Gelişim 2013/2

Page 1

2013/2

Bir Varmış, Bir Yokmuş

Çocuklar da Yetişkinler de Masalları, Hikâyeleri Severmiş

İletişimin Sessiz Anahtarı: Beden Dili

Boşanmanın Ardından Prof. Dr. Doğan CÜCELOĞLU ile röportaj

MUTLULUK Yaşamın Provası: Oyun Akademik Becerileri Destekleyen Eğitim ve Yaşam Deneyimleri

Yard. Doç. Dr. Tamer ERGİN

Aynı Bakıp Farklı Görmek YARATICILIK İki Ucu Keskin Bıçak: Mükemmelliyetçilik


İÇİNDEKİLER 01 02 08 16 22 28 34 38 42 46

Editörden Revan ÇOBAN

08

02

Bir Varmış, Bir Yokmuş Çocuklar da Yetişkinler de Masalları, Hikâyeleri Severmiş Elmas ÖZMEN / Sevcan Ayaş KÖKSAL İletişimin Sessiz Anahtarı: Beden Dili Hülya SEFEROĞLU

16

Boşanmanın Ardından Melek ATAKUL

28

Mutluluk Prof. Dr. Doğan CÜCELOĞLU ile röportaj Berna ŞAHİN / Gülseren KAYA / Revan ÇOBAN

Yaşamın Provası: Oyun Gürcan AVCU

22

Akademik Becerileri Destekleyen Eğitim ve Yaşam Deneyimleri Yard. Doç. Dr. Tamer ERGİN Aynı Bakıp Farklı Görmek, Yaratıcılık Aylin Germiyen ALİOĞLU / Belkıs ELİTAŞ İki Ucu Keskin Bıçak: Mükemmelliyetçilik Çevirenler: Ceni PALTİ / Funda TEZER Bizden Haberler

42 38 34


EDİTÖRDEN

Sahibi Mehmet Güneş Terakki Vakfı Okulları Genel Müdürü

Yayın Direktörü Alpaslan Dartan Rehberlik ve Psikolojik Danışma Servisi Koordinatörü

Editör Revan Çoban Uzman Psikolojik Danışman

Yayın Kurulu Berna Şahin Psikolojik Danışman

Gülseren Kaya Uzman Psikolojik Danışman

Revan Çoban Uzman Psikolojik Danışman

Tasarım ve Uygulama Markakod

Redaksiyon Dilek Özçelengir Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı

Fotoğraf Ahmet Naci Tacer Katkıda Bulunanlar Bora Gönenç Terakki Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Vekili Banu Akbaşlı Kurumsal İletişim Şefi

Baskı MGM Basım www.mgmbasim.com

Yayın Türü Süreli (yılda 2 kez) Sayı 6 Ücretsizdir. Dergideki tüm yazılar Terakki Vakfı Okulları Rehberlik ve Psikolojik Danışma Servisi uzmanları tarafından hazırlanmıştır.

Gelişim, Terakki Vakfı Okulları tarafından T.C yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Gelişim’in ismi ve yayın hakkı Terakki Vakfı Okulları’na aittir. Gelişim’de yayınlanan yazı, fotoğraf, karikatür ve illüstrasyonların her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

gelisimdergisi@terakki.org.tr

D

eğerli Okurlar; Dergimizin editörlüğünü yürüten arkadaşımız, Nilüfer Eyüboğlu Ergüven doğum izni nedeni ile bu sayımızın yayın sürecinde bizlerle birlikte olamadı. Oğlu Eren ile, anneliği tatmanın mutluluğunu yaşıyor. Gelişim Dergisi ekibi adına, Eren’e anne babası ile geçireceği sağlıklı, mutlu uzun bir ömür diliyorum. Anne baba olmak insan yaşamının en önemli deneyimlerinden biridir. Bir bebeğin büyümesine tanıklık etmek, mutlulukların en güzelidir. Bebeğinizi kucağınıza ilk aldığınız anı hatırlayın. Onun kokusu eminim duyduğunuz en güzel kokudur, gözleri gördüğünüz en güzel gözlerdir. Her anne baba için kendi çocuğu özeldir, biriciktir. Çocuk sahibi olmakla birlikte, artık siz eski siz değilsinizdir. Anne babalarla konuştuğumda, sıklıkla “Ben oğlumla kızımla büyüdüm, olgunlaştım, yaşam benim için artık başka bir anlam taşıyor.” sözlerini duyuyorum. Gerçekten de, yaşamınız artık eskisi gibi değildir, çocuklarınız için çalışır, çok yorgun olsanız da onlar mutlu olsun diye enerjinizi toplar, onların gülüşü için hüznünüzü maskelersiniz. Nice uykusuz geceleri, ateşli hastalıkları atlatır, çocuğunuz en iyi eğitimi alsın diye var gücünüzle çalışır, yaşadığı bir acı ya da mutsuzluğu kalbinizin derinliklerinde hissedersiniz. Anne baba olmak büyük bir özveri ve emektir. Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu ile yaptığımız “Mutluluk” konulu röportajda, değerli hocamız bizlere yaşamdaki en büyük mutluluğun emek verilerek elde edilen mutluluk olduğunu söylediğinde, yaşamın insana sunduğu en büyük mutluklardan birisinin çocuklar olduğunu düşünmüştüm. Sadece bu açıdan bile bakabildiğinizde ne kadar mutlu olduğunuzu görebilirsiniz. Değerli hocamız, bazı kişilerin bir ömür boyu mutluluğu ararken, yanı başlarında onlara göz kırpan “mutlu anları” göremediklerini, yaşamda mutlu olmanın sırrının elinizde var olan mutlu anları görebilmek olduğunu vurgulamıştı. Değerli okurlar, ancak mutlu olan kişiler çevresindeki kişilere mutluluk verebilir, Doğan Bey ile yaptığımız röportaj umarım size mutluluk yolculuğunuzda ışık tutacaktır. Bir çocuğun en mutlu olduğu anlardan biri nedir hiç düşündünüz mü? Oyun oynarken ya da yeni bir oyuncağı keşfederken duyduğu hazzı izlemenizi öneririm. Bu sayımızda, sizlerle “Yaşamın provası: Oyun” başlığı altında, oyun ve oyuncağın çocuğun yaşamındaki önemini paylaşmak istedik. Oyuncak denildiğinde de, ilk akla gelen adres olan İstanbul Oyuncak Müzesi’ni sizler için ziyaret ettik. Sunay Akın’ın eşi Belgin Akın ile keyifli bir röportaj yaptık. Şu ana kadar gitmediyseniz, müzeyi ziyaret etmenizi ve kendi çocukluğunuza merhaba demenizi öneririm. Çocuğunuzla çocuk olmak, onunla oyun oynamak hiç şüphesiz sıcak bir iletişim kurmanızı ve oyun yoluyla ona birçok bilgiyi aktarmanızı sağlayacaktır. Oyun kadar, çocuğun bilişsel bece-

rilerini artırıcı çalışmalar yapmak da önemlidir. Yard. Doç. Dr. Tamer Ergin, sizler için kaleme aldığı “Akademik becerileri destekleUzman Psikolojik Danışman yen eğitim ve yaşam deneyimRevan ÇOBAN leri” başlıklı yazısında, çoğunuzla evde neler yapabileceğiniz ile ilgili önerilerini sunuyor. Dergimizde ele aldığımız, “Aynı bakıp farklı görmek, yaratıcılık” konusunda da yine çocuğunuzun gelişimine katkı sağlayacak önerileri bulabilirsiniz. Sevgili okurlar, çocuk sahibi olduktan sonra yaşam amacınız çocuğunuz olur. Mutlu bir yuva için çabalarsınız, bazen de yaşam planlandığı gibi yürümez, ayrılıklar gelir. “Boşanmanın Ardından” başlıklı yazımızda bu zor süreçle nasıl baş edebileceğinize değindik. “Develer tellal iken pireler berber iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallarken” diye başlayan masallar, hikâyeler hepimizin çocukluk hatıralarında yer alır. “Bir varmış, bir yokmuş çocuklar da yetişkinler de masalları, hikâyeleri severmiş” başlıklı yazımızda masal ve hikayelerin çocuklarımızın gelişimine olan katkılarına yer verdik. Okulumuz 8.sınıf öğrencisi Nazlı Köylüoğlu’nun yazdığı bir öyküyü de sizlerle paylaşmak istedik. Nazlı, kalın bir duvarın çatlağından filizlenen bir yonca gibi kişiliğin özgürleşme savaşını güçlü kalemi ile ele almış öyküsünde. Nazlı’ya kulak vermek, içimizdeki duvarları yıkmak için bir güç olabilir. İçimizdeki duvarları, duyguları bazen de bedenimiz bir örtü gibi sarar. “İletişimin sözsüz anahtarı: Beden dili” başlıklı yazımızda da bedenin duygu ve düşünceleri anlamak ve aktarmakta nasıl önemli bir unsur olduğunu görebilirsiniz. Bu sayımızın çeviri konusu ise mükemmeliyetçilik. “İki ucu keskin bıçak: Mükemmeliyetçilik” adlı çeviride, mükemmeliyetçi bir yapının altında yatan düşünceleri ve bu düşüncelerle nasıl baş edilebileceğinin ipuçlarını bulabilirsiniz. Her sayımızda olduğu gibi yine “Bizden Haberler” bölümünde de Rehberlik ve Psikolojik Danışma Servisimiz’in yürüttüğü çalışmaları görebilirsiniz. Değerli okurlar; uzun soluklu, titizlikle yürütülen bir ekip çalışması sonucunda yeni bir sayıyı sizlere ulaştırmak bizler için mutluluk verici, dergimizin her sayısı bizler için yeni doğan bir bebek. Seçilen konulardan, kullanılacak resimlere, yazıların renginden, sayfanın düzenine kadar tek tek büyük bir emekle işlediğimiz her sayfanın, bir dergiye dönüşmesi, çocuğumuzun büyüdüğünü görmek mutlulukların en güzeli. Emek verilen her iş mutluluğun en güzelini tattırıyor insana. Dergiye katkıda bulunan tüm ekibe teşekkür ediyorum. Gelişim Dergisi ekibi olarak, görüş ve önerileriniz gelisimdergisi@terakki.org.tr adresine bekliyorum. Sevgiyle kalın.


Bir Varmış Bir Yokmuş, Çocuklar da yetişkinler de masalları, hikâyeleri severmiş... Eğitim Uzmanı

Elmas ÖZMEN

E

Uzman Psikolojik Danışman

Sevcan Ayaş KÖKSAL

vvel zaman içinde kalbur saman içinde deve tellâl, pire berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, her ülkede rastlanan ve kaynağı belli olmayan, hem yetişkinlerin hem de çocukların çok keyif aldığı bir etkinlik varmış. Bu etkinliğe “masal” denirmiş. Masalın bir masalı olsa girişi de bu şekilde olurdu herhalde. Ama şimdi sizlere masalın masalını anlatmak yerine, kimi zaman büyüklerimizden keyifle dinlediğimiz kimi zaman da kitaplar ile hayal dünyasına yolculuk yaptığımız masal ve hikâyelerin gelişim sürecimize katkılarını anlatmamıza ne dersiniz? O halde bu yazının sonunda gökten düşecek üç elmayı da şimdiden siz okuyucularımıza armağan ederek söze başlayalım. Günümüz masal araştırmacıları, masalların kültürün ortak bir mirası olduğunu ve özellikle çocuklar için oluşturulmadığını dile getirseler de masalların çocuk gelişimine büyük katkıları olduğu konusunda uzlaşmaktadırlar. Her çocuk masal dinlemeyi sever ve masal dinleyen, okuyan çocuk, dünyayı her yönüyle tanıma fırsatı yakalar. Pek çok toplumsal kuralı dinlemek, anlamaya, öğrenmeye çalışmak sıkıcı olabilecekken masal-

Gelişim 2013


lar ve hikâyeler aracılığıyla bu kurallar ilginç ve zevkli bir şekilde öğrenilir. Kuralların yanı sıra, çocuklar yaşamda karşılaşacakları çeşitli sorunlarla baş etme yollarını da masallar ile fark ederler. Çevresini tanıyıp anlamaya uğraşan, olup bitenler hakkında neden sonuç ilişkileri kurmaya çalışan çocuklar için olağanüstü ve gizemli güçlerin sürükleyiciliğinde tüm kötülüklere ve kötülere rağmen iyi, dürüst ve yardımseverlerin kazanması, masalların genelde mutlu sonla bitmesi, çocuğun da iyilerle özdeşleşip onların dünyasında yer almayı hedeflemesinde önemli bir yer tutar. Masallarla aslında anlatılması ve anlaşılması zor olan olguların anlamlandırılabilmesi de sağlanır. Masallar ve hikâyeler çocukların birçok gelişim alanı üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.

MASAL VE HİKAYELERİN ÇOCUKLARIN GELİŞİMİNE ETKİLERİ Hayal gücü ve yaratıcılıklarını geliştirir:

Walt Disney hayal gücünün önemini “Eğer hayal edebildiğin bir şeyse, yapabilirsin. Onların peşinden gidecek cesaretin varsa, bütün rüyaların gerçek olabilir.” sözüyle çok güzel ifade etmektedir. Cemal Süreyya da “Masal dinlememiş çocuklar büyüyünce kedi resmini bile cetvelle çizerler.” sözüyle Walt Disney’e benzer görüşlerini dile getirmiştir. Masal ve hikâyelerdeki ayrıntılı betimlemeler ve yoğun renkli görseller, çocukların görsel yönlerinin ve hayal güçlerinin gelişimini destekleyen, hayal dünyalarının ve yaratıcılıklarının kapısını açan bir anahtar gibidir. Hem dinleyeni hem de anlatanı hayal dünyasıyla buluşturan masallar ve hikâyeler, günlük hayatın karmaşasından bir nebze olsun bir kaçış fırsatı yaratırlar. Günümüzde gerek yetişkinler gerekse çocuklar tarafından uzun zaman dilimleri ayrılarak izlenen televizyon programları, izleyicilerin hayal kurma gücünü zayıflatırken, masal ve hikâyelerse çocuklara hayal güçlerini kullanma ve geliştirme fırsatı sunar.

Çocukların sorun çözme ve korkularıyla baş edebilme becerilerini geliştirir:

Masal ve hikâyeler; çocukların, neyin doğru-yanlış, neyin iyi-kötü olduğu üzerinde düşünme, karar verme ve yaşadıkları sorunlar karşısında farklı seçeneklerle problem çözme becerilerini geliştirir. Bunun yanı sıra, masal ve hikâyelerin

çocukları rahatlatıcı ve stresle baş etmelerini sağlayıcı etkileri de vardır. Ayrıca, çocuklar korkularıyla baş etmeleri konusunda yardımcı olurlar. Çocuğunuzun korkularına benzer korkuları ele alan hikâye ve masalları onlara anlatmak, çocuğunuzun bu korkularıyla başa çıkmasına yardım edebilir. Çocuğunuza duyguları içeren bir masal veya hikâye okuduğunuzda ya da anlattığınızda, bu çocuğunuzun kendi duygularını tanımasına ve kabullenmesine yardımcı olacaktır. Bunun yanı sıra, çocuğunuz kendi duygularının normal olduğunu, kendisi gibi diğer çocukların da benzer duyguları hissedebildiklerini anlayacaktır. Masallar ve hikâyeler iyilik, zarafet, kötülüğe karşı zafer kazanmak gibi olumlu konuları ele alırken bir taraftan da Pamuk Prenses ve Sindrella’da değinilen kıskançlık, Küçük Deniz Kızı’nda yer verilen ayrılık ve Aslan Kral’da ele alınan kayıp gibi baş edilmesi zor olan duygu ve durumlarla çocukların tanışmalarına olanak sağlar. Bu kavramlar gerçek hayata dokunan kavramlardır. Masal ve hikâyeler normalde çocuklarla konuşulması kolay olmayan konu ve duyguları daha güvenli bir ortamda dile getirme olanağı yaratarak çocukların zor durumlarla sağlıklı baş etme becerileri geliştirmelerine yardımcı olur.

Empati duygularını destekler:

Masal ve hikayeler, çocukların başkalarının başına gelen olaylara karşı daha duyarlı olmalarını öğreterek, empati duygusu-

nu geliştirmelerine yardım eder. Princeton Üniversitesi’nde yer alan bir grup bilim ekibi tarafından, 2010 yılında yapılan araştırmalarda, beyin görüntüleme teknikleri kullanılarak hem İngilizce hem de Rusça akıcı bir şekilde hikâye anlatan bir kişinin her iki dilde anlattığı hikâyeler sırasındaki beyin aktivasyonu kaydedilmiştir. Daha sonra, İngilizce konuşan ama Rusça bilmeyen bir grup gönüllü katılımcı da kulaklıklar takarak anlatılan bu hikâyeleri dinlemişlerdir. Hikâye dinleme sırasında da katılımcıların beyin aktivasyonları kaydedilmiştir. Katılımcılar İngilizce olarak anlatılan hikâyeyi dinlediklerinde, hikayeyi anlayabilmiş ve katılımcılar ile anlatıcının beyin aktivasyonlarında bir senkronizasyon belirlenmiştir. Katılımcılara ayrıca hikâyeleri dinledikten sonra hikâyenin ne kadar anlaşıldığına yönelik anlama soruları da sorulmuştur. Katılımcılar hikâyeyi ne kadar iyi anlamışlarsa, anlatıcı ile beyin aktivasyonları o kadar benzerlik göstermiştir. Katılımcılar hikâyeyi Rusça olarak dinlediklerinde ise, anlatıcı ve dinleyici beyinleri arasındaki bu aktivasyon eşliği kaybolmuştur. Hikâyeyi anlatan kendi başından geçen bir olayı diğer katılımcılara aktarmaya çalışmış fakat dinleyiciler bunu anlayamamışlardır (Stephens, Silbert, & Hasson, 2010). Sonuç olarak sadece hikâye anlatma yolu ile anlatıcının kendi yaşadığı düşünce ve duyguların benzeri, dinleyicilerin beyinlerinde de oluşabilmiştir. Bu çalışma, bir hikâye aracılığı ile insanla-

Gelişim 2013


4 rın yaşadıkları deneyimleri birbirlerine aktarabildiklerini ve birbirlerinin hissettiklerini anlayabildiklerini ortaya koymuştur. Ayrıca bulgular, masal ve hikâyelerin çocukların başkalarının başına gelen olayları anlayarak onlarla empati kurmalarını ve duyarlılıklarını artırmalarına yardımcı olabileceğini göstermektedir.

yapma becerilerini de kullanmaları önemlidir. Ebeveynler olarak, çocuklarınızla masal ve hikâye okuma ve anlatma sırasında, “Olaydaki karakterler kimlerdi? Ne olmuştu? Sonra ne olabilir? Neden bu şekilde sonuçlanmış olabilir?” şeklinde sorular sorarak, çocuklarınızın anlatılanları dikkatli bir şekilde dinlemesini, aklında tutmasını ve olaylar arasında neden sonuç ilişkileri kurarak çıkarımlar yapmalarını sağlayabilirsiniz.

Dil gelişimini destekler:

Bol bol masal ve hikâye dinleyen çocuklar günlük konuşmalar sırasında duymadıkları yeni kelimelerle tanışma fırsatı bulur ve kelime dağarcıklarını geliştirirler. Kelime hazineleri geniş olan çocuklar kendilerini çok daha anlaşılır bir şekilde ifade edebilir ve daha rahat iletişim kurabilirler. Ayrıca, çocuklara sık sık hikâye okunması, hikâye anlatma becerilerine de katkıda bulunur. Sözlü anlatı becerileri kelime hazinesinin ötesinde, olayların yer ve zaman bilgisi verilerek anlamlı bir neden sonuç ilişkisi içerisinde anlatılmasını ve dil bilgisi gibi çok daha üst düzeydeki dil becerilerini içerir. Yapılan araştırmalar erken yaştaki sözlü anlatı becerilerinin çocukların ileriki yaşlardaki okuma-yazma gelişimine önemli bir katkısı olduğunu ortaya koymaktadır (Heilmann ve ark. 2010; Miller ve ark. 2006). Bu nedenle özellikle okulöncesi dönemde çocuklara erken yaşlardan itibaren düzenli olarak masal ve hikâye okunması ve çocuklara da resimlere bakarak masal-hikâye oluşturma fırsatı verilmesi okul çağındaki akademik gelişimlerini destekleyici olacaktır. Tıpkı domino taşlarının birbirine olan etkisi gibi, yetişkinler çocuklara erken yaşlardan itibaren ne kadar sık ve düzenli olarak masal ve hikâye okurlarsa, çocuklar da kitap okumaya o kadar ilgili hale gelebilirler. Yapılan bir araştırmada annelerin hikâye anlatma becerilerinin Türkçe konuşan okulöncesi dönem çocuklarının sözlü hikâye anlatma becerilerini etkilediği ortaya konmuştur (AyaşKöksal, 2011). Hikâyelerini karakter, yer ve zaman, olay örüntüsü, sonuç ve ana fikirden bahsederek daha yetkin bir şekilde anlatan annelerin çocuklarının da hikâye anlatma becerilerinin daha yüksek olduğu bulunmuştur.

Gelişim 2013

Masal ve hikâyeler çocukların toplumsal değerleri öğrenmelerinde rol oynar:

Dikkatlerini, hafızalarını ve muhakeme yapma becerilerini geliştirir:

İster yazılı ister sözlü olsun bir masal ya da hikâyeyi anlamlandırabilmek için öncelikle çocukların tüm dikkatlerini toplayarak dinlemeleri gerekir. Dikkatlice dinlenen bu masal ve hikâyelerin başka arkadaş ve aile üyelerine doğru bir şekilde anlatılması için hafızada tutulması ve ezberlenmesi gerekir. Dikkat ve hafıza gibi bilişsel süreçler dışında çocukların verilmek istenen mesajları anlamlandırmaları için muhakeme ve çıkarım

Genel olarak dikkat edilebilecek noktalar: l Kitap okumak için çocuğun sakin, dinlemeye açık ve hevesli olduğu zamanları tercih edebilirsiniz. l Bilişsel ve duygusal gelişimine uygun kitapların seçilmesine dikkat edebilirsiniz. l Okuma sırasında ses tonunuzu, jest ve mimiklerinizi etkili bir şekilde kullanabilirsiniz. l Okunan-anlatılan masal veya hikâyenin çocuğunuzun da aktif katılımını sağlayarak resimlerle ilgili fikirlerini belirtmesine olanak sağlayabilirsiniz. l Okuma bitince masal veya hikâye hakkında sohbet edebilirsiniz.

Nesilden nesile aktarılan bazı masallar bizi eğlendirirken, insan davranışlarını da etkileyerek toplumun sosyal kurallarının ve değerlerinin de öğretilmesine katkı sağlar. Avusturalya’daki Aborjinlere yönelik çalışmalar, genellikle akrabalık ilişkilerinin ele alındığı masalların, gelecek nesillerin sosyal yaşamları üzerindeki etkilerine yönelik bulguları ortaya koymaktadır. (Keen’den aktaran Coe, Aiken, ve Palmer, 2006). Birçok masal ve hikâyenin içinde adalet, dürüstlük, işbirliği, paylaşma, bireyin kendisine ve başkalarına saygı duyması gibi toplumsal değerler işlenir. Böylece çocuklar da o toplumda önem verilen değerleri masal ve hikâyelerle anlayabilir ve yaşamlarında da uygulayabilirler. Çocukların dünyasında önemli bir yer tutan masal ve hikâyeler günümüzde üç boyutlu filmlere, tiyatro gösterimlerine ve çizgi filmlere dönüşerek farklı bir boyut kazanmıştır. Oysaki masallar henüz sözlü edebiyat türüyken, yöreden yöreye, köyden köye giden masal anlatıcıları varmış. Masal anlatıcısı geldiği zaman çevredeki insanlar etrafına toplanır, ona masal anlatması için iltifatlar, jestler yapar, saygı gösterir ve gönlünü kazanarak onun masal anlatmaya başlamasına çalışırlarmış. Bu gelenek anlatılacak masalın hem eğlenceli hem de ciddi bir iş olduğunu vurgularmış. Günümüzde masal anlatıcısı gibi bir meslek kalmasa da, teknoloji hayatımızda fazlaca yer almış olsa da kitaplar hala masal ve hikâyelere erişim için değerli ve ulaşılabilir kaynaklardır. Bu noktada yaş gruplarına uygun masal ve hikâye kitaplarının


5 seçimi önem kazanmaktadır. O zaman biz de az gidelim uz gidelim hep birlikte yaşlara uygun kitapların özelliklerine daha yakından bakalım.

Hangi Yaş Aralığındaki Çocuklara Hangi Kitapları Seçelim?

