Golge e-Dergi Sayi 56

Page 36

Öykü

Öykü

istediğinden, hızlıca üstünü değiştirdi. Rahatlamak için bir melisa çayı hazırladı kendisine ve odasına geçti. Huzurlu bir ortam vardı odasında. CD çalarını açtı ve bir Amy Winehouse yerleştirip, çalmaya başladı. Odaya dolan büyüleyici vokale eşlik ederek, dizüstü bilgisayarının kapağını kaldırdı. Çayını yudumlayarak, son kaldığı sayfayı pencerede açtı. Nedense zorlamıştı bu kısa roman kendisini. Bir erkeğin ağzından yazıyordu. “Sanırım erkekler kadar basit algılayıp, net ifade edemediğim için zor geliyor,” diye mırıldandı. Kariyerinde başarıyı başkalarını ezerek elde etmiş bir adamın, kırklarına gelirken, içindeki tatminsizlik ile özel hayatında ortaya çıkan şiddeti, belli bir kurguda verme çalışıyordu. “Daha benden bir şey olmalıydı, yaşamadığını ya da hayal bile olsa içinde hissetmediğini anlatmak, o kadar kolay değil,” diye söylendi, eşlik ettiği şarkıya yine ara vererek. Odanın perdelerini açmamıştı ve günün tamamlanmaya doğru giden ışığında, ortamda hafifi bir loşluk olmuştu. Birden bilgisayarında bir ışık patlaması oldu. “Eyvah, sigortalar mı attı!!!” diyerek ayağa fırladığında, arkasında bulunan adama çarptı ve bir çığlık daha atarak sırtını döndü. Bu kara kuru, ufak tefek adam tanıdık geliyordu ama kalbindeki çarpıntı, duyduğu korkunun dehşeti, şu anda her şeyin önüne geçiyordu. Odaya girdiğinde nasıl varlığını fark etmediğini düşünerek, çığlık atmaya devam ederken, adam konuşmaya başladı. “Dur, sus sakin ol… Korkacak bir şey yok, hatırlamadın mı beni?” Adamın, sakinleştirme çabaları henüz çığlıkları sonlandıramasa da, kısılmasını ve Elçin’in bakışlarında hafif soru işaretleri oluşmasını sağlamıştı. “Ne arıyorsun burada? Kimsin? Benden ne istiyorsun? Nasıl girdin evime?” Elçin’in çığlıkları yerini ardı arkası kesilmeyen sorulara bırakmıştı. Bir yandan da adamı inceliyordu. Çocuk gibi görünüyordu ama kırkına yakındı tahminince. Kepçe denilen cinsten kulakları çok belirgindi ve yüzüne komik bir ifade verirken, durumun korkutuculuğunu da, güvenilebilir izlenimine bırakıyordu. Gözlerinde bir hüzün ve aynı zamanda masumiyet vardı. Nefes nefese kalan Elçin, aniden susmuştu. Odada artık derin soluklardan başka bir şey duyulmuyordu. Gün ışığının kapalı perde aralıklarından huzmeler halinde sızan ışığı, yarı karanlık odayı aydınlatıyordu. Bir süre ikisi de kıpırdamadan durdular. Sonra adam tekrar konuşmaya başladı. “Bir kitap, içimizdeki donmuş yaşama inen bir bıçak gibi olmalı derdim. Yazdıklarım, yalnızlığımın uç noktasıydı ve paylaşmadıkça yalnızlığım katlandı. Paylaşamadım, yetersiz diye. Paylaşamadım, sadece ben böyle hissediyorum diye. Paylaşamadım, yalnızlığımda boğulurken ya başarısız olur ve pişman olursam diye.” Hüzün gözlerinden ve yalnızlığın çaresizliğinden akıp gidiyordu ve tüm yaşananların şaşkınlığındaki Elçin, bu garip durumda adama ne diyeceğini bilemiyordu. “Sen, sen…” diye yarım yamalak kendi sesini duydu odada ve tekrar sustu. “Evet, ben, bir hiç… Evet, ben, bir garip insanlık dışı dönüşüm. Evet, ben, bir yaşanmamış aşk hikâyesindeki tükeniş…” sesi de tükenir gibiydi. “Kalem ve kâğıtlaydı dostluğum, kelimelerle kendime anlatmaya ve yok etmeye çalışıyordum çaresizliğimi. Yazdıklarım kendi içimden gelenler ve yaşadıklarımın tekil yargılarıydı sadece. Gerçeklikleri, bende saklı olmalarından geliyor sanırdım. Kimse ben gibi değildi. Kimse ben gibi düşünemezdi. Yazdım,

