıkta hasatın ve ürünlerin verimliliği kaliteyi ve sağlıklı olmasını sağlayan yeni robotlar yeni ilaçlar ve veri analitiği. • İklim değişikliğinin olumsuz gidişatını önleyecek temiz enerji çözümleri • Sivil ve askeri insansız kara, deniz, denizaltı, hava ve uzay araçları • İnsansız silahlar (savaş uçakları, destrayer, denizaltı, tank vb zırhlı araçlar) ve robot askerler. • 3 boyutlu yapay gerçek görüntü sistemleri • Konuşma, görme ve tanıma sistemleri • Makine öğrenmesi • Sinir sistemli robotlar • Yeni pil/enerji saklama sistemleri Yukarıda değindiğimiz tüm bu alanlarda G-20 AB ve OECD ülkeleri olmak üzere Tayvan, Arjantin, Şili, Meksika ve Kolombiya pozisyon al-
mak için stratejiler üretmiştir. Bu ülkeler yeni şirketlerin kurulmasını teşvik etmekte. Kurulu start-up şirketleri desteklemekte veya gelişme kaydetmiş mevcut şirketleri çok büyük meblağlar ödeyerek satın almaktadırlar. Örneğin 2014 yılında Google “Deep Mind” isimli İngiliz yapay zeka şirketini (yeni kurulmuş) 640 milyon ABD dolarına, 2017 yılında ABD’li Qualoomm şirketi Hollanda menşeli chip üreticisi NXP şirketini 47 milyar ABD dolarına, yine 2017’de Japon “SoftBank” Şirketi ARM Holding’i 38 milyar ABD dolarına satın almıştır. Bu yeni rekabette üstünlüğü yakalamak veya devam ettirmek için dünyanın en büyük ilk 10 bilgisayar bilimleri kurumlarından 5’ini bünyesinde bulunduran ABD’den daha çok 47 milyon profesyonel teknoloji ve yazılım geliştiricisi bulunan Batı Avrupa ülkeleri (ABD’de 4,1 milyon kişi)yeni kurulan DT şirketlerine 2011 yılında 2,8 milyar dolar ,2016 yılında ise 13 milyar dolar yatırmıştır. Daha ötesi Batı Avrupa’ nın en büyük şirketlerinin 2/3’ü direkt olarak DT geliştirme kapasitesi olan şirketlere yatırım yapmıştır. Türkiye olarak biz de Cumhurbaşka-
nımız ve Başbakanımızın himayesinde ve Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’nın önderliğinde ilk önce Ortak Akıl, ortak dil, ortak resim, ortak vizyon, amaç, hedefler doğrultusunda ülkesel, bölgesel ve küresel derin teknoloji stratejileri ve politikaları geliştirmelidir. Bu anlamda başta Orta Asya Ülkeleri, Avrupa, Rusya, Çin, Hindistan, Japonya, Güney Kore, Malezya, Endonezya, ABD, Kanada ve Brezilya ‘da ortak veya bireysel Derin Teknoloji üsleri ve bu üslerden beslenecek start-up şirketleri kurma fikri safha safha oluşturulmalıdır. Bu bağlamda bu üslerin ve ilgili start-up şirketlerin bulundukları ülke, bölge en son küresel hedefleri belirlenip mevcut ülkesel ve bölgesel şartlara uyarlanmış Küresel Derin Teknoloji Politikaları hayata geçirilmesi elzemdir. Küresel şirketlerin genel müdürleri ve ülke siyasetçilerinin gözlemlediği gibi her bir şirketin hayat döngüsü olduğu gibi eğer şirketler dıştaki değişimin hızı şirketin içindeki değişimin hızını aşıyorsa şirketin sonu yaklaşmaktadır. Aynı gözlem ülke ekonomileri içinde geçerlidir. Tüm Türkiye bu hızımızı artırmakla mükelleftir. www.metropoldergileri.com
23
RÖPORTAJ
24
Çiğdem Kurut
“Yerli otomobil için AYD hazır”, AYD Türkiye’nin yükselen liderleri arasında”, “AYD istihdam şurasında”, “AYD’den 3 bin istihdam” ve bunlar gibi onlarca başlık… Her bir başlık Konya’dan çıkıp dünyaya yükselen bir başarının özeti. Bu başlıklar aynı zamanda Konya’nın sanayideki gelişimini, Türk ekonomisine katkısını gösteren, “çalışan” kaleminden kısmadan da büyünülebildiğini kanıtlayan, gurur veren, umutlandıran, heyecanlandıran, özendiren kelimeler topluluğu. Bu başlıkların mimarı AYD Yönetim Kurulu Başkanı Harun Aydın’la röportajımız aşağıda…
BU İŞE VAKFEDİLDİK AYD’nin doğuşu nasıl oldu? 1970’li yıllarda 6 kardeşli bir aile olarak Bozkır’a bağlı Akkise Kasabası’ndan göç ederek Konya’ya geldik. O yıllarda Avrupa’ya çalışmak için giden birçok kişinin uzun yıllar çalıştığı veya oralarda yerleşip kaldığı bir durumda, babam Hollanda’da 1973-1978 yılları arasında günde 20 saat çalışarak biriktirdiği küçük bir sermaye ile açtığı 40 metrekarelik bir tornacı dükkânından bu günlere kadar geldik. Babam çiftçi, en büyük abim amcanın yanında kalfaydı. Başta babam, annem ve abiler için çileli, sıkıntılı, zor yıllardı. 1997 yılında kardeşim Halil Aydın ile birlikte bayrağı babam ve abilerden devraldıktan sonra yaptığımız değişimler, reformlar ve ihracat odaklı çalışmalar ile hızlı adımlar atmaya başladık. İlk ihracatımızı da o yıl Kanada’ya yapmıştık. “Aydınlar” dendiği zaman akıllara gelen algı da bu son 10 yıllık süreçte mi oluştu? Evet, özellikle son 10 yılda uyguladığımız üretim modeli, tesisleşme, sürekli yatırımlar ve ardından gelen istihdam artışları, ihracat şampiyonlukları, vergi
AYD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HARUN AYDIN
Ahmet Çakır
rekortmenlikleri, dünya çapında elde ettiğimiz başarılar, ödüller. Son birkaç yılda Türkiye otomotiv endüstrisinde en büyük ilk 30 firma içinde yer almamız. Yine her hattı ile kurumsallaşan şirketimiz, özelliklede 150 civarındaki mühendis kadromuzla Konya’nın ilk ARGE merkezi olmamız, Konya’daki pek çok firmaya bu konularda öncü ve örnek olmamız, ardından her türlü destekte ve yardımda da bulunmamız bu algının oluşmasında etkili oldu. AYD hep En’lerle ifade ediliyor. Bu En’ler nasıl bir vizyonla sağlandı? Anadolu insanının aslında her zaman, her kulvarda, her branşta, en iddialı, en çalışkan ve en başarılı olması gerekir. Tarih ve ecdat misyonumuz bu değil mi zaten. Vizyonumuz bu bakış açısından ve ruhtan geliyor. Biz laf üretmek, dedikodu yapmak, hasetlik ve çamur atmak yerine, bu misyona layık olmak için işimizi en iyi şekilde yapmaya çalıştık. İşte bunun sonucudur En olmak. Direksiyon ve süspansiyon parçalarında Dünyanın en büyük entegre üretim kampüsüne sahibiz. Yeryüzünde yürüyen neredeyse tüm araçlara bu parçaları üretebiliyoruz. Dünyada OEM kalitesinde aylık 3 milyon adet ürünü en kısa sürede ve en hızlı biz üretiyoruz. Binek ve ticari araç gruplarında 30 binden fazla çeşit ile dünyanın en geniş ürün yelpazesine sahibiz. Sektöründe en büyük alüminyum ve çelik sıcak şekillendirme fabrikasına sahibiz. Tam otomatik robot hatlarımızla sac salıncak üretiminde sektörün yine en büyüğüyüz. Yüzlerce CNC tezgâhları ile yine en büyük talaşlı imalat hatlarına sahibiz. Bunun gibi daha pek çok En’lere sahibiz. Bütün bu En’ler dünya çapında bize rekabette büyük bir avantaj sağladı ve fark yarattı. Bu enlerin hepsi ülkemiz için de çok hassas stratejik bir öneme de haizdir. Vizyonumuz; büyüklüğümüzle, çeşidimizle, kalitemizle, kapasitemiz ve hizmetimizle, entegre tesislerimizle dünyanın otomotiv yedek parça OEM, OES ve after market ön düzenlerinin üretiminde hep bir numaralı süspansiyon tedarikçisi olmaktı. Değerlerimiz
KOLAY OLMADI; DÜNYANIN YARISINA İHRACAT YAPMAK İSTİHDAM VE İHRACAT ŞAMPİYONU OLMAK. VERGİ REKORTMENİ OLMAK. 25 BİN AYRI KALEMDE OTOMOBİL YEDEK PARÇASI ÜRETMEK. YILDA 35 MİLYON ADET ÜRÜNÜ VAR EDİP DÜNYA PİYASASINA SUNMAK. %100 YERLİ VE %100 MİLLİ OLMAK.
doğrultusunda bundan asla taviz vermedik. İhracatta da hep en önlerdesiniz. Bu politikayı nasıl yürüttünüz? Bu politikayı 1996 yılından sonra kendimize en önemli hedef seçtik. Avrupa’ya ve dev otomotiv firmalarına ihracat yapmanın en önemli gerekliliği ve olmazsa olmaz şartı, o yıllarda fazla bilinmeyen kalite sistemleri ve yönetimleri idi. Bunları yerine getirmek için çok emek ve para harcayarak Avrupa’ya ihracat için bu ön şartları yerine getirdik. O yıllar için bu olağan üstü bir vizyon ve ufuktu. Fuarlarda ve yurt dışındaki hedef firmalara kendimizi
www.metropoldergileri.com
25
RÖPORTAJ
26
tanıttık, anlattık. Bazen baştan savdılar, bazen de kibarca kovdular ama yılmadık, bıkmadık hep uğraştık. Aynı zamanda fabrikada da çok büyük atılımlar değişimler ve yenilikler de gerçekleştirdik. Hem dışarıda hem de içeride vizyoner bakışla çok çalıştık. İkisi bir araya gelince artık istenen, talep edilen marka olduk. Oluşan bu iş ortaklarımızla birlikte AYD markasını hedef ülkelerde etkin, saygın, tercih edilen ve aranan yedek parça markası haline getirmek, ihracat politikamızın temelini oluşturdu. Bugün, 40 yıllık geçmişimizle uzun yıllardır ürünlerimizi yurtdışında farklı coğrafyalarda 50’den fazla ülkeye ihraç ederek tüketicilerle de buluşturmayı başardık. Düzenli ihracat yapılan 50 ülke arasında başta İngiltere, Almanya, Fransa, Amerika, Kanada, Brezilya, Arjantin, Meksika, Belçika, Rusya yer alıyor. AYD, ürün yelpazesinde bulunan ve ihraç pazarlarında geniş kabul gören
standart ürünlerinin haricinde, ihracat pazarlarına özel, yerel ürün geliştirme vizyonunu da korumaya çalışıyor ve bu özelliğiyle de diğer üreticilerden ayrışıyor. İhracatta her daim sürekli büyüme
Hep istihdam diyorsunuz. İstihdam sizin için neden bu kadar önemli? Benim düşüncem ve şirket politikamız şu idi; olabildiğince her şeyi kendi tesislerimizde üretmek, kaliteyi en başından ve her aşamasında kontrol etmek. Rakiplerimizden hem daha hızlı hem de daha esnek olmaktı. En önemlisi de milli ve manevi bir duruş ile başta Çin ve Uzak Doğu gibi ülkelerden ithalat yapmamaktı. Bunun için de son on yılda sektöründe dünyanın en büyüğü olacak 100 bin metre kareden oluşan çok sayıda tesis ve fabrika yatırımları yaptık. Başta Çin Devleti’ne ve Çin işçilerine katkı veren değil, kendi devletimize ve binlerce Türk işçisine istihdam sağlayan bir model oluşturduk. Biz de daha az parça üretir, geriye kalanı konteyner konteyner ithalat yapar, çok daha az işçi ile daha fazla kar elde ederdik. Biz bu kolaycı politikayı seçmedik. Daha zor olanı, daha
ARTIK ÇOK KOLAY MİLLİ OTOMOBİL ÜRETECEK OLAN ÜLKEMİZİN KENDİ ÜLKESİNDE ARADIĞI YEDEK PARÇAYI BULMASI İLAVE YENİ YAPILACAK FABRİKALARLA DAHA FAZLA İSTİHDAM DAHA FAZLA ÜRETİM DAHA FAZLA İHRACAT, DÜNYA İLE FAZLASIYLA REKABET EDECEK DEV TESİSLERİN BULUNMASI. 25 BİN ÇEŞİDİ 35 BİNLERE ÇIKARMASI. 35 MİLYON ADET ÜRETİMİ 55 MİLYONLARA YÜKSELTMESİ. BU YÜZ YILDA OLDUĞU GİBİ GELECEK YÜZ YILLARDA DA “EN”LERİN ARASINDA OLMASI… hedefi ile yola çıktık. Çok yakında pazara yakınlığı arttırmak adına farklı coğrafyalarda yurt dışı ofisleri ve depoları hayata geçirme çalışmalarına başladık.
geçiyor. Dolayısıyla bizim de 2023’te koyduğumuz hedef 100 milyon dolar yatırım, toplam 10 bin çalışan ve 500 milyon dolar ihracat. Bunun için çalışmalarımızı yapıyoruz. Şu an kendi sektörümüz olan otomotiv sektöründe daha farklı parça üretecek yeni fabrika-
fazla üretmeyi ve daha fazla istihdamı tercih ettik. Milli ve yerli olmak işte budur. Dolayısıyla başta Çin Devleti’nin zenginleşmesinde ve işsizlik rakamlarının azalmasında rol alan değil, kendi devletimize ve istihdam rakamlarının artışında yer aldık. Yine oransal olarak belki de Türkiye’nin en yüksek net ihracat rakamlarını gerçekleştirerek cari açığın düşürülmesinde örnek bir model teşkil ediyoruz. Bundan dolayı her yerden çok fazla dua alıyoruz. İlave bir kişiye iş ve aş sağlamaya vesile olmak, devletin üstünden yükleri alarak yardımcı olmak manevi olarak bizim için en değerli hazinedir. 3 bin istihdam hedefliyorsunuz. Burada kıstaslarınız neler? Şu an 2 bin 500 kişiye yakın çalışanımız var. Yaptığımız yeni makine ve pres yatırımları ile 2018 yılı ortasından,
itibaren faaliyete geçecek 6 fabrikamıza ilave 4 yeni fabrika ile çalışan sayımız 3 bin üzerine çıkacak. Konya şehir merkezi, hatta 100-150 km dışındaki ilçe ve köylere kadar bizim kendi servislerimiz gidiyor. Özellikle ilçe ve kasabalardan çok büyük talep var. Kıstas olarak çalışmaya uygun, sağlık şartları uygun olan vasıflı vasıfsız herkesi değerlendiriyoruz. Belirli eğitimlerden geçirdikten sonra işe kabul ediliyor. İstihdam dışında en büyük hedefiniz nedir? Türkiye’nin büyümesi kalkınması, şehrimizin de büyümesi kalkınması için ihracatın artması gerekiyor. Devletimizin de koyduğu 500 milyar dolarlık bir hedef var. Eğer Almanya, Japonya, Amerika İngiltere ve Fransa gibi büyük, güçlü, kalkınmış devlet olacaksak; bunun en önemli yolu ihracatı artırmaktan
İŞE BAŞLARKEN HİÇBİR ŞEY KOLAY OLMADI. ÇOK ÇALIŞTIK ÇOK ÜRETTİK VE BAŞARDIK. …VE ARTIK ÜLKEMİZ İÇİN, MİLLETİMİZ İÇİN, OTOMOTİV YEDEK PARÇA ÜRETİMİNDE DÜNYADA SÖZ SAHİBİ OLMAK ÇOK KOLAY VE BİZ BUNA BUGÜNDEN HAZIRIZ… lar yapımına geçtik. İnşallah 2023’teki en büyük hedefimiz 500 milyon dolar hedefini yakalamak. Son olarak ne söylemek istersiniz? Türkiye Otomotiv Sanayisinde En Büyük 30 firma içinde her şeyi ile yerli ve milli tek firmayız. Konya’nın Şampiyonlar Lig’inde oynayan tek markası ve işletmesiyiz. Son sözümüz de; “DEVLETİNİ MİLLETİNİ VE VATANINI EN ÇOK SEVEN, İŞİNİ EN İYİ YAPANDIR.”
www.metropoldergileri.com
27
HABER
28
1 TRİLYON DOLARI YÖNETEN DÜNYANIN EN BÜYÜK FONLARI TÜRKİYE’DE BULUŞTU Globalturk Capital tarafından, EMPEA iş birliğinde bu sene 3’üncüsü gerçekleştirilen “Türkiye ve Çevresindeki Özel Sermaye Fonları Yatırımları” etkinliğinde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yatırımcılara mesajı damga vurdu. 65 yıl sonra ilk kez cumhurbaşkanı seviyesinde gerçekleştirilen Yunanistan ziyareti sebebiyle etkinliğe katılamayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, gönderdiği yazılı mesajda, Türkiye’nin son yıllarda karşı karşıya geldiği türlü engellemeler ve sıkıntılara rağmen, içine kapanmayıp aksine dünyaya daha da açıldığını vurguladı. Erdoğan, etkinliğe katılan yatırımcılara, “Yurtdışındaki bütün olumsuz propagandalara rağmen, sizlerin bugün burada olmasını önemli görüyoruz. Bu tavrınızla, reel ekonominin söylentiler ve dedikodulara değil, gerçeklere ve fırsatlara itibar ettiğinin göstermiş oldunuz.” diye seslendi. Erdoğan yazılı olarak gönderdiği mesajında şunları kaydetti: “Türkiye’nin dünyaya açılma yönlü hareketini ülkemizin her köşesinde görmek mümkündür. Kuluçka merkezleri, araştırma merkezleri, sayıları hızla artan girişim
sermayesi fonları ile devletimizin bunları destekleyen hibe, teşvik ve yardım mekanizmaları, girişimciliğe verdiğimiz önemi gösteriyor. Diğer tarafta gittikçe artan sayıda şirketimiz yabancılarla ortaklıklar kuruyor. Yine çok sayıda yabancı şirket
ülkemizde faaliyete geçiyor veya faaliyet alanlarını genişletiyor. “Yatırımların dış pazarlara entegrasyonu için maliyetleri düşürdük” Özel sermaye ve girişim sermayesi yatırım fonlarının ekonomide sağladığı katkılara çok önem veriyoruz. Klasik yatırımlardan farklı olarak fon yatırımlarının güçlü büyüme iştahlarının, bizim büyüme hedeflerimizle üst üste geldiğini, bunun da tüm taraflar için verimli ve kârlı sonuçlar doğurabileceğini biliyoruz.Bu kapsamda yatırımcılara, yakında faaliyetlerini başlatacak olan Varlık Fonunun yanında daha pek çok imkân sunuyoruz Şirket kurulumu süreçlerini basitleştirerek yatırım yapmayı kolaylaştırıyor, yatırımlarla ilgili hukuki ve idari süreçleri de hızlandırıyoruz. Yatırımların iç pazar yanında dış pazarlara da entegrasyonunu kolaylaştıracak şekilde dış ticaret maliyetlerini düşürüyoruz.”
“Ekonomik kalkınma terörün en etkili ilaçlarından biri” Mesajında, etkinliğe katılan yatırımcılara “Yurtdışındaki bütün olumsuz propagandalara rağmen, sizlerin bugün burada olmasını önemli görüyoruz. Bu tavrınızla, reel ekonominin söylentiler ve dedikodulara değil, gerçeklere ve fırsatlara itibar ettiğinin göstermiş oldunuz.” diyerek teşekkür eden Erdoğan, mesajını su sözlerle sonlandırdı: “Ekonomik kalkınmayı, bugün dünyanın karşısındaki en büyük bela olan terörün en etkili ilaçlarından biri olarak kabul ediyoruz. Gerek Amerika’da sizlerden de katılımcılarla gerçekleştirdiğimiz toplantıların, gerekse ülkemizde faaliyet gösteren yatırımcılarla sürdürdüğümüz yapıcı diyalogların, olumlu sonuçlar verdiğini görüyoruz. Bu etkinliğinizin tüm taraflar için hayırlı sonuçlar doğurmasını diliyorum. Her ne kadar şu anda yanınızda olamasam da devletimizin her konuda sizi desteklediğini ve destekleyeceğini belirtmek istiyorum. “
ziyaretinde bir araya geldiği 1 trilyon doların üzerinde fonu yöneten özel sermaye fonu temsilcileri, Türkiye yatırımlarını değerlendirmek üzere ilişki tazeledi. Üst düzey yöneticiler geçidi Globalturk Capital Kurucu ve Yönetici Ortağı Barış Öney, EMPEA’nın Eski Başkanı Yönetim Kurulu Üyesi ve Sözcüsü, aynı zamanda 25 yılı aşkındır faaliyet gösteren Global Environment Fund’ın da eş kurucusu Jeffrey Leonard, Vodafone Türkiye CEO’su Colman Deegan, EBDR Sermayeler Yönetici Direktörü Hasan El Khatib gibi alanında uzman 30 üst düzey yatırımcının panelist ve konuşmacı olarak, 200’ün üzerinde yatırımcı temsilcisinin de dinleyici olarak katıldığı etkinlikte; Türkiye ekonomisi, giderek artan yabancı yatırımcı ilgisi ve özel sermaye fonlarındaki hareketlilik masaya yatırıldı.
Etkinliğin açılışında konuşan Globalturk Capital Kurucu ve Yönetici Ortağı Barış Öney, Globalturk Capital tarafından EMPEA iş birliğinde gerçekleştirilen etkinliğin, yükselen pazarlara yatırım yapan özel sermaye fonlarını bir araya getiren en önemli platformlardan biri olduğunu vurgulayarak, bu yıl 3’üncüsü düzenlenen etkinliğe yurt dışından ve Türkiye’den 200’ün üzerinde özel sermaye fonu temsilcisini ağırlamaktan mutluluk duyduklarını söyledi. Bu etkinliğe katılan uluslararası fon sahiplerinin bugüne kadar Türkiye’ye 30 milyar doların üzerinde kaynak sağladığını belirterek, “Globalturk Capital’in yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’de son 10 yılda gerçekleşen yabancı doğrudan yatırım işlemlerinin %65’i, özel sermaye fonları tarafından doğrudan ya da onların yönetimlerinde olduğu yabancı şirketler tarafından yapılıyor.”dedi.
Türk yatırımcılarla ilişki tazelediler Türkiye’den ve dünyadan 200’ün üzerinde özel sermaye fonu temsilcisi, Türk şirketlerinin ve yabancı özel sermaye fonlarının girişim partneri olarak faaliyet gösteren Globalturk Capital tarafından, dünyanın en büyük yükselen pazarlar özel sermaye oluşumu EMPEA iş birliğinde dün gerçekleştirilen “Türkiye ve Çevresindeki Özel Sermaye Fonları Yatırımları” etkinliğinde buluştu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın zamanda gerçekleştirdiği ABD www.metropoldergileri.com
29
HABER
30
önemli bir rol oynadığının altını çizen Jeffrey Leonard, şunları söyledi: “Türkiye gibi gelişen pazarlar için yatırımcıların hassasiyetleri bulunsa da bu ekonomiler yüzümüzü kara çıkarmıyor. 2012 yılında Türkiye yatırımlar açısından en verimli zamanını yaşamıştı. O dönemde Hindistan daha aşağıdaydı. Şimdi ise yatırımcıların gözdesi Hindistan. Bu durum Türkiye için bir fırsat aslında. Zira yeniden yukarı çıkması için bir şans. Pazarda böyle dalgalanmalar oluyor. Bu durumdan kaygı duymamak lazım.”
Dünyada ilk kez Türkiye’de temsilci atadı Konuşmasında 100’ün üzerinde ülkede 1 trilyon doların üzerinde varlığı yöneten özel sermaye fonları birliği EMPEA’nın dünyada ilk kez Türkiye’de bir ülke temsilcisi atadığını belirten Öney, “Kendileriyle sürdürdüğümüz yakın temaslar sonucu birlikte iş birliği yürütme noktasında karşılıklı bir çaba sarf ettik. Yürüttüğümüz başarılı çalışmalar sonucunda, bizim Türkiye temsilcisi olmamızı arzu ettiler ve bu ünvanı verdiler. Bu ünvanı almış olmakla hem kendi açımdan hem de Türkiye açısından onur duyuyorum. Böylesi güçlü bir kurumun dünyada ilk kez Türkiye’de temsilcilik vermesini, Türkiye’nin yükselen pazarlardaki öneminin vurgulanması açısından son derece değerli buluyorum. Bu Türkiye’ye yeni fonların gelmesinin de önünü açabilecek bir gelişme” dedi. EMPEA ve Globalturk Capital işbirliği Öney, sözlerini şöyle sürdürdü: “Geçtiğimiz 1 yıl içinde EMPEA ve Globalturk Capital iş birliği, özel sermaye fonlarının Cumhurbaşkanımız ile hem New York, hem Washington DC’de özel olarak bir araya gelmelerini, hem de Başbakan Yardımcısı, Bakanlarımız ve ISPAT yöneticileri ile görüşme yapmalarını sağladı. Ayrıca her yıl Mayıs ayında Washington DC’de yapılan EMPEA’nın yıllık toplantılarında 4 yıldan sonra ilk kez Türkiye oturumu yapılabilmiştir.”