Kendisine kitaplar okunarak büyüyen bir çocuğun gelişimsel olarak yaşıtlarından daha ileri bir algılama düzeyine sahip olduğu bilinen bir gerçektir. O halde hem gelişimlerini desteklemek hem de ilerde kitap okuma alışkanlığı kazanmış bireyler yetiştirebilmek için neler yapmalı, hangi yaşlarda hangi kitapları seçmeliyiz? Genel olarak dikkat edilebilecek noktalar: 0-1 yaş grubunda çocuğun dünyasında bulunan nesnelerin, canlı resimlerin olduğu kitapları tercih edebilirsiniz. Böylece çocuğun ilgisini daha kolay çekebilirsiniz. Seçtiğiniz kitabı okurken ya da anlatırken kullanacağınız ses tonunuzla, jest ve mimiklerinizle, dinlemeyi daha da zevkli hale dönüştürebilirsiniz. Okurken ya da anlatırken ilgili resimleri parmağınızla göstermeniz, çocuğunuzun kavramları öğrenmesini de kolaylaştıracaktır. Ayrıca basit tekerlemelerin, kafiyeli kelimelerin yer aldığı kitapların okunması, çocukların kelimelerdeki anlamı tam olarak anlayamasalar bile dilin ritmini öğrenmelerini kolaylaştırır. 1-3 yaş grubunda genelde belli bir konu içermeyen, daha çok nesne, varlık ve kavram tanıtıcı kitaplar seçilebilir. Bu kitaplardaki nesne resimlerinin aslına uygun renk ve şekilde olması önemlidir. Yine okuma-anlatma sırasında resimlere işaret etmek, işaret edilen resimler hakkında konuşmak çocuğun dil gelişimini destekleyecektir. 3-5 yaş grubunda ise belirgin bir konusu olan, gerçekçi hikâyelerin anlatıldığı kitaplar seçilebilir. 3 yaşla birlikte çocukların hayal gücü de gelişir. Yeni edinilen bu hayal dünyası pek çok korkuyu da beraberinde getirebilir. Bu nedenle çocuklara, gerilim yaratan, korkutucu masallar, hikâyeler okumaktan kaçınılmalıdır. Okunacak masal ve hikâye açık bir dille yazılmış, kısa ve basit cümlelerden oluşmalıdır. Kitaptaki resimler de anlatılanı desteklemelidir. Okuma sonrasında resimlere bakarak çocuğun, masalı hikâyeyi anlatmasına fırsat verilmesi çocuğun dil becerilerini ve

hafızasını da güçlendirecektir. Kitaptaki resim ve şekillerin ilgili yazıyla aynı sayfada yer alması ise çocuğun kitabı takip edebilmesi için önemlidir. Bu yaştaki çocukların dikkatte devamlılık süreleri henüz gelişmekte olduğundan okunacak kitaplar kısa sürede bitmeli ve anlaşılır olmalıdır. Ayrıca okuma sırasında yazıların parmakla soldan sağa takip edilmesi, sayfaların çevrilmesi de çocuğun okumayla ilgili temel kavramları öğrenmesinde etkili olacaktır. Böylece ilkokul yaşantısında karşılaşacağı okuma-yazma çalışmalarında yazma ve okumanın soldan sağa olacağına yönelik bir farkındalık kazanacaktır. 5-8 yaş grubunda doğa, hayvan ve diğer çocukları da içine alan kısa ve bol resimli masal hikâye okumak keyif verecektir. Kelime, kavram, dil ve anlatım yönünden gelişmiş, çocuğun anlamını bildiği kelimelerden oluşan kitaplar seçilebilir. Ancak yine de yeni birkaç sözcük olması çocukların kelime dağarcığının gelişip zenginleşmesini sağlayacaktır. Masalın hikâyenin konusu ciddi ya da gülünç olabilir ama mutlaka bir ana fikri olmalıdır. Okumayı yeni öğrenen çocuklar için 20 sayfayı geçmeyen ve 16 puntolu harflerle yazılmış kitaplar tercih edilebilir. 7-8 yaşlarında ise yazı puntoları küçülürken yaşla birlikte kitap sayfa sayısı da artırılmalıdır. Satır aralarının, 1,5 olması çocuğun kitabı kolay takip edebilmesi için daha uygundur. Seçilen kitapların cümlelerindeki sözcük sayısının 6’yı geçmemesi de bu yaş grubunun okuduğunu anlayabilmesi açısından önemlidir. 8-12 yaş grubunda konusu doğa, insan yaşamı olan, seyahat, serüven olan masallar ya da hikâyeler çocukların ilgisini çekecektir. Yine bu yaş grubunda, giderek mizahtan hoşlanma ve çizgi roman okuma da başlar. 9-10 yaşlarında cinsiyet farklılığının belirginleşmesi, erkeklerin kahramanlık, macera, bilim ve buluşlara; kızların ise daha çok günlük yaşamı içeren konulara ilgi duymasına neden olur. Masal ve hikâyeler sayısız yararlarının ötesinde, çocuklarınızla keyifli zaman geçirebilmenize olanak sağlayan, onların dünyasına dokunabildiğiniz, yaşamları boyunca hatırlayacakları özel çocukluk anıları olarak kalacaktır. Bu zamanlarının artması dileklerimizle.

KAYNAKÇA Akaygün-Cüntay, S. (2005). Bir varmış, bir yokmuş…masallar, çocuklar, yetişkinler… 10 Ocak 2013, http://www.guncedanismanlik.net/CmsFiles/ Gallery/Document/25%20bir%20varmis%20bir%20yokmus.pdf Ayaş-Köksal, S. (2011). Türkçe Konuşan Okulöncesi Dönem Çocuklarının Anlatı ve Alıcı Dil Yetkinliklerini Yordayan Etkenler: Ekolojik bir yaklaşım. Yayımlanmamış Master Tezi. Koç Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Budak, Y. (2007). Çocuklar masallarla, masallar çocuklarla büyür. Pedagog Asuman Öztürk ile röportaj. Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi. 3 Ocak 2013, http://kouha.kocaeli.edu. tr/?page=haber&id=17043 Coe, K., Aiken, N. E., & Palmer, C. T. (2006). Once upon a time: Ancestors and the Evolutionary Significance of Stories. Anthropological Forum, 16(1), 21-40. Dilidüzgün, S., Sever, S., Öztürk, A. ve Adıgüzel, Ö.(2007). Çocuk edebiyatı. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Web-Ofset. Justice, L. M., Bowles, R. P., Kaderavek, J. N., Ukrainetz, T. A., Eisenberg, S. L., & Gillam, R. B. (2006). The indeed of narrative microstructure: A clinical tool for analyzing References 107 school-age children’s narrative performances. American Journal of Speech - Language Pathology, 15 (2), 177-191. Heilmann, J., Miller, J. F., Nockerts, A., & Dunaway, C. (2010). Properties of the narrative scoring sheme using narrative retells in young school-age children. American Journal of Speech-Language Pathology, 19, 154–166. Masalın çocuk gelişimi üzerindeki etkileri, 25 Aralık 2013, http://www.ogretmenlerforumu.com/cocuk_psikolojisi/masalin_cocuk_ gelisimi_uzerindeki_etkileri-t36626.0.html;msg434053#msg434053/ Miller, J. F., Heilmann, J., Nockerts, A., Iglesias, A., Fabiano, L., & Francis, D. (2006). Oral language and reading in bilingual children. Learning Disabilities Research & Practice, 21(1), 30–43. Ortner, G.(2008). Masallarla çocuk eğitimi. S. Ogan,(Çev.). İstanbul: Sistem Yayıncılık Sever,S., Dilidüzgün, S., Neydim. N. ve Aslan, C.(2007). İlköğretimde çocuk edebiyatı. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Web-Ofset. Stephens, J. G., Silbert, J. L. & Hasson, U. (2010). Speaker-listener neural coupling underlies successful communication. PNAS, July 27. 8 Ocak 2013, http://psych.princeton.edu/psychology/research/hasson/pubs/ Stephens_Silbert_Hasson_PNAS_2010.pdf

Gelişim 2013


6

DUVAR Sıkılmıştı. Artık o duvarın ardında gizlenmek istemiyordu. Yıllardır o kalın duvarın ardına hapsolmuş, içeride olanları izliyordu. Hapsolduğu günden beri çok şey görmüş çok şey yaşamıştı.

Bir gölge gibi yaşardı. Duvarlarda gizlenip etrafını gözlemlerdi. O, özgür olduğu zamanlarda da fark edilmezdi. Onun bu zayıflığını gören duvarlar onu kendisine doğru çekmişti. O sınırların içine girmişti yavaşça. Dört duvar arasında kalan bölgede olup bitenleri izlemekti tek yapabildiği. Ne olanlara karışabilirdi, ne de duvarları terk edip başka dünyalara gidebilirdi… Tek yaptığı insanların onu göremeyeceği, gerçi hiç görmezlerdi zaten, bir yere gidip saklanmak, oradan dünyayı yorumlamaktı.

Vehbi Koç Vakfı Koç Özel Ortaokulu’nun düNazlı Uğur Köylüoğlu zenlemiş olduğu “Cevat 8-A Sınıfı Şakir Kabaağaçlı Öykü Yazma Yarışması” sonucunda hazırlanmış olan öykü kitapçığında, 8-A sınıfı öğrencimiz Nazlı Uğur Köylüoğlu’nun “Duvar” isimli öyküsü yayımlanma hakkı kazandı. Nazlı’nın kaleminden insanın kendine koyduğu duvarlara anlamlı bir sesleniş… Gelişim 2013

Orada yaşanan kavgaları, haksızlıkları, yalanları, iyilikleri görmüştü ama dışarıda neler olup bittiğini bilmiyordu. Hatta nerede olduğunu bile bilmiyordu. Olaylara karışamıyordu. Olanlara tanıklık etmekten başka hiçbir şey yapamıyordu. Bir gölge gibi duvarların, onu içinde tutan sınırların, arasında gezinirdi. Şu ana kadar bu sınırları aşma gereğini hiç duymamıştı. İnsanların birbirleriyle ilişkilerini gözlemekten memnundu, görünmemekten memnundu. Bir sabah, güneş doğarken gözlerini bir gürültüyle açtı. İki çocuk kavga ediyordu.

Tam da kavga sayılmazdı aslında, küçük çocuk iri yarı olana karşılık veremiyordu. Siyah saçlı, sıska olan, üzerine doğru yürümekte olan sarışın, iri yarı çocuğa yüzünde bir dehşet ifadesiyle bakıyordu. O küçük çocuk ne yapmış olabilirdi ki diğeri ona bu kadar büyük bir nefret duyuyordu? İri çocuk, küçüğün yakasını tuttu ve onu silkelemeye başladı. Ne istiyordu ondan? Gölge duyamıyordu. Seslenmek istiyordu ama sesi çıkmıyordu. O sadece ışığın bir oyunuydu. Sesi çıkmazdı, hissedemez, koklayamazdı. İnsan bile sayılmazdı! İnsanların hayatlarına, arkadaşlıklarına, davranışlarına uzaktan bakabilirdi ancak. Peki ne yapmalıydı? Elinden bir şey gelmiyordu. Şu ana kadar bu duvarın arkasından nice olaya tanık olmuştu. Birbirine yalan söyleyen iki arkadaş, birbirlerine iftira edenler… En büyük haksızlık neydi peki? En büyük haksızlık, bu tür olayları görmek ama ses çıkarmamaktı. Belki hiç tanımadığı birine haksızlık yapılıyordu, belki de tanıyordu. Fark etmezdi. Bu haksızlık ona yapılsaydı ve dışarıdan bir gölge orada hiçbir şey yapmadan onu seyretseydi ne hissedeceğini düşündü. O an bu vicdan azabı, kalbine bir hançer gibi saplandı. Artık bu duvarı terk etmeliydi. Buradan kurtulmanın, dünyaya dahil olmanın, sadece bir gözlemci olmaktan çıkıp olayların içinde bulunmanın zamanı gelmişti. Tek gereken azim ve cesaretti. Duvarları yıkmanın tek yolu buydu. O


7

iri yarı çocuğa karşı çıkmasını sağlayabilecek tek şey cesaretti. Peki onu bulabilecek miydi? Girdiği gibi çıkabilmeliydi bu duvarlardan. Tek çaresi buydu. Peki nasıl girmişti duvara? Yavaş yavaş elbette… Oraya ait olduğuna inanmaya başladıkça duvarlar ona kollarını açmıştı. Duvarlar onu kendilerine çekiyordu. İnsanlardan uzaklaşırken bulduğu ilk yere sığınmıştı. Kendine olan güvenini tamamen yitirmişti, kimse ona yardım etmiyordu. Neler olmuştu? Bir anda insanların gözüne görünmez olmuştu. Bir gölgeden farklı değildi. Onlar nereye giderse oraya gidiyordu. Herhangi bir iradesi yoktu. Duvara vuran yanısması dışında görülmesi mümkün değildi. Duvarlara, oraya ait olduğuna inanarak girmişti; şimdi de oraya ait olmadığına inanarak çıkmalıydı. Kendisi hakkındaki düşünceleri, başkalarının onun hakkındaki düşüncelerini etkiliyordu. O kendine acıdıkça başkaları daha çok acıyor; o kendini yok etmeye çalıştıkça insanlar onu yok sayıyordu. Başını dik tutmaya karar verdi. Önce kollarını sıvanın arasından dışarı çıkarmayı denedi. Olmuyordu. “İnanmalısın!” dedi kendi kendine. “Kendine inanmalısın!” Denemeye devam etti. Biraz daha uzattı elini. Artık hissedebiliyordu. Eline değen havanın hissi olağanüstüydü. Daha önce kendini bu kadar ferahlamış ve özgür hissettiğini hatırlamıyordu. Çok mutluydu. Önce bir iki kişi fark etti onu. Sınırlarından kurtulmak üzere olan bu insanı. Daha

sonra diğer elini uzattı içeri. İmkansızı başarıyordu! Dünyanın sesini duyabiliyor, kokusunu alabiliyor, dünyayı tadabiliyordu. Duvardan sıyrılmakta olan gölgenin yanına birkaç kişi daha toplandı. İnsanlar onu fark ediyordu. Bu mümkün müydü? Bu özgüvenle ayağını attı dünyaya doğru. Daha sonra da diğer ayağını. En sonunda kurtuldu duvarlardan. Uzun sürmüştü ama olsun, başarmıştı.

kadar zekiydi. Yüzünde kindar bir ifadeyle oradan uzaklaştı.

Şimdi sıra iri yarı çocuğun yaptığı haksızlıktaydı. Onu sınırlarından çekip kurtaran cesaretini tekrar toplamaya çalıştı. Tamamını harcamamış olduğunu umdu. Kalan cesaretini topladı ve çocuğun yanına gitti. “Ne yapıyorsun sen? O çocuk sana ne yaptı, ne istiyorsun ondan?” diye sordu. Anlaşılan çocuk onu daha önce hiç görmemişti, ona kimsin sen, kiminle konuştuğunun ve ne dediğinin farkında mısın der gibi bir bakış attı. “Öğle yemeğimi evde unutmuşum. Bu cömert arkadaşımız da bana borç veriyordu.” dedi alay ederek. Bu çocuk, dersini almalıydı. “Rahat bırak onu!“ diye bağırdı. Sesinin bu tonda çıkabileceğini bilmiyordu. İri çocuk önce biraz tereddüt etti ama sonra sinsice gülümsedi. Yüzünde o şımarık tavırla “Bırakmazsam ne olur?” dedi. Bu söz yeni canlanmış gölgeyi küplere bindirdi. Önce küçük çocuğu onun elinden çekti, sonra çevik bir hareketle cüzdanını. Küçük çocuk koşmaya başladı, diğer çocuğun peşinden geleceğini düşünüyordu. Oysa o kendi derdindeydi. Bu davetsiz misafir kendinden çok emindi ve haksızlıklara katlanamıyordu. Böyle biriyle baş edilemeyeceğini biliyordu. İri çocuk bunu anlayabilecek

Onunla aynı sorunu yaşayan bu kadar fazla insan olduğuna inanamıyordu. Duvarların ardındaki gizemi yeni fark ediyordu. Yıllardır orada birbirinden habersiz onlarca insan aynı problemi yaşıyordu. “Kendinize inanın.” dedi. “Duvarlarınızı yıkmanın tek yolu bu. Cesaretinizi toplayın ve kendi sınırlarınıza meydan okuyun. Eskiden ben de dünyaya dışarıdan bakıyordum. Sizin gibi bir gölgeydim. Hiçbir şeye karışmıyordum, tek yaptığım dünyaya dışarıdan bakmaktı. Ancak bu duvarları yok ederken ve özgürleşmeye çalışırken çok önemli bir şey fark ettim. İnsanlar, bizim hakkımızda, biz kendi hakkımızda ne düşünüyorsak onu benimsiyorlar. Kendimize saygı duyuyorsak, kendimize güveniyorsak insanlar da bize saygı duyar.”

Duvarlardan sıyrılan, bu çocuk bir şey fark etti. Kendisi duvarların ardındayken sadece kendi derdindeydi. Ancak dışarı çıktığında, duvarların arkasına gizlenmiş başka gölgeler de olduğunu fark etti. Kendisi nasıl kurtulduysa onlar da kurtulmalıydı. Onlar da kendine inanmayı öğrenmeliydi.

Son bir kez daha o yıkıntılara baktı. Yıktığı hapishanenin kalıntılarını inceledi. Orada önce endişe, korku ve umutsuzluk; daha sonra da azim, kararlılık ve cesaret gördü. Oradan uzaklaştı, bir kez bile arkasına bakmadan. Bir daha o yıkıntılara geri dönmeyeceğim, dedi içinden ve bir daha da dönmedi.

Gelişim 2013


8

İLETİŞİMİN SESSİZ ANAHTARI:

BEDEN DİLİ

Psikolojik Danışman

Hülya SEFEROĞLU

Gelişim 2013


9

H

iç düşündünüz mü bir arkadaşımızla karşılaştığımızda ona “Merhaba’’ demeden önce başka neler diyoruz? Sadece kullandığımız kelimeler ile mi sınırlı kalıyoruz? Kelimeler dışında hareketlerimizin, mimik ve jestlerimizin, beden duruşumuzun, insanlarla aramıza koyduğumuz mesafenin, giyimimizin iletişim içinde çok önemli bir yeri olduğunu biliyor muyuz? Kişiler arası iletişimde bizler duygu ve düşüncelerimizi dile getirirken, sözler zaman zaman yetersiz kalabilir; çünkü kullandığımız kelimelere kattığımız mimiklerimiz, ses tonumuz, beden hareketlerimiz kelimelerle bütünleşir. Bir anne çocuğunun özelikle ilk yıllarında onunla iletişim kurmak için tamamen sözel olmayan kanalları, yani ağırlıklı olarak beden dilini kullanır. Anne çocuk arasındaki bu iletişim aslında ilk olarak anne karnında başlar. Anne rahminde bebek annenin hareketlerini hisseder, annenin dinlenmesi ya da çok hareketli olmasına göre onunda hareketliliğinde değişiklik olur. Anne, bebeğinin karnında hareket halinde olduğunu gördüğünde ve elini karnına koyduğunda bebeğin tepki verdiği ya da sakinleştiği görülür. Bebek, doğduktan sonra ilk teması anne ile olur ve anneyle arasındaki bildik iletişim de böyle başlar. Bebek doğduktan sonra hiç tanımadığı uyaranlarla karşılaşır. Bu uyaranları anlamak, anlamlandırmak ve kendini anlatmak zorundadır. İşte bu dönemde bebek, kendini sadece beden dili ile anlatabilmektedir. Bebek genellikle çıkardığı seslerle, ses tonlamasıyla bazen ağlayarak bazen el kol hareketleriyle bazen de beğendiği ve istediği durumu gözleriyle takip ederek kendini anlatmaya çalışır. Anne de bebeğin beden dilini anlayarak iletişime karşılık verir. Bazen duygularını da annesinin yüzüne bakarak şekillendirir. Örneğin, yeni yürümeye başlamış bir çocuk, düştüğünde başını kaldırıp çevresine bakar. Annesinin endişeli halini görürse ağlar, ancak anne sakin bir ifade ile ona karşılık verirse yerinden kalkıp tekrar yürümeye çalışır. Bağımsızlaşma da annenin yüzündeki bir ifade ile oluşur. Bebek, yürüyerek anneden ayrıl-

maya başladığında dönüp onun yüzüne bakar. Endişeliyse uzaklaşmanın kötü bir durum olduğunu düşünüp geri döner. Ama annesinin yüzünde destekleyici bir gülümseme varsa biraz daha uzağa gider.

Kültürün Beden Diline Yansımaları

Beden diline insanlık tarihi açısından baktığımızda en eski iletişim aracı olduğunu görürüz. İnsanlar konuşarak anlaşmayı geliştirmeden önce, beden dilleriyle anlaşırlardı. Kişilerin birbirini anlamalarında önemli bir yeri olan beden dili, hem doğuştan getirdiklerimizle hem de yaşadığımız kültürün etkisiyle şekillenir. İletişimde, ilk izlenimler önemlidir. İnsan davranışları, diğer insanlar üzerinde yaratılan ilk izlenim sonrasında şekillenir. İnsanlar üzerinde yarattığımız ilk izlenim 30 saniye ile 5 dakika içinde oluşur. 1746 yılında, Fransız düşünür Etienne Bonnot tarafından ortaya atılan, 1970’li yıllarda Colorado Üniversitesi’nden antropolog Gordon Hewes tarafından desteklenen araştırmalara göre, eski çağlardaki kâşiflerin, keşfettikleri ülkelerde çevirmen ve sözlük olmadan yerli halk ile sınırlı sayıda el işaretleri ile anlaşmaları, sözcüklere dayanmayan evrensel bir dilin varlığını ortaya koymuştur.

Gelişim 2013


10


11

“1981 yılında California Üniversitesinde Albert Mihrabian tarafından yapılan araştırmada, bir mesajın etkisinin yaklaşık %7 sinin sözel (kelimeler), %38 inin sesli (ses tonu, sesin yükselip alçalması ve diğer sesler) ve %55 inin de sözel olmayan (beden dili) öğelerden oluştuğunu ortaya koymuştur.”

Yapılan başka bir araştırmada da, beş farklı kültürden gelen insanların yüz ifadeleri incelenmiş, her kültürde insanların duygularını göstermek için aynı temel yüz hareketlerinin kullanıldığı görülmüş ve bu davranışların doğuştan geldiği sonucuna varılmıştır. Çeşitli kültürlerde yapılan araştırmalar; mutluluk, korku, öfke, hayret, üzüntü ve tiksinti gibi duygu ifadelerinin, ortak yüz anlatımları olduğunu göstermiştir. Bir Türkün mutlu olduğu zaman verdiği bedensel tepkiler ile bir Fransızın mutlu olduğu zaman verdiği bedensel tepkiler birbirinden çok da farklı değildir. Ancak nüfus arttıkça değişen yaşam tarzları, alışkanlıklar, dinsel inançlar, yaşanan coğrafya ve iklimlere bağlı olarak beden dillinde de kültürel farklılıklar ortaya çıkmıştır. Her toplumun kendi kültürel yapısı içinde kullandığı jest ve mimikler vardır. İnsanların doğuştan getirdiği ortak jest ve mimikler bile yaşadıkları toplumların kültürü içinde biçimlenir. “Asya Öztürk’ün İstanbul’da yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye ‘de batı bölgelerinde yetişenler beden dillerini daha az kullanırken, güney kökenli olanların çok daha fazla kullandıkları görülmüştür. Aynı şekilde kültür düzeyi arttıkça da beden dili kullanımının azaldığı görülmüştür.” (İzgören, 2011). İngiltere’de yüksek ekonomik düzeyde olan ailelerin çocuklarının okuduğu okullarda, çocukların konuşurken beden dillerini daha az kullanmaları için dersler aldıkları bilinmektedir. Bu derslerde, bir topluluk önünde nasıl konuşacakları öğretilirken, koltuklarının altlarına kitap konulup el ve kollarını hareket ettirmemeleri sağlanmaktadır.

Vücudumuz Bizi Ele Veriyor

Bilgisayarların/robotların insan hareketlerini tanıyıp yorumlayabilmesi için yapılan araştırmalar, çizgi filmler ve bilgisayar oyunlarında beden hareketlerinin çok daha iyi yapılandırılmaya çalışılması,kişilere başarılı olabilmeleri

için “etkili beden dili ve davranış teknikleri” öğreten bir endüstrinin oluşması, bilişsel psikoloji ve dilbilim araştırmalarındaki gelişmeler, iletişimde beden dilinin etkisine vurgu yapıyor. Bu nedenle karşımızdaki kişinin beden dilini anlamak ve kendi beden dilimizi daha doğru kullanabilmek için beden dilinin öğelerini tanımak önem kazanıyor.

Yüz İfadeleri

İnsan yüzü, duyguların ifadesinde en temel araç olarak kabul edilir. Bizim duygularımız ve bu duyguların yüzümüze yansıması birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Yüzümüz bir ayna gibidir; çünkü biz yüzümüzle güleriz, yüzümüzle ağlarız, yüzümüzle anlaşılır, yüzümüzle onay veririz. Aslında yüz ifadelerini anlamak sanıldığı kadar kolay değildir; çünkü zamanla duygularımızı maskelemeyi öğrendiğimiz gibi abartılı yüz ifadeleri kullanarak da duygularımız gizleriz. Yüz ifadeleri ile birlikte ele alacağımız en önemli iletişim aracımız ise gözdür. Gözlerin vücudun odak noktasıdır ve tüm iletişim işaretleri arasında en açıklayıcı ve doğru bilgileri verir. Aslında insanlar arasındaki ilk temas gözlerle başlar. Eğer gözle kurulan temasta kişiler karşılıklı olarak bir memnuniyetsizlik hissederlerse iletişiminin devamı gelmeyebilir. Karşımızdaki kişiyle konuşurken nereye baktığımız da ilişki açısından önemlidir. Doğrudan konuştuğumuz kişiye bakmak, karşımızdakine samimiyetimizi iletmemize yardımcı olup vermek istediğimiz mesajımızın

Gelişim 2013


12

etkisini artırırken yere bakarak veya gözlerimizi kaçırarak konuşmamız, kendimize olan güvensizliğin ifadesi olarak da yorumlanabilir. Ancak karşımızdaki kişinin sürekli olarak gözlerinin içine bakmanın da iletişimi engelleyen bir durum olabileceğini unutmamak gerekir.

Beden Duruşu

Beden duruşu, duygusal durum ve ilişkileri anlamak ve anlatmak için zengin bir bilgi kaynağıdır. Yürüyüşümüz, oturuşumuz aslında

Gelişim 2013

karşımızdaki kişi için bir mesajdır. Eğer iyi bir gözlemciysek bir insana bakarak onun duygusal durumunu anlayabiliriz. İnsanlarla olan ilişkilerimizde çok farklı beden duruşları sergileriz. Örneğin bir arkadaşımızla konuşurken, bize çok özel bir konudan bahsediyorsa öne eğiliriz ancak karşımızdaki kişiyi dinlemekten çok hoşlanmıyor ya da konudan rahatsız oluyorsak kendimizi biraz arkaya atarak araya mesafe koyarız.

