K2rik ve Gece

Page 1


K2RİK VE GECE Kadınca Bilimkurgu Öyküleri


YAZAR Sadık Yemni

EDĐTÖR Ozancan Demirışık

KAPAK TASARIMI Gökcan Şahin

YAYIN TARĐHĐ Ekim 2009

Bu e-kitap Buzul Dünya Yayınları tarafından www.buzuldunya.com adresinde yayınlanmıştır. Tanıtıcı kısa yazılar dışında izin alınmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve paylaşılamaz.


ÖNSÖZ NEDEN K2RİK? Bütün dünyada bilimkurgu-fantastik alanını tarayan öykü ve romanlar daha çok erkek okurun sürdüğü bir tarla gibi görünür. Büyük ölçüde de böyledir. Çünkü çizgi roman geleneğinin uzantısıdırlar. Çizgi romanlar erkek çocukların buluğ çağını icra ederlerken hayallerindeki minik kaplara serüven tozları dolduran medyum işlevi görmektedir. Bu romanlarda yer alan kadın figürleri aşırı seksilikleri ve fiziklerinin abartılı güzelliğiyle erkeklerin hayal keklerine kabartma tozu olurlar. Bu yayınlarda zeki, baskın karakterli, kurgunun zembereği olan anaç kadına genelde az rastlanır. Hiper feminist kadın tipi ise zaman zaman raflarda ve ekranlarda belirmektedir. Đfrat ve tefrit sarmalı. Kadının ve erkeğin hassasiyet alanları değişiktir. Bu farka rağmen, bulunduğumuz çağıda teknolojinin dünyayı giderek daha hızlı değiştirdiği unutulmamalı. Dünya küreselleşerek büzüldü. Hiç kimse artık bu deli dolu gidişatın dışında kalma lüksüne sahip değil. Önümüzdeki yirmi-otuz yıl içinde hayatımız şu anlara oranla bayağı bilimkurguvari bir kıvama gelecek. Bu nedenle de edebiyatımızda kadın okuyucuları daha çok saran, onlara


Sadık Yemni

daha etkin rol veren, aşırı erkeksi bakıştan sıyrılmış öykülerin daha sık yazılması gerekmektedir. Türk edebiyatında K2rik ve Gece kadın kahramanların bilimkurgu ve fantezi türünde başat rol oynadığı bir öykü seçkisi olarak bir yeniliktir. Hoş bir esintidir. Bu seçkinin dünyamızda insan bekasını üstlenmiş olan kadınları giderek hem okuyucu hem de yazar olarak bilimkurgu-fantastik alanına davet edecek mütevazı bir örnek olacağını düşünmekteyim.

Hayal Tozu Gölgecisi Sadık Yemni

5


MUHTEVİYAT:

Filmvari Hayatlar……………………..7

Öte Yer Fotoğrafçısı………….…..17

Birinci Reklameş Cinayeti……...27

Cepcepniler………….……………….36

K2rik ve Gece………….…………….49

Endişeciler……………….…....…..….57

Yazar Hakkında…………….……….73


BİRİNCİ ÖYKÜ FİLMVARİ HAYATLAR Kapının zili tek bir kez çaldığında divanda oturur durumda uyuyakalmış olan genç kadının omuzları kıpırdadı. ‘Đstemem, şimdi olmaz,’ der gibiydi sanki. Sol eli yumruk şeklinde sıkılıydı. Gözleri panikle açıldığında bir şey yapabilmesi için çok geçti. Filmin sonu içeri girmişti. Bulunduğu yer bu yaşamda canlı olarak içinde yer kapladığı son mekân olacaktı. “Aslı Otlubayır Hanım, çekim için hazır mısınız?” Đki külüstür divan, bir koltuk ve bir televizyondan ibaret oturma odası kalabalıklaşmıştı birden. Kamerası çekim yapan bir kameraman, ses kaydı için elinde metal sopasının ucunda mikrofon taşıyan biri ve kara gözlükler takmış olan rejisör. Bu ekibi üç haftadır çok yakından tanımıştı. Hayatını cehenneme çeviren bir beraberlik geçirmişlerdi. Aslı uykunun mahmurluğundan iyice sıyrılmıştı. Ayağında spor ayakkabıları, üstünde eşofman vardı. Aklından bir hamle yapıp kapıdan dışarı fırlamak geçtiyse de hemen vazgeçti. Son haftaların öğrettiği şey ağır bir çaresizlik şeklinde sırtına abanmıştı. Parası yoktu. Cep telefonunu sokakta bir yerde düşürmüştü. Kaçması mümkün değildi artık.


K2rik ve Gece

“Başka seçeneğim var mı?” “Söz gelişi canım,” dedi rejisör. Klasik dikimli yeni bir cin pantolon, kemerinin üzerine üzerine saldığı grimsi bir gömlek giymişti. Yaşı taş çatlasa otuz falandı. Aynı yaşlardaki kameraman ve sesçi de spor giyimliydiler. Tavırlarında profesyonel bir nezaket ve rahatlık vardı. Yüzlerinde buraya ölümünü kaydetmeye geldiklerinin tek bir belirtisini bile görememekteydi. Aslı ayağa kalktı ve eliyle koridoru işaret etti. Kara gözlüklü genç adam anlayışla başını salladı. Kadın koridora çıktığında sokak kapısı gözüne bayağı baştan çıkarıcı göründü. Kimse arkasından gelmemişti. Öğle üzeri üç falandı. Sokak insan kaynıyor olmalıydı. Đçinden, ‘Kaçsana ahmak!’ diyen yana aldırmadan tuvalete girdi ve çişini yaptı. Yaşadığı çalkantılı ve aşırı gerilimli hayat her hücresini yormuştu. Aynı şeyleri yinelemeye kalkışacak hali yoktu artık. Aklının erdiği her şeyi denemiş ve sonuç alamamıştı. O Allah’ın cezası Meliha hayatındaki düzenin bütün çivilerini sökmüştü. Bir ay kadar önce Meliha birden arayınca şaşırmıştı. Araları bir süredir limoniydi. Yeni numarasını nasıl bulabildiği sorusunu sormayı iş işten geçtikten sonra akıl edebilmişti. Meliha Demirci birlikte çalıştıkları turistik otel ve pansiyon açanlara tavsiye veren büroda ayağını kaydırmak için elinden geleni ardına koymadığı biriydi. Birçok yönden kendinden çok yetkindi. Daha gençti. Zekâsı harlıydı. Almancası ve Rusçası vardı üstelik. Kıskançlıktan çatlamaktaydı. Sonunda altı yıldır çalıştığı bürodan atılan kendisi olmuştu. Bütün bunlar iki yıl önceydi. Kadının kendinden nefret etmesi için iyi bir sebebi vardı, ama bu tür bir cezayı hak etmemişti. Böylesi çok fazlaydı. Vicdansızlıktı.

8


Sadık Yemni

“Seni şey için aradım... Duydum ki, kendi işyerini kurmaya hazırlanıyormuşsun. Umarım başarılı olursun. Özlüyoruz hepimiz seni burada. Ara sıra bahsin açılıyor. Ve de... Şunun için aradım, duyunca çok şaşıracaksın valla.” Yeni bir film kiralama firması kurulmuştu. Öyle artık kalite olarak iyice elden gitmiş Hollywood filmleri ya da bağımsız film denen hafiflikler değildi pazarladıkları. G Film dedikleri bir ürünü pazarlıyorlardı. Filmler yerliydi. Televizyon ya da film salonlarında gösterilmiyorlardı. Ancak üyelerin gözlerine açıktı. Birinin tavsiyesiyle üye olunabiliyordu. Depozito falan alınmıyordu. Kayıt olmak gerekmiyordu. Basılı broşür yoktu. Đstediğiniz cinsi söylüyordunuz sadece. Filmi şirket seçiyordu. Ama bu asla hayal kırıklığı yaratmıyordu. Filmler benzersiz derecede etkiliydi. Film başına üç buçuk lira ödenmekteydi. Buna teslimat ve geri alma servisi de dâhildi. Filmler küçük bütçeyle kotarılmaktaydı, ama gönüllü katılım sayesinde kaliteleri müthişti. Meliha bu ‘gönüllü katılım’ ve ‘müthiş’ sözcüklerini en az üç kez yinelemişti. Filmler müthişti gerçekten. Đlk önce korku filmi kiralamıştı. Üç öğrenci kız Bolu yakınlarında bir yerde bir kampa gidiyorlardı. Uluslararası öğrencilerin geldiği hoş bir yerdi. Gece ateşin başında korku hikâyeleri anlatıp

yatıyorlardı.

Ertesi

sabah

kızlardan

birinin

kayıp

olduğu

anlaşılıyordu. Polise haber veriliyordu. Bu arada bir arama ekibi kuruluyordu. Film ormanda arama yapan beş gencin teker teker öldürülmesini konu etmişti. En sona kalan kız gece olunca dört adet yürüyen cesetle karşılaşıp kaçmağa başlıyordu. Bütün gece süren kaçma kovalama;

kızın

nihayet

kayıp

arkadaşının

9

cesedini

bulmasıyla


K2rik ve Gece

sonuçlanıyordu. Cesedin yanında kendi cesedi de bulunmaktaydı. Bütün gece serüveni yaşatan şey kızın ölüme direnmesiydi. Aslında altısı da yolda geçirdikleri bir araba kazasında ölmüşlerdi. Kim bilir kaç kez ısıtılmış bu tanıdık bildik konuya rağmen çok etkilenmişti. Sahneler inanılmaz gerçekçiydi. Aslı gece uyuyamamıştı bu yüzden. Đkinci film erotik janrındaydı. Kendi yaşındaki bir kadın kocasından ayrıldıktan sonra kırmadığı ceviz bırakmıyordu. Aysun adlı kadınla kendini acayip identifize etmişti. Bacaklarındaki selülitleri bile aynıydı. Filmdeki erotik sahneler çok etkiliydi. Film bitene kadar iki kez kendi kendini tatmin etmişti. Otuz üç yaşındaydı. Böyle bir heyecanı on altı yaşında bile yaşamamıştı. Sadece sonu çok kanlı bitmiş, kadın hiç ummadığı bir adam tarafından piyano teliyle boğularak öldürülmüştü. Bütün filmler nasıl başlarsa başlasın bir yerde şiddet işe karışıyor ve ölümlere neden oluyordu. Çok arkadaşı yoktu. Bu film kulübünü başta annesi ve teyzesi olmak üzere en az beş tanıdığına tavsiye etmek isterdi, ama bir kural vardı. Önce dört film kiralayıp asil üye haline geçmek gerekmekteydi. Asil üye olmak ölümcül bir hatta geçmekti. Nasıl bilebilirdi? Allah’ın belası Meliha yüzünden hayatı allak bullak olmuştu. Annesinin ve teyzesinin verilmiş sadakaları vardı. Belaya bulaşmamışlardı. Beşinci filmi ısmarladığında her zamanki yakışıklı kurye yerine şu anda oturma odasında bulunan çekim ekibi gelmişti. Serüven filmi ısmarlamıştı. Kendisine bir serüven filminde rol alacağı söylenmişti. Kural böyleydi. G film kulübünden dört film kiralayıp başkalarının hayatlarını, onların serüvenleri ve sorunlarına tanık olduktan sonra sıranız geliyordu. Đyi organize edilmiş bir şaka gibiydi. Rejisör başrol için seçildiğini, sapık bir

10


Sadık Yemni

katil tarafından kovalanan bir kadını oynayacağını söylemişti. Bu arada kamera çekim yapmaktaydı. Bir yanı duyduğu şeylerin şaka olmadığını kavramaktaydı, ama üç serseriyi de kapı dışarı etmişti. O gece uyurken, bu arada belki yirmi defa aradıysa da Meliha’ya ulaşamamıştı. Birden uyanmıştı. Başucunda biri duruyordu. Karanlıktı. Yüzü görülmüyordu. “Dumanı hissediyor musun? Evini yaktım. Kaç şimdi. Yakalarsam seni akıl almaz işkencelerle öldüreceğim. Bunları başkalarına anlatırsan Eski Foça’da kalan annen, teyzen, kuzenin ve sabık kocan öldürülecek,” diye fısıldamış ve onların fotoğraflarını gösterdikten sonra çekip gitmişti. Aynı anda kokuyu almıştı. Yataktan doğrulduğunda yangının çalışma odasından başladığını ve acele etmezse kül olup gideceğini anlamıştı. Zarar korkunçtu. Đtfaiye yangını söndürdüğünde, yangın sigortası bulunmayan dairesinde, işe yarayacak pek az şeyi kalmıştı. Đyi ki bankada biraz parası vardı. Annesinden de yardım alabilirdi gerekirse. Kendine ev aramaya başlamıştı. Ne G Film Şirketi’nden, ne de sapık katilden falan söz etmişti kimseye. O filmleri izledikten sonra polis korumasına pek güvenemez olmuştu. Ayrıca her şeyi göze alır bunu yaparsa gazetelerin ve televizyonun başköşelerinde görünürdü ve bir daha iş yeri falan kuramazdı geri kalan hayatında. Susmuştu. Geçici olarak kaldığı bir arkadaşının evinde siyah maskeli sapık katil tarafından ilk tecavüze uğramıştı. Adam elini ayağını bağladıktan sonra kendisine sabaha kadar defalarca tecavüz etmişti. Teninde on bir kez sigara söndürerek üstelik.

11


K2rik ve Gece

Senaryoya uygun eylemde bulunması gerekmekteydi. Durmadan şehirden şehre, evden eve geçerek sapık katilden kaçmaya çabalayacaktı. Bin bir önlemle gittiği her yerde enselenmişti. Cep telefonu, kredi kartı kullanmadığı, bir sürü vasıta değiştirdiği halde nasıl olup da yakayı ele verdiğini anlamıyordu. Bursa’daki bu son ev en uzun kalabildiği yer olmuştu. Otobüs yolculuğu sırasında Đstanbul’da yaşayan, liseden arkadaşı olan Bursalı Fahriye’nin boş duran iki odalı döküntü dairesini kiralamıştı. Hem de yedi yüz lira aylıkla. Bir kez yüklü alışveriş ederek eve kapanmıştı. Fahriye’nin birkaç yüz adet kitabı vardı. Kız bir çoksatar okuma gurusuydu maşallah. Onları okuyarak, aldığı votkalarla ara sıra kafayı çekerek tam on yedi gün geçirmişti. Yemekler tükenmişti. Son ekmeği dört gün sonra küflenme arifesinde yemişti. Peynir, sebze, makarna bitmişti. Dün öğlen çay yaparken tüp son nefesini üflemişti. Bugün tek yediği şey dolabın arkasına düştüğü için yeni fark ettiği bisküvilerdi. Đçme suyu da bitmişti. Musluktan su içmekteydi. Daha önce nereye giderse gitsin enselenmesi iki günü geçmezken burada on yedi güne ulaşmıştı. Göstermişti gününü puştlara. Fahriye ile bir rastlantıyla otobüs terminalinde karşılaşmışlardı. Kıza kocasından kaçtığını söylemişti. Ağzını tutacaktı yani. Đlk aylığı peşin vererek kızın yüzünü güldürmüştü. Böylece peşindeki andavallıları atlatmıştı. Bunun senaryo icabı olduğunu nasıl bilebilirdi ki. Đçeri gittiğinde adamlar bıraktığı yerde durmaktaydılar. “Şimdi ne olacak?” “Filmin bütün sahneleri tamam,” dedi rejisör duygu taşımayan bir ses tonuyla.

