2000_100_11398

Page 61

Oyuncunun Elkitabı • 1 1

VVARE - (Ahsen'e) Sen bir şey anladın mı? AHSEN - Bu adam Yunan Tragedyalarındaki habercinin gecekondu nüshası bu olsa gerek. Neden kıskançlık damarı kabarmıştır) Peki, kim dediği? CİMRİ - (Yattığı yerden başını kaldırıp) Sineklinin birisi meşhur Keşanlı Ali. CİMRİ / MOLİERE ARPAGON, daha bahçeden imdat çağırarak okasız gelir.) ARPAGON - Hırsız var! Hırsız var! Katil var! Yangın var! Allahım sen yetiş! Mahvoldum, boğazladılar beni, paramı çaldılar. Kim çaldı? Nereye kaçtı? Ne oldu? Nerede saklanıyor? Nasıl bulayım onu? Nereye koşayım, nereye koşmayayım? Şurada olmasın? Burada olmasın? Hırsız kim? Dur. Haydut, ver paramı... (Kendi kolunu tutmuştur) Ay! Benmişim! Zihnim altüst konuş, nerdeyim, kimim, ne yapıyorum, farkında değilim. Ah! Paracıklarını! Paracıklarını! Benim canım, ciğerim! Seni elimden aldılar; seni kaybettim, mesnedim, tesellim, saadetim elden gitti; artık işim bitti benim, bu dünyada fazlayım ben artık; sensiz nasıl yaşarım ben? Bitti, artık dayanamıyorum, ölüyorum, öldüm, gömdüler yani. Allah rızası için beni diriltecek kimse yok mu? Bana paramı versin, yahut kimin çaldığını bildirsin. Ha? Ne dedin? Kimseler yokmuş. Beni duyan her kim ise zamanını iyi hesaplamış; tam oğlum olacak alçakla konuştuğum sırada işini görmüş. Gideyim, polis çağırayım, bütün ev hal­

KEŞANLI ALİ DESTANI / H. TANER ZİLHA - Ne diyordum efendicağızıma söyleyim. Beni bu eve evladı maneviyatlık aldılar. Bir çocuğu, bir de şamamayı gezdiriyorum. İşim o kadar. Şamama evin köpeği. Burda medeniyet varmış be. Eskiden ayaklarımı aydan aya yıkar­ dım. Hem de çorabımı çıkarmadan; Oldu olacak ikisi birden yıkansın diye. Şimdi her gün banyo yapıyorum. Her Allanın günü yıkanan deri ne kadar yumuşak olurmuş meğer. Uç kapıda amonyak kokusuna öyle alışmışım ki burada temiz hava ilkin ciğerlerine dokandı. (Gider masanın üstünden bir resim alıp gösterir) Filiz'in babası Bülent Bey, illetli fakir; Karısı evden kaç­ mış. Adam da böyle sönmüş fenere dönmüş. İh­ ya Bey doktorlara ne paralar yedirmiş, nafile... Malankoli diyorlar, düşman başına. Bana bazen tuhaf tuhaf koyun gibi bakar. (Taklidini yapar) Çok dokanıyor içime. Hani birinci perde de çişini bile unutan bunak profesör vardı ya, deli doktoruymuş meğer o. Küçük beye şimdi o bakıyor. İki de bir evde. Benim kılık kıyafetime bile karışır. Yok saçını şöyle tara, yok gözünü böyle boya. Deli mi ne? İhya Bey buba adam. Tuttuğu altın olsun neme lazım. Beni kızı gibi sever. Sen bizim ailenin maskotusun kız diyor. Uğur getiriyormuşum diye arada bir makas da alır. Olacak artık o kadar. Madam Olga'ya tenbihat geçmiş. Bana oturup kalkma konuşma öğretsin diye. Kim bilir belki de iyi bir kısmet çıkarsa sevabına everecekler. Dünyada hayır sahabları daha ölmedi... (Kapı vurulur) Madam galiba. Sen misin, madamcığım, buyur... NOT: Tüm eserlerin, önce tamamını okuyun ve yazarını tanıyın.