Bir kişi ile ya da bir topluluk önünde konuşurken eğilerek, boynu bükük durmak ne kadar hatalı ise aşırı omuzları kaldırmış, göğsü çıkartarak durmak da o kadar yanlıştır. Bu karşı tarafa meydan okur bir tavır sergilediğimizi gösterir.

Jest ve Mimikler

Jest ve mimikler duygu ve düşüncelerimizi karşımızdaki kişiye iletir. Yüz kaslarının anlatım amaçlı kullanımı mimikleri oluştururken, baş, el, kol, ayak, bacak ve bedenin kullanımı


13

Beden iç dünyamızın eldivenidir. Zuhal ve Acar Baltaş Her toplumun kültüründe kullandığı beden dili, kullanım biçimi o kültürün kendine özgüdür. Örneğin; Parmakları yukarı doğru birleştirerek yapılan hareket l Türklerde bir şeyi çok beğenme l İtalyanlarda ne saçmalıyorsun l Araplarda yavaşla l Kıbrıs Türkleri arasında gününü göreceksin Beş parmak açık eli kaldırıp karşımızdakine göstermek l Türklerde durdurulması gereken kişiyi durdurmak l Batı Afrikalılarda ve Yunanlarda küfür anlamına Başparmakla işaret parmağı birleştirerek yapılan jest l Amerikalılarda problem yok l Japonlarda para l Latinlerde küfür l Fransızlarda değersiz, sıfır anlamına Baş parmağı havaya kaldırmak l Birçok toplumda “Her şey yolunda” veya “Tamam” anlamına l İranlılarda, Afganlarda, Nijeryalılarda, ayrıca İtalyan ve Yunanların hakaret anlamına Eli boğaza götürmek l Araplarda tehdit ya da koruma l Güney Amerikalılarda gerçekçi olmayan üzüntü ve alay l İtalyanlarda sinirlenme anlamına Kulağın memesi tutularak yapılan hareket l Türklerde bir konuda ders alınması gerektiği l Brezilyalılarda yemeğin çok güzel olduğu anlamına gelmektedir.

jestleri oluşturur. Mimiklerimiz evrensel, jestlerimiz ise daha çok kültüre dayalıdır. Jest ve mimikler bazen istendik, bazen istem dışı olarak ortaya çıkar. Örneğin, üzüldüğü bir konuyu anlatan kişiyi dinlerken, yüzümüzde buna göre bir ifade oluşur. Sıkıntılı bir durumu dinliyorsak, gülümsemeyiz. Uygun ölçüde ve uygun şiddette yapılan jestler konuşmaya güç katar. Sert ve sinirli jestlerin kullanımı, dinleyenlerde rahatsızlık uyandırırken; sakin ve yumuşak jestlerin kişinin kendine güvenini, konuya hâkimiyetini ortaya koyar. Örneğin;

doğru konuşmak kişinin hassas tarafını dış dünyaya kapadığına, l Konuşurken elleri ovuşturmak olumlu beklentiye, l Elin sıkılarak işaret parmağının havaya kaldırılması, konuşmaya otoriter bir hava verirken o kişinin savunduğu görüş karşısındaki ısrarına, l Konuşurken devamlı yutkunmak stres ve utanca işarettir.

l Otururken bacak bacak üstüne atarak kolları bağlamak sinirli, çekingen ya da savunmacı yaklaşıma, l Otururken bacak bacak üstüne atarken üst bacağı sallama sıkılmaya, l Bacaklar diz kapağından kırılarak geri çekilip ayaklar sandalyenin altında tutulursa, bu kişinin bulunduğu ortamdan çok hoşnut olmadığına; söylenmesi gereken bazı şeyleri henüz söyleyemediğine veya söylemek istemediğine, l Direk göz teması kurmamak ya da kısa süreli kurmak, her an bulunan ortamdan çıkmak istercesine kapıya ya da cama doğru bakmak kişinin bir savunma durumunda olduğuna, l Karşımızdaki kişinin söylediklerini dinlerken başı hafifçe sallamak karşımızdaki kişiyi anladığımıza ve hak verdiğimize, l Çeneye hafif hafif vurma karar verme aşamasında olunduğumuza, l Elleri boynun arkasına alıp kenetlemek kontrolü ele almaya, l T opluluk önünde konuşurken kolları yukarı kaldırmak, yumruk yapmak başarı, güç ve mücadeleye, l Ayakta elleri arkaya kavuşturarak konuşmak güç, üstünlük ve kendine güvene, l K onuşma sırasında elimizle avuç içimiz yukarı doğru göstererek konuşmak güven, dostluk, uyum ve uzlaşmaya, avuç içi aşağıya

Gelişim 2013


14

“Ruhun gizemi bedenin hareketleri ile açığa çıkar.” Michelangelo alanlarını önceden gözlemlemek ve anlamaya çalışmak gerekir. Antropolog Hall (1968) bu alanları dört grupla açıklamıştır: Özel Mesafe: 30-35 santimlik bir alanı kapsar. Duygusal bakımdan çok yakın hissettiğimiz kişilerin, yakın arkadaşımız, eşimiz, çocuğumuz gibi bu mesafeye girmelerine izin veririz. Çok yakın olmadığımız bir kişinin özel mesafemize girmesi durumunda ise rahatsızlık duyar ve göz temasına girmemeye çalışırız. Asansörler buna en güzel örnektir. Kişisel Mesafe: 40-80 santim arasında değişen ikinci bölgeyi oluşturur. Sosyal ortamda, birbirini tanıyan ve rahat konuşan insanlar ve eşler tarafından kullanılır. Bir sohbet ortamını buna örnek olabilir. Sosyal Mesafe: Bu bölge 80-200 santim arasında değişkenlik gösteren rahat konuşulan ancak resmi ilişkilerin sürdürüldüğü mesafedir. Genellikle, satıcılarla müşteriler ve işyerinde beraber çalışan insanlar arasındaki ilişkiler bu mesafede sürdürülür.

Alan Kullanımı ve Mesafe

Alan ve mesafe kullanımı yüz yüze ilişkilerimizi kontrol etmemizi, duygularımızı aktarmamızı ve kontrol edilebilmemizi sağlayan önemli bir iletişim öğesidir. Hepimizin hareket etmek, uyumak ve bazı ihtiyaçlarımızı gidermek için kullandığımız kendimize özgü alanlarımız vardır. Bir insana çok yakın durmak, yakın oturmak veya elini omzuna, sırtına koymak, koluna, eline değmek ilişkiye belirli bir yakınlık ve sıcaklık katarken bazı kişiler için bu tarz davranışlar rahatsızlık verici olabilir. Bu nedenle ikili ilişkilerde öncelikle karşımızdaki kişinin kendine özel belirlediği mesafe

Gelişim 2013

Genel Topluma Açık Mesafe: Tanımadığımız kişilerle iletişim içinde olduğumuzda kullandığımız mesafedir. İki metre ve daha fazla alanı ifade eder. Unutmamalıyız ki bir kişi ile olan mesafemiz ona karşı duyduğumuz hisler hakkında ipucu olabilir. Alan kullanımınızı biraz daha yakından gözlemlerseniz kendiniz ve karşınızdaki kişilerin duygularını daha iyi anlayabilirsiniz.

Giyim

Bizim statümüz, toplumda üstlendiğimiz roller tarafından belirlenir. Giyimimiz bizlerin sözleri ve bedeni kadar beğenilerimizi, o an

içinde bulunduğumuz ruhsal durumumuzu, karşımızdakine verdiğimiz önemi ve değeri gösterir. Yerine ve zamanına uymayan giysilerimiz değerli olan birçok sözümüzün önemsenmemesine neden olabilir.

Son söz…

Birçok araştırma duygularımızın beden dilimizi, beden dilimizin de duygularımızı etkilediğini göstermektedir. Bu nedenle hem kendimizi hem de karşımızdakini daha yakından tanımak için beden dilinin ne söylediğini anlamak gerekir. Örneğin, televizyon seyretmek beden dilini gözlemlemek için bir araç olabilir. Televizyonun sesini kapatarak konuyu anlamaya çalıştıktan sonra seyredilen bölümü tekrar gözden geçirip ne kadar doğru algıladığımızı kontrol edebiliriz. Ya da sessiz filmler izleyebiliriz. Bir pandomim sanatçısının jest ve mimiklerini seyretmek de beden dilini okumayı öğrenmek için iyi bir yol olabilir. Bedenimizin yaptığı her hareketin bir anlamı vardır, hiçbiri rastgele ve anlamsız değildir; çünkü bedenimiz bir bütündür. KAYNAKÇA Baltaş, A. (23.01.2005). Beden Dili ve Yanılgılar. 3 Ocak, 2013, http://www.acarbaltas.com/makaleler_detay.php?id=74 Batlaş, A. Ve Batlaş, Z. (2008). Bedenin Dili (43. Baskı). İstanbul: Remzi Yayınevi. Beden Dili, Anadolu Üniversitesi Rehberlik ve Araştırma Merkezi, 12 Aralık 2013, http://www.pdrm.anadolu.edu.tr/b/bedendili.pdf Cangil, B. (2004).Beden Dili Ve Kültürler Arası İletişim, 3 Şubat,.2013, http://www.journals.istanbul.edu.tr/tr/index.php/hayef/article/ view/15243/14446 Caradec, F. (2006). Beden Dili Sözlüğü (1. Baskı). (C. Akaş Çev.). İstanbul: Kitap Yayınevi. Cüceloğlu, D. (Mayıs 2012). Yeniden İnsan İnsana (45.Basım). İstanbul:Remzi Kitapevi. Evrekalı, B. (05.05.2002). Abant İzzet Baysal Üniversitesi Akçakoca Turizm İşletmeciliği Ve Otelcilik Yüksek Okulu Öğrencilerinin İletişim Süreci İçerisinde Beden Dilinin Etkinliğine İlişkin Uygulamalı Bir Araştırma. Aralık, 2013, mebk12.meb.gov.tr/.../03011644. Fırıncıoğlu, S. Beden Hareketi Üzerine, 10 Ocak, 2013, http://firinci. wordpress.com/17-beden-hareketi/ Gürçayır, S. (2007). Çağdaş Kentte Beden Folkloru. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Halkbilimi Anabilim Dalı. İzgören, A. Ş. (2011). Dikkat Vücudunuz Konuşuyor (51. Baskı). Ankara: Elma Yayınevi. Küçük, M., Eriş,U., Oğuz,T., Dal, A., Aydın, C. H., Orhon, N., (2012). İletişim Bilgisi Eskişehir: T. C. Anadolu Üniversitesi Yayını. Molcho, S. (2007). Çocuk Beden Dili (R. S. Kösoğlu Çev.). İstanbul: Delta Yayınları. Pesa, A. (2001). Body Language Beden Dili “Karşınızdakinin Davranışlarından Düşüncelerini Anlamanın Yolu” (4. Baskı). (Y.Özmen Çev.). İstanbul: Rota Yayınları.



16

Uzman Psikolojik Danışman

Melek ATAKUL

BOŞANMANIN ARDINDAN

B

ir kadın ve bir erkeğin farklı değerler, kültürler ve aile öyküleriyle bir araya geldikleri, kendilerini yeniden ortaya koydukları, ifade ettikleri, tanımladıkları, farklılıklarıyla bir arada yaşadıkları bir yapı olan evlilikte çiftlerin birbirleriyle uyumlu ve sorunsuz bir yaşam sürmeleri beklenir. “İyi günde kötü günde, bir ömür boyu sürmesi” beklentisiyle çıkılan yolda zaman zaman sorunlar yaşanmakta ve bazen evlilikler boşanma ile sonuçlanmaktadır. Eskiden evlenenlere “bir yastıkta kocayın” denilirken şimdi ise ilk 5 yılı atlatmaları beklenmektedir. Yapılan araştırmalar da boşanmaların en çok ilk 5 yıl içerisinde gerçekleştiğini göstermektedir. Masalların sonunda, birbirini seven iki insanın birbirine kavuştuğuna, mutlu olduklarına “Onlar ermiş muradına....” sözüyle vurgu yapılırken, boşanmaya dair bir sona yer verilmemektedir. Bunun nedeni, boşanmanın herkes tarafından istenen, beklenen bir durum olmamasıyla, mutluluğun karşıtı bir durum olmasıyla ilgili olabilir; çünkü insanlar genelde mutlu olmak ve bu mutluluğun bir ömür boyu sürmesi dilekleriyle evlenirler.

Gelişim 2013


17 Boşanmanın tarihçesine baktığımızda, boşanma ile ilgili ilk kuralların eski Babil’de, Hamurabi Kanunları (M.Ö. 1760) içerisinde yer aldığını görüyoruz. Hamurabi Kanunları’nda; “Adam kendisine bir çocuk veren karısından ya da kendisine bir çocuk veren kadından ayrılmak isterse, o zaman karısına çeyizini geri verir ve çocuklarına baksın diye tarlanın, bahçenin ve malların bir kısmının kullanım hakkını verir. Çocuklarını büyüttüğü zaman çocuklara verilenlerden bir parça, oğlanınkine eşit olan bir parça da kadına verilir. Ondan sonra kalbinin erkeği ile evlenebilir.” ifadesine yer verilir. Bu kanunu okuduğumuzda mal paylaşımı, nafaka, velayet ve ayrılıktan sonraki yaşama ilişkin kuralların o dönemde bile olduğunu görürüz. Eskiden boşanma bazı dinlerde yasaklanan, hoş görülmeyen bir durum iken bugüne baktığımızda bireylerin iyiliği ve çıkarları önem kazanmıştır. Boşanma, sadece eşleri ve çocukları ilgilendiren bir durum gibi gözükse de aslında bu süreci yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, toplumu, toplumun sosyal yapısını, değer sistemini de etkilemektedir. Dünyadaki boşanma ile ilgili istatistiksel veriler boşanmanın ciddi bir sosyal sorun olduğunu göstermektedir. Peki neden tüm dünyada boşanmalar artmaktadır? Türkiye’deki boşanma oranları diğer ülkelere göre daha az olsa da, kendi içinde artış olduğu da bir gerçektir. Yaşanan ekonomik, sosyal, kültürel değişiklikler, aile ve evlilik üzerinde birçok değişime neden olmuştur. Toplumun ihtiyaçları doğrultusunda boşanmaya bakış açısı zaman içinde değişmiştir. Boşanma günümüzde sık görülebilen bir durum olmuştur. Bireysel gelişme ve yaşama dair seçeneklerin artmasıyla birlikte geleneksel ailenin çökmesi, boşanmanın ebe-

Türkİye İstatİstİk Kurumu Verİlerİ Evlenme Sayısı

Boşanma sayısı

2011 Yılı 1. Dönem

100 067

31 653

2012 Yılı I. Dönem

107 942

33 474

(Ocak-Şubat-Mart) (Ocak-Şubat-Mart)

veynler ve çocuklar açısından birçok olumlu ve olumsuz sonuçlarını da beraberinde getirmiştir.

Ne Oluyor da Bazı Evlilikler Boşanma ile Sonuçlanıyor?

Eşlerin evlilik öncesinde birbirlerini yeteri kadar tanımamış olmaları evliliğin boşanma ile sonuçlanmasına neden olabilmektedir. Eşlerin birbirini idealleştirme durumu ne kadar fazla ise eşe yüklenen umutlar ve beklentilerin gerçeğe uymama olasılığı da o kadar artar. Bu durum karşısında eşler kendilerini aldanmış ve aldatılmış hissederler. Çiftler bazen de evliliklerinde kendi hayal ve beklentilerinin gerçekleşmesini isterler ama her nedense karşısındakinin hayal ve beklentisini unuturlar. Farklı sosyo-ekonomik çevreye ve farklı aile kültürlerine sahip olmak da olay ve durumları farklı şekilde anlamaya ve yorumlamaya neden olabilmektedir. Bu farklılıklarla yaşam sürdürülemediği zaman

da evlilik sonlanabilir. Eşlerin birbirlerinin özgürlüğünü kısıtlamaları ve aralarındaki iletişim sorunları da evliliğe zarar vermektedir. Şiddet, aldatma, kıskançlık, ekonomik sorunlar, eşlerin ailelerinin evliliklere karışması ve kişisel problemler de evlilikleri bitirmektedir. Evliliğin gerçekleşmesi gibi boşanma ile sonuçlanması da yaşamın bir parçasıdır. Kültürel değişimlerin bireylerin eğitim ve gereksinimlerine yansıması, aile yaşantılarının da farklılaşmasına neden olmaktadır. Gelişmiş toplumlarda değer sistemlerinin değişmesiyle birlikte evlilik kurumunun devamı konusunda baskının azalması, boşanan eşlere toplumdaki bireylerin daha hoşgörülü davranabilmesi, bireysel yaşam felsefesi ve yeni özgürlük anlayışları boşanmayı kolaylaştırmakta ve artırmaktadır. (Özgüven’den aktaran Yavuzer, 2011). Boşanmaların artmasında toplumsal değişim-

Gelişim 2013


18 ler, özellikle kadının ekonomik, sosyal statüsünün değişmesi, ekonomik bağımsızlığını kazanması, hakkını arayabilmesi ve bireysel mutluluğun öne çıkması da önemli etkenlerdir. Yolunda gitmeyen evliliklere daha çabuk nokta koyma eğilimi artmıştır. Evliliğin devam etmesi, herkes tarafından istenen bir durum olmasına rağmen yaşamın kişiler için çekilemez olması halinde, evliliği sürdürmektense boşanmak daha iyi bir yol olabilmektedir.

Boşanmada Eşler Ne Yaşar?

Boşanma, insan yaşamında birçok değişikliği beraberinde getiren önemli bir stres kaynağıdır. Var olan düzenin, alışkanlıkların değişmesi ve yeni bir düzenin oluşturulması, yaşama geçirilmesi çiftler için zor ve sancılı bir süreçtir. Eğer evlilikte sahip olunan çocuk/çocuklar varsa süreç biraz daha sıkıntılı geçebilir. Bu

süreçten etkilenme düzeyi herkeste farklı görülebilir. Özellikle kadınların ekonomik özgürlükleri yoksa ve çocuğun velayeti kendisinde ise yaşanılan sıkıntılar biraz daha fazla olabilir. Yaptıkları duygusal yatırımda hayalkırıklığı yaşamaları nedeniyle boşanma sonrası hem kadınlar hem de erkekler duygusal problemler yaşamaktadırlar. Boşanan eşler, ilk başlarda sürekli olarak uzun bir süre boşanma öncesi ve sonrasında yaşananları düşünürler. Daha sonra da yeni bir yaşam kurma, yeni bir düzen oluşturma ve bu düzene alışma konusuyla meşgul olurlar. Geleceğe yönelik kaygı ve korku yaşarlar. Eskiye göre hassas, alıngan ya da sinirli olabilirler. Araştırmalar, boşanma sürecini yaşayan eşlerde uyku bozuklukları görüldüğünü, iş performansında bozulma olduğunu, kaygı, üzüntü, kızgınlık duygularını yaşadıklarını, kendilerini terk edilmiş, yetersiz, değersiz ve yalnız hissettiklerini, karşı tarafı ya da kendilerini suçlama eğiliminde olduklarını göstermektedir. Boşanmada eşlerin bu kadar çok duyguyu bir arada yaşamaları çok doğaldır; çünkü boşanma kişinin hayatında önemli bir yaşam değişikliğidir.

Boşanmada Çocuklar Ne Yaşar?

Çocuklar doğal olarak, anne babalarıyla bir arada yaşamak ister. Ancak anne baba bir arada yapamıyorsa, evde sürekli kavga varsa, anne baba mutsuz ise çocuklar da mutsuz olur. B ö y l e durumlarda boşanma

Gelişim 2013

Boşanma süreci ve aşamaları Boşanma, eşleri hem duygusal hem sosyal hem de ekonomik yönden etkileyen bir süreçtir. Boşanma sürecinde gerçekleşen altı aşamadan bahsedilir. Eşler içinde bulundukları koşullara göre farklı yoğunlukta farklı sıralarda bu aşamaları yaşamaktadırlar. Bunlar; 1. Duygusal Boşanma, kötüye giden bir evliliğin ilk göstergesi olup eşlerin birbirlerine yabancılaşması, birbirlerine olan güvenlerinin ve çekiciliklerinin yok olması aşaması, 2. Yasal Boşanma, birçok toplumda bir neden doğrultusunda sorumlu mahkeme, avukat ve hakimler tarafından ele alınmasını 3. Ekonomik Boşanma, eşlerin sahip oldukları malların paylaşımını yapmalarıyla, ekonomik birlikteliklerini ayırmalarını, 4. Ebeveyn Boşanması, velayetin kimde olacağı, tek ebeveynle yaşama, diğeri ile görüşmelerini, 5. Sosyal Boşanma, arkadaş ve çevrenin değişmesini, 6. Psikolojik Boşanma ise kişilerin kendini ayrı bir birey olarak görme alışkanlığını, kişisel özerklik kazanmalarını içeren aşamalar vardır. (Bohannon’dan aktaran Yavuzer, 2011) ile hem çiftlerin hem de çocukların daha az zararla bu süreçten çıkmaları sağlanır. Evlilik çocuk için yapılmadığı gibi, evliliğin çocuk için sürdürülmesi de doğru değildir. Aile yapısını ve aile üyelerini etkileyen en önemli değişimlerin başında boşanma gelmektedir. Ayrılık, boşanma insanın kendisi için olduğu kadar çocuğu için de bir sınavdır. Çocuklar boşanmanın seyircisi değil bu sürecin bir parçasıdırlar. Eğer evlilikte bir gerginlik varsa ve anne baba mutsuz ise çocukların bunu fark etmemesi mümkün değildir. Ancak evde anne-babasının kavgasını görmek, duymak bir çocuğu anne-babasının boşanmasına hazırla-


19 maz. Anne ya da babadan biri evden ayrıldığında veya boşanma gerçekleştiğinde, çocuk için zor bir dönem başlayacaktır. Yapılan araştırmalar okul öncesi dönemde ve ergenlik döneminde olumsuz etkilenmelerin daha yüksek olduğunu göstermektedir. Boşanma ile birlikte, çocuk ve ergenlerde uyum ve davranış problemlerinin yanı sıra depresyon görülme riski de bulunmaktadır. Boşanmanın çocuk üzerindeki etkileri, çocukta hemen gözlemlenebileceği gibi bazı etkileri de uzun vadede ortaya çıkabilmektedir. Evdeki gerginlikler, tartışmalar, çocuğun alıştığı düzenin değişmesi, bir ebeveynin evden ayrılması, boşanma, çocuğun güven duygusunun azalmasına, çocukta geleceği ile ilgili belirsizlik oluşmasına, endişe, kaygı, kızgınlık duygularını yaşamasına sebep olur. Çocuk, yaşı küçük ise anne babasının kendisi yüzünden boşandıklarını, anlaşamadıklarını düşünebilir. Bundan suçluluk duyabilir. Anne babasını tekrar birleştirme, bir araya getirme hayalleriyle planlar yapar. Boşanmada çocuğun bir suçu olmadığı anne baba arasındaki sorunlardan, anlaşmazlıklardan kaynaklandığı çocuğa anlatılmalıdır. Kolay ve sık ağlama, çabuk öfkelenme, alıngan olma, çevresindekilerin kendisini sevmediğini sık söyleme, sevdiği şeyleri yapmama ya da bunlardan keyif almama, suçluluk duyma, gerginlik, mutsuzluk, uyku problemleri, daha küçük yaş gruplarında alt ıslatma, tırnak yeme görülebilmekte, biraz daha büyük yaş gruplarında ise okul başarısında düşme, arkadaşlık ilişkilerinde sorun yaşama, kendini yalnız, değersiz hissetme vb. gibi etkiler de gözlenebilmektedir. Çocuğun yaşı, kişilik yapısı, anne-babanın tutumları, yaklaşımı, çocuğun sorunlarla baş etme becerisi, ailenin sosyo-ekonomik düzeyi de çocuğun boşanmadan etkilenmesinde belirleyicidir. Gelişim dönemlerine göre çocukların boşanmayı nasıl algıladıkları ve ne gibi tepkiler verdikleri Haluk Yavuzer’in (2011) “Çocuğu Tanımak ve Anlamak” kitabında yandaki gibi ifade edilmektedir.

Oyun Çocukluğu Dönemi (1-3 Yaş) Nasıl Algılar? Anne- babadan birinin evden ayrıldığını anlar. Ama nedenini anlayamaz.

Olası Tepkiler • Daha fazla ağlama, bağlanma • Uyku problemleri • Altına kaçırma, parmak emmenin tekrar başlaması • Öfke patlamaları • Isırma ve rahatsız edici davranma

Okul Öncesi Dönem (3-6 Yaş) Nasıl Algılar?

Olası Tepkiler

Boşanmanın anlamını bilmemekle birlikte, anne-babadan birinin hayatında aktif olmadığını fark eder.

• Yaşananlardan kendisini sorumlu hisseder. • Birlikte yaşadığı anne ya da babasına karşı hırçın ve öfkeli olur. • Uyku düzeni bozulur. Geceleri kabus görebilir.

Okul Dönemi (6-11 yaş) Nasıl Algılar? Boşanmanın ne olduğunu anlamaya başlar. Anne-babasının artık birlikte yaşamayacağını ve birbirlerini eskisi gibi sevmeyeceklerini anlar.

Olası Tepkiler • Kendisini aldatılmış hisseder. • Ebeveyninden gidenin geri geleceğini umut eder. • Arkadaşlarını görmezden gelir. • Baş ve karın ağrılarından şikayet eder. • Uyku düzeni bozulur. Uyuma güçlükleri yaşar. • Boşanmadan sorumlu tuttuğu, birlikte olduğu anne ya da babasını hırpalar ve hırçınlaşır.