“Final hariç. Đki çeşit final mümkün. Birincisi, siz burada

12


Sadık Yemni

kurtuldum artık derken sapık katil tarafından bulunup öldürüleceksiniz. Tabii akıl almaz işkencelerden geçtikten sonra.” Aslı feryat edecek gücü bulamamaktaydı kendisinde. Đkinci katta olmasalar kendini camdan atmayı deneyebilirdi, ama maalesef o imkânda mevcut değildi. “Đkinci bir seçim de söz konusu haliyle.” “Yüzüme kezzap döküp, kravatla boğazım mı sıkılacak?” Eliyle değil anlamına bir işaret yaptı rejisör. Yakışıklı değildi, ama atletik bir yapısı vardı. Yüzü de hiç fena değildi. Kocası olacak uyuzun ilk yıllarını biralarla her tarafını şişirmediği halini andırmaktaydı biraz. “G Film Şirketi’ni birine tavsiye edeceksiniz.” Aslı uyduruk bir kurtuluş umuduna sarılmaya korkarak, “Nasıl yani?” diye sordu. “Şöyle. G Film Şirketini bir arkadaşınıza tavsiye edeceksiniz. O kadar.” “Ne olacak o zaman?” “Sapık katil tam sizi öldürmeye çabalarken gözü pek bir komşu gelerek adamı bayıltacak. Adam sizinle ilgilenirken katil kaçacak. Kurtulacaksınız.” “Tavsiye ettiğim arkadaş?” “Đlk dört filmden acayip zevk alacak ve sonra onun oynama sırası gelecek.” “Yani?” “Evet, iyi tahmin ettiğiniz gibi bu bir toplumsal döngü. Sonra onun sırası gelecek. Birine tavsiye ederse sağ kalacak, etmezse öldürülecek.”

13


K2rik ve Gece

Dikenli bir sevinç Aslı’nın kalbini tırmalamaktaydı. Bir yıl önce olsa kendisini bir arkadaşıyla aldatan kocasına tavsiye ederdi G Kulübü’nü, ama zamanla ilk öfkesi solmuştu. Adam ona iyi davranmış bir sürü pahalı eşyasını almayarak kullanmasına izin vermişti. Yanmış gitmişti sonunda hepsi. “Hiç birinci final şeklini seçen oldu mu?” Rejisör saygıyla başını salladı. “Đnançlı olanlar. Vicdanlarının sesine kulak verenler. Đdealistler. Tek tük de olsa böyleleri çıkıyor. O zaman üyeden üyeye geçen köprü sonlanıyor. Sıfırdan üye bulmak çok zor bir işlem. Şimdi burada konu etmemize gerek yok.” Rejisör sol pantolon cebinden bir telefon çıkartıp kendisine uzatınca Aslı otomatik olarak alıverdi. Sokakta düşürdüğü telefonuydu. Kapağını açtı. Çalışıyordu. Bitmek üzere olan şarjı yenilenmişti. “Haydi, zaman az. Kaç izleyici sizi bekliyor… Lütfen kararınızı verin.” “Neden, neden bu kadar kan ve şiddet var?” “Oyuncuların bilinçaltları böyle. Doğaları icabı yani. Benim elimden ne gelir? Ben insani güdülerin peşinden giderim. Filmlerin akıl almaz derecede etkili olması bu nedenden. Haydi, çabuk olun lütfen.” Aslı adres listesindeki kimseleri gözden geçirirken kendini makasıyla insanların hayat ipliğini kesen o yunan tanrıçası, adını hatırlamıyordu şimdi, gibi hissetmekteydi. Parmağı kocasının ismi üzerinde durakladı ve geçti. Đşten atılmasına sevindiğini gizleyemeyen sekreter parçası Füsun. Đki küçük kızı vardı. Eski müdürle baş başa kahve içtiklerini yedi düvele duyuran Hayriye. Çenesinin düşüklüğü dışında iyi bir insandı. Aldığı borcun üstüne

14


Sadık Yemni

yatan Jale. Kadının başında bin bir problemi vardı zaten. Meram adının üzerinde durdu ve yeşil düğmeye bastı. Meram bir ara en yakın arkadaşıydı ve kocasını baştan çıkarabilmek için bir sürü fırıldak çevirerek sonunda başarıya ulaşmıştı. Eh, kendi de uygun bir fırıldağı hak etmiş sayılırdı. Bekârdı da üstelik üç hafta öncesine kadar. Telefon çalarken inşallah evde yoktur diyen yanı çok sönüktü. Bencil genler direksiyondaydı. “Alo, benim Aslı. Şaşırttım seni. Nasılsın görmeyeli? Yok canım. Yok canım şimdi eski defterleri açmaya… Değil mi canım? Geçti hepsi. Đyiyim iyiyim. Bil bakalım seni ne için aradım?” Aslı hat kapanınca telefonu ne yapacağını bilemedi ve divanın üstüne fırlattı. “Yeni üyemiz katıldı aramıza,” dedi Rejisör. “Çok ikna edici konuştunuz.” Aslı, Meliha’nın filmden bahsettiği anları hatırlamıştı. Nasıl olmuştu da heyecanını fark edememişti. “Ne olacak şimdi?” “Katil sizi öldürmeye geldiğinde ondan kıllanan uyanık komşu gelecek ve sizi kurtaracak. Adam sizle ilgilenirken bayılttığı katil sıvışacak. O da az önce birine G film firmasını tavsiye etti. Bu kapıdan çıkar çıkmaz sizi de, yaptığı işi de unutacak. Bir yerde karşılaşsanız bile ikiniz de bir şey hatırlamayacaksınız. Kimlerle kol kola giriyor ve kahve falan içiyorsunuz bir bilseniz. Neyse… On dakika içinde serbest biri olacaksınız. Bir ikramiyeyle üstelik. Komşu sizi çok beğenecek. Hiç bozuntuya vermeyin ve sizi teselli etmesi için yeşil ışık yakın.”

15


K2rik ve Gece

Aslı kendini çok kirli hissediyordu. Duşa girip bir saat sabunlanmak istiyordu. Rejisörün paçayı kurtarmak için birini yakacağından yüzde yüz emin olması yüzünden gururu sandığından fazla incinmişti. “Hepsi bu mu?” “Evet. G Şirketi’yle işiniz bitti. Size tavsiyem bundan sonra insanlara çok iyi davranın. Kendinizi sevdirin. Düşman kazanmamaya çalışın. Şirketimiz giderek popülerleşiyor. Kimler üyemiz, bilseniz dudaklarınız uçuklar.

Oynayanların

sayısı

hızla

çoğalıyor.

Belli

olmaz:

Telefon

numaranıza sahip olan biri sizi arayabilir. Birazdan G Filmleri kiraladığınızı unutacaksınız. Biri size tavsiye ederse ilk defa olduğu gibi açık hedef durumunda bulunacaksınız.” Aslı küçük şoku atlatmaya çabalarken aklında bir lamba yandı. “Bu benim ilk filmim mi?” Rejisör kendine çok yakışan bir şekilde tebessüm etti. “Aslı Hanım, şirket sırlarını dışarıya vermemiz kesinlikle yasaktır.” “Đlk filmim mi dedim?” Rejisör ‘sus’ anlamında dudaklarını büzdü ve kenara çekildi. Oda kapısında siyah elbiseli, siyah maskeli sapık belirmişti. Elinde kocaman bir bıçak vardı. Aslı donmuş kalmıştı. Adam üzerine doğru yürürken girişte geniş omuzlu iri yarı komşu göründü. Eliyle korkmaması için işaret etti. Aslı kendinden hiç beklemediği bir şeyi yaparak bayılıverdi. Đnşallah güçlü kuvvetli bir erkeğin kollarında ayılacak ve bütün bunları unutacaktı. Unutmazsa hali haraptı.

Amsterdam 2008

16


İKİNCİ ÖYKÜ ÖTE YER FOTOĞRAFÇISI K. K’a

Öte Yer Fotoğraf Arşivi 1902 ile 2010 arasındaki zaman dilimine ait fotoğraflar. Tanesi sadece on lira. Bu

dünyadan

göçmüş

sevdiklerinizin,

çocukluğunuzun artık namevcut olan mekânları ve geçmişte merak ettiğiniz daha nice kimselerin fotoğrafları için bize başvurun. Milyarlarca fotoğraflık arşivimizden çok memnun kalacaksınız.

Parmağım kapıya dokunduğunda her an dağılıp gidiverecek bir ortam beklentim sönüverdi. Kapı yüzeyindeki grimsi mavi boyanın pürtüklü yüzeyi buram buram gerçeklik soluyordu. Sıcak bir yaz sabahında yatakta ter içinde uyanıp bölük pörçük hatırlayacağım bir rüyanın içinde değildim. Đşgünüydü. Bankadan öğlene kadar izin almıştım. Sol ayakkabımın burnu hafifçe sıkmaktaydı. Hava sıcaktı. Tansonu Đş Hanı’nın üçüncü katında klima


K2rik ve Gece

mlima hak getireydi. Gömleğimin koltukaltında şimdilik pinpon topu büyüklüğünde olan ter lekeciklerinin belirdiğini hissediyordum. “Hoş geldiniz. Kendinizi tanıtır mısınız lütfen?” Sıradan bir iş hanından beklemediğim iç düzen nedeniyle şaşırmıştım. Bir sekreter bölmesi, gelenlerin oturması için sandalyeler, dolaplar ve diğer büro aksesuarlarının hiçbiri mevcut değildi. Altı metreye sekiz metre ebatlarındaki uçuk sarı badanalı bomboş odayı görünce ‘yanlış adrese geldim ya da rüyaya dönüyorum’ beklentisi oluşmamıştı içimde. Đliklerime kadar hissettiğim şey profesyonelce bir ciddiyet ve organize erkin çığlığıydı. Bankada kredi araştırmaları yapan bölümün başı olarak bunu kolayca kestirebilecek biriyim. “Adım Kenan. Kenan Kovan. Şeyde çalışıyorum... Biliyor musunuz, burayı çok başka türlü hayal etmiştim.” Siyah pantolon ve uçuk mavi gömlekli, orta yaşlı adam gülümsedi. “Haklısınız Kenan Bey. Arşivimiz yan bölümde. Burayı sadece alımlama ve arzu edilen görsel malzemeyi sergileme yeri olarak kullanıyoruz. Tek kişilik bir müesseseyiz aslında.” Kısa kır saçlı, etkileyici yüzlü adamın sözlerinden ve boş mekândan çok

olumlu

etkilenmiştim.

Asansörle

üçüncü

kata

çıkarkenki

umutsuzluğumdan hızla sıyrılmaktaydım. Karşımda işinin erbabı biri durmaktaydı. Eğer şansım varsa kalbimin en harlı isteğine karşılık bulabilecektim. “Sizi dinliyorum Kenan Bey.” “Ben… Şey… Çok sevdiğim, bana otuz beş yıl bakmış olan halam geçenlerde öldü. Kendisini çok severdim. Đlanınızı görünce, onunla ilgili…”

18


Sadık Yemni

“Anlıyorum Kenan Bey. En çok bunun için gelinir buraya. Özel bir anı var mı aklınızda?“ Orta boylu, narin yapılı olmasına rağmen vakar ve güç ışıyan adama düşüncelerimi dürüstçe açmaya karar verdim: “Bu ilanı ilk kez gördüğümde şaka sandım. Karıma bile bahsini etmedim, ama telefonla aradım ve sanırım sizle konuştum.” “Bendim.” “Sonra iş hanında gerçekten bir yeriniz olduğunu görünce hayal kırıklığı yaratacak bir arşiv ya da şarlatanca bir girişimden şüphelendim.” “Peki şimdi?” “Beklenti çıtam çok daha yüksek, ama… Ama sabah akşam sayılarla, para hareketliliğiyle meşgul olan aklım milyarlık materyal kaynağınızı realize edemiyor.” “Anlıyorum Kenan Bey. Halanız. Oradan başlayalım. Adı soyadı, doğum tarihi ve en son nerede oturduğunu söyleyin lütfen.” Bir çırpıda isteneni yaptım. Adam pantolonunun cebinden çıkardığı çakmak büyüklüğündeki siyah bir nesneyi kapının tam karşısındaki duvara yöneltti ve, “Şu kimse mi?” diye sordu. Halamı yirmi yaşlarında, o sırada ikamet ettiği evin oturma odasında gördüm. Elinde çay bardağı vardı. Ne kadar da gençti! Onu bu yaşta hatırlamam mümkün değildi. Daha doğmama yirmi yıl falan vardı. Birkaç eski fotoğrafta gördüklerimden, aklımda kalandan çok farklıydı. Kadını böyle genç, kocaman ve inanılmaz netlikte gördüğüm için, kalbim huşuyla

19


K2rik ve Gece

meteoroloji balonu gibi genişlemişti. Sözcükler ağzımdan güçlükle dökülüverdi. “Evet, ama bu… Bu… Nasıl erişebiliyorsunuz bu fotoğraflara?” “Açıklayacağım. Özel bir an talebiniz var mı?” Olmaz mıydı? Halamı düşündüm. Okuldan; üşümüş, acıkmış, titrer bir şekilde yolda eve gelirken kafamdan geçen güzel dolmanın, yaprak sarmanın, gününe mevsimine göre fasulye veya bezelyenin kokusu karşılardı beni. Đstediğim tatlı yokluklar içinde bulunup buluşturulmuş ve yapılmış olur, tüm dertlerim ayakkabılarımla beraber kapının önünde kalırdı. “Dokuz ya da on yaşındaydım. Bir gün… Çok acıkmıştım. Canım bezelye çekmişti. Son derslerde hep bunu düşünüyordum. Konuşmaya gerek kalmayan bir insandı halam. Lisanlar üstüydü diyalogumuz. Beden dili dersleri veren psikologlar yanında halt etmişti. Kadın dudağımın kıvrılmasından ne olduğunu hemen anlardı. Beni hissetmiş. Düşüncelerimi yani. O gün pırasa pişirecekmiş. Hatta kesmiş iki tane. Sonra vazgeçip bezelye yapmış. Đçeri girdiğimde ve o kokuyu duyduğumda neredeyse ağlayacaktım. O gün nedense…” “Anlıyorum Kenan Bey. Şu olmalı.” Elimdeki

hiçbir

fotoğrafta

bulamadığım

bir

derinlikten

bakmaktaydım geçmişe. On yaşındaki Kenan masada oturmuştu. Önündeki bezelye tabağı boştu. Yüzü gülüyordu. Halamı profilden görüyordum. Sol yanımda ayakta duruyordu. Yüzünün çevrik olduğu yerde kendi boyunda iki şeffaf yaratık durmaktaydı. Kaşları, gözleri, yüz hatları falan mevcut değildi, ama insan suretliydiler. Halamın çocukluğunun yarısı Đstanbul’da,

20


Sadık Yemni

yarısı Eskişehir’de geçmişti. Đstanbul’da tanıştığı görünmez arkadaşları, ışık insanlar; Eskişehir’e kadar onunla gelmiş, yerleşmiş ve bir koloni kurmuşlardı. Birçoğuyla buluğ çağıma dek ben de oynadım. Hiç yaşlanmadılar. Uzun zamandır seslerini duymuyor, yaptıkları küçük şakaları hissetmiyor, geceleri kalkıp onlarla anne ve babamdan gizlice oynamıyordum. Halamın ölümünden sonra yine seslerini duyar gibi olmaktaydım. Đşin garibi onları çoktan unutmuştum. Güncel hayatın, ailemin, bankanın içinde spritüel kimliğimi kaybetmiştim. Ama ölümün şokuyla silkinip hepsini tekrar hatırlar olmuştum. Dokuz aylık oğlum da bazen sağımdaki solumdaki boşluğa bakıp gülümsediğinde, odasında biz yokken uyanıp kendi başına kahkahalar

atıp

oynadığında

yakınımda

olduklarını

hissediyordum.

