Sacayak_HB_OzelSay

Page 1

HACI BEKTAŞ VELİ ANMA TÖRENLERİ ÖZEL SAYISI

SACAYAK

BİLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR

Fikret Otyam - Hünkar Hacı Bektas Veli , 2008 ISSN 1308-7967

ÖZEL SAYI / BEDELSİZ DAĞITILIR / 16 - 18 AĞUSTOS 2009 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Genel Ajans Basım, Dağıtım, Organizasyon Ldt. Şti. adına Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Sultanahmet, Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı 102, 34110 Eminönü - İstanbul Tel/Faks: +90.(0)212.519 56 35 / E-posta: sacayak@yahoo.com.tr / Yayın Türü: Yerel - Süreli Baskı: Mart Matbaacılık, Ceylan Sk. No 24, Nurtepe / Kağıthane, İstanbul - 0212.321 23 00


Sabahat Akkiraz

SACAYAK

AKKİRAZ MÜZİK

SERÇEŞME HACI BEKTAŞ DERGÂHI Ehl-i Beyt’ten Gayrı Damen mi Vardır İsmail Kaygusuz

H

ACI BEKTAŞ VELİ Dergâhı, Bâtıni-Alevi öğretisinin öğretilip uygulandığı bir Halk Üniversitesidir. Kuruluşunda 1240 yılı Malya yenilgi ardından yaşanan Babai kırımından kurtulan Baba İlyas halifelerinin ve Bacıyani Rum örgütünün katkıları vardır. Ama Hacı Bektaş’ı bağrına basan Sulucakarahöyük’e yerleşmiş Çepni Türkmen topluluğunun el ve gönül birliğini, dergâh çevresindeki yeni toplumsal yapılanmanın oluşmasında en ön sırada rolü vardır. Yedinci İmam Musa Kazım’ın soyundan Seyyid İbrahim-i Sani oğlu Seyyid Muhammed Bektaş’ın Sulucakarahöyük’te kurduğu Hacı Bektaş Veli Seyyid Ocağı yirmi yıl içinde Hünkâr Dergâhı’na, “Ulu Padişah Kapısı”na dönüştü. Alevi-Bektaşi inançsal birliğinin merkezi oldu. Yetişen halife ve dervişler siyasal dağılmışlık içindeki Anadolu topraklarına yayıldı, çerağ uyandırıp cem-cemaat yönetti. Hacı Bektaş Veli ile ilişkisi olan Hünkârî, Çepni, Hacı Bereket, İbrahim Hacı gibi Türkmen topluluklarının katkılarıyla Sulucakarahöyük’te yapılan üretim, Dergâh’ın ekonomik düzeyini yükseltirken, inançsal, eğitimsel ve kültürel etkinliğini de artırdı. Daha önce gelmiş Seyyid Ocakları’nın pirleri de Hünkâr Hacı Bektaş’ı büyük Mürşid ve Serçeşme olarak tanıdı, Hünkâr Dergâhı’na bağlandı. Hacı Bektaş Veli, “Bir olalım” diyerek, inançsal ve toplumsal birliği kurdu. “Diri olalım” diyerek Seyyid Ocaklarını birleştirip dağınıklığı önledi, toplumun canlı ve sağlıklı kalmasını sağladı. “İri olalım” diyerek ortaklaşa üretime, eşit bölüşüme, toplumsal dayanışmaya ağırlık kazandırıp ekonomik büyümeyi sağladı. Hünkâr Hacı Bektaş siyasetini, Moğol istilasıyla yıkılan kurumların yeniden canlandırılması için birlik sağlamaya yöneltti. Bağımsızlık siyaseti güden Selçuklu prensi II. İzzeddin Keykavus’u, işbirlikçi yönetime ve Moğollara karşı savaşmaya yönlendirdi. Hacı Bektaş Veli’nin ölümünün ardından eşi Kadıncık Ana’nın bir süre posta oturarak Hünkâr Dergâhı’nı yönettiği bilinir. Kadıncık Ana, Dergâh yönetimini Abdal Musa Sultan’a devretti. Abdal Musa ve ardılı Seyyid Ali Sultan’ın ardından Mürsel Bali oğlu Balım Sultan tarih sahnesinde yerlerini aldılar. 