her şeyin üzerine kusuyor, bayılıyor, denge duyumu yitiriyor dum. Sonunda kazandım ve okula gidişim de ertelendi ama bu tanınmış doktorla görüşmeye gitmek kaçınılmaz olmuştu. Adamın kocaman bir sakalı, dik bir yakası vardı ve puro kokuyordu. Pantolonumu aşağıya indirdi, bir eliyle benim o önemsiz organımı tuttu, öteki elinin işaret parmağıyla kasığı mın çevresinde bir üçgen çizdi, etekleri kürklü paltosu ve tü lü yüzünü örten koyu yeşil kadife şapkasıyla arkamda oturan anneme, "Oğlanın burası hala bir bebeğinki gibi," dedi. Doktordan döndüğümüzde bana kenarları kırmızı, cebi nin üzerinde işleme bir kedi fıgüıii olan, solmuş sarı önlüğü mü giydirdiler. Sıcak çikolata ve peynirli sandviç verdiler. Ye niden ele geçirdiğim çocuk odasına girdim. Ağabeyim kızıl ge çiriyordu ve başka bir yerdeydi. (Pek tabii ben onun öleceğini umuyordum. O zamanlar kızıl tehlikeli bir hastalıktı. ) Oyun cak dolabından tekerlekleri sarılı kırmızılı tahta bir arabaya tahta atı koştum. Okul tehlikesi hoş bir başarı anısı içinde si lindi.
1965 yılının başlarında fırtınalı bir kış günüydü; annem, baba mın gırtlağındaki habis bir tümörü aldırmak üzere hastaha neye yattığını söylemek için tiyatroya telefon etti. Gidip onu görmemi istedi. Babamı görmek için zamanımın da, isteği min de olmadığını, ona hiç ilgi duymadığımı çünkü babamla benim birbirimize söyleyecek hiçbir şeyimiz kalmadığını, ola sı ölüm döşeğine, hastaneye gidersem belki onu korkutup utandırabileceğimi söyledim. Annem öfkelendi. Israr etti. Ben de öfkelendim, bana duygusal şantaj yapmaktan vazgeç mesini söyledim. Bu bitip tükenmeyen şantaj: Benim hatırım için yapamaz mısın? Annem kızdı ve ağlamaya başladı. Göz yaşlarının beni hiçbir zaman etkilemediğini söyleyerek telefo nu suratına kapattım . Aynı gece tiyatroda çalışıyordum. Kuliste gidip oyuncular9