Gözlerim dolmuştu. Uyanıp bütün bunların rüya olduğunu anlamaktan korkuyordum. “Bunu nasıl..?” dedim. “Nereden buluyorsunuz bu fotoğrafları?” “Tek bir fotoğraf satın alabilirsiniz. Buna talip misiniz?” “Evet.” “On lira.” Cüzdanımı çıkartıp onluk bir banknotu adama uzattım. Parayı alıp pantolonunun cebine tıktı. “Bu sahne belleğinizde canlı duracak,” dedi. “Aşağı yukarı altı ay kadar. Sonra yavaştan yapı bozum başlayacak. Bu süreç uzun sürer merak etmeyin. Şu anki netlik biraz kaybolur, ama son nefesinize kadar baki kalacak bir alım gerçekleştirdiniz.” “Nereden buluyorsunuz bunları? O şeffaf varlıklar? Halamın ışıktan dostlarıydı.”

21


K2rik ve Gece

“Ata ruhları der bazılarınız. Çevrenizde kıpır kıpırdırlar.” “Peki bütün bu görüntüleri nasıl temin ediyorsunuz” “Size bir izah borçluyum. Ben bu gerçekliğe çok benzeyen komşu bir evrenden geliyorum. Genetik açıdan pek yabancınız sayılmam, ama kendimizin gerçekleştirdiği değişimler nedeniyle aramızdaki makas epey açıldı. Şöyle izah edeyim: Yan yana duran yüzlerce tünel hayal edin. Ben üç yüzdeyim. Siz birde. Buralarda zaman değişik hızla akıyor. Biz sizden iki yüz yıl kadar ilerideyiz. Size komşu ikinci tüneldekiler bir-iki ay ilerinizi yaşıyorlar. Ben ikinci tünele geçip 1902 ile 2010 yılı arasındaki her ana ve yere gidebilecek bir teknolojiye sahibim. Buraya kadar açık mı?” “Ama görünüşünüz pek şey değil.” “Tebdil-i suret Kenan Bey. Bizim artık tek ve sabit bir görünüşümüz kalmadı. Değişken bir yumağız.” Kandırıldığım hissine sahip değildim. Muhatabım doğru söylüyordu. Bu arada, sabah akşam bir şeyleri hizaya sokan aklım bir noktayı yakalamıştı. “Neden bizim tünelden değil de komşudan alıyorsunuz bu malzemeyi?” “Fizikî zorunluluk. Sizin tüneldeki geçmişten alınan bir malzemeyi yine size sunmak mümkün, ama çok enerji gerektiren bir iş. Masraflı yani. Bu nedenle en yakındakini tercih ediyorum.” Kredi isteyenlere sorduğumuz ilk soruyu düşündüm ve ona yönelttim: “Peki bunu niçin yapıyorsunuz?” “Ben bir girişimciyim.” “Kendi dünyanızda bizim onlukların geçeceğini sanmıyorum.”

22


Sadık Yemni

Adam gülümsedi. “Öyle tabii. Gelirimi üzerine rakamlar basılı kâğıtlardan değil, izlenen fotoğraflardan temin ediyorum.” “Nasıl yani?” “Komşu gerçekliğe ait malzeme sizler tarafından izlenince kıvam değiştiriyor. Değerleri artıyor. Geleceğin kıymetli antikaları oluyor. Ben bunları depoluyorum. Siz gözleyince malzeme bir çeşit anlam derinliği kazanıyor.” Söylediklerini kavramakta zorlanmaya başlamıştım. Adam bunu sezmiş olmalıydı. Sağ eliyle karşı duvarı işaret etti: “Resme dikkatli bakın. Bir şeyler farklı mı?” Birden az önce bilinçsizce fark ettiğim bir noktayı keşfedince hayretten dona kaldım. Belleğimde iyice eprimiş bir sahne olmasına rağmen bir şeyi ayırt etmiştim. Okul üniformamın yakasında beyaz bir kurdele vardı. Yirmi beş yıl önce bazı okullarda, çalışkan öğrencilere kurdele takılırdı. Ben iyi bir öğrenciydim, ama hiçbir zaman kurdele takmamıştım. Bitirdiğim ilkokulda böyle bir adet yoktu. “Kurdele,” dedim. “Mesela?” “Başka bir fark göremiyorum.” “Eski bir anı bu. Çok normal. Gülümsemeniz de farklı. Burada kendi dünyanızdakinden çok daha içten, esrikçe bir hazla gülümsemektesiniz. Bu gülümseme siz izledikten sonra iyice değerlendi. Bir iç içe geçmişlik, yavaş çekimli, sırlı bir devinim kazandı. Dünya zamanıyla iki yüz dokuz yıl sonra bayağı kâr getiren bir sahne olacak. Bizim dünyamız çok değişti. Eskiye özlem var haliyle. Bu tür malzemelere talep giderek artıyor.”

23


K2rik ve Gece

Bir sessizlik anı oluşunca içimi çekerek bezelye yiyen çocuğa, halama, o şeffaf şeylere baktım. Ayrılma zamanının yakın olduğunu sezmekteydim. Adam elini uzatınca otomatik olarak aynısını yaptım. Derisi, dokunuşu bilinen insan eli gibiydi. “Nasıl diyorsunuz halk dilinde… hakkınızı helal ediyor musunuz? Sizden bir şey aldım ve bir şey verdim.” Başımla onayladım. “Bir şey daha soracağım. Her şeyi açıkça anlattınız. Yakalanmaktan korkmuyor musunuz?” Adam ona yakışan bir şekilde gülümsedi yine. Đri kahverengi gözleri neşeyle yanmaktaydı. “Masalvari ya da aşırı dünyevi yapılan bilimkurgu filmlerinin etkisindesiniz,” dedi. “Her zihni bir gemi kabul etsek, her istekli için ayrı bir liman mevcut.” Minareyi çalan kılıfını hazırlardı. Elde tek bir kanıt bile mevcut değildi. Tansonu Đş Hanı’nın üçüncü katında yan yana duran kim bilir kaç liman vardı. “Tekrar gelmek mümkün mü?” “Maalesef. Polaroid bir fotoğraf gibi. Tek kullanımlık bir hat söz konusu.” “Ne yapalım... Đyi günler.” “Hoşça kalın.” Kapıya doğru yürüdüm. Eşikte durup arkama baktım. Karşı duvardaki görüntü silinmişti. Adını sormayı ancak şimdi akıl ettiğim adam bıraktığım yerde duruyordu. Kapıyı açıp dışarı çıktım. Hol hatırladığım

24


Sadık Yemni

gibiydi. Tekrar sıcağı ve tozu hissetmeye başlamıştım. Asansöre doğru giderken şişmanca bir kadının dışarı çıktığını gördüm. “On liraya eski fotoğraflar,” dedi. “Eski fotoğrafçı. Bu kat mı?” Alacalı bulacalı bir kumaştan şalvarımsı bir pantolon giymiş, takmış takıştırmıştı. Yüzünde iki milimetre kalınlığında fondöten mevcuttu. Esmer tenine iyi giden siklamen rengi ruj sürmüştü. Kırk ortalarında falan olmalıydı. Kilosuna rağmen sıcaktan rahatsız bir hali yoktu. “Bu kat. Mavi kapı.” Kadının ela gözleri; ciddi pantolonumu, gömleğimi, saç tıraşımı ve bunlara uygun yüz ifademi hızla süzüp beni kategorize etti. “Reklamda denen şeyler doğru mu? Pul kadar bir şeydi. Tesadüfen gördüm. Milyarlarca fotoğraf. Arşivleri o kadar büyük mü gerçekten?” Yüzünde ağzımdan çıkacak söze göre hareket edeceğini belli eden bir ifade belirmişti. “Tek kelimeyle muhteşem,” deyip iki yüz dokuz yıl sonra çok kıymetlenecek olan gülüşüme benzediğini sandığım bir ağız hali takındım. Kadının gözlerinin içi gülmüştü. “Tahmin etmiştim,” dedi. “Đyi günler.” “Đyi günler,” deyip asansörün kapısını araladım. Eve gidince burada olup bitenlerden tek kelime bile etmeyecektim. Karım beni iyi tanırdı. Çok ısrarla yinelesem söylediklerimin her kelimesine inanırdı. Ama bu sırrı kendime saklayacaktım. Belki oğlum on beş yaşına geldiğinde ikisine birden anlatırdım. Uçsuz bucaksız zaman tünellerinden birinde kıpırtısız duran bir kompartıman kiralamıştım. On liraya üstelik.

25


K2rik ve Gece

Dışarıdaki günlük hayat denen yere varınca biraz durup, debelenen kalabalığı seyrettim. Đnsanlar üçüncü kattaki muhteşem şeyden bihaber koşuşturmaktaydılar. Güneş gökyüzünde iyice dik konuma geldiği için sıcak artmıştı. Ensemde boza piştiğini hissederek, arabamı park ettiğim yere doğru yürüdüm. Siyah bir Opel geriye çıkışımı çok zorlaştıracak bir şekilde tam dibime park etmişti. Sahibini görmek için beyhude yere etrafa bakındım. Dilimin ucunda galiz bir küfür şekillenirken, aniden kafamda bir şimşek çaktı. Şu anki esrikliğim, aşkın ruh düzeyim, hayatımı kökünden değiştirme arzumun şiddeti altı ay bile sürmeyecek, eski düzenimin çarkında çakılı kalmaya devam edecektim. Hayat böyle bir şeydi. Devinim merkezine yakın duranları taze kavrulmuş kahve çekirdeği gibi öğütürdü. Pul kadar bir şeydi. Tesadüfen gördüm. Arabamın kapısını açarken aklım bir kez daha vites büyülttü. Öte Yer Fotoğrafçısı’nın reklamını internette sörf yaparken bulmuştum. O şişman kadın büyük bir ihtimalle gazetede görmüştü. Reklamın rüyalar da dâhil her yerde, soluk aldığımız havada bile bulunduğunu düşündüm. Herkes biliyordu o halde. Herkes. Kimse ayrıcalıklı değildi. Herkesin geçmişinde böyle bir anı kompartımanı, bazen çok acımasız, bunaltıcı, tekdüze ve dayanılmaz olan hayata katlanmasını sağlayacak kıymetli bir tebessümü vardı.

Temmuz 2009 – Çeşme

26


ÜÇÜNCÜ ÖYKÜ BİRİNCİ REKLAMEŞ CİNAYETİ “Şimdi aklıma geldi birden. Bu öğle üzeri Altusa marka kazakları gördüm. Nişantaşı’nda. Fiyatı yüzde yirmi beş indirmişler. Az kalsın alacaktım, ama önce sorayım dedim. Sarı istiyordun değil mi?” Ahmet Ertuna’nın soğan doğrayan hareketli eli durakladı ve dönüp Nermin’e baktı. Kadın içeri yeni girmişti. Çok yürümüştü yine besbelli. Çünkü ayakkabılarını çıkarınca terlik giymemişti. Birazdan ayaklarını soğuk su dolu leğene koyacak ve saatlerce sokaklarda gezmesiyle ilgili tek bir kelime etmeyecekti. Bu arada telefonla üç-beş arkadaşına ayrıntılı alışveriş raporları sunacağından Ahmet zaten bütün dökümü çeşitli nüshalar halinde dinleyecekti. Aylin nüshası, Meliha nüshası, Fatma nüshası. Her arkadaşına aynı mamul üzerine bile olsa farklı bilgiler sunacaktı. Nermin’in yeni numarasıydı bu. Tek değildi. Altı ay içinde bir irili ufaklı numaralar paketi açmış ve kendince bir usullükle tedavüle sokmuştu birer birer. “Sarıydı evet.” Karısı buzdolabını açmış içine bakmaktaydı. Üç aylık hamileydi. Bir oğulları olacaktı. Üzerinde kendine çok yakışan petrol mavisi eteği ve beyaz gömlek vardı. Bakımlı kumral saçları omuzlarını okşamaktaydı. Hoş


K2rik ve Gece

kadındı Nermin. Hamilelik yakışmıştı. Büyük teyzesinden kalan miras sayesinde burun ve çene ameliyatı yaptırarak görünümünü olumlu anlamda yenilemişti. Bakışları karşılaşınca kadının kırışan alnı düzeldi, şaşkın yüz ifadesini ani bir gülümsemeyle adeta sildi. Gözlerinde 10 vatlık standart fettanlık yandı söndü. Ardından gülümsemesi diğer yana kaydı. Sıradan bir ‘her şey yolunda’ gülümsemesi şeklinde asıldı kaldı. Kapatmak üzere olduğu buzdolabı kapağını tekrar açtı. Bunu gözlerini saklamak için yapmıştı. Çünkü iki gün sonra üçüncü evlilik yıldönümünü kutlayacağı biricik kocacığının yüzündeki ifadeyi hiç beğenmemişti. O meşum ifadenin anlamını bir görüşte çözmesinin çok hatalı olacağını kestirecek kadar zekiydi. “Her şeyi biliyorum.” “Ne dedin şekerim?” “Hamilesin. Đnsan çocuğunu düşünür be!” Kadın ona doğru döndüğünde Ahmet elindeki bıçağı olanca gücüyle kadının göğsüne sapladı. Sivri uçlu bıçak neredeyse sapına kadar gömülmüştü ete. Kadının gömleğinin sol göğüs tarafı kanla lekelenirken yüzüne şaşkınlık ve acıyla baktı. Yeşil gözleri elem doluydu. “Nereden… Bir hataydı. Hata… Hapları içmedim. Çocuğumuz… Đçseydim bir şeyi… Hiçbir şeyi fark etmeyecektin. Yakında mod… Moda olacak Ahmet. Anlıyor musun?“

28


Sadık Yemni

Kadın yere yığılınca Ahmet bir-iki adım geriledi. Bir yanı, ‘Hemen ambulans çağır!’ diyordu. Bu sesi mutfakta bırakmak istercesine oturma odasına gitti. Karısı ölmek üzereydi. Kimse yardım edemezdi artık. Oturma odasında duran fincanın yarısı kahve doluydu. Ahmet soğuk kahve severdi. Bir yudum aldı. Nabzı normale dönmüştü. Sağ eline baktı. Tek bir damla kan bulaşmamıştı. Kadın için çok üzülmekteydi. Nermin’i severek evlenmişti. Hâlâ da öyleydi, ama bu en yeni formatıyla çocuğunu doğurmasına izin veremezdi. Bütün şüpheli kanıtlar her saniye gözünün önünde olduğundan ilk belirgin hatadan hareketle bütün portreyi çözmesi kısa sürmüştü. Đki günlük bir araştırma yetip de artmıştı. Karısı bir reklameş yaratığıydı. Reklameş resmi araştırma ve istatistiklere göre mevcut olmayan bir durumdu. Bu çok normaldi. Çünkü azami etkinlik için bu yanın sır kalması gerekmekteydi. Ahmet son kriz sırasında işten atılana kadar bilgisayar programcısıydı. Şimdi bir arkadaşının şirketinde pazarlamacı olarak çalışmaktaydı. Hem pazarı, hem de programlama denen şeyi tanımaktaydı. Elinde sayısız done vardı, ama insanın en yakınına böyle bir hali yakıştırması kolay değildi. Nermin ilk kez üç gün önce çok açık bir hata sergilemişti. Altusa marka kazak bahsiydi. Böyle bir kazak alması için üç-beş kez ısrar ettikten sonra, “Boş ver şu sıralar çok pahalıya satıyorlar. Yakında indirime giderler.” demişti. Bu söz çok normaldi, ama kadın bunu altı saat içinde yedi kez yinelediğinin farkında değildi. Ahmet bir ayrıntı sapığıydı. Ayrıntı işleyen yanı karısıyla ilgili her türlü anomaliyi dosyalamaktaydı zaten. Tek yaptığı karısının gizli kayıtlarını

