Hayalet Tehlikesi - On Okuma - Jim Butcher

Page 1


Jim Butcher Dresden Dosyaları 3. Kitap / Hayalet Tehlikesi Özgün Adı: Dresden Files Book 3 / Grave Peril

İthaki Yayınları – 736 Edebiyat – 594 ISBN 978-605-375-094-9 1. Baskı, Temmuz 2011, İstanbul

© Türkçe Çeviri: Ulaş Apak, 2010 © ithaki, 2011 © Jim Butcher, 2001

Bu eser Donald Maass literary Agency aracılığıyla yayınlanmıştır. Bu eserin tüm hakları ONK Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın alınmıştır. Yayıncının yazılı izni olmaksızın alıntı yapılamaz.

Yayına Hazırlayan: Evrim Öncül Kapak İllüstrasyonu: Ethem Onu Bilgiç Sayfa Düzeni ve Baskıya Hazırlık: Şükrü Karakoç Kapak, İç Baskı: Kitap Matbaacılık, Davutpaşa Cad. No:123 Topkapı-İstanbul, Tel: 0212 482 99 10Topkapı-İstanbul Sertifika No: 16053

İthaki™ Penguen Kilap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.'nin yan kuruluşudur. Caferağa Mah. Bahariye Cad. Dr. İhsan Ünlüer Sok. Ersoy Apt. A Blok No: 16/15 Kadıköy – İstanbul, Tel: (0216) 330 93 08 - 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34


ithaki@ithaki.com.tr - www.ithaki.com.tr – www.ilknokta.com

Jim Butcher

DRESDEN DOSYALARI 3. KİTAP HAYALET TEHLİKESİ Çeviri Ulaş Apak


BİR

Hızlı araba sürmekten nefret etmemin sebepleri vardır. Birincisi, yolculuklarımda kullandığım uyumsuz renkleri olan Volkswagen'im Mavi Tosbağa yüz kilometrenin üstündeki hızlarda tehlikeli gıcırtılar ve iniltiler çıkarır. İkincisi, teknolojiyle aram pek iyi değildir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra üretilmiş her şey anına yaklaştığımda aniden arızalanmaya yatkın oluyor. Çok dikkatli ve makul bir şekilde araba kullanmak benim için kuraldır. Bu gece o kurala bir istisnaydı. SOLA DÖNÜLMEZ tabelasını açıkça hiçe sayarak bir köşeyi dönerken Tosbağa'nın lastikleri protesto eder gibi gıcırdadı. Caddeye çıktığımızda yaşlı araba sanki neyin tehlikede olduğunu sezmiş gibi cesaretle homurdandı ve yürekli bir şekilde inleyip takırdayarak ilerlemeye devam etti. Michael, "Daha hızlı gidemez miyiz?" dedi ağır ağır. Bu bir şikayet değil, sakin bir sesle sorulan bir soruydu sadece.


"Ancak arkadan rüzgar alırsak ya da yokuş aşağı gidersek," dedim. "Hastaneye ne kadar kaldı?" İriyarı adam omuz silkip başını iki yana salladı. Saçı bazı şanslı erkeklerin irsi olarak sahip oldukları gibi kırdı, ama sakalı hâlâ koyu kahverengi, hatta neredeyse siyahtı. Kayış gibi yüzünün kenarlarında endişe ve gülücük çizgileri vardı. Geniş, damarlı ellerini ön panel yüzünden yukarı kaldırmak zorunda kaldığı dizlerinin üzerine koymuştu. "Tam bilmiyorum," dedi. "Üç kilometre olabilir." Tosbağa'nın penceresinden solan gün ışığına baktım. "Güneş batmak üzere. Umarım çok geç kalmamışızdır." Michael, "Elimizden geleni yapıyoruz," diye güvence verdi. "Tanrı'nın izniyle vaktinde orada olacağız." Ardından ağzını tiksintiyle kıvırarak, "Kaynağından emin misin?" diye sordu. "Bob insanı sinir edebilir, ama nadiren yanılır," diye cevap verirken frenlere asıldım ve bir çöp kamyonetin solundan kaçtım. "Eğer hayaletin orada olacağını söylediyse, orada olacaktır." Michael, "Tanrı bizimle olsun," deyip haç çıkardı. Güçlü bir şeyin, çevresini saran durgun enerjinin kıpırdadığını hissettim inancın gücüydü bu. "Harry, ne zamandır seninle konuşmak istediğim bir şey var." Rahatsız bir sesle, "Sakın yeniden Pazar ayinine gelmemi isteme," dedim. "Hayır diyeceğimi biliyorsun." Kırmızı bir Taurus önüme çıkınca dönüş şeridine girip çevresinden dolaşarak yeniden önüne geçmek zorunda kaldım. Tosbağa'nın iki tekerleği havaya kalktı. Sürücü penceresinden, "İt herif!" diye uludum.