Çocuğa Kim, Ne Zaman, Nasıl Söylemeli?

Boşanma kararının alınması ve bundan sonraki süreçte anne baba tutumları, çocuk ruh sağlığı açısından önemlidir. Boşanma kararı mümkünse, çocuğa anne baba tarafından birlikte anlatılmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta ortak bir dil kullanarak, suçlama içermeden bunu çocuğa anlatmaktır. Böylece çocuğun farklı iki hikâye duyması ve kafasının karışması engellenecektir. Eğer birden fazla çocuk varsa ve yaşları birbirine yakın ise onlara aynı anda anlatılmalıdır. Yaşı küçük olan varsa, büyük olana daha sonra daha detaylı anlatılabilir. Çocuğun önünde anne babanın kavga etme riski var ise, çocuğa boşanma kararını ayrı anlatmaları daha doğru olacaktır. Boşanma kararı eşler arasında kesin olarak kararlaştırılmadan çocukla paylaşılmamalıdır. Kesin olmayan bir kararın paylaşılması çocuğun kafasında belirsizlik oluşmasına sebep olacaktır. Sık sık ayrılıp barışan çiftler, çocuğun, anne babasının ayrılmayacağına dair umut etmesine ve ardından hayal kırıklığı yaşamasına sebep olacaktır. Boşanma kararı, çocuğun yaşına uygun olarak onun anlayabileceği cümlelerle, tutarlı, kısa, net ve açık bir dille anlatılmalıdır. Boşanmadan

Gelişim 2013


20 sonra yaşamında ne gibi değişiklikler olacağı, kimin yanında kalacağı, ne zaman ve hangi zaman aralıklarında diğer ebeveyni ile görüşeceği, yaşamının nasıl bir düzende devam edeceği bilgisi çocuk ile paylaşılmalıdır ki çocuğun kafasında oluşabilecek korku ve kaygıların ya da kötü senoryalarının önü kesilebilsin. Kısıtlı bir zaman dilimi yerine, çocuğun sorularının da olabileceği düşünülerek uygun bir zaman aralığı belirlenerek, yetişkinleri ilgilendiren detaylara girmeden çocuğun soruları cevaplandırılmalıdır. Bu karar ev ortamında konuşulmalı, yolda yürürken, arabada giderken ya da kafe, restoran ve alışveriş merkezleri gibi kalabalık ortamlarda yapılmamalıdır. Çocuğun kendini güvende ve rahat hissettiği bir ortam olması, duygularını rahatlıkla yaşamasına izin verir.

Boşanınca Anne-Babalık Biter mi?

“Çiftler eşlerinden boşanabilir ama çocuğundan asla boşanamaz.” Aslında çok bilinen, tekrarlanan bir söz olmasına rağmen zaman zaman yaşama geçirilemediği de görülür. Anne babaların çocuklarıyla olan bağları ömür boyu sürer. Boşanma ile sadece eş olma rolü biter, anne-babalık rolü bitmez. Boşanma sürecinin iyi atlatılması, ayrılmanın anne baba ve çocuk tarafından nasıl algılandığına bağlıdır. Eş olma rolü anne babalık rolünden ayırt edildiğinde çocuğun da bu dönemi daha iyi atlattığı görülür. Önemli olan anne babanın, çocuğa boşanmanın ne olduğunu, ne olmadığını doğru anlatabilmeleri, boşanma sonrasında yaşamında olacak değişiklikler hakkında onu bilgilendirmeleri, anne babası olarak daima onu seveceklerine ve yanında olacaklarına dair güveni vermeleridir.

Çocuk Anne Babasının Boşanmasıyla Nasıl Baş eder?

Anne babası yeni boşanmış olan 10 yaşındaki A. şöyle anlatıyor. “Hafta içi annemle kalıyorum. Annemle birlikteyken bana, babamla evliliklerinde, babamın kendisine ne kadar kötülük yaptığını, yaşadıkları, yaşadığımız birçok olayı tekrar tekrar anlatıyor. Babamla hafta sonu görüştüğümde, o da annemin kötü biri oldu-

Gelişim 2013

ğunu anlatıp duruyor. Anneannem de zaten en baştan beri, babamı gözünün tutmadığını, sevmediğini söylüyor. Aynı şekilde halam da anneme kızıp söyleniyor. Ben ise ne yapacağımı bilemiyorum.” Boşanma sürecinde bazı çocuklar yukarıda A.’nın yaşadığı sürecin benzerlerini ya da daha fazlasını yaşamaktadır. Bazen boşanma sürecinde ve sonrasında eski eşler güç savaşına girip çocuklarının duygularını görmezden gelirler. Aslında bu süreç iyi yönetilemediği zaman çocuklar için risk taşıyan bir durumdur. Anne babaların çocuklarının ruh sağlığını korumak için boşanma ve boşanma sonrasında dikkat etmeleri gereken bazı noktalar vardır. Bunlara bakacak olursak; l Çocuğun yaşına uygun olarak boşanmanın ne

olduğu açıklanmalıdır. Çocuğa, anne babasının birbirlerini eskisi gibi sevmedikleri ancak birbirlerine saygı duydukları anlatılmalıdır. l Çocuğa, her zaman yanında olacaklarına dair güven verilmelidir. l Anne babalar boşanma süreciyle başetmek için gerekiyorsa bir uzman desteği almalıdır; çünkü anne babaların bu süreci iyi atlatmaları çocuklarının da bu süreci kolay yaşamalarına yardımcı olur. l Boşanma sonrasında çocuk en çok düzene ihtiyaç duyar. Çok önemli bir durum olmadığı sürece çocukla görüşmeler aksatılmamalıdır. l Boşanma sonrasında, koşullar ölçüsünde mümkünse çocuğun yaşadığı ev ve okulun değiştirilmemesi çocuğun uyumunu destekleyecektir. l Ayrılan bazı anne babalar kızgınlık ve kırgınlıklarını azaltmak için çocuklarına birbirlerini kötüleme eğilimindedirler. Eski eşler arasındaki çatışmalar olabildiğince en aza indirilmelidir. Diğer ebeveyni kötüleyici konuşmalardan kaçınmak gerekir. Aynı şekilde aile büyüklerinin ya da yakınlarının boşanma ile ilgili olarak diğer ebeveyni kötüleyici konuşmalar yapması çocuk için yıpratıcı olur. l Bazı anne babalar birbirleriyle hiçbir şekilde görüşmeyip çocuk aracılığı ile iletişimi sağlarlar. Bu durum çocuğun arada kalmasına ve mutsuz olmasına neden olacaktır. l Anne babalar kendi haklılıklarına vurgu yapıp diğer tarafın ne kadar haksız olduğunu sürekli anlatarak çocuğu taraf olmaya zorlamamalıdır. Çocuk, taşıması güç olan bir yükle karşı karşıya getirilmemelidir. l Anne babaların boşanma sonrasında ilişki düzeylerini ayarlamaları da önemlidir. Hiç görüşmemek, çocuk için ortak karar verilmesi gereken durumlarda bunu sağlayamamak çocuğa zarar verecektir ya da hiç ayrılmamış gibi çok sık görüşmek, beraber tatile gitmek gibi durumlar çocuğun kafasının karışmasına ve anne babasının tekrar evleneceği ile ilgili hayaller kurmasına neden olacaktır. l Çocuk için yapılan ortak paylaşımlar devam etmelidir. Doğum günü, karne günü vb. “Biz ayrıl-


21 mış olabiliriz ama annen baban olarak yine özel zamanlarında seninle birlikte olacağız.” mesajı çocuğa verilip gerçekleştirilmeye çalışılmalıdır. l Anne babanın yaşamında yeni biri olduğunda, güvenilen ve yolunda giden bir ilişki ise, ileriye yönelik evlilik planı varsa çocukla tanıştırılmalıdır ki aralarında bir ilişki kurulabilsin. l Çocuğun, birlikte yaşamadığı ebeveyni ile görüşmesi konusunda olumlu yönlendirmelerde bulunulmalıdır. l Çocukla birlikte yaşamayan ebeveyn suçluluk duygusu ile çocuğun her istediğini yapmamalıdır.

Son söz...

Anne Babalıktan Boşanılmaz! Anne babanın nasıl boşandıkları, evliliklerinin bitişini nasıl karşıladıkları, boşanmadan sonra eski eşle ilişkilerini nasıl sürdürdükleri, yaşamlarındaki bu değişime nasıl uyum sağladıkları ve anne babalıktan boşanılmayacağının bilincinde olup çocukları ile ilgilenmeye devam etmeleri, çocuğun da bu süreci ruh sağlığı açısından daha iyi atlatmasına, gelecek yaşantısına sağlıklı bir birey olarak devam etmesine yardımcı olacaktır. KAYNAKÇA Akın Bakanay, Ece.(1999). Boşanmayı Anlatmak. 10 Aralık, 2012, www.oyalamakagidi.com/ece-akin-bakanay/bosanmayi-anlatmak Altekin, Serap. Boşanma ve Çocuk. 8 Ocak, 2013, http://www.biltek. tubitak.gov.tr/gelisim/psikoloji/klinik.htm#bosanma Benedek, E., Brown, C. (2012). Boşanma ve Çocuğunuz, S. Katlan (Çev.) Ankara: HYB Yayıncılık Boşanma ve Çocuklar. Bilgi Yayını 3. 2 Kasım, 2012, www.guncedanismanlik.net/CmsFiles/Gallery/Document/ bosanma%20bilgi%20yayini%203.pdf Darchis, E., Dercherf,G. (2008). Ayrılık. V. Kara (Çev.) İst.: Apollon Yayıncılık İnternet alıntısı, Ocak, 2013, http://tr.wikipedia.org/wiki/Hammurabi_ Kanunlar%C4%B1 İnternet alıntısı Aralık, 2012, htpp:/www.haberler.com/uzmanlarbosanan-ciftleri-uyardı-3591361-haberi Mathelin, C. (2003). Freud’a Ne Yaptık da Çocuklarımız Böyle Oldu? E. Güntekin (Çev.) İstanbul: Kitap Yayınevi Ltd. Olcay, Güner. Aşk için Evlendim. Öfke ile Boşanıyorum... Peki ya Çocuklar. 8 Aralık 2012 http://www.arkabahcepsikoloji.com.tr/ipanel/ article/Askicinevlendimofkeilebosaniyorum.pdf Reid, F.T. (2011). Hep Sevgili Kalalım. İstanbul: Remzi Kitabevi Semerci, B. (2009). Birlikte Büyütelim. İstanbul: Alfa Yayınları Tarhan, N. (2012). Evlilik Psikolojisi. İstanbul: Timaş Yayınları Tarhan, N. (2012). Aile Okulu. İstanbul: Timaş Yayınları Yavuzer, H. (2011). Evlilik Okulu. İstanbul: Remzi Kitabevi Yavuzer, H. (2011). Çocuğu Tanımak ve Anlamak. İstanbul: Remzi Kitabevi Yavuzer, H. (2010). Gençleri Anlamak. İstanbul: Remzi Kitabevi Zara, A. (2011) Yaşadıkça Psikolojik Sorunlar ve Başa Çıkma Yolları. Ankara: İmge Kitabevi

Gelişim 2013


22

MUTLULUK RÖPORTAJ:

PROF. DR. DOĞAN CÜCELOĞLU

Psikolojik Danışman

Berna ŞAHİN

Gelişim 2013

Uzman Psikolojik Danışman

Gülseren KAYA

Uzman Psikolojik Danışman

Revan ÇOBAN

H

erkes bir ömür boyu mutluluğun peşinden koşar, kimi yakaladığını kimi hiçbir zaman yakalayamayacağını düşünür. Peki, mutluluk peşinden koşarak mı yakalanır, yoksa zaten içimizde mi saklıdır? Mutluluk bir andan mı ibarettir yoksa kişinin çabalarından mı doğar? Sizin için bu soruları her zaman pozitifliğiyle, güler yüzüyle tanıdığımız Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’na yönelttik ve yaşam enerjimiz olan mutluluğu her yönüyle ele almaya çalıştık.

Mutluluk nedir? diye çevremizdeki kişilere sorduğumuzda kişiden kişiye

değişen yanıtlar alabiliyoruz. Siz mutluluğu nasıl tanımlıyorsunuz?

Mutluluğu iki boyutta ele alabiliriz. Birisi duygu durumudur: Hoşluk, huzur ve memnun olma halidir ve bunun değişmesini istememektir. İkinci boyutu ise farkında olmaktır. İnsan beynini sağ beyin sol beyin diye düşündüğümüzde; mutluluğun sadece sağ beyin fonksiyonu olmadığını görüyoruz. Sol beyin de devreye giriyor ve mutluluğu fark etmemizi sağlıyor “İşte bu, mutluluk!” diyor. Bu durum olmadığında; kişiler “Geriye dönüp baktığımda aslında o zaman ne kadar mutluymuşum ama farkın-


23 da değilmişim” gibi ifadeler kullanabiliyorlar. Bir İngiliz ekonomi profesörü Richard Layard, “Mutluluk” (Happiness: A New Science) isimli kitabında, mutluluğu, değişmesinin istenmediği hoş bir hal olarak tanımlıyor. Ben ikinci boyutu, yani mutluluk anının farkında olabilme kısmını da önemli buluyorum. Örneğin; bir çocuğu gözlemlerken, onun ne kadar mutlu olduğunu düşünebilirsiniz, ama çocuğa, “Sen şimdi mutlu musun?” diye sorsanız, büyük olasılıkla size cevap veremeyecektir. Mihály Csíkszentmihályi diye bir psikolog mutluluğu, “akış halinde olma durumu” olarak tanımlıyor. Yaşamın akışına o kadar çok kendinizi kaptırmışsınız ki, yaptığınız iş ve siz bir bütün olmuşsunuz. Çocuklarda bunu gözlemleyebiliriz. Çocuk kendini bir işe kaptırdığında, o işle bütün olur ve bunu yüzüne yansıyan ifadeden de anlayabiliriz. Mutluluk aslında yaşanan anda saklı olan bir duygudur. “Mutluluğu bekledim bekledim, şimdi altmış yaşıma geldim, bu yıllar mutluluk yıllarım olacak.” diye bir ifade gerçeğe uymuyor, hatta bu beklenti bir hayal kırıklığı da yaratıyor. Bu nedenle, yaşarken mutlu olduğunun farkına varmak önem kazanıyor. Aslında mutluluğu maneviyat açısından da ele alırsak bunu şükür duygusu olarak da ifade edebiliriz. Parasızlık çekiyorsunuzdur, işiniz yoktur ama sağlığınız yerinde olduğu için şükredersiniz ve mutlu olduğunuzu fark edersiniz. İşte bu bir bilinç meselesidir.

Mutlu olmak için hangi temel unsurlara ihtiyacımız vardır?

Richard Layard, aslında bir ekonomist ve ekonomide mutluluğu tanımlıyor. “Mutluluk” kitabında, kırk sekiz ülkede yapılan on binden fazla araştırma sonucundan bahsediyor. Araştırmalarında, önem sırasına göre kişileri mutlu eden maddeleri sıralıyor. İlk beş madde tüm ülkelerde aynı, altı ve yedinci madde bazı ülkelerde yer değiştiriyor. Layard, araştırmalarında kişileri mutlu eden unsurları şu şekilde sıralıyor: 1. Mutluluğun en temel unsurun sağlıklı aile ilişkisi olduğu belirtiliyor. Burada aile ilişkisi mutlaka bir evlilik ilişkisini değil, birlikteyken güvende ve rahat hissettiğiniz insanların varlığını ifade ediyor.

2. Bir sonraki önemli unsur geleceğe güvenle bakmak olarak kabul ediliyor. Geleceğe duyulan güven ekonomik durumun ötesindeki bir güveni kapsıyor.

çocuklarım yanımda, arkadaşlarım ziyaretime geliyor diyerek şükür duygusunu ortaya koyuyor. 6. “Kararlarımı kendim veririm, özgürüm.” düşüncesi önemli bir başka unsur olarak ele alınıyor. Kişinin kendi geleceği ile ilgili seçenekleri değerlendirerek tercih yapabilmesi, ona yaşamımın kontrolü bende duygusunu yaşatıyor. 7. Kişinin yaşamına yön verecek değerler ise en son ele alınan unsur olarak karşımıza çıkıyor. Doğru ve yanlış olan nedir? İyiyi ve kötüyü ayırt edebiliyor muyum? Vicdanımın sesi ne diyor? gibi sorular değerleri ortaya koyuyor. Kişinin bu unsurları bilmesi önem kazanıyor. Örneğin, insanlar mesleklerinde ilerlemek için sık sık şirket değiştiriyorlar. Ama bakıyorsunuz daha mutlu olamıyorlar. Neden diye düşündüğümüzde, hem ailesinin hem kendisinin alıştığı sosyal ortamdan uzaklaşmalarının, yeni girdikleri ortamlarda geçici ilişkiler kurmalarının bir boşluk oluşturduğu gerçeği öne çıkıyor.

Kadın ve erkeği mutlu eden unsurlar farklı mıdır?

3. Bir diğeri işini anlamlı bulmaktır. İşini anlamlı bulan kişi, kendini vererek çalışacağı için işinden daha çok tatmin olur. 4. Yakın dost ve arkadaşların olması bir diğer unsurdur; çünkü bu çok önemli bir ihtiyacı gideriyor. Biz toplumsal olarak aslında bu konuda şanslıyız. Richard Layard, bir araştırmasında 1946’da yapılan mutluluk ölçümü ile 1996’da yapılan mutluluk ölçümünü karşılaştırıyor. Bu araştırmada, Batı ülkelerinde gelir üç kat artmışken mutluluk oranı %40 azalmış olarak bulunuyor. Bu da gösteriyor ki, insanlar mutlu olsun diye gelirlerini arttırmaya yönelik uygulanan yaklaşımlar mutluluğa ilişkin olumlu sonuç vermiyor. 5. Sonra sağlık geliyor. Örneğin, bir kişinin sağlığı yerinde değil ama söz ettiğimiz diğer unsurlara sahip olduğu için kendini mutlu hissediyor,

Aslında unsurlar açısından mutluluk tanımlarında cinsiyet farklılığı yok ancak unsurların kat saylarının farklı olduğunu görebiliyoruz. Örneğin, araştırmalarda ilk unsur olarak ele alınan sağlıklı aile ilişkisi oluyor. Sağlıklı bir aile ilişkisini gerçekleştirmek her iki cinsiyet için de öncelikli konumda yer alıyor ancak erkek ve kadın bunu gerçekleştirebilmek için farklı yollar deneyebiliyorlar. Eğer ailede sağlıklı bir ilişki olamazsa her ikisi de mutlu olamıyor. Kadın, “Beni her şeyden üstün tutsun, sırtımı dayayabileyim, güven duyabileyim ve ben onun kraliçesi olayım.” istiyor. Aslında enteresan bir şekilde erkek de bunu istiyor ancak ifade etmeyi güçsüzlük olarak kabul ediyor ve eşinin her zaman onu güçlü olarak algılamasını ve “Sen benim kahramanımsın.” şeklinde bakmasını istiyor. Eşinin böyle bakmadığını düşünse bile bunu hiçbir zaman söyleyemiyor, onun anlamasını bekliyor, küçük ipuçları veriyor. Erkek, bir sorunu olduğu zaman yalnız kalmak istiyor, bu noktada karısı ise kocam benden uzaklaştı beni sevmiyor diye düşünebiliyor. Kadın çözüm

Gelişim 2013


24

PROF. DR. DOĞAN CÜCELOĞLU İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun olduktan sonra ABD’de Illinois Üniversitesi’nde Bilişsel Psikoloji (algılama, düşünme, iletişim) alanında doktorasını yapmıştır. Daha sonra Türkiye’de sırasıyla İstanbul Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nde görev yapan Cüceloğlu, Fulbright bursuyla bir yıl süreyle Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde ziyaretçi öğretim üyesi olarak çalışmalarda bulunmuştur. 1980-1996 yılları arasında A.B.D. Kaliforniya Eyalet Üniversitesi, Fullerton’da görev yapan Cüceloğlu’nun kırkı aşkın Türkçe ve İngilizce bilimsel makalesi yayınlanmıştır. 1996 yılından bu yana Türkiye’de üniversite öğrencilerine, öğretmenlere, anababalara ve iş adamlarına yönelik seminerler ve konferanslar vermeye, televizyon programları yapmaya ağırlık vermiştir. Türk insanının düşünce, duygu ve davranışlarını bilimsel psikoloji kavramları içinde inceleyen kitapları aşağıda yer almaktadır. İnsan ve Davranışı (Remzi Kitabevi, 1991), İnsan İnsana (Remzi Kitabevi, 1992), İçimizdeki Çocuk (Remzi Kitabevi, 1993), İyi Düşün Doğru Karar Ver (Remzi Kitabevi, 1994), Yetişkin Çocuklar (Remzi Kitabevi, 1995), İçimizdeki Biz (Remzi Kitabevi, 1996), Savaşçı (Remzi Kitabevi, 1999), İletişim Donanımları (Remzi Kitabevi, 2002), Mış Gibi Yaşamlar (Remzi Kitabevi, 2005), Başarıya Götüren Aile (Remzi Kitabevi, 2006), Bir Kadın Bir Ses (Remzi Kitabevi, 2006), Korku Kültürü (Remzi Kitabevi, 2008), Onlar Benim Kahramanım (Remzi Kitabevi, 2009), Damdan Düşen Psikolog (Alfa Yayınları, 2011), İnsan İnsana Sohbetler 1 (Final Kültür Sanat Yayınları, 2011), Öğretmen Olmak-Bir Can’a Dokunmak (Final Kültür Sanat Yayınları, 2013) Doğan Cüceloğlu hakkında daha ayrıntılı bilgiye www.dogancuceloglu.net internet adresinden ulaşabilirsiniz.

Gelişim 2013


odaklı değil paylaşım odaklı erkek ise tam tersidir. Kadın ve erkek birbirlerinin gözü ile görmeye çalıştıklarında da bu tip sorunları yenip mutlu olabiliyorlar.

Mutluluk genetik faktörlere bağlı mıdır?

Genetik bir yatkınlık her alanda olduğu gibi mutlulukta da var. Martin Seligman diye bir psikolog da genetik yatkınlığı vurguluyor. Çocuk genetik olarak karamsar bir mizaca yatkın olsa da, olumlu bir aile ortamı çocuğun mizacı üzerinde değişikliğe yol açabiliyor. Anne baba çocuğunun ortamını denetlediğinde öğrenilmiş bir pozitiflik de çocuğun yaşamında yer alabiliyor. Mutluluk genetik faktörlere bağlı ancak kaderimiz değil. Geçen gün okuduğum bir kitapta gördüğüm söz beni çok etkiledi: “Eylem kaderi yener.” Bu sözdeki kader ifadesi, aslında genetik yapımız gibi. Farkına varıp mücadele ettiğimizde, bu yapıyı da yenmemiz mümkündür. Genetiğin dışında, çevresel koşulların henüz anne karnındayken başlayan etkisini de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bebek anne karnındayken, 4. 5. aylarda beynin oluşumu başlıyor ve ilk oluşan da sürüngen beyin dedikleri iç beyin oluyor. Böylece çocuk daha doğmadan önce örtük bellekler geliştirmeye başlıyor. Buradaki örtük bellek dediğimiz bellekte dış uyaranlardan gelen pek çok bilgi bulunuyor. Örneğin hamileliği sırasında anne herhangi bir

şeyden, bir sesten vs. korkup çekildiği zaman o ses ile o kimyasal durum çocuğa da geçmiş oluyor. Çocuk korkuyor ama niye korktuğunu bilmiyor. Çocuğun iki yaşına kadar edindiği deneyimler örtük bellekte depolanıyor. Çocuk bu dönemde yaşadıkları ile iki temel sorunun cevabını bulmak istiyor. “Güvende miyim?” ve “Beni seviyorlar mı?” Örneğin, anne çocuk kucağındayken bir başkasıyla bağırarak konuşuyorsa, çocuk burada iki sorusunun cevabını buluyor, kimsenin umurunda değilim ve güvende değilim. Ama böyle karar verdiğinin farkında değil. Ve acı olan şu, eğer farkına varıp üzerine çalışmazsak bu örtük bellek ölünceye kadar kişiye “Hayat güvenilmez bir yerdir ve ben değersizim.” hissini yaşatır. Bu gerçek, anne babaya büyük bir sorumluluk veriyor; çünkü en önemli kayıtlar bu dönemlerde oluşuyor. Çocuk birisi kızgın mı değil mi, seste sevgi mi var öfke mi var, o dokunuşta şefkat mi var haşinlik mi var bunu anlıyor. Beyin bu bilgileri bütünleştirerek “insanlara güvenemem, güvenilmez bir dünya içindeyim.” düşüncesine ulaşıyor. Böylece bu duyguları yaşayan bir kişi mutluluğu yakalayamıyor.

Polyannacı diye adlandırdığımız kişiler, ellerine büyüteçleri alıp, yaşamlarındaki mutluluğu arayan kişiler midir? Bu doğru bir yol mudur? Yoksa bu durum insanı yanılgıya götürür mü?

Bu kişiler, eğer gerçekçilik ve sorumluluk bilinci içerisinde pozitif olabiliyorlarsa bu çok güzeldir. Bu kişileri takip ettiğinizde, daha sağlıklı, daha uzun ömürlü ve verimli yaşam sürdürdüklerini görebiliriz. Ancak sorumluluktan kaçmak, gerçeklere gözünü kapamak için pozitivizmi seçiyorsa, sorunları çözmek yerine görmeme tutumunu seçiyordur, bu da uzun vadede onu mutsuzluğa götürür. Danial Siegel, “Dört yaşındaki bir çocuğa bile, yaşamındaki olumlu noktayı gösterebilirsiniz.” diyor. Örneğin, çocuk parkta arkadaşı ile kavga etti, eve gelip annesine bir daha o arkadaşı ile oynamayacağını söylüyor. Anne ne yapıyor? Çocuğuna, o arkadaşı ile güzel anılarını, birlikte kavga etmeden oynadıkları zamanları hatırlatmaya çalışıyor. Seligman’ın “Pozitivizm” kavramında da bundan bahsediliyor. Karamsar düşünmeye başladığınızda, yaşamınıza dönüp olumlu noktaları görmeye çalışmalı ve kendinize “Ben istersem olumluyu seçebilirim.” diyebilmelisiniz.