“Türkiye için kilometre taşı” Konuşmasında özel sermaye fonlarının yatırım yöntemleri hakkında bilgi veren Öney, şu bilgileri paylaştı: “Özel sermaye fonu yöneticileri fon sahiplerinden genelde 10 yıl için fon toplayıp bu fonları şirketlere 5 ile 8 yıllığına yatırırlar. Onların yönetim kurullarına girerler. Şirketleri hızla büyütmeye çalışıp daha sonra hisselerini satıp çıkmayı hedeflerler. Yaptıkları yatırımlardan ne kadar kar edip çıkabilirlerse bir sonraki seferde fon sahiplerinden daha fazla fon toplayabilirler. Yatırımlardan karlı bir şekilde çıkabilmeleri yatırım yapmalarından daha önemli bir konudur. Çıkarken hisselerini bir başka şirkete, fona ya da şirketin mevcut ortaklarına satabilir, ya da halka açarak çıkabilirler. Bu yıl ilke kez 3 adet halka arz yoluyla çıkış yaşanması, Türkiye açısından bir kilometre taşı olmuştur. Önümüzdeki yıl Türkiye için yeni özel sermaye fonu kaynaklarının Türkiye’ye akabilmesinin önünü açan çok önemli bir gelişmedir.” “Küresel özel sermaye endüstrisinde Türkiye önemli bir rol oynuyor” EMPEA olarak Türkiye’deki başarılarının en önemli nedenlerinden birini Globalturk ile geliştirilen iş birliği modeli olarak gösteren EMPEA’nın Eski Başkanı Yönetim Kurulu Üyesi ve Sözcüsü Jeffrey Leonard, özel sermaye açısından Türkiye’ye yönelik bakış açılarının uzun soluklu olduğunu söyledi. Küresel özel sermaye endüstrisinde Türkiye’nin
“Türkiye özel sermaye açısından büyük bir pazar” Etkinlikte konuşma yapan EBDR Sermayeler Yönetici Direktörü Hasan El Khatib, EBDR olarak Rusya, Polonya, Moğolistan, Mısır ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu 38 ülkelik bir bölgede enerji, kamu, altyapı sektörlerine yatırım yaptıklarını vurguladı. Türkiye’de de önemli bir portföylerinin bulunduğunun altını çizen Hasan El Khatib, “Operasyonlarımız arasında Türkiye en geniş yeri kapsıyor. Türkiye özel sermaye açısından Polonya ile birlikte en büyük pazar. Türkiye’de şu an yaşanan kur dengesizliğine karşın özel sermaye fonları üzerine düşen görevi yapıyor ve Türkiye’nin sağlam ekonomisine güvenerek çalışmaya devam ediyor. Biz de EBDR olarak yatırımlarımıza devam ediyoruz.“ dedi. “Türkiye Telekom pazarı için büyük fırsat” Türkiye’nin diğer telekom pazarlarından farklı olarak sürekli fırsatlar sağlayan, büyümenin yaşandığı bir pazar olduğunu kaydeden Vodafone Türkiye CEO’su Colman Deegan, bunun en önemli nedeni olarak da genç ve teknoloji meraklı nüfusu gösterdi. Özel sermaye yatırımlarına bakıldığında, telekom şirketlerine çok fazla yatırım yapılmadığına değinen Deegan, “Oysa Internet Türkiye’de diğer ülkelere göre çok daha yoğun bir şekilde kullanılıyor. Bu durum OTT, bulut bazlı servisler için bize alan açıyor. Dolayısıyla bu konularda yapılacak daha çok yatırım var. Bu alanlarda yatırımcılarla daha yakın çalışmamız gerektiğine inanıyorum.” dedi.
www.metropoldergileri.com
31
RÖPORTAJ
32
Çiğdem Kurut
Makine mühendisleri kuşkusuz ki sanayinin olmazsa olmazları. Mühendislerin sanayi ve teknolojideki önemini Konya Makine Mühendisleri Odası Başkanı Aziz Hakan Altun’la konuştuk…
Hayatın her alanında makine mühendisi var Makine Mühendisleri Odası sanayiler açısından nasıl bir önem taşıyor? Vatandaşlara ve kurumlara yapmış olduğumuz hizmetler var. Bunlar bilirkişilik ve denetim üzerine yapılan hizmetler. Asansör denetimleri, yakın bir zamana kadar da LPG denetimleri vardı. Bunun gibi periyodik kontroller yapıyoruz. Makine Mühendisleri Odası piyasaya kalite getiriyor. Belli bir kalitede tutuyor ve piyasayı fiyat olarak düzenliyor. Mesela biz asansör kontrol işine girmeden önce Türkiye’de bir asansör kontrolü 600, 700 lira civarındayken, bizim girmemizle beraber 120 lira gibi bir rakama indi. Kalite bakımından ele alındığında ise özellikle periyodik kontrollerde merdiven altı diye tabir ettiğimiz firmalarca yeterli kontroller yapılmadan belge verilmesi söz konusu olabiliyordu. Çalışanlarımızla, teknik görevlilerimizle tüm kontrol ve denetimlerimizi büyük bir titizlikle gerçekleştiriyoruz. Bu yüzden de kurumsal firmalar bizi tercih ediyor. Biz eksiklerini söyleyelim, raporumuzu sunalım ve sorumluluğumuzu tam olarak yerine getirelim anlayışındayız. Bu denetimlerde çok ayrıntıya giriyorsunuz. Bunun sebebi nedir? Mesela şu örneği çok veririz. Asansörün içindeki ayna bizim güzelliğimizi, yakışıklılığımızı göstermek için kullanılmaz. Asansörün kata geldiğini belli etmek için kullanılır. Kendinizi görün ve asansörün o kata geldiğini anlayın diye konulmuştur. Bazen o ayna kırık, çatlaktır diye
KONYA MAKİNE MÜHENDİSLERİ ODASI BAŞKANI AZİZ HAKAN ALTUN
raporlarız. Aynayı bile yazmışsınız derler. Ama işte amacı bu. Beş, altı kişinin birden bindiği asansörde çatlak ayna da olmamalı. Bu raporlardan vatandaş rahatsız oluyor ama düşündüğünüz zaman da 50 liralık bir ayna için belki büyük bir kazayı önlüyorsunuz. Odanın görevi işini tam yapmaktır. Türkiye’deki en büyük sıkıntılardan birisi piyasalardaki denetim. Denetimin çok iyi yapılması lazım. Biz en çok ilk denetimde zorlanırız. İlk kontrolünü yaptığımız asansörde ya da periyodik denetimine başladığımız alanlarda büyük eksiklikler çıkar. Ama 2, 3 kontrolden sonra sıkıntılar azalır. Kendileri de rahatlar, biz de rahatlarız. İlk seferde yarım günümüzü alan iş daha sonraki aşamalarda 1 saaten aza bile düşer. Geniş bir alanda hizmet veriyorsunuz. Oda olarak mesleki gruplarımız var. Mesela SMM dediğimiz serbest müşavirlik mühendislik hizmeti yapan firmalarımız mevcut. Geniş bir yelpazeye sahip. SMM’li üyelerimiz kalorifer, doğal gaz, iklimlendirme, sıhhi tesisat gibi ve araç imal tadil montaj işleri yapan firmalarımız var. Bizden yetki belgesi alırlar. Bu üyelerimiz odamız altında meslek örgütü altında toplanıyorlar. Biz de belli standartlar çerçevesinde bunları koruyoruz. İcra makamı olmasak da Devlet ve hü-
kümet yetkilileri bu meslek gruplarına yönelik bir standart değiştireceği zaman çalışanların, ülkenin, vatandaşın çıkarına değilse ya da ileride sıkıntı çıkaracak bir durum varsa sebepleriyle beraber gerekli uyarıları yapıyoruz. Sanayide çalışan mühendislerimiz var. Makine mühendisliğinin çalışma alanı çok geniş. Aynı zamanda akademisyenim. Öğrencilerime de hep söylerim; hayatın her alanında biz varız. Havanın değişmesi, iklim koşulları bile bizi ilgilendiriyor. Soğuk hava depolarından binalara, fırınlara kadar ısıtma soğutma yapıyorsunuz. Bunların tümü bizim tasarımımıza göre yapılıyor. En basiti bu. Mekanik tesisat diyorsunuz; sıcak su, pis su tesisatı, kalorifer tesisatlarını, iklimlendirme tesisatını biz yapıyoruz. Otomobil üretimindeki tüm yedek parçaları, bahçelerdeki sulama tesislerinde boru çaplarını hesaplamak bile bizlere ait. Düşünün doğal gazı Rusya’daki depodan alıp evinize gelinceye kadarki aşamada tüm boru çapları hesaplamaları, kullanılan vanalar, pompalar, redüktörler gibi tüm ayrıntıların hesaplaması yine bize ait. Yani hayatın her alanında makine mühendisi vardır. Makine mühendisliğinin teknolojiyle uyumunu sağlamak zorundasınız. Ve diğer mühendisliklerle disiplinler arası iç içe bu kadar çalışan başka hiçbir
mühendislik dalı yoktur. Bir kalorifer tesisatında bile inşaat mühendisleri, mimarlarla beraber çalışıyoruz. Her alanda başka disiplinlerle çalışmak zorundasınız. Sanayideki gelişme makine mühendisleriyle mi sağlanıyor? 1800’lü yıllarda İngiltere sanayi devrimi ile başlayan gelişmişlik ve teknolojik artırımda makine mühendisleri büyük önem taşımıştır. Makineleşmedeki tasarımlar, kullanılan ürünlerin daha verimli daha ekonomik ve ergonomik olması yolundaki tasarımlar, imalatlar, makine tasarımları geçmiş yüzyıllardan bu yana hala devam ediyor. Günümüze geldiğimiz zaman da artık dünün bugünden çok farklı olduğunu görüyoruz. Bugün hep söylediğimiz bir şey var; yazılım mühendisliği, elektronik mühendisliği diyoruz, otomotik kontrol diyoruz, mekatronik diyoruz. Endüstri 4 diyoruz. Nesnelerin birbiriyle iletişimi, bağlantısı, inovasyon dilimizden düşmüyor. Her şeyde kesinlikle bir makine mühendisi olmak zorunda. İnsanı bir makine olarak düşünürsek; iskelet ve kas sistemi makine mühendisine aittir. Bu olmadan diğerleri olmaz. Beyin dediğimiz yazılımcılara, sinir sistemi elektronikçi, elektrikçilere aittir diyebiliriz. Mesela makinenin tasarımını biz yapıyor ve imalatını gerçekleştirebiliyoruz. Ama hareketleri www.metropoldergileri.com
33
RÖPORTAJ
34
rız diye başta söylemiştik. 4 yıllık makine mühendisliği eğitimini 10 yıla çıkartın; 10 yılda da her dönem 6 tane ders koyun, 10 yılı doldurabilirsiniz. Bu kapasiteye sahip bir alan. Eğitim süreci hiç bitmeyen bir alandır. Sürekli de kendini yeniler. 4 yılda temel eğitim veriliyor. Akışkanın, mekaniğin, ısının, malzemenin temel eğitimi veriliyor, bunun üzerine öğrenci okuldan mezun olduktan sonra hangi alana gidecekse bunların üzerinde eğilimlere başlıyor. Okulda temel eğitim aldıktan sonra yoğunlaştığı alana gideceği zaman uzmanlaşıyor. Konuyla ilgili bilgiye ulaşıp onu alması lazım. Temel eğitimi vermezseniz oradaki bilgiye ulaşsa bile alamıyor. Öğrenci makine mühendisliğinden çırak olarak mezun olur sonra ustalaşır. Mezun olduktan sonra kendisini bir alanda çok iyi yetiştirmek zorunda. Bazı mühendislik fakültelerinde uygulanan İntörn mühendislik var. 4. Sınıfta sanayi- üniversite işbirliğiyle öğrenciyi sanayiye gönderiyor. Bu süreç okul döneminde de sonrasında da gerçekleşebilir.
ve kontrollerinde diğer mühendislik dalları ile çalışıyoruz. Bunun en bariz örneğini trende görüyoruz. Mesela ilk yapılan trenler kara tren dediğimiz buhar gücü ile çalışan trenlerdi. Bu trenlerde tamamen makine mühendisleriyle ilişkili bir durumdu. Bir buhar makinesi vardı; kömürü atıyorsunuz, kömürden aldığınız ısı enerjisini akışkana aktarak belli bir buhar gücüne çıkarıyorsunuz, buhar gücünden mekanik enerjiye dönüştürerek tekerleğe aktarıyorsunuz. Kömürden elde ettiğiniz enerjinin tekerlere olan aktarımına kadarki hesaplama bize aitti. Trenin tasarımı da bize aitti. Hemen hemen başka hiçbir mühendislik dalı yoktu. Ama teknolojinin gelişimiyle elektrikli trenler çıkmaya başladı. Yavaş yavaş bizlere, yine mekanik aksam üzerine elektrik mühendisleri dahil olmaya başladı. Daha sonra yüksek hızlı, teknolojik trenler ortaya çıktı. Yazılımla müdahaleler yapılmaya başladı. Elektronik mühendisle-
ri, bilgisayar mühendisleri devreye girdi. Ama mekanik aksam hala makine mühendislerinde. Teknoloji nereye kadar giderse gitsin; her zaman makine mühendisliğine ihtiyaç duyulacaktır ve geliştiren de hep makine mühendisi olacaktır. Diğer mühendislik dalları bizim üzerimize kurgular yapacaktır. Daha çabuk, daha kontrollü nasıl yaparız diye, kontrol mühendisleri devreye girecek. Keza kontrol mühendisliğinde de yine makine mühendisleri vardır. Makine mühendisliğinin alanlarından birisi de kontrol mühendisliğidir. Mekatronik mühendisliği ortaya çıkmıştır. Bu da biraz mekanik, biraz yazılım, biraz da elektronik dahil olduğu bir alandır. Bunun üçünü birleştirerek makinelerin iletişimini sağlar. Türkiye’de makine mühendisliğine verilen değer hangi noktada? Makine mühendisleri olarak şöyle bir dezavantajımız var. Hayatın her alanında va-
Firmaların gerek inovasyon, gerekse ArGe çalışmalarında makine mühendislerine yeterli yetki ve etki sağlanıyor mu? Mühendislik eğitimimi Konya’da aldım Konya sanayisindeki oluşumlar 1980’lerde yeni yeni başlamıştı. Mesela ben öğrenciyken 1. Organize Sanayisi vardı, 2. Organize Sanayisi’nde de firmalar yeni yeni kuruluyordu. Ve 1980’lerdeki anlayış 1990’larda hala devam ediyordu. Bu ilk nesil sanayicilerdi. Biz öğrenciyken firmaların kapısından içeri zor girebiliyorduk. Mühendis ne işe yarar deniyordu. Ama sonra 2. neslin firmaya girmesiyle ve firmaların da iç hacimlerinin büyüyüp dışarıya açılmasıyla mühendislerin önemi arttı. Özellikle 2000’li yıllardan sonra bu artış çok hızlı bir şekilde yansıdı. Bizim kapısından içeri giremediğimiz firmalarda şu anda sadece Konya’da toplam 20 tane Ar-Ge merkezi var. Bunun 18 tanesi Ar-Ge, 2 tanesi tasarım merkezi olan firmalar. Bir Ar-Ge merkezinin olması için minimum 18 çalışan gerek. Bunun 10’a yakını mühendis. Bu sadece Konya için söylediğim bir rakam. Nereden nereye geldik. Ülke bazında büyüttüğümüz zaman rakamlar katlayarak gider. Firmaların dışarıya açılmasından sonra makine mühendisliğinin önemi daha da arttı. Firma-
lardan odamıza şu konularda kendini yetiştirmiş makine mühendisi ihtiyacımız var diye talep gelmekte. Hatta bazı firmalar yetiştirmek için öğrenci istiyor. Kendi çalışmalarına uygun şekilde yetiştiriyorlar. Mühendislik de kendi içerisinde nasıl bir gelişim gösterdi? Bugün mühendislikte kullanılan araçlar da değişti. 30 yıl önce teknik resmi, T cetveli, gönye, iletki ve pergelle büyük masalar üzerinde yapıyorduk. Ama bu artık bilgisayara dönüştü. T cetvelle 3 boyutlu çizim yapmak 2 boyutluya göre daha zordu. Şimdi bilgisayarlarda 3 boyutlu çizim yapmak 2 boyuttan daha kolay. O seviyeye geldi. Yeni mezun olan arkadaşlara da bu tür konularda destek veriyoruz. Bilmeyenler, kendini geliştirmek isteyenlere kurslar açıyoruz. Bizim sayfalar dolusu yaptığımız basit bir makine mühendisliği hesaplamalarını bilgisayarlarda analiz programları ile çok daha karmaşığını daha kısa sürede yapabiliyoruz. Mesela makineyi tasarlıyorsunuz, gerekli yerlere gerekli kuvvetleri uyguladıktan sonra çözümlerden istediğiniz noktadaki gerilmeleri elde edebiliyorsunuz. Benzer çözümü akış ve ısı analizi içinde yapabiliyorsunuz. Bu da zaman kazandırıyor. Yazılım o kadar gelişti ki; dünyadaki büyük firmalar yaptıkları tasarımları ilk önce bilgisayar ortamında analiz yapıyor. Ondan sonra üretime geçiyorlar. En küçük parça imalatçısı bile parçanın mekanik özelliklerini, dayanıklı olup olmadığını bilgisayar ortamında gördükten sonra üretime geçiyor. Maliyeti düşürüyor. Ar-Ge yaparken sürekli parça üretip deneme yanılma yoluyla hareket edeceğine hepsini bilgisayar ortamında yapıp ideal parçayı ortaya çıkartıp denemeye geçebiliyorsunuz. Ama bu analiz programını bilmek için de kişinin çok iyi yetişmesi lazım. Odamızda bu programları kaldırabilecek bilgisayarlarımızla üyelerimize, öğrencilerimize çözüm, analiz programlarıyla ilgili kurslar düzenliyoruz. Özellikle öğrencilerden yoğun talep geliyor. Burada temeli öğrenip çalıştığı firmanın Ar-Ge’sine inovasyonuna katkı sağlıyor.
Bilişim Vadisi’nin ülkeye katkısı ne olur? Bizim üreticimiz ArGe, inovasyon yapayım ama bana ne getirecek? Her zaman buna bakar. Eğer ki firma sahibi “ben ArGe ve inovasyon sonucunda ürünümde kaliteyi yakaladım, dünya standartlarına geldim ve de çok güzel satış yapıp kar elde ediyorum” dediği an gözü kapalı girer. Şu anda da girmek zorunda kalıyorlar. Konya bazında örnek vereyim. Söylediğimiz bir şey vardı; 1980’ler Konya sanayisinin bebeklik süreci, 1990’lar çocukluk süreci, 2000’den sonra da delikanlılık süreci. Bundan sonra olgunluk sürecine girilmesi lazım. Biz her atılımı yaptık, Avrupa’daki ürünleri yapmak için onları aldık geldik, inceledik, aynılarını, benzerlerini yaptık. Ama artık üzerine koyma zamanı. Yaptığımızın ne olduğunu bilme zamanı geldi. Yani yaptığımız ürünün özelliklerini bilmemiz gerek. Bunun için tasarım yapmadan önce bir analiz programıyla kontrol etmesi, tasarım esnasında bunu ölçmesi, benim tasarımım en ideal tasarım diyebilmesi lazım. Üretimi yaptı, sonraki aşamada da deneysel olarak istenilen ortam şartlarında deney tesisatını kullanarak yaptığını analizin veya ürünün doğruluğu ne kadar, kapasitesi ne kadar bunu belirlemesi lazım. Konya’da şu anda bunu yapan firmalar var ve Amerika’ya ihraç ediyor. Bu firma önceden Türkiye bazlı çalışıyordu, ama yaptığı deneyler ve
analizlerin sonuçlarıyla yaptığı ürünün kalitesini ortaya koyduktan sonra yurt dışına çıkabiliyor. Yurtdışında kataloğuna bunu belgeli olarak koyabiliyor. Her şeyi ispatlamak zorundasınız. Bu güven sağlıyor. Son olarak ne söylemek istersiniz? Dünya belli bir yere gidiyor. Bu teknolojinin önünü alamıyorsunuz. Teknoloji artık üssel olarak gidiyor. Buna da bizim ülkemizin bir an önce ayak uydurması lazım. Bir kişi Tesla elektrikli araba diye çıkıyor. Üretimine giriyor. Mekanik araba dönemini kapatıyor. Bir buluş dünyanın dengelerini değiştirebiliyor. Bizim de buna uyum sağlamamız lazım. Bir an önce bizim de bu dengelerin de bir tarafında yer almamız lazım. Bu da bilgiyle, mühendislerle gerçekleşecek. Firma sahipleri ve üretimin herhangi bir yerinde yer alan kişilerin mühendislere güvenmeleri ve gerekli destekleri vermeleri gerekiyor. Biz de makine Mühendisleri odası olarak eğitim, kurs veya alanında en yetkili kişiden bilgi, konferans çalışmalarıyla elimizden geleni yapıyoruz. Daha önce Panasonic Yönetim Kurulu’nu getirdiğimiz gibi yine en yetkili kişiyi getirerek mühendisimizle, sanayicimizle buluştururuz. Gerek sanayicimizi gerek mühendisimizi gerekse vatandaşımızı bilgilendireceksek en iyi şekilde bilgilendirerek bilişim ve teknolojiye gerekli desteği veririz. www.metropoldergileri.com
35
HABER
36
“TÜRKİYE İÇİN BİR REKABET ENDEKSİ RAPORU” TÜRKONFED İSTANBUL TOPLANTISI İSİFED EV SAHİPLİĞİNDE DÜZENLENDİ
TÜRKİYE’NİN EN REKABETÇİ İLİ İSTANBUL TÜRKONFED ve EDAM işbirliği ile hazırlanan “Türkiye İçin Bir Rekabet Endeksi” raporunun yerel tanıtım toplantılarının İstanbul ayağı İSİFED ev sahipliğinde gerçekleştirildi. 2008 ve 2014 yılı sonuçlarını karşılaştıran rapordaki genel endekse göre İstanbul Türkiye’nin en rekabetçi ili oldu. İstanbul’un liderliğinde Marmara Bölgesi’ndeki diğer illerin ortalama sıralamasının da en rekabetçi iller arasında yer aldığını ortaya koyan rapora göre, 2008’den bu yana genel endekste İstanbul’un rekabetçilik gücü değişmedi. İstanbul’un genel endeksi oluşturan 8 alt endeksteki sıralaması ve iyileştirme noktaları da toplantı kapsamında detaylı olarak incelendi. Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) ve Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi (EDAM) işbirliği ile hazırlanan “Türkiye İçin Bir Rekabet Endeksi” raporunun çıktıları, İstanbul Sanayici ve İş Adamları Dernekleri Federasyonu (İSİFED) ev sahipliğinde düzenlenen toplantıda mercek altına alındı. TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Tarkan Kadooğlu, İSİFED Yönetim Kurulu Başkanı Muammer Ömeroğlu, ve TÜRKONFED Ekonomi Danışmanı / Rapor Yazarı Pelin Yenigün Dilek’in katılımlarıyla gerçekleştirilen toplantıda; İstanbul özelinde ortaya çıkan veriler katılımcılarla paylaşıldı. İSTANBUL 2008-2014 YILLARI ARASINDA REKABETÇİLİK GÜCÜNÜ KORUDU Daha gelişmiş bir veri seti ve metodoloji ile güncellenen 2008 yılında hazırlanan ilk rapor, 2008-2014 yılları arasındaki değişiklikleri analiz etme imkanı sunarak, Türkiye’de rekabetçiliğin bölgesel dağılımına dair de daha tamamlayıcı bir tablo ortaya koydu. Buna göre İstanbul, sekiz alt endeksin birleşiminden oluşan genel rekabetçilik endeksinde en rekabetçi birinci il olarak yerini korudu.