1525 yılında Baba Zünnun, 1527-8 yıllarında Kalender Şah (Çelebi) Kızılbaş ayaklanmaları Osmanlı zulmüne karşı Dergâh çevresinde oluşan siyasal birlikten kaynaklandı. Osmanlı yönetimi Kızılbaş-Safevi ilişkileri nedeniyle Dergâhı kapattı. Hacı Bektaş soyundan gelen Seyyid ailelerin önderleri öldürüldü, kalanları dağıtıldı. Anadolu nüfusunun çoğunluğunun kutsal yerinin kapatılmasının daha büyük başkaldırılara neden olacağı endişesiyle, Osmanlı üç yüzyıl önce yaşamış olan Hacı Bektaş Veli’yi mücerred, evlenmemiş gösterip, çocuksuz olduğuna ferman buyurdu(!) ve 1551’de Paşa unvanlı Sersem Ali Baba’yı Dergâh’ın başına atadı. Kendisine bağlı yeni bir Bektaşi kolu (Babagan) yarattı. Dergâh, Hacı Bektaş evlatlarının elinden alındı. Ama 20 yıl sonra Şah İsmail adıyla ortaya çıkan bir Alevi halk önderi, 50 bin kişinin başında Hacı Bektaş Dergâhı’nı ziyaret ederek, kurbanlar kesip kazan kaynatarak büyük Görgü Cemi yaptı. Lala Mustafa Paşa tarafından 1578’de ezilmiş “Düzmece Şah İsmail” hareketinin önemi budur. Sürgün edilen ya da kaçan Hacı Bektaş Veli evlatları Bağdad, Kerbelâ ve Necef’te Hacı Bektaş Tekke’leri kurdular. Bu tekkelerin 17. yüzyıl başında Dede Garkın ve Şah İbrahim seyyid ocaklarına mensup Dede’lere “icazetname” verdikleri biliniyor. Aynı yüzyılın sonlarında Osmanlı, Hacı Bektaş Dergâhı’nı bağıbahçesi, arazileriyle birlikte aileden birinin başkanlığında ayrıcalıklı bir vakıf tımarı biçiminde kurumlaştırdı ve denetimi altına aldı. Fermanlarda Çelebi ailesi, “Eş Şeyh ... evlad-ı Hacı Bektaş-i Veli” sıfatıyla tanınıp Hacı Bektaş soyundan geldiklerini onayladı. Artık Osmanlı Hacı Bektaş Veli’nin çocuksuz olduğu iddasından vazgeçmişti. Ama yapma (Babağan) Bektaşiliğe sokuşturulmuş Şeriat öğelerini kabule zorlandılar. Yolu sürdürmeye yetkin dedelere verdiklere “İcazetname”lere “günde beş vakit namaz ve Ramazan’da teravih kıldırma” koşulu bile konmuştu. Hacı Bektaş evlatları soyun yaşaması, yok olmaması adına “takiye”ye sığınarak 1826 yılına kadar Hünkâr Dergâh’ını sürdürmeye çalıştı.

2

Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri Özel Sayısı

18. yüzyılda Hünkâr Dergâhı’nda birlik bozuldu. Osmanlı’nın teşviki ve dönemin İran Safevi Şah’larının ikiyüzlü siyasetiyle Seyyid Ocakları teker teker Dergâh’tan kopmaya ve bağımsız hareket etmeye başladı. Yol ve erkân denetimsiz kaldı. Osmanlı yönetiminin Nakıbül Eşraf kurumu Kerbelâ ve Necef’den bol keseden Evlad-ı Resul - Seyyidlik beratları dağıtmaya ve şecere yenilemeye başladı. Seyyidlere tanınan ayrıcalıklar Ocak ailelerine cazip geldi. Şecere yeniletene talip üzerine gitme hakkı doğduğu için rekabet ve rüşvet aldı yürüdü. Bunlardan tiksinen ve Safevi soylu olmasına rağmen Hünkâr Dergâhı’na bağlı ve Pir Sultan Abdal’ın talibi olan büyük ozan Dede Kul Himmet şöyle nefes etti:

İMÇ. 6. Blok No: 6647 Unkapanı - İstanbul Tel: 0 212. 514 47 90 Faks: 0 212.514 42 63 www.akkiraz.com info@akkiraz.com b

Bendeki Yaralar

Bektaş-i Veli’nin yolun bilmeyen Gündüzü karanlık gece sayılır (...) Evladı Mürsel’dir, tutmazsa damen Anlardan ıraktır din ile iman Her kim Ali evlada ederse güman Yüz bin emek çekse hiçe sayılır (...)

Bir Gerçeğe Bel Bağladım

Kul Himmet’im bu manaya erenler Zamanının İmamını bulanlar Hazret-i Hünkâr’ı mürşit bilenler Bir niyazı yüz bin Hacc’a sayılır Osmanlı yönetimi baskı, zulüm ve birliği parçalama siyasetiyle Seyyid Ocaklarını birbirini düşürmekle yetinmedi. 1826 Yeniçeri kırımıyla tüm Alevi-Bektaşi tekkelerini, Dergâhlarını kapattı. Hacı Bektaş Veli Dergâh’ı, Hacı Bektaş evlatlarından alındı, Nakşibendîlere verildi. İdamla yargılanan postnişin Seyyid Hamdullah Çelebi (17671836) Amasya’ya sürgün edildi. O yaşamının son yıllarını sürgünde geçirirken, Alevi-Bektaşi toplumu seyirci kalmadı. Anadolu’nun her köşesinden Padişah’a, mürşidlerinin cezasının kaldırılıp yeniden postuna oturtulması; Hacı Bektaş Dergâhı’nın Hacı Bektaş Veli evlatlarına geri verilmesi talebiyle yüzlerce imzalı mektup gönderdiler. Bu eylem, sonuç alınıncaya dek sürdü. Hacı Bektaş evlatlarını eleştiren ve Dergâh’ı yadsıyan Ocak Dedelerinden bu duruma sevinenler de bulunuyordu. Hamdullah Çelebi, Hasireti mahlasıyla yazdığı bir nefesinde kırgınlığı ve kızgınlığını şöyle dile getirdi: Hünkâr Hacı Bektaş nesl-i Ali’den İkrar almayanda iman mı vardır (...) Lanet olsun batıl yola gidene Münafık ilmine amel edene Hünkâr evladını inkâr edene Mahşer kapısında rıdvan mı vardır (...)

Boş Yere Kavgayı Zahmet Biliriz

İnsana Muhabbet Duyalı...

Hasireti’m ikrar iman Ali’ye Sırr-ı settar Hacı Bektaş Veli’ye Ona şek getiren Mervan kulu ya Ehl-i Beyt’ten gayri damen mi vardır

Seçmeler...

Sabahat Akkiraz


GÜVERCİN MÜZİK

z

z

Dertli Divani Serçeşme

İMÇ 6. Blok No: 6634, Unkapanı - İstanbul Tel: 0212.513 00 64 Faks: 0212.528 11 95 www.guvercinmuzik.com info@guvercinmuzik.com