"Bu sormamı engellemez," dedi Michael. "Ama hayır. Bayan Rodriguez ile ne zaman evleneceğini sormak istiyordum." Kaşlarımı çatarak, "Lanet olsun Michael," dedim. "İkimiz son iki haftadır şehrin dört bir yanında aniden boy gösteren türlü türlü hayaleti ve ruhu kovalayıp duruyoruz. Ruh dünyasının zıvanadan çıkmasına neyin yol açtığını hâlâ bilmiyoruz." "Bunu biliyorum Harry, ama..." "Şu anda," diye sözünü kestim, "Cook County'deki berbat bir kocakarının peşinden gidiyoruz ve odaklanmazsak bizi öldürmesi işten bile değil. Ve sen kalkmış bana aşk hayatımı soruyorsun." Michael kaşlarını çattı. "Onunla yatıyorsun, değil mi?" dedi. "Pek sık değil," diye homurdandım ve yine şerit değiştirip bir yolcu otobüsünün solladım. Şövalye içini çekip, "Onu seviyor musun?" diye sordu. "Michael," dedim. "Beni rahat bırak. Böyle sorular da nereden aklına geliyor?" "Onu seviyor musun?" diye bastırdı. "Burada araba sürmeye çalışıyorum." "Harry," dedi gülümseyerek. "Kadını seviyor musun, sevmiyor musun? Zor bir soru değil bu." "Uzman konuştu," diye söylendim. Hız sınırının otuz kilometre üstünde bir hızla bir polis otomobilinin yanından geçtim ve direksiyondaki polis memurunun ben geçerken gözlerini kırpıştırıp kahvesini üzerine döktüğünü gördüm. Dikiz


aynasını kontrol ettiğimde polis otomobilinin üstündeki mavi lambaların yandığını fark ettim. "Lanet olsun, başımız belada. Polisler yakamıza yapışacaklar." Michael, "Onları dert etme," diye güvence verdi. "Sadece soruma cevap ver." Michael'a hızla göz attım. O geniş ve dürüst yüzü, güçlü çenesi ve parlak, gri gözleriyle beni izliyordu. Saçı asker tıraşıydı ve yüzünde her zaman kısa bir savaşçı sakalı vardı. "Sanırım," dedim bir saniye sonra. "Evet." "O halde bunu söylemeye bir itirazın yoktur?" Oyalamak için, "Neyi söylemeye?" diye sordum. Tosbağa caddedeki bir çukuru zıplayarak geçerken Michael tutundu ve azarlayan bir ses tonuyla, "Harry," dedi. "Bu konuda çocukluk etme. Kadını seviyorsan, söyle." "Neden?" diye sordum. "Ona söylemedin, değil mi? Hiç söylemedin." Ona dik dik baktım. "Söylemediysem ne olmuş? Biliyor. Ne fark eder ki?" "Harry Dresden," dedi. "Sözcüklerin önemini en iyi sen bilmelisin." "Bak, biliyor, tamam mı?" deyip frene bastım, sonra yine gazı kökledim. "Ona bir kart verdim." "Kart mı?" dedi Michael."


"Bir Hallmark."1 İçini çekti. "Söylediğini duymak istiyorum." "Neyi?" "Onu sevdiğini söyle," dedi. "Eğer o kadını seviyorsan neden söyleyemiyorsun?" "Bunu insanlara öylesine söylemem Michael. Yıldızlar adına, bu... Yapamam, tamam mı?"

"Onu sevmiyorsun," dedi Michael. "Anladım." "Öyle olmadığını bili..." "Söyle, Harry." "Yakamdan düşmeni sağlayacaksa," dedim ve Tosbağa'nın gaz pedalına basabildiğim kadar bastım. Arkamdaki trafikte bir yerlerde polisi görebiliyordum. "Pekala."Michael'a büyücülere özgü vahşi bir ifadeyle baktım ve, "Onu seviyorum," diye hırladım. "İşte, şimdi oldu mu?" Michael gülümsedi. "Gördün mü? İkinizin arasına giren tek şey bu. Sen hissettiklerini söyleyen türden bir insan değilsin. İç dünyasına bakabilen biri de değilsin Harry. Bazen sadece aynaya bakman ve oradakileri görmen gerekir." "Aynaları sevmem," diye homurdandım. "Ne olursa olsun, o kadını sevdiğinin farkına varman gerekiyordu. Elaine'den sonra kendini çok fazla yalıtabileceğini ve asla..."