SEKİZ ALT ENDEKS VE 65 DEĞİŞKENE GÖRE REKABETÇİLİK ARAŞTIRILDI Raporda il bazında rekabetçilik endeksini oluşturan sekiz alt endeks ile 65 değişkenin ışığında rekabetçi dinamikler araştırıldı. Rekabetçilik endeksine baz oluşturan alt endekslerde İstanbul; makroekonomik istikrar, finansal derinlik ve piyasa büyüklüğü endekslerinde birinci sırada, fiziki altyapı ve yaratıcı sermaye endekslerinde ikinci sırada, insan sermayesi endeksinde 4. sırada, emek piyasaları endeksinde 6. sırada, sosyal sermaye endeksinde ise 18. sırada yer aldı. Bu başlıklar altında, okullaşma oranından, kişi başına elektrik tüketimine kadar birçok değişken değerlendirmeye alındı. KADOOĞLU: “EKONOMİK BÜYÜMENİN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ REFORMLARLA SAĞLANABİLİR” Kredi Garanti Fonu (KGF) başta olmak üzere, hükümet teşviklerinin reel sektörde yarattığı canlanmanın ekonomik büyümede ana faktör olduğunu belirten TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Tarkan Kadooğlu: “Üçüncü çeyrekte hane halkı tüketim harcamaları yüzde 11.7, kamu harcamaları ise yüzde 2.8 büyüdü. Sabit sermaye oluşumundaki yüzde 12.8 oranındaki artış
da göz önüne alındığında; üçüncü çeyrekte büyüme hem tüketim harcamaları hem de imalat sanayi ile ivme kazandı. Büyümeye tüketimin katkısı yüzde 7 olurken, sabit sermayenin katkısı yüzde 3.6 ve net ihracatın katkısı ise yüzde 0.4 oldu. Her zaman dile getirdiğimiz bir gerçeğin büyüme rakamlarının detaylarında da kendini gösterdiğini söylemek mümkün. Yani, KOBİ odaklı politikalar büyüme üzerinde çarpan etkisi yaratmaktadır. İnşaat sektöründe yüzde 12’lik büyümenin yanı sıra ilk iki çeyrekte gerileyen makine ve teçhizat yatırımlarının yüzde 15.3’lük bir artış sergilemesi önemlidir. Şimdi hedef, bu yatırımların ve büyümenin devamlılığını sağlayacak adımlar atılmasındadır. Odaklanmamız gereken ana alan burasıdır. Büyümede sanayi odaklı bir ekonomik model ile üretim, yatırım ve istihdam artışında hedeflenen noktalara gelebiliriz. Sürdürülebilirliği de ancak bu hedeflere ulaşmamızı sağlayacak reformlarla sağlayabiliriz” dedi. “TÜRKİYE’NİN GÜNDEMİNDEKİ EN ÖNEMLİ SORUN ENFLASYON” İş dünyasının çok büyük bir faiz yükü altında yatırım yapmanın zorluğunu yaşadığını ifade eden Kadooğlu; “Enflasyonun Türkiye’nin gündemindeki en
önemli sorun olduğunu düşünüyoruz. 2018 yılında büyümenin sürdürülebilirliği için enflasyonun yüzde 5’ler seviyesine indirilmesi çok önemlidir. Büyüme ve enflasyonun çift hanede arttığı bir süreçte ekonomide sürdürülebilirliği sağlamak zorlaşacaktır. Enflasyon ve faizle mücadelede kurumlar arasındaki işbirliği ne kadar önemliyse, kurumların bağımsızlığı ve kurumsallaşma kültürü de bir o kadar değerli ve önemlidir. Ekonomide mali disiplini korumak, makroekonomik istikrarı dengede tutacak politikalar belirlemek ve bunları da kurumlar arası eşgüdümle yürütmek, uluslararası yatırımcılara ve kuruluşlara da olumlu sinyaller verecektir” şeklinde konuştu. “KOBİ’LERİN YÜKSEK TEKNOLOJİLİ ÜRETİM TEMELLİ TEŞVİK VE DESTEKLERE İHTİYACI VAR” 2018’in ekonomik politikalar ve sonuçları açısından, birden fazla dengeye dikkat edilmesi gereken hassas bir yıl olacağını söyleyen Kadooğlu, şöyle devam etti: “Önceliği doğru belirlenen, iyi anlatılmış, uygulama kararlığını ispat eden bir reform haritası, ülkemizi 2018 yılında küresel ekonomik risklerden ve finansal piyasa oynaklığından koruyacaktır. Diğer yandan ekonomide nicelik değil niteliğin öne çıktığı dijitalleşen dünyada. KOBİ’lerimizin yüzde 60’ı düşük teknolojili üretim yaparken, sadece yüzde 4’ü yüksek teknolojili üretim gerçekleştirmektedir. Bu da bize Türkiye’nin 4. Sanayi devrimi sürecinde acil olarak bir değişim ve dönüşüme ihtiyacı olduğunu ortaya koymaktadır. Sürdürülebilir büyüme ve verimlilik artışı ancak KOBİ odaklı politikaların hayata geçirilmesiyle mümkündür. KOBİ’lerin nitelikli insan kaynağından finansmana, Ar-Ge ve inovasyondan dijitalleşmeye, yatırımdan istihdama; yüksek teknolojili üretim temelli teşvik ve desteklere ihtiyacı vardır. Kredi Garanti Fonu, vergi indirimleri ve teşvikler ile kısa vadede ekonomiye can suyu etkisi başarılı olurken, orta ve uzun vadede 4. Sanayi devriminin konuşulduğu, dijitalleşmenin hayatın her alanını etkilediği yeni dünya gerçekleri dikkate alınarak Türkiye’nin reformları gündeminin ilk
sırasına alması gerekmektedir. Nitelikli iş gücü için eğitim sisteminin bilgi bazlı yeni nesiller yetiştirmesi, mesleki eğitimin uluslararası standartlarda yeniden düzenlenmesi, kadınların iş gücüne katılımının artırılmasına dönük politikaların uygulanması ekonominin temellerini sağlamlaştıracak adımlardır.” ÖMEROĞLU: “KÜÇÜĞÜYLE BÜYÜĞÜYLE ŞİRKETLERİMİZ ÜLKE EKONOMİSİNİN TAŞIYICILARI” Ekonominin hükümetin aldığı tedbirler ile toparlanma ve hızlı bir şekilde büyüme hızını artırma evresinde olduğunu belirten İSİFED Yönetim Kurulu Başkanı Muammer Ömeroğlu ise “Ancak içinden geçmiş olduğumuz dönemde, şirketlerimizin bir çoğu öz sermayesinin ötesinde borçlanmıştır. Bu duruma ek olarak, son aylarda başlayan E-hacizler ile şirketler zor bir ekonomik dar boğaza girmektedir. Küçüğü ile büyüğü ile, bu şirketlerin ülke ekonomisi için taşıyıcı değerler olduğunu unutmamak gerekir. Dolayısıyla şirketlerimizi ayakta tutmanın yolu aranmalı, borcunu ödeyenle ödemeyen aynı kefeye konmamalıdır. Diğer bir önemli konu da, özellikle İstanbul’da nitelikli mavi yaka elemanlarda yaşanan açıktır. Fabrikalarımız kapasitelerinin altında çalışmaktadır. Dünyada da Türkiye’de de insanların sanayide çalışmak istememesi, biz sanayicilerin maliyetlerine yansımaktadır. Üretim maliyetlerini hızla yukarı çıkarmakta, dünya ile rekabetimizi zora sokmaktadır. Aslında bu sorun şirketlerimizi bekleyen büyük bir gündemin habercisidir. 2020 yılına kadar şirketlerimizin Sanayi 4.0’a geçişini yapamazsak, birçok sektör bitmek durumunda kalacaktır. Dolayısı ile çok hızlı davranmalıyız. Şirketlerimiz; Sanayi 4.0‘ı yakalayabilmeleri için gerekli olan finansmana daha hızlı ve ucuz bir şekilde ulaşabilmelidir. İstanbul sanayisi için diğer bir önemli konu da fabrikalarımızın etrafının konut alanı olması ve bu durumun getirdiği taşınma zorunluluğu. Bizler artık, altyapısı hazırlanmış kalıcı yerler istiyoruz. Aksi takdirde işletmelerimizi büyütemeyiz. Ülkemize en iyi şekilde hizmet edebilmek için önümüzdeki bu gibi engellerin
giderilmesini istiyoruz” dedi. “İSTANBUL, REKABETÇİLİĞİN VE GELİRİN TÜRKİYE İÇİN İTİCİ GÜCÜDÜR” İstanbul’un en rekabetçi il sıralamasında 2008 ve 2014 yıllarında Türkiye’nin en rekabetçi ili olduğunu belirten TÜRKONFED Ekonomi danışmanı ve Rapor Yazarı Pelin Yenigün Dilek, “Özellikle piyasa büyüklüğünü yansıtan göstergelerde birinci sıralarda yer alan İstanbul, rekabetçiliğin ve gelirin Türkiye için itici gücü olarak gözükmektedir. Araştırma yapılan yıllar için öne çıkan özellik, rekabet endeksinde ve kişi başına gelirde Türkiye ortalaması İstanbul’a bir parça yaklaşırken, İstanbul’dan sonra Türkiye’nin en rekabetçi olan illerinin İstanbul ile farkı açıldığının görülmesidir. İnovasyon odaklı, sanayi ve hizmet sektörleri arasındaki çizgilerin azaldığı, alan uzmanlığının teknoloji uzmanlığı ile birleştirildiği bir ortamda, rekabetçiliği iten ve çeken unsurlar hızla değişmektedir. İstanbul’un bu yeni dönemde alan uzmanlığı ile teknolojik dönüşümü birleştirme becerisi ve hızı, Türkiye’nin rekabetçilik düzeyini de belirleyecektir ve kritik bir öneme sahiptir” dedi. www.metropoldergileri.com
37
RÖPORTAJ
38
Çiğdem Kurut
Zeynep Öztop
Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Arıcı;
Felsefesiz yapay zeka çalışmaları başarısızlığa mahkum Son günlerde çokça dillenen, popüler olan “yapay zeka”yı nasıl tanımlayabiliriz? Yapay zeka; insan dışı bir varlıkta vuku bulacak zekaya diyoruz. Zeka hem günlük dilde, hem de ilgili disiplinlerde kullanımı itibariyle tümüyle bizdeki öz bilinçli, bilinçli, zihinsel işlevlere tekamül eden bir şey değil. Daha dar kapsamlı anlamı var. Bir varlık zeki olabilir ama bu sadece zihinli olduğunu gösterir. Bilinçli, özbilinçli olduğunu göstermez. Yapay zeka tabirinde kullanılan zeka terimi biraz rastgele gelişmiş bir terim. Bunun yerine yapay bilinç ya da yapay zihin denmesi belki daha uygun olabilirdi. İngilizcede bu terim artık gelişiyor. Artificial mind anlamında kullanılıyor. “Artificial intelligence” yani yapay zekaya tekabül eden terim daha çok bilgisayar bilimleri, robotiks, bilişsel psikoloji gibi disiplinlerde mevcut. Kanaatimce yakın bir gelecekte yapay zihin tabiri daha yaygın kullanılacak. Çünkü yapay zeka zihnin belli bir işlemini temsil ediyor. Halbuki biz burada zihnin belli bir kısmını değil komple insan zihnini simule edebilecek bir yapay oluşumdan bahsediyoruz.. Mesela hesap makineleri de insan zihninin belli bir işlevini yerine getiriyor. Ama bunun insan zihninin çok küçük, binde birlik bir fonksiyonuna tekabül ettiğini söyleyebiliriz. Yabancı dilde yaygınlaştığı gibi Türkçe’de de yakın bir
zamanda yaygınlaşacak diye düşünüyorum. Doğrusu da bu . Yapay zekanın gerçekleştiği ama zihnin diğer işlevlerinin gerçekleşmediği bir robot, klasik, hedeflenen anlamda bir insanın komple zihinsel işlevlerini tümüyle simüle eden bir varlık olmayacak. Dolayısıyla biz zihnin belirli işlevlerini yerine getiren, diğer işlevlerini ihmal eden bir yapay zekadan bahsetmiyoruz. Yapay zihin dendiğinde daha kuşatıcı ola-
cak ve hedefler de ona doğru gidecek. Felsefe yapay zihnin neresinde yer alıyor? Yapay zeka şu ara çok popüler bir terim olmaya başladı. Hollywood filmlerinden tutun da artık pek çok alanda bu işleniyor. Bunun ekonomik, siyasi yönü var. Ahlaki etiği tartışılıyor. Hayatın pek çok alanında insanların dikkatini çeken bir terim olmaya başladı. Mesela
Facebook yöneticileri yapay sistemlerinde iki yapay zeka sistemini devreye sokmuşlar; bunların birbirleriyle iletişime geçtiğini görünce sistemin şalterini indirmek zorunda kalmışlar. Böyle popüler haberler sık sık çıkıyor. Ya da bir gün yapay zeka insanlığı ele geçirebilir mi, insanlığın kabusu olabilir mi, yapay zeka bir suç işlediğinde hukuki, ahlaki açıdan ne yapılacak gibi meseleler tartışılıyor. Bugün katlanarak
yükselen bir ivme ile yapay zekayla ilgili görsel medyada da pahalı dizilerde, filmlerde artış var. Yapay zihnin hayatın pek çok alanına nüfuz eden bağlantılıları tartışılıyor. Fakat bu tartışmalar içerisinde yapay zekanın felsefeyle ilgili olan bağlantısı çok az gündeme geliyor. Hep teknolojik ve popüler alanlarla bağlantısı anlamında düşünülüyor. Felsefe ile olan bağlantısı en kritik olan bağlantısı olmasına rağmen çok az gündeme geliyor. Esasen bağlantısı şöyle; insan zihninin yapısını, doğasını, ontolojisisini çözümlemeksizin insan zihnini modellemeniz imkansız. Önce insan zihnini tümüyle kavramış olmamız gerekir. İnsan zihni şu an her yönüyle kavranabilmiş bir olgu olarak karşımıza çıkmıyor. Beyin çok komplike. Uykunun doğasını bile tam kavrayabilmiş değiliz. İnsan neden uykuya ihtiyaç duyar. İnsan zihnini tümüyle kavramadan insan zihnini modelleme imkanı hemen hemen imkansız gibi. İnsan zihnini kavrama işi de bilimsel anlamda daha çok felsefenin işi. İnsan zihnini kavramak için psikologlar yoğun bir şekilde uğraşıyor. Yüzlerce yıllık bir insani çaba var. Bilişsel bilimciler, Tıp alanında insan zihnini beyin üzerinden kavrama çabası sürüyor. Bu çalışmaların hiçbirisi felsefi bir teori olmaksızın sonuca ulaşacak çalışmalar değil. Felsefi teori insan zihninin varoluşunu, onun ontolojik ve epsonojik yapısını açıklayabilen bir teori sunmaksızın diğer branşlarda kavrama imkanı yok. Felsefeyle bağlantısı tam da burada devreye giriyor. Felsefede zihnin doğasına ilişkin araştırma daha çok zihin felsefesi denilen alt branşın işidir. Zihin felsefecileri özellikle
1960’lardan sonra çok yoğun bir şekilde batı ve Amerika’daki üniversitelerde felsefe bölümleri ve branşları içerisinde en sıcak tartışmaların yapıldığı alan haline geldi. Çünkü bugün batı medeniyetinin ürettiği bilimlerin müthiş başarı elde ettiği 300 yıllık serüvende görülüyor. Burada tatmin edici bir başarının sağlanamadığı tek alan zihnin doğası. Zihin felsefecileri şu an Amerika’da tüm felsefeciler arasında en büyük grubu oluşturmuş olsa bile henüz zihnin doğasını kavramada çok mesafe kat ettiğimiz söylenemez. Zihni tamamen kavradığımız hiç söylenemez. Dolayısıyla zihinle ilgili bir kavrayışınız yoksa bu zihnin yapay versiyonunu üretmek mantıken de imkansız gözükmekte. İnsan kendi zihnini çözememişken yapay bir zihne neden ihtiyaç duyuyor? Bu aslında insandaki pek çok duyguyla alakalı. İnsan korktuğu için zihninde mitolojik varlıklar yaratır. Yalnızlık hissettiği için mistik ve sezgisel bir düşünce biçimi geliştirir. İnsan içinde yaşadığı ortama hayran olduğu için bir dine inanmayı hissedebilir. Ya da insan merak duygusuyla hareket eder ve felsefi, bilimsel bir düşünce biçimi gerçekleştirir. Çünkü sırf merakından kendisini, evreni Tanrı’nın doğasını ve bu üçü arasındaki ilişkiyi araştırır. Bunlar farklı düşünme biçimleridir. Korku yalnızlık hayranlık ve de merak duygusu. Bu dört duygu insanı farklı düşünme biçimlerine sevk eder. İnsan neden zihnin yapay bir versiyonunu oluşturmaya çalışır? Bu duygularla alakalı. İnsan kendini kavrayamamış bile olsa aslında yalnızlığını gidermek bunlardan en önemli nedenlerden bir tanesi. İnsanın doğasında tanrılaşma arzusu
vardır. Bir bakıma yaptığı tüm eylemlerde. Mesela teknolojiye baktığımızda en büyük motivasyonlardan bir tanesi maksimum hızı yakalamak. Maksimum hız seviyesi, bir noktadayken anında başka bir noktada olmak. Ya da her an her yerde olmaktır. Mesela insan doğayı kontrol etmek ister. Depremleri, gezegenleri, bir meteorun yönünü değiştirmeyi. Gücün maksimum seviyesi Tanrı’dadır. O her şeye gücü yetendir. İnsan o tanrısal güce erişmek ister. Doğasında vardır. İnsan her şeyi bilmek ister. Bilemediğinin peşine düşmek ister. Her şeyi bilmek de tanrısal bir sıfattır. Dolayısıyla
bilme, her şeye güç yetirme, her an her yerde olma tanrısal sıfatlardır ve insan edinmelerinin ardında bu tanrısal sıfatları elde etmek gayreti olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu tanrıya bir meydan okuma değildir. Çünkü Tanrı bu duyguları onun içine yerleştirmiştir. Kendi kutsal kitabımız Kuranı Kerim alemin yaradılışını anlatırken “Biz ona kendi ruhumuzdan üfledik” der.. Bizde de Tanrısal bir şeylerin olduğunu söylemek kutsal kitabımıza da aykırı değil. Bu Tanrıya erişme olarak da algılanabilir. Tüm dinler için geçerli. Her insanın varoluşunda dowww.metropoldergileri.com
39
RÖPORTAJ
40
ğuştan getirdiği bir duygu. Tanrı kadar güçlü hissetmek. Çünkü yeryüzünde yaratabileceğiniz en muhteşem şey kendi başına otonom bilinci olan, zihne sahip bir varlık. Kendinizi güçlü edebileceğiniz, tanrıda var olan yaratıcılık sıfatının kendinizde de vuku bulduğunu hissedeceğiniz daha güçlü bir duygu yok. Yapay zeka üretmek mümkün mü? Çok kritik bir soru. Biz yapay zihin yerine yapay zeka demeye devam edelim. Yapay zeka çalışmalarında birinci mesele gerçek anlamda yapay bir zeka üretmek mümkün mü. Tartışılan birinci konu bu. Bunu daha çok sosyal bilimciler ve felsefeciler tartışıyor. Robotiks, bilişsel bilimlerle uğraşanlar bunu tartışmıyor. Bunu kabul ediyorlar. İlkece bu mümkündür, biz bunu nasıl yaparız aşamasındalar. İnsan zihninin en kritik üç unsuru; onun duygulanımlara, arzulara sahip olabilmesi ve fikirle ilgili kısmı. Muhakeme, düşünebilme. Bu üç asli unsuru yapay zekada da vuku bulabilir ön kabulüyle çalışmalarını sürdürebiliyorlar. Felsefi anlamda böyle bir şey mümkün mü çok tartışmalı. Kişisel kanaatim ise bunu söylemek için erken. Çünkü insanoğlunu kuşatan bazı bariyerler var. Sınırlı bir varlık. Kavramsal mekanizmanın işleyişi, biyolojik yapısı sınırlı. Çevresindeki evren sınırlı. İnsanoğlu uzaktaki bir galaksi hakkında hiçbir zaman bilgi edinemeyebilir. Çünkü ışık hızıyla 4 milyar yıl gitmeniz gerekir. Ya da ölümsüzlüğü insan keşfedemedi. Yapay zeka ile keşfedilebileceği hayal ediliyor ama şu an öyle bir şey yok. İnsanoğlunun kavrama gücü zamansal açıdan sınırlı. Kavramsal mekanizmamızda da birtakım sınırlamalar olabi-
lir. Bir kediye quantum fiziğini öğretme imkanımız sıfır. Kedi olarak kaldığı sürece. Bizim de bu anlamda evrende ilkesel olarak kavrayamayacağımız meseleler olabilir. Bunu kabul etmemiz bizi ümitsizliğe sevk etmemeli. Elimizden geleni yaparak çevremizi, kendimizi evreni tanımaya çalışacağız. Yapay zeka üretmeye çabalarken insanlığa faydalı başka argümanlara da ulaşılabilir mi? Yapay zeka çalışmalarının başka getirileri var. Bu süreçte karşınıza çıkan sorunla baş ederken aslında kendi zekanızı anlama üzerine büyük mesafeler kat ediyorsunuz. Bu yolda daha emekleme seviyesindeyiz. İşin teknik tarafıyla ilgili olarak çalışmalar devam etmeli. Yapay zeka insanın bütün zihinsel fonksiyonlarının bilimsel ve teknolojik anlamda tümüyle modellenebileceği varsayımından hareketle ilerliyor. Felsefi anlamda bu imkan oldukça tartışmalıdır. Bu farklı bakış açıları bir sorun yaratıyor mu? Aslında bazen yaratıyor. Şöyle; işin zihin felsefesi yönüne hiç girmemiş insanlar yapay zeka ile ilgili en temel problemlerle yüzleşmemiş bilim adamları İlgili disiplinlerinden elde ettikleri datalardan bazı hatalı, hiç çıkarılmaması gereken mantıki sorular çıkarıyorlar. Çünkü kullandığı teori; zihin felsefesinde zihnin doğasına dair onlarca teoriden sadece biri. Ama rakip bir sürü teori var. O teorinin doğruluğu henüz ispatlanmamış durumda. İşin teknik ve bilimsel yönüyle uğraşan kesim işin temelinde yatan felsefi problemlere aşina olmalı, felsefeciler de teknik ve bilimsel boyuttaki gelişmeleri çok yakından takip etmeli. Amerika’da şu an sırf yapay zekayla ilgili bilinç enstitüleri
var. Sadece bilinci çalışıyor. Bu enstitülerde psikologlar, felsefeciler, tıp bilimciler mühendislikler var. Bu tür insanlar o enstitüde biraya gelmiş vaziyette. İnterdisipliner bir şekilde çalışıyor. Ülkemizde bu tür faaliyetler için çok erken. Türkiye’nin bu alanda henüz emekleme aşamasında olmasının sebebi ne? Doktora yapmak için yurt dışına gittim. Doktora sırasında sorguladığım bir konuydu. Yapay zekayla ilgili tartışmalar, genel anlamda zihin felsefesi disiplini Amerika’da çok canlı, sıradan insanların bile ilgi duyduğu bir alan. Ülkeme döndüğümde baktım ki bununla ilgili ne altyapı çalışması var, ne konsensüs ne bir çalışma zemini oluşmuş. Bu konuyla ilgili Amerika’da yüzlerce araştırma laboratuvarı vs. var iken Türkiye’de böyle bir şey yok. Ülkeme döndüğümde ne gibi bir katkım olabilir diye kendime sordum. Mesela tıp, eğitim alanında gelişme kaydetmiş olabiliriz. Ama bu alanda yok. Çünkü bizim toplum olarak öncelikli sorunlarımız farklı. Bir Batı devletinin 50 yıl önce tartıştığı sorunları biz yeni konuşuyoruz. 1950’li yıllarda ırkçılık Amerika için büyük bir problemdi. Düşünürler, felsefeciler bu konularla ilgileniyordu. Özgürlük nedir? Nasıl tanımlamalıyız vs. Ama bugün bu meseleleri aştıkları için daha lüks, kendi medeniyetlerinin geldiği ortamda daha ileri seviyede konulara odaklanmış vaziyetteler. Onları geliştirdiler. Bizim için henüz bu anlamda lüks kelimesini kullanabiliriz. Yapay zeka ile ilgili felsefi düşünce üretme atmosferinin oluşmayışının nedeni düşünce arenamızda uğraştığımız başka sorunlar. Bizim daha düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi alanlarda
gelişme kaydetmemiz gerektiği gözüküyor. Gelişmeler de kaydediyoruz aslında. Bir diğer neden de genel olarak eğitim sistemimizle alakalı. Sadece yapay zeka alanına özgü bir geri kalmışlık değil. Pek çok disipline özgü de bir geri kalmışlık bu. Toplum olarak, devlet olarak YÖK olarak uzun vadeli stratejik planlar çizerek zaten aşmaya çalışıyoruz. Ama bir toplumun zihinsen dönüşümünün disiplinlerdeki gelişiminin seyri kademe kademe vuku bulan bir şey. Toplumların dönüşümünde 10 yıl, 20 yıl gibi süreler kısa süreler. Biz küresel arenada neler olup bittiğinden çok hızlı bir biçimde etkilenen ve gerekli adımları atan da bir toplumuz. Karar verici mekanizma çok kolay adapte olabiliyor. Türkiye’nin yakın geleceğinde de yapay zekayla ilgili çalışmaların sıçrayış göstereceğine inanıyorum. Şu an popüler olan yapay zeka sunumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Dünyada popüler olmuş, insan zihnini tam olarak modelleyen yapay zeka iddiaları sunumlarının gerçeği tam yansıtıp yansıtmadığından şüphe etmemizi sağlayacak bir sürü gerekçemiz var. Bugün üretilen yapay zekaların tümüyle insan zihnini her yönüyle modellediğine özellikle öz bilinç ve bilince sahip olduğunu söylememek için ciddi gerekçeler var. Anlatıldığı gibi değil. Şu anda yapay zekada zekanın işleyiş biçimi yazılım üzerinden. Yapay zeka için 3 kriter var. Bu zeka kendisini çevresinden ayırt edebiliyor mu. İkincisi belli bir hedef seçip o hedefe yönelik plan yapabiliyor mu. Üçüncüsü de çevresinde kendisine benzer varlıklarla anlamlı bir iletişime geçebiliyor mu. Bu üç koşulu sağlıyorsa ortada bir yapay zeka vardır
deniyor. Sorun şu ki; bu üç kriter sağlansa bile ortaya çıkan yapay zeka hala tamamen algometrik çalışabilir. Yani sana şu girdiyi verirlerse şu tepkiyi ver. İn put, out put sistemiyle çalışan mekanizmalar. Ortada hiç belirlenmemiş bir in put varsa bu yazılımlar olduğu gibi durabiliyor ya da anlamsız tepki vermeye başlayabiliyor. Ama insan zihninin çalışma sistemi böyle değil. İnsan zihni hiç öngörülmemiş durumlara da tepki geliştirme kapasitesine sahip bir zihin. Dolayısıyla bu üç kriter gerçekleşmiş olsa bile insandaki duygulanım, acı çekme, deneyim yaşama, hafıza gibi temel unsurlar özbilinç ve bilinç dediğimiz zihnin katı çekirdeğini temsil eden temel fonksiyonlardan. Yapay zeka olarak karşımıza çıkan örneklerde bunun olmadığına dair çok işaret var. Yani özbilincin ve bilincin gerçekleşmediğine dair gösterge var. Dolayısıyla bunlara çok prim verilmemesi taraftarıyım. En belirgin problemler bugün yapay zekada çözümlenebilmiş değil. Biri özbilinç. Bir varlığın kendisini kendisi olmayandan yani çevresinden ve benzeri varlıklardan ayırabilme yeteneğine bilinç, bu bilinçlilik halinin bilincinde olmasına da özbilinç diyebiliriz. Özbilinç üst düzey bir bilinç halidir. Farkında olmanın farkındalığı. Bunu gerçekleştirebilen bir yapay zeka modelini bu alanda çalışan biri olarak henüz görmedim. Yakın zamanda da mümkün olacağını düşünmüyorum. Sebebi de temel özbilincin ne olduğunu, mahiyetini kavrayabilmiş değiliz. Tümüyle kavrayamadığımız bir şeyi yapay ortamda gerçekleştirmemiz de imkansız.
Yapay zekayla ilgili ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz? Doktora tezim tümüyle bilinç ve özbilinç üzerine. Dolayısıyla özbilinç yapay zekanın temelini oluşturan bir konu. Buna yıllarımı sarf ettiğimi söyleyebilirim. Bununla ilgili Amerika’da 5 yıl kadım. 4 yıl doktora sırasında bir yıl da ABD MIT’de (Massachusetts
Institute of Technology) değişik araştırmalarda bulundum. Bununla ilgili kendi büyük projelerim var. Konya’nın en büyük üniversitesi olan Selçuk Üniversitesi’nde de değişik projelerimiz var. Felsefe bölümüyle bağlantılı ve onun bünyesi altında yapay zeka ile ilgili
bir laboratuvar kurma projemiz var. İlgili makamlar da buna çok önem veriyor. Laboratuvar sadece felsefe bölümünün kullanımında değil, psikoloji, tıp bilimleri ve mühendisliklerin de devrede olacağı bir araştırma laboratuvarı. Ayrıca yapay zekayla, bilinç ve özbilinçle ilgili uluslararası çapta kongreler düzenlemek is-
tiyoruz. Bağlantılarımızı kapsamlı bir şekilde sürdürüyoruz. Sadece yapay zekaya özgü felsefi akademik bir dergi çıkarmak istiyoruz. Bu çalışmalarla biz de bu alandayız. Tüm ülkeler bu alana yatırım yapmak istiyor. Artık savaş teknolojileri, ekonomi, endüstride yapay zeka kullanımı giderek artıyor.
Araçlarda bile. Otonom hareket eden her şeyde yapay zeka var gibi düşünme eğilimi var. Bu yanlış. Trafikte yola çıkan araçlar kendi başına sürücüsüz yol kat ediyorsa bu yapay zeka olduğunu göstermez. Ama gidişat bu şekilde. Yapay zekanın ivme kazanarak tüm hayatımızı kuşatacağını görebiliyoruz. Konakladığımız mekanlarda, evlerde, ulaşımda, robotik kollarla endüstride her alanda artacak bir çalışma alanı karşımıza çıkıyor. Türkiye bu anlamda geri kalmamalı, biz de üzerimize düşeni kendi çapımızda Selçuk Üniversitesi Felsefe Bölümü çatısı altında kuracağımız alanlarla yapmalıyız. Size göre yapay zeka gerçekten de tüm dünyayı ele geçirebilir mi? Bu korkuların temelsiz olduğunu düşünüyorum. Çünkü az önce de anlattığım gibi henüz insan zihnini tam kavrayamadığımız için insan zihnine eşdeğer bir zihin üretebilme imkanımız şu an ortaya çıkmış değil. Hatta “evet gelecekte bu mümkündür deme imkanımız bile henüz yok. Fakat şu var; ürettiğimiz otonom makinelere değişik sistemleri yönetme, değişik silahlara sahip otonom sistemler gibi insanların çok çok üzerinde güçler verilirse, bunların çalışma biçimleri için kurduğumuz argoritmik yazılımlar hata verirse ve bunlar yanlış çalışmaya başlarsa bu bir sorundur. Ama en fazla yok edersiniz. Çünkü bunların bilinç ve özbilinç problemlerinden dolayı kendi başlarına karar alma mekanizmaları yoktur. Bu tür korkular şu an için yersiz. İşin popüler tarafı öne çıkarıldığı için bu tür sorular soruluyor. İnsanın dikkatini en çok çeken şey de korkudur. www.metropoldergileri.com
41
RÖPORTAJ
42
Çiğdem Kurut
BİR FİKİR
BİR TOPLUMU DEĞİŞTİREBİLİR
Mehmet Ali Yaşar, çalışmalarını Amerika’da sürdüren bir yazılım mühendisi, bilgi işlem yönetimi uzmanı. Özellikle enerji sektöründe ortaya koyduğu başarılarıyla dikkat çeken Yaşar’la Türkiye’yi konuştuk…
YAZILIM MÜHENDİSİ, BİLGİ İŞLEM YÖNETİMİ UZMANI MEHMET ALİ YAŞAR Kısaca kendinizden bahseder misiniz? Yaklaşık olarak 15 yıl önce Amerika’ya gelmiş, yazılım mühendisliği, bilgi işlem yönetimi ve iş yönetimi alanında uzmanlaşmış, 3 çocuk babası, ailesine düşkün bir Türk ve Amerikan vatandaşıyım. Denizli’nin Çal ilçesinin Dayılar köyünde yaşayan çiftçi bir ailenin 3 ço-
cuğundan en küçük olanıyım. Annem, babam ve akrabalarımın bir kısmı halen köyde yaşamakta. Köyde ilkokulu, ilçede ortaokulu ve Muğla’da liseyi bitirdim. Gazi Üniversitesi Fizik Eğitmenliği bölümü 1999 yılı mezunuyum. Ankara’da 7 yıl yaşadım. Üniversite yılları ve sonrasında birçok alanda iş deneyimlerim oldu. Amerika’ya geliş öncesi, askerli-
ğimi Kıbrıs’ta bir tankçı tugayının bilgi işlem komutanlığında yaptım. Türkiye belki benim doyduğum yer olamadı ama doğduğum yer ve bunu asla unutmadım. Nereden geldiğimizi unutmamak lazım. Türkiye ziyaretlerimizde ailecek köyde ve Denizli’de zaman geçirmeyi çok seviyoruz. Özellikle benim için ve çocuklar için bu çok değerli ve gerekli.