K Dertli Divani Düvaz İmam

46. ULUSAL 20. ULUSLARARASI PİR HACI BEKTAŞ VELİ ANMA TÖRENİ

Tarihten Gelen Kültürel Farklılık Kavga Nedeni Olmamalı Ahmet Koçak

Aleviler Kendi Eliyle Tuzağa Düşüyor Alevi-Bektaşi toplumu günümüze kadar ciddi sorunlar yaşamış; davasına inandığı için asılmış, kesilmiş, toplu kıyımlara uğramış yine de inancından ödün vermemiş. Oysa günümüzde öyle mi? Bugün Alevi-Bektaşiler geçmişten çok daha tehlikeli durumla karşı karşıyadır. Evet, bugün yaşanan durum kapitalist dünyanın Alevilere attığı bir kazıktır. Bu bir anlamda kaçınılmaz bir durumdur. Bu Aleviliği dağıtmaya yönelik basınç karşısında Aleviler bugün, davasına inan ve inanmayanlar olarak ayrışmayı yaşamaktadır. Devlet ve hükümet de Alevilerin bu ayrışmasının derinleşmesi için sistemli bir çalışma yürütmektedir. Açılımlarla, çalıştaylarla, dedelere maaşla Alevilerin direncini kırmaya çalışmaktadır. Ve Aleviler de ne yazık ki, bu tuzağa kendi elleriyle düşmek üzeredirler.

Hacıbektaş’ın Alevi-Bektaşilerce Önemi

İnanmış Gibi Görünenler İnanlar için böyledir, ama inanmış gibi görünüp inanmayanlara ne demeli? Alevi demokratik derneklerinde mücadele eden bu tür kişilerle yıllardır düşünsel kavgamız vardır. Bu arkadaşlara inançlara saygılı olunması gerektiğini, inançlarla oynanmaması gerektiğini, kimin nasıl inanacağının tarifinin yapılmaması gerektiğini, inancın ucuz siyasi oyunlara alet edilmemesi gerektiğini her fırsatta anlatmaya çalıştık. Anlaşılan yıllardır beyhude konuşmuşuz. Birlik Partisi ve Barış Partisi’nin enkazları hafızalarda tazeliğini korurken bu arkadaşların yine “parti kuracağı” gelmiş! Siyasete müdahale diyince akıllarına parti kurmaktan başka bir şey gelmiyor. Parti kurmadan siyasete müdahale olmaz mı? Demokrasi mücadelesi verilmez mi? Ayrıca inanca dayalı bir parti kurmak demokrasiyle çelişmez mi?

Günümüzün Temel Görevi: Herkese Demokrasi

Ulaş Özdemir Bu Dem

Mikail Arslan Zernkut

Cemil Koçgün Heya

H. - A.R. Albayrak Şah Hatayi Deyişeri

M. Temiz - C. Özkan Yare Dokunma

Tüm bu soruların yanıtı, Alevi toplumunun geleceğini derinden ilgilendirmektedir. Türkiye’de kimlik ve inanç sorununu sadece Aleviler yaşamamaktadır. Etnik ve inançsal açıdan birçok kesim benzer sorunlar yaşamaktadır. Her etnik ya da inançsal ayrımcılığa uğrayan kesim, sorunlarının çözümlerinin parti kurmaktan geçeceğini düşünür ve uygulamaya geçerse neler olur düşünebiliyor musunuz? Ben düşünmek bile istemem. Günümüzün temel görevi; herkese demokrasi talebini yükseltmektir. Devasa bütçeli Diyanet İşleri Başkanlığı’nın olduğu, devletin olanaklarının tek bir inanca akıtıldığı bir ülkede laiklikten ve demokrasiden söz edilemez. Laikliğin olmadığı bir ülkede dinler arası, inançlar arası barış da olmaz. Bunun için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması ve laikliği savunmak demokratik örgütlerin en temel istemi olmalıdır. Devlet dine müdahale ettiği sürece daha çok Çorum, Sivas, Maraş katliamı benzeri olaylar yaşarız. Devlet dine müdahale ettiği sürece daha çok Alevi-Sünni, Türk-Kürt-Laz-Çerkez-Ermeni emekçinin birbirini boğazladığına şahit oluruz. Tarihten gelen kültürel farklılık kavga nedeni olmamalı. Süre giden bu durumun değişmesi, ülkenin laik ve demokratik bir düzene kavuşması için Alevi-Bektaşiler başta olmak üzere tüm demokrasi güçleri birlikte ortak taleplerle mücadele etmelidir. Tüm ezilenlerin, emekçilerin ve ayrımcılığa uğrayan hakların bundan başka çıkar yolu yoktur. Çünkü sermaye ve onun devleti, sürüden ayrılanı kapmak için aç kurt gibi ağzını açmış bekliyor.