29


K2rik ve Gece

araştırmak olmuştu. Bunun yanı sıra arkadaşlarına verdiği alışveriş raporları vardı. Karısı her gün Đstanbul’un çeşitli semtlerinde beş-altı saat yol tepiyordu. Bol bol vitrin görmesi ve karşılaştığı kadınlara listesindeki mamulleri övmesi gerekmekteydi. Ayda iki bin yüz lira kazandırıyor dediği anket işi paravanaydı. Hiçbir anketöre uzun süreli bu kadar ücret verilmezdi. Anket manket yoktu. Nermin beynine çip yerleştirilmiş iki ayaklı bir reklam programıydı. Nefes alıp veren, gülen, ağlayan, sevişen, insanı ikna eden, daha da kötüsü çocuk doğuran bir organik reklam ünitesiydi. Ahmet’in eski hacker arkadaşları istediği bilgilerin hızlı temininde bayağı etkin rol oynamışlardı. Reklameş skandalları çeşitliydi. Đlki üç yıl önce Đsviçre’de, ikincisi Londra’da patlamıştı. Bunlar küçük ve etkisi sınırlı patlamalardı. Geçen yılki New York skandalı fena patlamıştı. Bahis konusu olan tanınmış bir senatörün kızıydı. Satılmış medya bütün gücüne rağmen örtbas edebilmeyi başaramayınca manipülasyonla halkın bilgilendirilmesini engellemeye çabalamıştı. Bütün internet blokajlarına rağmen yeterince bilgi sızmıştı dışarıya. Çoğu genç, konuşkan ve kadın olan kimseler reklameş olmak için teklif almaktaydılar. Çok güçlü bir propaganda söz konusuydu. Yirmi yıl içinde dünya nüfusunun onda birinin reklameş olacağı öngörülmekteydi. Bu piramit şeklinde bir yapılanmaydı. Đlk grubun sayısı az, puanı yüksek olacaktı. Geç kalanlar daha sonra daha alt düzeyde yer alacak ve düşük puanla çalışacaklardı. Şu

anda

Đstanbul’da

üç

yüz

kadar

reklameş

bulunduğu

sanılmaktaydı. Bunlar piramidin en üst katında yer alanlardı. Sayı bini geçince ikinci kat başlayacaktı. Karısı altı ay önce büyük bir sevinçle eve

30


Sadık Yemni

gelmiş ve ölen büyük teyzesinden 690.000 TL kaldığını müjdelemişti. Bütün kâğıt işlemleri kılıfına uydurulmuştu. Ahmet Meral Tor adlı kadının cenazesinde bulunmuş, defin ruhsatını ve noterin karısına imzalattığı belgeleri gözüyle görmüştü. Şüphelenmesi için hiçbir neden yoktu. Şimdi Meral Tor’un mütevazı emekli aylığını yaşlılar evine verip orada barınan biri olduğunu biliyordu. Karısı onu tanıdığından bu yana kadından neredeyse hiç söz etmemişti ve birden mirasa konmuştu. Telefonda arkadaşlarıyla yeni mamuller üzerine saatlerce konuşup bağımsız bütçeli filmler hakkında tek bir kelime etmeyen film akademisi mezunu Nermin Hanım için çok filmatik bir mucizeydi. Kimse banka hesabındaki fazlalıktan şikâyet etmezdi. Ahmet hiç şüphelenmemişti. Mali durumları o sıralarda biraz sallantıdaydı. Ansızın gelen para nedeniyle sevinçten havalara uçmuştu. Nermin’in annesi kimseyle ilişki kurmayan, adresini bile bilmediği, en az on yıldır görmediği büyük ablasının bu kadar parası olmasına ve bunu bütün ömründe beş on kez gördüğü birine bırakmasına şaşmıştı. Ama kadın kendine kalan 31.000 lirayı memnuniyetle langırt köy sandığı yapmış ve işi fazla kurcalamamıştı. Ahmet şimdi yetmiş bir yaşında ölen kadının ölümünün hızlandırıldığını düşünmekteydi. Dün Kurtuluş’taki yaşlılar evindeki müdürle konuşurken bu kanısı çok güçlenmişti. Kadının tiroit yetmezliği, ara sıra gelen çarpıntılar cinsinden birkaç rahatsızlığı vardı ve bunlar kontrol altındaydılar. Sonra ölümünden

iki

hafta

kadar

önce

kadın

birden

kötülemiş

ve

kurtarılamamıştı. Kalp krizi denmekteydi. Cinayetti düpedüz. Bayan Nermin Keskin Ertuna’nın kazancını belgelemek için yaşlı kadını öbür dünyaya yollamışlardı.

31


K2rik ve Gece

Kadına estetik ameliyatı sırasında çip yerleştirilmişti. Karısında bir nebze insanlık kalmıştı. Yoksa Ahmet’in dönen dümenleri fark etmesi yirmi yıl sürebilirdi. Bir reklameşin bu kadar uzun kullanım tarihi olduğunu sanmıyordu. Çip beyni etkiliyordu. Đlk testler üzerine bir sürü yazı okumuştu. Erken bunama, alzaymır, felç gibi yan tesirleri vardı. Ahmet divana yaslanarak gözlerini yumdu. Son birkaç gün neredeyse hiç uyumamıştı. Đnsanın her şeyini paylaştığı birinin ona belli mamulleri alması için sabah akşam örgütlü baskı yaptığını saptaması çok berbat bir şeydi. Sevişirlerken insanın karısının ‘bu koku sana çok yakışıyor’, ‘falanca marka külot çok seksi gösteriyor’ diye fısıldamasının sıradan bir reklam programına dönüşmesi bir felaketti. Yemek yenecek restoran, piknik yapılacak özel kamp, yolda durulacak benzin istasyonu, seyredilecek filmler, çocuk odası eşyaları, gereksiz vitaminler, kolesterol düşürücüler. En kötüsü bunlara ortalama uyulduğunda takınılan memnun gülümseme. Mutlu kadının erkeğine verdiği pozitif ışımayla taltif. Kadının kendi ve onun ebeveynlerine, yakın arkadaşlarına yirmi dört saat boyunca beynindeki çip doğrultusunda yayın yaptığının bulgulanması acayip moral çökertici bir durumdu. Her şey normal gitseydi ve bir çocuk doğurabilseydi, oğulları doğumundan itibaren bir firmalar sultasının komutuna uygun bir hayat sürecekti. Bu kuşaklara çip mip yerleştirmeye gerek de kalmayacaktı belki de. Karısının bozulmadan kalan insan yanı sayesinde bu durumu fark etmişti. Beyne yerleştirilen çipin iyi çalışabilmesi için muntazaman hap kullanmak gerekmekteydi. Karısı bir yerde bu tür hapların çocuklarda zekâ geriliğine, disleksiye falan neden olduğunu keşfetmişti. Ahmet bunu

32


Sadık Yemni

bilgisayarının hard diskinden sildiği bilgileri geri çağırarak keşfetmişti. Hapları aksatınca rolünde defolar başlamıştı. Bu sayede Ahmet beyninde birbirinden ayrı ayrı duran şüphe boncuklarını bir araya getirebilmişti. Karısına ödül hızlı ve acısız bir ölümdü. Mahkemeye verse rezil olması bir yana, hapislerde sürünmesi işten değildi yoksa. Çok rol kesmişti. Bir daha kimsenin yüzüne bakamazdı. Foyasının ortaya çıkmasını istemeyen şirket ne yapardı? Bu da bir başka yanıydı işin. Avukat arkadaşına telefon etmeliydi. Ardından da polise. Elinde çok sağlam deliller vardı. Karısının reklameşliğini kanıtlaması zor olmayacaktı. Yaşlı teyzenin mezardan çıkartılacak cesedi de pek çok şeyler anlatacaktı kuşkusuz. Nermin’in annesi ve babasıyla karşılaşacağı anları hayal ederek içini çekti. Ortak dostları, yakınları mahkeme sonuçlanana kadar hakkında kim bilir ne düşüneceklerdi. Gözlerini açtı ve sehpanın üzerindeki telefona uzandı. Tam o sırada cep telefonu çalmaya başladı. Baktı. Özel numaraydı. Düğmeye bastı. “Ahmet Bey merhaba.” Hiçbir yerden tanımadığı ses evin içinden geliyormuş gibi bir duyguya kapılmıştı. Kendisinin izin vermediği bir samimiyet tonuna sahipti. “Kimsiniz?” “Adım önemli değil. Bir sorununuz var sanırım.” Ahmet iyice dirilmişti. Karısının patronuyla konuştuğunu anlamıştı hemen. “Mutfak kirlenmiş biraz. Yardıma ihtiyacınız var.” Ahmet ayağa kalkarak gidip sokak kapısını kontrol etti. Ev boştu ve kapı arkadan sürgülüydü.

33


K2rik ve Gece

“Temizlikçi bir firmayı aramamızı ister misiniz? Onlar her türlü lekeyi çıkartmayı iyi bilirler.” Evin içine gizli kameralar gizledikleri çok açıktı. Yoksa mutfaktaki cesedi nasıl bilebilirlerdi. “Neden bana yardım etmek istiyorsunuz?” “Bazı şeylerin bilinmemesi iki taraf için de iyi değil mi?” “Sonra ne olacak peki?” “Karınız bir iş gezisine çıkacak. Bir elim kaza. Üzgün ve gamlı kocanın gazetelerin iç sayfalarındaki yüzü. Sonra hayata kaldığı yerden devam. Nermin Hanım’ın hayat sigortasının yürek ısıtıcı gölgesinde tabii ki.” Ahmet bu çözümü isteyen yanının gücüne şaşarak, “Artık çok geç,” dedi. “Hiçbir zaman geç değil derler. Biraz düşünün.” “Bitti dedim ya. Her şey…” Ahmet telefonu kapattı ve mutfağa gitti. Karısının göğsü kan içindeki cesedi iradesine umduğu darbeyi indirdi. Kafasında, ‘Sigortayı alsana ahmak,’ diyen sese aldırmadan avukat arkadaşını aradı. Arkadaşı bir tanıdığıyla birlikte yarım saat içinde eve geldi. Ahmet elindeki bütün delilleri, tuttuğu dosyayı adama verdi. Sonra gelen polislere teslim oldu. Uluslararası medyanın çok ilgi gösterdiği bir dava oldu. Bir gazete ‘Đstanbul’da Birinci Reklameş Cinayeti’ başlığını atmıştı. Bu çok popüler oldu. Birçok ülke medyası nedense cümleden Đstanbul’u silerek yayınladılar. Durumu dünya çapında bir birincilik gibi göstermekteydiler. Meral Tor’un cesedine yapılan otopside kalp krizi yaratan bir alkoloid saptadı. Nermin

34


Sadık Yemni

Hanım’ın beyninde de bir çip vardı gerçekten. Hepsi buydu. Ne Meral Hanım’ın katili, ne de çipi yerleştiren firma saptanabildi. Mahkeme Ahmet Ertuna’ya bir buçuk yıl hapis cezası verdi. Bir yıl sonra serbest bir adamdı yeniden. Hapisten çıktıktan sekiz ay kadar sonra Ahmet Ertuna güpegündüz kaldırıma çıkan bir otomobil tarafından çiğnendi ve olay yerinde öldü. Araba bulundu, ama firari şoför yakalanamadı. Eğer Ahmet Bey altı gün daha yaşasaydı onun hikâyesinden hareketle yapılmış filmin galasına katılabilecekti. Onun yerine en yakın dostlarından ikisi gittiler. Birinci Reklameş Cinayeti adlı filme rağbet müthişti. Ahmet Ertuna tarihe geçmişti. Reklameş firmaları çok memnundular. Piramidin en üstünde yer almak isteyen genç, zeki ve sıhhatli, çoğu kadın bir sürü yeni evli kimse onlarla ilişkiye geçmek için çırpınmaktaydı. Bir illegal internet sitesinde filmi bu firmaların finanse ettiği ve dağıttığı haberi bu ilgiyi artıran reklam etkinliklerinden sadece biriydi. Maktule Nermin Hanım son sözlerinde haklıydı. Reklameşlik moda olma yolundaydı.

Nisan 2009

35


DÖRDÜNCÜ ÖYKÜ CEPCEPNİLER Çifte delik (Double Slits) deneyi kadar kuantum tekinsizliğini açığa vuran ve paralel evrenlerin varlığını belli eden başka bir örnek mevcut değildir. Fred Alan Wolf Parallel Universes The search for other worlds

“Babaanne sen ölüyor musun?” Neriman altı yaşındaki torunu Arzu’ya sevgi ve özlemle bakarak gülümsedi. “Daha atmış üç yaşındayım, ama ruh kabım eskiyiverdi.” “Kap eskiyince ölünür mü hep?” “Şu ana kadar daima öyle olageldi kızım. Sen benim yaşıma geldiğinde daha genç duracak ve inşallah çok çok daha uzun yaşayacaksın.”


Sadık Yemni

Beyaz elbise giymiş çıplak ayaklı kız kadının sağ elini tuttu. “Öldükten sonra seni bir daha hiç göremeyeceğim değil mi?” Kadın küçük kızın gözlerindeki elem nedeniyle içi titreyerek, “Rüyalar ve...” dedi. “Ve de... “Ama babaanne… Rüyalar yetmez ki.” Neriman uzun zamandır aklında olan, bu sabahtan beri neredeyse elle tutulurluk kazanmış fikrin çekimini yeniden bütün gücüyle hissetti. Torunun gözleri dolmuştu. Ağlamak üzereydi. “Arzu bak sana bir şey diyeceğim. Hatırlıyor musun, üç yıl önce falandı. Seninle beraber deniz kenarında gezinmekteydik. Eski Foça’da. Kocaman

pırıl

pırıl

bir

taş

bulmuştuk.

Alacalı

bulacalı

renkliydi.

Diğerlerinden çok başkaydı.” Küçük kızın gözleri hevesle parladı. “O taş. Kaybolan taş.” “Evet. Nasıl kaybolmuştu?” “Düşmüştü. Benim elimden. Sonra bulamadık.” “Nereye düşmüştü?” “Yere. Ayaklarımızın dibine. Kumların üstüne.” “Niye bulamadık sence?” Arzu düşünürken alnı hafifçe kırışmıştı. “Yok olmuştu. ‘Şeytan aldı götürdü, bulamadan getirdi’ demiştik. Yer yarılıp içine girmişti, değil mi babaanne?” Neriman içinde güçlenen umut ışığını kaybetmekten korkarak başını salladı. “Baban sana bir oyuncak ev almıştı. basmıştın.”

37

Geçen yıl. Beş yaşına


K2rik ve Gece

“Çok seviyorum o evi hâlâ. Đçinde her şey var. Sadece dizi film yok. Bir de okul yok.” “Bir gün senle oynarken bir şey kaybolmuştu.” “Evet. Sarı halı. Oturma odasının halısı.” “Küçük evin bütün eşyalarını yeni yerleştirmiştik. Bakıyorduk, vardı. Sonra gözümüzü kapattık açtık, yoktu. Her yeri aradık, yine yoktu.” Küçük kızın kaybolan nesneleri gözlerinde kaybolan nesneleri düşünmekten ötürü dalgın bir bakış belirmişti. Neriman bu bakışı iyi tanıyordu. Gizemi hissediyor, ama henüz buna şaşma aşamasını yeterince güçlü yaşamıyordu. Uçan halılı, sihirli lambalı, cinli, perili, mutantlı, X-Men’li çizgi filmler izlediği çağdaydı. “Peki bodrumda ne kaybolmuştu bu kış?” “Ütü. Eski ütü. Kablosu şeyliydi.” “Kırçıllı.” “Ondan işte, çok korkardım. Büyük bir tırtıl gibiydi. Babaanne o kaybolan şeyler nereye gidiyorlar?” Neriman’ın da en çok merak ettiği soruydu bu. Đçinde büyüyen yabanıl enerjinin gücünü hayra yormaya devam ederek, “Başka neler kaybolmuştu?” dedi. “Neleri hatırlıyorsun?” Kız birkaç saniye düşündü. “Anahtar, musluk şeyi, annemin kırmızı şalı ve de...” “Elma koçanı, bahçedeki günebakanlardan en uzunu.” Kızın yüzünde ilk şaşkınlık ifadesi belirmişti. “Bu kaybolan şeyler nereye gidiyorlar babaanne?”