Amerika’ya gitme kararını nasıl aldınız? Bunun uzun bir hikayesi var aslında. Ama özellikle okuyucularınızın ve genç takipçilerinizin hayatlarında yol gösterebileceğine inandığım bölümleri anlatayım. Aslında aklımdaki Amerika silueti uzun yıllar önce, lise yıllarından oluşmuştu. Hatırladığım ilk olay kuzenimle Muğla Köyceğiz’de Amerikan Turistlerle konuşamayıp, bu yabancı dil eksikliğinin Amerika’ya giderek çözüleceğini düşünmemizdi. Tabii ki bu konu sonraları defalarca konuşuldu ve sonrası yıllarda bu düşünce biraz daha ihtiyaca dönüştü ki o zamanlar ben daha çok bilgi işlem teknolojileri ve bilgisayarda yazılım dilleriyle ilgilenmeye başlamıştım. Özellikle bileşim teknolojileri dünyasındaki gelişmelerin Amerika’da olması, sanırım bendeki bu düşünceyi daha çok bir Amerikan rüyasına dönüştürdü. Bununla ilgili Ankara’da çalıştığım yıllarda bazı iş deneyimlerimden örnekler vermek isterim. Yıl 1999; özel bir kuruluşta bilgisayar öğretmenliği yapıyordum. Microsoft’un Office uygulamalarını bilmeyen yoktur. O yıllarda Windows ve Office ile ilgili
sertifikalar revaçtaydı ve benden ders verdiğim müfredatla mutabık kalacak bir kitap yazmam istenmişti. Bununla ilgili Türkçe kaynaklar kısıtlıydı. İngilizce kaynaklar ise oldukça yaygındı ve kaynağından doğrudan yeni sürümler hakkında bilgiler alınabiliyordu. Yine o yıllarda İngilizce öğrenim setleri satma çabalarım bu bağlamda İngilizceyi öğrenmeyi gerektiriyordu. Daha sonrasında bilgisayar donanımı ile ilgili deneyimlerim oldu. 2000’li yılların başında bilgisayar toplayıp satmak oldukça popülerdi. Tabii ki bende kendimi bir anda o işin içinde buldum ve gördüm ki yine bununla ilgili en son haberlere ulaşmak İngilizce kaynaklarda mümkündü. Bilgisayar donanımında adı geçen tüm isimler Amerikan menşeiliydi. Yine 2000 yılında Ankara’da, Tepe Gurubu’na (Tepe Mobilya) ve Rotary Kulübü’ne yaptığım yazılım uygulamalarında da aynı problemlerle karşılaştım. 2001 ve 2002 yılında Kıbrıs’ta askerdeyken birlikler arasında fiber bağlantısını kuran gurupla çalıştım. Tugayın bilgi işlem ağını kuran ekibin başında gece gündüz demeden ve bence
bilgi yetersizliği nedeniyle “dene yanıl” yöntemiyle günlerce çalışmak zorunda kaldık. Yine aynı dertten mustariptim. Defalarca gördüm ki bileşim teknolojileriyle ilgili sektörlerdeki hemen hemen her şey Amerika’dan doğuyordu ve kaynaklar İngilizceydi. O yıllarda nişanlım (şu an eşim) Amerika’ya yüksek lisans yapmaya gitmişti ve ben de askerliğin hemen akabinde gitmeyi planlıyordum. Ama vize sıkıntısı vardı. Sanırım Allah’ın sevgili kuluyum ki 2002 yılında askerlik biter bitmez o Amerikan vize sıkıntısını ortadan kaldıracak bir haber aldım. Çekilişten “Yeşil Kart” kazanmıştım ve çok geçmeden 2003 yılının Nisan ayında kendimi Amerika’da, Teksas eyaletinin Houston şehrinde buldum... Amerika’ya uzanan hikayenizde sizi en çok zorlayan ne oldu? Beni zorlayan bir değil birkaç şey oldu. Mesela ilk zamanlar ailemden ve arkadaşlarımdan çok uzakta olmak beni çok zorladı. Alıştığın şeyleri bulamamak ve değişmek, bulunduğun ülkenin kültürüne ayak uydurmak zorunda kalmak çok www.metropoldergileri.com
43
RÖPORTAJ
44
zordu. Geldiğimde İngilizce seviyem çok düşüktü ve herhangi bir ekonomik birikimim olmadığı için İngilizce kurslarına gidip hem de çalışmak benim için çok zordu. Özellikle de yapmak zorunda kaldığınız işler düşük ücretli, oldukça yorucu işler olursa her şey çok daha zorlaşıyor. Mesela Amerika’da iş fırsatlarını görüp borç para ile bir şirket kurmuştum, zordu bence. Çok stresli zamanlar geçirdik eşimle. Şirket fikri, Çin’den ucuza mal alıp AVM’lerde satmak. Amerika’ya yeni gelen birisi için Amerikalılara gidecek hediyelik ürünleri bulmak, dükkân kirası, vergiler, Çin’den mal getirme çabaları zordu. Aynı zamanda yazılım mühendisliği alanında iş yapmak ve kalıcı bir iş bulabilmek zordu, çünkü Türkiye’deki iş deneyiminizin ve referanslarınızın burada hiçbir ehemmiyeti yoktu. Bazı insanların yabancı dil öğrenme yetisi vardır ve kolay öğrenirler ama ben çok zorlandığımı söyleyebilirim. Siz en çok zorlayanı sormuştunuz ama seçemedim şimdi, çünkü bu hikâyede gerçekten durum dışardan göründüğü kadar kolay değil. Özellikle de hiçbir birikiminiz ve ailenizin maddi desteği yokken bunları yapmak oldukça zor. Amerika’da yürüttüğünüz çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz? Az önce konusu geçti; Amerika’da ilk yıllarda bazı “business” yani iş kurma
girişimlerim oldu ama işleri büyütemedim. Ekonomik kayıpların olmasının mukabilinde öğrendiklerim, iş bağlantıları ve dostlukların benim için büyük kazanç olduğunu düşünüyorum. Aslında bu ilk sorunuzun da bir cevabı gibi olacak ama, ben genel iş ahlakı çerçevesinde para kaybetmeyi insan kaybetmeye yeğleyenlerdenim ve biliyorum ki bu; beni ulaşmak istediğim hedefe geç ulaştıracak veya hiç ulaştırmayacak. Ama yine biliyorum ki bu benim iç huzurum için de elzem bir şey. 2004 yılı sonrasında ilk iş girişimlerimin olmayı-
şı ve beklenen ekonomik kazançları bulamamak benim daha çok yazılım mühendisliği konusunda yoğunlaşmaya itti diyebilirim. Sonlarında da ciddi diyebileceğim işleri de bu alanda aldım. Örneğin bir petrol kimya fabrikasında yazılım mühendisliği projeleri almam daha sonraki ciddi projelerin bu sektörden olmasına neden oldu. Genelde proje bazlı işlerdi. Mesela ilk proje; boru basınçlarını ve akış debisini ölçen uygulamanın verilerini, yeni sistemleri olan Oracle’la aktarmaktı. Bu projeyi beklenenden çok çabuk yaptığım için beni çalışan ödemelerindeki yanlışlıkların bulunup düzeltileceği daha iyi başka projelere verdiler. Her zaman işini layıkıyla yapmaktan ve yapanlardan yanayımdır. Bu bir başlangıç oldu. Birkaç geçici kısa vadeli projelerin dışında kalıcı bir işi yine benzeri petrol ve enerji sektöründe buldum. Çocuk sahibi olmak ve daha sürekliliği olan işler yapmak nedeniyle 2005 yılında küçük bir şirkete yazılım mühendisi olarak girdim. Bu iş daha çok petrolün bir yerden başka bir yere taşınmasıyla ilgili düzenlemeleri ve denetlemeleri yapan Amerikan Ulaştırma Bakanlığı’nın kontrolündeki bir sektördeydi ve geliştirdiğim/ürettiğim web tabanlı yazılımlar bu alanda şirkete rekabetsel üstünlük kazandırdı ve işler hızlı bir şekilde büyüdü. 11 yıllık çalıştığım süreçte firmada yaklaşık her yıl %30’luk bir büyüme gerçekleşti. Bu
zaman içinde ben de bu şirkette yazılım mühendisliği, takım liderliği, yöneticilik gibi çok fonksiyonlu görevlerle Bilgi Teknolojileri Departmanının tek sorumlusu oldum. 2015 yılında bu departman 2 milyon doları aşan bütçesi ve 40 kişiye yaklaşan bir yazılım takımıyla, 100’ü aşan çalışan sayısına ulaştık. Bu arada 2009 ve 2012 yıllarında Türkiye’de şirket kurup veya benzeri işleri yapan şirketlerle uzaktan yazılımcı çalıştırma “outsourcing” yapma konusunda çalışmalarımız oldu fakat Türkiye’deki fiyatların pahalı olmasından dolayı olumlu sonuç alamadık. Genelde Hindistan’dan ve Güney Amerika’daki ülkelerden şirketlerle çalışmak zorunda kaldık. Bu 11 yıllık süreçte birçok teknoloji projeleri yaptım ve yönettim. Bunların içerisinde resimden yüz tanıma ve radyo frekanslı kimlik saptama gibi güçlü yazılım projeleri de oldu. Bu edinilmiş bilgi ve deneyimlerimi daha iyi kullanabileceğimi düşündüğüm için ayrılıp 2016 yılında kendi şirketimi kurdum ve şu an bilgi teknolojileri alanında yazılım danışmanlığı ve yazılım üretme ve projelendirme gibi servisler veren bir iş yapıyoruz. Bu şirket hala kuruluş
aşamasında diyebilirim. Çalışmalarımız için daha çok bilgi almak isterseniz şirket sayfamızı www.myit101.com ziyaret edebilirsiniz. Bu şirketin hedef ve vizyonu müşteriye özel danışmanlık ve düşük maliyetli, hızlı yazılım uygulamaları üretmeyi hedef alıyor. Yakın gelecekte bu alanda kendi yazılımlarımızı üretmek ve bunu da Türkiye’ye istihkam götürerek büyütme düşüncelerimiz var. Bunun yanında 2016 yılında Amerikan bir çalışma arkadaşımla ortak kurduğumuz başka bir şirket ortaklığım daha var. Bu şirket şu anda çok daha belirli bir sektöre hizmet veriyor. Ve eğer her şey planladığımız gibi olursa bu işin öncelikle Amerika içinde daha sonra da uluslararası arenada büyüyeceğini düşünüyoruz. Bütün bunların yanında şu an bir şirkette teknoloji direktörlüğü ve danışmanlık yapıyorum. Çalışmalarınızı Türkiye’de sürdürseydiniz bu başarılara imza atmanız söz konusu olur muydu? Olmazdı diye düşünüyorum ama kesin konuşabilecek kadar da kötümser değilim. Ne demişler “Doğduğun yer değil, doyduğun yer!”. Ben üniversite yılların-
dan beridir, hatta lise yıllarımdan beridir yazılım uygulamaları ile uğraşırım. Üniversitedeyken hem okula gidiyordum hem de bazı yazılım uygulamaları üretiyordum. “Windows 95”, 1996 ve 1997 yılları piyasaya çıkmıştı ve kolay kullanılan ara yüzü ile hızlı bir şekilde yayılmıştı. Birçok işyeri işlerini bilgisayarla takip etmek istiyordu. Bunun üzerine ben de bu fırsatları değerlendirmek adına birkaç uygulama yazdım. Bunlar daha çok otel, restoran ve barlar için “adisyon takip” ve “rezervasyon takip” gibi programlardı. Hiçbirinden emeğimin karşılığını alamadım. O zamanlar şahıs olarak böyle işler yapmak veya emeğinizin karşılığını alabilmek neredeyse imkânsızdı. Bu konuda başarılı olan arkadaşlar da oldu ama genel olarak bu gibi işler o yıllarda bayağı bir çetrefilliydi. Büyük bir kurum ya da kuruluştan adamını bulacaksın, komisyon falan filan. Bu işler burada da biraz öyledir ama bir de işi yapıp paranı alamamak vardı o zamanlar. Ayrıca hatırlarsınız; sokaklarda kopya korsan yazılımlar satılıyordu. Neredeyse kimse lisanslı yazılım kullanmıyordu ve hatta lisanslı kullananlara enayi gözüyle bakılıyordu. Bu www.metropoldergileri.com
45
RÖPORTAJ
46
koşullarda benim sermayesiz bir lisanlı ürün çıkarıp bundan bir iş kurmam sanki bir mucize gibiydi. Şimdi Türkiye’de benzeri durumların ve yazılım lisans ihlallerinin Internet üzerinden yapıldığını düşünüyorum ama dediğim gibi Türkiye’nin durumu için kötümser değilim. Özellikse kurumsal düzeyde bu konuda çok olumlu çabalar görüyorum. 2000 yılından sonra kurulan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) buna iyi bir örnek ve 2008 yılının sonunda hükümet bununla ilgili birçok düzenlemeye güncellik getirdi. Lafın kısası, son yıllarda Türkiye’de bu durumun çok daha iyi olduğunu düşünüyorum ama halen istenilen düzeyde değil. Bugün için de aynı şeyler söz konusu mu? Bugün için aynı şeylerin söz konusu olmadığını söylemek kolay değil ama bazı acı gerçekler de göz ardı edilemez. Az önce konuştuk, geçmişteki Türkiye portresini çizmiştim. Ben size biraz daha teferruatlı anlatayım. Bence bu konuda kendimizi bilmek çok önemli. Dışardan gözleyen birisi olarak ne kadar objektif olduğum tartışılır ama suçu kendimizde aramak lazım. Türkiye dışında ve içinde çok değerli beyinler var. Bunların kazanılması lazım. Öncelikle gerekli düzenlemeler getirmek ve hukukun, Hakkın ve adaletin üstünlüğü
anlayışıyla yola çıkmak gerekir ki bu alanda çalışan kişi ve kurumların hakkı olan emeğin ve yatırımın karşılığını alabilmesi sağlanabilsin. Ülke olarak çalışan bir sisteme ihtiyacımız var. Çalışan bir sistemden anlatmak istediğim; bunun bir ülke için temelde ne kadar gerekli olduğunu vurgulamak. Benim burada görebildiğim kadarıyla çalışan sistem yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığı ve bu güçler ayrılığının dengelenmiş oluşudur. Bu bahsettiğim güçler ayrılığı güzel bir örnek. Geçenlerde burada yaşandı. Teknoloji ile doğrudan alakalı değil ama eminim siz de duymuşsunuzdur. Amerika’nın yeni başkanı Trump göreve gelir gelmez ki hükümet burada “Yürütme” oluyor, Amerika’ya göçmenlik ve seyahat ile ilgili yasaklar getirdi. Fakat bu “Suprime Court” yani Anayasa Mahkemesi, “Yargı” tarafından yasaya uymadığı gerekçesiyle iptal edildi. Bunun akabinde Trump hükümeti bu yasaklarda bazı değişikliler yapmak zorunda kaldı. Sonra da Amerikan anayasasına uygunluğu onanan yeni karar daha geçtiğimiz ay yürürlüğe girdi. Çok mükemmel olmasa da bence bu çalışan bir sistem örneği ve bence bu hukukun üstünlüğünü gösteren, anayasanın devleti korumak için değil de halkı korumak için yazıldığını gösteren güzel bir örnek. Ayrıca ben burada bu “çalışan” sistemin ve
anlayışın halkın üzerinde gizli etkileri olduğuna inanıyorum. En büyük etkisi devlet çalışanlarının ve Yani herkes işinin erbabı olmaya çalışıyor ve işi de erbabına veriyorlar. Politik görüşüne, kim olduğuna, nereden geldiğine bakmadan. Bu anlayış bence Teknoloji sektörünün lokomotifi gibi burada… Türkiye’de de bugün geçmişe oranla yazılım teknolojilerinin ve bilgi işlemin gücüne inananların sayısının oldukça fazla olduğunu düşünüyorum ve bu sayı gün geçtikçe artıyor. Ama bahsettiğim liyakat usulüyle iş yapma anlayışını pek göremiyorum maalesef… Benim beklentim eğitime, bilme ve teknolojiye daha çok önem verilmesi ve daha çok yatırım yapılması yönünde. Her alanda özellikle teknoloji üreten kurum, kuruluş ve şahıslara liyakat usulüyle destekler verilmeli ve imkanlar sağlanmalı. Hatta ilk adım olarak istihkam ve enformasyon için hani teknolojide kullanıyoruz ya; onun gibi “innovation” yani buluş yapmak lazım. Sanırım Türkçeye inovasyon diye geçti bu kelime. Mesela vergilerde cazip indirimler yapılarak veya uzun bir süre vergi almayıp yabancı teknoloji firmalarına Türkiye’de yatırım yapmalarını sağlamak gibi fikirler olabilir. Hükümetin bununla ilgili 2009 da çalışmaları olmuştu “Investors Love Turkey” sloganıyla yani “Yatırımcılar Türkiye’yi Seviyor.” Ama beklenileni alamadık. Son zamanlarda da bununla ilgili bazı devlet yatırımları ve desteklerinin de mevcut olduğunu biliyorum. Aynı zamanda askeri alanda birçok askeri malzeme ve savunma silahlarımızı ürettiğimizi de biliyorum. Ama uluslararası düzeyde teknoloji üreten pazarda değiliz ve büyük teknoloji firmalarımız yok. Ben bugün dışarıya satacağımız teknolojiyi veya yazılım uygulamalarını üretebileceğimize inanıyorum fakat bunu Türkiye menşeli bir firma olarak yapamıyoruz ve satamıyoruz. Nedenlerini de görebiliyorum. Aradaki fark büyük, yakalamak için akıllı yatırımlar yapıp çok çalışmak lazım… Sizin de bildiğiniz gibi 2000 yılı ve sonrasında teknolojik bir enformasyon patlaması yaşıyoruz. Dünyada teknolojik ihtiyaçlar üstel olarak artıyor ve değişim ihtiyacı duyuyoruz. Evlerde ve
iş yerlerinde robot çalışanlar görmek çok uzakta değil. Bunun tezatlığında ise dünyada henüz teknolojiyle tanışmamış ciddi bir nüfus var. Yani iş manasında bu konuda bir pazar sıkıntısı yok. Bu durumlarda çok küçük gibi görünecek teknolojik fikirler kişilerin hatta milletlerin hayatını değiştirebilir. Son 20 yıldaki dünya ekonomisine bakın; Çin, Finlandiya, Hindistan, Güney Kore gibi ülkeler neredeydiler nereye geldiler. Şu anda Amerikan ekonomisinin ciddi bir kısmını teknoloji ile doğrudan ilgilenen firmalar oluşturuyor. Bu firmaların birçoğunun kurucusu veya firmada büyük rol oynayan isimleri genelde göçmen ya da göçmen asıllı kişilerden oluşuyor. Amerika’yı güçlü kılan nedenlerden birisi bu firmalardır ama neden bu insanlar, bu firmalar Amerika’yı tercih ettiler ve hâlâ ediyorlar? Cevabı çalışan sistem diyerek kolayca veririz. Ama bunu iyice analiz yapıp doğruları Türkiye’ye uygulamak lazım ki sonrasında Türkiye olarak “ben de varım” diyebilmeliyiz. Yani ben de bu teknolojileri üretiyorum, ben de Dünya ekonomisinde söz sahibiyim hatta liderim... Son 20 yılı baz alırsak bence Türkiye’den birçok Sergey Bi-
rin, Larry Page, Elon Musk, Mark Zuckerberg, Jeff Bezos, ve benzerleri gibi beyinler çıkmıştır ve hâlâ çıkmaktadır. Neden bütün bunlar bize olmuyor veya olamıyor. Bu cevabı zor olan büyük bir soru. Az önce konuştuk; o hedefe ulaşabilmek için bir an önce gereğinin layıkıyla yapılması lazım. Bu sektördeki gençlere neler tavsiye edersiniz? Yazılım teknolojileri alanında gençlerimize tavsiyem şunlar olabilir; yazılım kodunun tekrar kullanımına yönelik akılcı hızlı uygulamalar üretsinler. Yani hızlı kodlama yapılabilecek ve yazılım uygulamalarını daha rasyonel olarak idame etmeyi sağlayacak mantıkta çalışmalarını tavsiye ederim. Revaçta olan programlama dilleri ve yeni çıkan yazılım teknolojilerini yakından takip etsinler. Mesela günümüzde C#, Python, Java ve JavaScript dilleri özellikle Angular ve Node.js gibi dillerin kullanımı artan diller arasında. Bunun yanında yazılımcılığın olmazsa olmazı SQL programlama dillerindeki yenilikleri yakından takip etmelerini öneririm. Bu arada son birkaç yıldır Türkiye’de
geliştirilmiş olan bazı “application framework”leri yani yazılım uygulama iskeletlerini öğrenmeleri ve kullanmaları onlara çok şey katar. Mesela www.serenity.is ve www.aspnetzero.com benim tavsiye edebileceklerim arasında. Her işi layıkıyla yapmak önemli. Bunun mutlaka daha çok getirisi olacaktır. Son olarak tavsiye edebileceğim şey; sadece Türkçe değil İngilizce kaynakları da takip etmeleri ve aklına gelen fikirleri hayata geçirmek için bıkmadan usanmadan çalışmaları. Hiçbir başarı kolaylıkla, defalarca çuvallamadan gelmiyor. Denemekten ve başarısız olmaktan korkmasınlar. Son olarak, hedefleriniz neler? Kısa vadede Amerika içinde bulunan müşteri firma portföyümüzü artırmayı ve yatırımcılarla çalışarak sıcak bir para akışı sağlamayı hedefliyoruz. Sonrasında ise bu parayı kullanarak uzun vadeli teknoloji yatırımları yapmak istiyoruz. Tabi ki bu işin özellikle Türkiye’de bir istihkam sağlaması ve büyümesi gibi uzun vadeli hedeflerimiz de var inşallah. Allah utandırmasın diyelim. www.metropoldergileri.com
47
HABER
48
TÜRKONFED BAŞKANI TARKAN KADOOĞLU:
“AB-TÜRKİYE GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN KOBİ ODAKLI GÜNCELLENMESİ ÖNCELİKLİ BEKLENTİMİZ” TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Tarkan Kadooğlu, Brüksel’de gerçekleştirilen AB-Türkiye Yüksek Düzeyli Ekonomik Diyaloğu’nun ikinci toplantısında yaptığı konuşmada, AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin güncellenmesi sürecinin önemli bir ortak zemin oluşturduğunu belirterek; “KOBİ boyutu güçlü, güncel bir Gümrük Birliği’nin, ekonomik büyüme ve iş yaratımına katkısı uzun süreli olacaktır. AB ve Türkiye KOBİ’leri arasında karşılıklı etkileşim ve ortaklıklara yeni bir boyut kazandıran Gümrük Birliği, KOBİ’lerimizin yenilikçilik ekosistemindeki payını da güçlendirecektir” dedi. Türkiye’nin ilgili bakanlarıyla Avrupa Komisyonu’ndan muhataplarını, Türkiye ve AB iş dünyasının önde gelen temsilcileri ile bir araya getirerek doğrudan görüş alışverişinde bulunulmasına olanak tanıyan AB-Türkiye Yüksek Düzeyli Ekonomik Diyalog Toplantısı’nın ikincisine Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu’nu (TÜRKONFED) temsilen Yönetim Kurulu Başkanı Tarkan Kadooğlu katıldı. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkçi’nin de katıldığı toplantıda Kadooğlu, yaptığı konuşmada AB-Türkiye Gümrük Birliği’ne ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Tarkan Kadooğlu: “Türkiye ve AB’nin gelecekleri ortak” TÜRKONFED olarak Türkiye’nin yönünün Avrupa Birliği olduğuna inandıklarını vurgulayan Kadooğlu, “Değişen küresel şartlar ve AB dinamikleri daha geniş, daha güçlü bir AB ihtiyacına işaret ediyor. Süreç içerisinde gereklilikleri yerine getiren Türkiye ve içte yapısal sorunlarını çözen AB’nin gelecekleri ortak olmaya devam ediyor. Dönemsel siyasi gerginliklerin aşılması, yapıcı bir söylemin benimsenmesi ve sonuç odaklı eylemlere geçilmesi AB ve Türk iş dünyasının ortak ve öncelikli beklentisidir. Bu doğrultuda yürürlüğe girdiği 1996’dan bu yana karşılıklı olarak kazan-kazan denkleminin önemli bir unsuru olan AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin güncellenmesi süreci önemli bir ortak zemin oluşturuyor. Taraflara somut kazançlar sağlayan araçların kısa görüşlü siyasi kaygılar sonucunda bloke edilmesinin olumsuz sonuçlarını net bir şekilde gözlemleyebildiğimiz bir dönem içerisindeyiz. Aynı
hataları tekrarlamadan, elimizdeki araçları işletmenin tam zamanıdır” dedi.
ni korumak kritik öneme sahip” şeklinde konuştu.