1

Ünlü Amerikan kutlama kartı üreticisi. -çn


İçimde ani bir öfke ve şiddet parlaması hissettim. "Elaine'den bahsetmem Michael. Asla. Eğer beğenmiyorsan, arabamdan cehennem ol ve kendi başıma çalışmama izin ver." Michael kaşlarını çattı, ama muhtemelen bunun sebebi sadece kullandığım sözcüklerdi. "Susan'dan bahsediyorum Harry. Eğer onu seviyorsan, onunla evlenmelisin." "Ben bir büyücüyüm. Evlenmeye vaktim yok." "Ben bir şövalyeyim," diye cevap verdi Michael. "Ve benim vaktim var. Çabana değecektir. Çok yalnız kalıyorsun. Belli olmaya başlıyor." Ona tekrar sertçe baktım. "O da ne demek?" "Gerginsin. Huysuzsun. Ve kendini giderek daha fazla yalıtıyorsun. İnsanlarla teması sürdürmen gerekiyor Harry. Karanlık bir yola girmen çok kolay olabilir." "Michael," diye çıkıştım. "Bana ders vermeni istemiyorum. Bir kere daha o kötülüğe dönme vaazını vermeni istemiyorum. Bir kere daha 'kötü güçlerin seni tüketmeden onları bir kenara bırak' demeni istemiyorum. Senden tek istediğim bu yaratığın icabına bakarken bana destek olman." Cook County Hastanesi görüş alanımıza girince yasak bir yerden U dönüşü yapıp Mavi Tosbağa'yı Acil Servis'in giriş şeridine soktum. Michael daha araba durmadan emniyet kemerini çözdü ve arka koltuğa elini uzatıp, siyah kını içinde tam bir buçuk metre uzunluğunda devasa bir kılıç aldı. Arabadan çıkıp kılıcı beline bağladı. Sonra yeniden arkaya uzanıp bu sefer göğsünün sol


tarafında kızıl bir haç bulunan beyaz bir pelerin aldı ve onu üzerinde çalışılmış bir hareketle omuzlarının üstüne attı. Gümüş bir başka haçla pelerini boğazına tutturdu. Pelerin pazen işçi gömleğine, kot pantolonuna ve çelik uçlu çalışma çizmelerine hiç uymuyordu. "En azından pelerini giymesen olmaz mı?" diye şikayet ettim. Kapıyı açarak arabadan indim, uzun bacaklarımı gerdim ve arka koltuğa uzanıp kendi teçhizatımı, daha yeni oyduğum, kenarları hâlâ biraz yeşil olan yeni büyücü asamı ve patlatma çubuğunu aldım. Michael başını kaldırıp incinmiş bir ifadeyle bana baktı. "Pelerin de en az kılıç kadar yaptığım şeyin parçası Harry. Kaldı ki, giydiğin pardösüden daha gülünç değil." Başımı eğip siyah deri pardösüme baktım. Büyük mantosu omuzlarımın çevresinden düşüyor ve bacaklarımın çevresinde çok ağır ve tatminkâr bir biçimde dalgalanarak yayılıyordu. Siyah kot pantolonum ve koyu renk kovboy gömleğim ise Michael'ın kıyafetine göre çok daha şıktı. "Pardösümün nesi varmış?" "El Dorado'nun setinden fırlamış gibi," dedi Michael. "Hazır mısın?" Ona susmasını söyleyen bir bakış fırlattım, o da gülümseyerek diğer yanağını çevirdi ve kapıya doğru yürümeye başladık. Arkamızdan, belki bir iki blok öteden polis sirenlerinin yaklaştığını duyabiliyordum. "Bu iş ucu ucuna olacak." "O halde acele etsek iyi olur." Beyaz pelerini sağ kolundan geriye attı ve elini büyük kılıcının kabzasına koydu. Ardından


başını eğip haç çıkardı ve, "Merhametli Tanrım, biz karanlık güçlerle savaşmaya giderken bize kılavuzluk et ve bizi koru," diye mırıldandı. Bir kere daha kalın bir duvarın diğer yanından duyulan müzik titreşimleri gibi çevresini bir enerji tıngırtısı sardı. Başımı iki yana sallayıp pardösümün cebinden aşağı yukarı avucum büyüklüğünde deri bir kese çıkardım. Kısa bir süre asamı, patlatma çubuğunu ve kesemi bir elimden diğerine aktarmak zorunda kaldım, ama sonunda asayı olması gerektiği gibi sol elime, çubuğu sağ elime aldım, keseyi de dişlerimle tuttum. "Güneş battı," diye hırıldadım. "Çabuk olalım." Sonra şövalye ve büyücü ikilisi olarak Cook County Has-tanesi'nin acil servisinin girişinden içeri koştuk. Ben pardösüm arkamda siyah bir bulut halinde dalgalanarak, Michael da beyaz pelerini ismini aldığı intikam meleğinin kanatları gibi yayılarak içeri girerken herkes bize bakakaldı. İçeride koşmayı sürdürdük ve serin, steril ve hareketli koridorlarda ilk kesişime geldiğimizde kayarak durduk. Gördüğüm ilk hademenin omzunu kavradım. Adam gözlerini kırpıştırdı, sonra ağzı bir karış açık halde kovboy çizmelerimden başımdaki koyu renk saçıma kadar bana baktı. Asama, çubuğuma ve göğsümden sallanan beş köşeli yıldız muskasına tedirginlikle göz atıp yutkundu. Ardından giydiği beyaz pelerine ve belinde asılı kılıçla tezat oluşturacak biçimde yüzünde tamamen dingin bir ifade olan uzun ve cüsseli Michael'a baktı. Tedirginlikle bir adım geri gitti. "S-s-size yardımcı olabilir miyim?"


En vahşi ve gözü kara gülümsememi takındım ve deri keseyi tutan dişlerimin arasında, "Merhaba. Bize bebek odasının nerede olduğunu söyleyebilir misiniz?" dedim.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.