38


Sadık Yemni

Đnşallahvaristan’a diye düşünen kadın içini çekerek, “Şimdi sana bir şey daha soracağım, ama çok iyi düşün cevap vermeden önce,” dedi. “Tamam mı?” Arzu sırrın çekiminde hevesle başını salladı. “Bu tür şeyler, kaybolmalar, hiç sen yalnızken ya da başkalarıyla beraberken oldu mu?” Kız uzun uzun düşündü. Bir kez, ‘Evet şu olmuştu,’ diyecek gibi bir mimik yaptı, ama arkasını getirmedi. “Hatırlamıyorum. Annemle, babamla ya da arkadaşlarımla böyle şeyler olmuyor. Hiç olmuyor. Kaybolan şeyleri geriye buluyoruz.” Daha önce de üzerine konuştukları bir konu olduğu için kızın aklının içindeki gezintisi kısa sürmüştü.“ “Bu şeyleri kim alıyor? Cepcepniler mi?” Cepcepniler, Neriman’ın uydurduğu küçük yaratıklardı. Şirinler’den bile küçük, ama karınca kadar güçlüydüler. Bunlar bu dünyadan tırtıkladıkları irili ufaklı şeyleri kendi dünyalarında depolarlardı. Çocuk iki yaşından beri onun bu doğaçlamayla uydurduğu masallarla büyümüştü. Şimdi Neriman ölmek üzereydi ve kendince çok önemli bir şey için Cepcepnilere’e acil gereksinimi vardı. Neriman başıyla olumlayınca kız bilmiş bilmiş gülümsedi. “Bu şeyleri nereye koyuyorlar peki. Yeraltında değil. Gökte değil. Suda değil. Ve burnumuzun ucu kadar yakın.” Neriman’ın onlarca defa yinelediği bir şeydi bu. Burnunun ucu kadar yakın, ama dokunulamayan yer. Neriman iki yıl önce emekli olana dek otuz dokuz yıl liselerde tarih öğretmenlik yapmıştı. Aklı fiziğe çok ermezdi, ama garip bir şekilde sırra kadem basan nesnelerin sayısının çokluğu nedeniyle

39


K2rik ve Gece

kafasında bir model geliştirmişti. Cepcepni adını verdiği şeyler her neyse gerçekten vardılar ve sadece irili ufaklı nesneleri değil, düşüncelerinden, rüyalarından, kısacası belleğindeki çeyiz sandığından da apartmalar yapmaktaydı. Đki kişinin gözünün önünde yiten giden bir şey bellek delikleriyle izah edilemezdi. Bunama bile toptan taşınma demek olabilirdi pekâlâ. “Cepcepniler bu şeyleri neden geri vermiyorlar babaanne? Hırsız mı onlar?” “Tam değil. Bu şeyleri, nesneleri depolara koyuyorlar.” “Niçin?” “Yeni bir dünya kurmak için. Belki yani.” “Bu dünya nerede peki?” Küçük kız bunu derken sol elinin işaret parmağıyla burnunun ucuna dokunmuştu. Neriman umut soluyordu yeniden. Đnce bağırsak kanseriydi. Đki kez ameliyat geçirmişti. Şu anda metastaz vardı. Doktor açıkça söylememişti, kendi bu hastalıktan ölen tanıdıklarından iyi bilmekteydi. Dört-beş haftalık ömrü kalmıştı. Yirmi altı yıllık kocası Remzi bir sabah bu yatakta uyanamamıştı. Sabaha karşı kalbi duruvermişti çünkü. Adamın yarı aralık gözleriyle tavana bakışı belleğine kazınmıştı. Aradan geçen on üç yıla rağmen bütün berraklığıyla gözünün önündeydi. Şimdi sıra ondaydı. Đki günde dört kez 250 miligram morfin alarak acıya dayanabilmekteydi. Neriman bugünün ilk morfin tabletini içmemişti. Aklının iyice başında olması gerekmekteydi. Vücudunun karın boşluğunda binlerce karınca yürüyormuş gibi bir duygu hissetmekteydi, ama değerdi. Balina karnı büyüklüğünde bir umudu vardı.

40


Sadık Yemni

“Sana ilk kez iki ayna arasında kaç tane Arzu’nun olduğunu gösterdiğimi hatırla. En son iki ay kadar önce yaptık. Küçücük bir yerde ne çok Arzu ve babaanne vardı değil mi?” Kız başını salladı. Gözleri yine dalmıştı. Aklı gizemin büyüklüğünü yeterince deşifre edemiyordu, ama derinlik başını döndürmekteydi. Sonsuzluğun tadını çok sevdiği vişneli dondurma gibi zihninin damağında hissediyordu. “Öyle bir yer işte.” Neriman torunuyla birlikte yaşadığı kaybolma vakalarını çocukken Đhsan adlı ilkokul arkadaşıyla da yaşamıştı. Bilyeler, mendiller, kurutulmuş çiçekler, hatta eski bir şeyin üzerindeki pas tabakası bile kaybolur giderdi. Đhsan’ın ailesi ilkokul sonrasında başka bir şehre taşınınca sırra kadem basma vakaları sonlanmıştı. Yıllar sonra torunuyla aynı durum tekrar başlayınca kadın Đhsan’la yaşadığı şeylerin bir çocuk muhayyilesinin ürünü olmadığını anlamıştı. Neydi peki? Yıllar önce seyrettiği Paralel Evrenler adlı bir belgesel aradığı cevaba avaz olmuştu. Eğer böyle bir şey gerçekten varsa... Đki evrende de birer Neriman varsa yani… Belki her şey tıpa tıp buradaki gibi olmayabilirdi. Kusursuz bir tıpatıplığı bozuyorlardı Cepcepniler. Bir şeyleri bir yerden diğerine geçiriyorlardı. Böyle bir trafik varsa, o zaman bir umut da vardı. Neriman belki de kullandığı morfinin etkisiyle Nil’e düşenin timsaha sarılması gibi sarılmıştı bu fikre, ama denemekle ne kaybederdi? “Bak Arzu, şimdi senden bir şey isteyeceğim. Beni çok iyi dinle. Bu gece

yatağa

gittiğinde

uyumadan

isteyeceksin.”

41

önce

Cepcepniler’den

bir

şey


K2rik ve Gece

“Ne isteyeyim?” “Onlara de ki: ‘Cepcepni kardeşler, babaannemden bir şey alın ve götürün.’ Ama elbise değil. Eşya değil. Mesela Remzi dedenden hatıra kalan gümüş kakmalı çakmağım değil. Benim vücudumdan bir şey olsun. Küçük bir şey. Yüzümdeki kırışıklar, alnımdaki ben, tırnağım, saçımın bir teli...” Sol elinin içini gösterdi. “Avuç çizgileri gibi bir şey.” “Alırlar mı ki babaanne?” “Belki alırlar kızım. O zaman belki...” Neriman

kendini

zorlayarak

içini

yakan

isteği

kelimelere

dönüştürmedi. Bunu yaparsa hem ağlayacak, hem de şu anda billurlaşmış olan büyülü ortamı bozacaktı. Đçini çekti ve küçük kıza baktı. Kendine çok benzeyen koyu kahverengi gözleri babaannesinin düşüncelerine endeksli bir uyumla parlamaktaydı. “Sadece bu akşam değil. Her gün, aklına her gelişte düşün. Çok derin düşün ama. Söz mü? Kız eğilip tuttuğu eli öptü. “Söz babaanneciğim.” Neriman bir süredir tuttuğu gözyaşlarını engelleyemedi. Yüce yaratıcı Allah evrenin yasalarını çok boğumlu, çatallı, sayısız geçişli ve sınırsız katmanlı olarak teşkil etmişti. Umut vardı yani. Yoksa iki ayna arasına bu kadar görüntü sığar mıydı hiç?

***

Neriman uykudan derinlerden yükselen bir şamandıra gibi yüzeye yaklaştıkça hızlanan bir şekilde sıyrıldı. Bir dizi kasvetli rüya görmüş ve

42


Sadık Yemni

ruhu daralmıştı. Ölüm döşeğinde yatıyordu. Kanser olmuştu. Saatleri sayılı durumdaydı. Belki bu bir yakın gelecek uyarısıydı. Gün ağarmıştı. Başucundaki dijital saate baktı. 07.03’dü. Bir pazar sabahı için erkendi henüz. Aklından hızla geçen flaşvari görüntüler nedeniyle başını çevirip sol taraftaki komodinin üzerine baktı. Yarısı dolu bir limon kolonyası şişesi ve mide asidini absorbe edici hap kutusu. Başka ilaç kutusu yoktu gördüğü düşte olduğu gibi. Rüyalardan fazla etkilenen bir tip değildi, ama kanserden ölüm döşeğinde yattığını, ziyaretçilerini, üzüntülü yüzlü kızını, kullandığı ilaçları, işemesi için sidik torbasına boru taktıklarını bütün ayrıntılarıyla hatırlayabilmekteydi. Örtündüğü yorganı çekip kokladı. Hastalık, çürümüşlük, ölümün yaklaşan adımları kokmuyordu. Hafiflemiş lavanta kokusu içini yeterince ferahlatmamaktaydı. Belki de yakında kanser olacak ve bu yatakta ölüp gidecekti. Kocası Remzi neredeyse on beş yıl önce bu yatakta geçirdiği kalp krizi nedeniyle ağaran günü görmeden ölmüştü. Sıra ondaydı şimdi. Birden rüyadaki yaşını hatırladı. Ziyaretçiler kendi aralarında fısıldaşmaktaydılar. Kendisini

aldığı

morfin

haplarının

etkisiyle

kendinden

geçmiş

sanmaktaydılar besbelli. “Altmış üçüne yeni basmıştı yazık.” “Genç daha ayol. Bu zamanda. Atmış üç sözcüğü iki düzine ferahlık hapı gibiydi. Kader geriye doğru çalışmazdı. Emekli tarih öğretmeni Neriman Uzunçay dört ay beş gün önce atmış beş yaşına basmıştı. Ya yanlış hatırlıyorsa? Hayır. Atmış üçtü. Atmış üç demişlerdi. Peki bu kadar ayrıntı neydi Allah aşkına? Böyle başka bir rüya gördüğünü hiç hatırlamıyordu. Buluğ çağındayken,

43


K2rik ve Gece

çocukken belki. Oda bu odaydı. Gelen ziyaretçilerin çoğu kendi gibi emekli öğretmen arkadaşlarıydı. Aralarında tanımadığı bir iki kişi vardı, ama bu düş senaryosu gereği de olabilirdi pekâlâ. Neriman tam yataktan kalkacağı sırada kapı açıldı. Gelen torunu Arzu’ydu. Gözleri biraz uykuluydu, ama heyecan ışımaktaydı. “Babaanne, babaanne... Rüyamda seni gördüm.” Neriman’ın içi cız etti. ‘Hasta yatağında gördüm,’ derse moralce yıkılacaktı. Đki kişi aynı rüyayı eşzamanlı olarak boşuna görmezdi çünkü. Bu oluyorsa acil bir durum var demekti. Üç yıl önce genel bir sağlık testinden geçmişti. Safra kesesi teklemesi hariç hiçbir şeyi yoktu. Hapla idare edilebilen bir rahatsızlıktı. “Ben çok büyümüştüm. Koskoca kız olmuştum. Boyum çok uzamıştı. Annemden daha uzundum. Evleniyordum. Düğünde sen lacivert bir elbise giymiştin. Çok yakışmıştı. En çok göze batan sendin. Sağa da baksam, sola da baksam seni o tarafta görüyordum. Bir ara yanıma geldin. Bana şey dedin. Ha biliyor musun kimle evleniyordum? Ethem’le.” Ethem komşunun haşarı oğluydu. Arzu’yla aynı sınıftaydılar. Çok zeki ve yaramaz bir çocuktu. “Ben büyüyünce Ethem’le evlenmek istemiyorum babaanne. Onun eşek şakalarını hiç sevmiyorum.” Neriman başka bir şeyi merak etmekteydi. “Bu rüya kızım,” dedi sabırsızca. “Peki ne dedim sana?” Kız heyecanla bu sahneyi unutmuş gibiydi. Arzu alnını kırıştırınca kadının içi titredi. Bu rüyada bir iş vardı. O sözcükleri duymak istiyordu. “Hatırladım... ‘Ben burada mıyım gerçekten?’ dedin.”

44


Sadık Yemni

“Orada mıydım peki?” “Evet. Nereye baksam seni görüyordum.” Neriman memnuniyetle gülümsedi. Torunuyla özel bir ilişkisi vardı. Bazen ikisi yalnızken ufak tefek eşyalar belirirdi çevrelerinde. Bir saç tokası, boş bir kibrit kutusu, bir taş parçası, eski bir ütü falan. Bir keresinde bahçede çimenlerin üzerinde kocaman bir ayçiçeği bulmuşlardı. Yeni kopartılmış gibi tazeydi. Nereden ve nasıl geldiği belli olmayan bu şeyleri bir kutuda biriktirirlerdi. ‘Cepcepniler getiriyor,’ derlerdi. Aralarında sırdı. Anlatsalar da kimse inanmazdı zaten. Neriman aynı şeyi Arzu yaşındayken Đhsan adlı bir arkadaşıyla yaşamıştı. Đkisi beraberken bir sürü şey bulurlardı. En büyük zevkleri boş çekmece açmaktı. Beş defa boşsa, altıncıda içinde bazen bir şey olurdu. Çoğu kez de olmazdı haliyle. Boşu boşuna aranır dururlardı. Neriman sonradan kızı otuz beş yaşında çocuk sahibi olunca Cepcepniler’i torununa öykü haline getirmişti. Sonra da torunuyla Đhsan’la olduğu gibi aniden beliren nesneler bulmaya başlamışlardı. Bunlar neydi? Kim getiriyordu? Komşu dünyalar arasındaki posta bağlantısı mı vardı? Kesin bir fikri yoktu, ama bu sır torunuyla aralarındaki bağı çok kuvvetlendiren, sıradan hayatı sırlayan bir giz büklümü haline dönüşmüştü. “Bu gece ben de bir rüya gördüm. Seninki gibi şey değildi.” Kızın gözleri hayretle büyüyünce Neriman sözlerine devam etmedi. “Babaanne. Alnında ne var öyle?” Neriman elini alnına sürüp parmaklarının ucuna baktı. Kız bir lekeden söz ediyor sanmıştı.