Mutlu değilseniz bile gülümseme hareketinin beyne bir mesaj ilettiği ve beynin bunu kişiye mutluluk olarak hissettirdiği doğru mudur?

Kesinlikle doğru. Daniel Kahneman adında Nobel ödüllü psikolog “Yavaş ve Hızlı Düşünmek” adlı kitabında bir araştırmadan bahsediyor. Bir kişi, mutlu bir yüz ifadesi takındığında, gerçekten mutlu hissetmiyor olsa

Gelişim 2013


26 Öyleyse bu sonuç, paranın mutluluk getirdiği düşüncesi ile örtüşmüyor.

da, bu ifade beyne o kişinin mutlu olduğa dair bir sinyal veriyor. Kahkaha sesi duymak, gülen bir insana bakmak, tebessüm etmek nöronlar arasında sinaptik ilişkinin kurulmasına ve böylece kişinin kendisini mutlu hissetmesine yol açabiliyor.

duğunda da ayrılmak istemiyor. Çocuklar neden bilgisayardan ayrılmak istemiyorlar konusuna girdiğimizde çocuğun kendini özgür hissetmesi, yargılanmaması, kendi seçimlerini yapıyor olması, kendisini istediği şekilde ortaya koyuyor olması gibi farklı boyutlar da işin içine giriyor.

Amerika’da akşamüstü 7’de başlayan bir yüksek lisans dersi veriyordum, insanlar çok yorgun ve keyifsiz geliyorlardı. Verdiğim ders de bilişsel psikoloji dersiydi. Derse şöyle başlamaya karar verdim. Masaya oturup birine bakıp gülüyorum, tuhaf oluyor karşımdaki kişi bana bakıyor, ben devam ediyorum. 5 dakika içinde hiçbir şey söylemeden bütün sınıf kahkahalarla gülmeye başlıyorduk. “Herkes niye gülüyoruz biz?” diye düşünüyordu. Aslında bir neden yok, benim gülüşüm ayna işlevi görerek, onlarda da mutluluğu tetikliyordu.

Değerlerin maneviyattan, maddiyata yönelmesi, hızlı tüketim alışkanlığı mutlu olmamızı nasıl etkiler?

Günümüzde, ilişkilerin facebook, tweeter, telefon gibi sanal ortamlarda yürütülmesi, insanların mutluluk duygusunu yaşamalarında nasıl bir etken oluşturuyor?

Burada önemli olan ilişki içinde olmak ve bu ilişkiyi kendi seçiminle yaşamak. Belki çocuk, sanal dünyada bunu hissediyor, “Kiminle konuşacağımı ben seçtim.” diyor. Ergen ise, anne babasının “Şunu yapma, bunu yapma, bu yanlış.” söylemlerine karşı, sanal dünyada kendini tamamen özgür hissedebiliyor. Bu imkânı bul-

Gelişim 2013

Martin Seligman “Gerçek Mutluluk” adlı kitabında tam da bundan bahsediyor. Zevk almak, hoşlanmak ile mutlu olmak arasında bir fark var. Örneğin, bir etkinlik sırasında zevk alıyor, bittikten sonra geriye hiçbir şey kalmıyorsa bu durum hoşlanmak olarak ele alınabilir. Televizyon izlemek buna örnek olarak verilebilir. Ancak, enteresan bir şekilde kitap okurken durum farklı oluyor. Kitap okuyorsun, kitabı okuyup bitirdikten sonra da o hoşluk hali devam ediyor. Bu durumu başka bir örnekle de açıklayabiliriz. Örneğin, sizin için güzel bir kahvaltı hazırlanıyor. Böylece güzel bir kahvaltı yapıyorsun. Bu durumu kahvaltı hazırlamak ile karşılaştırdığımızda, kahvaltı hazırlayan için hoşluk halinin ötesinde mutluluktan bahsetmek daha doğru oluyor; çünkü kahvaltıyı hazırlayan kişi aynı zamanda üretici pozisyonuna geçiyor ve yaşadığı duygu kalıcı oluyor. Kahvaltının hazırlanmasına dahil olmayan kişi için yemek yedikten sonra o keyif ve hoşluk hali de bitiyor. Bu nedenle tüketim sadece anlık hoşluk hissi verirken kalıcı mutluluk sağlayamıyor.

Araştırmalar paranın bir noktaya kadar mutluluk oranına etki ettiğini gösteriyor. Amerika’daki ortalama gelirin çok daha altında gelire sahip olan ülkelerde, mutluluk ölçümü yapıldığında mutluluk oranlarının daha yüksek çıktığı görülüyor. Yıllık 60000 dolar gelirin altında kalan nüfus gerçekten zorlanıyor, yaşamı olumsuz etkilenebiliyor. Ama 60000 dolar ile bunun çok üzerine çıkılması arasında da çok büyük farklar görülmüyor. Azalan dönüşler de diyorlar buna, 60000 ile 150000 dolar kazanmak arasında o kadar da büyük bir fark oluşmuyor. Bir insan, ne kadar çok seçeneğe sahipse o kadar mutlu oluyor görüşünün yanlış olduğu ortaya çıkıyor.

Sizce çocukları ne mutlu ediyor?

Benim bakış açıma göre insanların doğasında mutlu olmaları için bir eksiklikleri yok. İnsan, muhteşem bir sinir sisteminden oluşuyor. Donanımına baktığınızda yüz milyarın üzerinde nöron var. Her bir nöronun ortalama 10000 civarında sinaptik ilişkisi var. Yani insan, aklın alamayacağı bir potansiyele sahip. Donanımın yanında bir de insanın doğuştan getirdiği yazılımı var. Çok basit bir yapıya sahip olan bu yazılım bize şunu der: “Belirsizlikten rahatsız olacaksın. Belirsizliği, belirgin hale getirmek için elinden geleni yapacaksın.” Bir diğeri de merak etmek ve soru sormak. Çocuk soru soracak. “Bu ne?” diyecek. Doğduğunda bunu önce gözüyle yapacak. Çevresindeki nesnelere bakacak, onları tadacak, koklayacak ve keşfedecek. Biliyor musunuz çocuk bunu yaparken çok mutlu oluyor. Demek istediğim, beyin kendi doğası içinde çalışırken zaten mutlu oluyor. Yani çocuğun mutluluğu var oluşundan ve yaşamasından geliyor. Çocuğun dört tane temel gereksinimi var. Birincisi biyolojik gereksinimler. Bunun içinde çocuğun doyması, uyuması, gazının çıkarılması, yaşamının devam ettirilmesi var. İkincisi ise akıl gereksinmeleri yani çocuğun soru sorma, gelişme, merak etmek isteği olarak ele alınıyor. Daha dünyanın hiçbir yerinde meraksız çocuk doğmamıştır. Hangi millet, dil, din, ırktan olur-


27 sa olursun her çocuk potansiyel bir filozof ve bilim insanı olarak doğuyor. Üçüncüsü gönül gereksinimleridir. Çocuk, sevmek, sevilmek istiyor. Bağlanmak istiyor. Naz yapmak istiyor. Çocuk kendisi ile ilişki kurulsun istiyor. Bundan da çocuk büyük keyif alıyor. Dördüncü gereksinim ise büyük resim bilinci oluşturmaktır. Çocuk öğrendiklerini bütünleştirmek ister, bir bütünün içerisinde “Ben neredeyim?” sorusuna cevap bulmak ister. Bence anne babalar çocuklarının potansiyelinin bilicinde olup her akşam yarım saat, bir saat çocuklarıyla beraber kitap okumalı, sohbet etmeliler. Çocuk, aklınızın ucuna gelmeyen sorular sorar ve sizi şaşırtır. Bunun için soru sormaya önem veren bir aile kültürünün olması gerekir. Bilmeye değil, soru sormaya önem vermeliyiz. Onun için ben sık sık öğretmenlere sınıfta bir öğrenci soru sorduğunda bunun çocuk için çok önemli bir adım olduğunu söylerim. Ancak ülkemizde genel olarak öğretmen, kendisinin her şeyi bilen, mükemmel, hiçbir açığı olmayan biri olarak görülmesini istiyor. Sınıfta bir öğrenci soru soruyor, bakıyor ki sorunun cevabını bilmiyor ve ayrıca sorunun konu ile de hiç alakası yok. Öğretmen: “Niye bu soruyu sordun? Aklına takılan her şeyi soracak mısın böyle? Sınavda da böyle bir soru sormayacağım, o yüzden bu soruyu sormana gerek” diyor. Böylece öğrencilerine, “Soru sormak iyi bir şey değildir.” mesajını veriyor. Bir de öğretmenin şöyle yaklaştığını düşünün. “Niye sordun bu soruyu? Daha önce hiç duymadım böyle bir soru. Çocuklar siz duydunuz mu? Önce arkadaşımıza bir alkış alalım. Hiç kimsenin sormadığı soruyu sordu.” diyerek öğretmen, soru sormanın, bilmekten daha önemli olduğu mesajını veriyor.

Birçok anne baba, çocuklarının “Hep mutlu olmasını, hiç üzülmemesini” isterler ve bunun için de yoğun çaba harcarlar. Sizce sürekli mutluluk mümkün müdür? Ben bunun çok yanlış bir düşünce olduğunu düşünüyorum. Bu tür aileler yaşam merkezli değil çocuk merkezli bir aile olmaya doğru gidiyorlar. “Ben çok ezildim, o ezilmesin. Ben mutlu olamadım, o mutlu

olsun.” düşüncesi var. Bu da aslında insanı iyi tanımamaktan ileri geliyor. Bu konuda en doğru bakış tarzını şöyle ifade edebiliriz: çocuk Türkiye’de yaşıyorsa öncelikle Türk toplumuna uyum sağlayabilecek biri olması gerekiyor. Ben Türkiye’deyim benim seçimlerim şöyle olmalı ki bu toplumun bir parçası olabileyim. Ama farklı bir kültürün içinde yer alması gerektiğinde de o kültüre uyum sağlayabilmelidir. Özetle, çocuk yaşamda farklı tutum ve davranışlarla karşılaştığı zaman şaşırmamalıdır. Çocuk böyle bir bilinçle yetiştirildiğinde, aile ortamında bu baş etme gücü çocuğa verildiğinde çocuğun yaşamda mutluluğu elde etmemesi için bir neden kalmaz. Ama yeri geldiği zaman üzüntü ile de baş edebilmesi önemli bir unsurdur.

Bazen çocuklar, küçük bir mutsuzluk yaşadıklarında anne babalar bu durumla ilgili yoğun kaygı yaşıyorlar. Çocuklarının sorunlarla karşılaşması, üzülmesi onları tedirgin ediyor. Bu konu ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Benim anne babalara önerim; çocuk mutsuz olduğu zaman içlerinden “Oh ne güzel, bak şimdi güzel bir gelişim fırsatı doğuyor.” diyerek bu süreci kaygı yaşamadan çocukla birlikte paylaşabilmeleridir. “Savaşçı” adlı kitabımda ele aldığım karakterlerden biri olan Arif öğretmen yaşadıklarını benimle paylaştığında, ona “Senin kafanın karışıklığı, hüznün, mutsuzluğun sana bir şey söylemeye çalışıyor. Olaylara şu andaki

bakış açın belli ki problemini çözmüyor, yeni bir bakış açısı kazanman, olaylara böyle bakman gerekiyor. Mutsuzluğunu, sıkıntını bir köşeye attığında başka bir insan olursun; ama onu ciddiye alıp merhaba, nerden geliyorsun sen, bana söylemeye çalıştığın ne dediğinde yaşadıklarını başka şekilde ele alabilmiş olursun.” diyorum. Çocuk bir gün eve geliyor, annesine arkadaşlarının ona küfrettiğini ve vurduklarını söylüyor. Hatta onlara aynı şekilde karşılık verdiğini de anlatıyor. Anne nerede yanlış yaptık, öğrettiğim değerlere ne oldu diye endişeleniyor. Bu durum aslında kavgada yer alan her iki çocuk ve bu çocukların aileleri için de bir gelişim fırsatı olarak görülmelidir. Bu yaşamın doğal bir parçası olarak kabul edildiğinde farklı bir süreç, olmaması gereken bir durum olarak bakıldığında ise bambaşka bir süreç olarak ilerler. Onun için bir daha olmasını önlemek yerine, çocuğun yaşadığından neler öğrenerek ikinci bir basamağa geçtiğine bakmak gerekir. Yaşamda bir sorunun üstesinden geldiğimizde onun yerine başka bir sorun gelebileceğini de bilmek önemlidir. Aslında yaşamın güzelliği de budur. Çocuğun elde ettiği sonuçlar değil önemli olan, çünkü sorun değil süreç yaşamın kendisidir. O yolculuk içerisinde tavır alışı, farkına varışı, seçeneklerini gözden geçirişi, takıldığı zaman derin bir nefes alıp yeniden ayağa kalkışı ve en sonunda başarması… İşte orada anne baba o çocuğa tanıklık yapacak. “Düştün, düştün ayağa kalktın ve ben bunu gördüm.” diyecek. Aferin bile demesine gerek yok. Çünkü önemli olan çocuğun ayağa kalkma çabasıdır. Anne baba çocuğun karşılaştığı her engelde “ya yapamazsa” endişesini çocuğa yansıtmaktan kaçınmalıdır. Hedefe ulaşmak için uzun bir yolculuk gerekebilir. Burada çocuğa verilecek “Hemen hedefine ulaşacağını mı sandın? Acıkacağız, yorulacağız, hastalanacağız, düşeceğiz, kalkacağız ve sonunda hedefimize ulaşacağız” mesajı önemlidir. Unutmamalıyız ki, başarıya giden adımlar, başarısızlıklarla doludur ve o başarısızlıkların altında ezilmeyip, sabredip azmettiğimizde hedefe ulaşabiliriz.

Gelişim 2013


28

YAŞAMIN PROVASI:

OYUN

Uzman Psikolojik Danışman

Gürcan AVCU

O

yuncaklar, insanlık tarihi kadar eskidir. Kimi zaman bir kibrit kutusu kimi zaman da bir dal parçası türlü türlü hikâyelerin sahnelendiği oyunların araçları olmuştur. Pompei, Sus, Lalaş antik kent kazı buluntuları arasında, toprak malzemeden yapılmış minyatür ev eşyaları, hayvancıklar, arabalar, askerler, kilden minik ev figürleri, tahtadan kılıçlar, yaklaşık 5000 yıl öncesine ait bulgularda, günümüzdekine çok benzeyen ahşap topaçlar bulunmuştur.

Gelişim 2013

Oyun ve oyuncak her çağda insanların büyüme kaynaklı gerilimlerinin yansıtıcısı olmuştur. Büyümek küçük gözlerle gözlemlemek demektir, etrafta olup biten ve yetişkinlerce sıradan anlamlar yüklenen birçok olay büyümekte olan çocuklar için henüz çok yenidir. Bu, merak uyandırdığı gibi ürkütücü de olabilmektedir. Dil becerileri henüz gelişirken merakını bir oyun aracıyla ifade edebilmek çok daha kolaydır çocuk için; ihtiyaçlarını, isteklerini bize oyunla

anlatması ona aynı zamanda güvenli de gelir. Padişahın yerine geçip orduyu yöneten, evin akşam menüsünü hazırlayan, pilotluk denemesi yapan ya da öğretmen olup arkadaşlarına ders anlatan çocuklar, doğal oyunlarla ve çarçabuk bulunmuş dönüştürülmüş oyun araçlarıyla rol modellerinin yerine geçip büyüme provası yaparlar. Oyun ve oyuncağın varlığının insan varoluşu kadar eski olması bu temel varsayımlarla açıklanabilir. Bu serüven Sunay


29

“Oyun sözcüğün hiçbir kullanımıyla içeride sayılmaz. Ama dışarıda da değildir. İnsanın dışarıda olanları denetleyebilmesi için düşünmek ya da istemekle kalmayıp bir şeyler yapması gerekir ve bir şeyler yapmak zaman alır. Oyun oynamak ise yapmaktır.” Winnicott Akın tarafından ülkemizde kurulan ilk oyuncak müzesinde de belirgin olarak izlenmektedir. Oyun ve oyuncağa dair bu evrensel varsayımlar, psikoloji biliminin de ilgi alanına girmiştir. Psikanalist Winnicott’a göre sağlığın bir göstergesi olan ve evrensel olan oyundur; oyun oynama büyümeye, dolayısıyla sağlığa katkıda bulunur, grup ilişkilerine girmeyi sağlar, psikoterapide ise bir iletişim biçimi olabilir. Psikanaliz, oyun oynamayı insanın kendisiyle ve başkalarıyla iletişim kurmasına hizmet eden çok özel bir yol olarak görür. Oyun; çocuğun hiç kimseden öğrenemeyeceği konuları kendi deneyimleri ile öğrenmesidir ve sonucu düşünülmeden, eğlenme amacı ile yapılan hareketlerdir (Yavuzer, 2011). Diğer bir araştırmacı olan Görün ise, oyunu, çocuğun fiziksel ve bilişsel yapısını geliştiren, nesneler dünyasıyla ilişki kurmasını, özgürlük ve bireysellik kazanıp toplumsallaşmasını sağlayan, çocuklar arasında bir anlaşma yolu olarak tanımlamaktadır. Alternatif eğitim, oyun ve oyuncaklar konusunda araştırmalarıyla tanınan Şenol (2007); “Oyun eğlenceye yönelik bir etkinlik olarak tanımlanır. Bebek ve çocukların gelişimleri sırasında olgunlaşma ve sosyal boyutun erken gelişmesinde oyunun önemi belirgindir. Ayrıca içinde yaşanılan kültürün önemli etkilerinden olan araştırma duygusunun ve kurallara uymanın öğrenildiği ve geliştirildiği yer de oyunlardır.” der. Oyun kavramını ele alan en eski kuramlarda oyunun dinlenme ihtiyacından kaynaklanan, yorgunluk giderici bir etkinlik olduğu savunulmaktadır.

Herbert Spencer oyunun harcanan fazla enerji sayesinde gerginliği azaltacağı ve oyun oynayan çocukların daha sağlıklı olacağını vurgular. Karl Gross da oyunun gerçek hayatın zorluklarından korunmak için hazırlık fırsatı olduğunu ileri sürer. “Oyun, gelecekteki çalışmaların bir ön hazırlığıdır.” der. Oyunun duyguların dışavurumu olduğunu belirten Freud ile Pestalozzi, Froebel ve Montessori gibi eğitimciler de oyunun amaçlı bir eylem olduğunu ve oyun sayesinde çocuğun gerçek yaşamda başa çıkamadığı eylemlerle oyun yoluyla başa çıktığını ileri sürerler.

OYUNCAK

Oyuncaklar, büyümekte olan çocuğun yetişkin becerilerini öğrendiği, kendini ortaya koyduğu araçlardır. Şenol, (2007) oyuncağı; “Gelişim basamakları boyunca çocuğun hareketlerine düzen getiren, zihinsel, bedensel ve psiko-sosyal gelişimlerinde yardımcı olan hayal gücünü ve yaratıcı yeteneklerini geliştiren tüm oyun malzemeleridir.” diye tanımlıyor. Okul öncesi dönem gelişim basamakları açısından oyun çağı olarak adlandırılır. Bu dönemde, oyun ve oyun materyallerine karşı doğal bir ilgi söz konusudur. Büyüme ve gelişmenin en hızlı olduğu bu çağda artan bir üretkenlik ve ebeveyne benzeme, onu taklit çabası da vardır. Bu noktada her materyal ya da alan, oyun için bir araç haline gelir. Tüm oyuncaklar ya da aslı oyuncak olmayan oyun araçları boyutları, şekilleri, kul-

lanım alanları ve malzemeleri bakımından çok yararlıdır. Çocuk yaratıcılığının ve doğallığının simgesel ifadesidir oyuncak. Hemen hemen 90’lı yıllardan önce doğan her yetişkin dal parçaları kullanarak çelik çomak oynamayı, kibrit kutusu ya da gazoz kapaklarından geliştirilen türlü türlü oyunları, SOS, XO gibi toprak üzerine ya da kağıda çizilerek oynanan oyunları hatırlayacaktır. Oyun oynarken çocuk, gruba uymayı, takım olmayı, işbirliğini, dayanışmayı, beklemeyi, paylaşmayı öğrenecektir. Çocuk için en önemli unsur oyuncağın sağlamlığıdır. Tüm oyuncakların merak ettiren ve kolayca bozulmayan özellikleri olması, üstelik ilk akla geldiğinde bulunabilmesi yaratıcı ve pratikliğin özünü oluşturmaktadır. Ayrıca, çocuk zarar verdiği ya da bozacağı hissine kapılmadan oyununu sürdürebilmelidir.

OYUNCAK SEÇİMİ

Çocuğun yaşamında böylesine önemli bir yer tutan oyun kavramı “Uygun materyal ne olmalı?” sorusunu da akla getirmektedir. Seçilecek oyuncak çocuğun yaşına, ilgisine, becerisine, yeteneklerine ve gelişim düzeyine uygun olmalıdır. Oyun ve oyuncaklar, çocuklar için gerçek yaşamın provalarının yapıldığı öğrenmeye olanak sağlayan araçlardır. Oyuncaklar özellikle sağlam malzemeden yapılmış olmalı ve oynanırken kırılma veya zarar verme endişesini çocuğa yaşatmamalıdır. Çabuk kırılan veya bozulan bir oyuncak yanlış yapma korkusunu tetikleyebilir. Günümüzde plastik, oyuncak yapımında en çok kullanılan malzemedir. Bununla birlikte dijital içeriğe sahip elektronik oyuncaklar da ebeveynler tarafından oldukça yaygın olarak tercih edilmektedir. Ancak, doğal malzeme kullanılarak üretilmiş oyuncak alan ebeveynlerin varlığı da göz ardı edilmemelidir.

Gelişim 2013


30 Çocuk tarafından, doğal ve gerçek materyaller, saatler, kutular, eski eşyalar, mutfak malzemeleri, tornavida, çekiç ve çiviler ilginç birer oyun oracı olarak seçilebilir. Oyuncak satın alırken cinsiyet ayrımı yapılmalıdır. Kız ve erkek çocukların birlikte oynayacağı oyuncaklar da özellikle tercih edilmelidir; çünkü kimliğe uygun rol gelişimi çocuk tarafından farklı roller denenerek ortaya çıkmaktadır. Oyuncaklar aynı zamanda kolaydan zora basitten karmaşığa bir düzen içinde olmalıdır. Bu durum çocuğa, başarma ve beceri geliştirme olanağı sunar. Çocuğun yaşına uygun olmayan oyuncaklar alınmamalıdır; çünkü çok basit oyuncaklar sıkılmasına, karmaşık oyuncaklar ise kendine güvenini yitirmesine neden olabilir. Çok fazla oyuncak almak yerine, gerekli durumlarda eski oyuncakları tamamlayacak parçalar satın alınmalıdır. Eğitimci Dr. Fitzhugh Doson’a göre; oyunun % 90’ı çocuk tarafından yürütülüp % 10’u oyuncakla sağlanıyorsa bu oyuncağın yararlı olduğu anlamına gelir. Oyunun % 90’ını oyuncağın, % 10’unu çocuğun sürdürdüğü oyuncak ise gelişimsel olarak yararlı değildir. Örneğin pilli bir bebek, pille yürüyen bir hayvan, pille işleyen tren gibi oyuncaklarda, oyunun % 90’ını oyuncak yerine getirir. Çocuğa sadece oyuncağı işleten düğmeyi kurmak kalır. Oysa çeşitli biçimlere sokulabilecek tahta küplerle oynayan çocuk, oyunun % 90’ını kendi sürdürür. Bu tür oyuncaklar, çocuğun kendine güvenini ve yaratıcılığını geliştirir.