Emre - Lütfi Gültekin Türküce

Hacıbektaş, Alevi-Bektaşi toplumu için en önemli mekândır. Bu mekânda bu yolun kurucusu, Mürşidi, Piri ebedi ikametgâhındadır. Alevi-Bektaşi toplumu her yıl buraya gelerek Pirinin, Mürşidinin manevi huzurunda bulunmanın hazzını yaşarlar. Bunun yanında Alevi-Bektaşilerin önemli bir kesiminin gönülden bağlı olduğu Mürşit Ocağı’nın Postnişini de bu mekânda konuklarına mihmandarlık yapmaktadır. Yine bu mekânda bulunan Mürşit Ocağı, bütün Çelebilerin evleri anma törenlerinin yapıldığı tarihlerde taliplerle dolar taşar.

Bu mekânlarda gönüller aklanır, sevgi yumağı olur birlenir. Kin, kibir, garez, benlik lanetlenir. Bu mekânda olan her şey aşk içindir. İnananlar için böyledir.

Ahmet Aslan Meleklerin Dansı

İR HACI BEKTAŞ VELİ ANMA TÖRENİ her yıl olduğu gibi bu yıl da 16–18 Ağustos tarihleri arasında yapılacak. Pir Hacı Bektaş Veli, tertiplenen çeşitli etkinliklerle anılacak. Pir Hacı Bektaş Veli adına düzenlenen Anma Törenleri ve Kültür Sanat Etkinlikleri toplumun “birliğine” hizmet edeceğine ne yazık ki, ayrılıklara yol açmaktadır. Etkinliklerin düzenlenmesinde kendini tek yetkili gören belediye ile demokratik Alevi örgütleri arasında yedi yıldır süren anlaşmazlık halen devam etmektedir. Alevi demokratik derneklerinin üst örgütü ABF, anma törenini düzenleyen komitenin hazırladığı programa etkili olamayınca ayrı bir program hazırladı. Alternatif olma görüntüsü vermemek için ABF programını 15 Ağustos’a yapacağını duyurdu. Her yıl resmi açılış yapılmadan önce başka bir etkinlik yapmayan belediye ise bu yıl 15 Ağustos’u da programlamış. Bakalım bu çekiştirme neye fayda sağlayacak? Alevilerin kendi aralarındaki sorunları bununla sınırlı değil. Mevcut demokratik derneklerin aralarındaki sorunlar da bir hayli fazla!