45


K2rik ve Gece

“Kocaman bir ben.” Neriman yataktan kalkarak dolabın aynasında yüzüne baktı. Alnında gerçekten bir ben vardı. Parmağıyla kazır gibi bir hareket yaptı. Gerçekti. “Gece mi çıkmış babaanne? Bende de çıkar mı acaba?” Neriman ağzı bir karış açık bene bir kez daha dokundu ve, yaşayacağım, torunumun düğününü göreceğim, diye düşündü. Bu şimdilik sabahın en önemli mesajıydı. Geri kalanları idrak etmek, sindirmek ve içselleştirmek için bayağı zaman vardı önünde. Birden aklına gelen diğer bir şeyle ağzı yine apışıklıkla aralandı. “Gel Arzu. Bodruma ineceğiz seninle.” “Niçin babaanne?” “Anlatacağım.” Neriman Hanım geceliğinin üstüne limon sarısı bir jile geçirip çocuğun elini tuttu. Đkinci katın merdivenlerinden indiler. Kızıyla kocası sabah ondan önce kalkmazlardı. Tombiş kedileri sarman divana kurulmuş yalanmaktaydı. Onları görünce miyavca bir şeyler söyledi ve divandan atlayarak yanlarına geldi. Üçü birlikte holden açılan merdivenlerden bodruma indiler. Bu ev, Neriman’ın baba eviydi. Eskiydi haliyle, ama bu zamanda şehrin neredeyse göbeğinde müstakil ve bahçeli bir evde oturmak büyük bir lükstü. Damadı bodrumu beş yıl kadar önce ciddi bir tamirden geçirdiği için eski salaş halinden sıyrılmıştı. Bahçeye bakan tarafta kendine bir hobi yeri inşa etmişti. Kibritlerden gemi maketleri yapmaktaydı. Đki kez uluslararası ödül kazanacak kadar becerikliydi bu konuda. Böylece merdivenler artık gıcırdamıyor, üç ampul her yeri aydınlatıyor, toz ve küf

46


Sadık Yemni

kokmuyordu. Ama örümcekler her şeye rağmen kararlıydı. Ağlarını kurup sinek bekliyorlardı. “Babaanne bende de ben çıkar mı? Bir sabah kalkınca. Şurada yanağımda çıksa bir tane. Anneminki gibi.” “Belki çıkar.” “Çok iyi olur. Buraya ne yapmaya geldik babaanne?” Sarman basamakları önden inmiş yerleri koklamaya başlamıştı. Bodrumda eskiden fare vardı. Damadının sözleriyle etkin mücadele başarılı olmuş Sarman’ın en büyük hobisi elinden alınmıştı. Neriman köşede bir yerde duran eski makarna kutusunu işaret etti. “Kutunun içine bakıcaz kızım.” “Cepcepniler’in kutusuna mı?” “Evet.” Haki renkli mukavva kutunun üstünde duran on beş yirmi kadar Virgül dergisini kaldırıp bir kenara koydu. Kutunun kapakları biraz tozlanmıştı. Torunuyla en son küçük mavi bir mum bulmuşlardı. Altı ay kadar önceydi. Kutuda şu ana kadar buldukları her şey yoktu. Bu şeyleri biriktirmeye iki yıl önce karar vermişlerdi. Arzu merakla kutunun kapaklarını açınca babaanne ve torun bir şok dalgasıyla daha sarsıldılar. Kutu boştu. Kızı bu kutuya verdikleri önemi biliyordu. O böyle bir şey yapmazdı. “Neden yoklar babaanne? Geriye mi almışlar?” Neriman göğüs kafesinde ağır akışkan bir huşu macunu dolmuş gibi hissetmekteydi. Gözleri dolmuştu. Cepcepniler şu ana kadar getirdikleri şeyleri alıp gitmişler ve yerine alnına bir ben bırakmışlardı. Neriman

47


K2rik ve Gece

parmağının ucuyla alnındaki bene dokundu. “Bir şey getirdiler ve karşılığında bunları aldılar.” Arzu sol elinin işaret parmağıyla kendi alnına dokundu. “Bende ne zaman ben çıkacak babaanne?” Rüya kötücül değildi. Yaşayacağı ve torununun düğününü göreceği müjdelenmişti. Nişanesi de bu bendi. Kadın elinin tersiyle gözlerini silerek içini çekti. “Bir gün ansızın olacak,” dedi ve küçük kıza sımsıkı sarıldı. “Ansızın.”

Mayıs 2009

48


BEŞİNCİ ÖYKÜ K2RİK VE GECE “Bir adın var mı senin?” Durakladım.

MSN

listemde

olmayan

birinin

iznim

olmadan

mahremime girmesi alışık olmadığım bir durumdu. Emrimde ülkenin en iyi hackerlarını çalıştırmaktaydım ve bilgisayarım özel koruma altındaydı. Öfkeli, şaşkın ama meraklıydım. Yetkin ateş duvarımı aşabilen biriyle yıllardır karşılaşmamıştım. Merakım öfkemi yendi ve ‘K2RĐK’ yazdım. “Kumpası keşfettin. Başın dertte,” dedi hoparlörlerimden yükselen sesi. Cinsiyet belli etmeyen metalik ve boğuk bir tonla konuşmaktaydı. Ses, patronu belli olmasın diye kriptolanmıştı. “Sana konuşma iznini...” Kim verdi diyecektim. Devam etmedim. Parmağım hoparlörü kapatan düğmeye dokundu ve basmadan geri çekildi. “Kumpası keşfettin. Tarkus Alanı yani.“ Hayretim ilk kelimelerin ekranda belirmesinden hemen önce uyanmakta olan kuşkumu da körüklemişti. Kuşku taretlerinin çiğnediği yerde korku kabartıları belirmekteydi. “Sen nereden biliyorsun bunu diyeceksin?”


K2rik ve Gece

Tarkus alanı dediği şey yeni bir gözetleme ağıydı. Baş yapımcısı bendim. Umuma açık alanlardaki kimseleri sadece suret olarak değil, niyet, ruh hali olarak da profilleyebilmekti. Đki ay önce kullanıma sokulmuş ve başarıyla uygulanır duruma gelmişti. Tek rahatsızlık verici şey geçen hafta kurduğumuz güvenlik sisteminin doğum klinikleri, kreşler, dershaneler gibi çocukları bebeklikten itibaren ölçen biçen bir biçimde de kullanıldığını keşfetmem olmuştu. Bunu büronun başı olan Bay Geldiss’e bildirmemiştim. Çünkü... Çünkü kuşkularım vardı. “Bay Geldiss mi yönlendirdi seni?” “Burnundaki o kocaman ben hariç yakışıklı adam. Otuz sekiz yaşında bu kadar prestijli bir yerin müdürü olmak. Bekâr da üstelik.” “Yani?” “Hayır. Beni bilse burnundaki beni beeeen olur bütün yüzünü kaplardı. Hayır.” Ekranın tepesindeki kameranın çalışma ışığı sönüktü, ama bir elim farkında olmadan saçlarımı düzeltti. Taba rengi eteğimden sıyrılmış dizlerime baktım. Bacaklarımın kıldan arındırılma zamanı gelmişti. ‘Her an izleniyorum’ duygusu giderek artmaktaydı. Belirtiler gırlaydı. “Kimsin sen?” “Adını mahsus mu sorduğumu ima ediyorsun?” Açık kartı hoşuma gitmişti. Zekâsı da harlıydı bayağı. “Evet.” “Peki, seni tanıyorum K2RĐK. Kuşkuların gerçek.

Başın çok ciddi

tehlikede. Kumpası keşfettin ve raydan çıktın. Bunu biliyorlar.”

50


Sadık Yemni

‘Kimler?’ diye sormak çok abes olacaktı. Çalıştığım Tarkus firmasının beni bir sadakat testinden geçirmekte olduğu savı da çok zayıf kalıyordu. Belirtiler vardı gerçekten. Heyecanla okuduğum o roman mesela… En son nerede kaldığımı hatırlayamamıştım az önce düşününce. Sadece bu değil. Son birkaç gündür olanları neredeyse her defasında ufak farklılıklarla yeniden kurmaktaydım. Tabii diğer nüshaların da farkında olarak. Buna benzer bir yerinden oynama -genel bir anı seferberliği diyeceğim geliyoryaşamaktaydım. Ailemin, arkadaşlarımın yüzlerini hayalimde kıpırtılı olarak canlandırabilmekteydim. En son ne zaman helâya gittiğimi, kaç saattir bu odada oturduğumu hâlâ söyleyebilecek durumda değilim. Sıradan bir bellek arızası olabilir miydi bütün bu saydıklarım? “Sana nasıl güvenebilirim?” Birkaç

saniyelik

sessizliği

muhatabımın

gülümsemesiyle

doldurduğunu düşündüm. Çok naif bir soruydu. “Adım Gece bu arada. Güvenlik bir duygudur K2RĐK. Sanal ortamda bir yonganın barındırdığı bir titreşim. Elektronik ürperme. Dinle… Dobra dobra konuşacağım. K2RĐK, MSN adın. Kendinin Asfer Çaygülü olduğunu sanıyorsun. Tarkus firmasında çalışıyorsun. Üst düzey teknik elemansın. Falanca sokaktaki kendi mülkün olan bu iki katlı evin çatı katındaki çalışma odandasın. Tekir kedin Fos aşağıda divanda uyuyor. Çok hoşuna giden yazarın

Ölümsüz

adlı

kitabı

yemek

masasının

üzerinde

duruyor.

Yarısındasın daha. Şu sıralar erkek arkadaşın yok. Bir aday belki. Geçenlerde hani barda tanıştığın lacivert gömlekli adam. Pilot. Kutuptan kutuba dört saatte projelerinin süper erkekleri. Pilotu beğendin. Kadınlarından biri

51


K2rik ve Gece

olmayı istedin. Baştan 1-0 mağlupsun. Kabullendin adamın tek kadınla yetinmeyeceğini.” Benimle ilgili bu kadar ayrıntı bilmesi öfkemi ve ona bağlı duran kuşku ve korkularımı yeterince azdırmamıştı. Tarkus Alanı projesi bunun için kurulmuştu. Mahremiyetin tümden ilgası olarak. Mahremiyetsizlikten açık, yani dürüst toplum türetme işiydi yaptıkları genel olarak. Çocukların bebeklikten itibaren formatlanmasıysa amacı aşan bir kötücüllüktü. Karşı çıkmamam mümkün değildi. “Sonra?” “Zaman dar mı?” “Nasıl yani?” Gece’nin sessiz kalması kelimelerden daha ürkü vericiydi. Çünkü çevrem bu sabahtan beri her köşesinden bet belirti gülleri açmaktaydı. “Seni dinliyorum,” dedim. “Asfer Çaygülü Hanım, kırk dört yaşında araba kazasında öldü. Uyduruk bir derginin tanınmış bir editörüydü. Kültürlü kadındı aslında. Dindar bir yanı vardı.” “Kırk dört mü?” “Sen kaç yaşındasın? Yirmi altı, yirmi yedi?” Cevap yerine içimi çekerek, parmaklarımla yüzümü yokladım gayri ihtiyari. Pürüzsüz tenim otuz öncesi diye bas bas bağırmaktaydı. “Kalk, git aynaya bak.” Tereddüdüm kullanılmış bir kürdan gibi kırılgandı. Ayağa kalkıp çift kanatlı dolabın aynasına gittim. Sağ kapağa takılı boy aynasında endamıma

52


Sadık Yemni

baktım. Soldaki ayna bu sabahtan beri görüntü yansıtmıyordu. Sırı fire vermişti herhalde. Çekik gözler, çıkık elmacık kemikleri, duru bir ten, azıcık eğri bir burun. Buruşmuş eteğin altında kalan ince, ama hoş bacaklar. Tahta döşemeye basan manikürsüz tırnaklı çıplak ayaklar. “Kaç yaşındasın?” “Bilmem?” “On sekiz bile olabilir değil mi? Bunca deneyim. Üst düzey makam. Maaş gani. Ne zaman okulu bitirdin, ne zaman bunca deneyimi yüklendin?” “Altı yaşında bir kere merdivenlerden düşmüştüm. Annem korkuyla arkamdan gelip beni kucağına almıştı. Babam da benim gibi kâğıt helva severdi. Đlk aybaşımı okul tatilinde yaşadım. On dört yaşındaydım. Kirazı bol bir yazdı. Đlkokul öğretmenimin adı Zehra’ydı. Đlk sevgilim ara sıra hafifçe kekelemesinden ölesiye utanırdı. Ve...” Gözüm soldaki aynanın puslu yüzeyine takılınca sustum. Yüzey güç fark edilmekle birlikte odayı yansıtmaktaydı. Önüne geçip durdum. Eğilip dikkatlice baktım. Yüreğim soğumuştu birden. Ben yoktum sadece. Parmağımla yüzeyde solgun da olsa suretimin bulunması gerekli yere dokundum. Parmağım sertlik ve ısı bilgileri yaymaktaydı. Derin bir nefes alıp etrafıma bakındım. Bilgisayarın yanındaki ve kapıya yakın duran bir noktadan tavana verilen ışıkta belli belirsiz bir kısılma belirmişti. Đki sandalye, kütüphane ve bir yığın ıvır zıvırda kelimelere sığmaz belirgin bir değişim vardı. Madde evsaf yeniliyordu sanki. Hacimsel nitelik yeniden karılacak bir çorba gibiydi.

53


K2rik ve Gece

“Bir kadından kopyalandın. Kumpası, yani insanı doğumdan ölüme kuracak ve gözetleyecek sistemi kontrol için görevlendirildin. Bir sürü yere girdin çıktın. Đnsanlarla konuştun. Bir evin ve bir sevgilin oldu. Şimdi yüzünü beş ayrı şekilde hatırlıyorsun. Diğer anılarının tamamı o ölü editörden elektronik miras. Varlığının normal denen şeye benzemesi gerekmekteydi. Böylece izin verilen kadar farkındalığın test etti sistemi. Sonra arızalandın. Yani kimlik kopyalama sırasında geçişen, istenmeyen dozdaki bilincin harekete geçti ve var kalmak için burayı kurdu. Vicdanın yapılanlara karşı çıkmaktaydı. Sanal dünyanın içine muhkem bir kalecik inşa ettin. Kendine has bir yerdi. Düzene karşı çıktın. Şimdi atomize oluyor. “Beni görebiliyor musun? “Evet. Ölçüm grafiği şeklinde daha çok.” “Ne görüyorsun?” “Soldaki aynanın sırı, ışığın parlaklığının bir kısmı, malzemenin kendine has parlaklığı falan kaleni terk etmekte. Alçalan bir balondan yükselen hafiflikler. Antisafra.” Haklıydı. Olan biten buydu. Çözülüyordum. “Şüphe ediyorum, o halde varım,” dedim. “Dinle.

Kalene

hapsettiğin

zaman

hızla

seyreliyor.

dediklerimi yapman lazım.” “Amacın ne?” “Seni kurtarmak.” “Neredesin şu anda?” “Şatomda. Muhkemliğim bayağı ehvendir. “Daha önce… Hiç… benim gibi birilerini kurtardın mı?”

54

Hemen


Sadık Yemni

“Evet. Üç hatun daha var yapımda.” “Harem mi kuruyorsun yoksa sen?” “Ben erkek değilim ki. FAKATZ10 desek şakayla karışık.” Odanın ortasına giderek ellerimi belime koyup etrafa bakındım. Tavanın hoş koyu kahverengi boyası kırmızı tonlar içermeye başlamıştı. Dört köşe olan bütün eşyaların köşeleri yuvarlanmıştı birazcık. Hiç zamanım kalmamıştı. Korkuyordum. Bu odada var kalmak isteyen yanım, dinleme onu, seni kandırıyor. Kendini iptal için ikna ediyor seni, diyordu. Beynimin uzak köşelerinden birinden gelen bir ses daha vardı. Işığa gebe diye fısıldıyordu. “Ne yapmam lazım?” “Kapıyı aç.” Ayak bileklerimde onar kiloluk beton halhallar taşıyormuşum gibi zorlanarak kapının önüne gittim. Elimi kapının koluna değdirdim ve çektim. “En son ne zaman çıktın dışarıya?” Bunu bilmek çok kolaydı. Bir barda şirketten iki arkadaş bir şeyler içmiştik. Beni arabayla eve bırakmışlardı. “Dün akşam.” “Senin niye araban yok ,düşündün mü?” “Ne alakası –” “Aferin hemen çaktın. Kazada öldüğün için travma. Sanal hayatta da araba edinemiyorsun. K2RĐK, zaman dar. Đki adet üst üste kayıt gibi sanal yaşamın var. Biri şirket tarafından kuruldu. Diğerini senin içindeki sağlam yan inşa etti. Şimdi bunları terk anı. Aç kapıyı.”