BUGÜNÜN OYUNCAKLARI

2011 de yapılan, “Günümüzde Çocuk Oyunlarında ve Oyuncaklarında Yaşanan Değişimler” sempozyumunda sunulan bir bildiride, çağımız çocuklarının teknolojinin gelişimi ile birlikte kontrolden çıkmış, hızlı tüketime yönelik dijital oyun ve oyuncak seçimlerinin; gelişimlerine, eğitim-öğretimlerine ve duygusal dünyalarına etkilerine vurgu yapılmıştır. Oyuncaklar ışık hızıyla etkisini kaybederken, alındıktan kısa bir süre sonra bir kenara bırakılır, çocuğun yaşamına gelişimsel bir katkıda bulunamazlar. Elektronik oyuncak, çocuğun kendini kapatıp etkileşimi sınırlandırmasına neden olan birey-

Gelişim 2013

sel bir oyun olması nedeniyle eleştirilmekle birlikte, tersini iddia eden araştırmalar da mevcuttur. Özellikle sosyal ağlar vasıtasıyla oynanan dijital oyunlarda bağımlılık kriterlerinden uzak olmak kaydıyla bazı sosyal becerilerin geliştiği vurgulanmaktadır. Bu tarz oyunların dikkat, algı, el-göz koordinasyonu ve muhakeme gibi bazı zihinsel işlevlerin gelişiminde yararları bulunmasına karşın, elektronik oyuncaklar çocuğun gerçek anlamdaki oyun faaliyetini ve sosyal gelişimini olumsuz bir biçimde etkilemektedirler. Anne babalar tarafından üzerinde önemle durulması gereken bir başka konu da oyuncak çeşitliliğidir. Bazı ebeveynler oyuncak sayısını zenginleştirerek çocuğun gelişimini hızlandıracaklarına inanırlar. Oysa çocuğun kendisinin de şekil verdiği, katkıda bulunduğu, her sefe-

rinde farklı bir oyuncak almak yerine, birbirini tamamlayan ve nitelikli oyuncaklar alınmalıdır. Çocuğun kendi kendine oynayabileceği oyun malzemelerinin yanı sıra yaşıtlarıyla oynayabileceği oyuncaklar da almalıdır. Tüm çağlar boyunca kültürel mirasın güncel takipçileri olan çocuklar, oyunlarında en çok doğal malzemelerle oynamışlardır. Çağımızın kültürel ve teknolojik gelişiminin ve ekonominin zorladığı tüketim olgusuyla beraber sanal ve sentetik oyun anlayışı da sepetlerimizi doldurmaktadır. Ancak bu her çağda her yaş grubu için oyuncak olarak kullanılmış olan tüm doğal malzemelerin gerçek değerini azaltamamıştır. Günümüzde de doğal malzemelerin en iyi oyun araçları olduğunu düşünülmektedir. Birçok uzmana göre kum ve su iki yaşından itibaren


31 tüm yaşlar için temel oyun malzemesi olarak kabul edilmektedir. Su, kum, toprak ve taşlar oyun malzemesi olarak hiçbir işlem görmeden kullanılırken, bir başka doğal malzeme olan ağaç, işlem görmekte, şekillendirilmekte, kimi zaman sadece el emeğinin, kimi zaman yüksek teknolojik makinelerin katkısıyla oyuncak olarak sunulmaktadır. Ahşabın oyun aracı olarak doğal haliyle kullanılması da söz konusudur.

OYUN MALZEMELRİ

Oyun materyallerini çocuğun gelişimine sağladığı yarar açısından farklı gruplarda ele alabiliriz. Birinci grup, çocuğun kendi dışındaki çevreyi tanımasını ve kendi deneyimlerini oluşturmasını sağlayan malzemelerdir. Kum, toprak, kil, çamur, su ve boyalardan oluşur. Çocuk malzemeye kendisi şekil verdiği için hayal gücünü ortaya çıkartır ve tutma, kavrama ve şekil verme yönünü geliştirir. Çocuğun yaratıcı yeteneğini ortaya çıkartmasını sağlayan boya, tebeşir ve çamur türü malzemeler ise diğer bir grubu oluşturur. Çocuk bu malzemelerle kendi kendine birçok şekil yaratabilir. Çocuğun hayal dünyasına hitap eden ve destekleyen bebekler ve hayvan figürlerinin bulunduğu gruba ait bu oyuncaklarla oynayan çocuk kendi oyun dünyasını kurar ve içinde yer alır. Bebeklerini giydirir. Hayvanlara ses verir. Onlar gerçekmiş gibi bir hayal dünyası kurar.

Başka bir grup ise, çocuğun bir yetişkin gibi davranabilmesini sağlayan ve becerilerini geliştiren küçük ev eşyalarından oluşur. Yetişkinlerin dünyasında gördüklerini taklit yoluyla kendi dünyasında uygular. Küçük mutfak aletleri, tamir malzemeleri, fırçalar bu gruba girer. Çocuğun hem bedensel hem de zihinsel yeteneklerinin gelişimini destekleyen jimnastik aletleri ve inşa malzemeleri ayrı bir grupta toplanabilir. Legolarda yine bu grubun içerisinde yer alır.

AHŞAP OYUNCAK

Oyuncak tarihine baktığımızda ahşap oyuncakların binlerce yıldır kullanıldığını görmekteyiz. “Neden ahşap oyuncak?” sorusu karşımıza çıktığında bunun yanıtını birden fazla seçenekte sıralamak mümkündür. n Doğal malzeme olması nedeniyle ahşap oyuncak çocuk sağlığı için en doğru materyaldir. Çoğu ahşap malzeme doğrudan doğruya hiç cila atılmadan kullanılabilir. Bu tür malzemeden yapılan oyuncaklar çocuk sağlığı için yararlıdır. n Ahşap oyuncakta ürün yelpazesi sonsuzdur, mutlaka bir fabrikasyon üretime geçilmesi gerekmez, kendine göre ürünler tasarlamak mümkün dür. n Ahşap oyuncaklar nesilden nesile geçen ürünlerdir, dededen toruna geçen bu ürünler, eskiyince bile değerlidir. n Ahşap oyuncaklar, geri dönüşümlüdür. n Ahşap oyuncak yapımı için ağaç kesmeye gerek yoktur. Budanmış ağaçlardan ve doğanın dengesini bozmadan kesilen ağaçlardan da ahşap oyuncak yapılır. n Ahşabın sıcaklığını, ahşap oyuncağın dokusunu hissetmek, elinde tutmak değer

verdiğimiz ahşap oyuncağın kaynağına, yani ağaca, doğaya değer vermemize sebep olur. Her nesnenin bir kaynağının, dönüşümünün olduğunu çocuğa aktarmak için iyi bir araçtır. n Ahşap oyuncak dayanıklıdır, bozulmaz, kırıldığında yapıştırmanız, rengini değiştirmeniz mümkündür. n Ahşap oyuncak veya küçük ahşap aksesuarlar sadece oyuncak ve eğitim aracı olarak değil aynı zamanda terapötik araçlar olarak da kullanılır. Özellikle çocukların sorunları ya da düşüncelerini aktarabilecekleri veya temsili anlam katabilecekleri oyuncaklar uzmanlar için önemlidir. n Ahşap oyun araçları birçok yaş grubuna hitap eder. Örneğin bir tangramla üç yaşında bir çocuk oynarken aynı zamanda yetişkin de çocukla veya tek başına bu oyunu oynayabilir. n Ahşap oyun araçları nesiller, kültürler arasındaki kaynaşmayı da sağlar. Örneğin, dedesinin yapmış veya oynamış olduğu topacın çocuk için özel bir değeri vardır. İnsan gelişiminde oyun ve oyuncak her zaman önemini koruyacaktır; çünkü oyun öğreticidir. İnsanoğlunun var oluşundan itibaren topluluklar halinde yaşamış olması, sosyal ihtiyaçlarını karşılaması ve sosyal becerilerini geliştirebilmesi ile mümkün olmuştur. Toplumlardaki sosyal uyum ve gelişme ihtiyacını destekleyen oyunlara her ortamda gerek duyulmuştur. KAYNAKÇA Akın, S. (2010). Kırdığımız Oyuncaklar. İş Bankası Yayınları, İstanbul. Duygulu, S. Çocuk Gelişiminde Oyun Ve Oyuncak, 19 Mart, 2013. http://www.serapduygulu.com.tr/makaleler/cocuk-ergen/cocuklar-icinoyuncak-secimi.html Günümüzde Çocuk Oyunlarında ve Oyuncaklarında Yaşanan Değişimler Sempozyumu Bildiriler Kitabı. (2010) Bulat Basımevi, Ankara Şenol, Ş. (2007). Oyun ve Oyuncak, 11 Şubat 2013. http://geloyna.org/index.php?option=com_ content&task=view&id=12&Itemid=30 Şenol, Ş. (2007). Oyun Malzemeleri, 11 Şubat 2013. http://geloyna.org/index.php?option=com_ content&task=view&id=15&Itemid=30 Şenol, Ş. (2007). Oyuncakların Nitelikleri ve Seçimi, Ahşap Oyuncak, 09 Şubat 2013 http://geloyna.org/index.php?option=com_ content&task=view&id=17&Itemid=30 TEV İnanç Türkeş Lisesi, Oyuncağın Önemi ve Tarihçesi, 01 Mart 2013. http://www.tevitol.k12.tr/aktiviteler/Documents/ogrenci-projeleri/ dokuztas/makaleler/oyuncag%C4%B1nonemivetarihcesi.htm Yavuzer, H. (2011). Çocuğu Tanımak ve Anlamak. İstanbul: Remzi Kitabevi Winnicott, D. W. (1998). Oyun ve Gerçeklik. Metis Yayınları, İstanbul.

Gelişim 2013


32

İstanbul Oyuncak Müzesi

ile İlgili BELGİN AKIN’LA BİR SÖYLEŞİ…

O

yuncak müzeleri yetişkinlerin kendi çocukluklarını kendi çocuklarıyla buluşturdukları bir yerdir.

Oyun ve oyuncak ile çocuk, gerçek yaşama geçmenin bir provasını yapar. Ülkemizde oyun ve oyuncak dendiğinde ilk olarak İstanbul Oyuncak Müzesi aklımıza gelmektedir. Bu müzenin yaşama geçmesi; şair, yazar ve müzeci Sunay Akın’ın hayalleriyle başlamış ve bu günlere gelmiştir. Ancak bu hayalin gerçekleşmesinde ikinci bir kaynak daha var: İstanbul Oyuncak Müzesi’nin Müdürü ve Sunay Akın’ın eşi Belgin Akın. Sizin için bu sayımızda İstanbul Oyuncak Müzesi’ni, oyunu, oyuncağı, müzeciliği kendisine sorduk…

Oyuncak müzesi ile oyuncağı sergilenecek bir nesne haline getirdiniz. Oyuncak sizin için ne ifade ediyor?

Bunu aslında Sunay Akın’ın dilinde açıklamak gerekiyor; çünkü bu müze, Sunay Akın’ın bir hayaliydi. Ben tabi onun çok yakınında olan birisi olarak her aşamasında bulundum ama bunu şöyle tarif edebilirim: Sunay tarihe çok meraklı ve tarihi değişik yollardan aktarmayı ve paylaşmayı çok seviyor. Oyuncaklar da Sunay Akın’ın şair kimliğiyle, yazar kimliğiyle

Gelişim 2013

tarihi insanlarla buluşturmasının bir yolu oldu. Oyuncak hepimizin hayatında önemli bir yer tutuyor. Ne yazık ki bizim toplumumuzda uzun yıllar boyunca oyuncaklara gereken önem ve değer verilmemiş. Oyuncak çocuklara eğlensin ve oyalansın diye alınmış. Bir eğitim objesi olduğunun kimse farkında değilmiş. Bu nedenle de oyuncaklar çok değersiz kılınmış, atılmış, kırılmış elden ele gezinmiş. Ancak geriye o oyuncak ile kişinin arasındaki bağ kalmış, belki de bir tanesine sıkı sıkı sarılmış çocuk. Bizim toplumumuzda eski ile bağ, çok korunmamış. Eskiye dair, ne varsa biz toplum olarak yıkmışız. Sunay, oyuncakların diliyle çocuklarımıza, topluma tarihi anlatmayı seçti. Kitaplarından, yazılarından, televizyon programlarından farklı olarak birde oyuncakların diliyle tarihi anlattı. Bu, diğerlerine göre çok daha fazla çaba ve emek isteyen bir durum oldu; çünkü şiirlerinizi, yazılarınızı yazıyorsunuz, yayınlanıp okura ulaşıyor ve bitiyor, bir bağ böyle kurulabiliyor ama müzecilik öyle değil! Sürekli gezmeniz, sürekli dinamik olmanız, müzeyi yenilemeniz, dolayısıyla çok emek vermeniz gerekiyor. O nedenle benim bakış açıma göre bizim üçüncü çocuğumuz oldu burası. Bu, Sunay Akın‘ın bir hayaliydi ama yaşama geçtikten sonra hep birlikte çalıştık.

Oyuncak müzesi fikri nasıl oluştu? Müzenin bir hikâyesi var mı? Müze 2005 yılında kuruldu. Müze kurulmadan 15-20 yıl kadar önce Sunay, Nürnberg Oyuncak Müzesi’ni 1-2 saatliğine ziyaret etmek amacıyla gidiyor ancak akşama kadar müzeden çıkamıyor. Ondan sonra da “Neden benim ülkemde böyle bir müze olmasın?” diyerek, bir oyuncak müzesi kurmaya karar veriyor. Tabi o zamanlar Sunay, daha az tanındığı için kitaplarından ve gösterilerinden gelen gelir dışında müze açmaya yeterli bir bütçemiz yoktu. O yüzden benim için, müze açmak ulaşılmaz bir hayaldi. Sonrasında her yurtdışına gittiğimizde büyük bir çabayla

bavul bavul antikacılardan, bitpazarlarından oyuncak toplamaya başladık. Sunay’ın babasına ait olan beş katlı bu konağı da müze yapmaya karar verdik. Tabii ilk kurulduğumuzda, oyuncak çeşidi açısından çok zengin bir müze değildik. İnsanların ilgisini müze çok çekiyordu, ancak oyuncaklar sınırlıydı. Şimdi ise her müzede olmazsa olmaz oyuncaklarımız var. Müzede oyuncak tarihi açısından çok zengin ve kıymetli olan; çok değerli oyuncak firmalarının ve oyuncak markalarının oyuncakları da artık bulunuyor. Kuruluş hikâyesi çok güzel ama ondan sonra ayakta kalmak, kurumu sürekli hale getirmek de çok zahmetli bir süreç. Şu an uluslararası projelere de imza atıyoruz. Örneğin, Avrupa Oyuncak Müzeleri Birliğini kurduk, yani tüm oyuncak müzeleri arasındaki bağlantıyı da sağlayan bir kurum olduk.

Müzeye oyuncak seçerken nelere dikkat ediyorsunuz? Sizce, gelecekte bu müzede günümüzü temsil eden hangi oyuncaklar yer alacak?

Bir müze kurmak için kriterler çok farklı olabilir ama öncelikle müzenin dinamik olması, belli bir tarihi yansıtması ve o tarihi sembolize eden oyuncaklardan oluşması gerekiyor. Bugünden yarına hangi oyuncak müzede yer alır o gözle şu ana kadar bakmadık. Ama Sunay Akın, hiçbir oyuncağı atmaz, ayrı bir yerde saklar, belki de bu nedenle… Bir müzeye oyuncak seçmekle bir çocuğun oynayacağı oyuncağı seçmek çok farklıdır. Müzeye oyuncak seçerken eğitici oyuncak seçelim diye düşünmüyoruz. Dönemleri yansıtan oyuncakları sergiliyoruz. Örneğin, teneke bir oyuncağı şu an çocuğunuza almayı tercih etmezsiniz ama o oyuncaklar, oyuncak tarihinde önemli bir yer tutuyor. Yine, “1 Penny” olan oyuncaklar da, geçmişte çok satılırken, şu an onları bulmak çok zor, bu oyuncaklar da o dönemi simgeliyor.


33 Biraz önce belirttiğim noktalar, müzeye oyuncak seçme kriterlerimizi içeriyor. Tabi anne baba çocuğa oyuncak seçerken asıl akıllarında tutmaları gereken konu; en iyi oyuncağın en iyi oyun arkadaşı olduğudur. Öncelikle anne ve baba çocuklarına iyi birer oyun arkadaşı olabilmeliler. Günümüzde o kadar çok oyuncak çeşidi var ki hangi birini alacağınızı şaşırıyorsunuz ama o oyuncağı alıp, çocuğu o oyuncağa terk etmek yerine birlikte oynayabilmek önemlidir. Çocukla birlikte anne babaların uçurtma uçurması, bisiklete binmesi, bir film izlemesi ve böylelikle ilişkiyi ve iletişimi güçlendirmesi çok daha faydalıdır.

Sonuçta müzecilik manevi bir yatırım da aynı zamanda, peki müzede sizi etkileyen, en mutlu eden şey nedir?

Müzede beni mutlu eden insanların buradan mutlu ayrılmalarıdır. Ziyaretçiler, bir an da olsa kendi çocukluklarına dönüp zamanda yolculuk

yapıyorlar. Eğer kendi oyuncağınızı vitrinde görmüşseniz; “Aaa ben bu oyuncakla böyle oynuyordum.” diye geçiveriyor aklınızdan. Bu müzeyi ziyaret edenlerin, bir ellerinden çocukları tutarken diğer ellerinden çocuklulukları tutuyor. O hissi insanlarda yaratmak ve yaşatmak çok güzel bir duygu. Müze, kendi adıma ne ifade ediyor: “Burası benim ailemin bir parçası.” Biz gerçekten çok büyük emekler vererek bu müzeyi kurduk ve ilk beş sene gece gündüz, hafta içi hafta sonu üstelik çocuklarımızın büyüme dönemlerinde uzun süre çok büyük emekler vererek çalıştık. Şu an düşünüyorum da başka bir iş olsaydı asla böyle bir tempoda çalışamazdım. Benim için kişisel olarak önceliğim her zaman çocuklar olmuştur. Burası için onları bile ikinci plana atabildim. Bu müzenin Türkiye’de olması benim için çok değerli. Yurt dışına gittiğimizde insanlara bunu

anlatmak ve insanların yüzünde o şaşkınlık ifadesini görmek çok gurur verici.

Oyuncak Müzesi’nde çocuklar için yapılan ne gibi etkinlikler var?

Biz müzeyi açtığımız zaman etkinliklerle dolu dinamik bir müze olmasını istedik. Etkinliklerimizi sürekli geliştirip ziyaretçilerimizi yeniliklerle buluşturuyoruz. Bunları yapmaktaki amacımız, çocukların müzenin bir parçası olarak buradan ayrılmalarını sağlamak. Tahta oyuncak boyama etkinliğimiz, bez bebek atölyemiz, illüzyon gösterilerimiz, kukla tiyatrolarımız, yaratıcılık atölyemiz, fotoğrafçılık atölyemiz var. Tabii ki etkinlikler tüm müzeler için önemli unsurlardır. İnsanlar müzeyi gezdikten sonra müzenin bir parçası olmak ister. Bu etkinlikler, ziyaretçi açısından müzeye aidiyet hissini güçlendirirken aynı zamanda katılımcıların yaratıcı tarafını da pekiştirir.

Gelişim 2013


34

AKADEMİK BECERİLERİ DESTEKLEYEN

EĞİTİM VE YAŞAM DENEYİMLERİ

İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Anabilim Dalı

Yrd. Doç. Dr. Tamer ERGİN

Ç

ocukların doğdukları andan itibaren gördükleri, işittikleri, dokunduklarıyla ilgilenmeleri en doğal davranışlarıdır. Dikkatlerini daha uzun süre yoğunlaştırabilmeleri hiç kuşkusuz tesadüfi bir durum olmayıp biz ebeveynlerin onlara yarattığı ortamla ilgilidir. Uyaran zenginliği olan bir ortam, çocuğun bilişsel içerikli tepkilerini artırır. Ev ortamının sunduğu uyaran yoğunluğu sayesinde, erken ve kapsamlı dil gelişimi, meraklı olma ve sürekli soru sorma gibi özellikler gelişmeye başlar. Çocukların merak dolu sorularının hem cevapsız kalmaması hem de yaşlarına uygun olarak açıklanması biz yetişkinlerin sorumluluğundadır. Anne babaların, çocuklarına sağladığı uyaran zenginliği; keşfetmeye meraklı, hızlı öğrenen, güçlü bir hayal gücüne sahip olan, kolaylıkla kavram oluşturabilen çocukların yetişmesine katkı sağlar. Ayrıca iletişim kurma, sohbet etme, kitap okuma gibi doğal aktiviteler de, çocuklarda zengin kelime hazinelerini oluşturur ve düşüncelerinin akıcı hale gelmesini sağlar. Yaşamın doğal aktiviteleri olarak tanımlanabilecek bu etkinliklerle çocuk, akademik yaşama hazırlık için bilişsel anlamda uyarılmış olur. Bu sayede, hem okul öncesi dönemde hem de ilkokulda, sözel ifadelerinde, okuma becerilerinde ve yazma etkinliklerinde performansı

Gelişim 2013

ile dikkat çeker. İlköğretimin ilerleyen yıllarında ise çocuk, var olan bilgilerini kullanarak, yeni kazandığı bilgileri analiz ederek ve bilgiler arasında ilginç bağlantılar kurarak yeni ilişkiler tanımlayabilir. Bu bağlantıları görebilmek, çocuğun senteze ulaşmasına ve yaratıcı fikir üretmesine yardımcı olur. Çocuğun; resim yaparken neyin resmini yapacağına karar vermesi planlı bir çalışmaya hazır olduğu izlenimini verir. İlk çizgileri oluşturmaya başladığında, bu çizimler sırasında dilini ısırır gibi yapıp kağıda hafif yan yatarcasına vücudunu bükerek ve esnek bilek hareketleriyle bir nesnenin görüntüsünü oluşturmaya çalışırken dikkat dağıtıcı uyaranları göz ardı ederek resim defterine odaklandığını görürüz. Hatta


35 bu durum, çevresindeki yetişkinlere “Top patlasa duymaz.” tanımını yaptıracaktır. Çocuk bu etkinlik sırasında, zengin hayal gücü sayesinde kendisine yarattığı sihirli dünyadaki olayların birbiri ardına sıralanışını keyifle oluşturup olayın bütünlüğünden kopmamaya, konudan konuya atlamamaya ve hikâyeleştirmeye çalıştığı şekillerin örüntüsünü anlamaya çalışacaktır. Böylece çizimleri anlamlı bir bütüne dönüşecek ve iç dünyasındaki asıl vurgulamak istediği görüntüyü doğal bir biçimde bizlere yansıtacaktır. Bu çizimler, çevresindeki yetişkinlerce merak edilmiyorsa hatta çizimlerinden dolayı eleştiriliyorsa gelişimsel süreç engellenmiş olacaktır. Annesinin resmini çizmiş olan bir çocuk, heyecanla bu resmini annesiyle paylaşırken, annesinden gelen eleştirel tepki üzerine oldukça üzülüp ağlamaya başlayabilir. Bunun üzerine ortamı yumuşatmaya çalışan anne “Ben sadece gözlerimi niye büyük çizdiğini anlamadım.” derken, çocuk ise yaşadığı hayal kırıklığı ile “Onlar senin gözlerin değil, onlar benim çok beğendiğim gözlüklerin.” yanıtını verebilir. Bu noktada, anne baba ürüne değil çocuğun ürün oluştururken kullandığı bilişsel becerilerine yönelik olumlu geri bildirim vermelidir. Ebeveyn tarafından çok iyi gözlenmesi gereken bir başka durum ise çocuğun akademik becerileridir. Çocuk ne okuyacağına karar verdiğinde, okuyacağı sayfayı bulmak ve her kelimeyi anlamak için bir organizasyon çabası içine girerek “Planlama” işlemini kullanacaktır. “Dikkat” bu okuma işlemi sırasında dikkat dağıtıcı uyaranların göz ardı edilmesi ve uygun uyarıcıya odaklanabilmesidir. “Eşzamanlı Bilişsel İşlemler” cümlenin bir bütün olarak görülmesinde ve verilmek istenen fikirlerin anlaşılmasında kullanılacaktır. “Ardıl Bilişsel İşlemler” ise kelimelerin çözümlenmesi, olayların dizilimini ve örüntüsünü anlamak için kullanılacaktır. Çocuğun kendisine sunulan uyaranın niteliğini ve niceliğini hiç kuşkusuz ebeveynin sunduğu alternatifler oluşturacaktır. 10 adet oyuncak silah, 20 adet oyuncak araba ya da 30 çeşit bebeği olan çocuğun odasında 5 tane kitabı varsa çocuğun kitap okumaya meraklı olmaması beklenen bir sonuçtur. Üstelik çocuk, bu

uyaranların etkin kullanımı için yönlendirilmemişse öğrenmenin en doğal yolu olan oyunun kazanımları da sınırlı olacaktır. Örneğin, okulda “taşıtlar” ünitesi ele alınırken, yaşına uygun olan “Araba ile otobüs birbirine nasıl benzer?” sorusuna kavramsal bir tanımlama yaparak ikisi de “taşıt” yanıtını veremeyecektir. Oysa beklenen, çocuğun oyun sırasında öğrendiği bilgiler ile yaşam deneyimlerini birleştirerek çıkarımlar yapabilmesidir.