pe

kını işkenceye koydurayım. Hepsini sorguya çek­ tireyim: hizmetçileri, uşakları, oğlumu, kızımı, kendimi bile! Aman ne çok adam toplanmış buraya. Gözüm hangisine gitse içime bir şüphe düşüyor, hangisine baksam işte beni soyan diyorum. Ha! Ne konuşuyorlar onlar bakayım? Paramı çalandan mı bahsediyorlar? Nedir o yukardaki gürültü? Hırsız orada mı yoksa? Ne olursunuz beni soyanı gören, bilen varsa Allah rızası için söylesin, aranızda saklanmış olmasın sakın? Hepsi bana bakıp bakıp gülüyorlar. Göreceksiniz, bu hırsızlıkta hepsinin parmağı var. Çabuk, komiserler, zaptiyeler, çavuşlar, yargıçlar, bukağılar, zincirler, darağaçları, cellatlar, çabuk yetişsinler. Herkesi astıracağım, gene paramı bulamazsam kendimi de asacağım.

- bunlar çıkıyor ortaya, bunlar için de bir çaba gerekmiyor, kolay bunlar, "Biz paranın kay­ nağını bulduk" diyorlar, ne sandınız ya! işçide para var. Öyleyse verelim işçiye istediğini. Bu baygın şarkıları, bu alık film yıldızlarını mı istiyor, alsın öyleyse. Tek heceli sözler mi istiyorlar, onu verelim kendilerine. Üçüncü sınıf şeyler mi is­ tiyorlar, canları cehenneme, biz de ONU veririz onlara. Ne yuttursak yeridir, nasıl olsa daha iyisini istedikleri yok!/ Bütün bu para düşkünü, aşağılık dünya tükürüyor suratımıza, biz oralı bile olmuyoruz. Doğru söylüyor Ronnie, suç biz­ de, kendi eşşekliğimizde bizim. Üçüncü sınıf şey­ ler verirler bize böyle! Böyle işte! Böyle...

cy a

yor abla/ Kaç Zilha kaç anam/ Her ne vasıta varsa gemi, araba, uçak, dolmuş, çöp kamyonu anam... (Bir maraton habercisi gibi yıkılır.)

KÖKLER / ARNOLD WESKER BATIE - Yoo, sizleri adam yerine koyuyor koymasına tabiatla Tanrısal bir bağ kurduğumuzu sanıyor. Tabiatla sözüm ona Tanrısal bir bağımız varmış. Ama başkaları adam yerine koyarlar mı ki, ha anne? Ne dersin, koyarlar mı? Hiç sanmam. Gerçekten adam mıyız biz?/ Bugünlerde gazeteler, işçiler söylediler, işçiler böyledir diye bizi şişiriyorlarsa, ciddiye alacak değilsin ya bunu, hep zırva onlar. Değiliz çünkü. Yurdumuzda elinden iş gelen insanlar, bizim için mi çalışıyorlar sanıyorsun? Ne gezer! Bizim kıçımızı bile yerinden oynatmayacağımızı bilmiyorlar mi?/ Ne yazarlar biz anlayalım diye yazıyorlar, ne ressamlar biz ilgileniriz diye yapıyorlar resimlerini - ne besteciler biz beğenelim diye besteliyorlar eserlerini./ "Aman" diyorlar "çok vefasız bu yığınlar/ Onların düzeyine inilmez, Onlar bir çaba göstermiyorlarsa, biz niye uğraşalım?" Bunun üzerine ortaya ne çıkıyor, biliyor musunuz? O baygın sesli şarkıcılar, o uyuz, bayağı yazarlar, filimciler, o aşağılık kadın dergileri, pazar gazeteleri, resimli aşk romanları

SON OLARAK Sevgili oyuncu adayı... Sana oyunculuk deneyimlerimden ve öğrendiklerimden örnekler vererek geleceğine yararlı olmaya çalıştım. Bizim zamanımızda kimse bu işlerle uğraşmazdı. Kon­ servatuar sınavlarına biz iki üç arkadaş kendi bil­ diklerimizle girmiştik. Ne elimizden tutan oldu, ne "o öyle değil böyledir" diyen. Düşündüm ki, hâlâ oyuncu olmak isteyen genç meslektaş­ larıma bildiklerimi anlatayım. Hiç olmazsa bu kadarcık faydam olsun istedim. Çünkü siz çok çetin çok çileli ama bir o kadar da onurlu bir mesleği seçiyorsunuz. Benim mesleğimi... En sevdiğim işi... Size yardımcı olmayacağım da kime olacağım?... Bizim gençliğimizde çektik­ lerimizi sizin çekmenizi istemiyorum. MSM'yi de bu nedenle' açtım. Orada binlerce genç insan geleceğe hazırlanıyorlar. Onlar ikibinli yılların gerçek sanatçıları olacaklar. Özgün, özgür, doğal, soru soran ve ömür boyu eğitim görmeyi ilke edinen gencecik insanlar. Biliyor musunuz MSM'den pekiyi derece ile mezun olanlar bir dilekçe ile başvurup okula asistan oluyorlar. Beş yıl asistanlık yapıp öğretmenlik sınavına giriyor­ lar ve artık eski okullarını kendileri yönetmeye başlıyorlar. Böylece bir ekol oluşuyor. Bu çok

