Necip Fazıl Kısakürek - O Ve Ben

Page 58

artık ebediyeti gören bir göz sahibi olmak, ne devlet!.. Ona aşk derler... Keşke bu mânada softa olabilsek... Tarihimiz boyunca ne çektikse, belirttiğimiz gibi aşksız, hikmetsiz ham ve kaba softalardan çektik! 149 AH! Efendim, bir gün, elbette tek çizgiden ibaret olan iman istikametinin bedahatini belirtmeye lüzum görme¬den mücerret inanmanın kuvvetini göstermek için şöyle buyurmuşlardı: «— Đnan da, istersen bir odun parçasına inan!..» Zonguldak'ta kaleme aldığım başlangıç yazısının bir yerinde, «Kim inanır, kim inanmaz?» diye bir istif¬ham açtıktan sonra «ya beyninin her atomu bir güneş ka¬dar ışıklı Đmam-ı Rabbânî inanır, ya en basit bir köylü... Ya en büyük, ya en küçük...» gibilerden bir fikir yürütü¬yor, ikisi ortası ahmakların inkâra memur olduklarını kaydediyor; ve en küçük insandaki gizli ruh feyzini, belki de yanlışı bile bilmemekten gelen bir imtiyaz olarak gös¬teriyor, bunlar hakkında kullandığımız «saf» kelimesini, işte, yanlış ve doğru hiç bir şey bilmemek hikmetine bağ¬lıyordum. Sıra bu satırlara ve «saf» kelimesine gelince: «— Ah...» Dediler; ve ne derinden, ne içli, ne güzel!.. Kendilerindeki tek heceli bir «ah» lâfzının hudut¬suz derinliğini göstermek içindir ki, bu kadar lâf ettim ve-bunca vesileyi karıştırdım. ABDULHAK HAMID O sıralarda Abdülhak Hâmid ölmüştü. Nitekim Zonguldak'ta ona ait bir de konferans vermiştim. Seksenaltılık Hâmid, hemen her ân, benimle, otuz¬luk genç dostuyle buluşmak ister, bana ve düşüncelerime 150 aarıp bir tiryakilik gösterirdi. Kendisine ve Lüsyen Hanı¬mefendiye, Efendi Hazretlerinden bahsetmiştim. Çok alâkalanmışlardı. Efendi Hazretlerinin eserinde «Edep» bahsinin başlangıcım, edebin tarifini okumuştum Abdül¬hak Hâmid'e: «— Edep hududa riayet etmektir. En büyük edep, Đlâhî hududu muhafaza...» Bu, her zamanki vekar içinde, muazzam ifade, o kadar hoşuna gitmişti ki Hâmid'in, o da Efendi Hazretleri gibi bir «ah...» çekmişti. Son günlerinde: — Ah, bir mürşide ihtiyacım var, bir mürşide ihti¬yacım var... Deyip duruyordu. — Đşte mürşid, demiştim; en büyük mürşid!.. Bütün emeli, Efendi Hazretlerini görmekti. — Görüşeyim de, demiştim; sizi bir otomobille karşısına kadar götürürüm. Bundan Efendi hazretlerine de bahsetmiştim ve şu cevabı almıştım: «— O bizden yaşça büyük... Biz onun ayağına gi¬deriz.» Fakat olmadı, üstüne düşemedim; Efendimle Ab¬dülhak Hâmid'i karşılaştıramadım. Nasip meselesi... Zonguldak'ta bir at kazası geçirdim ve saatlerce baygın yattım. Baygınlığımda tek bir rüya veya rüyamsı bir şey... Muayede salonu gibi fevkalâde bir odada; iki yal¬dızlı koltukta, sırtlarında bâlâ rütbesinin üniformaları ve ellerinde kılıçları, büyük babam ve Abdülhak Hâmid... 151 Đkisi de rahmetli... Büyük babam beni görünce gülümsü¬yor ve eliyle «gel gel!» diye işaret ediyor. Abdülhak Hâmid ona dönüyor ve: — Hayır efendim; onun cemiyette yapacak daha çok işi var!.. Diyor. Bu rüya sona erdi ve ben baygınlıktan sıyrıldım, kalktım... Đnşaallah cemiyette yapacağım işler henüz bitme¬miştir. TESELLĐ


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.