Dertli Divani Hasbıhal

P

16-18 Ağustos 2009 Tel: +90.(0)212.258 94 33

3 www.kalan.com


Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Veliyettin Ulusoy

Düşmanının da Bir İnsan Olduğunu Unutma

D

oğaya bakarsanız birbirini öldüren hayvanlar görürsünüz. Tarihe bakarsanız birbirini öldüren insanlar görürsünüz. Daha yaradılışlarında bu iki farklı canlı türü, cinayeti ve vahşeti kendi ortak kaderleri olarak getirmişlerdir dünyaya. Aralarındaki fark sadece, hayvanlar yaşamak için, insanlar çıkar ve hırs için öldürürler. Hayvanlar kendi cinslerini değil, insanlar kendi cinslerini büyük bir vahşet ve işkenceyle öldürürler ve bundan da sapıkça bir zevk alırlar. Binlerce hatta milyonlarca yıldan beri bu cinayetlerini sürdürürler. Hayvanlar hiç değişmemiştir, binlerce yıl önce ne yapıyorlarsa bu gün de onu yaparlar. Doğanın hayat çemberini çevirirler ve bu aynı zamanda doğaya bir hizmettir. İnsanlar ise bir yandan doğayı kullanarak doğaya bir şeyler kattığını zannederler, bir yandan da bu vahşetten arınmaya uğraşırlar. Ve doğayı kirletirler, bu kir içinde kendi sonlarını hazırladıklarının farkına varmalarına rağmen inatla ve aptalca işlerine devam ederler. Hiçbir toplum vahşetten tümüyle arınmamıştır. Belki az da olsa tarihte anaerkil toplumları bunun dışında tutabiliriz. Ama toplumların vahşetten arınma çabaları, şiddeti hayatın içinden çıkarma uğraşları, öldürmeyi yüceltecek değil de kınanacak bir eylem olarak görme eğilimleri toplumlar arasındaki “gelişmişlik” farkını yaratır. Gelişmişliğin ölçüsünü belirleyen o toplumların zenginlikleri değil onların vahşete yaklaşım biçimleridir. Savaşlar, cinayetler, suikastlar insan ruhundaki şiddetin en kanlı ve en keskin biçimde ortaya çıktığı noktalardır. Toplumları, bu konulardaki tavırlarıyla ölçebilirsiniz. İsterseniz İslam tarihine bir göz atalım. Halifeler hata yapmaz… Gelin şimdi Bostanzade Yahya Efendi’nin I. Ahmet döneminde yazdığı “Tarih-i Saf, Tuhfet’ül Ahab” kitabından, on birinci Emevi Halifesi II. Velid’in portresini okuyalım (Günümüz Türkçesine aktaran Necdet Sakaoğlu): “Cesur ve şair ruhlu olmakla birlikte çok zina eder, durmaksızın sövüp sayardı. Babasının yatağına girmiş, ondan çocuk doğurmuş kadınlarla yatar, bu kadınlardan olma kızlarla cinsi temasta bulunurdu. ‘Niçin böyle yapıyorsun? Kâfirlerden, ateşe tapanlardan mısın?’ diyenlere şu Arapça beyitle cevap verirdi: ‘Nefsini dizginleyen tasa içinde ölür; Cesur bir kişi ise ölümden lezzet alır!’ Lanetlenmiş adam bir gün sarhoş ve cünüpken koynundaki odalığa, ‘Eskiden beri imamlığı halifeler ifa eder. Ben bu görevi sana yaptıracağım’ diyerek halifelik elbiselerini ona giydirdi. Kılığını değiştirdi ve camiye gönderdi. Bir cenabete, cemaatın imamlığını yaptırdı. Allah’ı inkâr eden melûnlardandı. Geberince oğlu Yezit halife oldu. Yıl 743.” Tarihteki İslam halifelerinin biyografilerini çok iyi incelemek gerekir. Onları merak etmedikçe de İslam’la siyaset arasındaki ilişkilerin derinliğini göremezsiniz. Müslümanlığın siyasetçilerin elinde nasıl yozlaştırılmış ve gerçeğinden ve aslından uzaklaştırılmış olduğunun farkına varamazsınız. Örneğin, bizim Kanuni Sultan Süleyman’ın halifeliği Müslümanlığa uygun bir halifelik miydi? İki oğlunu, altı torununu, iki de yeğenini boğdurttu. Hem de oğlu Şehzade Mustafa’dan olma torununu henüz anne kucağında bir süt bebeğiyken. Öteki oğlu Şehzade Beyazıt’tan olma en küçük torunu Osman da üç yaşındayken… Müslümanlık Müslümanlıktır, ama siyaset de siyasettir. Ariflik, bunları ayırmak ve değerlerini birbirine karıştırmadan vermektir. Tarihteki İslam siyasetçilerini doğru dürüst merak etmeden, sadece inanç sahibi olmak, siyasal bilince de sahip olmaya yetmez… Yetseydi İslam ülkeleri bu kadar geride kalmazdı… Burada gerçek tek ve yalnız…