“Gümrük Birliği güncellemesinde KOBİ’lerin özel şartları göz önünde bulundurulmalı”
“Türkiye’nin AB’ye entegrasyonunun derinleştirilmesi için iddialı adımlar atılmalı”
KOBİ boyutu güçlü, güncel bir Gümrük Birliği’nin ekonomik büyüme ve iş yaratımına katkısının uzun süreli olacağını ifade eden Kadooğlu: “AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin, 21. yüzyıl ticaret kurallarına uygun, KOBİ’lerin özel şartlarını göz önünde bulunduracak şekilde güncellenmesi ve hizmetler, kamu alımları ve tarım ürünlerini kapsayacak şekilde genişletilmesi ilişkilerin ihtiyaç duyduğu dinamizmi yeniden yakalaması için önemli bir fırsat olarak görülmelidir. AB ve Türkiye KOBİ’leri arasında karşılıklı etkileşim ve ortaklıklara yeni bir boyut kazandıran Gümrük Birliği KOBİ’lerimizin yenilikçilik ekosistemindeki payını da güçlendirecektir. Ekonomik entegrasyon ancak güçlü bir siyasi, sosyal ve kültürel entegrasyonla derinleştirilebilir. Dolayısıyla ilişkilerimizin temeli olarak katılım müzakereleri çerçevesi-
Kurulmakta olan yeni dünya düzeninde iş dünyasının geleneksel sınırların ötesine geçen önemli sorumlulukları olduğunun altını çizen Kadooğlu, şöyle devam etti: “Yaşanabilir bir gezegen, toplumsal sorunlara kolektif çözümler üretebilen toplumlar iş dünyasının aktif katılımı olmadan sağlanamaz. Öte yandan iş dünyası içinde faaliyet gösterdikleri toplumlar açık, güvenli, özgür, çeşitliliğe olanak sağlayan ve dolayısıyla yaratıcı olmadıkça teknolojik, ekonomik ve sosyal ilerlemeye öncülük edemezler. Bu doğrultuda iş dünyası olarak AB ve Türkiye resmi temsilcilerine önümüzdeki dönemde Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, göç ve güvenlik alanında işbirliği, dijital ekonomi, enerji ve vize serbestleştirilmesi alanları öncelikli olarak Türkiye’nin AB’ye entegrasyonunun derinleştirilmesi yönünde farklı alanlarda cesur ve iddialı adımlar atılması çağrımızı yineliyoruz.”
www.metropoldergileri.com
49
RÖPORTAJ
50
Çiğdem Kurut
Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Yıldırım;
ArGe yapan, yapmayandan ayrılacak
Öncelikle kendinizden bahseder misiniz? 1973 yılında Sarayönü İlçesi Çeşmelisebil Kasabası’nda doğdum. Ailem ben çok küçükken Konya’ya taşındı ve ilköğretime Konya’da başladım. Nesrin ve Ayşegül Kardeşler İlkokulu, ardından Karma Ortaokulu ve Fatih Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’ni bitirdim. Teknik Lisede bilgisayar bölümünü tamamladım. Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Bilgisayar Teknolojileri Eğitimi Bölümü’nde okudum. 1995 yılında, fakülteyi bitirir bitirmez Kocaeli Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi olarak akademisyenliğe başladım. Yüksek Lisans, Doktora, Doçentlik ve ardın-
dan Profesörlük. Tüm akademik hayatım Kocaeli Üniversitesi’nde geçti. Halen Kocaeli Üniversitesi’nde akademisyenliğe devam ediyorum. Ağırlıklı olarak yapay zeka yöntemleri ve bunların farklı alanlarda uygulanması üzerine çalışmalar yaptım. Bilişim son yıllarda sıkça kullanılan bir terim. Bilişim dendiği zaman ne anlamamız gerekiyor? “Bilişim” kelimesi günümüzde, İngilizce “informatics (enformatik)” kelimesindeki anlamı ile kullanılıyor. Bilgi mühendisliğinin pratikle ilgilenen branşı veya akademik anlamda bilgi biliminin uygulamaya dönük halidir. Bilişim, doğada ve mühendislik sistemlerinde
bilginin temsili, işlenmesi ve sistemler arası iletişimini inceler. Hesaplama ve algılama ile ilgili ve sosyal boyutu olan bir kavramdır. Hesaplama ya da iletişim yoluyla bilginin dönüşümünü de kapsar. En üst seviyede anlamlı ve işe yarar bilgi (knowledge) ile ilgilenirken, en alt seviyede bilgisayarlarda işlenen ham veri (data) ile ilgilenir. Daha da anlaşılır söylemeye çalışırsak, bilişim, bilgi ve hesaplamanın teorik temellerini ve bunların bilgisayar sistemlerinde uygulanabilmelerini sağlayan teknikleri araştıran bir bilim dalıdır. Bilişim Sistemleri Mühendisliği nedir? Bilişim Sistemleri Mühendisliğinin ne olduğunu tam olarak anlatabilmek için
Bilgisayar Mühendisliği ile arasındaki farklardan veya benzerliklerden bahsetmek gerekir. Her iki mühendislik dalında teknik dersler, özellikle de bilgisayar dersleri hemen hemen aynıdır. Her ikisinde de temel bilgisayar dersleri, donanım dersleri ve yazılım dersleri aşağı yukarı aynıdır. Bilişim Sistemleri Mühendisliğinden mezun olan bir öğrenci Bilgisayar Mühendisliğinden mezun öğrenci ile aynı teknik dersleri aynı içerik ile görür. Hatta aynı referans kitaplar okutulur. Ayrıldıkları noktalardan bir tanesi şudur; Bilişim Sistemleri Mühendisliğinde ilave olarak, üniversitelere göre farklılıklar arz etmekle beraber, yönetim bilimleri ile ilgili dersler de okutulmaktadır. Örneğin, Yönetim Bilişim Sistemleri, Bilişim Sistemleri Analizi ve Tasarımı, Bilişim Sistemleri Güvenliği, Bilişim Hukuku, E-işletme, E-Ticaret, Adli Bilişim, Yönetim ve Organizasyon, Girişimcilik ve Kalite Yönetimi vb. dersleri içermektedir. İçerik olarak bakıldığında Bilişim Sistemleri Mühendisliği daha geniş bir yelpazeye sahiptir. Bir Bilgisayar Mühendisi aldığı eğitim açısından değerlendirildiğinde tamamen teknik bir elemandır. Yaptığı iş gereği, örneğin bir yazılım firmasında çalışıyor olsa veya büyük bir firmanın bilişim departmanında çalışıyor olsa, ne kadar yükselir ise yükselsin üst yönetici kademelerine gelemeyecektir. Kendi kurmuş olduğu firmasının yönetimini bile, yeteri kadar büyüdükten sonra, profesyonel yöneticilere bırakmak zorunda kalacaktır. Bilişim Sistemleri Mühendisi ise teknik bir eleman olmanın yanı sıra, en azından bilişim veya teknoloji firmalarında yöneticilik yapabilecek ve teknik ekip ile maksimum düzeyde iletişim kurabilecektir. Ayrıldıkları ikinci nokta ise, Bilişim Sistemleri Mühendisliğinde son sınıf öğrencileri bir yarıyıl süresince iş yeri eğitimi adı altında, endüstride staj yapmakta ve uygulama yönünü geliştirmektedir. Bu, öğrencilere; kendilerini geliştirme, üniversite sonrasında işe adaptasyonlarını ve istihdamlarını kolaylaştırma imkânı tanımaktadır.
Öğrenciler bu bölümü bilinçli olarak mı tercih ediyor? Tabii ki bunu ölçmenin kolay bir yolu yok. Ancak öğrencilerimizle yaptığımız görüşmelerden ve sohbetlerden bir çıkarım yapabiliyoruz. Benim bölümümde beş yıldır öğrenci alıyoruz ve geçen yıl ilk mezunlarımızı verdik. İlk yıllarda bir bilinçten söz etmek söz konusu değildi ve Bilgisayar Mühendisliklerine göre puanı nispeten düşük olduğu için tercih ettiklerini söylüyorlardı. Son birkaç yıl içerisinde ise bir farkındalık düzeyinin oluştuğunu ve daha bilinçli tercih yaptıklarını gözlemleyebiliyoruz. Puanlarımızın yükselmesi ve tercih edebilecekleri başka mühendislik alanları olmasına rağmen öğrencilerimizin bölümümüzü tercih etmeleri bu bilincin bir göstergesi olarak düşünüyoruz. Sizin bu bölümü seçmekteki amacınız neydi? Bilişim Sistemleri Mühendisliği çok yeni bir bölüm. Türkiye’de ve Dünya’da son dokuz-on yıldır bilinmektedir. Meslekler gelişmekte ve ihtiyaçlar doğrultusunda dönüşüm geçirmekte, yeniden şekillenmektedirler. Bilgisayar Mühendisliği teknik ihtiyaçlara cevap vermekle beraber, bilgi yönetimi ve bilgi mühendisliği alanlarında yetersiz kalması sonucunda kendi içerisinden Bilişim Sistemleri Mühendisliğini doğurmuştur. Bilişim sistemlerinde görev alan paydaşların büyük çoğunluğu bilgisayar alanında eğitim almış mühendis veya teknik elemanlardan oluşmaktadır. Benim de geçmişim ve aldığım eğitim tamamen bilgisayar üzerinedir. Nasıl bilgisayarcı olduğumu sorarsanız şöyle cevap verebilirim; 1987-1990 yılları arasında lisedeydim. Bilgisayar Türkiye’ye yeni yeni girmeye başlamıştı ve geleceğin mesleği olarak görülmekteydi. Ben de tamamen şans diyebileceğim bir rastlantı sonucu lisede bilgisayar bölümü öğrencisi olmuştum. Bilgisayar konusunda oldukça iyiydim ve çocuk yaşlarda birisinden beklenmeyecek kadar bilinçli olarak geleceğimi bilgisayar üzerine kurmak istiyordum. Bu nedenle, Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Bilgisayar Teknolojileri Öğretmenliği-
ni tercih ettim. 1987 yılından bu yana bilgisayarla iç içeyim. Türkiye’de bu alanda eğitim verilmesi süreci nasıl ilerliyor? Bilindiği üzere, Mesleki ve Teknik Ortaöğretim Kurumlarının öğretmen ihtiyacını karşılamak ve Teknik Öğretmen yetiştirmek üzere kurulmuş olan Teknik Eğitim Fakülteleri 2009 yılında kapatılmış ve yerlerine Teknoloji Fakülteleri kurulmuştur. Teknoloji Fakülteleri mühendis ünvanına sahip mezunlar vermektedir. Teknoloji Fakülteleri kurulurken, fakülte altında açılacak bölümlere karar verme aşamasında, bazı üniversiteler örneğin; Selçuk, Sakarya, Marmara ve diğer bazı üniversiteler Bilgisayar Mühendisliği Bölümü açmaya karar vermiş, bazı üniversiteler de örneğin; Kocaeli, Muğla Sıtkı Koçman, Manisa Celal Bayar, Karabük ve diğer bazı üniversiteler Bilişim Sistemleri Mühendisliği Bölümü açmaya karar vermiştir. İkinci yolu tercih edenler, hali hazırda üniversiteleri bünyesinde Mühendislik Fakültesi altında Bilgisayar Mühendisliği Bölümünün zaten yer alması ve farklı fakültelerde olsa da aynı isimle ikinci bir bölüm açmamak için Bilişim Sistemleri Mühendisliğini açmayı tercih etmişlerdir. Şu an Türkiye genelinde, 140’ın üzerinde farklı üniversitede Bilgisayar Mühendisliği bölümü bulunmaktadır. Bunlardan 7 tanesi de Teknoloji Fakültelerinde yine Bilgisayar Mühendisliği adı altında eğitim-öğretim vermekte ve bilimsel araştırmalar yapmaktadır. Bilişim Sistemleri Mühendisliği üçü vakıf olmak üzere 11 üniversitede yer almaktadır. Sayıca Bilgisayar Mühendisliğinden daha azdır, daha yenidir ve bu nedenle farkındalığı da nispeten düşüktür. Ancak her geçen yıl giriş puanları yükselmekte ve tercih edilir hale gelmektedir. Geçtiğimiz yıl, Bilişim Sistemleri Mühendisliği’nin giriş puanları diğer birçok mühendislik alanından daha yüksekte idi. Yurt dışındaki üniversitelere baktığımızda ise Bilişim (Informatics) bölümlerinin sayısının Türkiye’ye oranla daha fazla olduğunu görmekteyiz. Umuyorum ki üniversitelerimizde, özellikle vakıf üniversitelerinde, Bilişim Sistemleri www.metropoldergileri.com
51
RÖPORTAJ
52
Mühendisliği bölümlerinin sayısı artacaktır. Vakıf üniversiteleri sektörlerle ve piyasa ile daha içi içedir ve piyasa taleplerine daha hızlı reaksiyon verebilmektedir. Bilişim Sistemleri Mühendisliği’nin piyasaya olan katkısı nasıl olacak? Bilişim ve teknoloji sektöründe iş yapan firmalar en çok katkıyı göreceklerdir diye düşünüyorum. En başta, bilişim sektöründe yönetici ihtiyacı artık ciddi bir sorun olmaktan çıkacak ve bu eksikliği Bilişim Sistemleri Mühendisleri ile kapatacaklarını umuyorum. Hem bilişim ve teknolojiye hakim hem de yöneticilik yeteneklerine sahip mühendisler bu firmaları yönetecekler. Firmalar, dışarıdan yönetici bulmak yerine kurum içerisinden yönetici çıkaracaklar ve kurumsal aidiyetin tesisine katkıda bulunacaktır. Bir başka katkısı da, bir yarıyıl süreli işyeri eğitimi sayesinde, firmalar istihdam edecekleri mühendisleri daha öğrenci iken tanımış olacak, kendileri için en uygun istihdamı gerçekleştirebileceklerdir. Firmaların kendi iş süreçleri içerisinde ihtiyaç duyduğu bilgi yönetimi ve karar destek sistemlerini de Bilişim Sistemleri Mühendisleri gerçekleştirebilecektir. Toplumsal ve yönetsel anlamda bilişim teknolojilerinin etkisi nedir? İşletmeler; hizmet ve ürün kalitesini artırmak, iletişim, pazarlama ve satış maliyetlerini azaltmak, müşterilere hızlı cevap verebilmek, farklı coğrafyalardaki pazarlara açılmak ve daha hızlı ürün geliştirmek amacıyla bilişim teknolojilerini kullanmaktadır. Bilişim teknolojileri üretim maliyetlerini azaltır iken, diğer taraftan da işsizlik oranının artmasına katkıda bulunmaktadır. Bazı mesleklerin ve iş kollarının kaybolmasına hız kazandırmaktadır. Geçmişte sadece işyerlerinde kullandığımız bilişim teknolojileri artık toplumsal hayatımızın her aşamasında kullanılır bir hal almıştır. İnternet bankacılığı sayesinde banka şubelerine gitmiyoruz artık. Birçok hizmet noktasında İnternet üzerinden randevu alarak kuyruklarda bekleme olgusu ortadan kalktı. Alış-
verişlerimizi internetten yapıyor, yeni çıkan müzik kliplerini ve filmleri dahi evden takip ediyoruz. Uzaktan eğitim aracılığı ile üniversite eğitimini bile üniversiteye gitmeden tamamlayabiliyoruz. İş seyahatlerimiz azalmış, başka şehirlerdeki hatta ülkelerdeki toplantılarımızı ve iş görüşmelerimizi kendi ofisimizden veya evimizden yapıyoruz. Bilişim teknolojileri ile birlikte mesafelerin bir önemi kalmamıştır. Zamandan tasarruf ediyoruz. Seyahat maliyetlerimiz düştü. Bilgiye ulaşım kolaylaştı. Çok uzaktakilerle bile iş yapabilme kabiliyetimiz gelişti. Ancak, bu kadar faydaları olan bilişim teknolojileri, diğer taraftan da bizleri asosyal bireyler haline getiriyor. Mobil telefon, tablet ve
bilgisayarlarımızla geçirdiğimiz süreler artar iken; aile, arkadaş toplulukları veya toplum içerisinde geçirdiğimiz süreler azalmaktadır. İnternet kafelerde, gençlerimiz dünyanın öbür ucundan insanlarla tanışıp konuşup sosyalleştiğini zannederken, hemen yan masada oturan birsi ile tanışmayı arkadaş olmayı ihmal etmektedir. İçine kapanık, pısırık, toplumsal görgü ve beceriden yoksun bireyler haline geliyoruz. Sonuç olarak, bilişim teknolojilerinin ve iletişim araçlarının diğer teknolojiler gibi olumlu ve olumsuz özellikleri vardır. Önemli olan bu özellikleri doğru kullanabilmek ve hem toplumu hem de teknolojiyi doğru yönlendirebilmektir.
Bilişim Vadisi Projesi ile ilgili neler söylemek istersiniz? Bilişim Vadisini, bilişimci olmam ve yaşamımı sürdürdüğüm şehirde yer alması nedeniyle yakından takip ediyorum. Bilişim Vadisinin ülkemizin gelişiminde önemli kilometre taşlarından birisi olacağına inanıyorum. Akademisyenler ve bilim adamları üniversitelerde yeni bilimsel yöntemler geliştirirler, yeni buluşlar yaparlar. Ancak, fonksiyonları veya rolleri gereği, bunları teknolojik bir ürüne dönüştüremezler. Üniversitelerde üretilen bilginin ürüne dönüştürülmesi ve katma değer sağlanması, ancak inovasyonla mümkündür ve araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) merkezlerinde veya firmaların Ar-Ge birimlerinde yapılabilir. Bilişim Vadisi bu anlamda, Ar-Ge yapan bilişim, yazılım, elektronik, robotik vb. firmalara ev sahipliği yapacak. Hatta, ilk etapta 30’a yakın Ar-Ge firması Bilişim Vadisi yönetimince belirlendi bile. Toplamda 5 bine yakın firmanın yer alması düşünülmekte. Böylesine büyük bir teknoloji merkezinde 70 binin üzerinde bilişimci mühendis, programcı ve teknik elemanın istihdam edilmesi öngörülmektedir. Sembolik bir katkı olsa da; İŞKUR, Kocaeli Üniversitesi ve Gebze Teknik Üniversitesi işbirliği ile Nitelikli Bilişim Uzmanlığı sertifikasyon programı
düzenledik ve Bilişim Vadisine teknik eleman yetiştirdik. Bu projenin Türkiye’ye olan katkısı dışında üniversitelere de katkısı olacak mı? Kesinlikle evet. Türkiye’de, üniversitelerin teknoloji üretemediği, topluma ve ekonomiye katma değer sağlamadığı gibi bir algı var. Bilişim Vadisi sayesinde, öncelikle, bu algı yıkılacak kanaatindeyim. Bilgi üretmekle teknoloji üretmek farklı şeylerdir. Üniversiteler rolleri gereği bilgi üretirler. Teknolojik ürün üretenler ise Ar-Ge yapan mühendislerdir ve Ar-Ge’nin çok yüksek maliyetleri vardır. Üniversiteler, ekstra bir yöntemle desteklenmedikleri sürece, bu maliyetleri karşılayabilecek kurumlar değillerdir. Özel sektörümüz ve firmalarımız da maalesef yıllarca, bünyelerinde Ar-Ge birimleri kurmak yerine, hazır teknoloji ithal ettiler, dışarıya patent paraları ödediler ve ödemeye de devam etmektedirler. Bilişim Vadisi sayesinde Ar-Ge yapan firmalar yapmayanlardan ayrılacak, yapanlar desteklenirken yapmayanlar oyundan düşecektir. Firmalar kendi sorumluluklarını üniversitelere artık yükleyemeyeceklerdir. Bilişim Vadisi’nde yer alan Ar-Ge firmaları ile üniversiteler mecburen işbir-
liği içerisinde olacaklardır. Bu işbirliği, firmanın bir sorununu çözerken, üniversiteyi veya bilim adamını da o sorun çevresinde odaklanmaya zorlayacak, dolayısıyla üniversiteyi yönlendirebilecektir. Üniversite, sadece yeni bir şey yapmış olmak için değil, bir derde deva olabilecek hedefe yönelik bir çalışma yapacaktır Üniversitelere doğrudan somut bir katkı da şudur; Ar-Ge sürecinde, çalışan olarak veya danışmanlık hizmetleri kapsamında üniversitelerden destek alınacaktır, bu da üniversitelere kaynak aktarımı anlamına gelmektedir. Tabii ki üniversitelerimiz de daha fazla kaynak kapma peşinde, bir birleri ile veya yurt dışı üniversiteleri ile rekabet içerisinde olacaktır. Son olarak neler söylemek istersiniz? Bilişim Vadisi’nin faydalarından bir tanesi de mühendislerimize olacaktır. Mühendislerimiz endüstride, ekseriyetle beyaz yaka olarak çalışmakta, idareci veya teknik eleman olarak görev yapmaktadır. Oysa ki bir mühendisin asıl görevi Ar-Ge yapmak, tasarım yapmaktır. Bilişim Vadisi, bilişim ve teknoloji sektörüyle sınırlı kalsa da, mühendislerimize bu imkânı verecektir.
www.metropoldergileri.com
53
HABER
54
Konya Bilim Merkezi, 3.5 Yılda 915 Bin Bilim Meraklısını Ağırladı Konya Büyükşehir Belediyesi’nin Konya’ya kazandırdığı Türkiye’nin TÜBİTAK destekli ilk Bilim Merkezi, 2017’de adeta ziyaretçi akınına uğradı. Konya Bilim Merkezi, 2017 yılında 305 bin ziyaretçiyi ağırlarken açıldığı günden bu yana 915 bin bilim meraklısına ev sahipliği yaptı.
Türkiye’nin yüksek standartlı ilk bilim merkezi olan Konya Bilim Merkezi, 2017’de Türkiye’nin farklı şehirlerinden yüzbinlerce ziyaretçiye ev sahipliği yaptı. Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Türkiye’nin TÜBİTAK destekli ilk bilim merkezi olma özelliği taşıyan Konya Bilim Merkezi’nin planetaryumu, bilimsel sergileri, astronomi günleri, etkinlikleri ve
toplantı salonları ile Konya’nın yeni cazibe merkezlerinden ve yeni sembollerinden biri olduğunu söyledi. Tarihte hem bir başkent hem de bilimin, ticaretin, sanayinin merkezi konumunda olan Konya’nın bu konumuna adım adım erişme yolculuğunda olduğunu vurgulayan Başkan Akyürek, Konya Bilim Merkezi’nin Konya’nın bilim merkezi olma vasfına katkı yaptığını dile getirdi.
Bilim Merkezi’nin, diğer bilim merkezlerinde çalışacak personele eğitim vererek bu konuda da öncülük yaptığını kaydeden Başkan Akyürek, Milli Eğitim Bakanlığı ile imzalanan protokol çerçevesinde 81 ildeki fen lisesi öğrenci ve öğretmenlerinin de Konya Bilim Merkezi’nde bilim ve teknolojiyle buluştuğunun altını çizdi. Konya Bilim Merkezi’nin öğrencilerin bilimsel deneyler yapmasına,
doğayı keşfetmesine, teknolojiyi tanımasına, bilimsel etkinliklerle iç içe, verimli tatiller geçirmesine de çeşitli projelerle katkı sağladığını kaydeden Başkan Akyürek, “Bu yıl ilk kez atölye ve laboratuvar alanında yaz kampı düzenledik. Haftanın belirli günlerinde Bilim Merkezi’nde kampa alınan ilkokul, ortaokul ve fen lisesi öğrencilerimiz, bilimsel etkinliklerle iç içe, verimli bir yaz tatili geçirdi” dedi.
2017’DE 305 BİN ZİYARETÇİ Planetaryumu, astronomi günleri, bilimsel sergileri, etkinlikleri ve toplantı salonları ile Konya’nın yeni cazibe merkezlerinden ve yeni sembollerinden biri haline gelen Bilim Merkezi’ni 2017 yılında 305 bin bilim meraklısı ziyaret ederken, hizmete açıldığı 2014 yılı Nisan ayından bu yana ziyaret edenlerin sayısı 915 bin 556 kişiye ulaştı.
Konya Bilim Merkezi 2017 yılında Konya Bilim Festivali, Türkiye Bilim ve Teknoloji Merkezleri Konferansı, Bilim Tarihi Yaz Okulu, STEM & MAKERS gibi önemli organizasyonların yanı sıra; söyleşiler, atölye çalışmaları, gezici bilim tırı, “Sosyal Bilimler Makale Yarışması’’ ve “5 Dakikada Bilim’’ adlı video yarışmaları, su roketi yarışması, Türkiye Fen Liseleri Fizik Zümre Başkanları Kampı gibi birçok etkinliğe imza attı.
www.metropoldergileri.com
55
RÖPORTAJ
56
Çiğdem Kurut
Zeynep Öztop
Mühendislerin mavi önlüğü giymesi lazım
PROF. DR. NECMETTİN TARAKÇIOĞLU Selçuk Üniversitesi Teknoloji Fakültesi Teknopol’le tüm sanayiye Ar-Ge hizmeti veriyor. Pek çok sektörün bu alandaki açığını kapatacak olan Teknopol aynı zamanda üretimle de adından söz ettiriyor. Teknopol’ü ve Teknoloji Fakültesini Dekan V. Prof. Dr. Necmettin Tarakçıoğlu ile konuştuk… Bilişim ve teknoloji dediğimizde aklımıza ne gelmeli? Bilişim için her tür bilginin harmanlandığı yer diyelim. Teknoloji deyince bilimin ürettiği bir teknik var. Teknoloji bilişimin bir alt kümesi diyebiliriz. Selçuk üniversitesinde bir teknoloji fakültesi kurulmuş durumda. Bunun kuruluş amacı hakkında bilgi verir misiniz? Teknoloji fakültesi öğrencilerini iş ile öğrencilik sırasında temas ettiren, pratiğini arttıran, uygulama eksikliğini
gideren fakülte olması için açıldı. Ben 80’li yıllardan beri hem üniversite kariyeri, hem de endüstri yaptım. 2000 yılından sonra organize sanayiye geçtim. Organize sanayide 2000 yılından itibaren kendi alanımın ustalık dönemini yaşadım. Orada artık üst sevide işler yapma noktasına geldik. Teknoloji ile ilgili temelin oluşması yıllar alıyor. Mezun olduktan sonra çırak oluyorsun. Makine mühendisliğinden mezunum. Ben de çırak olarak mezun oldum. Çünkü uygulama eksikliği var. Bu uygulama eksikliği giderilebilir mi sorusuna
cevap aradık. Son sınıfın bir dönemini endüstride geçirdim. Burada öğrenciler bir bakıma çırak gibi diyelim. Profesörlüğe çıraklıktan geliyorsun. Biz işin çırağı olmazsak başarılı olamayız. Endüstri hayatımda 4 şirket kurdum. 4 şirket de çalışıyor. 2 tanesini üniversiteye kurdum, 2 tanesi şahsi şirketim. Bunlar insana bir ufuk açıyor. İş yeri de aldığı öğrenciyi sahiplenirse daha sonrasında zaten sen gitme diyor. Ben kendi şirketimde hep öğrenci çalıştırdım. Part time iş arayan çocuklar. 5 gün çalıştılar, 3’e düştü sonra 2’ye düştü. Bu önemli değil.
Teknopol adında şirket kurdunuz. Öğrenciler için uygulama merkezi mi? Evet dediğiniz gibi. Teknopol; sanayinin içerisinde 10 bin metrekare bir alanda faaliyet gösteriyor. Sadece Selçuk Üniversitesi değil, tüm üniversitelere açık bir alan. İmkânları kullanmak isteyenler bize başvuruyor. Biz de programı yapıyoruz.
oldu. DPT’den aldığımız destekle bir cihaz geliştirdik. Arkada bir baraka var, oraya kurdum. Proje tamamlandıktan sonra “Hocam bittiyse artık çöpe atalım” dediler. En kötüsü de bu. Proje yapılıyor, icraata gidiyor ya rafa ya da çöpe gidiyor. Sonradan da pişman oldum. Devletin parasıyla bir iş yaptım. Sonra bir işe yaramıyor. Ben size bir vakıf şirketi kurayım, bir kuruşunu da almayım dedim. Bu materyal oranın temel sermayesi olsun. Kendi özel şirketimi de sponsor yaptım. Bir yüksek lisans öğrencim vardı onu da başına koydum. Şirket 10 yıldır hayatta, devam ediyor. Bir niyet ettik karşılığında on bulduk. O zamanlar Türkiye’de bu proje yoktu. Yaklaşık 7 yıl lazerle uğraştım. Savunma sanayinin aşılmaz bir duvar olduğunu görünce kendi kendime daha küçük işlere bakmalıyım dedim. Endüstriye yöneldim. Bir de medikal sektörüne yöneldim. Medikal lazer yaptık. Ankara üniversitesinde çalışan cihazlarımız var.