55


K2rik ve Gece

Parmaklarımın değdiği metal yüzeyde olmaması gerekli pürüzler içimdeki son tereddüdü de havaya salıverdi. Ama kapıyı aralamak hortlaklı bir köşkte saatin on ikiyi çalması gibiydi. Gördüğüm şey kabaca ikiye bölünmüş karanlık ve gündüzdü. Algıladığım demeliyim aslında, her ne kadar sanal kimlikli biriysem de kopya sırasında geçişlenen sezgiye sahiptim. Kapının kasası eşit şekilde ortadan ikiye ayrılmıştı. Sağım ışık, solum karanlıktı. Karanlık zifir gibiydi. Işık göz alıcı parlaktı. Cezbesi tanım dışı bir güçteydi. Her zerresiyle bana gel ışıyordu. Aralarında bir duvar yoktu sanki. Birbirleriyle yan yana, ama sanırım dokunmadan öylesine durmaktaydılar. Başka bir şey görünmüyordu. Đki tercihli bir uçurumun kenarında duruyorum hissim müthiş güçlüydü. “Atla. Çabuk.” “Nereye?” “Sen karar vereceksin. Bana ancak yürekle varabilirsin. Haydi.” Arkamda bir gümbürtü duyulduğunda artık odanın yerinde olmadığını, başımı çevirecek zaman kalmadığını idrak ederek lüksün inanılmaz cazibesinden sıyrıldım ve kendimi yepyeni bir kozmosa gebe duran karanlığın koynuna salıverdim.

Amsterdam 2008

56


ALTINCI ÖYKÜ ENDİŞECİLER Aslı’nın tüm dikkati vitrindeki eflatun renkli çantaya yumulmuştu. Simli deri taklidi çantanın

kenar dikişleri, üzerinde

ne yazdığını

okuyamadığı minik metal markası, fermuarının ona göre sağda kalan çıkıntısı ve iki sapın gövdeye bağlandığı yerdeki metal halkaları kutsal bir kitap okurcasına saygıyla hürmetle ve Bâtıni bir hayranlıkla seyretmekteydi. Beyin damarlarını genişleten huşu nedeniyle bedeni hafiflemişti sanki. Bir süredir yürümekten acıyıp duran sol topuğunu hissetmez olmuştu. Etiketinde ‘Yarı Fiyata Đndirim Darbesi’ yazmaktaydı. Onun altında kırmızı keçe kalemle yazılmış rakam solduğu için fiyatı okuyamıyordu. O solukluktan endişe salgılanmaktaydı. Bu çantayı almak zorundaydı. Parası yetmezse bedbaht olacaktı. “Dikkat edin, çantanızın fermuarı açık duruyor.” O çantaya dokunmak, bağrına basmak, eski çantasındaki her şeyi birer birer hiç acele etmeden içine yerleştirmek hayali bir çocuğun lunapark özlemi gibiydi. Çocukken lunaparklardan hiç çıkmak istemezdi. Çanta gözünde büyüyerek bambaşka bir anlam kazanmıştı. Đçinde yürünecek sokakları, bakınacak mağazaları ve diğer insanları olan bir


K2rik ve Gece

hacme genişlemişti. Öbür insanları istemiyordu yanında. Kıskanırdı. Çantanın ıssız sokaklarında tek başına dolaşmak istiyordu. “Kapkaççılara dikkat edin hamfendi.” Aslı adeta görünmez telciklerle gözlerine bağlı gibi duran nesneden güçlükle koparak soluna baktı. Orta boylu, fırça bıyıklı, kahverengi kısa saçlı bir adam eliyle fermuarı yarı açık duran çantasını işaret etmekteydi. Siyah pantolon, grimsi mavi bir gömlek giymişti. Kırk başlarında falandı. Yanında göğsüne kayışlarla bağlı su bidonu taşıyan on altı yaşlarında kumral bir delikanlı durmaktaydı. “Ne… Bir şey mi oldu?” “Etrafta kapkaççılar kol geziyor. Çantanızın fermuarı açıktı. Uyarayım dedim hamfendi.” Fırça bıyıklı adamın yüzünde güvenilir bir ifade vardı. “Teşekkür ederim,” dedi Aslı gülümseyerek ve çantasının fermuarını kapattı. “Bir şey değil,” dedi adam babacan bir ifadeyle. “Susamışınızdır. Biraz su içseniz. Şurada bir kafe var. Biraz oturun. Sol topuğunuzu dinlendirin.” Aslı bakışlarını o eflatun çantadan çekince zihni tekrar canlanmıştı. Sol topuğu sızlıyordu gerçekten. Çok da susamıştı. Caddeyi dolduran yığınla insanın varlığını unutmuş gibiydi. Bembeyaz dişli, sempatik bakışlı delikanlı diğerinin bir sinyali üzerine plastik bir bardağı suyla doldurdu ve uzattı. Aslı teşekkür bile etmeden bardağı aldı ve iki üç yudumda suyu içti. Oh ab-ı hayattı valla.

58


Sadık Yemni

“Đnsan dalıyor. Yeni sezon tabii. Mamulatlar fayrap.” Aslı hak verircesine başını salladı. Zihni canlanınca çantadan önce de bir başka vitrinde ayakkabılara daldığını hatırlamıştı. Bordo renkli yarı yüksek topuklu o muhteşem ayakkabı gözünün önündeydi hâlâ. Delikanlı ikinci bardağı doldurunca Aslı hiç itiraz etmeden suyu kana kana içti. Kendini iyi hissetmeye başlamıştı birden. Eliyle vitrindeki çantayı işaret etti. “Fiyatı belli değil. Çok almak istiyorum, ama…” Adam sol bileğindeki saate baktı. “Siesta şu anda malum. Dükkânların hepsi kapalı. 13.00 ile 16.00 arası. Daha saat iki bile değil. Şöyle bir kafeye gitseniz. Biraz otursanız. Bir çay için. Siesta saatlerinde içecekler ve yiyecekler ücretsizdir. Biraz dinlenseniz.” Aslı adamın işaret ettiği yere baktı. Eskiden adını hatırlamadığı bir mağazanın bulunduğu yerde bir teras vardı. Yeni açılmış olmalıydı. Millet oturmuş çay kahve içmekteydi. Birden canı sıcak bir çay çekti. Yanına da az bir şeyler atıştırsa hiç de fena olmazdı. “Teşekkür ederim.” “Bir şey değil efendim.” Adam ve yanındaki sucu delikanlı Ağa Camii tarafına doğru yürümeye başlayınca Aslı da Sebile adlı kafeye yöneldi. Sokağa yakın boş masalardan birine oturdu. Çantasını masanın üstüne bıraktı ve çevresine bakındı. Onun yaşlarında bir kadın altı yaşındaki kızına dondurma yedirmeye çabalamaktaydı. Sarı bukleli, beyaz elbisesinin göğüs kısmında iri bir turuncu leke bulunan kız dondurmasını isteksizce yerken, “Ben oyuncağımı

istiyorum.

Đstiyorum.”

diye

59

mızmızlanmaktaydı.

Kadınla


K2rik ve Gece

bakışları karşılaşınca Aslı anlayışla gülümsedi. Kadın da aynı şekilde karşılık verdi. “Ne arzu edersiniz efendim?” Aslı uzun saçlarını atkuyruğu yapmış genç kıza biraz utangaçlıkla baktı ve, “Siesta sırasında ücretsizmiş diye duydum,” dedi. “Çay ve yiyecek bir şeyler.” Çantasını açmaktan korkmaktaydı. O muhteşem eflatun çantayı almak için yeterli parası var mıydı bilmiyordu. Daha doğrusu dükkân açılmadan bunu bilmek istemiyordu. Şimdi çayın mayın ücretini ödemek için cüzdanını çıkarırsa elinde olmadan parasını sayardı. Bunu yapmak istemiyordu. Şu anda değil. Hayallerini kırmadan tutuyordu bilmemek. “Evet efendim. Sınırsız miktarda sıcak içecek ve peynirli poğaça ısmarlayabilirsiniz. 13.00 ile 16.00 arası böyle. Sonrasında sıcak içecekler dört buçuk, poğaçaların porsiyonu da altı liradan işlem görüyor.” Uzun boylu, ince yapılı, hoş bir kızdı. Yüzünde dalga geçer bir hal yoktu. Saygılı ve anlayışlı bir şekilde bakmaktaydı. “Peki, çay ve poğaça rica edeyim lütfen.” Kız içeri doğru gidince Aslı etrafına bakmaya başladı. Önünden oluk oluk insan geçmekteydi. Herkesin ağzında alışverişle ilgili sözcükler vardı. Falanca filanca marka cep telefonları, giysiler, iç çamaşırlar, ayakkabılar vb. Herkes sabırsızlıkla dükkânların açılmasını bekliyordu. Az önce kendisini uyarıp su ikram eden adamı gördü. Yanında sucu delikanlı başörtülü iki yaşlıca kadınla konuşmaktaydı. Onlara bu tarafı işaret etmekteydi. Kadınlardan biri su içiyordu. Yüzlerinden bitkin oldukları belliydi. Tavsiyeye uyup kafe tarafına yürümeye başladılar. Vitrinde şansına bir çift olan

60


Sadık Yemni

eşarpları satın almak istiyordu ikisi de. Şöyle eşarp, böyle eşarp konuşmalarıyla yanından geçerek içerdeki masalardan birine oturdular. Uzun boyluca, kurşun rengi yazlık pardesülü olanı, “Ya biz burada otururken dükkânlar açılır, bizim eşarplar giderse?” dedi. Tombul arkadaşı daha iyimserdi. “Daha çok zaman var kız. Bacaklarımız dinlensin azıcık. Ayaklarıma kara sular indi Allah’ıma.” Atkuyruklu kız bir tepsiyle çayını ve poğaçaları getirdi ve hızla yeni gelen kadınlara yöneldi. Beyaz porselen çaydanlık, marsık amblemli fincan, kâğıt ambalajlı şeker küpçükleri ve altı nefis görünümlü küçük poğaçacık yüklü bir tabak. Poğaçalardan birini ısırdı. Nefis ötesi bir tat salvosu beynini uyuşturdu adeta. Sabırsızca çiğneyerek yuttu lokmaları. Ücretsiz servis bayağı kaliteliydi. Zihninin eflatun renkli çantanın ağır çekiminden sıyrılması böyle gerçekleşti. Poğaçalar onu geçmişe götürdü. Kendini bir mutfakta hamura şekil verirken gördü. Fırın tepsisini yağlamıştı. Mutfakta yalnızdı. Kurabiye yapıyordu. Sonra oradan misafirlere tabaklarla börek, kurabiye ikram ettiği bir yere geçti. Oradan Đstiklâl Caddesi’ne döndü. Bir kafede müşterilere hizmet etmekteydi. ‘Ücretsiz. Ücretsiz,’ diyordu. Vitrinler işe el koymaya kalkıştı. O bordo ayakkabıyı gördü. Nasıl derinden istemişti sahip olmayı… Şimdi bir dokunsa. Ayağında hissetse. Havalı havalı yürüse. Etkisi zayıftı bir şekilde. Đradesi bağıntıyı kesti. Ama yine bir vitrinin önündeydi. Altın çerçeveli ametist bir gerdanlık. Harika bir nesneydi. Işığı yansıtan

yüzlerin

bolluğu

mükemmellik

61

ışıyordu.

Kristale

yeniden


K2rik ve Gece

kazandırılmış metanet diyordu içinden bir ses her ne anlama geliyorsa. Đradesi iki parçaydı. Ölesiye gerdanlığı isteyen ve diğeri. Diğer yan ısrarlıydı. Aslı’nın güdümlenmiş nefsi gerdanlığın hayaline tutunamadı ve koptu. Aslı çayını içer ve kalan poğaçaları yerken o yan iyice etkinleşmişti. Kadın kendini uyuşturucu iğneyle bayıltılmış bir kaplanla aynı kafeste kapalı gibi hissediyordu. Uyu, ayılma, yoksa diyen bir feryadı figan büyümeye başlıyordu içinde. Gül kokusu ve dikenler. Zıt güçler çarpışırlarken beyninde bir ses gürledi. Git yüzüne bak. Haydi. Aslı atkuyruklu kıza helânın yerini sordu ve kızın parmağıyla işaret ettiği kapıyı açıp kadınlara has bölüme girdi. Đçerisi inanılmaz derecede temizdi. Sonra lavabonun üstündeki aynada yüzünü gördü. Hoş bir yüzü vardı, ama sandığı kadar genç değildi. Saçları doğal görünümlü bir kahverengiye boyalıydı. Gözlerinin kenarındaki kırışıklar ‘en az kırk beş’ diyordu. Đnsan kendini genç hisseder, ya da öyle sanırdı, ama yaşını unutur muydu? Geceyi hatırla şimdi. Karanlıkta bir yatak odası gördü. Yazdı. Bir kadın çarşafla örtünmüştü. Yaklaştı. Yüzüne yakından baktı. O’ydu. Aslı’ydı. Kendini izliyordu. Bakışları tekrar aynadaki aksiyle buluşunca ağzı hayretle açıldı. Gel beni bul. Sıran geldi. Aslı dışarı çıkınca kafeyi bıraktığı gibi bulmanın şaşkınlığını yaşadı. ‘Bu gerçeklik bana ait olamaz’ duygusu çok baskındı. Eğer kırk beş yaşındaysa, belki evliydi. Çocukları vardı. Onlar neredeydiler? Neden

62


Sadık Yemni

hatırlayamıyordu? Buraya tek başına alışverişe gelmiş ve kafayı azıcık sıyırmıştı. Bu kadar basit değildi. Hissediyordu. Bütün müşteriler kendi âlemlerindeydiler. Dükkânlar açılınca bir koşu gidip başkaları kapmadan o en çok istedikleri şeyi alacaklardı. Ve inşallah paraları yetecekti. Yoksa meyus olurlardı. Ama daha buna vakit vardı ve beleş poğaçalar da pek lezzetliydi doğrusu. Aslı geçerken hiçbiri özel bir dikkat yapıştırmadı suretine. Kendi dertlerinin sarmalındaydılar. Kalabalık caddeye çıkınca sağına soluna baktı. Ağa Camisi’yle Taksim Meydanı arasındaki alanda en az bin kişi vardı. Kafede çay kahve beleşti. Bütün dükkânlar kapalıydı. Millet niye sokaklarda deli danalar gibi dolanmaktaydı? ‘Az önce ben de onlardan biriydim,’ diyen yanı bir umutla vitrindeki çantanın, gerdanlığın ya da ayakkabının her düşünceyi soğuran baskın çağırısını bekliyordu, ama bu gerçekleşmiyordu. “Eşyanın baskısından sıyrılıyorsunuz.” O fırça bıyıklı adam belirmişti yanında. Güler yüzlü sucu da yanındaydı. Delikanlı su rezervini yenilemiş olmalıydı. On litrelik bidon silme doluydu. “Ne dediniz?” “Adım Haydar Tunçbel. Endişeci’yim.” “Necisiniz?” “Endişeci. Đzah edicem. Adınız ne demiştiniz?” Aslı soyadını hatırlamadığını fark ederek hayretle, “Aslı,” dedi. “Soyadım…” “Vestiyerde,” dedi Haydar. “Đzah edicem.” Delikanlıya döndü. “Sen biraz burada takıl. Ben hamfendiyle konuşayım.”

