dsaassd dew

Page 12

ri, şu kızıllı yeşilli toprağı seyrederken, anacığımı anlıyordum. Bugünse, dört bir yandan taşarak görünümü titreten güneş, onu sanki acımasız ve ezici bir bale sokuyordu. Yola koyulduk. Ancak o zaman M. Perez'in hafif topalladığını fark ettim. Araba yavaş yavaş hızlanıyor, ihtiyar gerilerde kalıyordu. Arabanın çevresindeki adamlardan biri de arkalarda kalmıştı. Şimdi benimle atbaşı birlikte yürüyordu. Güneşin gökyüzüne yükselişindeki çabukluğa şaşıyordum. Kırların böcek vızıltıları, ot çıtırtılarıyla dolup taştığını fark ettim. Yüzümden ter damlıyordu. Başımda şapkam olmadığı için mendilimle yelpazeleniyordum. Cenaze görevlisi o zaman birşeyler söyledi, ama iyi duymadım. Aynı zamanda sağ eliyle kasketini aralamış, sol elindeki mendille de başının terini kuruluyordu. "Efendim?" dedim. Gökyüzünü göstererek, "İnsanın beynine vuruyor," diye tekrarladı. Ben de, "Evet!" dedim. Biraz sonra, "Anneniz, değil mi?" diye sordu. Yine, "Evet," diye karşılık verdim. "Yaşlı mıydı?" Yaşını tam olarak bilmediğim için, "Eh oldukça," dedim. Sonra sustu. Başımı çevirdim, ihtiyar Perez'in elli metre kadar gerimizde olduğunu gördüm. Fötr şapkasını elinde sallaya sallaya habire yürüyordu. Müdüre de bir göz attım. Gereksiz hiçbir hareket yapmadan, vakarlı vakarlı ilerliyordu. Alnında birkaç ter damlası parıldıyordu, ama silmiyordu. Alay biraz hızlanmıştı sanırım. Çevremde güneşe boğulmuş hep aynı ışıklı kırlar uzanıyordu. Gökyüzünün parıltısı dayanılır gibi değildi. Bir ara yolun yakın zamanda onarılmış bir kesimine geçtik. Güneş, ziftleri eritmişti. Ayaklar, içine gömülüyor, parlak yüzeyinde izler bırakıyordu. Arabacının meşin şap-

kası bile, bu kara çamura bulanmış gibiydi. Ben mavi ve beyaz gökle bu renklerin tekdüzeliği, katranın yapışkan karası, elbiselerin donuk karası ve arabanın parlak karası arasında biraz afallamıştım. Bütün bunlar, güneş, arabanın koşum kayışlarının kokusu, at pisliği, cila ve buhur kokuları, uykusuz geçen bir gecenin yorgunluğu gözlerimi de, düşüncelerimi de bulandırmaktaydı. Başımı bir kez daha geriye çevirdim: Perez bana çok uzaklarda, bir sıcak bulut içinde kaybolmuş gibiydi, sonra büsbütün görünmez oldu. Onu gözlerimle aradım, yoldan çıkıp tarlalara daldığını gördüm. Karşıda yolun kıvrıldığını fark ettim. Bu memleketi iyi bilen Perez bize yetişmek için kestirmeden gidiyordu. Yolun dönemecinde gelip bize ulaştı. Sonra, yine kayboldu. Yine tarlalara daldı ve bu hep böyle sürüp gitti. Ben, kanımın şakaklarımda attığını duyuyordum. Sonra her şey öylesine acele, kesin ve doğal geçti ki, artık hiçbir şeyi anımsamıyorum. Yalnız bir şey anımsıyorum: köye girerken hastabakıcı kadın bana birşeyler söyledi. Yüzüne hiç uymayan, uyumlu, titrek, tuhaf bir sesi vardı. Bana: "İnsan yavaş gitse, güneş çarpar, hızlı gitse kan ter içinde kalır, sonra, kilisede soğuk alır, şifayı bulur," dedi. Hakkı vardı. Çıkar yolu yoktu bunun. Kafamda bugünden daha başka anılar da kalmış. Örneğin, Perez'in son olarak, köye yakın, gelip bize ulaştığı zamanki çehresi. Yanakları iri iri dermansızlık ve ıstırap yaşlarıyla doluydu. Ama, buruşuklar yüzünden akamıyor, yayılıp yeniden birleşiyor ve bu bitik yüzü cilalı bir su birikintisi ile kaplıyordu. Sonra, belleğimde, kilise, kaldırımlar üzerindeki köylüler, mezarlar üstündeki kırmızı ıtır çiçekleri, Perez'in bayılması (sanki kolları, bacakları


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.