Üretim de yapılıyor mu? Burası aslında bir eğitim merkezi ama bizim kafamız hep üretimde. Teknopol zaten buradan çıktı. Rektörümüzün de teşvikiyle Teknopol üretim merkezi
Teknopol’de hangi sektörü hedeflediniz? Teknopol şirketinde savunma sanayisini hedef aldık. Zırhlı araçlarla ilgili bir projemiz var. Endüstride taşıma robot-
Hepsini taşıdım. Şimdi onların her biri sanayide farklı farklı birimlerde çalışıyor. Akademik hayatımızın gerisinde iyi iz bırakan asistanlar, öğrenciler bırakmalıyız. Teknoloji Fakültesi’nde öğrencilere neyi öğretiyorsunuz? Teknoloji fakültesinde farklı bölümler var. Makine mühendisliği, elektrik elektronik mühendisliği, bilgisayar mühendisliği, biyomedikal mühendisliği, malzeme mühendisliği vs. dolayasıyla her biri kendi alanlarında eğitimlerini alıyorlar.
ları Türkiye’de yapılmıyor. Farklı illerden seçmiş olduğumuz bir ekip oluşturduk. CNC operatörü robot yaptık. Mükemmel bir cihaz. Baktıkça keyfini çıkarıyoruz. Yapılan iş değil de yapılmayan işteyiz biz. Şu anda Teknopol’ün ürettiği net iki şey var. Bir tanesi savunma sanayilerine gizli projeler gidiyor. İkincisi endüstriyel operatörlük yapan robot projesi. Yürüttüğünüz başka projeler neler? OTOMATİK DEPO RAF SİSTEMİ; Otomatik depo sistemleri genellikle büyük hacimli ve ağır yüklerin depolanmasında, alanların yetersiz olması nedeniyle depolama yoğunluğunun yüksek olduğu durumlarda tercih ediliyor. Sistemlerin insansız olarak tam otomatik şekilde çalışması, insan hatalarının önüne geçtiği gibi, deponun yüksek hassasiyetli ve en verimli şekilde kullanılmasına imkan tanıyor. GÜNEŞ TAKİP SİSTEMİ; Fotovoltaik panellerin maksimum verimle ve maksimum çıkış gücü sağlayarak çalıştığı nokta, güneş ışınlarının panel yüzeyine yaptığı açıya ve panel sıcaklığına bağlı olarak değişiyor. Bu proje, maksimum güç noktası izleyiwww.metropoldergileri.com
57
RÖPORTAJ
58
met aşkı olması gerekiyor. Biz aslında endüstri dört sıfırın temelini yaptık. Endüstri dört sıfırı dünyanın konuştuğu cihazların birbirleriyle haberleşerek üretimin devam ettiği insansız bir üretim modelidir. Konya’da operatör sıkıntısı var, eleman bulamıyorlar. Burada bir yükleme hanemiz var. Robot tezgâhla haberleşiyor. Dört tezgâhı yan yana bağlıyor. Dolaysıyla teknolojinin son noktasını yakalamış durumdayız. Bu Selçuk Üniversitesi’nin bir başarısıdır. Selçuk Üniversitesi’nin böyle bir imkânı olmasaydı bizim de böyle bir proje yapma şansımız olmazdı. Bu bir hayır kapısıdır dedik. Ben şahsen bunun hayatıma yansıyan bereketini yaşadım.
ci sistemlerin adaptif bulanık mantık yöntemiyle kontrolünün sağlanmasına yönelik bir proje. AYDINLATMA VE YANGIN DENETİM SİSTEMİ ; kurum ve kuruluşlarda kullanılması amaçlanan, akıllı aydınlatma ve yangın algılama sisteminin geliştirilmesine yönelik. STAJ VE İŞYERİ EĞİTİM YAZILIMI; Staj uygulaması ve işyeri eğitim uygulaması bulunan fakültelerde kullanılması amaçlanan, dijital arşivleme modülüne sahip bir öğrenci staj/ eğitim yazılımının geliştirilmesine yönelik hazırlandı. AMBULANS YOL KONTROL SİSTEMİ; Bu proje de, trafik yoğunluğunun hızlı artışından dolayı geçiş
Şu anda kara geçmiş bir şirket olarak görülüyor mu? Ciddi görüştüğümüz birkaç müşterimiz var. Bizim amacımız bir sanayici gibi bir kar şirketi olmak değil. Biz bir üretim şirketi değil, Ar-ge şirketiyiz. Üretmek zorunda kaldığımız zamanlar da üretiyoruz.
Akademisyenlik ve sanayicilik. Bu ikisi aslında bir arada rahatlıkla yürütülebilir mi? Bana hep “Hem hocalık, hem bu iş. Nasıl yürütüyorsunuz” diye sorarlar. Ben ortalama bir Türk insanıyım. Süper bir zekâm yok. Ama hep bir artım vardı. Niyet başlangıcı ifade eder. Ben hep iyi niyetliydim. İyi hesaplama, iyi planlama, iyi proje… diye bu böyle gider. İslam toplumları bu kaderle gayret arasındaki tam noktayı keşfedebilse inanılmaz gelişme olur. Biz kendi tembelliğimizi kadere bağlıyoruz. Böyle bir şey yok. Rabbim ben size akıl ve irade verdim diyor. Gayret olmadan olmaz. Önce niyet sonra gayret. Zaten siz bunları yaptıktan sonra bereket kapısı açılıyor. Hiçbir zaman temelimizde para olmadı. “Hocam ne yapıyorsun? Zaten paran var. Dersini anlat evine git” diyorlar. Ama ben arkamda bir fayda bırakmayayım mı? Büyük işlerden söz etmiyorum. Kendi çapımda fayda sağlamaya çalışıyorum. Benim hayatım 2N 1G’den oluyor. Yani niyet, gayret, nimet… Endüstri daha zordur. İşlemci, yatırımcı, ithalatçı ihracatçı hepsini olacaksın. Benim nokta kadar bilgim 3M’den oluşuyor. Ben önce matematik sonra makine mühendisliği daha sonrada malzeme mühendisliğinden kariyer yaptım.
Üniversitelerden bu tarz çok proje çıkar mı? Çıkar elbet. Bizim gibi meraklı ve bu işten keyif alanın sayısı çok az. Hiz-
Teknopol için yeni planınız var mı? Sanayi Odası’nın 3 kümesi var. Otomotivciler, dökümcüler, tarım makineleri kümesi. Hepsiyle bir araya geldik. En-
üstünlüğü bulunan fakat yeterince fark edilemeyen, geçiş için boşluk bulamayan araçların fark edilebilmesi ve geçiş üstünlüğünü kullanabilmesi için, GPS tabanlı bir araç uyarı sisteminin geliştirilmesine yönelik. Bunun gibi çok sayıda çalışmamız söz konusu.
düstriyi geliştirelim, veriminizi arttıralım, Ar-Ge’nize destek olalım dedik. En iştahlı küme dökümcüler kümesiydi. Her şeyi manuel yapıyorlar ve ağır işleri var. Çizimleri bitirdik, makineye döktük. Kumu nasıl kazanabiliriz diye kum atıklarını da bulduk. Tamam, biz hazırız dedik. Bir ay geçti ses gelmedi. Bu şekilde 6 ay geçti. Sanayiciler evet çok hevesli ama yoğunluktan iyice kafaları karışmış. Kötü bir niyet yok lakin bir dağınıklık var. Biz sanayici değiliz, üniversiteye yakışacak yeni işler yapacağız. Çekirdek bir ekiple, ürünle çıktık. Şimdi medikal sektörüyle ilgili projeler var. Kendi şirketimin bünyesinde ama Teknopol de Ar-Ge’sini yapacak. Bu şekilde sanayiye kazandırmış olacağız. Büyük ulusal firmalardan çeşitli teklifler aldık. Bunlar arasında Türkiye’de ilk defa yapılacak olan projeler de söz konusu. Rafta olan birçok projemiz var. Medikalle ilgili 4, 5 başlık var. Yoğun bakımda yatan hastaların yarısından çoğu emboli geçiriyor. Bunu önleyecek bir cihaz geliştirdik. Hastaya iki çorap giydiriyoruz. Bu çorap tansiyonla entegre çalışıyor. Hastanın tansiyonu düştüğünde devreye giriyor. Ayaktan yukarıya doğru kan pompalıyor. Bir ilaç dağıtım robotu yaptık. Doktor reçeteyi giriyor. Sisteme düşüyor ve bu robot tek tek ilaçları seçiyor. Tekrar 4 kez kontrol ediyor. Daha sonra paketliyor, barkotluyor. İlgili servis koduna gönderiyor. Doğru hastaya, doğru zamanda, doğru
ilacı veriyor. Dünyada yanlış ilaçtan ölen sayısı oldukça fazla. Bu robotta hata payı sıfır. Dünya buna geçti Türkiye de buna geçecek. Nereden nereye geldik. Hayal gibi diyorum. İyi niyet, iyi proje, iyi sonuç. Sanayicinin en büyük eksikliği Ar-Ge diyebilir misiniz? Son 10 yılda hükümet çok destekliyor. Bunları yapan firma sayısı gün geçtikçe artıyor. Daha kolayı var. Üniversite oraya bir birim açmış.
Önceden sanayicinin sıkıntısı şuydu; kampüse gelecek, ben derste olacağım, beni bulamayacak. Bir araya gelmekte bile sıkıntı var. Biz size çok güzel bir ara yüz oluşturduk. Siz sadece sıkıntınızı söyleyin. Beyin gücü var. Onların günlük işlerle boğuşmalarına hiç gerek yok. Üstelik fikir de sunuyoruz. Tabi makine alacaksa onun bir bedeli var. Son olarak ne söylemek istersiniz? Bizim insanımız çok zeki fakat zincir olmayı beceremiyoruz. Erasmus üyesi ülkeler Avrupa Birliği projeleri yapıyorlar. Problemleri eleman bulamamak. Kuşaklarında büyük algı penceresi var. O pencereyi bulmak lazım. Nesilde sıkıntı yok. Gençlik hızlı adapte oluyor. Bizim doğru pencereyi bulmamız lazım. Bütün Erasmus ülkelerinde bu sıkıntı var. Mavi önlüğü kimse giymek istemiyor. Her yerde mi acaba böyle diye merak ettim, araştırdım. Japonya’da, Kore’de bu yok. Her renk önlüğü giyiyorlar. Biz Teknopol saum diye geçiyoruz. Bu merkezler gibi mezuniyet son sınıfta bir oryantasyon merkezi olması lazım. Çocukların sanayiye entegre edilmesi lazım. Geçiş dönemini burada geçirmesi lazım. Kısacası mühendislerin mavi önlüğü giymeleri lazım. www.metropoldergileri.com
59
HABER
60
SERİK BELEDİYE BAŞKANI PROF. DR. RAMAZAN ÇALIK
72 KAHRAMAN ANISINA 72 ZEYTİN FİDANI Serik Belediyesi 72 şehidimiz anısına 72 adet zeytin fidanı dikimi töreni gerçekleştirdi. 24 Ağustos 2016, saat 04:00’te Türkiye, güneyindeki terör tehdidine karşı büyük bir operasyon başlattı. 2011’de başlayan Suriye iç savaşında Esed rejimi, DEAŞ, PYD/PKK ittifakının Türkiye’yi hedef haline getirmesine karşı başlatılan sınır ötesi operasyona ‘Fırat Kalkanı’ ismi verildi. Türkiye, 7 ay gibi bir sürede büyük bir alanı teröristlerden temizleyerek, bölgede yaşayan halkın tekrar evine güven içinde dönmesini sağlamıştı. İşte bu operasyonlarda 72 şehit vermiştik. Şimdi ise Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Suri-
ye’nin kuzeybatısında bulunan Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Harekatı’nı başlattı. Operasyonun ilk günü Fırat Kalkanı Operasyonunda şehit verdiğimiz 72 kahramanı temsilen 72 savaş uçağı havalandı ve Afrin bölgesinde, PKK/KCK/PYD-YPG ve DEAŞ’a mensup teröristleri ve onların mevzilerini yerle bir etti. Bu kapsamda Serik Belediyesi ‘Fırat Kalkanı’ Şehitlerini Anma ve ‘Zeytindalı Operasyonuna destek vermek amacıyla bugün Belediye Başkanı Prof.
Dr. Ramazan Çalık’ın katılımı ile “Fırat Kalkanı Şehitleri” anısına, İleribaşı mevkiinde 72 şehidimiz anısına 72 adet zeytin fidanı dikimi töreni gerçekleştirildi. Fidan dikimi programına Kaymakam Haluk Şimşek, Jandarma Binbaşı Mehmet Ece, sivil toplum kuruluşlarının başkanları ve gazeteciler katıldı.
ÇALIK: “ŞEHİT OLAN KAHRAMANLARIMIZ BARIŞ TİMSALİYDİ” Belediye Başkanı Prof. Dr. Ramazan Çalık yaptığı konuşmada; “Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı” operasyonlarında şehit olan kahraman askerlerimiz ve güvenlik güçlerimiz anısına bu hatıra fidanlığı oluşturduk ve 72 adet zeytin fidanı diktik. Zeytin dalı barışı simgeler, şehit olan kahramanlarımızın her biri birer barış timsaliydi. Allah tüm askerlerimizi, güvenlik güçlerimizi korusun. Şehitlerimize rahmet yakınlarına sabır diliyorum ”dedi.
www.metropoldergileri.com
61
HABER
62
OSB’lerde üretim odaklı teknoloji geliştirme bölgelerinin yaygınlaştırılması gerektiğini belirten OSBÜK (Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kuruluşu) Başkanı Memiş Kütükcü, 2017 yılının OSB’ler için önemli kararların alındığı bir yıl olduğunu söyledi. Röportajımız aşağıda..
2017 OSB’ler için milattır
Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kuruluşu (OSBÜK ) Başkanı MEMİŞ KÜTÜKÇÜ Öncelikle 2017 yılını değerlendirir misiniz? 2017 yılını değerlendirmeden önce 2016’yı bir hatırlamak lazım diye düşünüyorum. Biliyorsunuz Türkiye 2016’da çok ağır bir ihanet yaşadı, 15 Temmuz FETÖ ihaneti. Bu ihanetin ardından kredi derecelendirme kuruluşları ardı ardına yatırım notlarımızı düşürdü. Hem ekonomide hem de siyasal alanda Türkiye karşıtı tüm lobiler birleşerek, Türkiye’de stres üretmeye çalıştılar. Bir yandan da yakın coğrafyamızdaki çatışmalar devam ediyor ve Türkiye terörle mücadele ediyordu. Tabi tüm bunlar ekonomimizi kısa sü-
reli de olsa etkiledi. Kısa süreli diyorum; çünkü 15 Temmuz’dan sadece 5 ay sonra tüm ekonomik rakamlarımız hızla toparlandı. Sanayi üretimimiz, kapasite kullanım oranlarımız arttı, artmaya devam ediyor. 2017 yılı Türkiye’nin, 2016 yılındaki tüm kayıplarını telafi ettiği ve yeni kazanımlar elde ettiği bir yıl oldu.
ivmesiyle dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi haline geldik. Sanayicilerimiz de yüzde 2.6 ile bu büyümeye son yılların en güçlü katkısını verdi. Bu büyümeyi motive eden en önemli faktörler, sanayicilerimizin azminin yanı sıra, hiç kuşkusuz 2017 yılına girilirken hükümetimizin KGF kefaleti ile sağladığı kredi artışı ve güçlü teşviklerle yarattığı olumlu finansal koşullar oldu.
2016’da 3. çeyrekteki yüzde 1.3 daralmanın etkisiyle büyümemiz yüzde 2.9’da kalmıştı, bu yılın ilk 3 çeyreğinde yüzde 7 büyüdük. 3. çeyrekte yakaladığımız yüzde 11.1’lik büyüme
2017 OSB’ler açısından nasıldı? 2017’de Türkiye her alanda devlet-millet el ele vererek neleri başarabileceğini ortaya koydu. OSB’ler açısından da böyleydi. 1 Temmuz’da yürürlüğe giren
Üretim Reform Paketi OSB’lerimizin üzerinden 1 milyar liralık yük aldı. Üretim Reform Paketi, Türk sanayisi için, OSB’ler için bir milattır. Yıllarca konuştuğumuz pek çok mesele bu paketle artık sorun olmaktan çıktı. OSBÜK olarak biz de Üretim Reform Paketinin hazırlanmasından sonuna kadar sürece hep katkı verdik. Sanayicilerimizin, belediyelerden hafta sonu çalışma ruhsatı alma zorunluluğu kalktı. İşletmelerimizin organize sanayi bölgelerinde yapacakları yatırımlarda, yatırım maliyetinin azaltılması amacıyla arsa tahsislerinden damga vergisi kaldırıldı. OSB’ler ve diğer planlı sanayi bölgelerindeki işletmelerimiz emlak vergisinden muaf tutuldu. Yıllardır söylediğimiz TRT payı da kaldırıldı. Yine OSB’lerden KOSGEB payı kaldırıldı. Ayrıca bu paketle 2002 yılında OSB’lerin kendi aralarında yardımlaşmalarını sağlamak amacıyla kurulan OSBÜK’e de ‘özel hukuk tüzel kişilik’ kazandı-
rıldı. Bu düzenleme organize sanayi bölgelerinin temsil kabiliyetini artırdı. OSBÜK olarak artık OSB’lerimizi daha kurumsal bir yapıyla temsil ediyoruz. OSB’lerimizin sorunlarının çözümünde daha etkin rol alıyor, bölgelerimizi ve ülkemizi hep beraber büyütmeye, yeni başarı hikayeleri yazmaya devam ediyoruz. Bunların hepsini toplarsak, 2017 OSB’ler için bir milattır. OSB’ler hakkında rakamsal bilgiler verir misiniz? Öncelikle şunu ifade etmek isterim; Türkiye organize sanayi bölgeleri uygulamasıyla ilk OSB’nin 1961 yılında Bursa’da kurulmasıyla tanıştı. Yani 56 yıllık bir OSB serüvenimiz var. OSB’lerimiz bu 56 yılda, dünyaya örnek olacak başarılara imza attı. Şu anda ülkemizin en başarılı üretim rejimi haline gelen OSB’lerimiz dünyada örnek üretim üsleri olarak gösteriliyor. Ülkemizin dört bir yanına yayılan organize sanayi bölgelerimizin her biri kendi bölgelerinde kaldıraç etkisi gösteren üretim merkezleri haline geldi.
Şu anda 80 şehrimizde 324 organize sanayi bölgesi var. Organize sanayi bölgelerimizde 52 bine yakın fabrika üretim yapıyor ve OSB’lerimiz bir milyon 730 binin üzerinde istihdam sağlıyor. OSB’lerin nitelikleri ile ilgili neler söylersiniz? Organize sanayi bölgeleri Türkiye’nin sanayi üretimine, istihdamına ve ihracatına çok ciddi katkı veren, pek çok konuda lokomotif hale gelmiş planlı sanayi bölgeleridir. Artık OSB’ler konusunda dünyaya örnek, model bir hale geldik. Ancak yapmamız gereken şeyler de var. Teknoloji üretimi bunların başında geliyor. Organize sanayi bölgelerimizin niteliklerini daha yukarıya taşımamız, OSB’lerimizin teknoloji üretim seviyelerini her geçen gün geliştirmemiz gerekiyor. Bunun için de OSB içinde üretim odaklı teknoloji geliştirme bölgesi kurulmasına ilişkin çalışmaları hızlandırmamız, teknoparkların OSB’ler içinwww.metropoldergileri.com
63
HABER
64
de kurulmasını özendirmemiz lazım. Ayrıca OSB içinde kurulmuş teknoloji geliştirme bölgelerine sanayicilerimizi mutlaka dahil etmemiz, Ar-Ge kabiliyeti olan firmaları buralara kurucu ortak yapmamız lazım. Yani firmaların TGB aidiyetini sürekli kılmak durumundayız. Bu çalışmayı başlatmış veya çalışmakta olan OSB’lerimiz elbette var. Ama süreci hızlandırarak rekabet gücümüzü artırabilirsek, geleceğin Türkiye’sini daha sağlam bir şekilde inşa edebiliriz diye düşünüyorum. Geçtiğimiz yıl Sivas’ta bir mesleki eğitim zirvesi yaptınız? OSBÜK mesleki eğitim konusunu önemsiyor. Önümüzdeki dönemde neler yapacaksınız bu konuda? Evet önemsiyoruz. Bu dönem mesleki eğitim konusu bizim öncelikli çalışma alanlarımız arasında. Eylül ayında Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanımız, Milli Eğitim Bakanımız ve OSB’lerimizin yoğun katılımıyla Sivas’ta çok önemli bir Mesleki ve Teknik Eğitim Zirvesi gerçekleştirdik.
Son derece verimli bir programdı. Bu konu çok önemli. Bugün sanayiyle meslek liselerinden mezun olan gençlerimizin nitelikleri arasında bir uyumsuzluk var. Buna bir de insanımızın üretimle, sanayiyle ilgili tutumunu eklersek, genç işsizlik oranımızın neden yüksek olduğunu daha iyi anlarız. Bugün Türkiye’de üretim çağında olan 5 milyon insan, üretime dahil değil. Peki üretime dahil olanları, yeterince nitelikli hale getirebildik mi? Maalesef hayır. Bizim öncelikli yapmamız gereken, gençlerimizi mesleki eğitime, çalışmaya, üretmeye yönlendirmek. Geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanımız bu konuda çok güçlü bir mesaj verdi, ‘memur olmayı değil, girişimci olmayı hedefleyin’ dedi gençlere. Bu mesele çok önemli. Nihayetinde iyi bir mesleki eğitim almış her genç, aynı zamanda bir girişimci adayıdır. Dolayısıyla biz gençlerimizi güçlü bir mesleki eğitim sistemiyle çalışmaya, üretmeye, girişim
kurmaya motive edebilirsek, bizi kimse tutamaz. Bundan dolayı OSBÜK olarak OSB’lerde mesleki ve teknik eğitim liselerinin sayısını ve niteliğini artıran, iş piyasasının ihtiyaçlarına yönelik insan kaynağı yetiştirmeyi hedefleyen her çalışmayı destekliyoruz. Ayrıca OSB camiası olarak bakanlığımızın 300 OSB’de 300 teknik kolej projesini de çok yerinde buluyoruz, destekliyoruz. Tüm dünya 4. sanayi devrimini konuşurken biz bunu ıskalayamayız. Iskalamamak için de ön şart insan kaynağımızı hızla bu sürece uyumlu hale getirmek. İnsan kaynağımızı yeni sanayi devrimine uyumlu hale getirecek niteliklerle donatmalıyız. Şayet biz eğitim sistemimizde ve diğer alanlarda köklü reformlar yapar, sanayimizin önündeki engelleri kaldırmaya devam edersek, yarınlar Türkiye için daha güzel olacak. Biz OSB camiası olarak dün olduğu gibi, bugün de, yarın da elimizi taşın altına koymaya hazırız.
www.metropoldergileri.com
65
RÖPORTAJ
66
Çiğdem Kurut
Beyzat Aksoy
Robotlar insanları monoton işten kurtarır
Bilim kurgu filmlerinde görüp akıl erdiremediğimiz robotlar artık hiç ummadığımız bir yerde karşımıza çıkabilir. Akınsoft, bir ilki gerçekleştirdi. Konya bir yana Türkiye için bile hayal olarak nitelendirilen insansı robot fabrikasını hizmete açtı, üretim başladı. İnsanlar bundan böyle robot gibi yaşamı insansı robotlara bırakıp, insanca yaşamanın yollarını arayabilecek. Röportajımız Akınsoft’un beyni Özgür Akın’la…
AKINSOFT YÖNETİM KURULU BAŞKANI
ÖZGÜR AKIN
Bilgisayarlarla ne zaman tanıştınız? Çocukluk dönemimde bilgisayar yoktu. Sadece televizyondan görebiliyorduk. Aklımız ermeye başladığı zamanlarda bilgisayar Türkiye’ye girmeye başladı. İlk bilgisayarı lisede tanıdım. Lise 1. Sınıfta elektronik bölümü okudum, sonra lise 2’de yeni açılan bilgisayar bölümüne geçiş yaptım. Ama çocukluk döneminden teknolojiye bir hayranlık vardı. Basit araç gereçler yapmak gibi. Ortaokulda bir uzaktan kumandalı arabayı tamamen kendim
tasarlayıp yapabilmiştim. Elektronik değildi. Elektrik ve mekanik aksamlı bir arabaydı. Ya da ortaokulda verilen ödevlerde genelde teknolojiye yönelik projeler geliştiriyordum. Aileden gelen bir merak mı? Şüphesiz. Babam ilkokul öğretmeni. Öğretmen Enstitüsü mezunu. Bu bizim için büyük bir şans. Babam elektroniğe meraklıydı. Televizyon, radyo tamiri yapardı. Birçok ev aletini kendisi tamir edebilirdi. Biz de bir şekilde bundan etkilendik.
Ege Üniversitesi Bilgisayar programcılığı okudum. Programcılığı seçmemin nedeni de o dönem bilgisayar mühendisleri çok azdı. Meslek lisesi çıkışlı olduğumuz için de puan düşmesi oluyordu. Bilgisayar mühendisliği gibi bir dalı kazanmamız imkansız denecek kadar zordu. 1994’te bitirdim, 1995’te Konya’ya döndüm. Şirketimi kurdum. Bir yandan da Açık Öğretim Fakültesi’nde İşletme okudum. Ama hep bilgisayar mühendisi olma isteğim vardı. Hazırlanmaya devam ettim. 1998’de de Selçuk Üniversitesi Bilgisayar Mü-
hendisliği’ne girdim. Yüksek Lisansımı Endüstri Mühendisliğinde, doktoramı da robotik teknolojilerde yaptım. İlk şirketinizi kurduğunuz zaman olayın bu boyutlara gelebileceğini hayal edebiliyor muydunuz? İlk şirketimi yazılım üzerine kurmuştum. Hayalden öte planlıyordum demek daha doğru olur. Çünkü şirketimi kurduğum ilk günlerde vizyonlarımı belirledim. 28 yıllık bir çalışma takvimi hazırladım. Cumhuriyetimizin 100. Yılını son vizyon olarak atadık. İnşallah ona da az bir süre kaldı ve tamamlayacağız. Her 5 yıllık takvimlerde vizyonlar belirledik ve bunların hepsini tamamladım. Sonuncusu kaldı. 2015’te fabrikamızın temellerini attık. Bizim için çok önemli bir vizyondu. Çünkü bilgisayar satacağız, evet güzel. Yazılım yapıyoruz, o da güzel. Ama ben 1995’te Konya’da robot fabrikası kuracağım dediğimde “Deli misin sen” diyorlardı. Doğru da bir bakıma. Robotik tek başınıza yapılacak bir iş değil. Ekip işidir, sermaye işidir. İnsan kaynağı ve sermayenin dışında en önemlisi de vizyon işidir. O günlerde bende ne ekip vardı ne sermaye.
