İşçilerin Sesi Kasım 2012

Page 8

İşçilerin Sesi

BATİS’E POLİS BASKINI Bağımsız Tekstil İşçileri Sendikası (BATİS) polis tarafından basıldı. Sendika binasının bulunduğu sokağı trafiğe kapatan polisler, “suçluları arıyoruz” gerekçesiyle arama izni olmadan 4 saat boyunca sendikanın altını üstüne getirdiler. 7 sendika gönüllüsünün ve ziyaretçilerin üstü zorla arandı. Arama ve ortalığı dağıtma işlemini tamamlayan polisler “arama kararı” getirildikten sonra sendika binasını terk etti. Polislerin, sendika bilgisayarlarının hard disklerini ve BATİS’in hakları için mücadele ettiği Şeker Tekstil işçilerinin isim listesini yanlarında götürdüğü de açıklandı. BATİS öncülüğünde eylem yapan Şeker Tekstil işçileri Ekim ayında toplu olarak işten atılmışlar ve patronun adamlarının saldırısına uğramışlardı. Saldırı sonucunda bir sendika aktivisti yaralanmış ve sendika tarafından Şeker Tekstil hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. BATİS tarafından yapılan açıklamada, “Sendikamızın Şirinevler temsilciliğine yapılan bu saldırı; yoksullaştırılan, gelecekleri çalınan; işçilere, işsizlere, güvencesizlere yönelmiş bir saldırı, bir devlet terörüdür. Sendikamız nezdinde sınıf örgütleri gözden düşürülmeye, sermayeye karşı dik duran sendikaların kolu kanadı budanmaya çalışılıyor. Gönüllülerimiz korkutularak sendikamız yalnızlaştırılmak isteniyor. Sendikamızın işçilerle, emekçilerle kurduğu sağlam bağlar kopartılmaya çalışılıyor, Devletin kolluğu sendikamıza saldırıyor. İstanbul Şirinevler temsilciliğimize yapılan saldırıyı, devlet terörünü kınıyor, Bağımsız Tekstil İşçileri Sendikası (BATİS) Genel Yönetim Kurulu olarak baskılar bizi yıldıramaz diyoruz.” İşçilerin Sesi - Haber

8

SENDİKAL YAŞAMDA Yeni Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, 12 Eylül askeri diktatörlüğü döneminde çıkarılan eski yasanın, sendikal örgütlenme, toplu iş sözleşmesi yapma ve grev hakkı bakımından dar, kısıtlayıcı ve yasakçı özünü aynen korumaktadır. Necdet SEÇER

AKP hükümeti, 12 Eylül Anayasasını çöpe atacak yeni bir anayasa yapımına kalkıştığında, bu partinin emek ve demokrasi düşmanı olması nedeniyle, yeni ve daha demokratik anayasa yapamayacağını belirtmiştik. Bu partinin ancak “hiçbir şeyi değiştirmemek için her şeyi değiştirme” anlayışıyla “yeni” bir anayasa yapacağını, ancak bu şekilde ortaya çıkacak belgenin, özü itibariyle, 12 Eylül Anayasasından bir farkı olmayacağını vurgulamıştık. Meclis’te geçtiğimiz günlerde kabul edilen, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu tam da bu anlayışla hazırlanıp, yasalaştırıldı. 12 Eylül askeri diktatörlüğünün ürünü olan 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Kanunu görünüşte yürürlükten kaldırıldı, ancak yeni yasa, işçi sınıfı açısından, aynı ölçüde, hatta daha fazla kısıtlayıcı ve yasakçı hükümler içeriyor. İşkolu barajları ve grev yasakları korunuyor. Yetkili sendikanın belirlenme süreci yine Bakanlık bürok-

rasisinin ve yargının ağır ve yanlı işleyen çarklarına terk edilmiş durumda. Bir de patron örgütlerinin dayatmasıyla getirilen bir madde var ki, otuz kişiden az işçi çalıştıran işyerlerinde sendikal örgütlenmeyi fiilen olanaksız kılıyor. Aslında yasaya sonradan eklenen bu hüküm, yasanın örgütlenmeye düşman karakterini net bir biçimde ortaya koyuyor. SENDİKAL BARAJLAR DEVAM EDİYOR Yeni yasada işkolu barajı yüzde üç olarak tespit ediliyor. Yani bir sendikanın toplu iş sözleşmesi imzalayabilmesi için, o işkolunda çalışan işçilerin en az yüzde üçünü örgütlemiş olması gerekiyor. Her ne kadar önceki yasada yer alan yüzde on barajı düşürülmüş olsa da, hem yeni oranın işkolunda çalışan gerçek işçi sayısına uygulanması hem de 28 olan işkolu sayısının 20 ye düşürülmesi nedeniyle, işkolundaki işçi sayısının artmış olması, bu oransal düşüşün sendikalar açısından avantaj oluşturmasını engelliyor. İşkolu barajı bu şekilde tespit edil-