yetenekli gençler geleceğin sanat politikalarını belirleyecek olan sanatçı adayları. Sizlersiniz bu anılanlar... Epeyce şey anlattım sizlere. Karşılığında minicik bir isteğim olacak. Sakın, çağımızın aptal kutusu televizyonun, büyüsüne kapılıp, bunca yıl emek verdiğiniz mesleğinizi burada harcamayın. Ken­ dinize saygınızı yitirirsiniz. Televizyonda sanat ol­ maz. Oradan para kazanmanıza kimse bir şey demez. İyi kaliteli bir dizide ve aynı nitelikte bir reklam filminde oynamanıza kim ne diyebilir ki? Ama sizi başka işlerde de kullanmak isteyebilir­ ler. Buna izin vermeyin. Televizyonda sanat ol­ maz. Son olarak şu dediklerimi sakın unut­ mayın: - Televizyonda herkes oynar - Sinemada bazıları oynar - Ama tiyatroda sadece aktörler oynar. Yolunuz açık olsun. Sevgim hep sizinle olacak, çünkü benim sev­ diğimi seviyorsunuz. Müjdat

Gezen

27 Mart 1999, Kalamış. International Theater Institut (İTİ) 1999 yılında Dünya Tiyatrolar Günü Bildirisi'ni bana yazdırdı. Bu bildiri kısa ve öz olsun istedim. Bir köşede bulunsun diye size de aktarıyorum: 27 MART DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ BİLDİRİSİ Önce "Dünya Tiyatrolar Günü"nüz kutlu olsun. Tiyatro yazan, oynayan, yöneten, izleyen ve hat­ ta izlemeyen herkese kutlu olsun, insanı insana insanla ve insanca anlatan bu sanatı sevmek çok da insanca bir şeydir. Bugün

Dünya Tiyatrolar Günü'nü

kutlarken,

dünya tiyatrosu yerine kendi tiyatromuzdan söz etmek istiyorum. Ülkemize dışarıdan bakma adetini bir türlü yerleştiremedik. Kendimizi övüp duruyoruz, ama dünyaya armağan ettiğimiz pek bir şey de yok. İşte bu noktada gönül rahatlığıyla "ama tiyatro oyunlarımız var" diyebiliyorum. Dünya dillerine çevrilip oynanıyor. Daha birkaç gün önce Lond­ ra'da bir Türk yazarının oyununu izledim. Ayak­ ta alkışlandı. İyi düşünelim: Şeker gibi oyun yazarlarımız var, un gibi tertemiz bembeyaz gencecik oyuncularımız var, elimizde yağ da var, bunu lezzetli bir tatlı yapmamak için bir neden vat»

mı?...

Biz

dünya

tiyatrosunda

yer

edineceğiz. Batılılar bizim oyunlarımızı kendi dil­ lerine çevirip oynayacak. Bu mutlaka olacak, daha çok olacak. Türk tiyatrosu; yazarıyla, oyun­ cusuyla, yöneticisiyle, her türlü teknik adamıyla dünya tiyatrosunun içinde olmayı hızlandırarak sürdürecek. Benim üç yüz altmışbeş günüm tiyatro günüdür. Başkaca bir şey düşünmeyi bile düşünmedim. Tiyatroyu seviyorum ve tiyatroyu seven herkesi seviyorum.

Bu;

televizyonlarda

sıkça

duy­

duğunuz "herkesi çok seviyorum" söylemine benzemez. Bu; kırk yıl, tam kırk yıl sahne tozu yutmuş ve ölünceye kadar o tozu yutarak yaşayacak bir tiyatro emekçisinin sözüdür... Dünya Tiyatrolar Günü'nüz ve Türk Tiyatrosu Günü'nüz kutlu olsun. Müjdat Gezen, 1999 61


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.