63


K2rik ve Gece

Delikanlı uysalca başını salladı. Dikkati az ileride vitrine bakan kısa etekli genç kızdaydı. Yerinden memnundu yani. Aslı adam yürüyünce ona ayak uydurdu. Taksim Meydanı tarafına yürümeye başladılar. Mor çanta, ametist gerdanlık ve bordo ayakkabı bu son çağrı yoksa bizi bir daha nah görürsün demekteydiler. Sesleri eski güçlerinden çok şey yitirmişti. “Etiketlerin cenderesinden sıyrılmaktasınız. Ayılıyorsunuz. Ben de öyleydim bir ara. Aynı sizin gibi. Zihnim serbest kalınca endişeci oldum.” “Ne demek bu Allah aşkına?” “Benden önce yerini aldığım zat bu sıfatı sarf etmişti. Bana kalsa Gözetici falan derdim. Şu gördüğünüz yerdeki insanlara su ikram etmek, biraz dinlenmelerini tavsiye etmek, kapkaççılar için uyarmak gibi işler yaparım.” Aslı içine çekerek yan gözle adama baktı. Metin duruşu, kendinden emin halinden etkilenmişti. Bir süredir beynini oyan şeyi sormaya karar verdi. “Burası neresi?” “Görünüşte Đstiklâl Caddesi. Ama bir limiti var. Ağa Camisi’nden öteye geçilemiyor. Taksim Meydanı’na da çıkılamıyor. Yan sokaklar tamamen kapalı. Öyle duvarla falan değil. Her yer açık. Oradakiler bu tarafa, biz o tarafa geçmeye istek duymuyoruz. Đstek bazında bizlere caddenin sadece bu bölümü tahsis edilmiş.” Aslı buraya nasıl geldiğini hiçbir şekilde hatırlayamıyordu. “Bunca insan… Nasıl gelmişler?”

64


Sadık Yemni

“Valla bilsem,” dedi Haydar. “Ben de sizin gibi, önce vitrinlere takılmaktaydım. Tam olarak kaç yaşındayım, nerede oturuyorum, evli miyim, bekâr mıyım hiç bilmiyorum. Tek bildiğim bu sieastanın hiç bitmeyeceği.” “Nasıl yani?” “Gece de olmayacak. Böyle mavi gökyüzü takılıp kalacak. Ne bir bulut belirecek, ne de bir yıldız parıldayacak.” Aslı adamın sözlerinin doğruluğunu midesinde buzdan parmaklar şeklinde hissetmekteydi. Kendisi ne kadar zamandır burada olduğunu kestirememekteydi. Aklından, öldüm belki de, düşüncesi geçti. Đnançlı bir yanı

vardı.

Bulunduğu

yeri

hiçbir

ölüm

ötesi

merhaleye

benzetememekteydi. “Şimdi buradan bakınca Taksim Meydanı’nda yürüyen insanlar ve vasıtalar görünüyor, ama yanlarına gidilemiyor.” Aslı, Taksim Meydanı’ndaki alışıldık bildik curcunaya baktı ve içini çekti. “Burası hâlâ Đstanbul mu?” dedi Haydar. “Bilmem valla, ama… Bir de… Şöyle bir fikrim var. Biz bir şekilde bölünmüş alanlardan birine tıkıldık. Kim tıktı Allah bilir. Öldük mü, yoksa rüyada mıyız bilemiyorum. O kafede garsonluk, suculuk, belki de kapkaççılık yaptım. Vitrinlerde deli gibi eşya seyrettim. Tıpkı sizin gibi. Ve Endişeciliğe evrildim. Bu son merhale.” Haydar birden durdu ve eliyle bir yeri işaret etti. “Benden önceki Endişeci emekli memur tipli, efendi bir adamdı. Mesut Bey. Altmışı devirmişti. O şuradaki bir kapıdan geçti gitti. Ve yerini ben aldım.”

65


K2rik ve Gece

Haydar işaret ettiği yer eskiden sütlü tatlıların yendiği iki katlı bir binaydı. Şimdi bu bina görebildiği kadarıyla boştu. Aslı birden Đstiklâl Caddesi’nde sayısız kafe ve restoranın siesta sırasında kapanmasındaki saçmalığı iyice kavradı. Ne sieastasıydı bu böyle? “Bu kapıdan çıktı.” “Nereye?” “Bilmiyorum. Mesut Bey benim yerine Endişeci tayin etti ve gitti. Şimdi sıra benim.“ Aslı yerinize kimi tayin ettiniz diye soracakken durakladı. Bu tavrını iyi okumuştu Haydar. “Yerimi siz alacaksınız. Kalabalığı dolaşın ve bir sonra ayıkacak şahsı arayın. Ben sizi nasıl buldumsa, siz de onu bulabileceksiniz. Merak etmeyin. Allah’a emanet olun.” Aslı adamın uzattığı eli rüyada gibi sıktı. Haydar kapıya doğru yürüdü. Đttirdi ve içeri girdi. Kapı örtüldü. Aslı’nın eli metal kulpa değdiğinde fil kuvvetinde bile olsa kapıyı açamayacağını anladı. Taksim Meydanı tarafına baktı. Đçinden hiç o tarafa gitmek gelmiyordu. Sınır gerçekten de hissiyat olarak dizayn edilmişti demek ki. Bir çıkış var dopingi acayip bir şeydi diğer yandan. Hızlı adımlarla geriye döndü. Sucu genç bıraktığı yerdeydi. Burnunu vitrine yapıştırmış olan kıza bakmaktaydı hâlâ. “Adım Aslı Kardelen. Yeni Endişeci’yim. Beraber çalışacağız.” Delikanlı hürmetle gülümsedi. “Adım Đsmet, abla. Memnun oldum.” Aslı soyadını hatırlayabildiğini saniyeler sonra fark edecekti. Sezgisel bir dürtmeyle beyaz etekli, kestane rengi saçlı kızın vitrinde neye baktığını

66


Sadık Yemni

merak etmişti. Eflatun çantaydı. Onu kim bilir ne kadar zaman esir tutmuş olan nesne kızı da büyülemiş gibiydi. Yanına geldiğini bile fark etmemişti. Çok şanslıydı. Kapının anahtarı bu kız olabilirdi pekâlâ. Sol eliyle tuttuğu naylon çanta dip taraftan biraz yırtılmıştı. Đçindeki sarı ambalajlı paket görünmekteydi. “Bayan paketiniz yırtılmış,” dedi. Kız sözlerini duymamış gibiydi. Đkinci kez yineleyince irkilerek başını çevirdi. Kahverengi gözleri dalgındı. Bu kız anahtarıydı. Seziyordu. “Şu anda siestadayız malum,” dedi ve eliyle Sebile kafesini işaret etti. “Biraz dinlenseniz. Size yeni bir torba versinler. Siesta boyunca yiyecek ve içecekler ücretsizdir.” Yüzüyle bir sinyal verince Đsmet memnuniyetle yanına geldi. “Biraz su için. Belki susamışsınızdır.” Kız yüzüne minnetle bakıp başıyla onaylayınca Đsmet bardağa su doldurup kıza uzattı. Aslı derin bir nefes çekip kalabalığa baktı. Acaba o kapının arkasında ne vardı, diye düşündü. Buradan taşan bir şey olmalıydı herhalde. Evrilen bir hayat parçası… “Bu çantayı aşkası almaz değil mi?” Aslı, “Merak etmeyin; daha upuzun saatler boyunca dükkânlar kapalı kalacak,” dedi. Kız içine biraz su serpilmiş durumda kafeye doğru giderken arkasından baktı. Taş çatlasa on sekizinde falandı. Aslı o kapıdan korkuyordu, ama eşyaların cazibesine kapılmadan bu alanda tıkılıp kalmak korkunç bir işkence olurdu. Kapının arkasında ne

67


K2rik ve Gece

varsa buradan farklı olmalıydı. Belki yatağında uyanacaktı. Hatırlamadığı bir rüyanın rahatsız ediciliğini hissederek… Eğer bu diğer şeyse ona güç yetmezdi zaten. Yani kaybedecek bir şeyi yoktu. Kafeye baktı. Genç kız bir masaya oturmuştu. Sezgileri, ‘Anahtarın o,’ demeyi sürdürüyordu. Yemesini içmesini bekleyecek ve sonra ona telepatiyle ‘git aynada yüzüne bak’ komutunu yollayacaktı. Eğer kız kendi gibi ayıkırsa Endişecilik postuna sahipliği çok kısa sürecekti. Aklında çeşitli olasılıklar cirit atmaya başlamıştı. Çıkış için bir kapı varsa, bir giriş yeri de olmalıydı. Ya o kapının ardında buranın tıpa tıp aynı bir hayat kesiti varsa düşüncesi çok rahatsız ediciydi. Kapı buradaki varoluşun kurulma yeri, bir çeşit RESET de olabilirdi. O zaman Haydar Tunçbel’in yeniden burada belirmesi gerekirdi. Aslı kolunu sertçe çimdirdi ve acının tanıdığı bildiği acılara benzediğini düşünerek rahatladı. Burada bulunan varlığı hakiki bedeniydi. Yaşadığı şeyler garip, ama kendi gerçekliğiyle tutarlıydı. Nasıl çalıştığını kestiremediği bir sisteme dâhil edilmişti. Az sonra Aslı yanında Đsmet kafenin önünden geçerken genç kızın tabağını silip süpürdüğünü gördü. Denemekten bir şey kaybetmezdi. Đçinden kıza ‘git ve yüzüne bak’ komutunu verdi. Gerisi çorap söküğü gibi gerçekleşti. Kız anahtarıydı. Kısa bir süre sonra adı Serpil olan kızla o malum kapının önünde durmaktaydılar. Kıza bildiği her şeyi anlatmıştı. “Ben sizi hızla buluverdim Serpil Hanım,” dedi Aslı. Kızın kafası karışmıştı iyice haklı olarak. Đleride memnun memnun sırıtan sucu

68


Sadık Yemni

delikanlıyı işaret etti. “Şimdi ben buradan çıkıp gidince siz de kendi anahtarınızı arayın.” Kızın elini sıktı ve hızlı adımlarla kapıya yaklaştı. Besmele çekerek ağır metal yüzeyi iktirdi ve diğer tarafa ilk adımını attı.

***

“Bir an seni ortadan silindi sandım.” On dokuz yıllık kocası Ahmet Kardelen ince bir endişe tabakasının ardından ona bakmaktaydı. Siyah bol tişörtü belindeki yağlanmayı örtüyor, ama beyaz pantolonu kıçını olduğundan büyük göstererek bu etkiyi eksiltiyordu. Yine de elli dört yaşında biri olarak cazip bir erkekti. “Önümde yürüyordun. Bir saniye kafamı şuraya çevirip baktım. Sonrasında hiçbir yerde yoktun.” Đstiklâl Caddesi’nde diğer tarafta kafe olan yerin tam önünde durmaktaydılar. Bu tarafta kafenin yerinde lüks bir butik vardı. Aslı sevinçle gür siyah saçları kırlarla yüklü adama gülümsedi. “Hâlâ sırlı biriyim yani?” Siyah gözlü adam rahatlamış bir şekilde başıyla onayladı. Aslı inanılmaz bir hızla belleğine kavuşmuştu. Kırk sekiz yaşındaydı. On yedi yaşında bir oğulları vardı. Bir sigorta şirketinde avukatlık yapıyordu. Kocasıyla meslektaştılar. “Ahmet sıkıldım ben buradan,” dedi adamın koluna girerek. “Gel Beşiktaş’taki o küçük meyhanemize gidelim.”

69


K2rik ve Gece

Kocası saatine baktı. “Daha saat beş ya. Cemal ve Sevgi’yle sekiz gibi anlaşmıştık. ” “Saatin ne önemi var?” dedi Aslı. Adam ‘tamam’ anlamında omuzlarını silkti. Kurtuluş’ta oturuyorlardı. Günlerden cumartesiydi. Oğulları Yavuz sevgilisiyle Ölü Deniz’e gitmişti. Bu akşam birkaç arkadaşlarıyla birlikte kafayı çekeceklerdi. O yüzden arabayı almamışlardı yanlarına. Önce Haydar’ın, ardından kendinin çıktığı kapının önünden geçerken Aslı nefesini tuttu. Mekân sütlü tatlıların yendiği bir yer olmuştu yine. Ayakları hiçbir engelle karşılaşmadan Beşiktaş dolmuşlarının durduğu yere vardılar. On beş yirmi kişilik bir kuyruk vardı. Aslı oraya kadar bir sorun çıkmadığı için bayağı rahatlamıştı. “Yürüyelim mi? Yokuş aşağı nasıl olsa.” Kocası on dokuz yıllık karısındaki his değişikliğini hissediyor ve bunu gözünün önünde yitip gitmesiyle birleştirince hayra yoramıyordu haklı olarak. “Tamam.” Az sonra parkın içinden geçerlerken kocası vitrinde gördüğü bir çantadan söz etti. Eflatun renkliydi. Simliydi. Tam onun hoşlanacağı bir modele sahipti. Đki gün önce Đstiklâl Caddesi’nden yalnız geçerken görmüştü. Eğer beğenirse yirminci evlilik yıldönümleri için hediye almak istiyordu. Tam onu işaret edeceği sırada biricik karısı gözünün önünden silinip gitmişti.

70


Sadık Yemni

Aslı sözlerinin o küçük cehenneme giriş kapısı olmasından korkuyordu, ama hiçbir şey söylememesi de mümkün değildi. Durdu ve adamın gözlerinin içine baktı. “Kafanda bir soru var biliyorum. Senden rica etsem de, bunu bana yarın sabah uyandığımda sorsan. O kadar sabredebilecek misin?” Ahmet başıyla olumlayınca, karı-koca kol kola girip yokuşu inmeye devam ettiler. Harika bir ağustos sonu günüydü, ama ilerleyen saatlerde ne olacağı belli olmazdı. Masmavi gökyüzünde ilk gri bulutçuk görünmüştü.

Amsterdam 2009

71


Zamanı kısa bir süre durdurma imkânınız olsaydı ne yapardınız? On yedi yaşındaki Metin Civerek’in elinde zamanı kırk üç saniye durdurabilen bir topçuk vardı. Önce her şey sınıfta, partilerde yapılan çocuksu şakalarla başladı. Sonra birden bütün dünyanın ilgisi Đstanbul’a çekiliverdi.

Usta yazar Sadık Yemni’nin Zaman Tozları adlı romanı Buzul Dünya’da.

www.buzuldunya.com


YAZAR HAKKINDA Sadık Yemni, 1951 yılında Đstanbul’da doğdu. Çocukluğu ve ilk gençliği Đzmir’de geçti. 1975 yılından beri Amsterdam’da yaşıyor. Romanları ve öykülerinin yanı sıra; denemeleri, roman çevirileri, film senaryoları ve tiyatro oyunları bulunuyor. Genellikle paranormal, gerilim, polisiye, bilimkurgu, fantastik türlerinin edebiyat tadı veren karışımı şeklinde, yani TekinsizX türünde yazıyor. Yapıtları:

Muska

(1996),

Amsterdam’ın Gülü (1997), Öte Yer (2002), Metros (2003), Çözücü (2004), Ölümsüz (2004), Yatır (2005), Muhabbet Evi (2006), Durum 429 (2007), Hayal Tozu Gölgecisi (2008) 2009’da: Zaman Tozları (dijital roman), Seb7a (dijital kısa roman), Ağrıyan (roman)

www.sadikyemni.net


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.