yazdım ama ne başkalarına baktım, ne de yazdıklarımı paylaştım. Çünkü tüm bunlar bana özgüydü ve sadece ben bu ıstırabı derinlemesine yaşayan bir yalnız varlıktım. “ Aniden Elçin bir sohbetteymiş gibi adamın sözünü kesti; “Hepimiz yalnız değil miyiz aslında?” “Yalnızız elbette. Sen hayatı kiminle paylaşıyorsun? Şu pembe, ışıkların arasında her şeyi gösterdiğini sandığın varlıkla mı? Sen ona ne yüklersen, o da sana onu veriyor.” Gülümsedi. Gülümsemek bir tuhaf durmuştu bu garip adamda. Sanki yüzü böyle bir duygu göstergesine alışkın değil gibiydi. “Bir karanlık odada yaşadım uzun yıllar. Bazen açılan bir kapı olur ve beni sevip mutlu etmek isteyenler bakardı usulca aralıktan. Nadiren açılmasına izin verirdim kapının. İnanmazdım çünkü benden başka kimse olabileceğine bu denli yalnız. Oynayamazdım hayat dedikleri tiyatro sahnesinde, onların bana biçtikleri rolü.” Elini uzattı genç adam Elçin’e doğru… “Artık biliyorum fazla vaktim kalmadığını. Hayat sadece benim için karanlık ve rutubetli korkutucu bir koridor diye düşünürdüm bu yaşıma kadar. Ama ölüm korkusunu bilmiyordum o zaman. Fark ettim ki; hepimiz yalnız olsak da, hissettiklerimizin ortaklığı ile hiçbirimiz yalnız değiliz. Bunu anladığımda, yaşamımın büyük kısmını tamamlamıştım. Şimdi geriye dönüp baktığımda, keşkelerim yerine, pişmanlıklarım olsaydı diye düşünmeden duramıyorum.” Elçin, son cümlenin kelimeleri kulaklarında ince bir tınıya dönüşürken, başını koyduğu masasından kaldırdı ve gözlerini kırpıştırdı. Odaya göz gezdirdi, kimse yoktu. Bir an durdu, gözlerini ovuşturmaya başladı ve küçük bir çığlıkla haykırdı; “Evet, buldum, buldum…”

70

71

* * * Hızla çantasını toplayan Elçin, içine pembe, şirin dizüstü bilgisayarını da yerleştirdi. Ayağına yürüyüş ayakkabılarını giydi, sırtına çantasını attı. Gülümseyerek ve bir yandan da elindeki elmadan küçük ısırıklar alarak, adeta dans eder gibi merdivenlerden inmeye başladı. Uçar gibi yürüyordu. Sokaktaki birkaç kişinin dönüp, kendi kendine gülüp konuşan bu genç kıza yönelmiş, meraklı bakışlarına aldırmadan, kendisini sahilde buldu. Çay bahçesine girdi, yarı günü batırmaya başlayan denize, yarı çevresindeki masalarda oturan insanlara bakacak şekilde oturdu ve bilgisayarını açtı. Gözlerini bir an kapadı ve serin hava ile rüzgârı içinde hissetti. Bu kez, her zaman yaptığı gibi kulaklığını takmadı ve müzik dinlemek yerine, yan masadaki yaşlı adamın, tahminen torunu olan çocuğa anlattıklarına kulak kabartarak, bilgisayarında açtığı yeni sayfaya notlar yazmaya başladı. Öykü: Esin İPEK esinipek@gmail.com

İllustrasyon: Hazal YAYALAR


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.