Tek başına mıydınız? Esnaf olduğumuz için tek başına çalıştık. Sonra çırak alıp yetiştirdik. Yapıcı İş Merkezi’nde küçük bir dükkânım vardı. O gün bile söylüyordum, “Burası bir dünya şirketi. Ve dünya teknoloji devleri arasında yer alacak. Türkiye’nin vizyonu olacak. 28 yıllık yazılmış bir tarihti. Bir şeylerin de burada yapılabileceğini gösterdik. Ben 1995’te deseydim ki; uzay üssü kuracağız, Akınsoft İleri teknoloji Üniversitesini kuracağız; muhtemel tımarhaneye atarlardı. Daha önümüzdeki bilgisayarda hard disk yok, köhne, ışık almayan küçücük bir dükkanda, eski birkaç mobilyayla oturuyorsunuz. Robot dediğimiz zaman bile sürekli dalga geçiyorlardı. Esprili destekleme, Türkiye’nin Bill Gates’i geçiyor hahhaaa falan. Bunlarla çok karşılaşıyorduk maalesef. Aslında üzülmüyordum ama insanların daha yapıcı, olumlu eleştirmesini beklerdim. İşin ucundan motivasyon anlamında tutmalarını beklerdim. Bugün en azından onu görebiliyoruz. Eşinizin, dostunuzun, kamuoyunun gönülden desteklediğini görüyoruz. Biz kamu desteği ya da çevremizden maddi destek almıyoruz. Tek isteği-
miz gönül desteği ya da onure edilmek. Devlet erkânının onure etmesi. Nasıl buradan çıkıp Amerika’da Silikon vadisini onure ediyorlarsa; ülkelerinde de dünyada ilk olan fabrikaları ziyaret edip onure etmeleri gerekir. Beklentimiz budur. Onun dışında hiçbir maddi beklentimiz yok. Çok fazla ütopik bakıldığını hissettiğiniz zaman ne düşündünüz? Aslına bakarsanız doğru yolda olduğumu o zaman anladım. İnsanlar size normal gibi bakıyorsa, çok faydalı bir şey yapmıyorsunuz demektir. Gerçekten başarının sinyallerini vermeye başladığınızda insanlar sizi ütopik görüyorsa dersiniz ki; “evet bunu başarmalıyım. Bunu başarırsam insanlığa gerçekten hizmet etmiş olurum.” İnsanın en önemli amacı budur. Şüphesiz birinci amacımız para kazanmak, ihtiyaçlarımızı karşılamak. Sonrası insanlığa, çevrenize hizmet etmek. Bu doğrultuda çevrenizde bir sinyal, bir bakış açısı uyandırabiliyorsanız gittiğiniz yolun doğru olduğunu anlarsınız. Hızlanırsınız. Robot fabrikası açacağım dediğinizde ailenizin tepkisi ne oldu? Tabi ki ailemin ilk başta standart bir işin www.metropoldergileri.com
67
RÖPORTAJ
68
pa standartlarına baktığımızda aslında onlarla eşdeğer çalışıyoruz. Onlar disiplinli çalışmıyorlar. Rahat, normal çalışıyorlar. Biz de normal çalışıyoruz. Bıraktık kendimizi keyifle çalışıyoruz. Brifinglerde hep şunu söylüyorum, “Buraya çalışmaya gelmeyin. Buraya çalışmaya geleni işe almıyorum ben. Gerçekten zevk alarak, mesleğini benimsemiş, mesleğini kıyafet olarak giymiş, benimsenmiş, bir taraftan da sevdiği işi yapıp hayatını geçindirmek isteyen insanlarla çalışmak istiyorum. Fabrikada da bunun örneklerini görebilirsiniz. Bu bir disiplin değil, rahatlıktır. Maalesef 150 kişinin istihdam edildiği bir kurumu düşünürseniz kimliği doğru algılayamadığımız sorunlar olabiliyor. O arkadaşlarımızla da yollarımızı ayırıyoruz. İnsansı robot fabrikası hayalinizdeki gibi oldu mu? 22 senedir, bu fabrikayı bu şekilde hayal ettim. 22 senedir kafamda bu düzeni planlıyorum. Evet istediğim gibi oldu. Mutlaka ufak tefek eksikleri var. Dünya akıyor, teknoloji gidiyor. Bir şeyleri yakalamamız lazım. 2010’dan itibaren insanlar robotik teknolojileri duymaya başlayacak, 2015’ten itibaren de dünya pazarlarında robotlar yerini almaya başlayacak, o gün biz de hazır olacağız dedim. 2009’da Ar-Ge faaliyetlerimizi başlattık. 2010’da da robotlarımız hazırdı, para kazanmaya başladık. Artık sektöre girdik. Kiralama modeliyle açılışlara, fuarlara robotlarımızı gönderdik. Ardından seri bir şekilde çoğaltmaya başladık. olsun, devlet memuru ol gibi yaklaşımları oldu. Esnaf olacağım zaman dediler ki “Kazanırsın kazanamazsın, sabit bir işin olsun.” Bu plazayı yaparken de öyle. Plazayı yaparken “Oğlum ne yapacaksın bu kadar büyük yeri. İçini nasıl dolduracaksın.” Sonra fikri değişti tabi. Burada en muhteşem olan; ben hiçbir zaman böyle bir ortamda çalışamadım. Ben pasaj içerisinde üç tarafı camlı, sürekli orası nerede, burası nerede diye soruların sorulduğu yerde, CD satarak, mause satarak, bilgisayar tamir ederek giderlerimi sağladım ve bir taraftan da geceleri program yazdım. Bu ülkede bunun olmaması gerekiyor. Şu anda en
azından programcı, mühendis arkadaşlarıma güzel bir ortam verdiğimi düşünüyorum. Sağlıklı bir ortamda, sessiz, sakin, sadece işine odaklanmış şekilde güzel yazılımlar geliştirdiğimizi düşünüyorum. Bu ortamı sağlamak bile bizim için güzel. Disiplinize bir yönünüz olduğu söyleniyor. Başarınızın kriterleri buradan mı kaynaklanıyor? Bana göre disiplin de göreceli bir kavramdır, kişiye, ortama göre değişir. Belki Konya ve Türkiye standartlarına baktığımızda çok disiplinli çalışan bir kurum gibi görünebiliriz. Ama Avru-
İnsan istihdamının yerini bir robota bıraktınız diye de tepki aldınız mı? Sürekli alıyorum bu tepkiyi. Günümüzde madem teknoloji işsizlik getiriyorsa tüm teknolojiyi geri alalım. Bugün dokuma tezgâhları da bir teknolojidir. Olmasaydı insanlar elle dokuyacaktı. Halı da öyle. Eskiden kaç elbiseniz, kaç halınız vardı? 50 sene önceden bahsediyorum. İş sahası insanları robotlaştırıyorsa bu bir iş sahası değildir. İnsanın ihtiyaçlarına hitap eden şeyleri birileri yapıyorsa bu iştir. Un ve domatesi üretip karşılıklı takas yapıyorsanız bu da bir iştir. Artık temel ihtiyaçlarınızı ro-
botlar karşılayabilir. Kendini yenileme, eğitim, kendini kabul etme, benimseme gibi ihtiyaçları insanlar tamamlayabilir. Bugün tiyatrolarımız, sanatçılarımız neden çoğalmasın. Bugün kaç insan keman, cümbüş çalabiliyor? İnsanlar daha sosyal, insani işlerde yürüsün. Robotların olmadığı fabrikalar her geçen gün kan kaybediyor. Ekonomide geriye doğru gidiyorlar. Robotların gelişmesi insanların monoton iş yapmasını engeller. İnsanlar sağlığını bozan, yerin 200 metre altında, zehirli gazların bulunduğu yerden kömür çıkarma gibi her gün gündemimizde olan problemlerden uzaklaşabilir. Bunları artık makinalar, robotlar yapabilir. İnsan sağlığını tehlikeye atan pek çok alanda robotlar yer alabilir.
sin. Bu tarihi değiştiremeyiz. Erkek ava gider, kadın ateş yakar avı bekler. Bu bir evrimdir. Kadınları ezmememiz lazım.
Ev hanımları için çalışmalar yapıyor musunuz? Ev hanımlığı güzel bir meslek. Kadınları bir yandan endüstriye davet ediyoruz ama öbür taraftan bir sosyal hayat kaybediyoruz. Çorbamızın ve ailemizin sıcaklığını kaybediyoruz. Bunları da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Tabii ki kadınlar iş hayatına dâhil olsunlar endüstride yer alsınlar ama erkek ile kadın eşit düzeyde endüstride ezilme-
Kalifiye noktasında sıkıntı yaşıyor musunuz? Kaliteli personel diye bir şey yoktur. Kaliteli yönetim diye bir şey vardır. Bir tarafta değerlendiremediğiniz meslektaşınızı diğer tarafta değerlendirebilirsiniz.
Uzay üssü çalışmanızın altyapısını hazırladınız mı? İnsanlar bize inanmaya başladı. 2023’te uzaya gidebiliyor muyuz diye soruyorlar. 2023’te Uzay Bilimleri Araştırma Enstitüsü kuruyoruz. Bu konuda çok geç kaldık. Bu çalışmaların size nasıl bir katkısı olacak? Hiçbir katkısı olmayacak. Robotların da bize bir katkısı yok. Bana kazancı olsun diye kurmadım. Biz yazılımdan belli bir kazanç elde ediyoruz. Biz Türkiye için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.
En çok sevdiğiniz robot hangisi? Beni zamanında en çok heyecanlandıran Akıncı-1. Çünkü ilk insansı robottu. Bakıldığında çok basit ama o zamanlar
bizim teknolojimize göre çok önemli bir çalışmaydı. Onu garson ve hostes olarak çalıştırdık. Yeni serimiz daha programlanabilir hal aldı. Kafanızı yastığa koyduğunuz an neler düşünüyorsunuz? Benim için en önemli şey onurlu ve gururlu yaşamak. Yalan söylememek, kimseye borcunuzun olmaması ve dürüst olmak. Bunlar en yumuşak yastıktır. 6 ay öncesine kadar çok huzurluydum. Ziyaretlere gidiyordum, arkadaşlarıma gidiyordum. Ama aklımdakileri düşünmekten uyuyamıyorum son zamanlar. Herkes robot üretir. Hatta daha iyisini yapar ama bizim de onları yakalamamıza çok az bir süre kaldı. Biz yalın olarak kurduk, seri üretime geçtik. Bu birinci özelliğimiz. Daha sonra biz bunu 22 yıldır yapacağımızı söyledik. Vizyonel bir şirketiz. Bugün ortaya ne koyarsanız en iyi odur. Yarın onun üstüne bir şey daha eklediğinizde en iyi o olacaktır. İnsanlık adım adım erişiyor. Daha önce AVM’ler de broşür dağıtan bir robot gördünüz mü? Biz bunu yaptık. Bunlar ülkeyi ve markayı bir noktaya taşır. Fabrikamızın temelini kurduk, artık çalışır hale geldik. 16 kişi bir ekiple gittik, şu an orada 52 kişi var.
www.metropoldergileri.com
69
RÖPORTAJ
70
Sesin
Efendisi:
ITRÎ Müziğin esaretinde ve özgürlüğünde bir arayış hikayesi!
“Hayat zavallı ruhumu acılarla öptü ve benden karşılığında şarkılar istedi.” Yalnız Türkiye değil, tüm dünya Müslümanları tekbir ve salavatı Itri’nin bestesiyle okur. Yüce Kabe, onun bestelediği tekbirlerle tavaf edilir. İbrahim Peygamberin, oğlu İsmail’i yatırıp bıçağı eline aldığı günden beri, kurbanlar onun bestesiyle Yaradan’a adanır. Acziyet ve kudreti hangi beste, hangi kelimeler bu denli bir arada ifade edebilir ki? Yahya Kemal Beyatlı, Itri için “Öz musikimizin piri” der. Oysa bizler onu pek tanımayız. Halbuki Buhurizade Mustafa Itri, bizler için özel bir öneme sahip, değerli bir isimdir. Tekbir ve salavatın bestesini sadece Türkiye değil, tüm dünya Müslümanları Itri’nin bestesiyle okur. Yüce Kabe, onun bestesi tekbirlerle tavaf edilir. İbrahim Peygamberin, oğlu İsmail’i yatırıp bıçağı eline aldığı günden beri, kurbanlar onun bestesiyle Yaradan’a adanır. Yaşadığı 1600’lü yıllar, Osmanlının karışık dönemleri. Belki de sanatı, dönem sancılı olduğu için bu denli güçlü. Nitekim
bir sanatçıyı en iyi besleyen acıdan başka nedir ki! Tarihi romanlarından altıncısında Itri Efendi’yi konu edinen Mine Sultan Ünver, büyük sanatkarı pek farklı açılardan ele almış. Bu yüce ismin, insan olmanın getirdiği sancılı halini, mütevazilik ile kibir arasındaki savaşını, aşkın dostluk mu, sevgili mi yoksa sadece müzik mi olduğuna dair çatışmalarını ince ince dokumuş. Öte yandan adeta dönemin fotoğrafını çekmiş ve zamanın padişahı IV. Mehmet ve Kırım Hanlığı arasındaki çekişmeyi, entrikası bol, sürükleyici bir kurguyla işlemiş.
Yakın zaman önce, şehit cenazelerinin Chopin’in marşı yerine, Itri’nin tekbiriyle defnedilmesi gündeme gelmişken, tekbirin bestecisi Itri’yi ve romanını, yazarı Mine Sultan Ünver ile konuştuk.
Şeyh Galib’i anlattığınız Nar-ı Aşk romanından sonra, bir kez daha erkek kahramanla, Itri Efendi’yle karşımızdasınız. Roman hakkında fikir verir misiniz? “Mucize”, “İsrafil’in yeryüzündeki gölgesi” deniyor ona. Ama o, şöhreti arttıkça, bir sanatkar olarak türlü acılar içinde kayboluyor ve acılarından yeniden doğuyor. Aydınlık-karanlık, iyi-kötü arasında derin bunalımlara giriyor. Bir yandan da, yeryüzünün en güzel müziğini yapacağına yemin ediyor. Kırım eski Hanı Selim Girayhan, aşktan öte bir muhabbetle dostu oluyor. Esir pazarında sesine tutulduğu kör kadın ise karısı. Saray onu keşfedince, iktidar oyunlarının, sahteliklerin içine yuvarlanıyor. Acılı ruhu yardım dileniyor. Buhurizade Mustafa Itri Mevlevidir ama o da herkes gibi beşer, insandır. Halen bugün söylenen salavatı ve tekbiri besteleyen güçlü maneviyatının yanında,, şehveti, engin arzuları, eksiklikleri, kötülükleri de vardır. Sanatta yüceldikçe kibir denilen hisle tanışır. Ve kibir zaman içinde tüm varlığını ele geçirir. Yüce bir sanatkar olarak yapayalnız kalmıştır. İstanbul ve imparatorluk karmakarışık. Canlar alınıyor, haysiyetler satılıyor. Gizin içinde giz, oyunun içinde oyun var. Hain sanılan dost, dost sanılan hain çıkıyor. Entrikaların ortasında kalan ise zamanın müzik dehası Buhurizade Mustafa Itri. Oradan oraya sürükleniyor. Can dostu Girayhan bir hain mi bilemiyor ama şüphesine rağmen ondan vazgeçemiyor. Aşkı arıyor. Bir kadın, müzikten daha çok sevilebilir mi? Dostu Selim Girayhan mı, karısı Fasıla mı, yoksa müzik mi onun gerçek aşkı, savruluyor. Tekbirden tut-i mucizeguyem’e, kimi bes-
telerinin yazılışına sebep olan hadiseler ise enteresan. Görüyor ki kader tesadüflerle örülen bir şeydir ve sır tesadüftedir. Tamburuyla mı avunmalı, yoksa bahçesinde yetiştirdiği çeşit çeşit çiçeklerle mi, bilemiyor. Yani roman; müziğin esaretinde ve özgürlüğünde bir arayış hikayesi.
Günümüzde İslam dünyasının söylediği tekbir ve salavat bestesi Itri’ye ait. Ama siz Itri’yi, dinsel bir kimlikten öte, sanatçılara özgü sancılarla anlatıyorsunuz. Evet, öyle. Nedense bizler, Itri gibi sanatkarlarımızı ve insanlarımızı hemen ulular, veliler mertebesine oturturuz. Oysa onlar da insandı. Peygamberimiz
dahi, hataları olan bir insanoğluydu. Romanda Itri’yi gerçek bir sanatkar olarak anlatmak istedim. Onun sayesinde, hassas ruhlara sahip insanlar olan sanatkarlar nasıl hissederler, nasıl yaşarlar, korkuları, kabusları, sevinçleri nedir gibi sorulara misaller gösterdim. Din üzerinden gitmek yerine, sanatkar bir ruhun acıları, sevinçleri, iktidarla ilişkisi, insanlara nefreti, aşk derecesinde yaşadığı dostluğu, ruhunu ele geçiren kibri gibi varoluşsal kavramları işledim. Bir sanatkar, özellikle de Mevlevi terbiyesi almış bir deha, hangi sancılarla boğuşur? Ne kadar dindar olursa olsun, beşeri anlamda nasıl evrilir, savrulur? Aşk, Itri için sadece müziktir, bir kadını sevse dahi, aslında o sadece müziğe tutkun olarak yaşayıp ölmüştür. Bunları, kimi zaman metaforları kullanarak anlatmak istedim. Onu, pek çok diğer www.metropoldergileri.com
71
RÖPORTAJ
72
sanatkarımız gibi peygamber-aziz nitelemesinden öte, insan ama mucizevi yeteneğe sahip bir insan ekseninde, gerçek hayatın içinde tasvir etmeliydim. Elbette Itri’nin yaşadığı dönemin çöküntüsü, Osmanlı’nın siyasi-sosyal alanda düşüşü, iktidar oyunları gibi pek çok başka konuya değinilerek, iyi bir araştırma sonucunda anlatıldı.
Romanda, Evliya Çelebi gibi meşhur isimler de var. Itri, Evliya Çelebi, Nabi gibi önemli insanlarımızla çağdaş. Ayrı ortamı paylaşıyorlar ki, renkli bir karakter olan, Avcı lakaplı IV. Mehmet ve validesi Hatice Turhan Sultan ile gelini de saray hayatlarıyla romandalar. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa da mühim bir isim. Başarılı bir devlet adamı olmakla birlikte, romanın kahramanlarından olan Kırım hanlarının ihanetiyle Viyana kuşatmasında başarısız olması ve idam edilmesi enteresandır.
Bahsettiğiniz Kırım Hanlarının rol aldığı bir entrika, roman boyunca okuyucuyu heyecandan heyecana sürüklüyor. Pek bilinmez ama Kırım Hanları, Osmanlı tahtına veliahttılar aslında değil mi? Ezelden beri iki devlet kan bağından dolayı işbirliği içinde olmuşlardır. Asırları aşan bu iyi ilişkiler neticesinde, iki hanedan arasında pek bilinmeyen gizli bir anlaşma yapılmıştır. Buna göre, iki hanedan birbirlerinin devamlılığına
teminat olmuştur. Osmanlı hanedanın, hanedan içi sıkıntılar veya sağlık sebeplerinden ötürü devamını engelleyecek bir zorlukla karşılaşması halinde, Kırım hanedanı, Müslüman bir Türki hanedan olarak, Osmanlı yönetimini devralacaktır… Mesela şehzade olmazsa Osmanlının başına Kırım Hanı geçecektir. Romanda süre giden entrika bu anlaşmaya dayanıyor gibi görünüyor ama aslında daha karmaşık. Fakat şimdi anlatırsak romanın sonundaki sürpriz bozulur.
Peki sizi Itri üzerine yazmaya iten nedir? Buhurizade Mustafa Itri, Sebastian Bach’ın bizdeki eşdeğeri olarak görülür. Nitekim Yunus Emre Enstitüsü ve kimi Avrupalı müzik okulları tarafından, Itri ve Bach konserleri, doğu-batı sentezi temasıyla gerçekleştirilmiştir. Avrupa’da Itri üzerine pek çok araştırma da vardır. Itri her türden müzik yapmış ama en çok dini müzikle bugünlere ismini taşımıştır. Büyük bir müzisyen, aynı zaman da sesi billur bir
söyleyendir. Öte yandan şair, hattattır… Bu romanı, Itri’yi daha iyi tanıma adına görev bilinci ve aynı zamanda umre sırasında şahit olduğum manzaranın dehşetengiz etkisiyle kaleme aldım. Mescid-i Nebevi’de ve Kabe’de, her dilden, renkten ve milletten Müslümanın onun bestesi tekbirle cezbolması sizce de büyüleyici değil mi? Özellikle Kabe’nin etrafında dönen o ihtişamın hep birlikte tekbir getirdiği o anlar! Tüyler ürpertici. Üstelik asırlardan beri bu böyle. Tüm dünyayı saran bir nefes onun bestesi. Öyle büyüleyici bir beste ki; adeta hem teslim olan bir kulun tevekkülüyle secdeye gitmek istiyorsunuz, hem de secde ettiğiniz o yüceler yücesinin nihayetsiz kudretini, gücünü iliklerinize kadar, her bir zerrenizle hissediyorsunuz… Acziyet ve kudreti hangi kelimeler bu denli bir arada ifade edebilir? Başka hangi nota! Elbette Itri’nin dinsel olmayan pek çok bestesi de var. Meşhur Tut-i mucizeguyem bunlardan sadece biri. O, hakikaten sesin efendisi. Aynı zamanda bir sanatkarı anlatabilmem için en güzel misaldi.
Itri kimdir? Genel bir bilgi verir misiniz? Buhurizade Mustafa Itri 17. yüzyılın
Sesin Efendisi; Itri romanından:
müzik dehası. Asıl adı Buhurizade Mustafa. Itri, sonrasında kendisine verilen bir ad. Çiçekçilik ve meyvecilikle uğraştığı için bu mahlası almış ki meşhur Mustafabey armudunu o dölleyip üretmiştir. Mevlevi’dir. Nitekim, Mevlevi mukabelesinde okunan bir Segah ayinini de o bestelemiştir. Hayatı boyunca beş padişah ve devlet adamından himaye görmüştür, en önemlisi ise IV. Mehmet’tir. Kırım eski hanlarından Selim Giray Han ise bir başka himayedarı ve arkadaşıdır. Sarayda ve Enderun’da musiki dersleri vermiştir. Nâbî, Bakî, Nazîm, Nailî, Nef’î gibi ustaların şiirlerini bestelemiştir ki bunlardan bazıları arkadaşı idi. Kendisi de şair ve hattattı. Bir dönem Esirciler Kethüdalığı da yapmıştır. Asıl önemi besteciliğindedir. Eserleriyle bir çığır açmış, Klasik Türk müziğinin kurucusu olmuştur. Itrî müziğe yepyeni bir hava getirmiştir. Dini muhtevalı eserleri, cami ve tekke müziği örnekleri olarak ikiye ayrılır. Teravih namazı sırasında makam değiştirme kuralı ile, camilerde müezzinlerin uyguladıkları çeşitli kuralların Itrî tarafından konulduğu söylenir. Bayram namazlarında okunan Segâh Kurban Bayramı Tekbiri, kutsal emanetlerin ziyareti sırasında okunan Segâh Salât-ı Ümmiye, Mâye Cuma Salâtı, Dilkeşhâveran Gece Salâtı, üç yüz yıldır etkilerinden bir şey yitirmemiş yapıtlardır. Özellikle ilk ikisi çok kısa birer cümle içinde oluşturdukları etkinin yoğunluğu
bakımından Türk müziğinde benzersiz bir sanat gücü taşırlar. Itrî, Şeyhülislam Esad Efendi’nin belirttiğine göre, bini aşkın beste yapmış olan çok verimli bir bestecidir. Bunların büyük bir çoğunluğu kaybolmuştur. Bugün ancak kırk dolayında eseri bilinmektedir.
Bir dönem Esirciler Kethüdalığı da yapmıştır, diyorsunuz. Çok enteresan, neden peki? Niye mi? Dünyanın dört bir tarafından gelen güzel sesleri ve müzik kültürlerini tanımak için! Buhurizade Mustafa Itri saraya ve pek çok devlet adamına yakın olduğu halde büyük servetler, makam peşinde koşmamış. Onun var oluşu müziğe odaklı. Bazı tarihçiler Itri’nin kimi zamanlar gizlice Avrupa’ya gittiğini ve buraların müziğini araştırdığını söylerler. IV. Mehmet ise duyduğu zaman sanatkara bunu yapmasını yasaklamış. Belki de bu yasak yüzünden musikişinasımız dünyayı tanımak adına bir yere gidemeyince, İstanbul’a gelen dünya insanlarını tanımak istedi. Güzel sesleri ve yetenekleri keşfedip yetiştirmek, yeryüzünde söylenen müziği tanıyarak sanatını geliştirmek için.
Daha önce böyle bir roman yazılmadı, sizin romanınız bir ilk. UNESCO, 2011 yılını Itrî’yi anma yılı ilan ettiğinde, müzik insanlarımız
“Gönlünde harman olup zihninde şekillenen melodiyi tekrar etmek için neyini aldı ve dudaklarına götürdü. İlham edilen musiki öyle efsunluydu ki, 1001 günlük çilenin kazandırabileceği gönül rahatlığını, iç huzurunu sunuyordu. Üstelik kanatlandırıp semanın en yükseklerine çıkararak yapıyordu bunu. Hem mütevazı, hem de ululardan ulu... Hem teslim olan bir kulun tevekkülüydü, hem de o kulun arkasındaki yüceler yücesinin nihayetsiz kudretini ifade edercesine güçlü… Tekrar ve tekrar melodiyi üfledi kamışa Itri. Sonra durdu, neyi dizlerine bırakıp tekbire yaptığı besteyi bir kez daha mırıldandı. Ardından bir kez de sözleriyle dillendirdi. Teşrik tekbiri olacaktı bu bestenin adı… İlham olunan o gecenin ardından, işiteni gönülden vuracak, kendisine müptela edecekti. Hatta ve hatta seneler, asırlar geçse de nesilden nesle, dilden dile söylenegelecekti. Sınırları İstanbul’u, Osmanlı toprağını aşacak, yeryüzü müminlerinin hanelerinden Kabe’deki yüce tavafa, kıyamet kopup asıl nizam kurulana kadar huşuyla söylenecek, gönüllere merhem olacaktı…”
www.metropoldergileri.com
73
MAKALE
74
Ali Galip Baltaoğlu
ALİYA’YI ANLAMAK ve ELEŞTİREL DÜŞÜNCE… 2 İslâmlaşmak Ne Demek? Aliya’ya göre İslâmlaşmak, halkların lâyık olduğu tarzda yönetildiğini bilmek demek. İktidarın güç kontrolü gerektirdiğini, aksi takdirde insanları bozduğunu bilmek demek. Bu bozgundan ve çürümeden sadece Allah’a samimiyetle îman eden ve ahlâki değerleri sürekli canlı ve ayakta tutanların kurtulabileceğini bilmek demek. Hak ile bâtıl arasına kesin bir çizgi çekerek, hakkı yüceltenlerin inanç dünyalarında, bâtıl inançlara ve hurâfelere yer olmadığını bilmek demek. Birçok bâtıl inanç ve hurâfenin Müslümanların benliklerinde ve evlerinde kol gezdiğini görmek ve bunlara karşı mücadele bilinci ve irâdesi taşımak demek. Birçok hurâfenin din ticaretine dönüştüğünü, bu hurâfelerin dini yok ettiğini görmek demek. Din bâtıl inançları yok etmez, hurâfeler inanca hâkim olursa, hurâfelerin dini yok edeceğini görmek ve gereğini yapmak demek. Aliya, cehâleti kutsayan din adamlarından, İslâmı sosyal hayattan çıkararak, İslâm ahlâkını yozlaştıran ve yok eden Müslümanlardan, eğitime yatırım yapmayan İslâm görünümlü Müslüman dünyasından şikayetçidir ve bu Müslümanların behemehâl İslâmlaşması gerektiğini düşünmektedir. Bugünün Türkiyesi’nde ve
tüm İslâm dünyasında gerçek şudur: Şeklî olarak var olan Müslümanlar İslâm ahlâkını içselleştirememektedirler. İktidar imkânlarını Müslümanca kullanamamaktadırlar. Yanlış dînî algının ve hatta FETÖ ahlâkının kolayca yerleşmesi bu algının eseridir. Bizzat Müslümanlarca dillendirilen “mücâhitler müteahhit oldu” sözü bu yanlışı göstermektedir. Müteahhitliğin tek başına bir kavram olarak kullanıldığında kötü bir çağrışımı yoktur. Ama mücâhitler için böyle bir kavram kullanıldığında “müteahhit” kelimesinin oldukça olumsuz bir anlam içerdiği açıktır. Bugün İslâmcı yazar-gazeteci Abdurrahman Dilipak “Başımıza gelen felaketler, şeytanın ve düşmanlarımızın hîlelerinin sonucu değil, bizim zaaf ve yanlışlarımızın sonucudur.” “Biz zalimlerden olduk” “‘Allah’ın ipini bıraktık, Allah da bizim ipimizi bıraktı.” “Bugün iktidar ve servet bizi şımarttı. Gücümüz ve servetimiz, aklımız ve îmanımızın önüne geçti. Sabrı ve şükrü bırakıp dünya malı, makâmı için birbirimizle didişmeye başladık.” şeklindeki tespitleri bu acı gerçekleri ifade ediyor. Aliya, “Biz de zalimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın bir anlamı kalmaz. Kitaba uyacağız” uyarısını
bunun için yapmıştı. Kitaba uymayan Müslüman tipini reddetmişti. Kitaba uymak İslâmlaşmanın en önemli rüknüydü. Yine Aliya, “İktidara gelirseniz, hâl ve hareketlerinize dikkat edin. Kibirli olmayın, kendini beğenmişlik etmeyin. Size ait olmayan şeyleri almayın, güçsüzlere yardım edin ve ahlâk kurallarına uyun. Unutmayın ki sonsuz iktidar yoktur. Her iktidar geçicidir ve herkes, er veya geç, önce milletin ve nihâyet Allah’ın önünde hesap verecektir” sözüyle Müslümanın gücü kullanma ahlakını hatırlatmıştır. Allah önünde hesap verme bilincinin, bir başka deyişle hesap gününe gerçek anlamda îmanın önemini ortaya koymuştur. Müslümanlık iddiasındaki her iktidarın İslâmlaşmasının önemi bu tespitlerde saklıdır. Bu tespitlerin her biri için ciltlerce kitap yazılabilir. “İslâmlaşmanın bir türlü gerçekleşmediği günümüzde aklın, akletmenin, düşüncenin, tefekkürün İslâm dünyasından kovulmasının etkisi olmuş mudur?” sorusuna da cevap aramak zorundayız. Mekteplerden Kovulan Düşünce! Hummalı çalışmalarla geçen mücâdele dolu bir hayatın sonunda Aliya, İslâm dünyasının hastalıklarını teşhis ve tedâvide çok önemli bir nok-
taya geldi ve dedi ki; “Ben olsam Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere ‘eleştirel düşünme’ dersleri koyardım. Batı’nın aksine Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.’’ Bu tespitten birkaç sonuç çıkıyordu: 1) Müslüman Doğu eleştirel düşünmeyi bilmiyordu, 2) Müslüman Doğu’nun mekteplerinde eleştirel düşünce öğretilmiyordu, 3) Eleştirel düşünce acımasız bir mektepti ve Doğu ve Batı arasındaki farkı oluşturuyordu, 4) Müslüman Doğu’nun eleştirel düşünmeyi bilmemesi birçok zaafın sebebi ve kaynağıydı. Peki Müslüman Doğu’nun bilmediği eleştirel düşünce ne menem bir şeydir? Düşünceyi ne zaman kaybettik? Anlamaya çalışalım. Eleştirel Düşünce Türk Dil Kurumu sözlüğü “eleştiri” kelimesini isim olarak; “Bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işi, tenkit” diye târif ediyor. Felsefî karşılığı olarak ise; “Özellikle bilginin temellerini ve doğruluk durumunu inceleme, sınama, yargılama” şeklinde ifade etmiş. Târiflerden görüleceği üzere eleştiri kelimesi ilk anda olumsuz çağrı-
şım yapmakta ise de gerçekte böyle değildir. İncelenen konunun yanlış ve olumsuz yönleri değil olumlu ve doğru yönleri de doğrudan eleştirinin içeriğini oluşturmaktadır. Bu çerçevede eleştirel düşünce oldukça geniş bir kavrayış ve anlayıştır. Bir bakıma akıl ve bilginin kullanımı ile problematikler üzerinde mantıklı, doğru ve savunulabilir fikirleri üretme ameliyesidir. Bu süreç fikirlerin analiz edilmesi ve geçerli sonuçları bulmayı değil, geçmişten bugüne taşıdığımız bilgileri, fikirleri, inançları ve gelenekleri de irdeler, yaşadığımız zamana ve istikbale dâir tavır ve stratejilerin belirlenmesinde etkin bir işlev görür. Bu basit tanımdan da görüleceği gibi eleştirel düşünce aklın ve bilginin kullanımı ile varılabilecek en doğru ve savunulabilir fikirlere ulaşmayı sağlayan bir süreçtir. Ancak eleştirel düşünce sadece karşımıza çıkan fikirlerin analiz edilmesi ve geçerli sonuçları çıkarmamızı sağlayan bir süreç değildir. Aynı zamanda geçmişten getirdiğimiz bilgi ve inançlarımızı irdeler, toplumda karşılaştığımız olaylara ilişkin alacağımız tavırları belirler. Eleştirel düşünce, yeni karşılaştığımız bilgileri yorumlar ve analiz ederken kullanılan bir süreçtir. Michael Scriven ve Richard Paul tarafından 1987 ABD Ulusal Eleştirel Düşüncede Mükemmellik Konseyi’nde eleştirel düşünce şöyle tarif edilir: “Eleştirel düşünce: gözlem, deneyim, yansıtma, çıkarım ya da iletişim yolu ile elde edilen bilgilerin inanç ve davranışlara kılavuzluk edecek şekilde aktif olarak, ustalıkla analiz edildiği, sentezlendi-
ği, değerlendirildiği ve kavramsallaştırıldığı entellektüel olarak disiplinli süreçtir”. Kısacası Eleştirel düşünme, bir başka deyişle kritik düşünme; akıl yürütme, analiz ve değerlendirme gibi zihinsel süreçlerden oluşan bir düşünme biçimidir. Burada kritik soru şudur: Müslüman Doğu’da bilim yapılmıyor mu? Zîra Aliya’nın, bilimin anahtarı eleştirel düşüncenin Doğu’nun bütün mekteplerine konulması teklifi, Müslüman Doğu’da bilim yapılmadığı anlamına da geliyor. Bu tespit İslâm dünyasındaki fâcianın îlanıdır bir bakıma! Eleştirel Düşünce Kabızlığından Kaç FETÖ Çıkar?
