Ayda bir ayvalik 34

Page 15

Ayvalık Tatları Festivali’ne sesi, gitarı ve udu ile ‘karşı’ yakanın dost şarkılarını getiren folklor araştırmacısı, müzik antropoloğu, şair, akademisyen Vassilis Vetsos’la konser öncesi prova yaparken buluştuk ve konuştuk.

V

BİR AÇIK HAVA MÜZESİNE BENZEYEN VE BENİM KARDEŞ MAHALLEM GİBİ OLAN AYVALIK’I ÇOK SEVİYORUM GÜLBENİZ ŞENTAY

assilis Vetsos 1975 yılında İzmir’e gitmek için Midilli’den motora biner ve Ayvalık’a geçer. On sekiz yaşında bir delikanlıdır. Hikâyelerini dinleyerek büyüdüğü Ayvalık’a ilk gelişidir. Kanelo’da (o zamanlar Şehir Kulübü) oturur. Otobüsün hareket saatini beklerken bir çay söyler. Arkasına yaslanır. Evet; Midilli’ye göç eden mübadillerin adını dillerinden düşürmedikleri ‘karşı’da, yani Ayvalık’tadır. Sisin ardına gizlenmiş ‘adasına’ uzun uzun bakar. Doğduğu topraklara bir daha dönemeyecek olsa ne yapacağını düşünür. Yıllarca ama yıllarca Midilli’den Ayvalık’ı görmeye çalışan insanların geride kalan hayatlarına duydukları özlem içini acıtır. Çocukluğunda dinlediği Ayvalık hikâyeleri o gün gözlerinde asılı kalan Vetsos, bu hikâyelerin izini sürmek, kalbinin yarısını ‘karşı’da, Ayvalık’ta bırakan insanların diğer yarılarını bulmak, tanımak için her fırsatta Ayvalık’a gelecektir.

-Midilli’de dünyaya geldim. Pamfilyalı olan babam iyi bir mermer ustasıydı. Agia Varvara Kilisesi’nin mermerlerini o işlemişti. Anlayacağınız ‘ada’ çocuğuyum. Midilli Yunanistan’dan uzakta ve hayli yalnız bırakılmış olmasına rağmen o yıllarda da çok güzel bir adaydı. Küçükken bisikletime atlar, Midilli turuna çıkardım. Her biri birer mimari şaheser olan evlerin önünden geçerdim. Zor zamanların yaşandığı ve yoksulluğun diz boyu olduğu o günlerde evlerin güzelliği beni büyülerdi; kendimi çok büyük bir kente gitmiş gibi hissederdim. Çocukluğum dedelerimin, büyükannelerimin anlattığı Küçük Asya’nın öykülerini dinlemekle geçti. Midilli’den ‘karşı’ya, Ayvalık’a bakar, anlatılan hikâyeleri gözümüzde canlandırmaya çalışırdık. Dilimizden ‘karşı’ kelimesi düşmezdi. Hepimizin bakışları hep ‘karşı’daydı. Savaş sırasında Türkiye’de altı yıl askerlik yapan ve orayı hep özlemle anan dedem bana pek çok Ayvalık hikâyesi anlatmıştı. Belleğimde onun hikâyelerinden oluşan öyle kareler var ki! ...Ama onun Bursa’da başına gelenler bütün şiddetine ve vahşetine rağmen savaşın içinden insani öykülerin de çıkabileceği gerçeğinin adeta kanıtıdır. Öykü şöyle... Dedem Bursa’daki Yunan işgal ordusunun bir askeridir. Neden bilmiyorum, gece vakti dışarıya çıkar ve yabancısı olduğu şehirde kaybolur. Bir evin önünden geçerken bir küp görür. Kapıda duran adama, “Bu küp bizim Mandamados küpü, sen kimsin?” diye sorar. Adam adını söyleyince dedem de kendini tanıtır: “Ben Dimitruların oğluyum!” Adam şaşırır: “Yahu! Biz senin babanla ticaret yapardık!” der. Yani bir küp, bir nesne iki yaka insanını birleştirir ve dedem kaybolmuş bir Yunan askeriyken bulduğu tanıdık yüzler sayesinde o sıkıntılı durumdan kurtulur. Savaş boyunca şiddetin yanı sıra payına pek çok insani öykü