Çocuklara, masallar anlatılıp hikâyeler okunan ve onların da yalnızca dinleyici oldukları zamanlar geride kalmıştır. Günümüzde çocuklar, kendilerine sunulan çeşitli nitelik ve nicelikteki uyaranlar arasından kendi seçimlerini yapmaktadırlar. Çocuklar, okudukları bir kitaptan ne öğrendiklerini ve bunu nasıl öğrendiklerini düşünmeye başladıkları bilişsel süreç sonucunda, öğrendiklerine kendi anlamlarını yüklerler. Böylelikle de çocukların ilk öğrenme ürünleri oluşur. Ebeveynin, çocuğunu kendi yaşam deneyimleri üzerine düşünme konusunda yönlendirmesi öğrenmeyi öğretmenin en önemli yoludur. Bu bilişsel farkındalık çocukları üst bilişsel etkinliklere taşıyacak olan organizasyon becerilerine götürecektir. Çocuğun önceki bilgi-

leri ile kitaptan edindiği yeni bilgileri ilişkilendirme çabası içine girmesi “anlam verme çabası” olarak ele alınabilir. Bu anlam verme çabası ile ne kadar yoğun analitik bağlantı kurulabiliyor ise o oranda verimli bir öğrenme davranışı meydana gelecektir. Kristal ne kadar iyi işlenirse o kadar güzel bir mücevhere ulaşılmaktadır. Aynı şekilde, bir bilgi de ne kadar iyi işlenirse o kadar anlamlı olacaktır. Bilginin işlenmesi eşzamanlı bilişsel işlem performansına bağlıdır. Eşzamanlı bilişsel işlemleri bilgi kristalleştirme performansı olarak tanımlayabiliriz. Arabalarıyla ya da bebekleriyle oynayan çocuk için oynadığı bebeğin anlamı sadece elbisesinin güzelliği ya da oynadığı arabanın renginin kırmızı olması ise bu analitik bağlantı oluşturmak için yeterli olamayacaktır. Oysaki çocuk bebeklerini okuduğu kitaptaki karakterlerle eşleştirip adeta hikâyeyi yeniden oluşturabiliyorsa artık o oyuncağın anlamı görüntüsünün ötesinde değer kazanmaya başlayacaktır. Yaşam deneyimleri ile oluşan önceki bilgilerin aktif olarak kullanımı, güçlü bir hafızanın yapılanmasına ve hafızadaki bilgi parçacıkları arasında yaratılan zincir benzeri bir düzenin oluşumuna katkı sağlayacaktır. Ardıl bilişsel işlemler birbirinden bağımsız zincir halkalarını oluşturan bilgileri bir araya getirerek güzel bir kolye oluşturmak için gerekecektir. Kolye ile temsil edilmek istenen fikir bütünlüğü, güçlü bir hafıza yoksa fikir uçuşmasına neden olabilecek ve öğrenme performansını olumsuz etkileyen, öğrenmeyi güçleştiren bir durum yaratabilecektir. Öğrenmede sıkıntı yaşayan öğrenciler kendilerine rehberlik edecek yetişkinlere ihtiyaç duymaktadırlar. Bu nedenle, bilginin temelini oluşturan dört bilişsel işleme ilişkin ebeveynlerin yapabilecekleri önem kazanmaktadır. Çocuk tarafından ister bir ödevi yerine getirmek amacıyla, isterse meraktan okunan bir kitap ebeveynlere bu bilişsel işlemleri harekete geçirme anlamında doğal bir ortam sunacaktır. Ebeveyn çocuğu ile, onun elinde gördüğü kitap hakkında sohbet ederek bu süreci başlatabilmelidir. Eğer sohbetin içeri-

Gelişim 2013


36

ği kitaptaki karakterlerin özelliklerine, kitabın temasına yönelik sorulara dönerse doğal olarak çocuk özel ayrıntılar ve öğeler üzerine odaklanmış bu olgusal bilgilerin sınanmasından rahatsız olacaktır. Hiçbir ebeveyn çocuğuyla sohbet ederken öğretmen rolüne girmemelidir. Çocukla başlatılan sohbet, kavramsal bilginin çocuğun gözünde canlanmasına ve böylece bilgiyi işleme ortamı oluşmasına olanak sağlayacak düzeyde olmalıdır. Bu sohbet sırasında ebeveynin yaşamsal deneyimlerini anlatması, işbirliği gibi kavramsal bir temayı çocuğun yaşamına yansıtabilmesi konusunda ona yol gösterecektir. Ebeveyn, çocuğun okudukları ile nasıl bir ilişkilendirme yaptığını incelemeli ve gerektiğinde yönlendirmeler yapabilmelidir. Bu sırada eşzamanlı bilişsel işlemlerin devreye girerek bilginin bir kristal gibi işlendiği ortam

Gelişim 2013

oluşacaktır. Ebeveyn daha sonra kitaba dönüp, çocuğuyla kitabın en beğendiği bölümü hakkında sohbete devam edebilir. Bir günü birlikte geçirmek durumunda kalsa hangi karakterle birlikte olmak istediği, bu kitaptaki temanın tiyatro olarak oynansa hangi rolü üstlenmek istediği vb. gibi sorularla çocuğunu alternatif fikirler oluşturmaya teşvik edebilir. Üretken ve yaratıcı düşünme becerisinin gelişimi adına fikir organize etmeye yönelik bu tür yönlendirmeler planlama olarak kavramsallaştırılmış olan bilişsel işlemi etkin kılacaktır. Ebeveyn tema ile ilgili kendi anılarını paylaşırken çocuğunun anısal belleğini harekete geçirmek anlamında kendi yaşamında benzer örnekleri olup olmadığı üzerine sohbet başlatabilir. Yaşanmışlıkların kitapta sunulan durumlarla ilişkilendirilerek bilgiler arasında zincir benzeri

bir düzen oluşturma çabası ile ardıl bilişsel işlemler etkin hale gelecektir. Bir başka gün benzer temanın ele alındığı başka kaynakları çocuğun kütüphanesine koyan ebeveyn bu yeni uyaranların çocuğun dikkatini çekip çekmeyeceğini gözleme şansına sahip olacaktır. Kitap okuma örneği yalnızca bilişsel bir aktivite olarak değil duygusal bileşenleri de düşünerek ele alınmalıdır. Örneğin işbirliğinin önemi sadece bir bilgi olarak değil kişileri mutlu eden bir davranış, bir değer olarak da vurgulanabilir. Başkalarının benzer durumlarda hissettikleri hakkındaki paylaşımlar da önemlidir. Ebeveyn, günlük yaşam deneyimlerini ya da akademik kavramları, çocuğun yaşantısıyla ilişkilendirerek, onun; planlama, analitik düşünme, dikkat ve hafıza alanlarındaki bilişsel donanımını artırmış olacaktır.


37

Anne babaların, çocuklarına sağladığı uyaran zenginliği; keşfetmeye meraklı, hızlı öğrenen, güçlü bir hayal gücüne sahip olan, kolaylıkla kavram oluşturabilen çocukların yetişmesine katkı sağlar.

Gelişim 2013


38

AYNI BAKIP FARKLI GÖRMEK

YARATICILIK Y

aratıcılık bir kişinin sahip olabileceği en heyecan verici; ama aynı zamanda da en az anlaşılan yeteneklerden biridir. “Yaratıcılık doğuştan mı gelir? Yaratıcı düşünceye özendirilebilir mi? Yaratıcılık kendini her zaman sanatın bir dalıyla mı ortaya koyar? Herkesin yaratıcılık potansiyeli var mıdır? Yaratıcılığın evrensel bir tarifi var mıdır?” gibi sorular yaratıcılık kavramını anlamaya çalışırken sıkça karşımıza çıkar.

Psikolojik Danışman

Aylin GERMİYEN

Psikolojik Danışman

Belkıs ELİTAŞ

Yaratılıcılık kimi zaman gözümüzde bir ampul ya da telefonun icadıyken kimi zaman duyguların bir şiir dizesi olup kitapta veya birkaç fırça darbesiyle tabloda yerini bulmasıdır. Bazen de günlük yaşantı içerisinde karşılaşılan problemlere farklı bir noktadan bakmak ve çözüm üretebilmektir. Farklı açılardan ele alınan yaratıcılık; düşünsel, duygusal ve sosyal birçok bileşenin bir arada olduğu, karmaşık bir beceridir.

Gelişim 2013


39 Araştırmalarda iki tür yaratıcılıktan bahsedilmektedir. Birincisi resim yapmak, müzik bestelemek, roman şiir yazmak gibi yeteneğe bağlı, öğrenilebilen, alıştırmalarla geliştirilebilen ve ürün veren yaratıcı etkinlikler, ikincisi ise, her türlü yaratıcılığın temelinde bulunan yaratıcı tutum ve davranış biçimleridir. Bu tür yaratıcılık ise bir ürünle görünür duruma gelmeyip düşünce boyutunda kalabilir.

becerisinin dört boyutu olduğu belirtilerek, bu boyutları şu şekilde tanımlamaktadırlar:

tur. Bu araştırmalarda, yaratıcı olmak için önemli olanın motivasyon olduğu bulunmuştur.

Akıcılık: Bir probleme çözüm veya sonuç olarak, ardı ardına düşünce üretebilme yeteneğidir. Akıcılık özelliği gösteren bir çocuk bir iki ihtimalden daha fazlasını bulur. Tepkilerin hem miktarı hem de özelliği önemlidir. Çocuk daha çok miktarda tepki üretebildikçe akıcılık artar.

Yeni ürünler ortaya koymak, farklı düşünceler üretmek yaşantımız boyunca hepimiz için bir ihtiyaçtır. Mutfakta farklı bir tat bulmaya çalışırken, sevdiğimiz bir kişiye hediye ararken, çocuğumuzu ödüllendirirken, kardeşler arasındaki anlaşmazlığa çözüm üretirken, meslek yaşamımızda ilerlemenin yollarını ararken ve bunun gibi birçok alanda yaratıcılığımızı kullanırız.

Esneklik: Problem çözerken pek çok farklı yaklaşım veya strateji kullanabilme yeteneğidir. Esnekliğin artması sayesinde çocukta yeni bilgi ve duruma karşı adaptasyon kolaylaşır.

Jacob Getzels’in yaratıcılık üzerine yaptığı araştırması, genel zekânın yeniden tanımlanmasına yardımcı olmuştur. Getzels, genel zekânın her konuyu kapsadığına dair kabul gören fikre meydan okumuş, yüksek zekâlı çocuklar üzerinde yaptığı bir deneyde, bu çocuklara kelime ilişkilendirme, nesnelerin nasıl kullanıldığını çözme, gizli şekilleri bulma ve hikâye uydurma gibi testler uygulamıştır. Bu deneyin sonucunda zekâ testlerinin tek başına kimin yaratıcı olduğunu kesin olarak öngörmediği sonucuna varmıştır.

Yaratıcı kişinin özellikleri

Zenginlik: Birinin fikrini, hikâyesini veya çizimini geliştirme veya genişletme yeteneğidir. Detaylandıran bir insan asıl kavramı genişletir; onu daha ileriye götürür.

Yaratıcılığı ölçmeye yönelik çok çeşitli metotlar geliştirilmiştir. Farklı düşünme testleri, tutum, ilgi ve kişilik envanterleri, öğretmen ve arkadaş değerlendirmeleri gibi ölçme araçları sayesinde yaratıcı olarak tanımlanabilen kişilerin özellikleri genel hatlarıyla belirlenmeye çalışılmıştır. Yaratıcı kişilerin aşağıda yer alan özelliklere sahip olduğu söylenebilir. l Meraklı l Özgür l Esnek, özgün ve çabuk düşünebilen l Cesur davranabilen, risk alabilen l Değişik strateji ve araçlar kullanabilen l Coşkulu l Estetik yargısı olan l Farklı düşünmeyi seven l Hayal gücü yüksek l Önsezileri güçlü olan l İlgi alanları çok yönlü l Senaryo üretebilen l Soru sorabilen l Durumlara farklı açılardan yaklaşabilen Yaratıcılık konusunda farklı tanımlar olmakla birlikte yaratıcı düşünme becerisine sahip olan kişilerin belli ortak özellikleri taşımaları gerektiği düşünülmektedir. Bu noktadan bakan Torance ve Fisher gibi araştırmacılar, yaratıcı düşünme

Orijinallik-Özgünlük: Bir problem karşısında sıradan olmayan, farklı ve benzersiz çözümler üretme yeteneğidir. Orijinallik gösteren çocuklar benzersiz, beklenmedik ve yeni fikirler üretirler.

Zekâ ve yaratıcılık ilişkisi

Yaratıcılık potansiyelinin herkeste belli bir miktarda var olduğu, yaratıcı düşünme yeteneğinin sadece bazı kişilere özgü olmadığı bilinmektedir. Hatta öğrenmeye ilişkin sorunlar yaşayan, akademik performansı düşük olan kişilerin de yaratıcı düşünme becerilerinin geliştirebileceği savunulmaktadır. Yaratıcılığın, zekâ faktörü ile birlikte duygusal ve kişisel faktörlere de dayalı olduğu düşünülmektedir. Genel olarak zekâ ve yaratıcılık arasında pozitif bir ilişki olduğunu gösteren araştırmalar vardır. Zekâsı yüksek olmak, yaratıcı olmak anlamına gelmese de, yaratıcılığı yüksek olan insanların aynı zamanda ortalama zekânın da üzerinde oldukları bulunmuştur. Bu da göstermektedir ki bir kişinin zekâsı ne kadar yüksekse o kadar yaratıcı fikir ortaya koyabilmektedir. Buna karşın, zekâsı normal düzeyde veya üstünde olan kişilerin genel zekâsının yaratıcılıklarına katkıda bulunan önemli bir etken olmadığı da yapılan araştırmalar sonucunda ortaya konmuş-

Yaratıcılığın önündeki engeller

Kültürel engeller: Toplumsal değerler bir kültürden diğerine değişmektedir. Bazı kültürel değerler yaratıcılığı desteklediği gibi bazıları da engellemektedir. Hayal etmenin boşa harcanan zaman olarak kabul edilmesi, otoritenin söylediklerinin kabul edilip uygulanmasının beklenmesi, oyunun sadece çocuklar için olduğunun düşünülmesi, kültürel engellere örnek olabilir. Öğrenilen engeller: Geçmiş yaşantılarımızdan getirdiğimiz alışkanlıklarımız, her bilginin hazır kalıplarla verilmesi bu engele örnek olarak verilebilir. Duygusal engeller: Utangaçlık, alay edilme korkusu, yanlış yapma korkusu, belirsizliklere karşı hoşgörü yetersizliği ve aşırı özeleştiri, kendine güvensizlik gibi insanların kendi kendilerine koyduğu duygusal engellerdir. Algılama engelleri: Açıkça görülen bilgileri ve verileri sorgulamama, fazla hızlı değerlendirme, tek bir geçerli sonuç bulma zorunluluğu gibi engellerdir. Yüklü program engelleri: Kalıplaşmış konular yığını olan ve belli süre içinde tamamlanması gereken eğitim programlarının da yaratıcılığa engel olabildiği düşünülmektedir. Diğer bir engel ise kendi kendimize getirdiğimiz sınırlamalardır. “Yaratıcılık yeteneğim yok.”, “Yaratıcı bir insan olduğuma inanmıyorum.” gibi

Gelişim 2013


40 sözler yaratıcılık için engel oluşturur. Her insanda biraz olsun yaratıcılık vardır. Önemli olan bireyin yaratıcı olduğunu ve yaratıcılık potansiyelini artırabileceğine inanmasıdır.

Yaratıcılığı geliştirmek için anne babalar neler yapabilir?

Bütün çocukların yaratıcılık potansiyeli vardır. Anne babalar olarak bazı küçük önerileri yaşamınıza geçirdiğinizde çocuğunuzun yaratıcılık potansiyelini gün ışığına çıkartabilir ve onun bunu en iyi şekilde kullanmasına yardımcı olabilirsiniz. l Her durumu ya da konuyu bir tiyatro oyununa çevirebilirsiniz. Sözcükleri eyleme dökerek çocukların yaratıcılığını geliştirebilirsiniz. Oyuna dönüştürme, fikirleri özgür bırakır. Düşünceler sınırsızca akar. Beynin bütün bölümlerinin aktif olmasını sağlar. l Çocuğunuzun belli bir duyguyu düşünmesini, sonrasında bu duyguyu dans yoluyla ifade etmesini isteyebilirsiniz. Bu dans sonrasında, çocuğunuzun hangi duyguyu canlandırdığını tahmin edebilirsiniz. l Çocuğunuzun sözel düşüncelerini resme aktarmalarına, hayal kurarak yaratıcı düşünceler geliştirmesine fırsat verebilirsiniz. l Çocuğunuzun sanat çalışmaları ile yaratıcı düşünme yeteneğini geliştirmesi için, ona çeşitli malzemeler sunabilirsiniz. (Kumaş, yapıştırıcı, tahta parçaları, renkli kalemler, pamuk, eski magazin dergileri, tel, şerit, sim) l Çocuğunuzu yönlendirmeden kaçınarak, ortaya nasıl bir ürün çıkacağını bekleyebilirsiniz. l Müzik tüm çocuklara; zihinsel, fiziksel ve duygusal olarak hitap eder, aynı zamanda önemli becerilerin, dilin ve yaratıcılığın gelişime yardımcı olur. Bu nedenle çocuğunuzun müzik dinlemesini ve bir enstrüman çalmasını destekleyebilirsiniz. l Çocuğunuzla konuşurken konulara mizahi yönden yaklaşıp, farklı bakış açılarını görmesini sağlayabilirsiniz. l Doğa ile olabildiğince iç içe olmak bireyin çevresindeki malzemeleri/olayları/durumu duyu organı ile algılamasını sağlar. Bunun için olabildiğinde çocuğunuzun doğa ile iç içe zaman geçirmesini sağlayabilirsiniz. l Çocuğa kendi sınırları içerisinde, baskı kurma-

Gelişim 2013

dan özgürce düşünebileceği alanların tanınması önemlidir. Çocuğunuza, farklı görüşleri ifade edebilme fırsatı verirken aynı zamanda onun yaptığı hataları da hoş görebilmelisiniz. l Çocuğunuzun ortaya koyduğu ürün ile ilgili vereceğiniz geri bildirim, çabalarını takdir etme biçiminiz, onu yaratıcı düşünce konusunda teşvik edecektir. l Çocuğunuza; “Bu da ne?” yerine, “Harika görünüyor, bana biraz anlatır mısın?” , “Güneş hiç pembe olur mu?” yerine, “Ne ilginç bir güneş!” ,“Neden hepsini kırmızı çizdin ki? Farklı renk-

ler de kullanabilirsin.” yerine, “Belli ki kırmızı kullanmak hoşuna gitmiş!” ,“Seninle gurur duyuyorum” yerine, “Projenden çok gurur duyuyor olmalısın.” gibi söylemler onun motivasyonu artıracaktır. l Çocuğunuzun yaratıcılığını geliştirmek için bazı teknikleri de kullanabilirsiniz. Bu tekniklerden biri olan SCAMPER kendi başına anlamı olmayan, İngilizce 7 kelimenin ilk harflerinden oluşmuş bir akrostiştir. Bu tekniğin felsefesine göre her bir fikir var olan başka bir fikirden doğmaktadır.

SU YÜCEL Su Yücel, Hasan Ali Yücel’in torunu, ressam Güler Yücel ve şair ve çevirmen Can Yücel’in kızı. Çocukluğunda resim öğretmeninin resmini yarışmaya göndermesiyle başlayan resim serüveni, Strasbourg Beaux-Arts’da aldığı resim eğitimiyle devam etti. Ocak ayında Terakki Vakfı Sanat Galerisi’nde resimleri ile misafirimiz olan Su Yücel’e yaratıcılık ile ilgili düşüncelerini sorduk. Biliyoruz ki aileniz sanatçılardan oluşuyor, bunun yaratıcılığınıza katkısı nasıl oldu? Aile ortamında yaratıcılığınızı besleyen neler vardı? Bence hem genetik hem çevresel faktörler yaratıcılığımızı birlikte besler. Bu ikisini bir bütün olarak düşünmek gerekir. Ben de sanatçı bir aileden geliyorum. Annemin resim yapması, babamın şair olması ve onların eve gelen arkadaşlarının da sanatçılardan oluşması daha erken yaşta sanatla tanışmamı sağladı. Sanatın hem zor hem de keyifli yanlarını, tanıştığım sanatçılardan görerek çok erken fark ettim. Yaratıcılığınız hangi alanlarda kendisini gösteriyor? Örneğin, çocukken konservatuvarda uzun yıllar bale yaptım. Daha sonra 13-14 yaşında Senihe

Fermen’den resim dersleri aldım. Fransa’da Akademi’ye girdim ve ondan sonra filmlerde sanat yönetmenliği yaptım. Tiyatro dekorları ve tiyatro üzerine çalıştım. Şimdi de Digiturk İZ TV’de yine içinde sanatın yer aldığı bir program hazırlayıp sunuyorum. Sizce aileler çocuklarının yaratıcılığını geliştirmek için neler yapabilirler? Yaratıcılık sadece sanat alanında değil, aslında hayatın bütün alanlarında geçerlidir. Mutlaka sanatçı olmak gerekmemektedir. Her meslekte sanatın, yaratıcılığın ortaya çıkartılması önemlidir. Bence en acı olan şey insanın yaratıcılığının yok edilmesi, görmezlikten gelinmesidir. Bu bence insanı yok etmek anlamına gelir.


41 Substitude (Yerine Koyma): Bu aşamada o nesne yerine başka hangi nesnenin konulabileceği üzerinde çalışılır. Örneğin: Pantolon askısı yerine başka ne kullanılabilir? sorusunu çocuğunuza sorabilirsiniz. Combine (Birleştirme): Bu aşamada farklı düşünceler ve öğeler bir araya getirilir ve birleştirilir. Ne ile neyi birleştirirsek ikisi birlikte iyi çalışır. Pantolon askısı ile neyi birleştirirsek daha gelişmiş bir askı elde ederiz? sorusu bu adıma örnek olabilir. Adapt (Uyarlama): Bu aşamada nesnenin bir amaca ya da duruma uyum sağlaması için üzerinde düzeltme yapılır. Örneğin: Pantolon askısına asılan pantolona askı izi çıkmaması için ne yapılabilir? sorusu bu aşamada sorulabilir. Modify, Minify and Magnify (Değiştirme, Küçültme ve Büyültme): Bu aşamada nesnenin orijinal örneğini alıp formunu değiştirmek için genişletme, şeklini ya da niteliğini büyütme, küçültme, hafifleştirme, yavaşlatma gibi düzenlemeler yapılır. Örneğin: Pantolon askısı daha büyük ve güçlü yapılırsa ne olur? sorusunu çocuğunuza yöneltebilirsiniz. Put To Other Uses (Diğer Kullanımların Yerine Koyma, Amacını Değiştirme): Bu aşamada nesnenin farklı amaçlar için kullanılması düşünülür. Örneğin: Pantolon askısını başka hangi amaçla kullanabiliriz? sorusunu çocuğunuza sorabilirsiniz. Eliminate (Yok Etme, Çıkarma): Bu aşamada bir nesnenin bir özelliğinin tümünün ya da bir bölümünün atarak ne yapılabileceği düşünülür. Örneğin: Pantolon askısından neleri çıkarabiliriz? diye bir soru sormak, bu aşamada kullanılabilir. Reverse, Rearange (Tersine Çevirme ya da Yeniden Düzenleme): Bu aşamada nesnenin sahip olduğu şekilden farklı olarak düzenlenme yapılır. Pantolon askıları daha farklı nasıl tasarlanabilir? sorusu buna bir örnektir.

Küçük Bir Çocuğun Hikâyesi Küçük bir kasabada yaşayan bir çocuk varmış. Bir gün başka bir kasabaya taşınmışlar ve kapısı kocaman, duvarları çok yüksek bir okula kaydolmuş. Bu çocuk resim yapmayı çok severmiş. Arabalar, evler, bulutlar, ağaçlar… Okula gittiğinde ilk derse giren öğretmen demiş ki:

Bunun üzerine bizim küçük çocuk çok sevinmiş ve başlamış yaprakları yeşil, gövdesi kahverengi, kırmızı bir çiçek çizmeye…”

-Merhaba ben resim öğretmeninizim. Şimdi bir resim yapacağız. Çocuk çok sevinmiş, almış eline resim defterini ve boyalarını, başlamış boyamaya. Öğretmen demiş ki: -Durun. Hemen başlamayın. Ben size ne yapacağınızı söyleyeceğim. Çocuk durmuş ve tamam demiş. Öğretmen: -Bir çiçek yapacağız, demiş. Çocuk “Olsun.” diye geçirmiş içinden. Başlamış turuncu yaprakları olan mor bir çiçek yapmaya. Öğretmen tekrar durun demiş. -Ben size bir çiçek göstereceğim ve onu yapacaksınız. Yaprakları yeşil, gövdesi kahverengi, kırmızı bir çiçek. Çocuk içinden “Ben çiçeğimin turuncu yapraklı olmasını istiyordum.” demiş. Ama öğretmenine bir şey söyleyememiş. Çocuk daha sonra başka bir kasabaya taşınmış. Bu kasabada okula gittiği ilk gün, resim dersinde öğretmeni: -Ben sizin resim öğretmeninizim. Bugün resim yapacağız, demiş. Herkes resim defterlerini ve boyalarını çıkartmış ve başlamış çizmeye. Ama bizim küçük çocuk bekliyormuş. Öğretmen sıraların arasında dolaşırken çocuğun çizmediğini fark etmiş ve aralarında şöyle bir konuşma geçmiş: - Sen neden resim yapmıyorsun. Yoksa resim yapmayı sevmiyor musun? - Yooo çok seviyorum. - Peki, neden çizmiyorsun? - Sizin ne çizeceğimizi söylemenizi bekliyorum. - Ama istediğini çizebilirsin, bu sana kalmış. -Her şeyi mi? -Evet.

KAYNAKÇA Aral, N. Köksal & Akyol,A & Gürsoy, F. (2004). (Sayı 36, Mart) Çoluk Çocuk Dergisi. Ayan, S. Dündar,H. Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi Çellek, T. Sanat ve Bilim Eğitiminde Yaratıcılık, http://elyad.baskent. edu.tr/pivolka/pivolka08.pdf. 8 Ocak, 2013 Çakmak, A.(2010). Meslek Yüksek Okulu Öğrencilerinin Yaratıcılık Düzeylerinin Çeşitli Değişkenler Açısından İncelenmesi. Kırıkkale Üniversitesi Keskin Meslek Yüksekokulu. 29 Mart 2013, Rowe, A.J. (2007). Yaratıcı Zeka. İstanbul: Prestij Yayınları. MacGregor, C.(1977). Yaratıcı Bir Çocuk Yetiştirme (2. Basım. Kasım). Papirüs Yayınları. http://www.sdergi.hacettepe.edu.tr/aygen_cakmak_1010.pdf Önder, A.(2002). Yaşayarak Öğrenme İçin Eğitici Drama. İstanbul: Epsilon Yayınları. Ömeroğlu, E. Turla, A. (2001). (Sayı 151) Milli Eğitim Dergisi. Öncü, T. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/34/971/11960.pdf. 3 Ocak, 2013,Öz, İ.(1977). Çocuk ve Kişilik. İstanbul: Kök Yayınları. Healy, J.M. (1999). Çocuğunuzun Gelişen Aklı. İstanbul: Boyner Holding Yayınları. San, İ.(1979).Yaratıcı İki Düşünme Biçimi ve Çocuğun Yaratıcılık Eğitimi (Cilt 12, Sayı 1-4, s.117-190). Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi. Yenilmez, K. Yolcu, B. http://www.manas.kg/pdf/sbdpdf18/07_ Yenilmez.pdf. Internet alıntısı Ocak, 2013. http://www.bydigi.net/felsefe/3842-yaraticilik-nedir-yaraticidusunme-nedir.html. 20 Ocak 2013. http://www.minikokul.com/yaraticilik-nedir. 7 Ocak 2013. http://www.playtolearn.com.tr/scamper-anaokulu.html. 4 Ocak 2013. http://paine.cherryhill.k12.nj.us/gifted/discuss.htm. 9 Ocak 2013.