İslâm dünyası, İslâm’la, Kur’an’la uzaktan yakından ilgisi olmayan inançların ve hurâfelerin tasallutu altında inim inim inlemektedir. Aliya bunu çağımızda fark eden ve ifâdeye koyan bir fikir ve devlet adamdır. Vahyi ve Kur’an’ı, beşerin ürettiği kaynaklarla bir tutan ve Kur’an’ın açık hükümlerini beşerin ürettiği bilgilere âdeta yedirerek şirkin dibine vuran İslâm dünyasının, yeniden ayağa kalkmasının işâret fişeklerini atıp giden Aliya İzetbegoviç’i gerçekten anlıyor muyuz? “Ben olsam Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere ‘eleştirel düşünme’ dersleri koyardım. Batı’nın aksine
Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur’’ diyen Aliya’yı anlayan bir İslâm dünyasından asla bir FETÖ çıkmazdı. Asla bir İŞİD çıkmazdı. Boko Haram diye bir kavramı bilmezdik! İslâm dünyasında mezhep savaşı olmazdı. Suudlar ABD’den aldıkları silahla kardeşlerine efelik yapmazdı. ABD’nin tavşana kaç tazıya tut oyununda Katar’lı kardeşlerimiz ABD ile 12 milyar dolarlık silah anlaşması yapmak zorunda kalmazdı. İsrail diye Siyonist eşkıya bir devlet, Ortadoğu’yu tek başına kasıp kavuramazdı. Kutsal topraklarda bu yıl kaç hacı birbirini ezerek öldürecek diye bir problemimiz olmazdı. www.metropoldergileri.com
75
RÖPORTAJ
76
Hergün Müslümanlık iddiasındaki basın ve yayın araçlarından emin ve örnek insan Resûlü, intikamcı, kâtil, hurâfeci gibi tanıtan, Resûlün yatak odasını röntgenlemiş gibi Resûlün özel hayatını, kaç kadına yettiğini, kaç erkek gücünde olduğunu anlatan, yorumlayan hoca kisveli zatların hikayelerine mâruz kalmazdık. Resûlümüze ve sahâbeye sünnet kavramı içinde hakaret edenleri, Müslümanları küçük düşürenleri tespit ve tasfiye etmekte güçlük çekmezdik. Sonuç olarak sosyal, ekonomik ve siyasal sorunların altında ezilmezdik. Bilim yapar, sahih bilgi üretir, devâsa bir üretimin ve ekonominin sâhibi olarak dünyada adâletin tesisine katkıda bulunurduk. Konuyu aşağıda biraz daha açacağız. Aliya’nın İslâm dünyasında görmediği bu anlayış, eleştirel düşünme nedir ve neden acımasızdır? Doğu neden bu acımasız mektepten geçmemiştir? Bu acımasız mektep neyimizi acıtmaktadır! Acı veren şifa kaynağı ilaca direnmekte miyiz? Doğu eleştirel düşünceyi reddetmeyi îmâni bir mesele olarak mı görmektedir? Öyle görüyorsa neden? Bu sorular birbirini kovalar ve bitmez her birinin cevabı hakkında birçok kitap yazılabilir ama bizim amacımız sadece fikir verecek, başlangıç olacak temel hususları ortaya koymaktır. Aksi halde FETÖ ve benzeri yapıların ortaya çıkmasını bu yapıların arkasındaki emperyalist güçlerin İslamlaşmamış Müslümanları kullanma süreçlerini anlayamayız. Hurâfeleri Yok Etmede Eleştirel Düşünmenin Önemi
Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi Hurâfe’yi, “Mantıkî temeli olmayan telakki ve uygulamaları, din adına ileri sürülüp benimsenen bâtıl inanç ve davranışları ifâde eden bir terim” olarak târif etmektedir. Sözlükte “bunamak” anlamına gelen haref kökünden türemiş bir isim olan hurâfe kelimesi, “akla ve gerçeğe aykırı düşen aldatıcı söz” anlamına gelmektedir. Genelde dindeki boş, bâtıl inanışları, rivâyetleri, efsaneleri, dinde olmadığı halde dine sokulan ve dinden gibi gösterilen asılsız inançları hurâfe kelimesiyle karşılarız. Bu kelimenin kökeninde bunama anlamının bulunması, yukarıda yaptığımız açıklamalarımız açısından da son derece mânidardır. Medeniyet köklerimizi ve aslını unutmuş olma durumunu Alzheimer veya Demans hastalıklarının belirtisi olarak açıklamıştık. Bu hastaların kritik-eleştirel düşünceyi hayata geçirmesinin imkânsızlığını da bir tarafa not edin. Yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti Târihi’nin kanaatime göre en acı ve dramatik olayı FETÖ darbe teşebbüsünü hayata geçirenlerin ve aynı inancı paylaşan diğer bazı yapıların, Kur’an dışı çarpık anlayışlarını örnekleyerek, Aliya’yı ve İslâm dünyasının içinde bulunduğu trajik boyutu anlamaya çalışalım. İslâm dünyasının en gelişmişleri sınıfında tanımlanan ülkemizde şu hadis, İslâmi bir bilgi olarak okunur, yayılır, dahası iman edilir! Allah’ın vahyini insanlığa ilettiği, âlemlere rahmet olarak gönderilen
Resûl bir hadisinde; “Yahudiler taşların ve ağaçların bile arkasına saklanacak, buna karşın Gargat ağacından başka bütün taş ve ağaçlar; “Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, Yahudi arkamdadır, gel onu öldür!” (Buhârî, Tecrid, IX, 73; Tirmizî, Birr, 25; Fiten, 2; etTâc, I, 25) diyeceğini ifâde etmiş. Bu hadis nedir? Peygamber böyle bir şey söylemiş olabilir mi? Kur’an böyle bir söze cevaz verir mi? El cevap: Sünnî dünyanın büyük çoğunluğuna göre Buhari’de geçtiği için doğrudur ve hurâfe olamaz. Peki bu hadis eleştirilmiş ve bu hadise uydurma ve hurâfe diyen çıkmış mıdır? Evet, az sayıda TV’si, gazetesi, ekonomik gücü olmayan bilim adamı ve düşünür bunu söylemekte ve eleştirmektedir. Peki eleştirenlerin başına ne gelmiştir? Zındık, dinsiz, mezhepsiz, Kur’an’ı vazgeçilmez tek kaynak görmelerinden dolayı Mealci, Resûlüllahı reddettikleri iftirasını pekiştirmek için Sünnetsiz(!) gibi, içinde kötü îmâlar bulunan hakaret ve karalamalara mâruz kalmışlardır. Sadece içinde bulunduğumuz bu durum bile İslâm dünyasının eleştirel düşünceye ne kadar uzak olduğunu, eleştiriyi îmanına kast olarak gördüğünü anlatmaya yeter! Biz yine de eleştiriye devam edelim… Bu hadis sizce ne kadar ciddiye alınmalı? Bu hadisi bilimsel bir veri kabul ederek FETÖ’cü ve darbeci bir profesör makâle yazmıştı. Bu hadis ışığında
çağdaş dünya gelişmelerini yorumlamış, bu yorumu bilimsel ve önemli bulan İslâmi referanslarıyla tanınmış bir site yayınlamıştı. (Prof. Dr. Osman Özsoy, İşte Yahudileri Korkutan Hadis. http://w w w.haber7.com / yazarlar/prof-dr-osman-ozsoy/369423-iste-yahudileri-korkutan-hadis) Bu haşhâşi, darbeyi bir tv kanalında önceden haber veren, “profesör olacağıma bir albay olsaydım sürece katkım daha çok olacaktı” diyerek, orduda yetiştirdikleri Mankurtlara darbe öncesi moral-motivasyon sağlayan, kendini ciddi ciddi ilim adamı sanan bir sözde profesördü! Bu adamı yüzbinlerce insan okudu ve bu fikre sorgulamadan inandı. Klasik İslâm âlimlerinin geçmişte söylediği ve inandığı gibi! Peki bu bilimsel makâle aynı site de hâla yer alıyor mu? Yok, artık aramayın! Zîra 15 Temmuz darbe girişiminden sonra silindi! Ancak basit bir taramada bu adamın makalesinin fon müziği ve Gargat ağacı görüntüleri eşliğinde hâlâ başka bazı İslami görünümlü linklerde bulunduğunu tespit edebilirsiniz. (bkz. http://www.7awa.today/video/watch/GWvelra-jks) Klasik anlayışlara uygun olarak, FETÖ’cü ağzından bilimsel olduğu farz edilen bu makâle, siteden FETÖ’cü söyledi diye kaldırıldıysa da hadis ortadan kalkmadı. Hadisi ve bu hadisi ciddiye alanları, “biz FETÖ’den ve inançlarından âzâdeyiz, farklıyız, gerçek Müslümanlarız” diyen birçok anlayışın sitesinde, uzun bilimsel açıklamalar eşliğinde hâlâ bulabilirsiniz.
Bu hadis karşında da insan ne diyeceğini şaşırıyor. Taş ve ağaçlar, “arkamda Yahudi var, gel ve öldür” diyecekmiş fakat Gargat Ağacı demeyecekmiş! Gargat Ağacı niye demeyecekmiş? Gargat Ağacı Müslüman değil miymiş? Evet değilmiş, meğer ağaç Yahudiymiş!
lâm, benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı… Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız. Biz de zâlimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın bir anlamı kalmaz. Kitaba uyacağız.” diyen Aliya’ların çıkacağını fark edecek.
Ağaçlara din isnat eden, zihinsel dünyalarında zâlim Yahudileri arkasında saklayan “karşıt dinden bir ağaç” tasavvur eden insanların, Kur’an perspektifine ve eleştirel düşünceye ihtiyaçları yok mu? Siyonistle Yahudi arasındaki farkı bilmeyenlerin düştüğü acıklı hâl, Aliya’nın, Doğu’nun mekteplerine eleştirel düşünme dersleri koymaktan muradını anlatır. Müslüman biraz eleştirel düşünebilse, bu anlayışın Kur’an’a aykırı olduğunu, Resûlün Kur’an’a aykırı biz söz söyleyemeyeceğini anlayacak. Dahası Kur’an’da bu konuda bir işâret olmasa bile, bunun insâni değerlere aykırı olduğunu, İslâm’ın insâni, ahlâki değerlere zıt bir fikir beyan etmediğini ve edemeyeceğini Kitab-ı Kerim’den çıkartacak! İslâm’ın her türlü “izm” e olduğu gibi Siyonizm’e de karşı olduğunu, Yahudi ayrımcılığını ve antisemitizmi körüklemeyeceğini, İslâm düşüncesinden, “Ben Fransa’yı veya Fransızları asla sevmedim ve bunu söylemekten asla vazgeçmedim… Ben sizi vicdan olarak adlandırılan hülyâdan azat ediyorum… Zayıfa acımak doğaya ihânettir… Düşmanınızı şaşırtarak, terör, sabotaj ve suikast ile demoralize edin. Geleceğin savaşı budur” diyen Hitler’lerin değil, “Ben bir Müslüman’ım ve öyle kalacağım. Çünkü İs-
Şâyet biz bu eleştiriye tâbi tutulmamış söz ve fiilleri ilâhiyat fakültelerinde din diye anlatırsak, ilim diye sunarsak, ne olacak? Buradan geleceğiniz nokta şudur: İçinde akıl, mantık, düşünce barındırmayan uydurma bir hadise dayanarak, Resûlden Yahudileri öldürme emri aldığınız iddiasıyla birçok kötülüğü meşrulaştırabilirsiniz, olağanlaştırabilirsiniz. Nitekim Yahudileri sırf Yahudi olmaktan dolayı hedef alan geleneksel İslâmi anlayışlar, Hitler’ler mi doğurur, yoksa ilhâmını doğrudan Kur’an’dan alan Aliya’lar mı? İslâmi kabul edilen bazı terör örgütlerinin motivasyonlarını oluşturan fikirler Hitler ve benzerlerinin fikirlerine mi benziyor, yoksa kitaba uyan Aliya’ya mı? İşte eleştirel düşüncenin acımazsız mektebi bu! Hergün televizyonlarda din adına yapılan rezâletlere şâhit oluyoruz. Kamunun Müslüman bir ülkede hizmet olarak karşılıksız sunduğu kefeni almayın, benim sattığım kabir azabını önleyen kefeni Çarşamba semtindeki falan dükkândan alın, aman yanlış yerden almayın sahteleri varmış diye trajikomik vaazlar veren, din tüccarı hocaefendilerin olduğu ve eleştirilemediği, eleştirenlerin vebâlı ve sapık ilan edildiği bir ülkede eleştirel düşünce-
ye ihtiyacın ne kadar hayâti bir mesele olduğunu anlayabiliriz! Nitelikli dolandırıcılıktan yargılanması gereken bu din tüccarlarının nüfuz alanlarının son derece geniş olduğunu görüyoruz. Bunlara yönelttiğiniz eleştirilerin basın ve yayın gücüyle îtibarsızlaştırılması, eleştiri yapanlara bu tür hocaların beyinlerini yıkadığı, Eric Hoffer “Kesin İnançlılar “adlı kitabında belirttiği üzere kesin inançlı hâle getirdiği, sonuna kadar sömürülen müritleri tarafından saldırıldığı görülmektedir. Olaylara ve fikirlere eleştirel bakamayanların, sahip oldukları televizyonlardaki yayınlarında Buhâri’den alınmış saçma bir hadisi anlattıktan sonra, bunu akla uygun bulmadınız mı, saçma mı buldunuz (ki saçma ve akla uygun olmadığını kendisi de böyle itiraf ediyor) “kahrolsun aklım mantığım” demedikçe, îman etmiş olamayacağımızı telkin eden, aklı ve mantığı lânetleyen hocaların bulunduğu ve etkin oldukları bir İslâm dünyasında eleştirel düşünceyi nasıl öğreteceksiniz? Akıl, mantık ve eleştirel yaklaşım imansızlığın ve cehennemlik olmanın alameti ise, böyle bir riske girmeye değer mi? Önce iman denilerek imanı yok eden, hurafeleri iman esası haline getiren süreçler bu kültürel iklimlerde ürüyor! Tevbe 34’de Allah inananlara, “Ey iman edenler! Hahamlardan ve râhiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Al-
lah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele” diye boşuna mı seslendi? Hadid 27’de Allah “...Fakat, bizim kendileri için onaylamadığımız bir ruhbanlık uydurdular. Halbuki onlardan sadece ALLAH’ı hoşnut edecek hususlara uymalarını istemiştik. Üstelik ruhbanlığa hakkıyla da uymadılar. Aralarından inananlara ödüllerini verdik; ancak çokları yoldan çıkmışlardı” diyerek ruhbanların çoğunun nasıl yoldan çıktığını insanoğluna anlatması sebepsiz mi? Yine Bakara 44’te Allah’ın, “Ey bilginler, kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip, kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” hatırlatması nedendir? Aklın dışlandığı, hor ve hakir görüldüğü İslâm dünyasının bugünkü dünyada hiçbir şansı olamaz. Suudi Arabistan’ın baş müftülerinden şeyh Abdül Aziz Bin Baz’ın “Dünya’nın Sakin, Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkansızlığına Dair Aklî ve Hissi Deliller” adlı kitabında “Kim dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ederse küfür ve delâlete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın hem Kuran’ın hem Peygamber’in reddidir. Bunu iddia eden kişi tövbeye dâvet edilir. Ederse ne âlâ! Aksi takdirde kâfir ve dinden dönmüş bir kişi olarak öldürülür” fetvası verebildiği dünyada, İslâm’ın Batı’nın Ortaçağını yaşadığını söylemek yanlış olmaz sanırım.
Devamı gelecek sayıda...
www.metropoldergileri.com
77
ARAŞTIRMA
78
Bu nesil için unvan değil, deneyim gerçek
Y kuşağı söze değil eyleme inanıyor
Great Place to Work Enstitisü, “Best Workplaces for Milleninals” araştırmasının sonuçlarını açıkladı. Araştırmaya göre, yaptıkları işte anlam bulamayan Y kuşağı çalışanlarının sadece yüzde 29’u verimli çalışıyor. Yüzde 60’ının yeni iş fırsatı aradığı, yüzde 21’inin bir sene içinde işini değiştirdiğine dikkat çekilen araştırma bulguları, bu kuşakta diğer nesillere göre iş değiştirme olasılığının 3 kat daha fazla olduğunu ortaya koyuyor. İş yerindeki karar alıcıların inisiyatifleriyle oluşan ve gelişen yüksek güven kültürü, çalışanlar arasındaki eşitliğin sağlanmasında belirleyici bir faktör. Kurumsal stratejinin belirlenmesinde de önemli bir yeri olan güven kültürü, tüm çalışanlar için olumlu yönde tesir ederken yarının liderleri olan Y kuşağını daha fazla etkiliyor. Y kuşağına bağlı güven temelli bir iş yeri kültürüne öncelik vermek kurumların geleceği için bir zorunluluk haline geldi.
Söyleme değil eyleme inanıyorlar
“Best Workplaces for Milleninals” araştırmasından elde edilen bilgilere göre, Y kuşağı için yaşadıkları deneyimler, onlara verilen unvanlardan ve sözlerden daha inandırıcı. Bu nesil, CEO’ların iş-hayat dengesini teşvik ettiğini söylemelerini veya şeffaf bir liderlik sürecinden bahsetmelerini değil, bu değerleri günlük çalışma deneyimlerinde görmeyi talep ediyor. Bu taleplerin karşılandığı iş yerlerinde Y kuşağı, çeviklik ve inovasyonda 8 kat daha verimli oluyor. Bu durum, aynı zamanda bu neslin iş yerinin marka elçisi olmasını da beraberinde getiriyor.
Yüzde 89’u çalıştıkları şirketlerde uzun süre kalmayı planlıyor
Güven temelli bir kültür tesis etmenin nitelikli ve genç işgücü yaratmak için her zamankinden daha önemli olduğunu belirten Great Place to Work Türkiye Genel Müdürü Eyüp Toprak, araştırmaya dair “Y kuşağı için yaptığımız tüm araştırma çıktılarında aynı sonuç ile karşı karşıya kalıyoruz. Yüksek güven kültürünün tüm jenerasyonlar üzerinde pozitif yönde etkisi mevcut ama bu etki Y kuşağında her zaman daha yüksek.
İş yerinde güven kültürünü içselleştirmiş şirketlerde çalışan Y kuşağının %89’u çalıştıkları şirketlerde uzun sure kalmayı planlıyor.” dedi.
Yaptıkları işte anlam arıyorlar
Y neslinin bir anlam arayışı içinde olduklarını belirten Toprak, sözlerine şöyle devam etti: “Y kuşağı katıldıkları organizasyonlarda bir etki oluşturmak, faydalı olmak, değer katmak istiyorlar. Analizlerde iş yerinde bir fark yarattığını düşünen bu kuşağın temsilcileri, diğer iş arkadaşlarına göre 6 kat daha uzun bir gelecek planladıklarını ifade ediyor. En iyi işverenlerde çalışan X kuşağı çalışanları, liste dışı kalan şirketlerdeki akranlarına göre mevcut iş yerlerinde kalmaya 15, Y kuşağı ise 20 kat daha yatkın.”
Bu nesli anlayamamak şirketlere pahalıya mal olabilir
Araştırma bulgularında bu jenerasyonun kariyer gereksinimlerini anlayamamak, sadece gelecekte yönetici olacak bir nesli kaybetmek anlamına gelmiyor. Bu nesle yönelik strateji ve yol haritası belirlemeyen şirketler, yenilikçiliği ve dinamizmi kaybetme riski ile de yüzleşmek durumunda. Araştırma sonuçlarına göre bu durum, şirketler için pahalı ve ekonomik yönden tehdit edici bir unsur.
Y kuşağı için mükemmel bir kurum kültürü yaratmanın 5 yolu
Şirketler, Y kuşağı odaklı stratejiler geliştirmeli. Bu kuşağa samimiyetle liderlik edilmeli. Temel değerler tanımlanmalı ve bu değerler iş süreçlerine taşınmalı. İşveren markası güçlendirilmeli. Konuya tümleşik açıdan yaklaşılarak tüm çalışanlar için mükemmel bir iş yeri inşa edilmeli.
www.metropoldergileri.com
79
SERGİ
80
TARİHE TANIKLIK EDEN BİNALAR!
SANATÇI CEMAL EMDEN İMZALI ‘GÜNCEL TÜRKİYE MİMARLIĞI’ FOTOĞRAF SERGİSİ, TMB’NİN ANKARA’DAKİ GENEL MERKEZİ’NDE AÇILDI Çağdaş Türk mimarisinin son 10 yılı fotoğraflarla belgelendi. Nurus’un 90’ıncı kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında düzenlenen ‘Güncel Türkiye Mimarlığı Fotoğraf Sergisi’, Ankara’da açıldı. Türkiye Müteahhitler Birliği’nin ödüllü genel merkez binasında açılan sergide, sanatçı Cemal Emden’in çektiği ve Türkiye mimarisinin farklı özelliklerini yansıtan 35 binanın fotoğrafı yer alıyor. TÜRK MİMARİSİNE IŞIK TUTUYOR… Sergiye ev sahipliği yapan Türkiye Müteahhitler Birliği (TMB) Yönetim Kurulu Başkan Vekili Selim Bora ise “Birliğimizin ideallerini temsil eden ve Türk inşaat sektörünün geldiği noktayı ortaya koyan binamızın iç dekorasyonunu gerçekleştiren çözüm ortağımız Nurus’un 90’ıncı yıl kutlamaları çerçevesinde hazırladığı bu seçkiye ev sahipliği yapmaktan büyük memnuniyet duyuyoruz. Değerli fotoğraf sanatçısı ve mimar Cemal Emden’in fotoğrafları ile güncel Türk mimarisine ışık tutan bu değerli serginin; Türk müteahhitliği markasının gücünü yansıtan binamızda gerçekleştirilmesini ayrıca anlamlı buluyoruz” diye konuştu. Türkiye Müteahhitler Birliği’nin Leed sertifikalı genel merkez binası aynı zamanda 2014 yılında, ‘Sign of the City Awards’ yarışmasında 18 ayrı kategoride değerlendirilen 142 proje arasında ‘En İyi Mimari Tasarım’ ödülünü kazandı. Bina ayrıca İngiltere’nin prestijli mimarlık ödüllerinden, Building Awards 2014’de Yılın En İyi Uluslararası Projesi ödülüne değer görüldü. ENTELEKTÜEL BİNALAR! Sanatçı Cemal Emden de serginin 6 aylık bir çalışmanın ürünü olduğunu belirterek, “Bina-
ların her biri, var olan mimari yapıların dışına çıkmayı başarabilmiş, dünyadaki başarılı örnekler arasında yer alan, entelektüel içeriğe sahip özgün yapılar. Nasıl bir coğrafyada, nasıl bir kentin içinde yer aldıklarını, iç mekânlarının ne tür özellikleri olduğunu fotoğraf karelerine aktarmak için gayret gösterdik. Ortaya çarpıcı bir tablo çıktı” diye konuştu. SON 10 YILA TANIKLIK EDEN BİNALAR Sergideki son 10 yılın tarihine tanıklık eden binaların seçimine, Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden Prof. Dr. Deniz Güner, İstanbul Teknik Üniversitesi Doç. Dr. Funda Uz, Özyeğin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden Dr. Tayfun Gürkaş ve Pamukkale Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Burak Altınışık’ın da aralarında olduğu bağımsız bir danışma kurulu karar verdi.
www.metropoldergileri.com
81
RÖPORTAJ
82
www.metropoldergileri.com
83
RÖPORTAJ
84