KÜÇÜK İŞYERLERİNDE SENDİKALAŞMA FİİLEN YASAKLANDI İş güvencesine ilişkin hükümler İş Kanununun 18–21.maddelerinde düzenlenmiş bulunuyor. Buna göre, patron, 30 ya da daha fazla işçinin çalıştığı bir işyerinde, en az altı ay kıdemi olan ve belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışan bir işçiyi işten çıkarmaya kalktığında, bu durumun, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir nedene dayandığını ispatlamak zorundadır. Görüldüğü gibi, otuzdan az işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan işçiler kapsam dışında kalmaktadır. Ancak Sendikalar Kanununda yer alan bir hükümle, otuzdan az işçi çalıştırsa da, eğer patron bir işçiyi sendikalaştığı için işten çıkarırsa, söz konusu işçiye 12 aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü oluyordu. Bu hüküm, sendikalaşma açısından işçinin önünü açan, onu cesaretlendiren, özgürlükçü bir içeriğe sahipti. Patronların bastırmasıyla, bu hüküm yeni yasadan çıkarılmıştır. Bu durum, siyasi otorite ve patronların otuzdan az işçi çalıştıran işyerlerinde sendikalaşmayı gayrı meşru gördüklerini ortaya koymaktadır. Onlara göre bu tür işyerlerinde sendikalaştığı için işçileri işten atmak, doğal ve haklı bir tutum olup, hiçbir müeyyide ile karşılaşmamalıdır. Bu boyuttaki işyerlerinde toplam 6,5 milyon işçi çalışmaktadır. Yeni yasa ile bunların sendikalaşması, bu işe kalkışanların işten atılması yoluyla, fiilen engellenecektir. Aslında, otuz kişiden az işçinin çalıştığı işyerlerinde sendikanın varlığı, nadiren görülen bir durumdur. Ancak bu maddenin çıkarılması, sendikal örgütlenme açısından, yeni yasanın yasakçı bir karaktere sahip olduğunun en önemli göstergesidir. Bu yanıyla, güçlü bir sembolik anlam taşıyan bu maddenin yasadan çıkarılmasına, sendika bürokratları da fazla ses çıkarmamışlardır. Çünkü onlar için küçük işyerleri, örgütlenmeye değmeyecek, getirisi az yerlerdir. Soruna kâr/zarar hesabı açısından yaklaşanlardan farklı bir tutum beklenemezdi.

mesine karşın, bu oranın Ekonomik Sosyal Konsey(ESK) üyesi olan konfederasyonlara, yani Türk-İş, Hak-İş ve DİSK’e, bağlı sendikalara ilk dört yıl için yüzde bir, sonraki iki yıl için yüzde iki ve daha sonra yüzde üç olarak uygulanması öngörülüyor. Bu yolla, esas olarak, üç büyük konfederasyonun yasaya olan tepkisini törpülemek amaçlanmış olsa da, siyasi iktidarın bu yaklaşımındaki ideolojik arka plan önem taşıyor. İşveren ve işçi örgütlerinin, çalışma yaşamına ilişkin sorunları, hükümetin gözetiminde uzlaşarak aşması amacıyla oluşturulan ESK üyeliği, sendikalara bir avantaj sağlıyor. Bunun anlamı uzlaşmacı sendikacılığın ödüllendirilmesidir. Buna karşılık bu üç konfederasyona üye olmayan ya da yeni kurulacak sendikalar, yasayla, en baştan yüzde üç barajı ile karşı karşıya kalıyor. Böylece, “maça daha başından 3–0 yenik başlamış oluyor” Barajların aşamalı olarak yükseltilmesine karşın, yüzde birlik sendikal baraj yüzünden, halen yetkili olan 10 sendika, baraj yüzde ikiye yükseldiğinde, ilave olarak 13 sendika, yüzde üçe çıktığında ise 6 sendika daha toplu iş sözleşme yetkisini kaybediyor. Yani işkolunda çalışan işçi sayısı ile sendikaların üye sayıları aynı kaldığı varsayıldığında, altı yıl sonra, bugün toplu sözleşme imzalama yetkisine sahip olan toplam 29 sendikanın yetkisi düşecek. Dokuz işkolunda çalışan yaklaşık 3,5 milyon işçi, üye olabilecekleri, toplu sözleşme imzalayacak sendika bulamayacak. Daha şimdiden sendika bürokratlarını panikletmesi ve yaygara koparıp harekete geçmelerini sağlaması gereken bu tablonun, onlarda çok fazla endişe yaratmadığı görülüyor. Bunun iki temel nedeni var. Birinci olarak, yasaya konulan geçici madde ile halen yetkili olan ya da ESK üyesi olan konfederasyona üye sendikalara, yüzde bir barajının altında kalsalar bile, bir dönem daha toplu sözleşme yapma hakkı tanınıyor. Yani bu sendikalar iki sene daha kazanmış oluyorlar. Bu durum onları, “iki sene sonrası için Allah kerim” düşüncesine sevk ediyor. İkinci olarak, yine yasa ile hükümete, işkolu barajını binde beş ile yüzde üç arasında belirleme yetkisi veriliyor.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.