düşen dedem, Yunan ordusu çekilirken askerlere “Kaçarken köyleri yakın!” emri verildiğini ama bu emre uymadığını, hatta dereye atılan bir Türk bebeği kurtarmaya çalıştığını anlatırdı. Gerçekten de bu topraklarda şiddeti ve insanlığı bir arada yaşadık. Bu felaketten insan olarak çıkmak, çıkabilmek biz iki yakada yaşayanlar için büyük bir başarıydı. Çünkü biz aslında kardeş iki halkız. Barış ve dostluk içinde yaşamak zorundayız. Başka seçeneğimiz yok! Söylediğim gibi, hangisini dile getireceğimi bilmediğim sayısız trajik öyküyle büyüdüm. Üniversite çağım gelince Selanik’e gittim. Orada matematik okudum. Daha sonra, küçük yaşlardan beri ilgi alanım olan müziğe yöneldim ve eğitimini aldım. Yazdığım şiirler, şarkı sözleri çaldığım enstrümanın dili oldu. Zira müziğin temelinde söz vardır, hikâye vardır, insanlık tarihi vardır. Bir köşede yalnız başına duran bir müzik aleti size pek bir şey ifade etmeyebilir. Ama aslında o, dünyaya açılan bir yelkenlidir. Biner ve gidersiniz. NECDET SABAN’IN BÜTÜN BEDENİNİ VEREREK ZEYBEK OYNAYIŞI VE MUHTEŞEM EL FİGÜRLERİ BENİM İÇİN BİR DERS GİBİYDİ

Konservatuvarda hocalığa başlamamla birlikte önüme, müziğe farklı bir açıdan bakmamı sağlayacak imkânlar çıktı. Müziği antropolojik açıdan irdelemeye başladım ki, bu da beni yeniden Ayvalık’a getirdi. 2001 yılıydı. Arkadaşlarım Solon ve Kosta ile beraber gelmiş, dostlarımıza çalıp söylemiştik. O gelişimiz sırasında Necdet Saban’ın (Bknz. Ayda Bir Ayvalık, Sayı: 25) At Arabacıları Meydanı’ndaki demirci atölyesinde Ayvalıklı müzisyenlerle tanışmıştım. Bunlardan biri Şükrü Duran’dı. Birlikte müzik dolu enfes bir gece yaşamıştık. Bir ara udumu elime aldım. Şarkılar söylenirken Muhayyerkürdi makamına girdik. Doğrusu epeyce zorlanmıştım. Birlikte ‘Çakıcı’yı da söylediğimizi hatırlıyorum. Kendiliğinden bir grup olmuştuk. Artık Ayvalık’a sık sık geliyordum. Değişik mesleklerden insanlar toplanıyor, hem Necdet’in mekânında hem de Ayvalık sokaklarında müzik yapıyor, müzik konuşuyorduk. Ev hanımları ellerinde alışveriş torbalarıyla yanımızdan geçerken torbalarını yere bırakır, duvarın dibine çöker, bizi dinlerlerdi. Ayvalık insanının beni en çok cezbeden yanıydı bu. Orada, sokakta tanıştığım insanlardan oluşan bir müzik beraberliği doğdu ve benim için adeta bir okul oldu. Çünkü ben müzikle ilgili her türlü bilgiyi almayı çok seviyordum. Öğrendiğim her yeni şey beni besliyordu. Hiç unutmam bir pazar günü Necdet usta beni provalarına davet etti. Türk Sanat Müziği icra ederlerken ben de onlara katıldım. Farklı iş kollarında çalışan bu insanların müzikle ilgilenmeleri, dernekler kurmaları ve müziği önemsemeleri beni fazlasıyla etkilemiş, duygulandırmıştı. Bir at arabacısının bir müzik

15


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.