Gelişim 2013


42

iKi UCU KESKiN BIÇAK:

MüKEMMELiYETÇiLiK ÇEVİRENLER:

Uzman Psikolojik Danışman

Funda Tezer

Uzman Psikolojik Danışman

Ceni PALTİ

B

u sayıda yer alan “Mükemmeliyetçilik” kavramı psikoloji literatüründe pek çok teorisyen tarafından farklı teori ve bakış açılarıyla ele alınmıştır. Bu yazı, bilişsel bakış açısıyla ele alınmış birkaç makale derlenerek hazırlanmıştır. Bir çok zararlı davranış örüntüleri ve duygu durumları, mükemmeliyetçi eğilimlere dayanmaktadır. Kognitif bir teorisyen olan Beck’e göre, mükemmeliyetçiler, kendilerine biçtikleri ulaşılması güç kusursuzluk standardına erişemediklerinde, çevrelerindeki kişiler tarafından reddedilecekleri endişesi taşırlar. Bu durum, onların ilişkilerine huzursuzluk olarak yansıyacak ve anlamlı sosyal ilişkilerden kaçınma ve eleştirilere karşı aşırı hassasiyet gösterme gibi sonuçları da beraberinde getirecektir. Çevrelerinde yer alan insanların kendileriyle bu sebeplerle ilişki kurmayı tercih etmemelerini, mükemmeliyetçiler değersizliklerinin bir işareti olarak algılayarak kendilerini bir kısır döngünün içerisine hapsederler. Bu döngü içerisinde gösterilen performans, mükemmeliyetçi hedefler ve kendilerinden gerçek dışı beklentiler arasında göze çarpan boşluğun yanı sıra, kişiler arası ilişkilerindeki zayıflık; bu yapıya sahip kişilerde depresyon ve özgüven eksikliğine yol açacaktır.

Gelişim 2013


43

Mükemmeliyetçiliği Tanımak

Mükemmeliyetçi yapıya sahip kişiler kendilerine davranışları ile zarar verdiklerinin genellikle farkında değildirler. Mükemmel olmanın başarı, kabul, sevilme ve doyum getireceği düşüncesini taşısalar da sıklıkla bu durumun tam tersi gerçekleşir. Başarılı olsalar da kullandıkları metotlar ihtiyaç duydukları sevgi ve kabulden mahrum kalmalarına neden olabilir.

Mükemmeliyetçi düşünme biçimleri:

İMDAT

l Felaket Senaryoları Kurma: “Birlikte çalıştığım kişilerin önünde herhangi bir hata yaparsam bu aşağılanmaya dayanamam.”, “Birinin benimle ilgili herhangi bir konuda rahatsızlık duymasını kaldıramam.”

Mükemmeliyetçi kişiler, hiçbir zaman hata yapmamaları gerektiğini ve her zaman en yüksek performansı sergilemeleri gerektiğini düşünürler. Başarılı olabilmek için uygun yöntemler kullanan kişiler ise, yüksek standartlara erişmeye çalışmaktan zevk alırlar. Mükemmeliyetçi kişiler, kendilerinden şüphe duyarak, onaylanmama, reddedilme ve alay edilme korkularını taşırlar. Sağlıklı baş etme stratejileri kullanan kişiler kontrolü kendi ellerinde tutarken, mükemmeliyetçi kişiler kendilerini bu durumun içinde sürüklenir halde bulurlar. Bir bireyin mükemmeliyetçi bir yapısı olup olmadığını anlamak için bu sorunla ilgili farkındalık kazanması önemli bir adımdır. Yüksek standartlara sahip olmayı istemek kendi başına bir problem değildir ama eksiksiz olmak konusunda kişinin kendinden beklentisinin çok yüksek olduğu durumlar, okul ve iş yaşantısını, kişiler arası ilişkilerin sürdürülmesini ve yaşamdan keyif almayı zorlaştırabilir.

Bir kişi mükemmeliyetçilik konusunda güçlük yaşayıp yaşamadığını anlamak için kendine şu soruları sorabilir:

l Kendi standartlarıma erişmek konusunda zorluk yaşıyor muyum? l Standartlarıma ulaşmaya çalışırken kendimi yorgun, kaygılı, depresif ya da kızgın hissediyor muyum? l Kendime koyduğum standartlar, dışarıdan yüksek standartlar olarak mı algılanıyor? l Koyduğum bu standartlar, bir işi sonlandırmak, başkalarına güvenmek, doğal olmak konusunda beni engelliyor mu? Eğer kişi bu sorulara genellikle “evet” diye cevap veriyorsa, bu konuyu ciddiye alması iyi bir fikir olabilir. Bu doğrultuda mükemmeliyetçilik kişi-

l Siyah ya da Beyaz Düşünce Tarzı: “Mükemmel olmayan her kişi başarısızdır.”, “Eğer başkalarından yardım istemek zorunda kalırsam ben güçsüzüm demektir.”

l Olasılıkları Abartma: “Yapacağım sunum için bütün gece hazırlanmış olsam da biliyorum ki kötü geçecek.”, “Hasta olduğumda işe gidemezsem patronum benim tembel olduğumu düşünecek.” l “-meli, -malı Düşünme Biçimi”: “Hiçbir zaman hata yapmamalıyım.”, “Hiçbir zaman kaygılı ya da gergin görünmemeliyim.”, “Bir problem gerçekleşmeden önce onu öngörebilmeliyim.”

Mükemmelliyetçi davranış biçimleri: nin ne hissettiğini, ne düşündüğünü ve nasıl davrandığını etkileyebilecek bir sorun olarak tanımlanabilir.

Mükemmeliyetçiliğin beraberinde getirdiği duygular:

Kişinin çok fazla zaman ve çaba harcıyor olmasına rağmen, kendini sürekli yetersiz olduğu düşüncesiyle eleştiriyor olması, kaygısının artmasına ardından engellenmiş ve depresif hatta öfkeli hissetmesine yol açabilir.

l Sürekli ertelemek, görevleri sonlandırmada güçlük çekmek, çabuk pes etmek. l Fazla tedbirli ve titiz davranmak. Örneğin; başkaları için 20 dakika alabilecek bir iş için 3 saat harcamak. l Aşırı kontrol etme ihtiyacı. Örneğin; yöneticisine göndereceği bir e-postayı imla hatası olabilir düşüncesi ile kontrol ederken uzun vakit kaybetmek. l Yapılan bir çalışmayı daha mükemmel hale getirmek için yeniden düzenleme ihtiyacı duymak. Örneğin; bir ödevin kusursuz olabilmesi için tekrar tekrar yazmak ve kontrol etmek.

Mükemmeliyetçi Tutum

Sağlıklı Tutum

l Gerçekçi olmayan ve ulaşılamayacak hedefler koyar. l Mükemmel olmayan bir kişi, iş ya da durum kişiyi doyuma ulaştırmaz. l Hayal kırıklığı ve başarısızlık deneyimlediğinde hızlı bir çökkünlük yaşar. l Onaylanmama ve başarısızlık korkusu ile enerjisini yitirir. l Hatalarını, değersizliğinin bir kanıtı olarak görür. l Eleştirildiğinde fazla savunmacı davranır.

l Ulaşılabilecek yüksek hedefler koyar. l Sonuçtan olduğu kadar süreçten de keyif alır. l Hayal kırıklığı ve başarısızlık deneyimlerinden kolayca sıyrılır. l Başarısızlık ve onaylanmama korkusunu ve kaygısını normal sınırlar içerisinde yaşar. l Hatalarını gelişme ve öğrenme için bir fırsat olarak görür. l Yapıcı eleştirilere olumlu karşılık verir.

Gelişim 2013


44 l Yapılacak işle ilgili olarak her zaman çok detaylı bir planlama yapma ihtiyacı duymak. l Küçük detaylara takılmak. l Yenilikleri denemekten ve hata yapma riskinden kaçınmak. Mitler ve Gerçekler Bazı zamanlarda sağlıklı başarma isteğini, sağlıklı olmayan mükemmeliyetçi tutumdan ayırmak zor olabilir. Başka alanlarda olduğu gibi mükemmelliyetçilik ile ilgili mitler ve yerleşik kanıların varlığı bu ayrımın yapılmasını güçleştirir. Bu durum kişinin yaşamını zorlaştırabilir.

GERÇEKLİK:

Sonr

Aslında mükemmeliyetçi eğilimler kişinin sevilme, onaylanma ve kabul görme ihtiyacından doğar.

a

Bu yapıdaki kişiler yetersizlik hisleri nedeniyle kendileri ile o kadar meşguldürler ki, çevrelerindeki kişilerin ihtiyaç ve beklentilerini fark edemezler. Tekrarlayan davranışları, yakınları tarafından eleştirilse de kişiler bu davranışları sürdürürler. Bu nedenle ilişkileri daha da karmaşık hale gelir.

Şimd

i

MİT: Kişi mükemmeliyetçi olmasaydı, bugünkü başarısını elde edemezdi.

GERÇEKLİK:

Mükemmelliyetçilik başarı ya da doyum sağlamaz. Kişiler, başarılı olsalar da, bu başarıyı mükemmeliyetçi tutumları sayesinde değil, bu tutumlarının oluşturduğu güçlüğe rağmen elde ettiklerini fark etmezler.

eksiksiz bir performans ortaya koyulması gerektiğine inanırlar. Eğer bir iş mükemmel şekilde sonlandırılamayacaksa, yapmaya değer değildir. Bu tarz inanışlar arzu edilmeyen sonuçlara yol açacaktır. Örneğin bu özellikte bir öğrenci ödevinin mükemmel olduğuna inanmadığı için ya da çok ince detaylar üzerinde oyalandığı için, ödev teslim tarihini kaçırabilir.

Mükemmeliyetçi olanların, olmayanlara göre daha başarılı olduğuna dair bir kanıt yoktur. Bulgular benzer yetenek, beceri ve entelektüel kapasiteye sahip kişilerden mükemmeliyetçi olanların olmayanlara göre daha başarısız olduğu yönündedir.

MİT:

MİT:

Mükemmeliyetçiler, başarıya giden yolda karşılaşacakları tüm engelleri aşmaya kararlıdırlar.

Mükemmeliyetçi kişiler; işlerini doğru şekilde yaparlar, doğru şekilde sonlandırırlar.

GERÇEKLİK:

GERÇEKLİK: Mükemmeliyetçi kişiler; erteleme, zamanında yetiştirememe ve düşük üretkenlik gibi problemler yaşarlar. Uzmanlar, mükemmeliyetçi kişilerin “Ya hep ya hiç” şeklinde düşündüklerini saptamışlardır. Bu kişiler için ortası yoktur; olayları ve deneyimleri, iyi ya da kötü, kusurlu ya da kusursuz olarak değerlendirebilirler. Bu değerlendirme biçimi genellikle erteleme davranışı ile sonuçlanır; çünkü eksiksiz, kusursuz olanın hedeflenmesi küçük bir iş söz konusu olduğunda bile korkutucu bir baskı yaratır. Mükemmeliyetçi kişiler her seferinde hatasız bir ürün ya da

Gelişim 2013

Mükemmeliyetçiler “Yapacağım iş mükemmel olana kadar devam edeceğim.” diye yola çıksalar da ilerleyememe, depresyon, performans kaygısı, sosyal kaygı gibi güçlüklere karşı daha savunmasızdırlar. Sürece değil sonuca odaklı olmak, mükemmeliyetçi kişilerin üretken ve başarılı olmasını zorlaştıran içsel bir engel olarak karşılarına çıkar. Zorlanmadan kaynaklanan kaygılar, kişinin ortaya koyduğu tüm çabayı ve çalışmayı sabote edebilir.

MİT: Mükemmeliyetçilerin tek amacı, yapabildiklerin en iyisini yapmak ve çevrelerindeki kişileri memnun etmektir.

Mükemmeliyetçi yapıda olmayan başarılı kişiler ise tıpkı mükemmeliyetçi kişiler gibi iyisini yapmayı ve başarmayı isterler ama hata yapmak ya da risk almaktan da kaçınmazlar. Hataları ve başarısızlıkları insan olmanın bir parçası olarak görürler.

Mükemmeliyetçilikle Nasıl Baş Edebiliriz?

Mükemmeliyetçi kişilik yapısıyla baş etmek kişinin kendi ruhsal dünyasına bakmasını gündeme getireceği için zorlayıcı olabilir. Bu zorlukla baş etmenin bazı yolları vardır: 1. Mükemmel olma durumunun avantaj ve dezavantajlarının üzerine düşünmek, Mükemmeliyetçilik kişiye faydadan daha çok, bu durumun bir bedeli olarak yıpranmayı getirecektir. Bunlar üzerine düşünerek kişi kendini yaşayabileceği ruhsal sorunlardan koruyabilir. 2. “Ya hep ya hiç” tarzı eleştirel düşünceler konusunda ve diğer kişilerle olan ilişkilere yansımaları hakkında farkındalık kazanmak, “Acaba benim ortaya koyduğum performans gerçekten hissettiğim ve düşündüğüm kadar kötü mü?”, “Diğer insanlar bunu nasıl görüyor?” gibi sorular sormak bu farkındalığı kazanmaya yardımcı olur. 3. Yapılabilecekler konusunda gerçekçi bir bakış açısı edinmek, Eğer gerçekçi hedefler koyulabilirse, kusursuz olmayan ürünlerin beklenen ve korkulan davranışlarla sonuçlanmayabileceği gerçeğini göz önünde bulundurmak kolaylaşır. Gerçeklikten uzak hedefler koyulduğunda ise buna ulaşmak


45

Güney Hindistan’da Maymun Kapanı Mükemmeliyetçilerin karakteristik özelliklerinden biri de “Değer yargılarındaki katılıktır”. Sahip oldukları fikirlerden uzaklaşmada, tersine göstergeler olmasına rağmen güçlük yaşarlar. Robert Pirsig’in “Zen ve Motorsiklet Bakım Sanatı” adlı kitabında yer alan ve değer yargılarındaki katılığa gönderme yapan bir fablı sizinle paylaşmak isteriz. “Güney Hint maymun kapanı, köylüler tarafından maymunların yakalanması için kullanılan bir araçtır. Bu kapan, içi pirinçle dolu hindistan cevizinin bir çubuğa takılması ile kurulur. Maymunların, içerideki pirinçleri hindistan cevizinin kabuğunda açılmış bir delikten görmeleri sağlanır. Bu delik maymunun elini hindistan cevizinin içine sokup pirinci avuçlaması için yeterince büyük, ancak içi pirinç dolu avucunun dışarı çıkmasına izin vermeyecek kadar da küçüktür. Maymun, pirince ulaşacak olmanın heyecanıyla elini içeri uzatır ve bir anda kapana kısılır. Onu kapana kıstırmış olanın yumruk halindeki kendi avcu ve pirinç için olan arzusu olduğunun farkında değildir. Pirinci değerli bulduğu için bırakamaz ve bu yüzden kendi özgürlüğünden vazgeçer. Bu şekilde köylüler maymunu kolayca yakalar.”

güç olacağından, kişi süreç içerisinde o işi gerçekleştirmekten duyacağı doyumu kaçırabilir. 4. Başlanacak her iş için net zamanlar çizmek. Tamamlandığında diğer bir aktiviteye geçmek, ilerlemeye devam etmek, Bu yöntem mükemmeliyetçiliğin önemli sonuçlarından biri olan erteleme davranışı ile baş etmek için iyi bir yol olarak önerilebilir. Eğer iyi bir zaman planlaması yapılırsa erteleme davranışı ile baş etmek ve çalışmayı beklenen şekilde sona erdirmek mümkün olacaktır.

5. Eleştirilerle nasıl baş edilebileceğini öğrenmek, Mükemmeliyetçi kişiler her türlü eleştiriyi kişisel bir saldırı olarak algılama eğiliminde olabilirler. Kişinin kendisi ve yapılan eleştiriler konusunda objektif olmaya odaklanması önemlidir. Bir kişi, herhangi bir konuda eleştiride bulunduğunda, öncelikle bu eleştiriyi duyabilmek, anlayabilmek ve ardından her insanın hata yapma hakkına sahip olduğunu hatırlayarak bunu ifade edebilmek baş etmeyi kolaylaştırır.

Mükemmeliyetçilerin de, kendi değer yargıları ile ilgili tekrar düşünerek, bu kapana kısılmış kalma halini devam ettirmek yerine, o değerlerin içerisinde kendilerine daha özgür bir alan tanımak konusunda bir karara varmaları, sağlıklı bir başlangıç noktası olacaktır.

KAYNAKÇA How To Overcome Perfectionism, 02.01.2013, http://www.anxietybc.com/sites/default/files/Perfectionism.pdf Perfectionism. It Cuts Both Ways, 02.01.2013, http://learningcommons.sfu.ca/sites/default/files/218/ Perfectionism-U-of-Texas.pdf The Quest for Perfection: Avoiding or Avoiding Shame,03.03.2013, http://www.drsorotzkin.com/quest_for_perfection.html

Gelişim 2013


46

BİZDEN HABERLER

17. KARİYER HAFTASI / BAŞARI ÖYKÜSÜ 5 11. ve 12. sınıf öğrencilerimiz 16 Nisan Salı günü, Hüsnü Özyeğin ile Başarı Öyküsü Etkinliğinde buluştu. 17. Kariyer Günleri kapsamında düzenlenen etkinlikte Hüsnü Özyeğin kendine has konuşmasıyla öğrencilerimizin kariyer yolculuğuna engin deneyimleriyle ışık tuttu. İzmir’deki ilkokul öğrencilik yıllarından Harvard Üniversitesi’ne olan eğitim yolculuğunun, sosyal yaşamın ve sporun insana kattıkları ve inancın başarıdaki yerine değindi. Öğrencilerimize tavsiyelerde bulundu. Yarattığı iş alanları ve markalardan söz etti ve soyadını

ANNE BABALARA YÖNELİK KONFERANSLARIMIZ Gelişimsel Değişimlerde Ebeveyn Katkısı

Çocuk Okutmak: Beyin Gelişimi ve Psikoloji Açısından Bir Bakış 16 Mart 2013 tarihinde, Prof. Dr. Yankı Yazgan tarafından velilerimize yönelik “Çocuk Okutmak: Beyin Gelişimi ve Psikoloji Açısından Bir Bakış” isimli konferans gerçekleştirildi. Sayın Yazgan bu konferansta okul ve aile ilişkileri, çocukluk, ergenlik dönemlerinde yaşananlar ve anne-baba tutumları gibi konulara değindi.

Gelişim 2013

20 Mart 2013 tarihinde, İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi öğretim görevlisi Yard. Doç. Dr. Tamer Ergin tarafından 1. sınıf velilerimize yönelik “Gelişimsel Değişimlerde Ebeveyn Katkısı” isimli bir konferans gerçekleştirildi. Bu konferansta ebeveynler çocuklarının bilişsel süreçlerini ev ortamında nasıl destekleyebilecekleri konusunda bilgiler edindiler. Konferansta, okuma yazma sürecinin eğitimle kazanılan bir beceri olduğu ve bu becerinin edinilmesinde bilgiyi organize etme, uygun uyarıcıya odaklanabilme, dikkati sürdürebilme ve analitik düşünme gibi bilişsel becerilerin kazanımının çok önem kazandığı vurgulandı. Öğrenme sırasında gerekli olan bilişsel becerilerin ev ortamında da devamını sağlamak için ebeveynlere düşen görevler olduğu üzerinde duruldu.

taşıyan tek markanın çocuğu gibi gördüğü Özyeğin Üniversitesi olduğunu belirtti. Lise öğrencilerimizden Atakan Yelkovan, Ömer Kaya, Burcu İnce, Berkcan Köse, Berkay Toksöz, Nil Sözen ve Zeynep Şolpan, başarı öyküsünden sonra Özyeğin’le bir röportaj yaptılar. Öğrencilerimiz iş dünyasına ait başarı kriterleri üzerine merak ettikleri soruların cevaplarını aldılar. Kariyer Günleri’nin son konuğu olan Özyeğin, röportajın bitiminde Terakki’de bulunmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek öğrencilerimizi tebrik etti.

ÖĞRENCİ SEMİNERLERİ Öfke Nedir? Nasıl Baş Edilir? Bizi ne(ler) öfkelendirir? Öfkemizi nasıl fark ediyoruz? Öfkemizle nasıl baş ediyoruz? 10. sınıf öğrencilerimiz bu soruların cevaplarını rehberlik derslerinde kendileri keşfetmeye çalıştılar. 26 Şubat 2013 tarihinde ise psikodramatist Feray Öztorun’un verdiği “Öfke Nedir? Nasıl Baş Edilir?” konferansında öfke duygusunu farklı bir bakış açısıyla dinleyip, baş etme yöntemlerinde alternatif yolları öğrendiler.

Yeme Bozuklukları 19 Mart 2013 Salı günü, Uzman Psikolog Feyza Bayraktar 10.sınıf öğrencilerimizle buluştu. Yeme Bozuklukları Destek Derneği kurucusu Bayraktar, yeme bozuklukları kapsamında; anoreksiya, bulimiya, gece yemeleri, aşırı yeme bozuklukları, ergenlik döneminde karşılaşılan yeme sorunları ve normal yeme davranışı konusunda öğrencilerimizi bilgilendirdi.


47 2010-2011 eğitim öğretim yılında Terakki Vakfı Özel Şişli Terakki Ortaokulu 6.-8. sınıf öğrencilerin olumlu davranış geliştirmelerini ve daha sağlıklı bir öğrenme ortamına sahip olmalarını amaçlayan “Güvenli Okul Projesi” Rehberlik ve Psikolojik Danışma Servisi tarafından başlatılmıştır. 20122013 eğitim öğretim yılı itibari ile bu çalışmalar 5.sınıflar düzeyinde de gerçekleştirilmiştir. Güvenli okul kapsamında her bir öğrencinin, hem kendisinin hem arkadaşlarının fiziksel, psikolojik ve duygusal olarak zarar görmeyecekleri

GÜVENLİ OKUL

şekilde davranması ile oluşacak bir okul ortamı tanımlanmaktadır. Güvenli Okul Çalışmaları; a Güvenli Okul Ortamı a Çatışma Çözme Yöntemleri a Kurallar, Sınırlar a Davranışının Sorumluluğunu Üstlenmek a Değerler a Siber Zorbalık a Akran Zorbalığı a İletişim Becerileri a Empati konularına değinilerek eşzamanlı sunum ve interaktif çalışmalar olmak üzere sınıf ortamlarında gerçekleştirilmektedir.

İSTANBUL 2013 DÜNYA PSİKOLOJİK DANIŞMA ve REHBERLİK KONGRESİ

SORUMLU ÇOCUKTAN, DUYARLI YETİŞKİNE Çocuklarımızın kendilerine ve çevrelerine karşı sorumluluklarını fark etmeleri, geliştirmeleri ve yaşantıları içerisinde sorumluluklarını yerine getirebilme becerilerini arttırmaları amacıyla anaokulu sınıf öğretmenleri ve psikolojik danışmanları tarafından “Sorumlu Çocuktan, Duyarlı Yetişkine” isimli bir çalışma gerçekleştirildi. 4-5 ve 6 yaş gruplarında gelişim düzeylerine uygun olarak tüm yıl boyunca devam ettirilen bu çalışma kapsamında; aAnne babaların çocuklarının sorumluluk konusunda ne noktada olduklarını fark etmeleri amacıyla anne babalara, sorumluluk formu ve sorumluluk bülteni gönderildi.

aÇocuklara, okulun değişik birimlerinde çalışan kişilerin sorumluluklarını içeren bir film gösterimi yapıldı. Bir çocuğun okulla ilgili sorumluluklarını fark etmelerini sağlamak amacıyla öğretmenlerimizin hazırladığı çizgi film öğrencilere izletildi. aVelilerimiz sınıfa davet edilerek, çocuklarının evde ve okulda yerine getirdikleri sorumluluklar üzerinde paylaşımlar yapıldı. aAnne babaların çocuklarının sorumluluk konusundaki gelişimlerini gözden geçirme ve düşünme fırsatı buldukları “Sorumlu Çocuktan, Duyarlı Yetişkine” sunumu anaokulu psikolojik danışmanları tarafından gerçekleştirildi.

DÜZELTME

Ulusal Psikolojik Danışma ve Rehberlik Kongresi ile Uluslararası Danışmanlık Derneği Konferansı’nın birlikte gerçekleştirileceği ortak bir kongre, 08-11 Eylül 2013 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılacaktır. “Psikolojik Danışmanlık ve Teknoloji Kullanımı: Gerçek Yaşamlar Sanal Bağlamlar” ana teması kongrede ele alınacaktır. Okulumuz, Rehberlik ve Psikolojik Danışma Servisi koordinatörü ve İstanbul Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği Başkanı Sayın Alpaslan DARTAN’ın düzenleme kurulunda yer aldığı bu kongrede; yurtiçi ve yurtdışından konuşmacılar, paneller, bildiriler, posterler, çalışma grupları yer alacaktır.

Gelişim Dergimizin 2013 yılına ait ilk sayısında yer alan “Takıntılarımız ve Biz: Obsesyonlar” konusuyla ilgili bir kaynağımız eksik olarak yayınlanmıştır. İlgili kaynağın referans bilgileri aşağıda yer almaktadır. Sungur Mehmet Z. (2006). Obsesif Kompulsif Bozukluğun Psikoterapisi. Tükel R, Alkın T (Eds.) Anksiyete Bozuklukları. Türkiye Psikiyatri Derneği Yayınları. 363-382

Gelişim 2013





Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.