Tabii işimize gelirse… Şura, 23: İnsanlıktan istediği tek şey: Ehlibeytine sevgi ve dostluktur. Karşılığı, torunu Hz. Hüseyin ve tarafının hunharca Kerbela’da katli ve insanlığın aczi çıkar karşısında insanlığın hiçleşmesi… Bununla bitmiyor insanın vahşeti… Bütün organları tek tek doğranarak idam edilen aşk ve sonsuzluk eri Hallac (Ölümü 921) karanlık benliklerin taş yağmuruna gülerek karşılık veriyordu… Çünkü gerçekle gerçek olmanın keyfini sürüyordu… O sırada, fırlatılan bir gül vücuduna değdi ve bunun üzerine bir feryat kopardı Hallac… Dostu Şibli’nin attığı bir güldü bu… Yobaz karanlığın cellâtları sordular, “Onca taşa ses çıkarmayan sen, böylesi bir gül değince neden bağırdın?” Cevap, Hallac kadar ölümsüzdür: “Taşlar, düşmandan geliyordu. Gül, dosttan geldi. O yüzden acısını duydum. Ve feryat ettim.” Dost, var oluşun içinizi doldurduğu kutsal sızınızı paylaşan, bu sızının paydasını düşüren, aziz varlıktır. O zaman şu soruyla karşılaşıyoruz: “İnsanlık tarihinin insan kanıyla yazıldığı bir gerçek. Bir insan kendi hemcinslerini nasıl öldürebilir?” İşte burada Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin “Düşmanının bir insan olduğunu unutma!” sözü O’nun yüceliğinin bir seslenişidir. Çünkü vahşet ancak “düşmanın” insan olduğunu unutmakla ortaya çıkabiliyor. “Düşmanın” da insan olduğunu; bir annesi, bir babası; sevdiği bir çocuğu, kaygıları, korkuları, aşkları olduğunu fark ettiğimizde, artık ona düşman olamıyoruz. Onu rahatlıkla öldüremiyoruz. Düşmanımızın bir insan olduğunu kavradığımız anda, içimizdeki vahşetle dövüşen bir başka benliğimiz, belki de gerçek insan yanımız baş kaldırıyor. Savaş ve cinayet anlamsızlaşıyor. Zaten bu yüzden dünyadaki bütün politikacılarla askerler, “Düşmanın” da insan olduğunun söylenmesini istemiyor. Zaten bu yüzden dünyadaki bütün kâmil insanlar “Düşmanın” da insan olduğunu anlatmaya çalışıyor. Bir toplumda, “Düşmanın da insan” olduğunu kavrayanların sayısı ne kadar artarsa o toplumun gelişmişliği de o kadar artıyor. O zaman tarihindeki savaşlarla, cinayetlerle övünmüyorsun. Tarihteki bütün savaşların ve cinayetlerin kurbanlarının “insanlar” olduğunu, onların da sana benzediklerini, senin gibi acı çektiklerini, senin gibi korktuklarını, senin gibi cesur olduklarını, senin gibi sevdiklerini fark ediyorsun. Bunu fark ettiğinde bir “düşmanı” öldürmek, kendini öldürmek gibi oluyor. Kendi benzerini öldürmek. Onların da insan olduğunu kavrarsak, düşmanlığımızı sürdüremeyiz; Onlara kinlenemeyiz. Kendimizi dünyanın diğer insanlarından ayıramayız. Onlardan daha akıllı, daha cesur, daha kahraman, daha yiğit, daha haklı olduğumuza inanamayız. “Önce onlar bizim düşman değil, insan olduğumuzu kavrasınlar” diyerek kendi gelişmişliğimizin önüne başkalarının “düşmanlığını” bir engel olarak koyamayız. İçimizdeki vahşeti daha fazla besleyemeyiz. O zaman yeni cinayetler işlenemez. Suikastlar düzenlenemez. Sivaslar, Maraşlar, Çorumlar, Kerbelâlar ve insanlığın utanç abideleri tekrarlanmaz… Her türlü duygudan arınarak, Alevi-Bektaşi yolunda “Gönül gözü” dediğimiz gerçeği içinize sindirerek olaylara bakarsanız bu gerçeği anlarsınız. İşte o zaman ölen herkes için üzülecek. İşte o zaman içinizdeki gerçek insanla karşılaşacaksınız. Aynı, pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin dediği gibi “Düşmanının da bir insan olduğunu unutma”… 30 Temmuz 2009

HACI BEKTAŞ VELİ ANMA TÖRENLERİ ÖZEL SAYISI - AĞUSTOS 2009


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.